21 Ekim 2020 Çarşamba

TÜRKİYE’NİN IRAK POLİTİKASI IŞIĞINDA KUZEY IRAK AÇILIMI., BÖLÜM 1

 TÜRKİYE’NİN IRAK POLİTİKASI IŞIĞINDA KUZEY IRAK AÇILIMI., BÖLÜM 1 


Türkiye, Kuzey Irak Kürtleri,Türkmenler,Kerkük, ABD,Bilge Adamlar, Stratejik Araştırmalar Merkezi,BİLGESAM,Ortadoğu Araştırmaları Uzmanı,Ali SEMİN,
Petrol,Saddam Hüseyin,Kürt Açılımı,Birinci Körfez Savaşı,


Ali SEMİN.,
Özet: 

Irak, siyasi, ekonomik ve ticari ilişkilerin yanı sıra tarihi bağların varlığı nedeniyle öteden beri Türkiye için önemli bir sınır komşu olmuştur. 
Türkiye ise genelde Irak, özelde Kuzey Irak Kürt yönetimi için önemli bir sınır komşusunun ötesinde, bölgede yaşayan Türkmenlerin durumu, 
Kuzey Irak’ın dünyaya açılan kapısıdır. 
Ancak başta PKK terör örgütü sorunu olmak üzere, Kerkük’ün statüsü ve Kuzey Irak’la ilişkilerin güvenlik odaklı ilerlemesine neden olmuştur. 
Özellikle 2003 Irak işgalinin ardından Türkiye ve Kuzey Irak Kürt Yönetimi ilişkileri kopma noktasına geldiyse de, zamanla düzelmeye doğru bir seyir izlemiştir. İlişkilerin düzelmesinde 2009 yılında Türkiye’nin uygulamaya koyduğu “Kürt Açılımı” önemli bir paya sahip olmuştur. 

Bu çalışmada, Türkiye ve Kuzey Irak Kürt yönetimi ilişkilerindeki gelişmelerden yola çıkılarak, iki taraf arasındaki sorunlara karşı sergilenen karşılıklı tutumlar ve atılan somut adımlar ve Kuzey Irak ile ilgili politikalar değerlendirilmiştir. 

GİRİŞ 

Türkiye, Kuzey Irak politikası çerçevesinde yaşadığı sorunlara rağmen, bölge açısından büyük önem taşıyan bir ülkedir. Tarih boyunca hem kendisinin hem de bölgenin huzuru için bir barış ve istikrar ülkesi olmaya çalışmıştır. Ancak Türkiye tüm bu çabalarına karşın, jeostratejik konumundan dolayı çevresinde yaşanan sorun ve çatışmalardan olumsuz yönde etkilenmektedir. Türkiye’nin güvenlik algısı doğrultusunda, genelde Irak, özelde ise Kuzey Irak bölgesi birçok bakımdan önem taşımaktadır. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Irak, Türkiye için deyim yerindeyse 
çözülemeyen bir sorun haline gelmiştir. 

Birinci Körfez Savaşı, Irak’ta ve Ortadoğu Bölgesi’nde birçok dengenin değişmesine neden olmuştur. Bu savaşla birlikte 1991 yılında Irak’ın güneyinde Şiiler ve kuzeyinde ise Kürtler ayaklanmıştır. Kuveyt’in işgali ise Irak tarihinde bir dönüm noktasıdır. Bu savaşla birlikte Irak’taki ve bölgedeki dengelerin yavaş yavaş değişmeye başlaması Irak’ın bugünkü içinde bulunduğu durumu hazırlamıştır. Bir taraftan Saddam yönetiminden koparılan Kuzey Irak, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararıyla “güvenli bölge” ilan edilirken, diğer taraftan da Irak’a uygulanan “ambargo” ülkeyi önemli ölçüde etkilemiştir. Irak’la ilgili ortaya atılan “bölünme senaryoları”, hem Irak halkına, hem de bölge ülkelerine yönelik bir psikolojik savaş yürütüldüğü izlenimi vermiştir. Türkiye’nin arka bahçesi olarak nitelenen Irak’ta meydana gelen bu gelişmelerin, başta Türkiye olmak üzere, tüm bölge ülkelerini etkilemesi kaçınılmaz olmuştur. 

Kuzey Irak’taki Kürtlerin bağımsızlık veya yarı bağımsızlık isteklerine Irak’ta ortaya çıkan konjonktürün uygun bir zemin hazırladığı söylenebilir. 

Bu nedenle 1990 yılı sonrası Kuzey Irak’ta yaşanan gelişmelere bakıldığında, Mayıs 1992’de ilk Kürt parlamento seçimleri yapıldığı görülecektir. İktidar mücadelesi ve Habur sınır kapısından elde edilen gelirin paylaşımı konusundaki anlaşmazlık seçimlerin akabinde 1994’te Celal Talabani liderliğindeki Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) ve Mesud Barzani liderliğindeki Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) arasında bir çekişme yaşanmasına yol açmıştır. Bu rekabet neticesinde 1998 Washington Antlaşması ile Kuzey Irak yönetimi KYB ve KDP arasında paylaşılmış, Erbil ve Duhok Barzani’ye, Süleymaniye ise Talabani’nin yönetimine bırakılmıştır. Başka bir ifadeyle bölgede iki idareli Kürt yönetimi dönemi başlamıştır. 

1999 yılına gelindiğinde, Irak topraklarında yuvalanmaya başlayan PKK terör örgütüne karşı savaşması için Türkiye’den, Talabani’nin partisine (KYB) silah ve malzeme yardımı yapılmıştır. 1990’lı yıllarda Türkiye ile Kuzey Irak Kürt Yönetimi ilişkilerinde fazla problem yaşandığı söylenemez, çünkü Kürt liderler, yeni oluşmakta olan Kürt yönetiminin kalkınması için Türkiye’nin fiili yardımına ihtiyaç duymaktaydı. Ankara’nın da, PKK terör örgütünü bertaraf etme hedefinden dolayı Talabani ve Barzani’yi yaptığı yardımlarla ödüllendirdiği söylenebilir. Ancak 20 Mart 2003 tarihinde ABD’nin Irak’ı işgaliyle, Türkiye ve Iraklı Kürtlerin ilişkileri gerilmeye başlamıştır. Başta PKK terör örgütü olmak üzere, Kerkük’ün statüsü ve 
Kürtlerin Türkmenlere yönelik baskısı, yani Türkiye ile Iraklı Kürtler arasındaki sorunlar, birer birer su yüzüne çıkmaya başlamıştır. 

