30 Kasım 2018 Cuma

İNGİLTERENİN KÜRT KORÜDORUNA MEVZİLENMESİ., BÖLÜM 1

İNGİLTERENİN KÜRT KORÜDORUNA MEVZİLENMESİ., BÖLÜM 1


Giriş

 İngiltere’nin bölge üstündeki çalışmaları çok eskiye dayanmaktadır. Birinci Dünya Savaşının bitmesiyle İngilizler Ortadoğu’da hakim güç haline gelmişlerdir. Küresel ortaklarıyla beraber ayaklandırdıkları Ortadoğu halklarına yapay devletçikler sunan İngiltere, Ermenistan planının başarısızlığa uğramasından sonra bölgede bu hayalin önündeki tek engel olarak o zamana kadar “Turani” ırktan geldiği kabul edilen “Kürtleri” görüyordu. Dolayısıyla Kürtlerin, emperyalizm tarafından, Ermenilerin yerine Türklere karşı kullanılmasında karar kılındığını görüyoruz. Böylece Kürtler, belli bir merkezden komut verilmişçesine, birdenbire, tüm bilimsel ve siyasal belgelerde Turani ırktan Aryan ırkına terfi ettirildiler.  Kürt ulusal kimliğinin gelişmesine hız kazandıran en önemli gelişme İngilizlerin Musul’u işgal etmesiyle başlayan süreç olmuştur.  Bazı kesimler, günümüzde Ortadoğu’da yaşanılan problemlerin başlangıç tarihi olarak da bu zamanlara işaret ederler. İngilizler, kurmak istedikleri “Kürt” devletiyle sadece Ortadoğu’da yer alan küçük Arap devletlerinin güvenliğini sağlamayı değil Ermeni devletini de kurarak Ortadoğu ve Kafkasya’daki çıkarlarını korumak istiyordu. Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasından sonra Sünni Kürtleri isyana teşvik eden İngiltere’nin Ortadoğu’da Türkiye’nin olası Musul müdahalesine karşı Şeyh Sait’i kışkırttığı her zaman gündemde yer alan bir tartışmadır. Tarihsel arka planını bir kenara bırakacak olursak İngilizlerin bugün de Irak’ın kuzeyinde bağımsız bir Kürt devletini desteklediği, özellikle Suriye’de çıkan iç karışıklıklarla beraber İngilizlerin bölgede Kürt güçleri müttefik olarak gördüğü bilinen ve gündemde olan bir konudur. Bu çalışmada İngilizlerin Arap Baharıyla beraber başlayan süreçte Kürt politikası ve Koridor meselesinde nasıl mevzilendiğini anlatmaya çalışacağız.  

1. Koridor Meselesi

 Irak ve Suriye’de yaşanan gelişmeler bölgedeki diğer devletler için hayati önem taşımaktadır. Günümüzde tartışıldığı üzere “Koridor meselesi”, Arap Baharı sonrasında başlamış bir mesele değildir. Soğuk savaşın bitmesine yakın bir zamanda gerçekleşen Körfez savaşı, yeni başlamakta olan çağın habercisiydi. Soğuk savaşın bitmesiyle beraber Amerika Birleşik Devletlerinde kimi akademisyenler, Sovyetlerin çöktüğünü ve bunun liberalizmin zaferi  olduğunu iddia ederken bazıları da bunun yeni bir çağı açmakta olan bir gelişme olarak nitelemekteydi. Samuel Huntington, Fukuyama’nın tezine karşılık “Medeniyetler Çatışması” tezini ortaya attı ve dünyada 7-8 farklı medeniyet sınıflandırması yaparak, artık ittifak ve ihtilaflarda belirleyici unsurun ideolojiler değil medeniyetler olduğunu savundu. Bu teze göre geçmişte olduğu gibi Kuzey Amerika ve Avrupa Birliği aynı tarafta yer alırken İslam medeniyeti ise onların tam karşısında yer almaktaydı. Soğuk savaş sonrası şiddetini arttıran İslam maskeli terör batıyı tüm İslam alemine karşı tek vücut haline getirdi. Bu birleşmede en büyük etki ise İsrail’in bölgedeki güvenliği ve rahatlamasına yardım edecekti. Batılıların Ortadoğu düzlemindeki yeni misyonları bu İslami terörü yok etmek ve bölgeye demokrasi getirmek olarak belirlendi. Bu doğrultuda İngiltere ve Avrupa Birliği ülkeleri Amerika Birleşik Devletleriyle dirsek teması halindeydiler. Bölgedeki Amerikan ve İsrail çıkarlarının korunup kollanması aynı zamanda İngiliz ve Fransız şirketlerinin de korunup kollanması anlamına geliyordu. 

 Irak ve Suriye’de açılmak istenen “Koridor”un ilk ayağı Irak’ın parçalanıp üçe bölünmesi ve Irak’ın kuzeyinde bir Kürt devleti kurarak bu bölgenin Amerikan denetimine geçmesiydi. I. Körfez savaşı ve Irak savaşlarında Amerikan himayesinde kuvvetlenen Kürt bölgesel yönetimi, Saddam’ın devrilmesinden sonra bölgede tek muhatap haline geldi. Batılılar, Saddam sonrası da merkezi otoriteyi hiçe sayarak Kürt bölgesel yönetimine her türlü silah ve mühimmat yardımını gerçekleştirdiler. Dün Saddam’a karşı mücadele için yollanan silahların kılıfı, bugün IŞİD, DAEŞ, DEAŞ olarak bilinen radikal İslamcı terör örgütüyle mücadele oldu. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Marie Harf, IŞİD ile savaşan Irak'taki Kürtlere silah yardımı sağladıklarını, daha fazlasını sağlamak için de çalıştıklarını söyledi. 

1.1. İngiltere’nin Ortadoğu Politikası

  Bu bölümde koridor meselesinin öncesi ve sonrası anlatılacaktır. Evvela 2003 Irak savaşı ve Arap Baharı arasındaki dönem kısaca değerlendirilecek ve ardından Arap Baharı sonrasındaki dönem, haberlerin yıllara göre incelenmesiyle anlatılacaktır. İngiltere’nin bölgedeki aktörlerle ilişkisi incelenecek ve bu aktörlerin koridor meselesinde nasıl bir rol oynadıklarına değinilecektir.   

1.2.Irak Savaşı- Arap Baharı Arasındaki Dönemde İngiltere’nin Faaliyetleri

    İngiltere, Irak savaşında ABD ile birlikte aktif rol alırken savaş sonrası çıkan spekülasyonlardan sonra Ortadoğu politikasında çatışmalardan uzak bir tutum izleme gayreti içindeydi. Irak savaşı öncesi gelen istihbarat raporlarının yanlış çıkması hükümeti baskı altına aldı. Özellikle Tony Blair savaş sonrası İngiliz medyası tarafından en çok eleştirilen isimlerden biri oldu. Bütün bu gelişmelerden sonra İngiltere, bölge ile sıcak ilişkiler kurmak için Kürt grupları kullandı ve bölgeyi onlar üstünden kontrol etmeye çalıştı. Arap Baharına kadar olan dönemde bölge ülkelerine karşı diplomatik girişimlerinden vazgeçmeyen İngiltere, Arap Baharı sonrası bölgede eski pozisyonunu almaya çalışarak Ortadoğu’nun dizaynında aktif rol oynadı. Etnik ve dini gruplarla ilişkiler içinde olan İngiltere, Ortadoğu’da rejimlere karşı kalkışma içerisinde olan grupların bizzat finansörlüğünü ABD ile birlikte yürüttü. 

1.3. Irak Savaşında İngiltere’nin Rolü

   Irak savaşında Amerika Birleşik Devletleriyle aynı cephede yer alan İngiltere, savaşa katılmaktaki amacını “kimyasal silahları yok etmek”, Saddam’ı iktidardan indirerek demokratik bir Irak inşa etmek olarak açıklamıştı. 24 Eylül 2002 tarihinde Irak’a askeri müdahale konusunda ABD’nin en yakın ortağı konumunda olan İngiltere Başbakanı Tony Blair, Irak konusunda İngiltere’nin tutumunun açıklandığı bir belgeyi kamuoyuna sundu. Buna göre İngiltere, Irak’a teröristleri himaye ettiği, nükleer silah barındırdığı için müdahale etmeyi ön görüyordu. Amerika Birleşik Devletleriyle beraber Irak’a demokrasi götürme hedefinde olan İngiltere’de halk bu kararı tepkiyle karşıladı. 27 Eylül’de  İngiltere hükümetinin savaş yanlısı tutumuna karşı yapılan Londra’daki eyleme 400 bin kişi katıldı. 
Savaşın ilanından sonra bölgeye giden İngiliz askerlerinin adı işkencelerle bir arada anılmaya başlandı ve bu hükümet üstünde baskılara sebep oldu. Daily Mirror gazetesine konuşan bir İngiliz askeri arkadaşlarının bizzat işkencelere katıldığını yazdı. 3 Ocak 2016 tarihinde Milliyet gazetesinde yer alan bir haberde şu ifadelere yer veriliyordu:  

“İngiliz askerler Irak savaşı için yargılanacak.”

İddiaları araştıran Irak Tarihi Suçlamaları Takımı’nın (IHAT) şefi Mark Warwick, The Independent gazetesine verdiği röportajda, delillerin suçlamaları kanıtlamaya yeteceğini düşündüğünü söyledi. İngiliz güçleri 2003 ile 2009 yılları arasında Irak’ta bulunurken, IHAT 2010’da 152 olan dava sayısını 1.500’e çıkardı. 1.235 dava kötü müdahale konusundan açılırken, 15 davada ise işkence suçlamaları bulunuyor. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin elindeki 1.200 davanın arasında da İngilizlerin gözetiminde ölen 50 Iraklıyla ilgili davalar da mevcut.
Bu iddialara uzun uzadıya yer vermemizin sebebi, Irak savaşı sonrasında bölgede beliren radikal İslamcı terör örgütlerinin, işkenceler ve savaşın getirdiği acılar sonucu bu kadar kuvvetlendiğini düşünmemizdir. Koridor meselesi dünden bugüne zuhur etmiş bir mesele değildir. Amerikan ve İngiliz yönetimleri Irak’ın kuzeyinden, Suriye’nin kuzeyine ve oradan da Türkiye’nin güneyini içine alacak bir Kürt devleti kurmak istemektedir. Bölgede çıkarılan tüm bu karışıklıkların sebebi budur. Irak’ın işgali sonrası ortaya çıkan vahşi örgütlerin bu iki devlet tarafından bilindiği, bizzat yetiştirilip bölgede katalizör görevi görmeleri için beslendikleri açıktır. İngiliz hükümetleri bu hususta en az Amerika Birleşik Devletleri kadar sorumludur. Nitekim Irak savaşında elde ettikleri yanlış istihbarat ve verdikleri yanlış kararlar yüzünden özür dileyen İngiltere eski Başbakanı Tony Blair yıllar sonra yaptığı itirafında şu sözleri söylemiştir: 'IŞİD'in yükselişinde Irak savaşının etkisi oldu.'  Blair’ın bu itirafından yıllar önce Dışişleri eski bakanlarından Robin Cook, “İngiliz istihbaratı Saddam’ın elinde kimyasal silah bulunmadığını biliyor. Başbakanın savaşın gerekliliği için Saddam'ın İngiliz çıkarları konusunda açık bir tehdit olduğu gerekçesini kullandığı göz önüne alınırsa, tehdidin gerçekten ne olduğunu öğrenmeye yönelik şaşırtıcı bir ilgisizlik gösterdiğini söyleyebiliriz, diyordu.”  Robin Cook, Irak savaşı nedeniyle bakanlıktan istifa etti ve bir dağ gezisinde şüpheli bir şekilde öldü.  Ayrıca İngiltere’nin dış istihbarat servisi MI6nın Başkanı Sir John Sawers, 2001 yılında Irak’ta rejim değişikliği planlarının yapılmaya başlandığını, ancak askeri müdahalenin düşünülmediğini söylemişti.  Bu bağlamda baktığımızda İngiliz istihbaratı ve yönetimi her ne pahasına olursa olsun Irak’a müdahale etmeyi kafasına koymuştu. Yapılan hataların ileride nasıl bir kaos yaratacağı da planlı bir şekilde belirlenmişti. Blair’in günah çıkartması bu düzlemde hiçbir şey ifade etmediği gibi önümüzdeki dönemde yapılacak yeni “hataların” habercisi niteliğindeydi! 

Emperyalizmin en büyük problemi, bir diktatörü yıktıktan sonra sistemi nasıl devam ettireceğine karar verememesidir. Saddam’ı Irak’ın başından alan Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere onun yerine güçlü bir motif koyamadığı ya da bizzatkoymak istemediği için IŞİD benzeri irili ufaklı örgütler meydana çıktı ve ortalığı kana buladı. Bu örgütlerin bazıları işgalcilerle mücadele ettiğini düşünürken onların ekmeğine yağ sürdü. Bazıları da bizzat katalizör olarak görev yaptı ve bölgenin şekillenmesine hız kazandırdı. Dün bu dersi Irak savaşında gören bizler, bugün Suriye’de de aynı şeyin tekrarına şahit oluyoruz. 
Irak’ta bir Kürt devleti kurdurmak için ABD ile sonsuza dek müttefik olan ve Irak’ı parçalayan İngiltere bölge ülkelerini bu kukla devlet üzerinden kontrol etmek ve İsrail’in güvenliğini sağlamak istemektedir. Koridorun ilk ayağı, Irak’ın kuzeyinde Amerikan müdahalesi sonunda şekillenmiş, Kürtler Irak’ın kuzeyinde kuvvetlenmişlerdir. Sıradaki amaç, Suriye’nin kuzeyinde de Irak’ın kuzeyindeki gibi benzer bir oluşum yaratarak bölge petrolünü Akdeniz’e ulaştırmak, İsrail’in önündeki tek engel olan Suriye’yi iç karışıklıklarla oyalayıp İsrail’in güvenliğini sağlamak ve Büyük Ortadoğu Projesini adım adım hayata geçirmektir. Bu plan doğrultusunda her şeyi yapmak haktır ve önünde engel olan herkes ve her şey bir şekilde bertaraf edilecektir.  

1.4.İngiltere’nin Suriye Politikası

 Irak savaşı sonrası doğrudan müdahalelere karşı olan İngiltere, Suriye’yi diplomatik adımlarla hizaya getirme amacı içindeydi. Yaşanan istihbarat fiyaskoları sonrası geri adım atan İngiliz hükümetlerinin başlıca hedefi bölgede gelecekte kurulması planlanan “Kürt” devletinin yani “ikinci İsrail’in” temellerini sağlam atmaktı. Bu sebeple İngiltere bölgede sıcak çatışmalara girmekten kaçındı ve Suriye’deki rejim karşıtı unsurları destekleyerek Arap Baharına kadar bir alt yapı oluşturmaya çalıştı. İsrail için bölgede en büyük tehdit olan Suriye’nin teslim alınması sadece bölge için değil dünya için de bir mesaj olacaktı. Yıllarca Suriye’de kardeşçe ve barış içinde yaşayan etnik ve dini grupları birbirlerine düşürmek için İngiltere ve ABD, “barış, demokrasi ve özgürlük” gibi kavramları kullandı. Arap Baharının başlamasıyla beraber Ortadoğu “halklarının” yanında yer aldığını belirten Batı dünyası, rejime karşı savaşan her unsuru meşru görerek rejimin değiştirilmesini ve yerine Batıya daha ılımlı bakan “seküler” bir Suriye kurulmasını destekledi.

