30 Aralık 2017 Cumartesi

Türkiye, ABD, İran ve Barzanistan

Türkiye, ABD, İran ve Barzanistan 


21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü                        
Orta Doğu ve Afrika Araştırmaları Merkezi
19 Ağustos 2014 Salı

Türkiye, ABD, İran ve Barzanistan 
Şanlı Bahadır Koç 



Olur da Barzani bağımsızlık düğmesine basarsa artık AKP’nin ve onu 
destekleyenlerin  “Kürt politikamızın” başarılıymış gibi davranmaya devam etmesi güçleşecektir. Bir Kürt devleti Türkiye'ye ne yapar? Şu anda Barzani ile 
"aramızın iyi olması" onlarca yıllık önemdeki böyle bir meselede karar alırken 
tek başına belirleyici bir faktör olmamalıdır. Kürt devletinin sorun ve hatta 
ciddi bir tehdit olması için Türkiye toprakları üzerinde hak iddia etmesi 
gerekmez. Bu devlet sadece varlığı, yaratacağı emsal ve çekim gücü ile PKK başta olmak üzere Kürt siyasi hareketinin muhayyile, hesap ve pazarlık pozisyonu üzerinde tehlikeli etkiler yapacaktır.  

Irak’tan kopacak bir Kürt devletine “izin vermek,” destek olmak ve hatta onu 
bazı durumlarda korumak karşılığında Ankara olarak Barzani’den;

1) Türkiye toprakları üzerinde hak iddia etmeyeceği, Türkiye’nin içişlerine 
hiçbir şekilde karışmayacağı,

2) topraklarında PKK varlığına ve onun propaganda, lojistik ve adam devşirme 
gibi faaliyetlerine kesinlikle izin vermeyeceği, hemen değilse bile belli bir 
süre sonunda bölgeyi terketmeyen PKKlıları yakalayarak Türkiye’ye teslim 
edeceği, bazı olağanüstü durumlarda Türkiye’nin PKK’ya yönelik askeri 
operasyonuna izin vereceği,  

3) Türkmenlere “iyi davranacağı” ve onlara çoğunluk oldukları bölgelerde otonomi vereceği ve Ankara’nın bu konuda garantörlüğünü kabul edeceği ve Türkmen bölgesinin petrol gelirinden nüfusu oranında pay alacağı,  eğer dahil olursa Kerkük’ün yeni devlet içinde özel statü sahibi olacağı,

4) yeni devletin Kürt petrolünü dünyaya Türkiye üzerinden pazarlayacağı, bu 
petrolde isterse Türkiye’nin önceliği olacağı, belki Türkiye’ye avantajlı fiyattan petrol değilse bile gaz vereceği,

5) topraklarında üçüncü ülkelerin üslerine yer vermeyeceği,

6) tüketim malları, yatırım, bankacılık, enerji gibi konularda Türk firmalarına 
ayrıcalık vereceği, dış ticaretini Türkiye üzerinden yapacağı gibi konularda 
sözlü ve yazılı garantiler istenebilir ve belki alınabilir de, ama bunların 
bağlayıcılığı ve güvenilirliği ne kadar olur? 

Zamanla Kürtlerin Türkiye’ye olan bağımlılıklarını hafifletmeyeceklerinden ve ona alternatifler bulmayacakların dan emin olunamaz.  
Örneğin, bu yeni Kürt devleti zaman içinde bölgede dengeler ve güvenlik durumu değiştiğinde petrolü Akdeniz’e Suriye üzerinden çıkarmak isteyebilir ve bunda başarılı olursa Ankara’ya verdiği yukarıdaki türden taahhüt ve garantilere bağlı kalmak konusunda daha az istekli hale gelebilir.  

Türkiye güçlü olduğunda bile bunu stratejik olarak “nakde çevirmekte” çok 
başarılı olamayan bir devlettir. Barzani yönetimi ile güç, büyüklük, alternatif 
ve leveraj farklarından kaynaklanan Türkiye lehine asimetrik durum pratikte 
somut kalıcı ve bağlayıcı avantajlara çevrilememiştir. Türkiye’nin K. Irak 
yönetimi ve kurulursa bağımsız devleti üzerindeki etkisi ve leverajı sınırsız 
olmayacaktır. Kaldı ki, Barzani ve Talabani birçok açıdan Ankara’ya ihtiyaç 
duydukları dönemlerde bile Türkiye’deki Kürt meselesi ile ilgili rahatsız edici 
söylem ve uygulamalarda bulunmaktan kaçınmamışlardı. PKK’yı kendi egemenlikleri ve liderliklerine tehdit ve alternatif görmelerine rağmen Kürtler arasındaki siyaset ve iletişimin geldiği nokta itibariyle ona karşı askeri güç kullanmaları artık kolay değildir. Türk sermayesi, boru hatları, enerji pazarı, tüketim malları, gayrı resmi “güvenlik garantisi” gibi şeylere olan ihtiyaç ve hatta bağımlılıklarına bel bağlayarak orada bir Kürt devleti kurulmasının bize zarar vermeyeceğini düşünmek aşırı iyimserlik olur. Barzani ve Talabani ve partileri birçok açıdan problemli liderler olsalar bile Türkiye açısından temel sorun niyetleri, karakterleri ve hatta uygulayacakları politika değil yaratacakları 
emsaldir. Kürt devletinin Türkiye için yaratacağı menfi etkiler dolaylı, 
gecikmeli, yavaş, kademeli ve ilk başta muğlak olacak ve “derinlerden gelecek” 
olmakla beraber bu nedenle daha az gerçek ve daha az önemli olmayacaktır.   

Barzani ile PKK arasında hep bir şüphe, rekabet ve gerilim olacaksa da bu durum ikisi arasında taktik nedenlerle veya "Kürt kamuoyunun baskısı" yüzünden iletişim, işbirliği ve dayanışma olmayacağı anlamına gelmemektedir. Kısa vadede mesela IŞİD ile peşmergeler arasında yaşanabilecek çatışmalara PKK‘nın Barzani yanında katılması bu iki aktör arasında önemli bir emsal ve "duygusal bağ" yaratabilir. Bu tür intra-Kürdist dayanışma örnekleri gelecekte pan-Kürdist dinamiklerin temelini oluşturabilir. Bu tecrübe ve duygular, tepedeki farklılıklar ve güvensizliklere rağmen ileride PKK'ya karşı Kürt bölgesinden popüler düzeyde maddi ve duygusal desteğin eksik olmayacağını düşündürtebilir. 

Son yıllarda "sınırların açılmasıyla" Kürtler arasında iletişim kanalları açılmış, iki ülkenin Kürtleri birbirlerini daha iyi tanımaya başlamıştır. Milliyetçilik ve kendi devletine sahip olma isteği bazen lider ve halklara rasyonel olmayan şeyler yaptırabilir ama yine de Barzani’nin sınırsız olmayan petrol gelirini Türkiye’deki Kürtlerle paylaşmak zorunda olacağı büyük bir Kürdistan’ı istediğini düşünmek doğru olmayabilir. Barzani muhtemelen “Türkiye’deki Kürtler” kartını Ankara’nın kendisine yönelik yaklaşım ve politikasını istediği kıvama sokmanın bir aracı olarak görmektedir. Ama Barzani zenginliğini diğer Kürtlerle paylaşmak istemese bile iç ve Kürtler arası meşruiyeti sağlamak ve PKK’dan kendini sakınmak için “koruma parası” vermek zorunda kalabilir, ki belki zaten şimdi bile veriyordur.

Son dönemde Batı ve hatta Türk kamuoyunda K. Irak yönetimi ile ilgili  sempatik yayınların arttığı görülmektedir. K. Irak yönetiminin başta Türkmenler olmak üzere azınlıklara yönelik karnesi Orta Doğu’nun genelinin altında değildir ama çok üstünde de değildir. “Kürdistan’ın ekonomik başarısı” denen şey de aslında büyük ölçüde Bağdat’tan gelen petrol gelirinin önce KDP ve KYB elitleri arasında paylaşılması ve sonra altyapı harcamalarına yönlendirilmesinden ibarettir. 
Bölgede üretim anlamında önemli bir ilerleme olduğu söylenemez. Yaşanan 
“patlama” büyük ölçüde gayrı-menkul, tüketim malları ithalatı, kısmen Irak’ın 
geri kalanından gelen turizm ve huzur arayan Iraklı sermaye akışı ve esas olarak ilerideki petrol gelirinin yaratacağı düşünülen zenginlik beklentisi üzerine 
bina edilmiştir ve birçok açıdan hadi sanal demeyelim ama kırılgandır. 
K. Irak’ta rüşvet, ahbap-çavuş ilişkilerinin boyutu, başta Barzani olmak üzere bazı ailelerin ekonomik hayattaki hakimiyeti zaten bilinen şeylerdir. Son olarak 
bazen hakkında methiyeler çizilen peşmerge kuvvetlerinin konvansiyonel bir 
askeri çatışmada, elbette karşısındaki rakibe göre değişmekle beraber, çok 
etkili bir performansı olamayabileceği düşünülmelidir. Ancak Iraklı Kürtlerin 
ülkenin geri kalanıyla arasında önemli siyasi, ekonomik ve belki de en önemlisi 
duygusal kopuşlar yaşandığı ise açıktır. Arapça bilen genç Kürtlerin oranı 
yüksek değildir. Bazı kesimlerde ve siyasi elitler arasında daha çok KYB 
kesiminde bağımsızlık yönünde adım atılırsa bunun yol açabileceği zorluklarla 
ilgili endişeler olsa da, duygusal anlamda bağımsızlık yönünde güçlü bir halk 
desteği olduğu da görülmektedir.

Dış politikada neyin büyük, derin, kalıcı ve acil olduğunu sezmek çok önemlidir. 
IŞİD tehlikesini hem içerik ve doğa, hem büyüklük hem de süre (kalıcılık) 
açısından abartmak bizi başta Kürtler olmak üzere değişik aktörlere aslında 
vermemiz gerekmeyen (vermemememiz gereken) ödünler vermeye yönlendirebilir. 

“IŞİD çıktı o zaman tampon olarak Kürt devleti kurulsun” diyenler cahil, aptal 
veya şaşkın değillerse bizi öyle zannediyor olmalılar. “Kim daha ‘kötü’ ise o 
aynı zamanda daha büyük tehdittir” diye düşünmek doğru olmayabilir. IŞİD kalıcı olduğu şüpheli, etrafında onu boğmak için hazır bekleyen dolu düşmanı olan, Sünniler arasında bile uzun va hatta orta vadede destek bulması güç, metotları nedeniyle itici bir örgüt ve tehdittir. Türkiye ve Türklere yönelik eylemlerde bulunmasına karşı tetikte olmak gerekir. Ama IŞİD nedeniyle Kürt devletine razı olmak eve giren fare nedeniyle onu paldır küldür ucuza satmaya benzer. 

Barzani’nin Türkiye’nin Kürt devletine karşı çıkmayacağı ve bunu engellemeye 
çalışmayacağı şeklindeki açıklamaları Ankara’nın bir caydırıcılık başarısızlığıdır 
ve bu vahim durum muğlak ve kuru Dışişleri açıklamalarıyla tamir edilemez. Barzani Türkiye'nin söylem, vücud dili, sessizlik, vurgu, eğilim, mevcut ve geçmiş tatbikat ve inandırıcılığını tarttıktan sonra, birçok başkaları gibi, Ankara‘nın Kürt devletini aktif olarak engelemeyeceği sonucuna varmıştır. 