1. 2003 SONRASI TÜRKİYE-KÜRT YÖNETİMİ İLİŞKİLERİ 

2003 yılının Mart ayında ABD’nin Irak’ı işgal etmesiyle başlayan süreçte Irak’ta, terör olayları başta olmak üzere pek çok gelişme yaşanmıştır. Kuzey Irak’taki gelişmeler ve Irak’ı üçe bölme senaryoları, hem Iraklıları hem Türkiye’yi hem de diğer bölge ülkelerini derin endişeye sevk etmiştir. Bu bağlamda, ABD’nin Irak’ta desteklediği Kuzey Irak Kürt Yönetimi, tam anlamıyla Irak yönetiminde etkin bir duruma gelmiştir. İşgalin ardından Kürtler, Irak’ta yapılan üç seçim ve anayasa referandumunda büyük kazanımlar elde etmişlerdir. Böylece, Irak’ta yapılan söz konusu seçimleri boykot eden Sünni grupların yerine, güçlü bir Kürt unsuru ortaya çıkmıştır.1 

Kürtler, Irak Anayasasıyla birlikte, bir yandan Irak kaynaklarından %17’lik oranda bir pay elde ederken, diğer yandan da, Irak’ta “Kerkük Sorunu” gibi birçok soruna yol açmışlardır. Kuzey Irak Kürt Yönetimi, Kerkük’ün bir Kürt şehri olduğunu iddia ederek kendi bölgelerine bağlanmasını istemektedir. Başlangıçta Irak’taki durum Kürtlerin lehine seyretmiş, ancak daha sonra bu sürecin işlemesinin hiç de kolay olmayacağı zamanla anlaşılmıştır. Başta “Kerkük Sorunu” olmak üzere, Diyale bölgesinde Hanekin sorunu 2 ve petrol yasası sorunu 3 Kürtlerle Bağdat Hükümeti arasındaki en önemli sorunlar olarak baş göstermiştir. Başta petrol yasası 
olmak üzere, Kürtler ile Maliki hükümeti birçok meselede ters düşmüştür.4 
Bu nedenle, Irak’taki siyasi süreç ve dengeler değiştiği gibi, bölge dinamiklerinin taşları da yerinden oynamıştır. 

Bütün bu gelişmeler ışığında, Birinci Körfez Savaşı’ndan sonra ABD’nin Saddam yönetimine ve bölge ülkelerine karşı kullandığı ‘Kürt kartının’, Irak’ın işgaliyle son bulduğu ve bunun yerine PKK terör örgütünün geçtiği söylenebilir. ABD, bu iki kartı hem Irak’taki Araplar ile Türkmenlere karşı masaya koymuş, hem de başta Türkiye olmak üzere bölge ülkelerine yönelik psikolojik bir tehdit unsuru olarak kullanmıştır ve halen de kullanmaktadır. 

2. ABD SONRASI KYB VE KDP STRATEJİSİ 

2003 Irak işgalinden sonra, her iki Kürt partisi (KYB-KDP), alelacele yıllardır ayrı olan Kuzey Irak yönetimini birleştirme kararı almıştır. Talabani ve Barzani arasında “İyi İlişkiler ve Dostluk Anlaşması” imzalanmıştır. Bu ikilinin aslında bölgedeki konjonktüre göre, ‘düşmanımın düşmanı dostumdur’ mantığıyla hareket ederek, böylesi bir anlaşma yoluna gittiği söylenebilir. Zira Talabani ve Barzani partileri arasındaki anlaşmalara bölge halkının bile şüpheyle yaklaştığı izlenmektedir. Çünkü Irak’ın işgali sonrası gerek ülkedeki iç dinamikler, gerek komşu ülkelerden gelen tehdit algılamaları, her iki Kürt partisinin birleşmesine imkân sağlamıştır. 

Kürtlerin (Talabani ve Barzani) böylesi bir birleşmeyi gerçekleştirmesindeki en önemli etken, yıllardır ‘‘güvenli bölge’’ adı altında elde ettikleri siyasi, askeri, ekonomik ve sosyo-kültürel yapıyı elde tutmuş olmalarıdır.5 Eğer Irak, ABD tarafından işgal edilmeseydi, bugün Kuzey Irak’taki KYB ve KDP partilerinin birbirleriyle olan güç mücadeleleri devam ederdi. Bu nedenle, bugün KYB ve KDP arasında kurulan münasebetin yalnızca kuzey yönetimindeki iktidarı bir başkasına kaptırmama anlamına geldiği düşünülmektedir. 

Bu çerçevede Türkiye ile Irak’ın kuzeyindeki Bölgesel Kürt Yönetimi’nin ilişkileri değerlendirildiğinde, üç temel sorunun üzerinde durmak gerekir. 
 
2.1. PKK Terör Örgütü Sorunu 

ABD’nin Irak’ı işgal etmesi öncesinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 1 Mart tezkeresini reddetmesi Kuzey Irak Kürt Yönetimi’nin konumunu güçlendirmiştir. Tezkere sonrasında ABD’nin Irak’ta ve Ortadoğu’da bir numaralı müttefiki haline gelen Kürt yönetimi, bu vesileyle Irak’ta etkinliğini artırmıştır. Irak’ı işgal eden ABD, ilk önce Türkiye’ye tezkere faturasını çıkarmaya kalkışmıştır ki bu cezanın en kolay yolu PKK terör örgütünün Türkiye’ye yönelik faaliyetlerine göz yummaktır. Ardından 4 Temmuz 2003 tarihinde Süleymaniye kentinde görev yapan Türk askerlerine yönelik, ABD ve Peşmerge güçleri tarafından 11 Türk askerinin gözaltına alınması ve düzenlenen operasyon, Türk tarihine "Çuval Olayı" olarak 
geçmiştir.6 Dahası Türkiye’de meydana gelen terör saldırılarının artış göstermesi ve Kuzey Irak Kürt Yönetimi’nin tehditkâr söylemleri had safhaya varmıştır. 

Sınır komşusunda PKK terör örgütünün barınması neticesinde, Irak Türkiye için artık komşudan çok bir tehdit merkezi haline gelmiştir. 

PKK’nın Kuzey Irak’ta yuvalanması, Türkiye-Irak ilişkilerinde gerilime sebep olmuştur. ABD ve Kürtler, PKK terör örgütünü kullanarak, Türkiye’nin terörle mücadele konusuyla meşgul olmasını, Irak’ta etkisizleştirilmesini sağlamaya çalışmıştır. 