1.4.1.Arap Baharına Kadar Olan Dönem

Soğuk savaş sonrası İngiltere ve AB üyesi ülkeler Suriye’yi Bölgesel istikrar ve demokratikleşme sürecine dahil etmişlerdir. Avrupa Birliği ve Suriye ilişkileri bu cihette ekonomik, siyasi ve kültürel alanları da ihtiva eden bir ortaklık antlaşmasını da imzalamayı öngörmekteydi. Irak savaşı sonrası Amerika Birleşik Devletleri, Suriye’yi hedef alan bir dizi yaptırım kararı alarak İngiltere ve diğer AB ülkelerine Suriye ile ortaklık antlaşmaları imzalamamaları gerektiğini telkin etti. Özellikle 2005 yılında Refik Hariri’nin suikasta kurban gitmesi manidardı. Suikast sonrası ABD ve Fransa apar topar Suriye’yi suçlamış ve AB-Suriye ilişkileri olumsuz bir hal almıştı. İngiltere Başbakanı Tony Blair Refik Hariri suikastı konusunda Suriye’ye yaptırım uygulanabileceğini ima etmişti.  Lübnan Hizbullah’ı lideri Nasrallah da saldırıyla ilgili ortaya koyduğu belgelerde İsrail’i suçlarken Beşar Esad da saldırıyla ilgili şu açıklamayı yapmıştır: “En önemli soru, bundan kimi çıkarı olduğu.” Bu saldırının sonucunda müzakereler askıya alınmış, Suriye’ye verilmesi planlanan imtiyazlar iptal edilmiş ve Suriye fonları da durdurulmuştu. 

İngiltere, bölgede ABD’ye bağımlı haldeydi. ABD’nin Suriye’yi sıkıştırması ve kitle imha silahlarının yayılması konusundaki endişeleri sebebiyle İngiltere ve AB politikalarını Amerikan eksenine kaydırdı ve ABD ile dirsek temasında bulunmayı stratejik olarak tercih etti.  İngiltere, Arap Baharına kadar geçen dönemde özellikle Irak savaşı sonrası herhangi bir ülkeye karşı müdahalede hassastı. Suriye diplomatik sopayla adam edilmeye çalışılan bir hedef haline gelmişti ve batılı ülkeler aldıkları yaptırım kararlarıyla Suriye’yi diplomatik açıdan zorladılar. Arap Baharına kadar inişli çıkışlı seyreden İngiltere- Suriye ilişkilerinde Arap Baharı köprülerin atılması konusunda bir başlangıç tarihi olarak hafızalarda kaldı. 

1.4.2.Arap Baharı Ekseninde Suriye- İngiltere İlişkileri

Suriye’de başlayan karışıklıklarla beraber İngiltere, batılı müttefikleriyle beraber Suriye yönetimini kınamış ve Esad rejiminin meşruiyetini kaybettiğini açıklamıştır. Karışıklıkların şiddetlenmesi ve karşılığında rejimin tedbirlerini arttırması nedeniyle İngiltere’de dozunu yükseltmiş ve Suriye krizi Atlantik bloğuyla Avrasya bloğu arasında mücadele meselesi haline gelmiştir. İngiltere, Esad karşıtı tutumunu uluslararası platformlarda defalarca dile getirmiş ve bu platformlarda Esad yönetimine karşı girişimlere girmiştir, fakat bu girişimler Esad’ı destekleyen Çin ve Rusya sayesinde bir netice alamamıştır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde Rusya ve Çin vetosuna takılan bu önerilerden sonra Suriye’nin Dostları adlı bir grup kurulmuş ve İngiltere bu grubun çekirdek kadrosunda yer almıştır. Londra 11’lisi olarak da geçen bu grupta Esad rejiminin Suriye’nin geleceğinde bir rolü olmadığına karar verilmiş ve bu kararın Esad’ın arkasında olan İran, Rusya ve Çin’e benimsetilmesi hedeflenmiştir. Ayrıca İngiltere, Esad’ın geçiş hükümetinde yerinin olmadığını Haziran 2012’de Cenevre’de düzenlenen konferansta belirtmiş ve konferansa katılan ülkelerle Cenevre bildirisini imzalamıştır. 

Esad rejiminin kimyasal silah kullanmasıyla ilgili ortaya atılan iddialar eşliğinde Amerika Birleşik Devletleri ve müttefikleri Suriye’ye bir hava operasyonu olabileceğini beyan etmişlerdir. Özellikle Cameron askeri müdahaleyi isteyen bir tavır içindeydi. İngiliz parlamentosunda yapılan oylamada ret kararı çıkmasıyla Cameron ve müdahale isteyenler büyük bir hayal kırıklığı yaşamış ve Cameron Suriye’de Esad rejimine karşı olası bir müdahaleye katılmama kararı alan İngiliz parlamentosuna saygı duyduğunu açıklamıştı. 

Ayrıca David Cameron’un isteğiyle İngiliz Genelkurmay başkanı David Richard tarafından Suriye’ye karşı yapılacak olası bir müdahale için gizli bir toplantı yapıldığı gündeme düşmüştü, bu toplantıda Suriyeli isyancılara askeri eğitim, hava ve deniz desteği sunmak üzere planlar yapılmıştı. Yapılan iddialara göre toplantıda asker gönderme konusu gündeme gelmemiş fakat Türkiye’de bir askeri eğitim kampı kurulabileceği belirtilmişti. 

Parlamentoda çıkan ret kararı İngiltere ve ABD arasındaki ilişkilerin sorgulanmasına neden olduysa da İngiltere bölgede Esad sonrası dönemi tasarlamak için ABD ve müttefikleriyle birlikte hareket etmeye devam etti. Suriye’deki kimyasal silahların imhası konusunda girişimlerde bulunan İngiltere, Güvenlik Konseyinde hazırlanan taslağa destek vermiş ve taslak Rusya’nın istediği değişiklikler yapılarak kabul edilmişti. İngiltere, Cenevre konferansında ABD ve Suriyeli muhalifleri Esad yönetimiyle görüşme konusunda teşvik etmişti. Suriye ve Irak sınırında palazlanan IŞİD terör örgütünün gücünü her geçen gün arttırması İngiltere’nin Suriye politikalarında değişikliklere sebep oldu. IŞİD terörünün bitirilmesi İngiltere’de öncelikli hedef oldu. İngiltere, Esad rejimine karşı sert tutumunu değiştirmek zorunda kaldı ve Esad’ın geçiş dönemi hükümetinde yer alabileceğini belirtti. Fakat yine de Esad’ın Suriye’nin geleceğinde bir yeri olmadığını deklare etmekten de geri durmadı. İngiltere Dışişleri Bakanı Philip Hammond, Esad’ın geçiş dönemi hükümetinde yer alabileceğini, fakat bir noktada Esad’ın muhakkak gitmesi gerektiğini, Esad gibi suç işlemiş birinin Suriye’nin geleceğinde söz sahibi olamayacağını belirtti.   Gelinen nokta gösteriyor ki Esad rejimi ve Avrasyacı olarak niteleyebileceğimiz Rusya-Çin- İran hattı batılıları Esad muhakkak gidecek noktasından “Esadlı geçiş” sürecine ikna ederek diplomatik bir zafer kazandılar. Batı kamuoyunda bu mesele çok dillendirilmese de “Esadlı geçişin” kabulü batı için bir yenilgidir. Esad cephesinden baktığımızdaysa şunu görebiliyoruz ki İngilizlerin sunduğu “geçiş dönemi” planı Esad rejimi için kabul edilebilir değil. Esad verdiği röportajda İngiliz Dışişleri bakanının Suriyeliler yerine Suriye başkanının görev süresini tayin etmeye nereden hak bulduğunu sorguluyor. 

Rusya’nın Suriye’ye müdahalesi batı kamuoyunda kaygıyla karşılanmıştır. Rusya, IŞİDle mücadele için girdiği Suriye topraklarında batının “ılımlı muhalifler” olarak nitelediği hedefleri de yok etmeye başladı. Batıyı ve İngiltere’yi rahatsız eden bu tabloda esasen uluslararası hukuka göre aykırı hiçbir şey yoktu. Rusya, Esad yönetiminin daveti üzerine Suriye’ye girerek uluslararası hukuka uygun hareket etmiş ve Esad’a karşı yani meşru yönetime karşı savaşan tüm kuvvetleri terörist olarak nitelemişti. Rusya’nın bölgeye müdahalesi sonucu denklem karışmıştı. Fransa, Paris’te yaşanan terör saldırıları nedeniyle Rusya’ya yaklaşırken, İngiltere Rusya’nın müdahalesinden rahatsız olduğunu açık bir şekilde göstermişti.  Paris’te yaşanan saldırılar ve İngiltere’nin tutumunu IŞİD başlığı altında daha detaylı inceleyeceğimiz için şimdilik üzerinde fazla durmuyoruz. 
Paris saldırıları sonrası hızlanan diplomatik süreçte taraflar Viyana görüşmelerinde “geçiş hükümeti için anlaşırken Esad’ın geleceği konusunda bir anlaşma sağlanamamıştır. İngiltere ve batılı müttefikleri geçiş hükümeti sonrası Esad’ın mutlaka gitmesi gerektiğini vurgularken İran, Rusya ve Çin cephesi geçiş hükümeti sonrası Esad’ın olup olmayacağına Suriye halkının karar vermesi gerektiğini belirtmişlerdir. Görüldüğü üzere Suriye büyük güçlerin kapışma sahası haline gelmiş ve mücadele Esad yönetiminin varlığı üzerinden sürdürülmüştür. İngiltere, Irak savaşında olduğu gibi yönetimdeki herkesi topyekun tasfiyesini değil sadece Esad ve savaş suçlularının olmadığı ve “ılımlı muhaliflerin” olduğu bir hükümetin kurulması gerektiğini deklare etmişlerdir. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.

***

Diyarbakır'da PKK kampı var!


Diyarbakır'da PKK kampı var! 




Cahit Armağan DİLEK
30 Nisan 2015 Perşembe 19:07
01 Mayıs 2015 Cuma  
FİKİR TANKI
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü.,


Çözüm süreci konusunda toplu ikna etmekle görevlendirilen akil insanlar 
heyetinde yer almış olan ve şimdi de AKP'den milletvekili adayı olan Hüseyin 
Yayman Habertürk TV'de katıldığı programda hükümete yakınlığı nedeniyle sahip olduğu değerlendirilen bir bir bilgiyi ağzından kaçırarak PKK'nın güneydoğu bölgemizdeki hakimiyeti ve etkinliğini gösteren bir itirafta bulundu. Yayman, PKK'nın Türkiye'den çekilmediğini ve silah bırakmadığını anlatırken PKK'nın Türkiye sınırları içinde bir çok yerde kampları olduğunu ve hatta Diyarbakır'da da kampı olduğunu söyledi. Yayman kamptaki PKK'lıların kamptan çıkıp yerleşim yerlerine giderek halka PKK'nın belirlediği partiye oy vermeleri için baskı ve tehditte bulunduğunu ifade etti. PKK'nın silahlı teröristlerinin şehir 
merkezlerine indiği ve serbestce dolaştığı bilinmesine rağmen iktidar partisinin 
milletvekili adayı olan Yayman'ın bu itirafı PKK'nın şehirlerde ya da şehir 
merkezlerine yakın bölgelerde kamplar kurmuş olduğunun iktidar tarafından da 
biliniyor olduğunu ve müdahale edilmediğini göstermesi açısından önemli. Kaynak: 

http://www.sozcu.com.tr/2015/gundem/huseyin-yaymandan-sok-iddia819329/utm_source=sm_fb&utm_medium=Free&utm_term=haber&utm_content=huseyin-yaymandan-sok-iddia-819329&utm_campaign=gundem

***

Çözüm süreci komaya girdi!

  Çözüm süreci komaya girdi! 


Cahit Armağan DİLEK 
FİKİR TANKI
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü  
25 Mart 2015 Çarşamba  

Çözüm süreci Komaya girdi!

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Kürt sorunu yoktur, İzleme heyetini, 28 Şubat 
açıklamasını doğru bulmuyorum, uygulamada bir şey göremiyoruz" açıklamalarıyla 
Hükümetle-Cumhurbaşkanı arasıdaymış gibi gözüken çözüm süreci dün ve bugün 
yapılan açıklamalarla adeta komaya girmiş gibi gözüküyor. HDP'li Demirtaş dün 
teröristbaşının Nevruz mesajının hükümet ve Cumhurbaşkanının siyasi 
beklentilerini karşılamadığı için rahatsız ettiğini söylemiş, Kandil ise Nevruz 
mesajındaki hususlar gerçekleştirilmeden silah bırakmanın gündeme gelmeyeceğini 
söylemişlerdi. Demirtaş bugün ise izleme heyetinde geri adım anlamına gelecek 
şekilde "İmralı heyeti kırmızı çizgimiz değildir" açıklamasında bulunmuştu. 
Başbakan yardımcısı Akdoğan bu tepkilere bugün sert tepki vererek hem PKK 
cephesine hem de hükümetle Cumhurbaşkanı arasında olduğu iddia edilen 
anlaşmazlıklara cevap verdi. 

  Akdoğan "DEMİRTAŞ’IN VE KANDİL’İN YAPMIŞ OLDUĞU AÇIKLAMALAR SÜRECİN RUHUNA UYMUYOR. 
Gelinen aşamanın hassasiyetlerine uygun düşmemiştir, adeta SÜRECİ ZEHİRLEMİŞTİR, İKLİMİ BOZMUŞTUR..... 
Cumhurbaşkanımızın bu konuda sözleri bizim için talimattır." dedi. 

*YORUM*

Aslında fazla yoruma gerek yok. Hükümet tarafında sürecin 
başındaki Başbakan yardımcısı "süreç zehirlenmiştir" diyorsa SÜRECİN ARTIK 
KOMAYA GİRDİĞİNİ, SEÇİMLERE KADAR FAZLA BİR ŞEY BEKLENEMEYECEĞİNİ 
söyleyebiliriz. Ama özellikle HDP/PKK'lıların TSK'nin bugün Mardin'de PKK'ya 
karşı başlattığı operasyonu sürecin ihlali olarak gören açıklamalarını dikkate 
aldığımızda.,

   PKK HÜKÜMET SÜRECİ BİTİRDİ DİYEREK UZUN SÜREDİR HAZIRLIĞINI YAPTIĞI 
AYAKLANMA SÜRECİNİ DOLAYISIYLA TERÖR SALDIRILARINI BAŞALTMA İHTİMALİ DE HİÇ DE 
AZ DEĞİLDİR.

Cahit Armağan DİLEK 
25 Mart 2015 Çarşamba 16:52

 ***


IŞİD’İN YERİNİ YENİ IŞİDLER Mİ ALACAK?

IŞİD’İN YERİNİ YENİ IŞİDLER Mİ ALACAK?