Hüseyin Çelik’in Financial Times’a Başbakan’a rağmen değilse bile 
ondan habersiz ve izinsiz yapıldığını düşündüğümüz açıklamaları da Ankara’nın bu konudaki kafa karışıklığı ve stratejik berraklık yokluğu ile mesaj disiplini, 
koordinasyon, konsantrasyon ve liderlik zaafının boyutlarını ortaya koymuştur. 
Aslında Çelik’in açıklamaları yüksek düzeyde, açık bir şekilde ve tekrar tekrar 
yalanlansa ve düzeltilse bir fırsata çevrilebilirdi ama Erdoğan’ın dikkat 
eksikliği, seçim endişeleri, girdiği angajmanlar ve partideki Kürt grubuna tam 
hakim olamaması gibi faktörler bu oldu-bittiyi mümkün kılmıştır.

Türkiye’deki liberal-İslamcı-solcu kesimlerde kısmen PKK’yı da içerecek şekilde 
Kürt aktörlere karşı genel bir sempati, kayırma, destek ve avukatlık eğilimi ve 
suçluluk kompleksi olduğunu söylemek haksızlık olmayabilir. Kürt siyasetçilerin 
Türkiye genelinde ve özellikle AKP içinde nüfus ve oy oranlarını aşan derecede 
bir etkiye sahip olduklarını iddia etmek de yanlış olmayabilir. 

Türk sol-liberaller ve bazı İslamcılar yıllarca, 
1) Önce Kürt devletinin mümkün olmadığını ve “evham yapmamamızı”, 
2) Bunu engellemeye çalışmak için bir şey yapmak gerekmediğini, 
3) Sonra, belki bu devletin mümkün olduğunu, 
4) Takiben ama bunu engellemenin mümkün olmadığını, ve nihayet bu devletin kurulursa aslında iyi bir şey olacağını iddia etmişlerdir. Eğer sözkonusu olan hayati bir mesele olmasa bu durum komedi olarak görülebilirdi belki ama konunun ehemmiyeti ve ciddiyeti nedeniyle dramatik veya traji-komik ifadeleri daha uygun olabilir.

ABD

Yıllardır üsler, güvenlik garantileri ve petrol ayrıcalıklarını içeren planlar 
çerçevesinde “ABD Irak’ı bölmek istiyor” diye düşünürken Washington şu anda en azından resmi pozisyon olarak ülkenin birliğinin en büyük dış destekçisi olarak görünmektedir. ABD bu amacından vaz mı geçti? “Numara mı yapıyor?” Zaten hiç istememiş miydi? Obama’dan sonra başka bir başkan bunu tekrar ister ve olayları yine oraya doğru iter mi? ABD’nin Irak’ın bölünmesine ve Kürt devletine karşı çıkması için nedenleri, “düşünce balonları” ve mantık silsilesine dair ihtimaller şöyle özetlenebilir:

1) Kürtler bağımsızlık isterse başkaları da ister, bunun sonu olmaz. Ülkede, bölgede, dünyada ayrılıkçılığı tetikleyebilir, her yer ateş topuna döner, petrol akışı olumsuz etkilenir, kaotik ortamda İran’ın etkisi artabilir ve hatta belki Rusya ve Çin’in bölgeye benim aleyhime olacak şekilde girmeleri sözkonusu olabilir,  

2) “Mükemmel sınırlar” yoktur, sınırları değiştirsen de hep mutlu olmayan azınlıklar olacaktır, bunların bir kısmı da eline silah alıp “dağa çıkar”, istikrar gelmez, 

3) “Musul, Kerkük, Bağdat gibi karışık şehirleri oluk oluk kan akmadan, milyonlarca insanı yerinden etmeden nasıl paylaştıracak ve böleceksin?” 

4) “Şiistan’da İran’ın sadece diplomatik değil  ideolojik etkisi artar, İran’ın etkisi ve belki de fiziki varlığı Suudi sınırına dayanır,  Bahreyn’de rejimin düşebilir,” 

5) “Teröristler kaotik, otoritesiz yerlerde oksijen bulur, Sünnistan El Kaide merkezi haline gelir, Ürdün ve Suudi Arabistan’ı tehdit eder,” 

6) “Kürtler bize bağımlı ve yük olur, korumak zorunda kalırız, halbuki biz gereksiz savaş ve taahütlerden kaçınmak istiyoruz” 

7) “’ABD böldü’ derler, ülkeyi işgal ederek bunun yolunu açmış güç olarak tarihe geçeriz, bu da ileride bize terör olarak geri döner,” 

8) “Irak’ı birarada tutmak için tüm umutlar bitmiş değil, IŞİD çok ciddi bir tehdit olmakla beraber “saman alevi gibi parlayıp sönebilir”, ve onu pasifize etmek için bölgede herkesin işbirliği gerekir ama ülkenin bölüneceği algısı olursa kimse kimseyle işbirliği yapmaz ve herkes kendi başının derdine düşer ve 
yangından ne kurtarırsa kar diye düşünmeye başlayabilir,”  

9) “Kürt devletine komşular izin vermez, abluka altına alırlar, Kürtleri koruyacağım diye NATO üyesi Türkiye dahil onlarla aramı bozamam,” 

10) “Bölünecekse bile ben bölmüş gibi görünmeyeyim, bu yönde istekli gibi görünürsem Türkler endişeleniyor. İyisi mi, karşıymış gibi duralım da Ankara iyice bir kıvama gelsin,”  

11) “Bölünecekse bile benim başkanlık dönemimde bölünmesin”, yaşanacak kanlı olma ihtimali çok yüksek o buhranlı dönemle uğraşmak zorunda kalmayayım, tarihe Irak’ı bölen başkan olarak geçmeyeyim”, 

12) “Belki bölünecek ama daha zamanı gelmedi, Kürtler de acele ederek krizden istifade Kerkük’ü falan ele geçirerek ve oldu-bitti referandum ve bağımsızlık kararlarıyla fırsatçı durumuna düşerek hata yapıyorlar, sonuçta bu coğrafyada yaşayacaklar, İsrail gibi kendileri hakkında ne düşünüldüğü ve hissedildiğini dikkate almama lüksleri olacak kadar güçlü de değiller,” 

13) Bölünme dışında hala daha iyi alternatifler var, gevşek federalizm gibi, bunlardan daha ümit çıkmadı, 

14) “Irak istikrara kavuşursa orta ve uzun vadede çok önemli bir petrol üreticisi ve pazar olacak, bu ülkeyi birarada tutmak ve onunla özel ilişki geliştirmek en iyisi ve burada yaptığımız muazzam siyasi ve askeri yatırım ve harcamaların ve ödediğimiz bedellerin boşuna olmaması için tek çare bu,” 

15) “Irak’ta kaos ve bölünme İran ile nükleer anlaşma ihtimalini zayıflatır, Tahran bölünmenin ABD oyunu olduğunu düşünerek nükleer alanda ödün vermekten uzaklaşabilir.” 

16) “Şimdi Kürt devletine karşı çıkayım, ileride ortam değiştiğinde, petrol şirketlerine verilecek ayrıcalıklar, askeri üsler, ticaret anlaşmaları gibi adımlar karşılığında pozisyonumu değiştiririm.”

İRAN

İsrail ve ABD ile sıcak ilişkileri olan, korunmak için onlara muhtaç olan ve 
belki üs veren, Sünni karakterli ve İran’a temel bir bağımlılığı olmayan bir 
Kürt devleti, İran içindeki Kürtlere yönelik de daha ilgili ve sorun yaratıcı 
olabilir. İran ideal olarak Irak’taki Şii çoğunluk üzerinden bu ülkenin tamamı 
üzerinde etkili olmayı tercih eder ama Irak bölünürse de hem etrafındaki Sünni 
ülkeler, hem Irak’tan kopacak Sünnistan’a karşı Tahran’a daha çok ihtiyaç 
duyacak  “Şiistan” üzerindeki etkisini arttırabileceği için durumdan tamamen 
mutsuz olmayabilir. Ama acaba İran bu Şiistan’a gerektiği kadar yardım 
edebilecek midir? Bir Kürt devleti kurulursa da bunun içindeki KYB unsuru 
üzerindeki İran etkisi aynı derecede devam eder mi ve belki de daha önemlisi bu Kürt devletinde giderek zayıflayan KYB damarının gücü ne kadar olacak? Tahran’ın Kürt devletini engellemek, canını yakmak ve onu etkilemek için direk askeri müdahale değilse de, istikrarsızlaştırma ve Türkiye’den daha az derecede olmakla beraber izolasyon gibi bazı kartları olduğu söylenebilir. İran yıllarca bir Kürt devletinin sahip olduğu Kürt nüfusun büyüklüğü ve daha radikal ve örgütlü oluşu nedeniyle esas olarak Türkiye için tehdit olacağını düşünmüştür. Tahran 
Ankara’nın bu olası Kürt devletine muhalefet etmekte çok istekli oluşundan 
hareketle daha sınırlı, düşük profilli ve esnek bir politika izlemiştir. Ama 
şimdi giderek Ankara’nın Kürt devletine muhalefeti zayıflar gibi görünürken 
İran’ın daha tedirgin olmaya başladığı görülmektedir. Kürt devletine karşı 
koymakta derece ve aciliyet açısından eşit derecede olmasa da önemli çıkarları 
olan bu iki devletin bu yönde işbirliği, iş bölümü, koordinasyon ve külfetlerin 
paylaşımı konusunda daha başarılı olması gerekirdi.   

SONUÇ

K. Irak’ta bir Kürt devleti kurulmasına karşı değişik kesimler olaya şu 
şekillerde yaklaşabilir: 
1) “Bu hayati derecede tehlikeli bir gelişmedir ve engellemek için (hemen) herşey yapılmalıdır.” 
2) “Böyle bir gelişme Türkiye için problemler yaratır ama Orta Doğu politikamızı sadece bu konuya endekslemek doğru olmaz.” 
3) “Bir Kürt devletinin Türkiye için risk ve tehdit olup olmayacağı belli değildir, “heyecan yapmaya gerek yok, akışına bırak.” 
4) “Kürt devleti bir tehdit ve risk değil fırsattır.” Bizceyse, Iraklı Kürtlerin başka şartlarda anlaşılabilir ve sempati duyulabilir bağımsızlık istekleri Türkiye için önemli bir risk, problem ve tehdittir. Bu durum Iraklı Kürtlerin niyet, güç, söylem ve uygulamalarından etkilenebilir ama ondan bağımsız boyutları da vardır.