2.2. Türkmen Faktörü 

1990 yılından sonra Kuzey Irak’ta, 36. paralelin kuzeyi olarak adlandırılan güvenli bölgede, Türkiye ile ilişkiler iyi olmasına rağmen zaman zaman Türkmen parti ve kuruluşlarına KDP güçleri tarafından saldırılar düzenlenmiştir. Türkiye ise, bu saldırıları Barzani ve Talabani’yi Ankara’ya çağırarak diyalog yoluyla engellemeye çalışmıştır. Türkmenler bu dönemde gerek Türkiye-Irak, gerek Türkiye-Kürt Yönetimi ilişkilerinde önemli bir faktördür.7 Bununla birlikte Türkmenler bu özelliklerini ancak Irak’ın işgaline kadar koruyabilmiştir. 1 Şubat 2005 tarihinde dönemin Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül, Irak'taki herkesin Türklerin akrabası olduğunu belirtmiştir.8 ABD sonrası Irak-Türkiye münasebetlerine bakıldığında, Ankara’nın Irak’ın tümünde “akrabalık” politikası ilan etmesi Kürtleri az da olsa rahatlatmış, böylece Kürt yönetimi, Türkmenlere karşı daha baskıcı bir tavır sergilemeye başlamıştır. 

Özellikle ABD’nin Irak’ı işgal etmesiyle birlikte, Irak Türkmen Cephesi (ITC) karargâhının süratle Kerkük’e taşınması Türkmenlerin konumu açısından büyük bir hata teşkil etmiştir. Bunun iki sebebi vardır. Birincisi ITC’nin Erbil’den taşınması, Kuzey Irak Kuzey Yönetimi’nin (KIKY) arzularından biri olarak görülebilir. Zira ITC’nin, Erbil’den taşınması demek, Türkiye’nin ve Türkmenlerin bölge üzerindeki etkisini kaybetmesi demektir. Bir diğeri ise, ITC silahlı gücü olmamasına rağmen Türkiye’nin gücünü kuzeydeki Kürtlere yansıtmaktaydı. Başka bir deyişle, ITC’nin 
Erbil’de varlığı deyim yerindeyse, Kürt yönetiminin kolunda “kelepçe” özelliğini taşımaktaydı. Ayrıca 2005 yılından bu yana, Erbil kentinde ITC tüm bina ve kuruluşlarına Barzani yönetimi tarafından el konulmuştur. Türkiye’nin, son dönemlerde Kürt yönetimiyle ilişkisinin olumlu yolda ilerlemesine rağmen KDP’nin el koyduğu ITC büroları iade edilmemiş, sadece ITC’nin Temmuz 2011 tarihinden bu yana Erbil’de faaliyet göstermesine ve yeniden büro açmasına izin verilmiştir.9 Ayrıca KYB ve KDP, ITC’ye alternatif olarak, kendi yönetimi altında Türkmen partileri kurmuş ve onları desteklemiştir. 

Irak’ta, genel olarak Türkmenlere yönelik politikalara bakıldığında, bu politikaların Türkiye-Irak ilişkileriyle bağlantılı olarak yürütüldüğü görülmektedir. Hâlbuki Türkmenler, Irak’ın üçüncü unsurudur. Bölgedeki seçimler sırasında kaydedilen verilere göre, Kuzey Irak’taki (Erbil, Süleymaniye ve Dohuk vilayetleri) genel nüfusun 4 milyon 800 bin olduğu tahmin edilmektedir. Kuzeydeki Türkmen nüfusu ise, yaklaşık 450 bin civarındadır. Ancak 25 Temmuz 2009 tarihinde Kuzey Irak’taki seçimlerde Türkmenler yüzde 1,5 oy oranı elde etmişlerdir. Bu oran, yaklaşık 31 bine tekabül etmektedir.10 Bu durumun Türkmenlerin Irak’taki gerçek sayısını gizlemeye yönelik bir oyun olduğu düşünülebilir. 

Ayrıca Türkmenler, Kuzey Irak’ta Kürtlerden sonra ikinci unsur olarak bilinmekte ve Kürt yetkililer de bu gerçeği verdikleri demeçlerle kabul etmektedir. Son seçimlerde Türkmenler ITC dışında, Kürt Yönetimi Parlamentosu’na beş vekille girmiştir. Bu bağlamda seçimleri Türkmenler açısından iki noktada değerlendirmek mümkündür: Birincisi, Türkmenler, bölge yönetimi ve uluslararası topluma karşı varlıklarını resmen ispatlamıştır. Üstelik gelecekte bölgedeki yönetime talip olma hakkını da yakalamıştır. Bir diğeri ise Türkmenler, Kerkük konusunda ortak idare 
dışında hiçbir çözümün gerçekleşemeyeceğini göstermiştir. 

***

20 Ekim 2020 Salı

GELİŞEN DÜNYA DÜZENİ İÇERİSİNDE TÜRK DÜNYASI ENERJİ KORİDORU., BÖLÜM 4

GELİŞEN DÜNYA DÜZENİ İÇERİSİNDE TÜRK DÜNYASI ENERJİ KORİDORU., BÖLÜM 4


Hakan Beyaz,Türk Dünyası, Küreselleşme, Enerji Politikası,küreselleşme,Yeni Dünya Düzeni,Çok Uluslu Şirketler,Petrol Boruhattı,Doğalgaz Boruhattı,
Enerjinin Ekonomi Politiği,Enerji Profili,


Trans Anadolu Doğalgaz Boru Hattı (TANAP) 

2012 yılında İstanbul'da Azerbaycan ile Türkiye arasında imzalanan anlaşma ile 
Azerbaycan'ın Şahdeniz II alanından bir yılda 16 milyar metreküp gazı Türkiye üzerinden Avrupa'ya ulaştırılması planlanan bir proje gerçekleştirilmiştir. Projenin, %20 payı BOTAŞ'a ve %80’i Azerbaycan petrol şirketi olan SOCAR’a aittir. Boru hattının başlangıç kapasitesinin yıllık 16 milyar metreküpe ulaşması bekleniyor. Yaklaşık 6 milyar metreküp Türkiye'ye, geri kalanı ise Avrupa'ya teslim edilecek.30 

Ayrıca, Irak’ın kuzeyinde yer alan doğal gaz sahaları için saha geliştirme, üretim, gaz işleme ve boru hattı yapımını içeren kapsamlı bir proje geliştirilmiştir. Proje ile Irak doğal gazının Türkiye’ye ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya transit taşınması ile iki ülke arasında bir doğal gaz koridoru geliştirilmesi amaçlanmaktadır.31

SONUÇ 

Günümüzde Türkiye ekonomisi, gelişmekte olan ülkeler kategorisinde üst sıralarda yer almaktadır. Nüfus bakımından yeterli işgücüne sahip olması, nüfus yoğunluğu nun genç ve dinamik özellikte olması ve temel refah verilerinin yeterli düzeyde gelişmişlik göstermesi ile yükselmeye de devam etmektedir. Bu özellikler ve jeo-stratejik konumu ile Türkiye diğer alternatiflerine göre daha ayrıcalıklı konumdadır. 