21 EKİM 2016
Furkan KAYA


IŞİD’İN YERİNİ YENİ IŞİDLER Mİ ALACAK?
Merhum Özal’lı yıllardan, yani Körfez Savaşı’nın yaşandığı dönemden bugüne, aynı coğrafyada yaşanılan olaylara bakıldığında, bundan sonraki yıllarda da her iklimde aktörlerin aynı, sadece vekalet edenlerin değiştiği görülecektir. 11 Eylül saldırıları sonrası ABD’nin ilan ettiği “Bush Doktrini” sayesinde, sözde “küresel terör”e karşı savaş açılmış, “önleyici vuruş” politikasıyla tüm terör odaklarının yok edilmesi planlanmıştı. Bu vesile ile Kuzey Irak’ın geleceği dünyanın gündemine otururken, bu konu en fazla Türkiye’nin ulusal güvenliğini ilgilendiriyordu. ABD’nin 2003 yılında başlattığı Irak Savaşı, Büyük Orta Doğu Projesi’ne (BOP) nizam verme hamlesinin ilk adımıydı. Halen bu süreç, Arap Baharı vesilesi ile Suriye ve Irak’taki gökten “paraşüt”le inen terör gruplarının imha süreci ile devam ediyor.
İngilizler için Musul, “Kürdistan” siyaseti için önemliydi.
Uygarlığın beşiği Mezopotamya ve bilhassa Musul, büyük aktörlerin Orta Doğu coğrafyasında petrol kaynakları için rekabet içinde olduğu bir bölgeydi. İngilizlerin Mezopotamya bölgesine olan ilgisinin özünde Musul sınırları ve kapsadığı alanda yer alıyordu. İngilizlerin gözünde, Musul, Güney Kürdistan’ının bir parçasıydı; dolayısıyla, “Kürdistan” siyaseti oluşmadan Musul’un akıbeti belirsiz kalacaktı. Neticede Musul sorunu ile Kürdistan sorunu birbirine eklemlenmiş bir politika şeklinde Batı tarafından servis ediliyordu.
IŞİD sonrası yeni IŞİD’ler mi türeyecek?
Irak Ordusu’na ait 30 bin asker, 3 bin Peşmerge kuvveti, Türkiye’nin Başika’da eğittiği Ninova Bekçileri, Saddam rejimine bağlı askerlerden oluşan Nakşibendi ordusu, Şii milis gücü Haşdi Şabi ve 36 ülkenin katıldığı koalisyon güçlerinin havadan destek verdiği operasyon (Musul Operasyonu) ile, Musul’u IŞİD’den temizleme harekatı başladı. Rusya’nın da dikkatle izlediği bu süreçte, Irak’ın en büyük ikinci kenti olan Musul’dan IŞİD temizlenerek örgüte büyük darbe vurulması planlanıyor. Türkiye ise, sonradan koalisyon güçlerinin hava operasyonlarında yer almaya başladı. Musul harekatının kısa vadede biteceğinin düşünülmemesi gerektiğinin en büyük kanıtı, her ne kadar IŞİD bazı bölgelerden çok kolay çekilse de, sanki IŞİD sonrası başka bir terör örgütüne yer açılacağı izleniminin verilmesidir.
Haşdi Şabi’nin amacı nedir?
Irak’ta Saddam rejiminin devrilmesinden bu yana ülkede siyasi bütünlük sağlanamamış, bunun en büyük nedeni ise mezhep temelli politikalar olmuştur. Irak ve Suriye gibi terör gruplarının kolaylıkla yuvalanabileceği topraklarda “Arap Baharı” veya “demokratikleşme” savları ile dışarıdan yapılan müdahaleler, IŞİD ve onun türevlerinin kolaylıkla baskı ve işgal yoluyla alan hakimiyeti kurmalarını sağladı. Belki de IŞİD’in miladı doldu; fakat Orta Doğu mezhep temelli çatışmalara doğru ilerlerken, İran’ın desteklediği söylenilen Şii milis gücü Haşdi Şabi’nin daha şimdiden kendi otorite alanını kurmaya çalıştığı görülüyor.
Yeni Orta Doğu
Bu coğrafyada, kısa vadede bile büyük fay hatlarının kırılmalarına şahit olunacak. Rusya, sessiz bir güç olarak olayları takip ederken, Suriye ile Irak’ın geleceğinin birlikte şekilleneceğinin farkında.  Yeni Orta Doğu coğrafyası, artık kendi kuralları ve kanunları olan bir site haline gelecektir. Aslında, ülke bazından ziyade, bölge olarak Orta Doğu’nun yeniden inşasına şahit oluyoruz. Musul ve çevresi de, işte bu sürecin önemli bir parçası durumunda.
Türkiye, ne Suriye, ne de Irak’taki meselelere kayıtsız kalamaz.
Coğrafi konum bir devletin önceliklerini belirlemektedir. Bir devletin askeri, ekonomik ve siyasi gücü ne kadar büyükse, o devletin önemli jeopolitik çıkarlarının sınır ötesi komşularının ötesindeki çapı da o derece büyüktür. Türkiye de, jeopolitik değeri gereği, bu denklemde bölgesel sorumluluğu vasıtasıyla kritik bir pozisyona sahiptir. Suriye ile Irak sınırıyla yaklaşık 1100 km’lik güney sınırının ötesinde, her ne olursa olsun, Türkiye, bu coğrafyaya kayıtsız kalamaz. Kaldı ki, Misak-ı Milli sınırları içinde olan ve daha sonra türlü senaryolarla Türkiye’ye kaybettirilen Musul ve Kerkük topraklarında yaşan Türkmen vatandaşların sorumluluğu da Türkiye’nin üzerindedir.
Musul operasyonu, daha uzun bir süre devam edecek gibi görünüyor. Belki de IŞİD kısa sürede yok olacak, ama daha şimdiden IŞİD’in yerini alacak bir başka mezhep temelli örgütün ismi basında geçmeye başladı. Demokrasi kavramı, bu coğrafyada zaten topal bir anlayış; Orta Doğu’da demokrasinin adım atacak ayakları bile yok. Bu yönetim şekli ve söylemi, aslında sadece aktörlerin müdahale hakkını meşrulaştıran bir enstrüman olarak kullanılıyor.


***

İŞTE ABD’NİN GİZLİ AJANDASI! ABD IŞİD’İ NEDEN BOMBALIYOR?

İŞTE ABD’NİN GİZLİ AJANDASI! ABD IŞİD’İ NEDEN BOMBALIYOR? 

M. Kemal SALLI 
mksalli@yahoo.com.tr 
02 Eylül 2014, 08:59
Önce Vatan Gazetesi


IŞİD’in ABD tarafından bombalanması Ortadoğu’da bütün dengeleri ve denklemleri altüst etti. Bir terör örgütünün Ortadoğu’da  İngiltere büyüklüğünde bir coğrafyayı  ele geçirmesine, insanları boğazlamasına devlet ve hilafet ilan etmesine düne kadar ses çıkarmayan ABD’nin, dünya kamuoyuna duyurduğu IŞİD’ı bombalama gerekçeleri hiç de inandırıcı olamıyor. “IŞİD canavarını birlikte yok edelim” çağrılarının arkasına gizlenmeye çalışılan ABD’nin gizli ajandası sorgulanıyor. ABD Hava Kuvvetleri, BM’nin “Katliam olabilir” uyarısı üzerine, Irak'ta iki aydır IŞİD terör örgütünün kuşatması altında olan Türkmen yerleşim birimi Amirli’ye havadan insani yardım operasyonu ve bu operasyona destek için de civardaki IŞİD militanlarına hava saldırıları düzenledi. Hatırlanacağı gibi, 7 Ağustos’ta IŞİD’in eline geçen ülkenin en büyük hidroelektrik santralı olan Musul Barajı, geçtiğimiz günlerde,  ABD Hava Kuvvetleri’nin bombardıman desteğiyle, peşmergeler ve Irak Ordusu tarafından geri alınmıştı. IŞİD’in ABD tarafından bombalanması Ortadoğu’da bütün dengeleri ve denklemleri altüst etti. Önceki yazımızda da belirttiğimiz gibi, etnik ve mezhepsel ayrılıklar nedeniyle tarih boyunca birbirlerini düşman olarak gören taraflar, bugün IŞİD’i tepelemek üzere elele vermişler. Bölgemizde, rüyada görülse hayra yorulmayacak ilginç gelişmeler yaşanmakta ve ortaklıklar oluşmakta.  IŞİD canavarı,  İran’la, düne kadar “Büyük Şeytan” olarak andığı ABD’yi yanyana getiriyor. ABD’nin İran’a yakınlaşması nedeniyle desteksiz kalan Maliki, başbakanlıktan ayrılmak  zorunda kalıyor. ABD’nin hava desteği ile Musul Barajı’nın IŞİD’dan geri alınması, Bağdat’taki merkezi hükümet ile Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) arasındaki gerilimin azalmasına neden oluyor. ABD Genelkurmay Başkanı Martin Dempsey, “IŞİD Suriye’de hedef alınmadan yenilemez” derken, IŞİD’ın elindeki rehineleri kurtarmak üzere yaptığı operasyonun istihbarat zaafı nedeniyle başarısız kalması, ‘Suriye’de Esad’a da bir devlet’ ayıran formüller üreten ABD’nin, Esad’dan istihbarat alma ihtiyacını doğuruyor.  IŞID militanlarının kevgire çevirdiği Irak-Suriye sınırının giderek silikleşmesi, SYKES-Picot Anlaşması’nın biraz daha tarih olmasına neden oluyor.  Suudi Arabistan ve Katar, düne kadar koşulsuz destek verdikleri IŞİD’a karşı oluşturulacak koalisyonda yer alabileceklerini söylüyorlar. Irak’taki otorite boşluğundan yararlanarak Şii bölgesinde etkinliğini arttıran İran ile Sünni bölgede nüfuz alanı oluşturan Suudi Arabistan, mezhep ayrılığı nedeniyle yüzyıllardır sürdürdükleri rekabeti bir yana bırakmışlar, iyi komşuluk ilişkileri geliştirmenin yollarını arıyorlar.   IŞİD’ın devre dışı bırakılması sonucunda oluşacak vurucu tim boşluğunu doldurmak üzere, düne kadar ABD’nin terörist listesinin baş sıralarında yer alan PKK, dünya kamuoyuna “IŞİD’ı durduran aslanlar” olarak sunuluyor.  Bağımsızlık ilanının kendi içindeki Kürtleri kışkırtacağı kaygısıyla Barzani’ye uzak duran İran, bugün Erbil’e yardım elini uzatmakta bir sakınca görmüyor.   Bugüne kadar birbirlerine düşman gözüyle bakan Barzani ile PYD Başkanı Salih Müslim, IŞİD baskıları nedeniyle işbirliği yapmak durumunda kalıyor.  Düne kadar “Allah-u Eber!” haykırışlarıyla insanları boğazlayan terör örgütünün yaptıkları görmezden gelinirken, bugün IŞİD, insanlığın koalisyon oluşturarak yok etmesi gereken bir canavar olarak sunuluyor.  

GELİŞMELERDEN NASIL BİR SONUÇ ÇIKARMALIYIZ? 

Peki, altalta dizdiğimiz bu ilginç ve başdöndürücü gelişmelerden nasıl bir sonuç çıkarmalıyız?  ABD, Halepten Musul’a uzanan İngiltere büyüklüğünde bir coğrafyaya egemen olana kadar, IŞİD’in yaptıklarını neden görmezden geldi? Bugüne kadar Suriye ve Irak’ta yaptığı operasyonlara, fetihlere, katliamlara ses çıkarmadığı IŞİD’ı şimdi neden bombalıyor?  IŞİD’in Kürt bölgesine yönelmesi ABD’yi neden tedirgin etti? IŞİD, kendisine verilen görevin dışına mı çıktı, yoksa, 9/11’de İkiz Kulelerin vurulması gibi, dünya kamuoyunu şok etme görevini tamamlayan IŞİD’in tedavülden kaldırılması mı gerekti?   Bu gibi sorulara doğru yanıt bulabildiğimizde, IŞİD’in kimliğini, yapısını, hedeflerini ya da görevini ve arkasındaki güçleri daha net görebileceğiz.  

“BİNBİR GECE MASALLARI” GİBİ GEREKÇELER 

ABD yanlısı Batı medyasına ve bizim Amerikan muhibbi dış politika yorumcularına  inanacak olursak, “Bugüne kadar IŞİD hakkındaki hemen bütün öngörüler yanlış çıkmış. Yapılan hatanın anlaşılmasıyla, hem Batı hem de bölge ülkeleri stratejilerini sil baştan değiştirmeye başlamışlar.”  Birbirine düşman ülkelerin IŞİD karşısında bile biraraya gelemeyeceği düşünülüyormuş, ama son günlerde ABD ile Esad arasında şekillenmeye başlayan işbirliği bu düşüncelerin geçerli olmadığını ortaya koymuş. Uzun zamandır kavgalı olan Bağdat ile Erbil, Maliki’nin gönderilmesinden sonra IŞİD’e karşı birlikte savaşıyorlarmış. Erbil ayrıca, kuzey Suriye Kürtleriyle olan husumetini de bir tarafa koymuş, IŞİD saldırılarını birlikte savuşturacaklarmış.  Bugüne kadar Amerika’yı “Büyük Şeytan” olarak anan İran, IŞİD’ın safdışı bırakılması konusunda ABD ile işbirliği yapmayı kabul etmiş. Ortaya çıktığı günden beri bütün güçleriyle IŞİD’i finanse eden Suudi Arabistan ve Katar, “IŞİD canavarının tepelenmesinde biz de varız” diyorlarmış. Ortadoğu coğrafyasında IŞİD merkezli bir dizi masal anlatılıyor, ama “Demokrasi götürüyoruz” gerekçesiyle işgal edilen Ortadoğu’nun hali ortada olduğundan, ABD’nin keskn bir dönüş yaparak IŞİD’ı bombalamasının nedenleri ciddi olarak sorgulanıyor.  Sorgulanıyor, çünkü, Doğu’nun masal üretme kültürü Batı’dan çok ileridir ve “Binbir Gece Masalları” bir Ortadoğu klasiğidir. Ayrıca, “Demokrasi götürüyoruz” bağlamında anlatılan masallarla ilgili çok acı yaşanmışlıklar var, “Arap Baharı” coğrafyasında.  Doğu insanı, bazen “Fareli Köyün Kavalcısı”nın peşine takılsa da, masalla gerçeği ayırabilecek bir önseziye sahiptir. O nedenle, bir terör örgütünün Ortadoğu’da  İngiltere büyüklüğünde bir coğrafyayı  ele geçirmesine, insanları boğazlamasına devlet ve hilafet ilan etmesine ses çıkarmayan ABD’nin, dünya kamuoyuna duyurduğu IŞİD’ı bombalama gerekçeleri hiç de inandırıcı olamıyor. “IŞİD canavarını birlikte yok edelim” çağrılarının arkasına gizlenmeye çalışılan ABD’nin gizli ajandası sorgulanıyor. 

IŞİD, SPONTANE OLUŞMUŞ BİR CİHAD ÖRGÜTLENMESİ DEĞİLDİ 

Önceki yazılarımızda da belirttiğimiz gibi ‘IŞİD, bugüne kadar, bir terör örgütü aklıyla değil, bir devlet aklıyla hareket etmekteydi ve operasyonları belli bir hedefi hayata geçirmeye yönelikti.  IŞİD CIA/MOSSAD kurgulaması olmasa da, spontane oluşmuş bir cihat örgütlenmesi değildir. “Allah-u Ekber” haykırışı ile insan boğazlayan ve bu görüntüleri internette yayınlayarak İslam’ı itibarsızlaştırmayı hedefleyen bu kurgulama, asla bir İslami Cihad örgütü olamaz! IŞİD, Suriye parselinde tıkanan Büyük Ortadoğu Projesi uygulamasını amacına ulaştırmak üzere CIA/MOSSAD tarafından kurgulanmış ya da kullanılmış, Suudi Arabistan ve Katar tarafından finanse edilmiş, Türkiye tarafından lojistik destek verilmiş bir terör örgütüdür. Suriye ve Irak’ta gerçekleştirdiği operasyonlarla, BOP uygulamaları bağlamında, Amerikan emperyalizminin önünü kesen engelleri büyük ölçüde ortadan kaldırmıştır. Daha sonra “Vaad Edilmiş Topraklar”a dönüştürülmesi planlanan “Büyük Kürdistan”a giden yolları açmıştır. 

ABD IŞiD OPERASYONLARINI BAHANE EDEREK ORTADOĞU’YA DÖNÜŞ YAPMIŞTIR. 

Bu arada Amerika, İran ve Rusya’nın güçlü destek vermesinden dolayı deviremediği Esad’la da işbirliği yapmayı deniyor. Amerika’nın Esad’a yakınlaşmasının nedenleri henüz net değil. ABD yetkilileri, Suriye’de Irak’tan daha geniş bir tabana sahip olan IŞİD’in saltanatına son verebilmek için, Arap ve Avrupalı dostlarıyla birlikte gerçekleştirilecek bir kara harekatını gerekli görüyorlar. Özetle, ABD’nin Suriye’ye yakınlaşması, “Büyük Kürdistan yolunda Esad’a kurulan bir tuzak mı?” sorgulamasına neden olan çok ilginç bir gelişme. Bütün bu başdöndürücü gelişmelerden çıkan en önemli sonuç şudur: IŞiD operasyonlarının zorladığı tablo sonucunda ABD emperyalizmi Irak’a, dünya petrol rezervlerinin yüzde 60’ını barındıran Ortadoğu’ya yeniden dönüş yapmıştır. Büyük Ortadoğu Projesi, IŞiD eliyle taşındığı noktadan başlanarak hayata geçirilmeye çalışılacaktır.  IŞID şoku, Afganistan ve Irak’ın işgaline gerekçe üretebilmek amacıyla gerçekleştirilen İkiz Kuleler şokuna benzetiliyor; “Amerika Irak’a yeniden dönebilmek için, bu kez de IŞİD şokunu kullanıyor” deniyor. Çünkü, çatışma kültürünün egemen olduğu Ortadoğu coğrafyasında, IŞiD gibi bir tahrik mekanizmasının devreye sokulması sonucunda, dış müdahaleyi zorunlu kılacak bir kaos ortamının oluşacağı bilinmeyen bir şey değildi. 2011’de dönüş takvimi açıklayan ABD’nin, bölgede daha uzun süre kalabilmek adına IŞiD’i kullanmış olması, hiç de gözardı edilecek bir olasılık değildir. Ortadoğu’yu da, Türkiye’yi de zor günler bekliyor. 