Uluslararası ilişkiler matematik değildir ve birçok konuda kesin tahminde 
bulunmak doğru değildir, "özellikle de gelecek hakkında". Ama Irak'tan kopan bir Kürt devletinin Türkiye'deki radikal Kürtlerin ve PKK'nın istek, talep, 
beklenti, ihtiras, amaç, heyecan, seferberlik ve birliklerini ciddi şekilde 
arttıracağı o kadar açıktır ki, asıl bunun aksini iddia eden ya da 
uygulamalarıyla bunun tersini düşündükleri intibaını verenlerin bu pozisyon ve 
politikalarının ardındaki varsayım, mantık, bilgi ve düşünce silsilesini ortaya 
koymaları ve savunmaları gerekir. Bazı şeyler "eski moda", "yorgun," "yıpranmış" 

ve tekrarlana tekrarlana bıkkınlık vermiş ama aynı zamanda gerçek ve hayati 
derecede önemli olabilirler. Bir Kürt devletinin Türkiye için hem çok büyük hem 
de ucu belirsiz riskler yaratacağı gerçeği de bunlardan biridir. Bölgede son 
yıllarda yaşananlar göstermiştir ki bir ülke için belki de en büyük tehdit iç 
savaştır ve Irak’tan kopan bir Kürdistan Türkiye için bu ihtimali belirgin 
derecede arttırabilir. Irak’ta bir Kürt devleti kurulduktan sonra Türkiye’deki 
radikal Kürtleri ve PKK’yı makul adımlarla tatmin etmek çok daha zor olur.Kürt 
devletini engellemek Ankara'nın en önemli dış politika meselesi olmalıydı ama 
sanki bu "tam zamanlı gerçek bir iş" değil de hobi ve hatta bir angarya gibi 
görülmüştür. Kürt milliyetçiliğinin “ötekisi” Türkiye olmamalıdır. Çünkü bu 
durum Türkiye’deki Kürtlerin huzur, devletine duyduğu bağlılık ve muhabbete 
olumsuz etki yapabilir. Ama bunu söylemek Irak’ta kurulacak bir Kürt devletinden Türkiye’nin endişe edecek bir şey olmadığı, o Kürt devleti ile ortak olursak Türkiye’deki ayrılıkçılığın da ortadan kalkacağı veya en azından zayıflayacağı anlamına gelmez.

Erdogan Kürtlerle pazarlık ve onlarda yaratılan gerçekçi olmayan sağlıksız 
beklentilerle "teneke kutuyu sürekli aşağıya doğru tekmelemekte" ve sanki 
bunların ödeme vakti hiç gelmeyecek gibi davranmaktadır. Ama “stratejik kredi 
kart borcunu sürekli başka kartlarla ödeyerek" yaşanamaz. 
Erdoğan muhtemelen Kürt konusunda oynadığı oyunun ne kadar tehlikeli ve sorumsuzca olduğunun farkında değildir. Kürtlerle petrol anlaşması, ticaret, Maliki’nin hata ve kabalıkları, Barzani ile “özel ilişki”, Iraklı Kürt liderin Türkiye’deki bir kısım Kürt seçmen üzerinde olduğu düşünülen etkisi, parti içindeki Kürt lobisi, partinin seçmen tabanındaki Kürt oylar, açılım sürecinin önce mimarı sonra esiri olmak, ardı ardına gelen seçimler ve muhalefetin etkisizliği onu mevcut sürdürülemez noktaya getirmiştir.  

Erdoğan devletin önemli bir kısmını Cemaat‘e teslim ettikten sonra durumu yarı 
toparlamıştır ve bu mücadelesinin nihai sonucu henüz belli değildir. Ama 
Irak‘tan kopacak bir Kürt devletinin Türkiye'nln içinde belki hemen belki zaman 
içinde yaratacağı türbülans toparlanabilecek türden olmayacaktır. Bu 
başarısızlığın felaket boyutunda olabilecek sonuçları zaman içinde ortaya 
çıkabilecek olsa bile sorumluların "zaman aşımından”, nedenler ve sonuçlar 
zincirinin birbirine karışmasından ya da insanların hafızasının zayıflığından 
medet ummaları ve istifade etmelerine izin verilmemelidir. Bu potansiyel 
felaketin sorumluları şimdiye kazandıkları gerçek veya sözde başarı, şan ve 
şöhretin onları tarihin acımasız hükmünden koruyamayacağını anlamalıdırlar. 
Tarih mazeretleri, bahaneleri, "iyi niyetleri", şanssızlıkları, vs değil 
kriminal derecedeki  sorumsuzluk ve başarısızlıkları dikkate alacaktır.

Türkiye’de PKK’nın kazandığı mevziler ve Irak’tan kopacak bir Kürt devletinin 
ciddi ihtimal haline gelmesi başka şeylerin yanında siyasi hayatımızda Türk 
milliyetçi kadro, söylem, destek ve örgütlenmelerin zayıflaması, yetersizliği ve 
etkisizliği ile de ilgilidir. PKK konusunda bu kadar ödünler veren ve Barzani’ye 
yeşil değilse bile sarı ışık yakan bir Erdoğan’ın normal koşullarda seçimlerde 
bu kadar süre bu kadar destek almaya devam etmemesi gerekirdi. Milliyetçi 
kadroların diğer konulardaki yetersizliği onları doğru noktada durdukları 
konularda bile etkisiz olmaya götürmüştür. Şöyle söyleyelim, milliyetçi kadrolar 
eğitim, sağlık ve ekonomi gibi konularda dört başı mamur değilse bile ilgi çeken 
ve güven veren politika, kadro, söylem ve imaj üretebilmiş olsalar AKP Kürt 
meselesinde bugünkü kadar riskli ve maliyetli adımları atacak duruma gelemezdi. 


Uzman Hakkında

Şanlı Bahadır Koç
Amerika Araştırmaları Merkezi
ajp1914@yahoo.com

Uzmanın Diğer Yazıları

  Türkiye PKK ve PYD’ye Ne Yapmalı?  
  Kuzey Suriye’de İmarlı Kelepir Kantonlar: PYD ile Modus Vivendi Nasıl Olmalı?  
  Türkiye-İran-Suudi Arabistan Üçgeninde Rekabet ve İşbirliği 
  PKK’yla Silahlı Mücadele ve “Süreç”: Zorunlu Hareketler, Artistik Hareketler 
  Türkiye, ABD, İran ve Barzanistan  
  Stratejik Dehlizlerde Derinlik Sarhoşluğu: Bir AKP Dış Politikası Eleştirisi  
  Ukrayna Krizi: ABD Hegemonyasının Sonunun Başlangıcının Sonu?  
  ABD’nin Orta Doğu’dan “Doğum İzni”  
  Bin Ladin’in Öldürülmesi Üzerine 15 Kısa Not 
  Türkiye Beşar’a Ne Demeli? Suriye'de “52 Cuma” Reformsuz Geçmez 
  Amerika-Sonrası Dünyanın İlk Krizi: Libya 
  Türkiye Libya’da Ne Yapmalı? 
  Bahreyn’e Suudi Müdahalesi 
  “Demokratikleştiremediklerimizden misiniz?”: 
   Orta Doğu’daki Değişim Dalgasının 
  Neden, Şekil ve Olası Sonuçları 
  Enerji ve Güvenliği Üzerine Notlar 
  Arşivden - Ermeni Tasarısına Karşılık ABD’ye Niye ve Nasıl Sert Karşılık 
  Vermeli? 
  Çay Partisi: "İki Ucu Keskin Kılıç" 
  Ara Seçimlerin ABD Dış Siyasetine Muhtemel Etkileri 
  Füze Savunması Üzerine 20 Soru ve 5 Seçenek 
  Obama Ekibinde Yaprak Dökümü - Beyaz Saray’dan Kaçış mı? 
  Alon Liel: "Erdoğan Kürt Devletine (Eyaletine) Hazır" 
  Mullen’ın Ankara Ziyareti 
  Financial Times Haberinin Türk-Amerikan İlişkileri Üzerine Düşündürttükleri 
  Bay Netanyahu Washington’a Gitti: Böyle mi Olacaktı, Obama? 
  Rus Casusluk Olayı: "John Le Carre mi, Austin Powers mı?" 
  “Mahalleye Hoş Geldin”:Türkiye’nin Orta Doğu’da İlk Günü - Prof. Dr. Ümit 
  ÖZDAĞ 
  Nükleer Takas: Müttefiklerimiz Yenildiği İçin Biz de Yenik mi Sayılacağız? 
  İSRAİL-ABD GERİLİMİNİN ESAS NEDENİ “İRAN MESELESİ” Mİ? 
  ABD Irak’tan Çekilirken Riskler ve Hesaplar 
  OBAMA ORTA DOĞU BARIŞI KONUSUNDA ŞEREFLİ MAĞLUBİYETTEN FAZLASINI İSTİYORSA 
  Obama’nın Nükleer Cazibe Taarruzu: Bardağın Üçte Biri Dolu 
  ABD-İsrail İlişkilerinde “Tektonik Kayma” mı? 
  Orta Doğu Barış Süreci ve ABD: “Yanlış Giden Neydi?” 
  Irak Seçimleri: Sonun Başlangıcı, Başlangıcın Sonu 
  ERMENİ KARAR TASARISI ÜZERİNE NOTLAR, YORUMLAR VE ÖNERİLER 


***

Türk Savaş Gemileri Bosna'ya Giremeyecek mi

Türk Savaş Gemileri Bosna'ya Giremeyecek mi,





Türk Savaş Gemileri Bosna'ya Giremeyecek mi? 


FİKİR TANKI - 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü                           


Türk Savaş Gemileri Bosna'ya Giremeyecek mi? 

Deniz Kuvvetleri Komutanlığına ait Cezayirli Gazi Hasan Paşa ve Sokullu Mehmet Paşa isimli iki gemi, 15-18 Temmuz tarihleri arasında Bosna Hersek'e dostluk 
ziyareti gerçekleştirecekti. Harp okulunda okuyan ve eğitim-öğretim yılını tamamlayan öğrencilerin yaz dönemi bilgi, görgü ve genel kültürlerini arttırmak 
amacıyla düzenlenen gezi kapsamında Neum'a gelecek 300'ü öğrenci 600 kişilik grup, üç gün boyunca Mostar, Saraybosna ve Neum şehirlerinde kültür gezileri 
yapacaktı. Gemilerin gelişi ile ilgili tüm izinler Bosna Hersek Dışişleri Bakanlığından alınmıştı. 15 Temmuz'da Sokullu Mehmet Paşa isimli gemide Bosna 
Hersek'in devlet erkanının da katılımıyla iftar yemeği verilecekti. Yaklaşık iki ay önce Hırvatistan'ın Split şehrini ziyaret eden gemiler, tüm ihtiyaçlarını 
geldikleri liman bölgesindeki yerleşim merkezinden karşılayacakları için Neum'a büyük bir gelir de sağlayacaklardı. 

Cezayirli Gazi Hasan Paşa ve Sokullu Mehmet Paşa gemileri Bosna'ya gidiyor,


08.07.2014 00:10


Deniz Kuvvetleri Komutanlığına ait Cezayirli Gazi Hasan Paşa   ve Sokullu Mehmet Paşa isimli iki gemi, 15-18 Temmuz tarihleri arasında Bosna Hersek’e dostluk 
ziyareti gerçekleştirecek.