Türkiye Soğuk Savaşın bitmesi, Doğu Blok'unun dağılmasından sonra bölge içerisinde rahat bir nefes almaya başladı. Özellikle Sovyetler Birliği'nin dağılması siyasi açıdan önemli avantajlara sahip olmasını sağlamıştır. Türkiye içerisinde bulunduğu bölge siyaseti sayesinde uluslararası ilişkilerde öne çıkmaya başlamıştır. Türkiye'yi öne çıkaran olgular yalnızca jeopolitik konumu değildir. Sovyetlerin dağılmasından sonra ortaya çıkan bağımsız Türk Cumhuriyetleri’nin de etkisi oldukça fazladır. Öyle ki bu devletlerin Türk asıllı olmaları din, dil, ırk ve tarih gibi ortak birliklerinin olması bu devletler ile gerçekleştirilebilecek her türlü işbirliğine zemin hazırlamakta, karşılıklı siyasi ve ekonomik çıkarlar açısından güvenilirlik sağlayacaktır. Bugünkü gelinen nokta da gösterilen somut gelişmeler ile Azerbaycan ve Kazakistan başta olmak üzere Türkmenistan ve Özbekistan ile yakın ilişkiler içerisine girilmektedir. Bu devletlerin bölgede etkin bir güç durumda olan, başta Rusya olmak üzere Çin, ABD ve AB gibi dışarıdan baskı unsurlarının kendi sistemlerini kurmaya çalıştıkları ve adına ''Yeni Dünya Düzeni'' dedikleri sömürgeciliğin sevimli gösterilen diplomatik boyutlu politikalarına boyun eğdirilmek durumda kalmaları oldukça üzücü bir durumdur. Bu nedenle 
Türkiye'nin daha gerçekçi ve gözle görünür adımlar atarak bölgeye yönelmesi ve bu şekilde politikalar geliştirmesi gerekmektedir. 

Yıllar boyunca Rus egemenliği altında Sibirya bölgesinde bulunan Türk devletleri, Çin kontrolünde ki Doğu Türkistan, Irak'ın Türk bölgesi olan Kerkük ve İran' da Türklerin yoğun şekilde yaşadıkları bölgelerde çıkarların petrol ve doğal gaz rezervleri dünya yüzdesinin önemli bir çoğunluğunu oluşturmaktadır. Genel olarak Türk Dünyası dünya petrol rezervlerinin yüzde 20'sine, doğal gaz rezervlerinin yüzde 50'sinden fazlasına sahip konumdadır. Ancak petrol üretiminin yüzde 18'i, doğal gaz üretiminin ise yüzde 30'luk kısmı Türk Dünyası topraklarında 
gerçekleşmektedir. Özellikle bir Türk gölü olan Hazar havzası Türk Dünyasının Basra Körfezi konumundadır. Hazar denizine kıyısı olan başta Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan'ın petrol ve doğal gaz açısından dünyanın önemli ülkeleri arasında yer alıyor olması bu ülkeler adına sevindirici bir durumdur. 

Fakat gerçek anlamda bağımsız ve güçlü bir devlet olabilmenin en önemli koşulu ekonomik anlamda bağımsız olabilmektir. Bu koşulu sağlayabilmeleri için, 
ülkelerin Rusya'dan geçerek uluslararası pazarlara çıkan tüm ihraç yolları ve sanayi alanında ki bağımlılıklarına yeni ve güvenilir bir alternatif bulmaları gerekmektedir. Aksi takdirde Rusya hala kendisini Sovyetler, bu ülkeleri de doğal uzantısı olarak görmeye devam edecektir. 

Türk Cumhuriyetlerinin tam olarak hem ekonomik hem de siyasi bağımsızlıklarına 
kavuşabilmeleri için kendi petrol ve doğal gaz boru hatlarına sahip olmaları gerekmektedir. 

Bunun içinde en doğru alternatif Doğu-Batı Enerji Koridoru'nun merkez noktası durumunda Türkiye hattıdır. Tengiz-Bakü-Ceyhan projesi ile Azerbaycan ve Kazakistan'ın doğal kaynaklarının uluslararası pazarlara kesintisiz yollardan ulaşmasını sağlayarak Rusya'ya olan bağımlılığını bir ölçüde azaltmaktadır. Aynı şekilde Türkmen gazının da alternatif güzergah olarak Hazar denizinin altından Türkiye kanalıyla uluslararası pazarlara çıkışının sağlanması Türkmenistan'a da ekonomik anlamda nefes aldıracak bir projedir. Bu güzergah içerisinde bir 
diğer önemli durum da işgal altında bulunan Azerbaycan topraklarının geri kazanılması ve Rusya-İran protokolüyle Türkiye'nin, Türk Dünyası ile olan bağlantısının kesilmesini amaçlayan bu projeye bir son verilmesidir. Nitekim Türkmen gazının bağımsızlık mücadelesine Ermeni işgali altında ki Dağlık Karabağ' ın da bağımsızlığıyla yeni bir boyut getirerek dünyaya tam anlamıyla Türk petrol ve gaz ihracının yapılması, tam bağımsız Türk Dünyası'nın imzası olacaktır. 

Bu durum sonucunda; Türkiye enerji kaynakları bakımından stratejik çeşitliliğe sahip olacak, Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan petrol ve doğal gaz ihracatında doğal alternatiflere kavuşmuş olacak ve Doğu-Batı Enerji Koridoru ile Türk Dünyası ülkeleri, Avrasya’nın stratejik öneme sahip, bölgede söz sahibi devletleri konumuna geleceklerdir. Bu konumları ile gelecekte uluslararası siyasete yön veren, petrol ve doğal gazla sınırlı olmayan, her alanda yetkin ve söz sahibi yumuşak güç unsuru bir ülkeler topluluğu olacaklardır. 