Kaynak:

  http://www.oncevatan.com.tr/abd-isidi-neden-bombaliyor-makale,31747.html



***

İŞİD Militanları Deniz Yoluyla Yemen’e Gidiyor.

 İŞİD Militanları Deniz Yoluyla Yemen’e Gidiyor.  


Yücel Tünel
18 Şubat 2015 
Çarşamba 16:10'te yazıldı. 
İŞİD Militanları Deniz Yoluyla Yemen’e Gidiyor.
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü                           
FİKİR TANKI


İŞİD kendi militanlarını deniz yoluyla Yemen’e gönderdiği bildirildi. El Yemenül Yevm Gazetesi dünkü baskısında Yemen sahil güvenlik yetkililerine dayandırdığı 
haberde; İŞİD militanlarını taşıyan iki teknenin Ra’sul Kelb sahil bölgesi üzerinden Yemen topraklarına giriş yaptığını belirterek, söz konusu İŞİD 
mensuplarının daha sonra bilinmeyen bir bölgeye gittikleri vurgulandı. Gazete haberin devamında İŞİD militanlarının bir süre öncesine kadar Türk Hava 
Yolları’na bağlı uçaklar ile Yemen’e giriş yaptıklarının Yemen yetkililerince ortaya çıkarılıp engellenmesi ile birlikte, İŞİD’in kendi militanlarını deniz 
yolu üzerinden Yemen’e göndermeye başladığı kaydedildi. Gazete ayrıca, bir takım dış güçlerin Yemen’de bir iç savaş çıkarmak istediklerini ve bu amaçla İŞİD’in Yemen’e gelmesine göz yumduklarını iddia etti. 

http://www.irnn.ir.


https://21yyte.org/tr/merkezler/author/13122-yuceltunel?start=860

..

***

SİYASAL KARAR ALMA ORGANLARI ÜZERİNDE ÇIKAR VE BASKI GRUPLARININ ETKİLERİ , BÖLÜM 10

SİYASAL KARAR ALMA ORGANLARI ÜZERİNDE ÇIKAR VE BASKI GRUPLARININ ETKİLERİ , BÖLÜM 10


B) YÜRÜTME ORGANI İLE ÇIKAR VE BASKI GRUPLARI ARASINDAKİ İLİŞKİLER 

Modern demokrasilerin pek çogunda yasama, yürütme ve yargı islevleri kuvvetler ayrılıgı prensibine göre kurumlasmıstır. Sosyal bilimler sözlügüne göre 
kuvvetler ayrılıgı “herhangi bir siyasal sistemde devletin üç temel islevi olan yasama, yürütme ve yargının ayrı ayrı ve birbirini denetleyen organlar tarafından yerine getirilmesi” (DEMİR ve ACAR,2002;260) seklinde tanımlanmaktadır. 

Modern demokrasilerde genellikle yürütme organı devlet baskanı ve hükümetten olusur. Türkiye Cumhuriyeti anayasası” yürütme yetkisi ve görevinin Cumhurbaskanı ve Bakanlar Kurulu tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir.’’ (T.C. ANAYASASI, Md.8) hükmünü amirdir. Bu maddede açıkça görüldügü üzere yürütme organı devlet baskanı ve hükümet (Bakanlar Kurulu) olarak iki baslı bir yapıdadır.Turan’ a göre bunun sebebi özünde her toplulukta mevcut olan çıkar çatısmalarını da içeren siyasetin muhtemel toplumsal bölücülükle sonuçlanabilecek etkilerini telafi etme düsüncesidir.(TURAN, 1986, 189) Diger bir deyisle devlet baskanı partizanca mücadelenin dısında olup rejimin mesrulugunu temsil eden bir makamdır. 

Yürütme organlarının da çesitli, islevleri vardır. Turan’ a göre bu islevler siyasal, yasal ve idari liderlik, dıs siyaset yapımı, silahlı kuvvetlerin komutası, yargı ve 
temsil islevidir.(TURAN, 1986: 195-197) 

Yürütme organlarının yukarıda sayılan islevlerinden siyasal, yasal, idari liderlik ile dıs siyaset yapımı çıkar ve baskı gruplarının etkinlik saglama faaliyetlerine 
alabildigince açıktır. Örnegin hükümetler sorunların saptanması, çözüm üretilmesi elde mevcut kaynakların çesitli sorun alanlarına dagıtılması gibi görevlerle yükümlüdürler. 

İşte tam bu noktada çıkar ve baskı gruplarının faaliyetleri baslamaktadır. 
Çıkar ve baskı grupları hükümetleri (yürütme organlarını) sorunların teshis edilmesinden baslayarak, çözüm üretilmesi ve kaynak dagıtılmasına kadar her asamada önceki bölümlerde ayrıntılarıyla açıklanan yöntemleri kullanarak etkilemeye ve üyelerinin çıkarlarını maksimize etmeye çalısırlar. Örnegin Türkiye Soförler ve Otomobilciler Federasyonu (TSOF) 12 Nisan 2006 tarihli Sabah Gazetesinde yarım sayfa ilan vererek medyayı kullanarak kamuoyu olusturmak ve hükümeti etkilemek istemistir. Bahis konusu ilanda TSOF çesitli illerde yasanan ve 150 taksici esnafının öldürülmesine yol açan gasp olaylarını önlemek için hükümetten bir defaya mahsus olmak üzere koruma kabinli yeni model taksiler için özel tüketim vergisi (Ötv) ve katma deger vergisi (kdv) indirimi talep ettiklerini “ ölüyoruz duyun sesimizi diye defalarca 
haykırdık duyan olmadı” gibi tehditkar ve suçlayıcı ifadelerle beyan etmistir. (SABAH,12.04.2006:17) 

Yukarıda açıklanan olay bir baskı grubunun üyelerine fiziki güvenlik ve maddi çıkar saglamak adına medyayı kullanarak kamuoyu olusturma ve hükümeti zor durumda bırakma faaliyetidir. 
Yürütme organlarının (hükümetlerin) çıkar ve baskı gruplarının faaliyetlerine açık olan bir diger islevi ise dıs politika sahasıdır. Önceki bölümlerde çıkar ve baskı 
gruplarının islevleri incelenirken bu husus incelenmistir. Yine de her hükümetin özellikle basbakan ve dısisleri bakanının dıs gezilerine pek çok is adamının katılması bu konunun en güzel örnegini teskil etmektedir. Ayrıca hükümetler kendi ülkelerine ait firmaların diger ülkelerden alacaklarını dahi dıs politika konusu yapabilmektedir. 

Yine herhangi bir hükümetin diger hükümetlerle ekonomik anlasmalar imzalaması ya da insan hakları, çevre sorunları gibi baglayıcı metinlere imza atması bütün çıkar ve baskı gruplarını yakından ilgilendirmektedir. 
Türkiye’nin önde gelen baskı gruplarından birisi olan Türk Sanayicileri ve İş Adamları Dernegi (TÜSİAD) tüzügünde amaçlarından bir tanesinin ülkenin iç ve dıs sorunları ile ilgili görüs ve öneriler olusturmak ve karar organlarına aktarmak oldugunu açıkça ifade etmektedir.(TÜSİAD TÜZÜGÜ,MD : 3) 

Çıkar ve baskı gruplarının hükümetleri etkilemeye çalısmaları yukarıda deginilen kuvvetler ayırımı prensibinin dogal bir sonucudur. Modern demokrasilerde 
hükümetlerin seçimle is basına gelen mesru siyasi partilerce olusturuldugu farz ve kabul edilirse bu durumda siyasi partilerle çıkar ve baskı grupları arasında olusan iliskilerden söz etmek gerekecektir. 

Çıkar ve baskı grupları arasındaki iliskiler partilerin iktidar ya da muhalefette oluslarına göre farklılık gösterebilmektedir. ktidar partisi ile çıkar ve baskı grupları arasındaki iliskiler incelendiginde ortaya çıkan hususlar asagıda oldugu gibi gözlemlenebilir. 
Öncelikle hükümetler modern demokrasilerde bulundukları sorumlu mevkilere seçimle gelmislerdir. Oysa baskı grupları için böyle bir durum söz konusu degildir. 
Bununla birlikte her baskı grubu dogrudan ya da dolaylı bir sekilde siyasi iktidarın unsurlarını kendi üyelerinin çıkarlarını maksimize etmek ya da muhtemel çıkar kayıplarını engellemek maksadıyla etkilemeye çalısırlar. Bu amaçları gerçeklestirmenin en etkili yöntemi ise baskı grupları için kendi çıkarlarına halel getirmeyecek hükümetlere sahip olmaktır. 

Baskı grupları kimi zaman daha seçim asamasında kendi çıkarlarını savunacaklarına inandıkları milletvekili adaylarını destekleyebilirler. Bu amaçla kendi yöneticilerini özellikle iktidarı elde edecegine inandıkları partilerin kontenjanından milletvekili yapmak isterler. 

Bazı baskı grupları ile siyasi partiler arasında organik bir bag mevcut olabilir. 
Böyle durumlarda siyasi partinin iktidara gelmesi bir anlamda o baskı grubunun iktidara gelmesidir. Daha önce de belirtildigi üzere ngiliz sçi Partisi örnek gösterilebilir. 
Siyasi iktidarlar yani hükümetler ister tek parti isterse koalisyon hükümeti olsunlar baskı grupları bir takım avantajlar saglamak isterler. Bu avantajlara gümrük himayesi, ihracat primi, kredi, ihracat istisnası, vergi muafiyeti gibi hususlar (AY,2003:204) örnek gösterilebilir. 

Baskı gruplarının muhalefet partileriyle olan iliskileri ise su sekilde sıralanabilir. 
Öncelikle her parti iktidarı elde etme amacındadır. Bu nedenle baskı grupları için her parti simdi olmasa bile muhtemel bir hükümet veya hükümet ortagı olabilecek bir yapıdır. 
Partiler muhalefette bile olsa baskı gruplarının emellerine hizmet edebilirler. 
Örnegin hükümetin icraatlarından memnun olmayan baskı gruplarının muhalefet partileriyle is birligi yapabildikleri ve hükümet faaliyetlerin sekte vurmaya çalıstıkları bir sır degildir. 
Baskı grupları iktidara gelebilecek muhalefet partilerine de maddi yardımda bulunmaya devam ederler. Çünkü yukarıda belirtildigi üzere muhalefet partileri yarının muhtemel iktidarlarıdır. 
Baskı gruplarının siyasi partilerle ister iktidar ister muhalefette olsunlar iliski kurdukları bir gerçektir. Fakat bunun tam tersi de söz konusudur. 
Siyasi partiler de çıkar ve baskı grupları ile iliskiler kurmakta ve hatta onları etkilemeye çalısmaktadırlar. Çünkü her siyasi partinin amacı iktidarı elde etmektir. Bu amaç için siyasi partiler baskı gruplarının yönetim kademelerine kendi ideolojilerine destek verecegini düsündükleri sahısları geçirmeye çalısırlar. 
Siyasi partilerle baskı grupları arasındaki iliskiler bu çalısmanın ikinci bölümünde ayrıntılı olarak incelenmistir. Burada ilave edilecek husus siyasi partilerin 
siyasal karar alma sürecinde kamusal mal ve hizmetlere olan talebin belirlenmesinde önemli görevler üstlendigidir. Özellikle çok partili temsili demokrasilerde seçmenler aynı zamanda kamusal mal ve hizmet tüketicileri olarak dogrudan tercih belirtmek yerine belli süreler için parti programları çerçevesinde bir siyasi partiye oy vererek tercih açıklamıs olmaktadırlar. (SAKAL,ty) Dolayısıyla siyasi partiler ister iktidarda isterse muhalefette olsunlar çıkar ve baskı gruplarının yakın iliskiler kurarak etkilemeye çalıstıkları siyasi aktörlerdir. 

C) YEREL YÖNETİMLER İLE ÇIKAR VE BASKI GRUPLARI ARASINDAKİ İLİŞKİLER 

Yerel yönetimlerin kavramsal boyutu bir önceki bölümde incelenmistir. Bu bölümde çıkar ve baskı grupları ile yerel yönetimler arasındaki iliskiler incelenecektir. 
AB Yerel yönetimler özerklik sartı özellikle Avrupa’da yerel yönetimlere idari ve mali açıdan özerklik saglamaktadır. dari ve mali açıdan yerel yönetimlere saglanan özerklik onları bir anlamda kamu kaynaklarının dagıtıcılarından biri haline getirmistir. 

Bu durum ise kaçınılmaz olarak yerel yönetimleri çıkar ve baskı gruplarının etkilemeyi umdukları hedefler haline getirmistir. 
Yerel yönetimlerin daha etkin hale getirilmesi için yapılan çalısmalar yönetisim kavramının literatüre dahil olmasına yol açmıstır. Kamu Yönetimi Sözlügüne göre yönetisim ‘’bir toplumsal-politik sistemdeki ilgili bütün aktörlerin ortak çabalarıyla elde edilen sonuçların oluşturduğu yapı ya da düzen’’ (ERGUN,1998:274) olarak tanımlanmaktadır. Yönetisimden kasıt tüm toplumsal aktörlerin harekete geçirilerek bir sekilde yönetim sürecine katılmasının saglanmasıdır. 

Ferhat Akbey’e göre idare, yönetisim sisteminde ne yapmalı yerine nasıl yapmalı sorusuna cevap bulmaya çalısmaktadır. Zaten yasanan küresellesme tüm 
yönetimleri özellikle yerel yönetimleri kamu hizmetlerinin tamamının görülmesi fikrinden uzaklastırmıs bunun yerine bir takım yetki ve sorumlulukların kamusal 
olmayan kuruluslara devredilmesi kabul edilmistir. ste tam bu asamada her düzeydeki idare toplumun sadece örgütlü kesimlerinden gelen istekleri dikkate almak ve mümkün oldugunca az hizmet sunmak durumunda kalacaktır. Bu durumun dogal sonucu ise idare dısı organizasyonların karar alma ve uygulama süreçlerine dahil edilmesinin kaçınılmaz oldugudur.(AKBEY ve SARAÇ,.2005) 

Küresellesme ve yönetisim kavramları yerel yönetimleri en düsük düzeyde kamusal hizmet sunmaya yöneltmistir. Örnegin günümüzde A.B.D’de her yönetim düzeyinde kamusal ve kamusal olmayan ortaklıklar artarak devam etmektedir. Bu yeni durum ise yönetimleri bir çok yatay ve dikey iliskilerin odagına yerlestirmistir. Yatay iliskilerden kastedilenler kamusal hizmetlerin koordine edilmesi ve hükümet dısı kuruluslarla yapılan ortaklıklarla gelisen iliskilerdir. Dikey iliskiler ise klasik hiyerarsik bürokrasi ve ABD’deki çok kademeli federal sistem arasındaki iliskilerdir.(KETTLE,2000) 
Yukarıda bahsedilen durum baskı gruplarının siyasal karar alma ve uygulama sürecine nasıl dahil edildiklerini gösteren bir durumdur. Diger bir deyisle baskı 
gruplarının yönetimde karar alma sürecine aktif olarak katılmaları yönetisim kavramını ortaya çıkarmıstır. Fakat baskı gruplarının katılımı ve yönetisim kavramı pratikte özellikle yerel yönetimlerin bünyesinde bir takım sorunlar yaratacaktır. Kettle’a göre bu sorunlar uyum, kapasite ve kapsam boyutunda olacaktır.(KETTLE,2000) 

Uyumdan kastedilen geleneksel hiyerarsik-bürokratik dikey yönetim sistemine etkin bir sekilde yatay yönetisim sisteminin adapte edilip edilemeyecegidir. 
Kapasite problemi ise yönetisim ve küresellesme ile kendisine farklı modeller yüklenen yönetimlerin bunları basarmak için hangi imkan ve kabiliyetlere sahip olması gerektigidir. 