Harp okulunda okuyan ve eğitim-öğretim yılını tamamlayan öğrencilerin yaz dönemi bilgi, görgü ve genel kültürlerini arttırmak amacıyla düzenlenen gezi kapsamında, 15-18 Temmuz tarihleri arasında Bosna Hersek'in Neum şehri açıklarına demirleyecek gemileri ziyaret etmek mümkün olacak- Ramazan ayı münasebetiyle, Bosna Hersek devlet erkanının da katılımıyla gemilerin birinde iftar programı düzenlenecek.
Deniz Kuvvetleri Komutanlığına ait Cezayirli Gazi Hasan Paşa ve Sokullu Mehmet Paşa isimli iki gemi, 15-18 Temmuz tarihleri arasında Bosna Hersek’e dostluk ziyareti gerçekleştirecek.
Harp okulunda okuyan ve eğitim-öğretim yılını tamamlayan öğrencilerin yaz dönemi bilgi, görgü ve genel kültürlerini arttırmak amacıyla düzenlenen gezi kapsamında Neum’a gelecek 300’ü öğrenci 600 kişilik grup, üç gün boyunca Mostar, Saraybosna ve Neum şehirlerinde kültür gezileri yapacak.
Gemilerin gelişi ile ilgili tüm izinler Bosna Hersek Dışişleri Bakanlığından alınırken, gemilerin savaş gemisinden ziyade birer eğitim uygulama gemisi olacağı, öğrencilerin ziyade kültür gezisi icra edecekleri bildirildi.
Öğrencilerin yapacağı kültür gezilerinin yanı sıra gemilerin komutanı tarafından oluşturan bir heyet de Saraybosna, Mostar ve Neum’daki resmi makamlara ziyaretler yapacak. Öte yandan, 15 Temmuz’da Sokullu Mehmet Paşa isimli gemide Bosna Hersek’in devlet erkanının da katılımıyla iftar yemeği verilecek.
-Deniz kirliliğine müsade edilmeyecek

Bu arada, Neum şehrinin bir turizm şehri olması nedeniyle, denizlerin temiz tutulmasına da hassasiyet gösterilecek. Yetkililerden alınan bilgiye göre, gemilerde meydana gelen atıkların düzenli olarak denize hiçbir şey bırakılmadan son teknolojiye ait araçlarla alınacak ve bölgeden götürülecek. Öte yandan, turizmi olumsuz etkilememesi açısından gemilerin şehir merkezine 3 kilometre uzaklıkta demirleyeceği bildirildi.
Daha önce de yaz döneminde Neum şehrine gelen Türk donanmasına ait gemiler, yerel halk tarafından yoğun ilgi görmüştü. Bu yılda da gemi komutanlarınca belirlenecek saatlerde bölge halkına ve bölgedeki turistlere gemileri gezme imkanı sunulacak.
Öte yandan, gelen gemilerin tüm ihtiyaçlarını geldikleri liman bölgesindeki yerleşim merkezinden yapacakları gözönüne alınınca, bu kapsamnda gemileirn gelişi Neum’a büyük bir gelir de sağlayacak.
Yaklaşık iki ay önce Hırvatistan’ın Split şehrini ziyaret eden gemiler Neum’dan sonra, Barcelona, Livorno, La Valetta limanlarını da ziyaret edecek.
Deniz Haber Ajansı

 http://www.denizhaber.com.tr/cezayirli-gazi-hasan-pasa-ve-sokullu-mehmet-pasa-gemileri-bosnaya-gidiyor-haber-56470.htm   

NE VAR Kİ, HIRVAT BASINI, 

Bosna-Hersek Bakanlar Kurulu'nun bu iki geminin Neum'a gelişine izin vermediğini yazıyor. (Rüştü Şenyüz/Bosna) Bosnalı Sırp gazeteleri 
de "Neum, Türk gemilerine karşı" şeklinde haberi verdiler. Bosna basınında da Bakanlar Kurulu'nun gemilere izin vermediğini kaydettiler. Türkiye'ye ait askeri 
gemiler daha önce Mayıs 2009'da ve Temmuz 2010'da Neum'a benzer ziyaretler düzenlemişti. Ancak şimdi bir iptal ile karşı karşıya kalındığı görülmektedir. 
Bosna Hersek Dışişleri Bakanı'nın Bakanlar Kurulu'na danışmadan izin vermesinin sorunun temelini oluşturduğu görülüyor. Bosna Hersek'in Dayton Anlaşması'nın eseri olan siyasi sisteminin bu kez Türkiye-Bosna Hersek ilişkilerine zarar vermek üzere olduğunu görüyoruz.

Gözde Kılıç Yaşın 
09 Temmuz 2014 Çarşamba 

***

27 Aralık 2017 Çarşamba

İSTİHBARATIN TARİHSEL TEORİSİ BÖLÜM 2

İSTİHBARATIN TARİHSEL TEORİSİ  BÖLÜM 2






GELECEK 

İstihbaratın bu üç prensibi —kaynakları optimize eder, savaşta yardımcı bir unsurdur ve savunma için gereklidir, hücum için değil- istihbaratın 
evrendeki etkisi ve yerini açıklamaya çalışır. Tıpkı sözel istihbaratın yükselişine dair teorinin, istihbaratın bugünkü önemine nasıl ulaştığını açıklamaya 
çalışması gibi... Ancak, istihbarat değerini artırmak için ne yapmalıdır? Hangi sorunları çözmelidir? Geleceği nedir? 

Bunu en geniş manada soruyorum. Bu, Soğuk Savaş’ın sona ermesinin istihbarat çalışmalarını azaltıp azaltmayacağı ya da çok çeşitli ulus, etnik grup, ekonomik kuruluş ya da teröristi izleme ihtiyacının bu çalışmaları artırıp artırmayacağına dair bir soru değil. Bu ayrıca teknik ya da tekniğin karşı önlemlerle ileri geri süregelen mücadelesi ile ilgili bir sorun da değil. Bu yüzyılda istihbaratın yayılmışlığına cevap olarak bir gizlilik teknolojisi —sessiz denizaltı, radara neredeyse hiç yakalanmayan bombardıman uçağı vb- meydana çıktı. Bunlar cevaben daha da hassas keşif tekniklerinin —su altında ağır metal kütlelerin yarattığı yer çekimsel anormalliği saptayan araçlar gibi- ortaya çıkışma 
sebep oldular. Ancak, ne bu konular, ne de bu tür alıcı aletlerin topladığı işlenmemiş verinin elverişli bir sürede istihbarat birimlerince değerlendirilmesi ile ilgili zaman problemi, istihbaratın geleceği hakkındaki temel sorunları meydana getiriyor. 

İstihbarat etrafını kuşatmış ve sonsuz iki sorunla karşı karşıya; ikisi de sonuçta çözümsüz... Ancak, istihbarat, bir grafik fonksiyonunun yaptığı şekilde asimptota ulaşmak -aslında hiçbir/zaman ulaşamaz- için gayret etmelidir. Birincisi, olacakları önceden nasıl bilebiliriz? Bu durumda hedef, elbette, olabilecek herşeyi önceden haber vermektir. 

Şurası bir gerçek ki kehanette bulunmak eskiden olduğundan daha kolay. Bu yeni beceri, istihbarat gereçlerinin gelişmesinden kaynaklanıyor. 
II. Dünya Savaşı sırasında Müttefik şifte çözücüleri I.Dünya Savaşı’na kıyasla daha fazla Alman denizaltı operasyonu açığa çıkardılar. Wellington’a göre “...Savaş mesleği, sadece tepenin ardında ne olduğunu tahmin etmektir”.34 Bugün savaş sahnesinin Buck Rogers koleksiyonundan cihazlar, ufuk ötesi radarlar, bombardıman uçaklarının burnundaki televizyon kameraları, akıllı bombalar, uzun menzili ve detaylı uydu gözetlemesi ile yakından taranması tepenin diğer tarafını en az bu taraf kadar görünür yapıyor. 

Bugünün gözlem cihazlarına sahip olan milletlerin herhangi birini, Dgünü sürprizi gibi bir şekilde istilâ etmeyi hayal etmek biraz güç. Yine de her şey önceden bilinemez. Kamuflaj insanları ve silâhları saklar. 

Komutanlar plânlarını değiştirir. Kazalar olur. Bu tür engellerle, tek bir muharebe gibi sınırlı ancak karmaşık faaliyetlerle uğraşırken değilse de İran Şahı’nın devrilmesi gibi II.Dünya Savaşı sonrası önemli olaylarda bin misli daha fazla karşılaşılır. Sınırlı bir faaliyetten çok daha fazla insan ve unsur devreye girer. Gizliliğin olmadığı durumlarda bile bütün bu unsurların etkileşimini öngörmek mümkün değildir. Clausewitz’in diğer bir devletin yetenekleri ve niyetleri ile ilgili değer1endirme yapmanın zorluğundan bahsederden dediği gibi: “Bonaparte, Newton’un bile bu değerlendirmenin ortaya çıkardığı cebir problemleri karşısında cesareti kırılırdı derken oldukça haklıymış.”35 

İşte bu nedenledir ki, istihbarat, Kuzey Kore’nin Güney Kore’ye saldırırken oynadığı kumar, Sovyetlerin Küba’ya nükleer füzeler yerleştirmesini ve Soğuk Savaş’ın sona ereceğini önceden haber veremedi. Kehanette bulunmak giderek daha isabetli hâle gelmiş olabilir; ancak hiçbir zaman mükemmel olamayacaktır. 

İstihbarat mükemmele ulaşmış bile olsa, istihbaratın diğer temel sorunlarıyla karşılaşırdı: Devlet adamlarını ve generalleri beğenmedikleri bilgiyi kabule ikna etmek. Kassandra kompleksi olarak adlandırılan bu sorun, insanoğlu kadar eskidir. Firavun uğursuz haber getirenleri geri çevirmişti. Stalin Almanya’nın ülkesine saldırmak üzere olduğu ile ilgili bir düzine uyarıya kulak asmamıştı. Hitler, su götürmez kanıtlar düşmanın ezici gücünü ortaya koyduğunda, masasının üzerindeki havadan çekilen tüm fotoğrafları elinin tersiyle süpürmüştü. Bu sorun Almanya’nın I.Dünya Savaşı öncesinde Genel Kurmay Başkanı olan Field Marshal Count Alfred von Schlieefen tarafından açıkça görülmüştü: “Yüksek komuta subayı genelde kendisine bir dost ve düşman resmi çizer. Bu çizimde ana unsurları komutanın şahsî arzuları belirler. 
Zihnindeki resme uyum gösteriyorsa, hepsi de memnuniyetle kabul edilirler. Eğer bu resimle çelişki içindeyseler, tamamen yanlış oldukları gerekçesiyle bir tarafa atılırlar.”36 Deniz Kuvvetleri Sekreteri Frank Knox’a Japonların Pearl Harbor’ı bombaladıkları haber verildiğinde: “Aman Allahım, bu gerçek olamaz. Filipinler kastediliyor olmalı!”demiştir. 

Psikologların “inkar etme” olarak adlandırdıkları bu durum, asker£ veya siyasi olaylarla sınırlı değildir. İnsanlar sık sık gerçeği reddederler. 
Bir yatırımcı, projesinin başarısız olabileceğine dair nedenlerin hiçbirini duymak istemez. Bir koca, eve sürekli geç gelen eşinin kendisine sadık olduğu konusunda ısrar eder. Rod Stewart’m şarkısında söylediği gibi: “Hâlâ inanmak için bir sebep arıyorum.” Shakespeare, çok eskiden Troilus ve Cressida’daki bilimsel gerçeği ortaya çıkarmıştı: “kalbimde güven olsa da! bir görüntü çok inatçı bir biçimde güçlü/ gözlerimin ve kulaklarımın sunduğu kanıtları değiştiriyor.”37 
Edna St.Vincent Millay, okurlarından şunu istemişti: “Merhamet edin bana, kalp çok yavaş öğreniyor/ kıvrak zekanın bir çırpıda anladığını...”38 
Ve küçük bir çocuk, para için Dünya Kupasında sahtekarlık yapan Shoeless Joe Jackson’a yalvarmıştı: “Öyle olmadığını söyle, Joe!” 

Bu çok insanî eğilim değiştirilebilir mi? Gerçekler ve istihbaratın mantığı acaba herhangi bir zamanda hüsnü kuruntunun üstesinden gelebilir mi? Şimdilik sadece hislerin yok edilmesi çok zor değilse bunu başarabilirler. Eğer gerçekle yüzleşmenin sonuçları çok acı verici olacaksa, kanıtlar gözardı edilerek gizlenip inkar edilecektir. 