KAYNAKÇA 

Akbulut Hakan, Enerji Diplomasisi, http://www.mfa.gov.tr/enerji-diplomasisi.tr.mfa. (08 Nisan 2015) 
Aktan Coşkun Can ve İstiklal Y. Vural, Globalleşme Sürecinde Çokuluslu Şirketler, 
 http://www.canaktan.org/ekonomi/cok-uluslu/aktan-makale.pdf , s.15 (15 Mart 2015) 
Ateş Zafer, Doğu-Batı Enerji Koridoru: 2 Tamam 1 Eksik, Uluslararası Ekonomik Sorunlar Dergisi, s:23 
Aybar Sedat ve Utku Ören KHÜ, Barış Sazak DEİK, Çokuluslu Türk Şirketleri 
Araştırma Raporu, Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK), Kadir Has Üniversitesi Ekonomi Bölümü, New York Columbia Üniversitesi Vale Center Columbia (VCC), İstanbul ve New York, 24 Mart 2014 
Azerbaijan International, SOCAR Section, Summer, 1996 
Bartold Vasily Viladimiroviç , “Türkistan ve Türkler”, Çeviren D. Ahsen Batur: “Orta Asya, Tarih ve Uygarlık”, Selenge Yayınları, İstanbul 2010, s. 28-36. 
Bayar Fırat, Küreselleşme Kavramı ve Küreselleşme Sürecinde Türkiye, Uluslararası Ekonomik Sorunlar Dergisi, S: 32, (2009), s.34 
Baycaunova Saule, Kazakistan Petrol ve Gazının Türk ve Rus Dış Politikalarında Önemi, Avrasya Dosyası, Cilt:6 sayı:2 (2000) s.252-275. 
Ertuna Özer, Kapitalizmin Son Direnişi, Alfa yayınları, 2005, İstanbul. International Energy Agency, Turkey-1997 Review, OECD Basım Merkezi, Paris, 1997. 
http://www.iea.org/ (27 Şubat 2015). 
NARULA Rajneesh ve John H. DUNNING, Endüstriyel Kalkınma, Küreselleşme ve Çokuluslu Şirketler: Gelişmekte Olan Ülkeler İçin Yeni Gerçeklikler, 
 Çev. Hidayet Keskin, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Y.2008, C.13, S.2 s.415-443 
OAPEC http://oapecorg.org/index.html. (27 Şubat 2015). 
ÖZTÜRK Feza, Küreselleşme-Yeni Dünya Düzeni, 
 http://www.mfa.gov.tr/kuresellesme-yeni-dunya-duzeni.tr.mfa (25 Şubat 2015). 
Oğan, Sinan. “Mavi Akım Projesi: Bir Enerji Stratejisi ve Stratejisizliği Örneği”, Ağustos 2003. 
 http://www.stradigma.com/turkce/agustos2003/makale_04.html (05 Mart 2015). 
Pamir Necdet, Kafkaslar ve Hazar Havzasındaki Ülkelerin Enerji Kaynaklarının 
Türkiye’nin Enerji Güvenliğine Etkileri, Türkiye’nin Çevresindeki Gelişmeler ve Türkiye’nin Güvenlik Politikalarına Etkileri Sempozyumu, Harp Akademileri, İstanbul, 2006, s.14 
Pamir Necdet, “Orta Asya ve Kafkasya’da Güvenlik Arayışları Sürecinde Enerji 
Kaynaklarının Rolü”, İdris Bal(edit). 21.Yüzyılda Türk Dış Politikası, Ankara 2004, s.514 
Rzayeva Gulmira, Burcu G. Punsmann ve M. Mete Göknel, Tanap Raporu, Hazar Strateji Enstitüsü, Enerji Ararştırmaları Merkezi, (2012) 
Sektör Raporu, BOTAŞ, 2013 TPAO, Petrol ve Doğal Gaz Boru Hattı Raporu 
http://www.tpao.gov.tr/tp2/sub_tr/sub_icerik.aspx?id=146 (07 Mart 2015) 
UNCTAD (2002), World Inwestment Report 2002: Transnational Corporations and 
Export Competitiveness, 
http://unctad.org/en/docs/wir2002_en.pdf , New York: United Nations, s.151. (24 Şubat 2015) World Energy Outlook 2012, 
https://www.iea.org/newsroomandevents/speeches/weo_launch.pdf , Paris, OECD/IEA, 2012. 
Yalçınkaya Alaeddin, Türk Cumhuriyetleri ve Petrol Boru Hatlar›, Bağlam Yayınları, Ankara, 1998, s.70 (03 Mart 2015) 
Yusifzade, Khoshbakht., “The Development of the Oil and Gas Industry in Azerbaijan”, Caspian Oil and Gas, International Energy Agency, 
Paris, 1998, s.254. 

DİPNOTLAR;