Üçüncü yönetisim sorunu ise kapsamdır. Buradan kastedilen ise farklı yönetisim düzeylerinin fonksiyonlarının sınıflandırılması ve merkezi yönetimlerin rolünün 
yeniden belirlenmesidir. (KETTLE,2000) 

Çıkar ve baskı grupları yerel yönetimleri etkilemeye çalısırken önceki bölümlerde incelenen yöntemlerin hemen tamamını uygulamaktan çekinmezler. 
Bununla birlikte belki de en çok uygulanan yöntem icraatları begenilmeyen yerel yönetimlerin mensup oldukları partilerin merkez yönetimlerine sikayet edilmesidir. 
Örnegin AFYONKARAH SAR Belediyesi 2006 yılında sabit Pazar yerinin kaldırılması kararı aldıkları için esnaf tarafından mensup oldukları iktidar partisine açıkça sikayet edilmislerdir. (KOCATEPE GAZETES , 23-30 Nisan 2006) 
Erkan, bilgi çagı olarak adlandırdıgı küresellesmenin yeni bir toplumsal doku ve örgütlenme ile daha sinerjik bir toplum öngördügünü ifade ederek devletin bir sosyal yatırım devleti haline gelmesinin kaçınılmaz oldugunu ve bu sosyal yatırım devletinin birlikte çalısacagı unsurların basında ise isçi, isveren sendikaları ile gönüllü kurulusların geldigini vurgulamaktadır. (ERKAN,2000) 

Çıkar ve baskı grupları ile yerel yönetimler arasında rüsvet iliskisinin kurulması görülmemis bir durum degildir. Yakın geçmiste stanbul Büyüksehir Belediyesi 
kuruluslarından stanbul Su ve Kanalizasyon daresinde ( SK ) yasanan rüsvet skandalı tüm medyada yer almıs ve rüsvet iliskisi gözler önüne serilmistir. 
Yerel yönetimler ile çıkar ve baskı grupları arasındaki iliskiler sadece ekonomik boyutta gerçeklesmemektedir. Sosyal amaçlı baskı grupları de özellikle bası bos 
hayvanların itlaf edilmesi durumunda yerel yönetimlere siddetli baskılar uygulayabilmektedir. Buna karsın yerel yönetimler bu tür protestolarla karsılasmamak için hayvan barınakları isletmeye baslamıslardır. 
Baskı grupları açısından bakıldıgında yerel yönetimleri etkilemek siyasi iktidarı etkilemekten görece daha kolaydır. Bunun sebebi ise yerel ölçekteki kararların daha dar bir cografyada ve daha az sayıda karar verici tarafından alınmasıdır. 
Kısaca toparlamak gerekirse günümüz modern demokrasilerinde yerel yönetimler önemli karar alma organları arasındadır. Dünyadaki genel egilim ise yerel yönetimlerin daha güçlü ve daha özerk bir yapıya kavusması seklindedir. Ekonomik açıdan daha güçlü ve özerk yerel yönetimlerin gelecekte artan oranda çıkar ve baskı gruplarının etkilerine maruz kalacagı öngörülebilir. 
Gözden kaçırılmaması gereken bir diger nokta ise yerel yönetimlerin kendi bölgelerine daha fazla kaynak aktarılması hususunda merkezi yönetimlere etkide bulunmak amacıyla çıkar ve baskı grupları ile ortak hareket edebilecegidir. Diger bir deyisle yerel yönetimler içinde bulundukları karar alma sürecini kendi lehlerine çevirmede zaman zaman bir baskı grubu gibi davranabileceklerdir. 

Ç) BÜROKRASİ İLE ÇIKAR VE BASKI GRUPLARININ ARASINDAKİ İLİŞKİLER 

Bürokrasinin çıkar ve baskı gruplarının hedeflerinden biri haline gelmesi bürokratların alınan siyasal kararların uygulayıcısı olmasından kaynaklanmaktadır. 
Bürokrasinin sahip oldugu nitelikler toplumların yapısına ve siyasal kültürüne göre degisiklikler gösterebilmektedir. 
Türkiye’de bürokrasi tanzimat döneminde kurulmaya baslanan bir yapıdır. 
Yapılan çalısmalar neticesinde yetistirilen bürokratların basarılı yönetimler göstermesi sayesinde sivil bürokrasinin gücü artmıs ve stanbul tanzimattan sonra gerçek bir hükümet merkezi durumuna gelmistir.(SANDER,1989:237) Zamanla bürokrasi durumunu daha da kuvvetlendirmis ve Cumhuriyet döneminde hemen her konuda çok önemli siyasal karar alıcıların içine dahil olmustur. 
Çıkar ve baskı grupları siyasi otorite tarafından alınan kararların uygulayıcısı durumunda olan bürokratlarla yakın iliski kurmak isterler. Örnegin çıkar ve baskı grupları hükümetin aldıgı karardan memnun degillerse ve hükümet kararlarını boykot etmek isterlerse bu isi bürokratlarla basarmak zorundadırlar. Çünkü bürokratların alınan siyasal kararları uygulamakta agırdan alması bile bir anlamda hükümet faaliyetlerinin olumsuz etkilenmesi anlamına gelmektedir. 

Türkiye’de yakın zaman kadar emekli olmus bürokratların özellikle yüksek rütbeli emekli askerlerin büyük sirketlere yönetici yapıldıgı görülmüstür. Böyle bir 
durum toplumda pek de hos karsılanmamaktadır. Nitekim Kongar demokrasinin yerlesmesi için Türkiye’nin güçlü bir sermaye ile güçlü ve örgütlü bir isçi sınıfına 
ihtiyaç duydugunu vurgularken (KONGAR,2000:60), Türkiye’nin önde gelen baskı gruplarından TÜS AD’ın is ahlakı ilkelerini yeniden düzenleme girisimi ile ilgili olarak, TÜS AD üyelerinin is yerlerinde hiçbir milletvekili ve kamu görevlisini ne ad altında olursa olsun çalıstırılmamasını demokrasinin yozlastırılmasını engellemesi bakımından çok önemli gördügünü ifade etmistir. (KONGAR,2000:63) 

Bürokrasinin görevlerinden bir tanesi siyasal karar alıcılara siyasal kararla ilgili bilgi ve belge aktarmaktır. Baskı grupları bürokrasinin bu görevinde bürokratları 
etkileyebilir, kararların kendi yararlarına uygun olarak çıkmasını saglamak için siyasal organlara aktarılacak bilgi ve belgeleri manipule edebilirler. Eline bir anlamda eksik veya degistirilmis veriler verilen siyasi iktidarlar istemeden de olsa baskı grupları lehine karar vermis olabilirler. 

Baskı grupları bürokratları etkilemek için hediye ve rüsvet verebilirler. Keza eylemlerinden memnun olmadıkları bürokratları onların tayin yetkisini elinde 
bulunduran siyasilere sikayet edebilirler. Böylelikle bürokratları baskı altında tutmak isterler. 

Baskı gruplarının bürokrasiyi kendi etkileri altında bulundurmak istemesinin nedenlerinden bir tanesi de bürokrasinin devamlı ve istikrarlı bir statüye sahip 
olmasıdır. Diger bir deyisle hükümetler seçimle degisebildigi halde, bürokrasiler fazla degisiklige ugramadan tüm topluma kamu hizmetlerini sunmaya devam ederler. 
(ERYILMAZ, 2004:218) Bu açıdan bakıldıgında bürokratlar çıkar ve baskı grupları için daha kalıcı ve uzun süre etki saglayabilecek hedeflerdir. 
Bürokratların kendilerinin de zaman zaman bir baskı grubu gibi davranabilecekleri ve kendilerine bir takım haklar saglayabilecekleri önceki bölümlerde belirtilmisti. Buna karsın siyasi iktidarlar da bürokrasiyi etkilemeyi amaçlayabilirler ve bu amaçla kendilerine yakın gördükleri baskı gruplarını kullanabilirler. Diger bir deyisle bürokratik kadroları degistirmek isteyen hükümetler toplumsal tepkiden kurtulmak amacıyla baskı gruplarını kullanabilirler. Örnegin çalısma bakanlıgındaki bürokratları degistirmek isteyen hükümetler kendilerine yakın olan isçi ve isveren sendikalarının memnuniyetsizligini neden olarak gösterebilirler. 

Bürokrasi zaman zaman siyasi partilere de egemen olabilmistir. Türkiye’de çok partili yasama 1946 yılında geçilmistir. Bu dönemdeki ordu-siyaset iliskilerini inceleyen Ümit Özdağ Cumhuriyet Halk Partisinin (CHP) kuruldugu günden ikinci dünya savasının sonuna kadar, asamalı olarak önce asker-sivil devrimci bürokrasinin daha sonra ordu destekli sivil bürokrasinin ve en sonunda da devrimci niteligini ve ordu destegini yitirmis bürokrasinin parti içindeki diger gruplara egemen oldugu bir süreci yasadıgını (ÖZDAG,1981 : 152) ifade etmektedir. 
Genel olarak bürokratik yönetim süreçlerinin iyi niyetli bürokratlarca kamu yararını maksimize etmek amacıyla gerçeklestirdigi kabul edilir. (OGUZ,2003:122) 

Fakat durum her zaman için böyle degildir. Bürokratların tamamı olmasa bile bir kısmı sahsi çıkarlarını da kendileri için konulan kısıtlamalar çerçevesinde artırmak isteyebilirler. Bu durum ise baskı grupları için bulunmaz bir fırsat yaratır. Bu fırsat rant dagıtıcı bürokratlarla rant kollayıcı baskı gruplarının yollarının kesismesi demektir. 

Sonuç olarak su husus önemle belirtilmelidir ki siyasi otorite siyasal kararların alıcısı olsa da bu kararların uygulayıcısı bürokrasidir. Bu nedenle bürokrasi siyasal karar alma ve uygulama sürecinde baskı gruplarının etkilemeye çalıstıkları önemli hedeflerdendir. 

D) MEDYA İLE ÇIKAR VE BASKI GRUPLARI ARASINDAKİ İLİŞKİLER 

Günümüz dünyasında yasanan teknolojik gelismeler neticesinde haberlesmeiletisim olanakları hem çok çesitlenmis hem de hız kazanmıstır. Ayrıca yazılı ve görsel iletisim araçları milyarlarca insana ulasabilmektedir. Bu nedenle medya günümüzde toplumsal ve siyasi hayatı etkileyen çok önemli bir olgudur. 
Çıkar ve baskı gruplarının medya ile kurdukları iliskiler iki alt kategoride incelenebilir. 
Öncelikle medyanın kendisi yerel, ulusal ya da uluslararası boyutta olması farketmeksizin bir baskı grubudur. Özellikle uluslararası medya gruıpları çok önemli miktarlardaki maddi gücü ellerinde bulundurmakta, uydu teknolojisini kullanarak dünyanın en ücra köselerine bile ulasabilmektedirler. 
Medyalar yerel ve ulusal ölçekte de birer baskı grubudurlar. Medyanın elinde bulundurdugu güç kitleleri etkileme, kamuoyunu yansıtma ve hatta kimi zaman kamu oyunu olusturma gücüdür. 
Baskı gruplarının medya ile iliski kurması daha çok baskı gruplarının medyayı kamuoyuna ulasmak için kullanması seklinde gerçeklesir. Her ne kadar medya yoluyla siyasal karar alıcıları etkilemeye çalısmak önemli miktarlarda harcama gerektirse de maddi açıdan güçlü olan baskı grupları bu harcamaları karsılayabilir. 
Medya ile iyi iliskiler kurmak sadece baskı gruplarının degil aynı zamanda tüm 
siyasi partilerin de amaçlarındandır. Çünkü medya , okur yazarlık oranının yüksek oldugu, radyo ve televizyonun yaygın olarak kullanıldıgı ülkelerde toplumsal hareketin baslatılıp gelistirilmesinde ve kamuoyunda hakim kanaatlerinin oluşturulmasında büyük rol oynarlar. (TAN,2002 : 70-71) Bu nedenle siyasi partiler de büyük kitlelere ulasmak için medyaya ihtiyaç duyarlar. 
Zaman zaman baskı grubu yöneticileri ile siyasal karar alıcıların birbirleri ile olumlu ya da olumsuz sekilde medyaya demeç verme yöntemi ile iliski kurdukları da bir gerçektir. 

Baskı grubu medya iliskilerinden amaçlanan bir diger fayda ise baskı grupları için toplumun büyük kesimlerinin destegini almaktır. Diger bir deyisle baskı grupları 
medyayı kullanarak toplumun büyük kesimlerini isteklerinin haklı oldugu konusunda ikna etmek isterler. 

Sonuçta ifade edilmesi gereken husus ise medyanın kendisinin bir baskı grubu oldugu kadar çıkar ve baskı gruplarının ve siyasal karar alıcıların birbirlerini etkilemek için kullandıkları bir araç oldugu gerçegidir. Can Aktan’a göre medya toplumda enformatik bir güç odagıdır ve medya özgür olsa da sınırsız bir güç olmamalı gücü sınırlandırılmalıdır.(AKTAN,2003 : 308-309) 

SONUÇ 

Günümüz dünyası teknolojik gelismelerin bas döndürücü bir hızla gerçeklestigi ve aynı hızla dünyanın en ücra köselerine bile yayıldıgı zamanları yasamaktadır. 
İletisim ve teknolojide yasanan gelismeler neticesinde çagdas insanın dünyadaki tüm yeni fikir akımlarından ve yeni degerlerden haberdar olup etkilenmesi kaçınılmazdır. 
Çagdas insanı etkileyen yeni degerlerden bazıları yönetisim, aktif katılım, çogulculuk v.b. gibi yeni kavramlardır. Bu kavramların hepsi temelde siyaset ve 
yönetimle ilgilidir. Günümüz insanı artık yönetimde daha fazla söz sahibi olmak istemektedir. Günlük siyasal hayatta toplumun yasama hakkı ve egemenligin tek sahibi olma hakkını açıklayan milli ( Ulusal ) irade kavramıyla yetinilmemeli ; siyasi parti ve baskı gruplarının daha serbest örgütlenmeleri saglanmalı ve hatta tesvik edilmelidir. 
Siyasi iktidarlar karsısında daha fazla söz sahibi olmak ve kıt kaynaklardan daha fazlasına sahip olmak güdüsü bireyleri kendi gibi olanlarla isbirligine itmis ve bu 
isbirligi bir takım organizasyonlar olusturmustur. ste yeni toplumsal ve siyasi yasamın çogulcu çehresi neticesinde ortaya çıkan bu organizasyonlar çıkar ve baskı gruplarıdır. 
Günümüzde bir hayli mesafe katedilmesine ragmen toplumun örgütlenmesi hiçbir zaman yeterli olmamıs önemi de anlasılamamıstır. Hatta zaman zaman baskı gruplarından sikayet edilmistir. Oysa baskı grupları , siyasal hayatın , siyasi partiler kadar önemli ve gerekli kurumlarıdır. Bu kurumların yetersizligi siyasal ve toplumsal hayatın dengelerinin bozulmasına yol açar. Çünkü toplumsal taleplerin siyasal karar alıcılara iletilmesi siyasi partiler ve baskı grupları kanalı ile olmaktadır. Eger toplumun bazı kesimleri diger kesimlerine nazaran örgütlenerek toplumsal taleplerini karar alıcılara iletebilecek bir mekanizmayı isletir hale gelmislerse siyasal dengelerin bu kesimler lehine olusması kaçınılmaz bir olgu olarak karsımıza çıkacaktır. Bu durumda örgütsüz veya örgütlemede yetersiz kesimlerin çıkarları savunulamayacaktır. Oysa 
toplumun bütün çıkar gruplarının örgütlenme yoluyla toplum hayatına katılabildigi durumlarda halk iradesi de denebilecek bir egilimin ortaya çıkması kuvvetle muhtemel olacaktır. 