Öyleyse istihbarat nereye gidiyor? Yeni bir unsur geleceğini karartmakta. 

İstihbarat başarısını sözel istihbaratın gelişmesine borçludur. Fakat, ucuz, minyatürleştirilmiş ve kırılamaz şifre sistemleri çoğaldıkça, kriptanalistler giderek veri bankalarının, internetin ve cep telefonlarının sunduğu fırsatlardan daha fazla mahrum kalacaklardır. Amerika’nın ilk kripotojisti Herbert O.Yardley 1929’da AT&T’nin bir defalık anahtar bantlı şifre makinasından bahsederken: Er geç, bütün hükümetler, bütün telekomünikasyon şirketleri bu tür sistemlerden edinecekler. Ve bunu yaptıkları zaman, bir meslek olarak kriptografi (şifre çözümü), mazi olacak.39 İstihbaratın sağ kolunun kesilmesi onu sakat bırakacak. 

Yine de bu sorun ne kadar ciddî olacak, henüz kimse bilmiyor. Ancak, diğer faktörler bunun tersini gösteriyor ve istihbaratın vaat ettikleriyle ilgili parlak bir gelecek çiziyor. İnsanlar istihbarata duygulara hükmetmesi için hem askerî-siyasî hem de kişisel anlamda fırsat vermenin faydalarını görüyor. Biliyorlar ki karşısında duygulardan daha iyi çözümler üretirler. Bu psikoterapinin gelişmesini izah eder. Bu aynı zamanda St.Paul’un Korintialılara hitaben yaptığı derin anlamlar taşıyan konuşmasında ifade ettiklerinin de bir parçasıdır: “Gerçeğe karşı hiçbir şey yapamayız, sadece gerçek için birşeyler yapabiliriz.”40 

<  Bu aynı zamanda St.Paul’un Korintialılara hitaben yaptığı derin anlamlar taşıyan konuşmasında ifade ettiği gibi: “Gerçeğe karşı hiçbir şey yapamayız, sadece gerçek için birşeyler yapabiliriz.” >

İşte istihbaratın çok faydalı olmasının nedeni budur. David Hume An Enquiry Concerning Human Understanding adli eserinde şöyle demektedir: “Her 
sanat veya meslekte, hatta hayatı en çok ilgilendirenlerinde bile, her nasıl elde edildiyse hepsini mükemmeliyete yaklaştıran bir dikkat titizlik ruhu gözleyebiliriz.” Kendisi istihbaratı bu yüksek nüfuz sahasının bir kolu yaparak, “felsefenin dehası” olarak adlandırmakta ve devam etmektedir: 

Bu titizlik sayesinde politikacılar daha fazla ileri görüş ve zekâ (...) sahibi olacaklar ve bir general idaresinde daha fazla nizam, plân ve operasyonlarında daha fazla ihtiyat sahibi olacaktır.”41 Mantık aynı zamanda teknolojinin gelenek ya da Tanrısal inayetten üstün olduğunu gösterir ve bu teknolojiler de kendilerine sahip toplumların diğerlerine hâkim olmalarına izin verir. Çin’in 19. yüzyıl 20’ye dönerken boyun eğdirilişine, Amerikan yerlilerinin fethine, Avrupalıların Afrika’da el koydukları kolonilere, Perry adlı ABD savaş gemisinin baskısı sonrasında Japonya’nın yükselişine tanıklık edin. İlk istihbarat servislerinin kuruluşu, mantık ve gerçeklere daha fazla güvenmeye yönelik bir eğilim gösterir. 

Bu eğilimin başarısı, bunun devam edeceğini hatıra getirmektedir. Bu eğilimin önemle üzerinde durmak insan doğasının bir suretidir. 
Aristoteles, ( Metaphysics’ine şunu belirterek başlamıştı: “Bütün insanlar doğaları itibarıyla öğrenme arzusu içindedir’ İlk insan, ilk örnektir. 
Adem, Tanrı’nın ondan neyi bilmemesini istediğini merak etti ve böylece iyi ve kötü bilgi ağacındaki meyveyi yedi; bu da dünyaya ölüm, günah ve üzüntü getirdi. Âdem gibi, Faust gibi her istihbarat servisi de İncil yazan dört kişiden biri olan Luke’ın sözcüklere döktüğü şeyi gerçekleştirmek için uğraşır: “ne açığa çıkartılamayacak hiçbir şey saklı ne de bilinmeyecek ya da açığa çıkmayacak hiçbir şey de bir sır olmadığına göre...”42 Hiç kimse bunun üstesinden gelemez. I. Dünya Savaşı sonrası Alman istihbarat servisinin başkanı, ”En iyi sonuçların bile her zaman müşterinin arzusunun gerisinde kalması, her istihbarat servisinin kaçınılmaz bir trajedisi olacaktır.” şeklinde düşüncelerini yazıya dökmüştür.” Fakat, mükemmeliyetin yokluğu, askerî ya da siyasî liderleri istihbaratın hizmetinden kendilerini -sahip oldukları diğer kaynaklarıkullanmaktan alıkoyduğu gibi- yoksun bırakmalarına sebep olmuyor. Şurası açık ki, onlar istihbaratın sonuçlarının bedeline değer olduğu inancındalar. Kimi zaman ima yoluyla bildirilen tavsiyesine her zaman uymak zorundalar mı? Hayır. Bu yanlış olabilir. Bu hemen hemen kesin bir biçimde eksiktir.43 Fakat, istihbaratı, en azından hesaba katmak zorundalar. 

En az çaba yönündeki evrensel temayül, istihbaratı daha da geliştirecek.44
Kaynakların en etkin biçimde kullanılmasını sağlayan unsur olarak istihbarat, askerî teçhizat alımına duyulan ihtiyacın azaltılması yoluyla tasarruf yapılmasına sebep oluyor; her ne kadar savaşın ancak yardımcı bir unsuru olarak bu ihtiyacı sıfır noktasına kadar azaltamazsa da... İstihbarat savunmanın bir parçası olduğundan, giderek daha fazla saldırgan olmayan uluslar için gerekli bir hale gelecek. Yine de öngörülerini geliştirmeli ve liderleri eğer istihbaratın potansiyelinin tamamını gerçekleştirmek istiyorlarsa bu öngörülen kabul etmeleri için ikna etmelidir. 

İstihbaratın potansiyeli askeriyenin ötesine taşmaktadır. Bilginin nimetleri gibi -o da bilginin bir biçimidir- istihbaratın nimetleri de tüm insanlığa tesir etmektedir. Savaşta istihbarat, alimin ve kanın idareli kullanılmasını sağlayarak çatışmaları kısaltmaktadır. Barışta, belirsizliği azaltmakta ve devletler arasındaki gerilimi azaltarak uluslar arası sistemin dengelenmesine yardımcı olmaktadır. Bunlar istihbaratın insanlığa ek faydalarıdır; savaşın bu hizmet insanoğluna barış getirme yollarıdır.

DİPNOTLAR;

1 Sir Alan Gardiner, The Kadesh Inscriptions of Ramesses II, Oxford: OUP 190, s.8-30 
2 Sir Alan Gardiner, The Kadesh Inscriptions, s. 13. 
3 Sun Tzu, The Art of War, Oxford, Clarendin Press, 1963, s.144. 
4 Kautiya’s Arthasastra, çev. R. Shamasastry, 4. Bask›, Mysore, Sri Raghuveer, 1951, s. 637. 
5 The Gallic War, s. 17 
6 Bir karanlık odanın en detaylı tarifi Harald Hubatschke’nin 1973 tarihinde Viyana Üniversitesi için yaptığı bilimsel 
araştırmasında bulunmaktadır. Ferdinand Pratmer (Pseudonym Leo Wolfram), 1817-1871: Die Anfange 
des Poltischen Sowie die Geschichte der Briefspionage und des Gehemien Chiffredienstes in Österreflch, s.1269-1328, 1445-1460. 
7 Livy XXVII, Xı iii, s. 1-8; Cambridge Ancient History, Cambridge, CUP 1961-1971, Cilt 8, s.91-96.
8 Burada, elde edilme şekli veya nakledilme biçimi değil kaynağın kendisinin esas olduğunu anlamak önemlidir. 
Tankların yeri bir casus tarafından tespit edilmiş ve telefonla bildirilmiş olabilir; ancak bu yine de fiziksel istihbarattır. Farkı yaratan, istihbarat 
konusu objenin kendisidir. Sözel objeler sözel istihbarat anlamına gelir, sözel olmayanlarsa fiziksel istihbarattır. 
9 II. Dünya Savaşı’nda Müttefikler, Almanları esasen bunaltıcı maddî üstünlükleri sayesinde yendiler. 
Daha fazla bilgi için, John Ellis, Brute Force: Allied Tactics and Strategy in the Second Wolrd War, Londra, Andre Deutcsh, 1990. 
10 Elbette fiziksel istihbarat aynı zamanda düşman yeteneklerini de ortaya çıkarabilir; ancak bunu yapmak için fazladan bir adım atmak, çıkarımda bulunmak gerekir. 
Sözel istihbarat bu gibi eğilimleri böyle bir ekstra işleme gerek duymaksızın ortaya koyar. 
11 Almanya, Reicsarchiv, Der Weltkrieg: 1914 bis 1918 Berlin, Mitler and Sohm, Cilt 2, 1925, s. 136-137, 351; Max 
Hoffman, War Diaries and Other Papers, çev. Eric Sutton, Londra, Martin Secker, Cilt 2, s. 265-267, 332. 
12 David Kahn, “Edward Bell and His Zimmermann Telegram Memoranda,” Intelligence and National Security,!4/3, Sonbahar 1999, s. 143-159. 
13 R.E. Priestly, The Signal Service in the European War of 1914 to 1918, Londra, 1921, s. 106. 
14 David Kahn, Hitler’s Spies: German Military Intelligence in World War II, New York, Mac Millan, 1978, s. 418.
15 United States, Congress, Joint Comittee on the Investigation of the Pearl Harbor Attack, Pearl Harbor 
Attack, Hearings, 79th Congress, Washington DC, Govenrment Printing Office, 1946, Cilt 3, s.1133. 
16 United States, Congress, Joint Comittee on the Investigation of the Pearl Harbor Attack... 
17 United States, Congress, Joint Comittee on the Investigation of the Pearl Harbor Attack 
18 Enisenhower to Menzies, 12 Temmuz 1945, Folder MELO-MEN (Misc.) Box 77 Principal File, Pre- 
Presendatial Papers 1916-1952, Dwight D. Eisenhower Kütüphanesi, Abilene, Kansas. 
19 Bu, başarılı istihbarat anlamındadır, mükemmel istihbarat değil... Başarısız istihbarat burada istihbarat olarak 
değerlendirilmemektedir. 
20 Carl von Calusewitz, On War, çev. Michael Howard and Peter Paret, Princeton, UP, 1976, s. 210. 
21 Carl von Calusewitz, On War, s.117, 102-103. 
22 Bu konuyu daha detaylı olarak “Clausewitz and Intelligence” adlı eserimde ele aldım. The Journal of 
Strategic Studies 9/2 ve 3 (Haziran/Eylül) s. 117-126, daha sonra Clausewitz and Modern Strategy adıyla 
yayımlanmıştır. Ed. Michael I. Handel, Londra and Portland, Frank Cass, 1986. 
23 David Henderson, The Art of Reconnaissance, New York, Dutton, 1907, s. 2. 
24 David Kahn, “The Defense of Ogusa, 1942” Aerospace Historian, Winter 1981, s. 242-250. 
25 Germany, Bundesarchiv-Militararchiv, 24. Infanterie Division, 22006/11, 19 Ocak 1942, 22006/1, 21 Ocak 1942; 50. 
Infanterie Division 22985/4, 20 ve 21 Ocak 1942; Hans von Tettau und Kurt Versosck, Geschihte der 24. Infanterie-Division 1933-1945, 
Stolberg, Kameradschaftsring der ehemaligen 24. Infanterie-Division, 1956,s. 24. 
26 Belirli bir harekatın başlayacağı isimsiz gün. ÇN.
27 Clausewitz, On War, 20 nolu dipnot s. 357. 
28 Clausewitz, On War, s.198. 
29 Clausewitz, On War, s. 524. 
30 Barry Posen, The Sources of Military Doctrine: France, Britain and Germany Between the World Wars, Ithaca, 
New York, Cornell, 1984, s. 47-48. 
31 Generallerin çok sevece¤i bir flekilde Hamlet’‹n bir m›sras›nda dedi¤i gibi “kehanete meydan okuryz, hiçe sayarız.” (Hamlet V.ii.23) 
İstihbarat her zaman sorunları çözmediği gibi, belirsizliği de yok etmez. Yukarıdaki dipnotlardan birinde, hatal› istihbarat› her tür istihbarat tanımının 
dışında tutmuştum. Ancak, kısmî ya da yanlış istihbarat, elbette dünyada vardır ve bazen “istihbarat” terimine dahil edilir. Bu, bir Alman subayının 
açıklamasındaki anlam içinde gizlidir. “İşte istihbarat subayı yine aynı saçmalıklarla geliyor ama ben nasıl olsa bildiğimi yapacağım.” Bkz. Kahn, Hitler’s Spies, 
14. dipnot. Hamlet aynı zamanda, belirsizliğin kararlılığı zayıflattığını iddia etti. Kişinin eksik bilgisine (bu durumda ölüme) gönderme yaparak ve “kendinde 
olmak”kelimesini düflünmek anlam›nda kullanarak kendi kendine konufltu. “Böylece düflünmek hepimiz korkak yapm›yor...” 
32 George J. A. O’Toole, “Kahn’s Law: A Universal Principle of Intelligence,” International Journal of Intelligence 
and Counterintelligence, Bahar, 1990, s. 39-46. 
33 Bu konu Hitler’s Spies adlı eserimde daha geniş incelenmiştir. 14. not, s. 528-531
34 John Wilson Croker, The Croker Papers, Louis Jennings, Londra, John Murray, 1884, Cilt.3, s. 275.
35 Clausewitz, On War, s. 586. 
36 Generalfelgmarschall Graf Alfred von Schlieffen, Gesammelte Schriften, Berlin, Mittler, 1913, Cilt 1, s. 188.
37 Troilus and Cressida, Cilt II, s. 120-122. 
38 Dna St. Vincent Millay, “Pity Me Not,” 
39 Herbert O. Yardley, The American Black Chamber, Indianapolis, Bobbs- Merril, 1931, s. 365. 
40 Corinthians, s. 13. 
41 David Hume, An Enquiry Concerning Human Understanding, 1777, s.14. 
42 Luke, s. 17. 
43 Fritz Gempp, “Gehemier Hachrichtendienst und Spionageabwehr des Heeres,” Im Auftrag der 
Abwehrabteilung ders Reichswehministreriums, US National Archieves microfilm T-77, Rolls 1438-1440, 1442, 1507, 1509), II:7:162. 
44 George K. Zipf, Human Behavior and the Principle of Least Effort, Cambridge MA, Addison, Wesley 