1 Özer Ertuna, Kapitalizmin Son Direnişi, Alfa yayınları, 2005, İstanbul. 
2 Rajneesh NARULA – John H. DUNNING, Endüstriyel Kalkınma, Küreselleşme ve Çokuluslu Şirketler: Gelişmekte Olan Ülkeler 
   İçin Yeni Gerçeklikler, Çev. Hidayet Keskin, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Y.2008, 
   C.13, S.2 s.415-443 
3 Feza ÖZTÜRK, Küreselleşme-Yeni Dünya Düzeni, http://www.mfa.gov.tr/kuresellesme-yeni-dunya-duzeni.tr.mfa 
4 UNCTAD (2002), World Inwestment Report 2002: Transnational Corporations and Export Competitiveness, New York: United 
   Nations, s.151. 
5 Coşkun Can Aktan - İstiklal Y. Vural, Globalleşme Sürecinde Çokuluslu Şirketler, s.15 
6 Sedat Aybar, Utku Ören KHÜ, Barış Sazak DEİK, Çokuluslu Türk Şirketleri Araştırma Raporu, Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu 
   (DEİK), Kadir Has Üniversitesi Ekonomi Bölümü, New York Columbia Üniversitesi Vale Center Columbia (VCC), İstanbul ve 
    New York, 24 Mart 2014 
7 Kalkınmış Asya-Pasifik ülkeleri Japonya, Avustralya ve Yeni Zelanda’dır. 
8 Sedat Aybar, Utku Ören KHÜ, Barış Sazak DEİK, “a.g.m.” 
9 Fırat Bayar, Küreselleşme Kavramı ve Küreselleşme Sürecinde Türkiye, Uluslararası Ekonomik Sorunlar Dergisi, S: 32, (2009), s.34 
10 V.V. Bartold : “Türkistan ve Türkler”, Çev. D. Ahsen Batur: “Orta Asya, Tarih ve Uygarlık”, Selenge Yayınları, İstanbul 2010, s. 28-36. 
11 OAPEC ile ilgili ayrıntılı ve güncel bilgi için bkz. http://oapecorg.org/index.html. 
12 Uluslararası Enerji Ajansı ile ilgili ayrıntılı ve güncel bilgi için bkz. http://www.iea.org/ 
13 World Energy Outlook 2012, Paris, OECD/IEA, 2012. 
14 International Energy Agency, Turkey-1997 Review, OECD Basım Merkezi, Paris, 1997. 
15 Hakan Akbulut, Enerji Diplomasisi, http://www.mfa.gov.tr/enerji-diplomasisi.tr.mfa. 
16 Alaeddin Yalçınkaya, Türk Cumhuriyetleri ve Petrol Boru Hatlar›, Bağlam Yayınları, Ankara, 1998, s.70 
17 Necdet Pamir, Kafkaslar ve Hazar Havzasındaki Ülkelerin Enerji Kaynaklarının Türkiye’nin Enerji Güvenliğine Etkileri, 
    Türkiye’nin Çevresindeki Gelişmeler ve Türkiye’nin Güvenlik Politikalarına Etkileri Sempozyumu, Harp Akademileri, İstanbul, 
    2006, s.14 
18 Saule Baycaunova, Kazakistan Petrol ve Gazının Türk ve Rus Dış Politikalarında Önemi, Avrasya Dosyası, Cilt:6 sayı:2 (2000) 
     s.252-275. 
19 Yusifzade, Khoshbakht., “The Development of the Oil and Gas Industry in Azerbaijan”, Azerbaijan International, SOCAR 
     Section, Summer, 1996 
20 Caspian Oil and Gas, International Energy Agency, Paris, 1998, s.254. 
21 Necdet Pamir, ‘’a.g.m’’. 
22 Necdet Pamir, “Orta Asya ve Kafkasya’da Güvenlik Arayışları Sürecinde Enerji Kaynaklarının Rolü”, İdris Bal(edit). 21.Yüzyılda 
Türk Dış Politikası, Ankara 2004, s.514 
23 Sektör Raporu, BOTAŞ, 2013 
24 Sektör Raporu, BOTAŞ, 2013 
25 Sektör Raporu, BOTAŞ, 2013 
26 Zafer Ateş, Doğu-Batı Enerji Koridoru: 2 Tamam 1 Eksik, Uluslararası Ekonomik Sorunlar Dergisi, s:23 
27 TPAO, http://www.tpao.gov.tr/tp2/sub_tr/sub_icerik.aspx?id=146 
28 TPAO, http://www.tpao.gov.tr/tp2/sub_tr/sub_icerik.aspx?id=146 
29 Sinan Oğan, Mavi Akım Projesi: Bir Enerji Stratejisi ve Stratejisizlik Örneği, Stradigma Strateji ve Analiz E-Dergisi, sayı 7, (2003) 
30 Gulmira Rzayeva, Burcu G. Punsmann ve M. Mete Göknel, Tanap Raporu, Hazar Strateji Enstitüsü, Enerji Araştırmaları Merkezi, (2012) 
31 Sektör Raporu, BOTAŞ, 2013 

 
****

GELİŞEN DÜNYA DÜZENİ İÇERİSİNDE TÜRK DÜNYASI ENERJİ KORİDORU., BÖLÜM 3

GELİŞEN DÜNYA DÜZENİ İÇERİSİNDE TÜRK DÜNYASI ENERJİ KORİDORU., BÖLÜM 3


Hakan Beyaz,Türk Dünyası, Küreselleşme, Enerji Politikası,küreselleşme,Yeni Dünya Düzeni,Çok Uluslu Şirketler,Petrol Boruhattı,Doğalgaz Boruhattı,
Enerjinin Ekonomi Politiği,Enerji Profili,

Türk Dünyası Enerji Profili 

Türk Dünyası coğrafyasında petrol ve doğal gaz rezervlerinin büyük bir bölümü Hazar havzasında bulunmaktadır. Hazar'ın böyle bir potansiyele sahip olması beraberinde birçok soruna da zemin hazırlamaktadır. Özellikle Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra Hazar havzasında kıyısı olan devletler arasında, kaynakların sahipliği, yatırımcı teşviki ve vergilendirme gibi hakların hangi ülkeler tarafından kullanılacağı tartışması devam etmektedir. 

Bu hukuki statü sorunu genel olarak iki farklı görüşe sahiptir. Hazar'ın bir göl olduğunu iddia eden İran ve Rusya bir tarafta, deniz olduğunu kabul eden Azerbaycan ve Kazakistan bir taraftır. 
Türkmenistan’ın tutumu belirsizlik göstermektedir. Hazar deniz olarak kabul edildiğinde bütünü ulusal bölgelere ayrılacak, göl olarak kabul edildiği takdirde kıyısı olan ülkeler belli bir uzaklığa kadar özel alanlara sahip olacak, ortada kalan kısımda ortak alan olarak kullanılacaktır.16 Bu konuda Kazakistan ve Rusya arasında 1998 yılında imzalanan bir anlaşma ile Hazar Denizi’nin dibi ulusal bölgelere ayrılmış fakat yüzey kısmı herkesin kullanımına sunulması 
kararlaştırılmıştır. 

Türk Dünyası enerji jeopolitiği belirleyen etkenler arasında yer alan petrol rezervi en yüksek olan ülke Kazakistan’dır. 

Bu durum Kazakistan'ın ekonomi ve siyaseti için de büyük bir taşımaktadır. 

Hazar Bölgesi Ham Petrol Rezervleri17 



*Yalnızca Hazar kenarındaki bölgeler dahil edilmiştir. 

Orta Asya da Sovyetler Birliği'nden ayrılan ülkeler arasında Rusya Federasyonundan sonra ikinci en büyük petrol üreticisi olan Kazakistan, Petrol sektöründe ki dev yatırımcılar tarafından ilgi ile takip edilmekte ve ülkenin petrol sahalarına büyük yatırımlar yaparak sahaların kapasitesi geliştirilerek dünya pazarına entegre olmak için projeler geliştirilmektedir.18 

Aynı durum Azerbaycan içinde geçerlidir. Rusya ve Kazakistan’dan sonra üçüncü sırada gelen Azerbaycan da aynı dönemlerden geçmiştir. Birliğin dağılması ve yeni devletlerin ortaya çıkışından sonra piyasanın öncüleri ile Azerbaycan arasında 1994 yılında ''Asrın Mukavelesi'' adı verilen petrol anlaşmasının imzalanmış ve bu durum ülkenin dünya ile entegrasyonu konusunda ilk ciddi adım olarak yorumlanmıştır.19 

Petrolün yanı sıra zengin doğal gaz kaynaklarına da sahip olan Hazar havzası, Türk Dünyası Enerji jeopolitiğinin vazgeçilmez coğrafyasıdır. Rusya ve İran'dan sonra en geniş doğal gaz rezervlerine sahip olan Türkmenistan’ın yıllık doğalgaz tüketimi 10milyar metreküptür. Bu oranın yüzde 55'i sanayi yüzde 35'i de elektrik sektöründe kullanılmaktadır. Ülkede faaliyette bulunan elektrik santrallerinin toplamı 6 ve bu santrallerin 5'i doğalgaz ile çalışmaktadır.20 


Hazar Bölgesi Doğalgaz Rezervleri 21 



 *Yalnızca Hazar kenarındaki bölgeler dahil edilmiştir. 