Çıkar ve baskı gruplarının kavramsal boyutu bu çalısmada incelenmistir. Ayrıca çıkar ve baskı grupları ile siyasal karar alıcılar arasındaki iliskiler detaylandırılmaya çalısılmıstır. 

Her seyden önce modern demokrasilerde insanlar yönetime daha aktif olarak katılmak istemektedirler. Çıkar ve baskı gruplarının bir islevi insanlara yönetime katılım imkanı saglamaktadır.

Günümüz yasamında büyüklü küçüklü çok degisik fikirlere sahip toplumsal kesimler mevcuttur. Bir ülke ne kadar demokratik olursa olsun toplumdaki her kesimin parlamentolarda temsil edilmesini saglayamaz. Çıkar ve baskı grupları bir yönüyle toplumsal kesimlerin temsilcisi olarak siyasal karar alma sürecine katılırlar. Böylelikle genis toplumsal kesimlere temsil edilme imkanı dogmus olur. 
Çıkar ve baskı grupları üyelerinin ortak çıkarları dogrultusunda siyasal karar alıcıları etkilemeye çalısan kuruluslardır. Üyelerin ortak çıkarları her zaman için maddi boyutta degildir. Sosyal ve ahlaki amaçlar için çalısan çıkar ve baskı grupları bir yönüyle tüm kamuyu ilgilendiren çalısmalar yapmaktadır. Örnegin tüm dünyada kara mayınlarının toplatılması neticede tüm insanlıgın faydasınadır. 
Örgütlü toplum, çagdas demokrasilerin vazgeçilmez unsurlarından biridir. Çıkar ve baskı grupları da örgütlü yapıları ile çagdas demokrasilerin bir parçasıdır. Hatta zaman zaman güçleri yüzünden elestirilmisler ve demokrasiyi yozlastırdıkları ileri sürülmüstür. Yine de çıkar ve baskı grupları örgütlü bir toplum ve yaygın bir demokrasinin geregi olarak kabul edilmelidir. 
Çıkar ve baskı grupları bir yönüyle toplumsal iletisim kanallarıdır .Çıkar ve talep bütünlestirmesi yaparak çesitli toplumsal kesimlerle siyasal karar alıcılar arasında iletisimi saglarlar. 
Çıkar ve baskı grupları siyasal karar alıcılara ekonomiden dıs politikaya kadar çok çesitli konularda uzman destegi saglayarak sorunlara en uygun çözümün 
bulunmasına yardımcı olabilirler. Çıkar ve baskı grupları ülkedeki istikrar ve sosyal uzlasmaya katkı saglayabilirler. Çıkar ve baskı grupları demokrasilerin vazgeçilmez denge unsuru olan muhalefetle görevli siyasi partilerin yetersizligi durumunda yapacakları islevlerle muhalefet görevini gerçeklestirebilirler. 
Çıkar ve baskı grupları toplumda uzlasma kültürünün olusmasına yardımcı olabilirler. Çünkü her çıkar ve baskı grubu tüm çatısmalara ragmen diger toplumsal kesimlerle bir uzlası gerçeklestirmek zorundadır. 
Çıkar ve baskı grupları siyasal karar alıcıların uygulamalarını denetlerler. Bu yönleriyle kendi çıkarları ile kamu yararının kesistigi ölçüde bu denetim faaliyeti kamu adına gerçeklestirilmis olur. 
Çıkar ve baskı grupları siyasi iktidarı ele geçirmeden siyasal karar alma sürecini etkileyen unsurlardır. Fakat çıkar ve baskı gruplarının siyasetle ilgilenmedigi söylemi de gerçegi yansıtmamaktadır. Çünkü çıkar ve baskı grupları siyasal karar alma sürecinin önemli aktörlerindendir. Diger bir deyisle tüm çıkar ve baskı grupları iktidarı ele geçirme amacı olmayan fakat siyasetin içinde olan kuruluslardır. 

Çıkar ve baskı gruplarının faaliyetlerinin pek çogu göz önünde icra edilmez. 
Baska bir deyisle bu faaliyetler kamunun dikkatinden uzakta gerçeklestirilir. Yine de bu durum çıkar ve baskı gruplarının kanun dısı oldugu anlamına gelmez. Zaman zaman rüsvet , tehdit gibi kanun dısı yöntemler uygulasa da çıkar ve baskı grupları kanuna uygun olarak kurulmus yapılardır. 

Her geçen gün demokrasiye olan ihtiyaç daha da artmaktadır. Özellikle modern demokrasilerde devletin demokratikligi önem kazanmakta ve hatta bir özlem haline gelmektedir. Oysa demokrasi bir özlem olmaktan çıkarılmalı ve yasamın ta kendisi yapılmalıdır. Bir ülkede demokrasiyi yerlestirecek ve devletin demokratikligini gerçeklestirecek olanlar ise tüm kesimleri ile bütün halktır. Çıkar ve baskı grupları da iste bu bütünün parçalarıdır. 

Çıkar ve baskı grupları,siyasi partiler ile birlikte birbirlerini karsılıklı olarak etkileyen iç içe geçmis yapılardır. Bu yönüyle bakıldıgında çıkar ve baskı grupları olmadan demokrasinin saglıklı isleyemeyecegi bile söylenebilir. Burada önemli olan husus siyasi iktidarların çıkar ve baskı gruplarından gelen taleplerin ne kadarını karsılayacaklarıdır. Buradaki ölçü toplumsal adalet anlayısı ve kamu vicdanı olmalıdır. 

Siyasi iktidarlar çıkar ve baskı gruplarının taleplerini onların gücü oranında degil, aksine kamu çıkarının gerekleri oranında karsılamalıdır. Zaten siyasal karar alıcılar her kesimin çıkarlarını mümkün oldugunca karsılamaya çalısacakları, bunun yanında çıkar ve baskı grupları da birbirlerinin güçlerini kıracagı için ortaya çıkan bu egilim çıkarların temsili bakımından bir denge olusmasını saglayacaktır. 
Çıkar ve baskı grupları çok sesliligin birer parçasıdırlar. Çok seslilik ise siyasi iktidarlarca uyumlu bir orkestra gibi yönetilmelidir. Çıkar ve baskı grupları da 
toplumlarda siyasi yönetilmezlige yol açmamalı, bütün çatısmaların en sonunda bir uzlasma ile son bulması gerektigi unutulmamalıdır. 

Kısaca belirtmek gerekirse çıkar ve baskı grupları modern demokrasilerde çok önemli siyasal karar alma aktörlerinden bir tanesidir. Önümüzdeki dönemde hem dünyada hem de Türkiye’de daha yaygın ve daha etkin olacaklardır. 

KAYNAKÇA 

Agaoglu, A. 1927 , Üç Medeniyet , İstanbul. 
Ahmad, F. 1996 , Demokrasi Sürecinde Türkiye , Çev.: Ahmet Fethi, Hil Yayın , İstanbul. 
Akbey, F. ve Saraç , Ö. 2005 , Küresel Yönetisim Ekseninde Uluslararası Sivil Toplum Örgütleri , Türk İdare Dergisi , (446) . 
Akkas , H.H. 2004 , Muhafazakar Düsünce ve Edmund Burke , Kadim Yayın , Ankara . 
Aksit , B. Ve Tabakoglu , B. Ve Serdar , A. 2002 , Ulus – Devlet ve Cemaatçi Kültür 
Arasına Sıkısan – Gelisen Sivil Toplum , Dikmen , A. A. (ed.) Cumhuriyet Döneminde Siyasal Düsünce ve Modernlesme , Türk Sosyal ilimler Dernegi ve İmaj Yayınları, Ankara. 
Aktan , C.C. 1993 , Çıkar Grupları ve Rant Kollama , Amme İdaresi Dergisi , TODA E, Ankara., 1999 , Anayasal Demokrasi Anayasal İktisat , Yeni Türkiye Dergisi (30 ) , 
Ankara. , 2003 , Türkiye’de Güç Odakları ve Yozlasan Demokrasi, Yasal Soygun , Ed.: C.C. Aktan ,Zaman Kitap , İstanbul , s. 305-310 
Aliefendioglu, Y. 1999 , İnsan Hakları ve Sivil Toplum Örgütleri 
http://www.abchukuk.com/makaleler (04.04.2006) 
Alkan , H. 1999 , Avrupa Birligi Karar Alma Süreçlerinde Baskı Grupları , Türk İdare Dergisi , (422) , Ankara . 
Alkan , H. Ve Öner , S. 2000 , Sivil Toplum – Devlet İliskilerinde Baskı Gruplarının 
Rolü ve Türkiye , Türk İdare Dergisi (427) , Ankara. 
Apollonio , D.E ve La Raja , R.J. 2004 , Who Gave Soft Money ? The Effect Of İnterest Group Resources on Political Contributions , The Journal Of Politics (66) , USA 
Arı ,T. 2004, Uluslararası İliskiler ve Dıs Politika , Alfa Yayıcılık , İstanbul. 
Aslan, S. ve Gül , C. 2004 , Geçmisten Günümüze Türkiye’de Baskı Grupları , C.Ü.İ.İ.B. Dergisi Cilt.5 sayı 1 s.85-100  
Ay , H. 2003, Baskı Gruplarının Gücü ve Siyasal Karar Alma Sürecine Etkisi , Yasal Soygun , Ed. : C.C. Aktan , Zaman Kitap , İstanbul, s.185-230 
Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Sartı. 
Bayhan , V. 2002 , Demokrasi ve STÖ.’lerin Engelleri : Patronaj ve Nepotizm, C.Ü. Sos.Bil.Dergisi (26) s.1-3, Sivas. 
Belge Net Web Sayfası , http://www.belgenet.com./dava/yücedivan,erisim 02.06.2006. 
Binderkrants , A. 2005 , nterest Group Strategies , Politikal Studies, (53) , USA. BM web sayfası , http://www.un.org./geninfo Erisim: 02.06.2006. 
Bolay . S.H. 1997 , Demokrasinin Felsefi Temelleri Üzerine , Yeni Türkiye Dergisi (17) , Ankara . 
Bozkurt , Ö. 1998 , Gönüllü Kurulus , Kamu Yönetimi Sözlügü, Ed.: S.Sezen , TODA E , Ankara . 
,1998 , Rüsvet , Kamu Yönetimi Sözlügü Ed.: S.Sezen , TODA E , Ankara . 
,1998 , Bürokrasi, Kamu Yönetimi Sözlügü , Ed.: S.Sezen , TODA E , Ankara . 
Burstein , P. Ve Linton A. 2002 , The İmpact of Political Parties, İnterest Groups and Social Movement Organizations on Public Policy , Social Forces, The 
University of North Carolina Pres , USA. 
Cardoso , F.H. 2005, Political Parties , Foreign Policy , (150) , USA , S.41-42 
Cemal , H. 1999 , Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım , Dogan Kitap, İstanbul. 
Çitçi, O. 1998 , Parti Örgütü , Kamu Yönetimi Sözlügü, Ed.: S.Sezen , TODA E Ankara,s.199-201 
Çakmaklı, S.E. 2003 , Baskı Gruplarının Siyasal Partilerle İliskileri , Yasal Soygun Ed.: C.C.Aktan , Zaman Kitap stanbul , s. 157-184 
Demir , Ö. ve Acar , M.2002 , Sosyal Bilimler Sözlügü , Vadi Yayınları, Ankara. 
Duverger , M , 1993 , Siyasi Partiler ,Çev. E. Özbudun , Bilgi Yayınevi , Ankara. 
Dündar , C. 2006 , Özel Arsivinden Belgeler Ve Anılarıyla Vehbi Koç , Dogan Kitap , İstanbul . 
Ekici , M.S. ve Demir , M. 2003 , Rant Kollama Sürecinde Baskı Grupları , Yasal Soygun, Ed.: C.C.Aktan , Zaman Kitap , İstanbul , s.231-256. 
Ergun, T , 1998 Yönetisim , Kamu Yönetimi Sözlügü , Ed.:S.Sezen , TODA E Ankara , s.274. 
Erkan , H. 2000 , Üçlü Uzlasmalar , TİSK İsveren Dergisi , (Agustos) , Ankara 
Ersoy A. 1999 , Bürokratik Anayasadan Demokratik Anayasaya , Yeni Türkçe Dergisi , (30) Ankara . 
Eryılmaz , B. 2004 Kamu Yönetimi , Erkan Matbaası , İstanbul. 
Fındıklı , R, 1989 , Yönetim Karsısında Denge Unsuru Olarak Orta Sınıflar , Türk İdare Dergisi , (384) , Ankara . 
Gözler , K. 2005 , Türk Anayasa Hukuku Dersleri , Ekin Kitabevi, 3 ncü Baskı , Bursa . 
Hasgüler , M. ve Uludag , M.B. 2004 , Devletlerarası ve Hükümetler Dısı Uluslararası Örgütler , Paradigma Yayınevi , Çanakkale . 
Hennessy , P. 2000 , Pressure Groups : Their Role n Developing The Law , Legaldate (12) , Australia . Gözübüyük , A.S. , 2006 ,Anayasa Hukuku , 14 ncü Baskı , Turhan Kitabevi , Ankara . 
Kahraman , H.B. 1995 , Sag Türkiye ve Partileri , İmge Kitabevi , Ankara . 
Karpat , K.H. 2004 , İslamın Siyasallasması , Bilgi Üniversitesi Yayını, İstanbul . 
Keles , R. 2004, Yerinden Yönetim ve Siyaset , Cem Yayınevi , 4 ncü Basım , İstanbul . 
Kettele , D.F. 2000, Yönetisimin Dönüsümü ; Küresellesme , Yetki Devri ve Hükümetlerin Rolü, Çev. M.A. Özer , Sayıstay Dergisi (54), Ankara . 
Kır , Y. 1999 , 3 D , Demokratik Siyaset , Demokratik Devlet , Demokratik Toplum , Yeni Türkiye Dergisi (30 ) , Ankara . 
Kongar , E. 2000 , 28 Subat ve Demokrasi , Remzi Kitabevi , İstanbul. 
Kutadgobilik , T. 2005 , TİSK’in AB Sürecine Katkıları , Hedefleri ve Önerileri , 
http://www.tisk.org.tr./duyurular , (19.04.2006) 
Kuzu , B. 1985 , Kamu Yönetiminde Baskı Gruplarının Rolü ve Memleketimizdeki Duruma Bir Bakıs , İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, (2) , İstanbul. 
,1999 , Demokratik Süreçte Nasıl Bir Anayasa ? Yeni Türkiye Dergisi , (30) İstanbul. 
Küçükömer , . 1963 , Politika Nedir? Cuntacılıktan Sivil Topluma , Ed.: Y.Yaman , Baglam Yayınevi , İstanbul . 
Laçiner , S. 2004 , Dıs Politikanın Degisen Dogası ve STK’ların Rolü , ÇOMÜİB İBF Dergisi , Çanakkale . 
Mahalli Gazete , 2006, Kocatepe 23.04.2006 sayısı , Afyonkarahisar . 
Mardin , S. 2004 , Türkiye’de Toplum ve Siyaset , Ed.: M.Türköne . ve T. Önder İletisim Yayınları , 12 nci Baskı , İstanbul . 
Odabas , U.K. 1999 , Niçin Devlet , Nasıl Anayasa ? , Yeni Türkiye Dergisi (30), Ankara . 
Oguz , F. 2003 , Kamu Tercihi , Rant Arama ve Bürokrasinin Çıkmazı , Yasal Soygun , 
Ed.: C.C.Aktan , Zaman Kitabevi , İstanbul , s.119-138 
Onaran , O. 1998 , Karar Verme , Kamu Yönetimi Sözlügü Ed.: S.Sezen , TODA E Yayını, Ankara , s.140 
Özdag , Ü. 1991 , Ordu-Siyaset İliskisi (Atatürk ve İnönü Dönemleri) , Gündogan Yayınları , Ankara . 
Parkinson , .N. 1984, Siyasal Düsüncenin Evrimi , Çev.: M. Harmancı Remzi Kitabevi , İstanbul . 
Richardson , J. 2000 , Government , İnterest Groups and Policy Change, Political Studies Association , (48) USA . 
Sabah Gazetesi , 2006 , TSOF ilanı , 12.04.2006 sayısı , s.17. 
Sakal , M. , Tarihsiz , Siyasal Karar Alma Sürecinde Yer Alan Aktörler ve Rolleri, 
http://www.canaktan.org. (01.05.2006) 
San , C. 1998 , Devlet , Kamu Yönetimi Sözlügü ,Ed. : S.Sezen , TODAE Yayını , Ankara, s.64-65. 
Sander , O. 1989 , Siyasi Tarih , İlkçaglardan 1918’e , İmge Kitabevi , Ankara . 
Selçuk , S. 1997 , Dar Ufuklu Demokrasiyle Yetinmenin Bunaltıcı Dayanılmazlıgı , Yeni Türkiye Dergisi (17) , Ankara . , 
1999 , Adli Yılı Açış Konusması , Yargıtay , Ankara. 
Siyasi Partiler Kanunu , 2820 sayılı , Kabul Tarihi : 22 Nisan 1983 
Tan , A. 2002, Politik Pazarlama, Papatya Yayınevi , İstanbul 
Tekeli , . Tarihsiz , Katılımcı Demokrasi , Sivil Aglar ve STK’lar , 
http.//www.stksempozyumu.org./ (21.03.2006) 
Tıchenor , D.J. ve Harris , R.A. 2005 , The Development of İnterest Group Politics in America , Annval Review of Political Science , (8) , USA. 
Tisk Raporu , 2005 , Türkiye – AB Müzakereleri , Çalısma Grupları ve Etki Analizlerinin Önemi ile STK’ların Rolü , Tisk-İsveren Dergisi (Eylül) , Ankara. 
Turan , . 1986 , Siyasal Sistem ve Siyasal Davranıs , Der Yayın Üçüncü Baskı , İstanbul. 
Turgut , M. 1998 , Baskanlık Sistemi , Ordu ve Demokrasi Bogaziçi Yayıncılık ,İstanbul . 
Tüsiad Basın Bülteni , 2004 , 24 Kasım 2004 tarih ve TS/Bas-Bül/04-104 Sayılı Bülten , İstanbul . 
Tüsiad Dernek Tüzügü , 2001 , http://www.tusiad.org./tüzük.htm (01.05.2006). 
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası , 1982 
Yorgancı , A.E. 2000 , Sivil Toplumun Tarihsel Evrimi , Tügiad Elegans Magazin (Yaz) , İstanbul . 