***

İSTİHBARATIN TARİHSEL TEORİSİ BÖLÜM 1


İSTİHBARATIN TARİHSEL TEORİSİ  BÖLÜM 1 


İSTİHBARATIN TARİHSEL TEORİSİ* 
*David KAHN 



Yarım yüzyıldan bu yana istihbarat, akademik bir disiplin olarak  kabul edilmektedir. Neredeyse ilk günden beri bilim adamları bir “İstihbarat Teorisi”ne ihtiyaç duymuşlar; ancak teori çalışmalarının hiçbiri ileri düzeyde geliştirilememiştir. Her ne kadar bazı yazarlar eserlerinin bir bölümüne “istihbaratın teorisi” başlığı atsalar da, bildiğim kadarıyla hiçbiri denemeye açık konseptler öne sürmemişlerdir. 
Burada öne sürdüğüm ilkelerin istihbarat teorisi olarak tanımlanmaya yetkin olduklarına; çünkü ortaya koydukları açıklamalar ve kehanetlerin gerçek ya da gerçek dışılıkların saptanabileceğine inanıyorum. Sunduğum konseptlerin teoriyi geçerli kıldığına inanıyorum; diğer bilim adamları da bunun aksini kanıtlayacak unsurları ileri sürebilirler. 

Ben, istihbaratı, bilginin en geniş manadaki hâli olarak tanımlıyorum. Bugüne dek rastladığım istihbarat tanımlamaların hiçbiri işe yaramamaktadır. Bu, tıpkı “Haber ” deyimi gibidir. Bütün habercilerin ne olduğunu bilmesine karşın tanımlanması imkânsızdır. Bir mahkemede ya da yasal bir duyum alındığında haber değeri olan birşey sözkonusu ise tüm muhabirler hemen not almaya başlarlar. 
Benim konseptim, istihbaratın geçmişi, bugünü ve geleceğiyle ilgilenerek onun günümüzdeki önem seviyesine nasıl yükseldiğinin açıklamasını yapmayı, ne şekil işlediğini açıklamayı ve çözümsüz ana sorunlarını belirtmeyi hedef alır. 


GEÇMİŞ 


İstihbaratın kökleri biyolojiktir. Her hayvan, hatta bir protozoan (...) bile zararlı kimyasallar gibi bir uyarıcıyı farkedecek ve bunun kendisi için iyi ya da kötü olduğunu değerlendirebilecek bir mekanizmaya sahip olmalıdır. Bu aşamada istihbarat nefes almak gibidir: Hâkimiyet için değil; hayatta kalabilmek için elzem... İnsanoğlu, fiziksel objelerden bilgi edinmenin ilkel kapasitesine, bu bilgiyi kelimelerden de elde etme becerisini ekledi. Bu sözel beceri onu, av ya da kaçan yırtıcıların peşindeki hayvan ya da insanların kullandığı bilginin çok daha güçlü bir biçimine kavuşturdu. Bu da haber almanın bugünkü önem seviyesine yükselmesine neden oldu.

İstihbarat geçmişte hiçbir zaman bugünkü gibi önemli veya her durumda hazır ve nazır olmamıştı. Elbette, her devirde hükümdarlar 
istihbaratı kullanmış, hatta hediyelerle bedelini de ödemişlerdi. 

II.Ramses, savaş esirlerini ordularının yerini söylemeleri için dövdürmüştür.

1 Museviler girmeden önce Kenan Ülkesi hakkında casusluk yapmışlardır.2 
Sun Tzu, “ Bilgilendirilmiş Prens ve bilge generalin düşmanı nereye giderlerse gitsin ele geçirmelerinin ve başarılarının sıradan insanınkinden üstün olmasının nedeni, önceden haber almalarıdır.” Şeklinde yazmıştır.3 


Eski Hindistan’ın hükümdarlık üzerine Machiavelli tarzındaki bilimsel eseri Arthasastra, “Öğretmenim diyor ki; güçle (para ve ordu) entrika kabiliyeti arasında karşılaştırma yapılırsa güç daha üstündür”.4 (...) ‘Hayır’, diyor Kautilya, “entrika kabiliyeti” daha üstündür.” Sezar’ın birlikleri barbar düşmanlarını keşif kollarıyla gözlediler.5 Mutlakıyet çağında, elçiler muhbirlere ödeme yaparlarken, 
uzmanlar perdelerle ayrılmış ve mum ışığıyla aydınlatılmış karanlık odalarda diplomatların uzun mektuplarının mumdan mühürlerini açabilmek 
için kızgın teller kullanıyor ve mesajların şifresini çözüyorlardı.6 

Prag Savaşı’ndan önce Büyük Frederick, düşmanın birliklerinin konuşlanışını kilise kulesinden gözlemlemişti. 

Ama, bunlar ve benzeri hadiseler seyrektir. Çoğu, olayda istihbarat temin etmek için düzenli bir çaba harcanmamıştır. Genellikle generaller, düşmanları hakkında 
nerede olduklarını görmekten öte bir bilgi sahibi olmadan savaşları kazanmışlardır. Savaş tarihinin klasik zaferi Kartaca’da, Hannibal -istihbarata hiçbir borcu olmaksızın kendinden büyük bir Roma gücünün etrafını sarmış ve imha etmiştir. Hükümdarlar seferlerin ana hatlarını çizmişlerse de seferberliğin ve muharebe planlarının detaylarını şekillendirmemişlerdir. 

Böylece istihbaratçılara keşfedecek çok az bir şey kalıyordu. İşte bu nedenledir ki, Sir Edward Creasy’nin Marathon’dan Waterloo’ya Kadar Dünyanın On Beş Kesin Sonuçlu Muharebesi (1851)’nin on dördünde zafer, güç, zeka ve kararlılıkla belirlenirken; düşman hakkın elde edilen bilgi önemsiz bir rol oynuyordu. İtalya’da M.Ö. 207’de gerçekleşen Metaurus Nehri Savaşı bir istisnaydı. Romalılar bir Kartaca habercisinin yolunu kesmek suretiyle elde ettikleri bilgiye dayanarak kuvvetlerini, kardeşi Hannibal takviye gönderemeden 7 Hasdrubal’ın üzerine yolladılar ve neticesinde Batı dünyasında hakim güç haline geldiler. 



   Fransızların yeni demokratik uluslarını monarşist devletlerin istilâcı ordularından koruma arzusu ve bu devletlerin profesyonelliklerine 
sayı üstünlüğüyle karşı koymak ihtiyacı, orduların geçmişte olduğundan çok daha fazla genişlemesine neden oldu. 

1794’te Fransa’da bir milyon kişi silâh altındaydı. Levee en masse kendisini destekleyen bir savaş ekonomisi gerektiriyordu. Ürünlere el konuldu. 
Endüstriyel güç millîleştirildi. Savaşta daha önce hiç hesaba katılmayan unsurlar birden önemli hâle geldi. Düşmanın ne kadar kömür ya da 
demir üretebileceği bir Orta Çağ kralını pek ilgilendirmezken, modern bir devlet başkanı için bu tür bilgiler yaşamsal bir öneme sahipti. 
Düşmanın ne kadar kömür ya da demir üretebileceği bir Orta Çağ krala ilgilendirmezken, modern bir devlet başkanı bu tür bilgiler yaşamsal bir öneme sahipti. 
Demir yolları orduların büyük birlikler halinde hızla hareket etmesini, merkezde toplanmasını ve ikmalini mümkün kıldı. Bu tür tertiplenmeler Sezar veya 

    Fransız İhtilâli ve Endüstri Devrimi yeni koşulların doğuşuna sebep oldu. Modern dünyanın şekillenmesi sırasında modern istihbaratı yaratıldı.
Frederick’in plânladıklarından çok daha detaylı savaş planları gerektirdi. 