Türk Dünyasının önemli bir devleti olan Özbekistan da dünyanın en büyük 8. doğal gaz üreticisidir. 

Aynı zamanda petrol tüketimini de büyük ölçüde karşılayacak üretime sahiptir. 
Ancak Özbekistan petrol ihracatı yapan bir konumda değildir. Dünyanın sayılı gaz üreticilerinden birisi olmasına rağmen ihraç ettiği ülkelerin başında Ukrayna, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan gibi tamamı eski Sovyetler Birliği üyesi ülkeler gelmektedir. 

Özbekistan’ın tek petrol ihraç yolu Rusya üzerinden Özbekistan rafinelerine petrol ürünleri taşımak üzere inşa edilen hattın tersidir. 

Bunun yanı sıra Türkmen ve Özbek petrolünü, Afganistan üzerinden Pakistan'a ulaştırmayı hedefleyen ''Orta Asya Petrol Boru Hattı'' projesinin gerçekleşmesi durumunda yeni bir imkana kavuşmuş olacaktır.22 

Türkiye 

Türkiye toplam enerji tüketiminin yüzde 90'ını petrol, doğalgaz ve kömürden sağlamakta büyük çoğunluğunu ithal ederek sağlamaktadır. 
Toplamda 43,1 milyon ton ham petrol, 6,2 milyar metreküp doğal gaz rezervine sahiptir.23 Yukarıda belirtilenlerin ışığında Türkiye’nin Türk Dünyası Enerji Profili içerisinde ki rolü üretimden ziyade transfer alanındadır. 
Ülkemizin enerji kaynakları tüketimi içerisinde en büyük paya yüzde 35 ile doğal gaz sahiptir. Başta Rusya Federasyonu olmak üzere Azerbaycan, İran, Cezayir ve Nijerya’dan doğal gaz ithal etmekteyiz. İran, Rusya, Suudi Arabistan ve Irak'tan da petrol ithalatı gerçekleştirilmektedir.24 Bunların yanı sıra 2003 yılından yapılan anlaşma ile 2007 yılından itibaren Yunanistan'a doğal gaz ihracatı yapmaktayız.25 

Türkiye’nin enerji alanında ki üretim, ihracat ve ithalat verileri göz önünde 
bulundurulduğunda, ülkede sektörün gelişmeye açık bir potansiyel oluşturduğu net bir şekilde görülmektedir. Bu verilere enerji profili açısından ülkemizin bir diğer önemli sektörü olan transfer projelerini de eklediğimiz de piyasa etkinliği daha da belirginleşecektir. 

Tengiz-Bakü-Tiflis-Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı Projesi (BTC) 

Azerbaycan ve Türkiye arasında 1991 yılından itibaren yapılması planlanan, yapımına 2003 yılında başlanılan ve 2006 yılında da açılışı yapılan proje ile Azerbaycan petrolünün Türkiye'ye ve batı pazarlarına ulaştırılması sağlayan projedir. BTC yıllık 50 milyon ton varil kapasiteye sahiptir. Bu projeye 2006 yılında Kazakistan’ın da katılması ile hem Türk Dünyası hem de Enerji piyasası açısından çok büyük önem taşımaktadır.26 

Bakü-Tiflis-Erzurum Doğal Gaz Boru Hattı 

Bu proje ile Azerbaycan doğal gazının Gürcistan üzerinden Türkiye'ye taşınması 
amaçlanmaktadır. 2001 yılında yapılan anlaşma ile 15 yıl süreli yılda 16 milyar metreküp doğal gaz alımı tasarlanmıştır. 2010 yılı içinde toplam 6,8 milyar m³ gaz taşınmış olup, bu miktarın 4,4 milyar m³’ü BOTAŞ’a satılmıştır. Projenin ana hedefi ikinci aşamada bölgede üretilecek doğal gazın Türkiye üzerinden Avrupa’ya iletilmesidir.27 

Hazar Geçişli Doğal Gaz Boru Hattı 

Türkmen gazının uygun güzergah üzerinden Türkiye'ye Avrupa pazarlarına ihracını hedefleyen bir projedir. 1991 yılında yapılması planlanmış ancak çeşitli sebeplerden dolayı faaliyete geçirilememiştir. Hazar geçişli ismini Hazar Denizi'nin altından döşenecek bir boru hattıyla Azerbaycan'a ve Türkiye'ye taşınması sonrası Avrupa'ya ulaştırması düşüncesinden almaktadır.28 

Mavi Akım 

Mavi Akım Projesi, Türkiye ve Rusya arasında yapılan üçüncü doğal gaz alım 
anlaşmasıdır. Rus doğalgazının Karadeniz’in altından Türkiye'ye 25 yıl süreli yılda 16 milyar m³ doğal gaz taşınması kararlaştırılmıştır. Anlaşma süresince Rusya'dan toplam 365 milyar metreküp doğal gaz alınması planlanmıştır. Mavi Akım Projesi'nin en önemli özelliği Rusya Federasyonu ile daha önce yapılan iki anlaşmadan farklı olarak herhangi bir geçiş ülkesi ile muhatap olmaksızın, doğrudan Türkiye'ye doğal gaz verecek olmasıdır.29 


GELİŞEN DÜNYA DÜZENİ İÇERİSİNDE TÜRK DÜNYASI ENERJİ KORİDORU., BÖLÜM 2

GELİŞEN DÜNYA DÜZENİ İÇERİSİNDE TÜRK DÜNYASI ENERJİ KORİDORU., BÖLÜM 2


Hakan Beyaz,Türk Dünyası, Küreselleşme, Enerji Politikası,küreselleşme,Yeni Dünya Düzeni,Çok Uluslu Şirketler,Petrol Boruhattı,Doğalgaz Boruhattı,
Enerjinin Ekonomi Politiği,

Yeni Dünya Düzeni İçerisinde Türk Dünyası 

Yeni düzen oluşurken Türkiye’nin de bu sistemin içerisine jeostratejik konumu ile dolaylı olarak entegre olduğunu rahatlıkla görebiliyoruz. Yukarıda detaylı olarak verilen bilgiler ışığında da sistemin içerisinde ki pay ve oranlarını belirtilmiştir. Bu süreç özellikle siyasi yapının değiştiği 1980 yılı ve sonrasında başlamıştır. Yeni yapı ile birlikte ekonomik sistem kendini yenilemiş serbest piyasa ekonomisi ve teşvik sistemi, dış ticaretin, faizin ve sermaye dolaşımının serbestliği ile yeni bir döneme geçiş yapılmıştır. Ekonomik boyutunun yanı sıra jeostratejik konumundan kaynaklı siyasi olarak da önemli bir rol üstlenmektedir. Avrasya’nın merkezinde olmasından dolayı Akdeniz, Balkanlar, Kafkaslar, Karadeniz, Orta Asya ve Orta 
Doğu gibi merkezi noktaların hem birbirleriyle hem de Avrupa ile bağlantılarının sağlanması durumunda bölgesel bir güç odağı konumundadır. 