***

SİYASAL KARAR ALMA ORGANLARI ÜZERİNDE ÇIKAR VE BASKI GRUPLARININ ETKİLERİ , BÖLÜM 9

SİYASAL KARAR ALMA ORGANLARI ÜZERİNDE ÇIKAR VE BASKI GRUPLARININ ETKİLERİ , BÖLÜM 9



II. SİYASAL KARAR ALMA ORGANLARI 

Siyasal karar alma organları bulundukları siyasal sistemin özelliklerine göre degisiklik gösterebilirler. Örnegin bir monarside her konuda son sözü kral 
söyleyebilirken modern demokrasilerde yönetilenler adına kararı yürütme ve yasama organları alırlar. Bu alınan kararlar ise bürokrasi eliyle uygulamaya geçirilir. 
Çalısmanın sınırlandırılabilmesi amacıyla demokratik yöntemlerle idare edilen ülkelerdeki siyasi karar alma mekanizmaları incelenecektir. 
Öncelikle siyasal karar almanın gerçeklestigi yapının ortaya konması gerekir. 
İdris Küçükömer bu yapıyı Anayasa ve ona uygun diger kanunlar olarak tanımlamaktadır. Ona göre Anayasa ve diger kanunlar siyasal karar alma 
mekanizmasının üst çatısıdır. Bu mekanizmanın alt yapısı ise gerçek demokrasilerde bir taraftan siyasi hammaddeyi ortaya çıkaran, diger taraftan da alınacak kararın sekillenmesine etki yapan, yardım eden veya engelleyen halk içindeki kisiler, gruplar ve sınıflardır. İste bu alt kısım siyasal karar alma mekanizmasından dıslanırsa o siyasi rejim demokrasi olmaktan uzaklasır. (KÜÇÜKÖMER,1963) 

Siyasi arenada boy gösteren bütün siyasi partilerin amacı iktidar olmak eger iktidarda ise bu durumu devam ettirmektir. Ahmet Tan’a göre siyasal karar alma sürecinin temel aktörleri iktidar, muhalefet, bürokrasi, baskı grupları ve seçmenlerdir. (TAN, 2002:122-141)

Siyasal kararlar tüm toplum için baglayıcı kararlardır. Buradan hareketle siyasal kararların hükümet, siyasi partiler, baskı grupları gibi çesitli somut yapılar tarafından üretilerek yürütüldügü ileri sürülebilir. Aynı sekilde siyasal kararların yöneldigi alan birey olmayıp dogrudan dogruya kamunun kendisidir. Yine siyasal kararlar çatısma ve uzlasma terimlerini bünyesinde bulundurur. (ERYILMAZ,2004:141) 
 İlter Turan, siyasal karar alıcıları siyasa yapıcılar olarak adlandırmıs, yasama ve yürütme organları olarak siyasal karar alıcıları ikiye ayırmıstır. (TURAN,1986) 
Günümüz modern toplumlarında siyasal karar alıcılar parlamento üyeleri, siyasi partiler, yerel yönetimler ile onları etkileyen bürokrasi, sivil toplum örgütleri, çıkar ve baskı grupları, medya ve üniversitelerdir. 

A) PARLAMENTO 

Günümüz siyasal sistemlerinde parlamentolar yasa yapma görevini yüklenmislerdir. Diger bir deyisle parlamentolar modern demokrasilerin yasama 
organlarıdır. İlter Turan’a göre parlamentolar pek çok isleve sahiptir. Bunlar kural yapımı, temsil, mesrulastırma-emniyet subabı-çıkıs yolu olma, siyasal egitim ve toplumsallastırma, denetleme, hükümet danısmanlıgı ve yargı islevidir. 
(TURAN,1986;166-179) Bu islevleri kısaca tanımlamak yararlı olacaktır. 
Öncelikle parlamentolar yasa koyuculardır. Fakat bu yasaları kendi baslarına yapamazlar. Özellikle günümüzde gelisen teknoloji, iletisim ve uluslararası iliskiler neticesinde parlamento üyelerinin her konuda yeterince uzman olması düsünülemez. 

Burada bürokratlar, baskı grupları, üniversiteler, sivil toplum örgütleri vb. unsurlar devreye girerler. Bu konu ileride islenecektir. Burada önemli olan parlamentoların kimi ülkelerde sadece sekli olarak kalsa da modern demokrasilerde tüm toplumu baglayıcı kararlar alabilmesidir. 
Parlamentonun bir diger islevi temsildir. Yasama kurumlarının gelismesi, genis kitlelerin siyasal katılım hakkını elde etmesiyle bir paralellik gösterir. Söyle ki 
milyonlarca insanın kendi kendilerini yönetmeye dogrudan katılması mümkün olamayacagından, bu islevin belirli aralıklarla seçilen temsilciler tarafından yapılması kaçınılmazdır. (TURAN, 1986:169) 
Parlamentoların her ülkede toplumun tüm kesimlerini temsil ettigi söylenemez. 
Örnegin Türkiye’de yüzde on seçim barajı mevcuttur. Bu oranın altında oy alan siyasi partiler ve dolayısıyla seçmenleri parlamentoda temsil edilemezler. İste böyle durumlarda önceki bölümlerde deginildigi üzere çıkar ve baskı grupları temsil islevi yerine getirirler. Yine de genel anlamıyla parlamentolar günümüz siyasal yasamında temsil kurumlarıdır. 
Parlamentoların üçüncü islevi mesrulastırma, emniyet subabı olma ya da çıkıs yolu saglama islevidir. Bu islevlerden kast edilen yasama ve temsil yetenegi olmayan parlamentoların bile bir sekilde varlıgını sürdürmesidir. 
Modern çagın siyasi diktatörlüklerinde göstermelik de olsa seçimler yapılmakta ve parlamentolar olusturulmaktadır. Bu parlamentoların olmasının amacı iç ve dıs kamuoyunda bir mesruiyet saglamaktır. 
Parlamentoların dördüncü islevi siyasal egitim ve toplumsallastırma islevidir. 
‘’Parlamentolar gerek seçmen kitlesini, gerek siyasal seçkinleri bilgilerle donatan ve yetistiren kurumlardır.’’ (TURAN,1986:175) 

Aynı sekilde parlamentolar toplumsallasma saglayan kurumlardır. Örnegin genis ve bölgesel farklılasmaların yaygın oldugu Hindistan, ABD gibi ülkelerde temsilcilerin ortak çatı altında bir araya gelmeleri , ortak degerlerin olusmasına ve yaygınlasmasına yardımcı olacaktır. Turan’a göre bu bütünlestirici tecrübe ‘’ulusal düzeyde bir toplumsallasma olayıdır.’’(TURAN,1986:176) 
Parlamentoların besinci islevi denetim islevidir. Demokrasilerin önemli özelliklerinden bir tanesi farklı kurumların birbirlerini denetlemesi yani çapraz 
denetimdir. İste parlamentolar demokrasilerde bu denetimi yapacak kurumlardan bir tanesidir.(KONGAR,2000) 

Modern demokrasilerde parlamentolar sistemin diger kurumlarını özellikle yürütme organı ve bürokrasiyi denetlemekle yükümlüdürler. Gensoru açılması, tahkikat komisyonu kurulması denetleme yöntemlerindendir.(TURAN,1986) 
Parlamentoların altıncı islevi hükümete danısmanlık yapmaktır. Pek çok ülkede savas ilan etmek, uluslararası anlasmaları yürürlüge koymak gibi görevler yürütme organlarına bırakılmamıs, bu gibi konularda parlamento onayı aranmıstır. İste bu islev bir anlamda yürütme organına yani hükümete danısmanlık islevi olarak algılanmıstır. 

Parlamentoların sonuncu islevi ise yargı islevidir. Örnegin Türkiye’de millet vekillerinin dokunulmazlıkları vardır ve dokunulmazlıkları kaldırılmadan hiçbir konuda yargılanamazlar. Bu durumun istisnaları anayasada öngörüldügü sekilde agır cezayı gerektiren suçüstü hali ve anayasanın 14’üncü maddesindeki 
durumlardır.(GÖZLER;2005:190) Parlamento gerekli görürse bir millet vekilinin dokunulmazlıgını kaldırabilir. İste böyle durumlarda parlamentolar bir yargı islevi gerçeklestirmis olurlar. 

B) SİYASİ PARTİLER 

Siyasi partiler konusuna ilk bölümde deginilmistir.Çalısmanın konusu açısından siyasi partilerin iktidarda ya da muhalefette bulunmaları önem arz etmektedir. Çünkü baskı grupları her iki durumda da farklı yaklasımlar sergileyebilmekte ve farklı etkileme yöntemleri uygulamaktadırlar. Bu konu sonraki bölümlerde açıklanacaktır. 

C) YEREL YÖNETİMLER 

Yerel yönetimler tüm dünyada kamu yönetiminin çok önemli ve vazgeçilmez aktörlerindendir. Bütün kamu hizmetlerinin merkezi bir anlayısla tek elden ve tek bir yerden sunulması mümkün degildir. 
Yerel yönetimleri ortaya çıkaran sebepler fonksiyonel etkinlik, demokrasinin gelismesi, özgürlük, özerklik ve yeniden paylasım degerleridir. (ERYILMAZ,2004:121- 124) 
Yerel yönetimlerin pek çok islevi vardır. Bunlardan bazıları sunlardır. Yönetime katılma, kararlarda isabet, kaynakların yeniden paylasımı, idari ve mali özerklik 
saglama, vb. Rusen Keles, yerel yönetimlerin varlık nedenlerini yönetsel ve toplumsal nedenler olmak üzere ikiye ayırmaktadır. (KELES, 2004:121-26) 
Yönetsel nedenler tüm kamu hizmetlerinin tek bir merkezden sunulma olanaksızlıgının yarattıgı zorunluluklardır. 
Toplumsal nedenler ise günümüzde ortaya çıkan yönetime katılma arzusudur. 
İnsanlar yerel düzeydeki yönetim organlarına daha kolaylıkla katılabilmekte dirler. 
Modern demokrasilerde örnegin Avrupa Birligini olusturan ülkelerde kabul edilen yerel yönetimlerin özerkligi kamu yönetimini etkileyen ve degistiren bir 
kavramdır. 15 EK M 1985 yılında Avrupa Konseyinin yetkili organlarınca 

Strasbourg’da imzalanan Avrupa Yerel Yönetimler özerklik sartına göre yerel yönetimler kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu islerinin önemli bir 
bölümünü kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları dogrultusunda düzenleme ve yönetme hakkı ve imkanına sahip olmalıdır. (AVRUPA YEREL 

YÖNETİMLER ÖZERKLİK ŞARTI. Md:1) 

Buradaki özerklik kavramı idari ve mali konuları kapsamaktadır. Fakat özerklik bagımsızlık demek degildir. Merkezi yönetimin yerel yönetimler üzerindeki denetiminin yasalarca sınırlandırılmasıdır. 
Denetim korunması amaçlanan çıkarların önemiyle orantılı olmalı, kanuna ve anayasal ilkelere uygunluk saglamak amacıyla yapılmalıdır. 
Yerel yönetimlerin özerkligi onları çıkar ve baskı gruplarının hedefleri haline getirmistir. Bu konuya bir sonraki bölümde yerel yönetimlerle çıkar ve baskı gruplarının iliskileri açıklanırken deginilecektir. Fakat burada su söylenmelidir ki yerel yönetimler siyasal sistemlerde önemli karar alıcılar arasındadır. Bu kararların sadece yerel nitelikte olması da gerekmemektedir. Yerel yönetimler ulusal ve uluslararası düzeydeki siyasal kararları da etkileyebilmektedirler. 

Ç) BÜROKRASİ

Kamuyu ilgilendiren siyasal kararları alan ve aynı zamanda uygulayan aktörlerden bir tanesi de bürokrasidir. Bürokrasi sözcük anlamı olarak bürolarda çalısan görevliler eliyle yönetim; büroların-yönetsel örgütlerin-kisisel olmayan ve kurallara dayanan yetkisi ve egemenligi anlamına gelmektedir.(BOZKURT,1998) 
Sözlüklerde degisik bürokrasi tanımlamaları yapılmıstır. Çalısmanın konusu açısından bürokrasi siyasal kararların uygulamaya geçirildigi, çalısan personelin hak, sorumluluk ve iliskilerinin yazılı olarak belirlendigi, bütün islerin hiyerarsiye uygun olarak yerine getirilmesinin zorunlu olmasından dolayı formalitelerin önem kazandıgı kamu kurumları veya bu kurumlarda çalısan bireyler(DEM R ve ACAR;2002) olarak kabul edilecek ve bu anlamda kullanılacaktır. 
İlter Turan da benzer sekilde bürokrasiyi kamu yönetimiyle görevlendirilmis kadroların tümü seklinde tanımlamaktadır. (TURAN ,1986,198) 
Bürokrasinin çesitli islevleri vardır. Öncelikle bürokrasi yasa ve kuralların uygulayıcısıdır. Siyasal karar alıcıların aldıkları kararlar bürokratlar dolayısıyla 
bürokrasi tarafından uygulamaya geçirilmektedir. 

Bürokrasi kuralların uygulanması kadar uygulanacak kuralların yapımına da katkı saglar. Son kararı siyasi yöneticiler verseler de bürokratlar kuralların 
hazırlanmasında sahip oldukları uzmanlıklarıyla son derece etkilidirler. 
Bürokrasiler bir yönüyle baskı grubu gibi bir islev de görürler. Turan’a göre bu islev iki boyutludur. İlk boyutta bürokratlar kendi ortak çıkarları için karar vericileri etkilemeye çalısırlar. İkinci boyutta ise temsil ettikleri kesimin çıkarlarını savunurlar. 