En sonunda istihbarat, savaşta önemli bir rol oynaması için ona bir şans veren hedeflere sahip olmuştu. 

Endüstriyel ve politik devrimler istihbaratın bu yeni hedeflere ulaşabilmesini mümkün kılan kaynakları yaygın hâle getirdi. Ben bu kaynakları iki türe ayırıyorum: Birincisi, kelimelerden değil “şey”lerden toplanılan bilgiyi içerir. Bu, ilerleyen birlikleri, istihkâmı, cephe ikmalini, kamp ateşini görmek; tankların motor gürültüsünü duymak; pişen yemeği koklamak; zemindeki sarsıntıları duymaktır. Bunu fiziksel istihbarat olarak adlandırıyorum. Yüzyıllar boyunca bu tür bilgilerin kaynağı sıradan asker, keşif kolları ya da süvariler olmuştur. Ancak, balon, zeplin ve uçak en derin noktalara sızabilen atlıların elde edebileceğinden daha fazla fiziksel istihbaratı, daha çabuk ele geçirmiştir. 

Fotoğraf makinesi insan gözünün görebileceğinden fazlasını görmüş ve bu görüntüyü diğer insanlar için çoğaltmıştır. Radar, insanların ancak üzerine doğrultulmuş bir projektör yardımıyla görebileceği bir bombayı çok daha önceden tespit etmiştir. Buna ek olarak, daha büyük ordular esir alınabilecek daha fazla esir ve daha fazla bilgi —kaynakların durumu, topların pozisyonu- anlamına geliyordu. Bütün bu kaynaklar, daha önceki orduların elde edebildiğinden çok daha fazla fiziksel istihbarat sağlamaktaydı. 

Ancak, fiziksel istihbarattaki bu artış, ikinci kaynağın, sözel istihbaratın büyümesi neticesinde büyük ölçüde geride kaldı. Bu istihbaratta bilgi, yazılı veya sözlü bir kaynaktan elde edilir: Çalınan bir plan, birliklerin morali hakkında bir rapor, kulağa çalınan bir emir, hatta bilgisayarlaştırılmış bir güç raporu gibi...8 Sözel istihbarat, istihbaratı günümüzdeki önem seviyesine taşımıştır. 

Sözel istihbarat uzunca bir süre nispeten seyrekti. Fakat, iki devrim yeni kaynaklar meydana getirmiştir. Geniş ordular ele geçirilebilecek daha fazla belge sağlamışlardır. Parlâmenter hükümetlerin tartışma oturumları ve halka yönelik raporları bir milletin askerî gücü ve programlarına ilişkin birçok özel bilgiyi ifşa etmiştir. Günlük yazılı basın, bunlar ve yanı sıra ekonomik durum hakkında yayımlarda bulunmuştur. 

Telgraf kablolarındaki titreşimler, yolda yakalanan bir telsiz mesajının içeriği, bir kuryenin ele geçirilmesi ile elde edilebilecek sözel istihbaratın çok ötesinde bilgi sağlamıştır. 

Bu gelişme dikkat çekicidir:Çünkü, sözel istihbarat fiziksel istihbaratın sağlayabileceğinden çok daha değerli bilgi toplayabilir. 

Bu kavrayış, savaşın hem maddî hem de psikolojik bir unsuru olduğu bilgisiyle başlamalıdır. Maddî unsurlar, birlikler, silâhlar ve stoklar gibi elle tutulur öğelerden oluşur. Psikolojik unsurları ise, komutanın amacı taktik kabiliyeti ve birliklerin morali oluşturur. Maddî unsurlar egemendir. En parlak, en kararlı bir alay komutanı bile bir orduya karşı koyamaz.9 

Daha az önemli olan psikolojik unsura fiziksel istihbarat hizmet ederken, maddî unsurun hizmetinde sözel istihbarat bulunur. Bunun nedeni şöyle açıklanabilir: Fiziksel istihbaratın kaynağı olan insan ve silâhlar bir çarpışma olasılığını bir plâna kıyasla daha yüksek doğruluk payıyla teyit ederler; çünkü bir emri yeniden yazmak kadar kolayca birliklerin ya da silâhların yerleri değiştirilemez. Daha yüksek doğruluk payı , daha az endişe anlamındadır ve endişe psikolojik bir unsurdur. Fiziksel istihbarat, endişeyi azaltarak kumandayı dengeler. Diğer 
taraftan sözel istihbarat, amaçlarla ilgilenir ve düşmanın bu plânları değerlendir
mek için zamana ihtiyaç duyduğu sırada aynı planlar hakkında bilgi sahibi olan komutanın karşı hazırlığı için zaman kazanmasına imkân verir. Söz gelimi, güçlerini, tehdit edilmeyen kanattan tehlike altında olana doğru sevkedebilir. Diğer bir deyişle, sözel istihbarat gücü çeker; ya da güncel deyimiyle, bir “güç çoğaltıcı”dır. Böylece sözel istihbarat savaşın maddî unsurlarına katkıda bulunur ve bu unsurlar da yapı itibarıyla diğerlerine kıyasla daha kat’i olduğundan 
sonuçlar üzerinde fiziksel istihbarattan daha fazla etki sahibi olur.10 

Savaş tarihinin ilk 4.000 yılı boyunca, I.Dünya Savaşı’na kadar bilginin neredeyse tamamı fiziksel istihbarattan sağlandı. Bu, savaşların kazanılmasında istihbaratın nispeten küçük bir rol sahibi olmasının nedenidir: fiziksel istihbarat, komutanların muharebe kazanmalarına pek sık yardımcı olmaz. Daha sonra, Ağustos 1914’te silâhlar patlamaya başladığında, mesajların bir kopyasını da düşman eline teslim eden telsiz radyo; en düşüncesiz gevezeliğin bile kolayca duyulmasına olanak veren siper telsizleri, olağanüstü miktarda sözel istihbarat üretti. 

Bu iki yeni kaynak, önemli komutanların önemli zaferler kazanmalarına yardım etti. Ağustos 1914’te, günlük dilde yapılan bir Rus telsiz haberleşmesi, bunu dinleyen General Paul von Hindenburg ve emrinde bulunan General Erich Luderdoff’a birliklerini Doğu Prusya’daki kuzey cephesinden, Rusların yavaşça yaklaşmakta oldukları güney cephesine kaydırarak düşmana karşı sayıca üstünlük kazanma şansı verdi. Almanlar hamleyi yaptılar; Tannenberg Muhaberebesi’ni kazandılar ve Rusya’daki devrim ile yıkımı başlattılar.11 

1917’de İngiltere’nin, Alman Dış işleri Bakanı Arthur Zimmenmann’ın Amerika’ya karşı Almanya yanında savaşa girmesi hâlinde Meksika’ya Teksas’ta “kaybettikleri bölge” New Mexico ve Arizona’yi vadeden telgrafını kriptanaliz ve ardından ifşa etmesi, ABD’nin savaşa girmesine yardımcı oldu.12 Bu, tarihteki en büyük istihbarat başarısıydı. İngiltere’nin Alman deniz kodları hakkında bilgi 
sahibi oluşu, Kraliyet Deniz Kuvvetlerinin Almanya’nın açık deniz filosunun anî saldırılarına mâni olabilmesine imkan verirken, bazılarının iddia ettiğine göre de Almanların savaşı bir öğleden sonra kazanmasını engelledi. 

Sözel istihbarat taktik seviyede de hizmet etti. 19l6’da Ovilliers ve Boiselle on the Somme adlı bitişik iki köyü almak için mücadele veren İngilizlere karşı Almanlara da yardımcı oldu. İngilizler binlerce zayiat verdiler. Ele geçirilen bir düşman sığınağında kendi harekat emirlerinin tam bir kopyasını buldular. Bir Tugay Binbaşısı --yaptığının tehlikeli olduğuna dair astının uyarısına rağmen- emirlerin tamamını saha telsiziyle okumuştu. “Yüzlerce cesur adam yok oldu.” demişti parolalar üzerine çalışan bir İngiliz parola tarihçisi. “İnanılmaz derecede 
aptalca olan bu tek hareket sonucunda, yüzlercesi de hayat boyu sakat kaldı.”13 

Sonunda amiraller ve generaller anladılar. İstihbarat etkisini, onların en iyi bildikleri yoldan açıkça göstermişti. Gücü ve zaferi istihbarat subaylarıyla 
paylaşma hususunda gösterdikleri gönülsüzlüğe rağmen, istihbaratı hor görmenin sonuçta kendilerine bir muharebe, hatta bir savaşa ve mesleklerine- mal olabileceğini anlamışlardı. Kendileri ve hükümetleri uygun sonuçlar çıkardılar. Ne İngiltere, ne Almanya, ne İtalya ve ne de ABD’de savaştan önce şifre çözücü bir büro varken, savaştan sonra hepsi de bu eksiği giderdiler. Aralarında en muhafazakar devlet olarak Almanya ki, istihbaratı plânlama emrinde tutan bir Genelkurmaya sahipti, tarihinde ilk defa barış zamanında da sürekli bilgi değerlendirecek olan askeri bir büro kurdu.14 İstihbarat, savaşta kayda değer bir enstrüman olmayı başardı. 

Bundan sonra gelen savaşta ise, sözel kaynaklar istihbaratı komutanlar için daha da yararlı bir hâle getirdi. Hazineleri ve hayatları kurtarırken zaferi hızlandırdı. Enigma cihazında şifrelenen Alman denizaltı mesajlarının okunması, savaşın en önemli mücadelesi olan Atlantik Savaşı’nı aylarca kısalttı. Diğer Enigma sonuçları, özellikle 1944’te Fransa’da Wehrmacht’ın taktik plânlarından bir kısmını açığa çıkardı. Japonların “Purple” adlı cihazını çözmek Müttefiklere, örneğin Almanya’daki Japon büyükelçisinin; Birleşik Devletler Genelkurmay 
Başkanı George C. Marshall tarafından “Hitler’in Avrupa’daki emelleri hakkında esas bilgi dayanağımız”15 şeklinde nitelendirilen raporlarını okumak fırsatını vermiştir. Pasifik’teki savaşın yönünü değiştiren Midway Deniz Savaşı şifre çözme sonucu elde edilen istihbarat sayesinde kazanılmıştır. Marshall bunun değerini şöyle açıklar: 

“Pasifik’teki harekâtlar genelde Japonların stratejik tertiplenmelerinden elde edilen bilgi ışığında gerçekleştirilir. Muhtelif garnizonlardaki kuvvetleri, ellerindeki erzak ve diğer mühimmat bilgimiz dâhilindedir; ayrıca hepsinden önemli olarak, filolarının ve konvoylarının hareketlerini kontrol ederiz. Zaman zaman denizaltılarımızın müdahalesiyle uğradıklarını itiraf ettikleri ağır kayıpları ile ilgili raporlar alırız. Bu müdahaleler genelde düşman filolarının seyir tarih ve rotalarını bilmemiz ve kendi denizaltılarımızı uygun noktalarda, pusuya 
yatıp beklemeleri konusunda zamanında yönlendirmemiz sonucu gerçekleşir.”16 

< Enigma cihazında şifrelenen Alman denizaltı mesajlarının okunması, savaşın en önemli mücadelesi olan Atlantik Savaşı’nı aylarca kısalttı. >

Generaller istihbaratı gerçekten övdüler. Marshall: “sonuçların büyük ölçüde zafere ve olağanüstü şekilde Amerikan askerinin canını kurtarmaya katkısı olduğunu”17 söyledi. 
General Dwight D.Eisonhower, en iyi bilgileri şifre çözme sonucu elde eden İngiliz Gizli Servisi’ne yazdığı bir yazıda, “sizden gelen istihbarat benim 
için eşsiz değerde olmuştu.” demiştir.18 Onların övgüleri, istihbaratın hayatta kalmak için önemsiz bir araç olan mütevazı biyolojik kökeninden bir ulusun 
bir savaş kazanmasına yardımcı olan en yüksek derecedeki yeteneğine çıkışını ödüllendirmiştir. 