Bütçe görüsmelerinde her bakanlıgın kandi ödenegini arttırarak temsil ettigi kesimlere daha fazla kaynak aktarma gayreti ikinci boyuta örnek olarak gösterilebilir. (TURAN, 1986) 

Bürokrasinin bir diger islevi ise toplum ile siyasi yöneticiler arasındaki çok yönlü iletisimin saglanmasıdır. 

Bürokrasinin en önemli islevi ise bir anlamda yargı islevini andıran faaliyetlerde bulunmasıdır. İsçi-isveren uzlasmazlıklarında Çalısma Bakanlıgı’nın hakem rolü 
oynaması bu duruma örnek olarak gösterilebilir. (TURAN,1986) 

Sonuç olarak su husus önemle belirtilmelidir ki bürokrasi siyasal kararları uygulamaya aktaran ve sürekli büyüme egiliminde olan bir yapılasmadır. Durum böyle  olunca çıkar ve baskı gruplarının bürokratlara kayıtsız kalması düsünülemez. Çıkar ve baskı grupları ile bürokrasinin iliskileri ileri bölümlerde açıklanacaktır 

D) SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ İLE ÇIKAR VE BASKI GRUPLARI 

Sivil toplum örgütleri ve bir anlamda sivil toplum anlayısının türevleri olan çıkar ve baskı grupları çalısmanın ikinci bölümünde ayrıntılarıyla incelenmistir. Burada kamu yönetimi sözlügündeki sivil toplum örgütü tanımı verilecektir. Sivil toplum örgütünden kastedilen hükümet dısı ya da gönüllü kuruluslardır. 
Gönüllü kuruluslar önceden belirlenmis toplumsal , kültürel, sanatsal , bilimsel amaç ya da amaçlar çerçevesinde gönüllü olarak bir araya gelen, örgütlesen ve o amaçlar dogrultusunda faaliyette bulunan kisilerin olusturdukları tüzel kisiligi ve sürekliligi olan örgütsel yapılardır. (BOZKURT,1998) 

Sivil toplum kurulusları Türkiye’de genellikle dernek veya vakıf statüsünde faaliyet göstermektedir. Sivil toplum kurulusları canlı, dinamik bir toplumun 
olusmasına yol açan yapılardır. Mehmet Turgut’a göre demokrasinin kurulup köklesmesi için devlet gücünden bagımsız kuruluslara ihtiyaç vardır. ste canlı bir toplum ve köklesmis bir demokrasi için ihtiyaç duyulan gönüllü özerk kuruluslar sivil toplum örgütlerinin ta kendisidir.(TURGUT,1998) 

E ) MEDYA 

Genel anlamıyla medya yazılı ve görsel basın demektir. Medyanın en bilinen 
islevi iletisim saglamasıdır. Sosyal bilimler sözlügü medyayı kitle iletisim araçlarıyla es anlamlı tutmakta ve genis kitleleri eglendirmek, kitlelere bilgi veya mesaj ileterek onları bilgilendirmek, yönlendirmek veya denetlemek gibi amaçlarla kullanılan televizyon, radyo, gazete ve dergi gibi yazılı ve görsel araçlar seklinde tanımlamaktadır. (DEMİR ve ACAR,;2002) 

Yazılı ve görsel basın veya diger adıyla medya her ülkede siyasal karar alma sürecinin en önemli aktörleri arasındadır. Medyanın kendisi siyasal karar alma sürecinin bir aktörü olmakla beraber aynı zamanda siyasal karar alma sürecinde bulunan bütün aktörlerin özellikle çıkar ve baskı gruplarının kullandıgı bir araçtır. 
Medyanın gücü kitlelere ulasabilmesi ve kamuoyunu dogru bilgilendirebildigi gibi kamuoyu olusturabilme gücünü de elinde bulundurmasıdır. Hasan Cemal anılarında 12 Mart 1971’de yasanacak muhtıra öncesinde tek amaçlarının yayınladıkları YÖN ve DEVRİM dergileri vasıtasıyla silahlı kuvvetleri kıskırtıp önce bir darbe yaptırmak sonra da inandıkları devrimi gerçeklestirmek oldugunu ifade etmektedir. (CEMAL,1999) 

Türkiye’de yasanan 1960 ve 1980 yıllarındaki askeri müdahalelerde darbe yapıp yönetimi ele geçirenler öncelikle o dönemin tek yayın kurulusu olan Türkiye Radyo ve Televizyon (TRT) kurumunu ele geçirmisler ve yönetime ne maksatla el koyduklarını TRT radyo ve televizyonu vasıtasıyla tüm dünyaya ifade etmislerdir. Sadece yukarıda yasanan örnekler bile medyanın ülke yönetimlerindeki önemini göstermeye yeter niteliktedir. 

Coskun Can Aktan’a göre ise medya toplumdaki güç odaklarından bir tanesidir. 
Medya enformatik güç odagı olarak bilgi toplumu ve demokrasi açısından büyük önem tasısa da sınırsız bir güç haline gelmemeli, sınırlandırılmalıdır.(AKTAN,2003) 

Medya bir yönüyle halkın yönetime katılımını saglayabilecek araçlardan bir tanesidir. Özellikle yalnızca temsil hakkının verildigi bir seçim sürecinde, toplumu dogrudan ilgilendiren her kararın alınmasında medya kanalı ile katılım saglanabilecektir. Bununla birlikte bu katılım karar alma sürecinde bir bilinç 
olusturacak düzeyde olmalı , bu amaçla medyadan faydalanılmalı fakat medya tarafından belirlenmemelidir. (KAHRAMAN,1995) Baska bir ifadeyle medyalar 
kamuoyunu yansıtmalı fakat manipule etmemelidir. 

Tüm olumlu ve olumsuz yönleriyle medya siyasal karar alma süreçlerinin en önemli aktörlerindendir. 

F ) ÜNİVERSİTELER

Üniversiteler siyasal karar alma sürecini kimi zaman dogrudan genellikle de dolaylı olarak etkileyen aktörlerdir. 
Üniversiteler tüm modern demokrasilerde mevcut olan yüksek ögrenim kurumlarıdır. Siyasal karar alma sürecindeki hemen her aktörün bir sekilde yetistirildigi egitim kurumlarıdır. Egitimin insan yasamındaki rolü ise her seyden önemlidir. İste üniversiteler birer egitim kurumu olma yönüyle tüm siyasal karar alıcıları yetistirmekte ve dolaylı olarak verdikleri egitim neticesinde siyasal karar alma sürecini etkilemektedirler. 

Üniversiteler kendilerini ilgilendiren konularda siyasal karar alma sürecine dogrudan müdahil olabilmekte ve bir baskı grubu gibi islev görebilmektedirler. 
İster dolaylı ister dogrudan olsun üniversiteler tüm demokratik devletlerde siyasal karar alma sürecinin önemli aktörlerindendir. Çünkü toplumları ve bir ölçüde tüm dünyayı biçimlendiren teknolojik ve bilimsel gelismeler egitim kurumları tarafından gerçeklestirilmektedir. Bilim ve teknoloji siyasal karar alma sürecinin dısında olsa da bu süreci etkileyen bir aktördür. (TAN,2002) 
Siyasal karar alma sürecinin aktörleri yukarıda açıklanmaya çalısılmıstır. Bu süreç daha önce de belirtildigi gibi dinamik bir süreçtir. Zaman zaman bu dinamik sürece yeni aktörler de dahil olabilir. 
Siyasi partiler, baskı grupları, sivil toplum kurulusları ve yukarıda sayılan diger yapılar siyasal karar alma sürecinin etkili aktörleridir. Bu siyasi yapılar temelde kamu problemlerini tanımlamakta, çözüm teklifinde bulunmakta, vatandasların siyasi önceliklerinin bir araya gelmesini saglamakta, oy verenleri harekete geçirmekte ve hükümetle toplum arasında iletisim saglamaktadırlar. ste bu açıdan bakıldıgında demokratik siyasal karar alma sürecinde yoklukları kabul edilemez bir gerçektir. (BURSTEIN ve LINTON;2002) 

III. SİYASAL KARAR ALMA ORGANLARI İLE ÇIKAR VE BASKI GRUPLARI ARASINDAKİ İLİŞKİLER 

Çalısmanın bu bölümünde daha önce kavramsal boyutları incelenmis olan siyasal karar alma sürecindeki aktörler ile çıkar ve baskı grupları arasındaki iliskiler 
incelenecektir. 

Önceki bölümlerde deginildigi üzere çıkar ve baskı grupları siyasal karar alma sürecindeki bütün aktörler ile iliski kurabilmektedirler. Çıkar ve baskı grupları ile 
siyasal karar alıcılar arasındaki iliskiler yasama organı ile kurulan, yürütme organı ile kurulan, yerel yönetimlerle kurulan, bürokrasi ile kurulan ve medya ile kurulan iliskiler olarak bes alt baslık altında incelenecektir. 

A) YASAMA ORGANI (PARLAMENTO) İLE ÇIKAR VE BASKI GRUPLARI ARASINDAKİ, İLİŞKİLER 

Parlamentolar hemen her siyasal sistemde önemli karar alma organlarından bir tanesidirler. Özellikle parlamentoların serbest siyasi seçimlerde olusturuldugu ülkelerde milletvekilleri seçim öncesi ve seçim sonrasında baskı gruplarının en çok etkilemeye çalıstıkları hedeflerden bir tanesi olmuslardır. 
Baskı grupları önceki bölümlerde incelendigi üzere amaçlarına erismek için çok degisik yöntemler kullanabilmektedirler. Baskı gruplarının yasama organını yani 
parlamentoyu olusturan milletvekillerini etkilemek üzere kullandıkları birinci yöntem seçimler esnasında bir milletvekilini desteklemek veya karsı oy vermek seklinde gerçeklesmektedir. Bu destek maddi de olabilmektedir. (AY,2003:214) 

Baskı gruplarının parlamentoyu etkileme yöntemlerinden bir tanesi de kendi üyelerinin özellikle yönetici kadrolarının bir kısmının milletvekili olarak parlamentolara dahil edilmesidir. Önceki bölümlerde örneklendigi gibi Türkiye’de isçi sendikaları baskanlıgı yapmıs Bayram Ali Meral, Rıdvan Budak ve Necati Çelik seçimlere katılmıs ve parlamentoya milletvekili olarak girmislerdir. 
Baskı gruplarının parlamentoları etkileme faaliyetlerinden belki de en önemlisi yüz yüze görüsme ve lobiciliktir. Baskı grupları kendilerini ilgilendiren siyasal 
kararların alınması esnasında karar alma sürecinin her asamasına katılarak bu süreci kendi üyelerinin çıkarlarını maksimize etmek için etkilemeye çalısırlar. Baskı grupları öncelikle alınacak karara dayanak olacak konularda ön bilgiler sunabilir, hatta kanun teklifleri hazırlayabilir, hazırlanan kanun tekliflerini destekleyebilir ya da engelleyebilirler. 

Baskı gruplarının parlamento üyelerini etkilemek için kullandıkları tüm yöntemlerin amacı öncelikle parlamento üyelerini isteklerinin haklı ve mesru oldugu konusunda inandırmaktır. Eger bunu basaramazlar ise kendi çıkarlarına zarar verecegine inandıkları kanunun çıkmasını engellemeye çalısırlar. Kanunun çıkmasını engelleyemezlerse, kanunun geri alınmasına çalısırlar. Burhan Kuzu baskı gruplarının bu yöntemleri uygularken ellerindeki en büyük kozunun seçmenlerin oyu oldugunu vurgulamıs ve 1961seçimlerinden önce Türkiye’de TÜRK- S adlı isçi sendikasının 9 milletvekilini isçi ve toplum aleyhinde çalıstıkları gerekçesiyle seçmenlere sikayet etmesini örnek göstermistir. Bu milletvekilleri ya seçimi kazanamamıs ya da seçimden çekilmislerdir.. (KUZU,1985:97) 

Baskı grupları parlamenterleri etkilemeye çalısırken degisik zamanlarda parlamentolara ziyaretler gerçeklestirebilirler. Örnegin Türkiye’de çok etkili bir baskı grubu olan Türk Sanayicileri ve İş adamları Dernegi (TÜSİAD) yayınladıgı bir bültenle TÜSİAD parlamento İsleri Komisyonunun 24 KASIM 2004’te parlamentoyu ziyaret ederek iktidar ve ana muhalefet partisi grup baskan vekilleri ve önemli komisyon baskanları ile görüsmelerde bulundugunu kamuoyuna duyurmustur. Görüsülen konular ise AB üyelik süreci, siyasi ve ekonomik istikrar ortamının yerlesmesi, hukuk düzeni ve yargı reformu, yatırım ortamının iyilestirilmesi, siyasi partiler ve seçim kanunları gibi konulardır.(TUSIAD, Basın Bülteni,2004) 
Yukarıda italik harflerle belirtilen konular açıkça görüldügü üzere ekonomik yani maddi hususlara dayanmaktadır. TÜS AD elbette bu görüsmelerde beklentilerini 
siyasal karar alıcılara yüz yüze görüsme ile iletmistir. 
Tayyar Arı kimi baskı gruplarının tüm zamanlarını yasama sürecini yani parlamentoları etkilemeye ayırdıgını, fakat bunun yürütme gibi diger siyasal karar alıcıları etkilemeye çalısmadıkları anlamına gelmedigini vurgulamaktadır. Elbette ki tüm baskı grupları amaçları neyi gerektiriyorsa onu yapmaktan kaçınmaz ve bu amaçlarla ilgili her aktörü etkilemeye çalısırlar. Ve bu amaçla parlamentoları etkilemek için kullanılan yöntem özellikle ABD’de lobicilik olarak adlandırılmıstır. (ARI,1997:135) 

Sonuç olarak çıkar ve baskı gruplarının modern demokrasilerde en çok etkilemeye çalıstıkları organlardan biri olan parlamentolar mevcut seçim ve yönetim sistemleri devam ettikçe her zaman etkileme faaliyetlerine maruz kalacaklardır. Çünkü toplumu ilgilendiren tüm yasama faaliyetleri parlamentolarda gerçekleşmektedir. 

Baskı gruplarının özellikle ilgilendigi uluslararası yapılardan bir tanesi de 
AB’nin önemli organları arasında yer alan Avrupa Parlamentosudur. Önceki bölümde de deginildigi üzere AB’nin önemli karar alma organları arasında bulunan Avrupa Parlamentosunu etkilemeye çalısan üç tip baskı grubu mevcuttur. Bunlar Eurogruplar, ulusal federasyonlar ve AB dısındaki ülkelerden gelen özellikle çok uluslu sirketlerin olusturdugu baskı gruplarıdır. Bu konuya daha önce deginilmistir. Çalısma konusu açısından en çok önem tasıyan husus Avrupa Parlamentosunun etkinliginin görüs bildirmekle sınırlı kaldıgı dönemde çıkar ve baskı gruplarının etkilemeye çalıstıkları bir merkez olmayısıdır. Diger bir deyisle ne zamanki Avrupa Parlamentosunun ortak karar alma ve isbirligi prosedürü altında karar alma ile ilgili yetkileri genisletilmis, iste tam bu dönemde Avrupa Parlamentosu üyeleri baskı gruplarının hedefi olmuslardır. (ALKAN,1999:47) 
Avrupa Parlamentosunun ve Avrupa Birligini etkilemeye çalısan grupların büyük çogunlugu (%95) ekonomik amaçlı baskı gruplarıdır.(ALKAN,1999:50) 
Bununla birlikte sosyal amaçlı baskı gruplarının giderek artan oranda parlamentoları etkilemeye çalısacagı da öngörülebilir bir gerçektir. 
Tüm bunlar göstermektedir ki baskı grupları, gönüllü kuruluslar gibi sosyal içerikli örgütlenmeler siyasal kararlar üzerindeki etkinliklerini giderek artırmaktadırlar. 
Buradaki en önemli tehlike ise siyasal karar alma sürecinin temel aktörü olan siyasi partilerin toplumsal destekten yoksunlasması ve STK’nın siyasi partilerin islevini üstlenmesidir. Bu durum demokrasinin isleyisini tehlikeye düsürebilir. 

10 CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***