BUGÜN 

Sözel ve fiziksel istihbaratın teorisi inanıyorum ki istihbaratın nasıl büyüdüğünü, geçmişini açıklar. Fakat bu aynı zamanda, nasıl fiziksel istihbaratın kumandayı sağlamlaştırdığını ve sözel istihbaratın gücü çektiğini göstererek bugünü de tanımlar. İnanıyorum ki bu, istihbarat teorisinin sunması gereken prensiplerde biraraya getirilebilir. 

Gerçekten de bu, üçünden birincisini oluşturur. Bu birinci prensip, istihbaratın fonksiyonunu tarif eder. Gücü çekmek ve kumandayı sağlamlaştırmak (dengelemek) şu şekilde özetlenebilir: İstihbarat, olanakların en iyi şekilde kullanılmasına yardım eder. Ben bunu, O’Brien İlkesi olarak adlandırıyorum: Bir ekonomi tarihçisi olan Patrick O’Brien, St Antony Koleji, Oxford’da bir gün öğle yemeğinden önce bana tesadüfen fikrini şöyle açıklamıştı: “Ne dersin David, istihbaratın tamamı aslında sadece kişinin kaynaklarını en iyi şekilde kullanması 
demek değil mi?” Bu istihbaratın en önemli ve nihâi amacıdır.19 

O’Brien İlkesi bir kumandanın hiç istihbarat sahibi olmadığında ya da hatalı istihbarat edindiğinde ne yaptığını açıklar: Ben buna yeni bir isim verdim: “etkisiz hipotez”. Fiziksel alanda o, bir ihtiyat yaratır. İhtiyatın amacı, Clausewitz’e göre, “önceden görülemeyen tehditleri göğüslemektir(...) İhtiyatta tutulması gereken kuvvetlerin miktarı, stratejik belirsizlik derecesine göre kararlaştırılmalıdır.”20 Zihinsel alanda komutan kararları hususunda katı olmalıdır. “Yargısına güvenmeli ve dalgaların kıyısında çaresizce kırıldığı bir kaya gibi sağlam durmalıdır (...) Kararlılığın buradaki rolü, şüphe içinde kıvranmaya bir sınır getirmektir.”21 Diğer bir deyişle, bir komutanın kaynaklarından en iyi 
şekilde istifade etmesi için elinde yeterince istihbarat yoksa, bu eksikliği kaba kuvvet ve irade ile gidermelidir. Bunlar, savaştaki fiziksel ve psikolojik unsurlar arasında istihbarata denk olanlardır.22 İstihbaratın ikinci daimî prensibi, istihbaratın savaşta esas unsur değil, yardımcı kuvvet olduğudur. Bazı yazarlar gelişigüzel bir şekilde istihbaratın şu ya da bu savaşı kazandığını söylerler; ancak bu birmübalağadır. Muharebeler ve savaşlar, insanlar ve silâhlarla beyinler ve iradeler tarafından kazanılır. İstihbarat ise bunlara ancak hizmet eder. 

Kuvvetlerin idare edilmesi, ikmalin sağlanması, birliklerin sevkedilmesiııin yanında ikinci derecededir. Bir keresinde bir generale, emrindeki subaylar arasında iyi bir istihbarat subayına mı, yoksa tümeninin üç alayından biri için iyi bir komutana mı sahip olmayı tercih edeceğini sorduğumda gülmüştü; ve karısı bunun cevabım kendisinin bile bildiğini söylemişti. Her ikisi de alay komutanının çok daha önemli olduğunu söylemişti. Modern stratejiyi inceleyen ilk ordu mensuplarından biri olan Albay David Henderson, Art of Reconnaissance (1907) 
adlı eserinde, bilginin taktik, organizasyon, disiplin, sayılar veya silâhlarla birlikte sınıflandırılamayacağını; çünkü “istihbaratın etkisinin dolaylı; 
diğerlerininkinin ise dolaysız”23 olduğunu iddia etmiştir. 

Gerçekten de istihbarat, bir güç çoğaltıcı, bir kumanda kolaylaştırıcıdır; ancak her zaman eksik kuvveti ve yetersiz liderlik kabiliyetini telâfi edemez. 

Bu, bir hizmettir, silâh değil. 

Üçüncü prensip belki de en ilgincidir. Bu fikir aklıma bir kitap üzerinde çalışırken geldi. İstihbaratın kazanılmasına yardımcı olduğu muharebeleri inceliyordum. Saldırı savaşlarından çok savunma zaferleriyle karşılaştığım dikkatimi çekti. Bu muharebeler, her tür istihbarat kaynağının kullanıldığı Metaurus, Tannenberg ve Midway gibi dünya çapında önemi olanlardan, Alman 9.Ordusu’nun Kasım l942’de Rzhev’in güneyindeki Sovyet saldırısını geri püskürtmesi24 hatta 21 Ocak 1942’de Sivastapol’de gizlice dinledikleri telsiz haberleşmesi neticesinde 
alarma geçen 24. Alman Piyade Tümeni’nce Sovyet karşı atağının geri püskürtülmesi 25 gibi daha küçük operasyonel çarpışmalara kadar değişir. Bu savaşların hepsinde istihbarat, savunmada olan güçlerin zaferle ödüllendirilmesi için yardımda bulunmuştur. Diğer taraftan istihbarat, hücum zaferlerinin kazanılmasında yardımcı olurken düşman kuvvet ve maksadını araştırmak türünden nadir olarak dolaysız hizmette bulunmuştur. Daha çok, D-Günü26 ile ilgili aldatma yapılmasına ve böylece iki misli dolaylı bir hizmette bulunulmasına yardımcı olmuştur. İstihbaratın neden savunmada hücuma kıyasla daha önemli bir rol oynadığı konusunda meraka düşerek bir ipucu elde etmek ümidiyle bu 
iki tarzın tanımlarına göz attım. 

Clausewitz’in bu konuda bir fikri var gibiydi; sonuçta ben de bir hipotez ileri sürdüm: İstihbarat savunma için zorunludur; fakat saldırı için değildir. Bu teori, 
birçok fenomeni açıklar gibi görünüyordu; bu da geçerli olduğunu ortaya koymaktaydı. 

İstihbarat elbette hem hücumda hem de savunmada bulunur; ancak, değişik şekillerde...Fark, eşlik eden bir karakteristik de belirleyici bir karakteristik arasında gizlidir. Bütün filler gridir; ancak grilik fillerin belirleyici karakteristiği değil, ancak eşlik eden bir özelliğidir. İstihbarat, savunmanın belirleyici bir özelliğidir; diğer taraftan saldırının sadece eşlik eden bir özelliğidir. 

Clausewitz, “Savunma kavramı nedir?” diye sormuştur. Saldırıyı bertaraf etmek. Karakteristik özelliği nedir? Saldırıyı gözlemek”27 Bir ordu eğer bir saldırı bekliyorsa onu gözleyebilir ve ancak düşman hakkında elde bulunan doğru ya da yanlış bilgi veya inanca dayanarak bekleyebilir. Diğer bir deyişle, istihbarat olmadan savunma olamaz. Clausewitz de, bir hücum zaferi için sürprize ihtiyaç olduğunu iddia ederken aynı iddiayı mefhumu muhalifinden hareket ederek ileri sürmektedir.28 

Savunma, başlama önceliğinin düşmanda olduğunu kabul etmektir. Gerçekten de hücum harekete geçer, savunma tepki verir. Hücum düşmana karşı emredicidir; temel kararları o verir. Clausewitz’ “hücum, kendi içinde bir bütündür”29 demiştir. Buna göre, düşman niyetleri hakkında bilgi edinmek bir dereceye kadar yardımcı olsa da, (bir ordu savaşabilmek için düşmanını görmek zorundadır) hücum zaferi için gerekli değildir. İstilâcı bir kuvvet düşmanın nerede olduğunu bilmeye gerek duymaksızın kırlık arazide ilerleyebilir ve arzularını zorla kabul ettirebilir. Eğer düşmanın karşı atağa geçmek üzere olduğunu öğrenirse, savunma pozisyonu alır ve o zaman istihbarata ihtiyaç duymaya başlar. Askerî teorisyen Barry Posen, istihbarat teorisi ilişkilerinde hücumun inisiyatifi ele geçirip muharebeyi bütünüyle şekillendirerek belirsizliği azalttığını30 gözlemiştir. (komutanların hücumu tercihinin bir nedeni de budur) Daha az belirsizlik, istihbarata daha az ihtiyaç duyulması demektir ki istihbaratın fonksiyonlarından biri de kumandayı dengelemektir.31 

<  İstihbarat, savunmanın belirleyici bir özelliğidir; diğer taraftan saldırıya sadece eşlik eden bir özelliktir.  >

Burada bahsedilen şudur: İstihbarat savunma için zorunlu iken diğer taraftan hücum için şarta bağlıdır. 
Bu prensibin32 geçerliliği, inanıyorum ki, iki veri ile ispat edilmektedir. Beni araştırmaya sevk eden fenomenlerden bir tanesi savunma istihbaratının 
hücum istihbaratına kıyasla nispeten sık kazandığı başarıdır . İkincisi ise, saldırgan olan uluslar istihbaratı ihmal etmek, eğilimindeyken diğer tarafta savunma vaziyetinde olanlar, istihbaratın üzerinde durur ve ona güvenirler. Buna açık bir örnek I. ve II.Dünya Savaşları arasındaki Polonya’dır. Bir veya birkaç güçlü komşusu tarafından iştahla yutulmak korkusu -bütün güçlerden bağımsız olarak- onu, Alman Enigma cihazının şifre kodlarını çözmeye sevk etmiştir. Bir başka örnek İngiltere’dir. İngiltere, uzun zamandır dış politikasını güç dengeleri üzerine kurmuştu ki bu tepkisel bir politika idi; istihbaratın başarılı olmasına ihtiyacı vardı ve İngiltere’nin gizli servisleri efsanedir. Hücum 
durumunda istihbaratın konu dışı olmasına en iyi örnek Nazi Almanyası’dır. Hitler, dünyayı fethetmeye başladığında diğer ülkelere hükmetmeyi hedeflemişti (ki, bir süre için de olsa hükmetmiştir); bunun için ise istihbarata ihtiyaç duymuyordu. Bu nedenle casusluk ve kriptanaliz araçlarını ihmal ederek, Stuka’lar, panzerler ve elit birimlere yoğunlaştı ve böylece, savaş başladığında yetersiz istihbarat onu başarısızlığa uğrattı.33 Soğuk Savaş sırasında ABD, Sovyet saldırganlığı hakkında endişeliydi, bilgi alma servislerini olağanüstü biçimde genişletti. 

Diğer tarafta Sovyetler Birliği, kuşatılma politikası ve yıkılma konusunda neredeyse paranoid bir kuşkuyla dünyanın en geniş istihbarat sistemini kurdu. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,


***