Türkiye’nin bu konumu sayesinde önemli bir güç odağı olmasının birçok getirisi vardır. 

Bu durumun sonuçları kendini özellikle enerji alanında göstermektedir. Komşu olduğu bölgelerin dünyanın en zengin petrol ve doğalgaz rezervlerine sahip olması ve bu kaynakların Doğu-Batı istikametinde taşınması konusunda iktisadi açıdan en kısa ve en az maliyetli güzergahı sunmaktadır. Türkiye’nin katkılarıyla Doğu-Batı Enerji Koridoru Projesi’nin gerçekleştirilmesi, bölgesel olduğu kadar küresel anlamda da ekonomik sonuçlar doğuracaktır.9 

Günümüzde aynı gelişmeler ışığında Orta Asya ve Kafkasya’da da değişimler 
yaşanmaktadır. Özellikle Sovyetler Birliğinin parçalanmasından sonra ortaya çıkan devletler içerisinde, serbest piyasa ve ekonomik özgürlüklerine kavuşan Türk Cumhuriyetleri de aynı süreçlerden geçmiş bulunmaktalar. Yeni kurulan devletlerin hızlı bir şekilde ulus bilinci oluşturma ve devletin vazgeçilmezi olan millet olgusunu oluşturarak ekonomik anlamda gelişmelere başlanmıştır. Enerji rezervleri sayesinde hem ekonomik özgünlüklerini kazanmış hem de dünyada ki güç odağı devlet ve uluslar üstü kurumların ilgi odağı haline dönüşmüşlerdir. 

Özellikle 19.yy ve 20.yy'lar da İngiltere ve Rusya’nın Orta Asya üzerinde 
politik baskı ve kontrol uygulama çalışmalarına günümüzde İran ve Çin'in de dahil olduğunu görmekteyiz. Bölgenin jeopolitik konumu ve enerji rezervleri büyük devletlerin gözlemi altında ve bölge üzerinde yoğun bir nüfuz mücadelesine sahne olmaktadır. Bölgede etkin olan dış odakla üç güç merkezi Rusya, Çin ve İran Türk cumhuriyetlerini çevrelemekte ve baş güç odaklarının bölgeye müdahil olmasına engel olmaktadırlar. Ancak Azerbaycan ve Kazakistan’ın daha sonra da Özbekistan’ın merkeze dahil olmaları dengeleri değiştirmeye başlamıştır. 
Türkiye’nin içerisinde olmayan hiçbir oluşumun bölgeye ve bölge halklarına yarar 
sağlamayacağı aşikardır. Ancak bu oluşumun ne tür bir örgütlenme olacağı konusunda somut adımlar atılamamaktadır. Halihazırda bölgede faaliyet gösteren oluşumlardan en etkilisi ''Şangay İşbirliği Örgütü'' , ''Bağımsız Devletler Topluluğu'' ve ''Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’dür. Fakat Türkiye bu oluşumların hiçbirinde bir etkinliğe sahip değildir. Tarih boyunca Orta Asya Türk Milleti’nin ana vatanı olmuştur. Bozkırda göçebe bir hayat esası yaşayan Türkler bu coğrafyada kurdukları devletler ve yerleşik hayata teşkil etikleri büyük 
şehirler ile Türk medeniyetinin ve bölgesel kalkınma ve refahın ticaret yolu ile de gelişiminde yararlı olmuşlardır.10 Türkiye bölgesel bir aktör olarak öncelikle Türk devletleri ile işbirliği modelleri geliştirmek durumundadır. 

Enerjinin Ekonomi Politiği, 

Günümüzde enerji politikalarını anlayabilmek için öncelikle enerji jeopolitiğini incelemek gerekmektedir. Enerji jeopolitiği hem ülkeler hem de bölgesel dengeleri oluşturan önemli faktörlerdendir. Devletlerin güç durumlarını ve hükümet politikalarını önemli ölçüde etkilemektedir. 

Enerjiye ulaşım, devletlerin teknolojik yöntemleri, ham madde erişimi ve bu erişim araçlarının kullanımı, uluslararası alanda meşru gösterme gibi durumların yanı sıra; her durumda kaynaklara erişimi sağlamak gibi çıkar mücadeleleri ve bu süreçlerin getirisi karşısında alınan önlemler ve uygulanan yöntemlerin hepsi enerji eko-politiğinin zorlu parçalarıdır. 

19.yy ikinci yarısında ortaya çıkan petrol yeni keşiflere, endüstrisinin gelişmesine ve yeni bir ticari faaliyet alanına sebep olmuştur. Ülkeler kendi altyapılarını oluşturmuş gelişme sürecinde uluslaşma akımı ile kaynaklarını millileştirmeye gidilmiştir. Ülkelerin yanı sıra petrol şirketleri de kendilerine bir taban oluşturarak varlıklarını, konumlarını sağlamlaştırarak sürdürmeye çalışmışlardır. 20.yy başlarından itibaren savaşların hem varlık sebebi hem de yürüteci konumuna gelmiştir. Dünya sahnesinde ki önemi arttıkça uğrunda savaşlar verilmeye 
başlanmıştır. 1950'lerde Dünya da petrolün üretim merkezi ABD'den Orta Doğu ve Kuzey Afrika’ya kaymış ve fiyatı alternatiflerine (kömür, linyit vb.) göre daha da ucuzlamıştı. Bununla beraber piyasaya çıkan yeni petrol ürünleri ile petro-kimya sanayisi de gelişmekteydi. Petrol artık Dünyanın yeni kalkınma ve itici gücünü oluşturmaktaydı. 

Enerjinin bir savaş sebebi olması ve bugünkü enerji coğrafyaları üzerinde yaşanan sıkıntıların temeli ilk olarak 1960 yıllarda petrolün bir silah olarak kullanılmasını öngören ve sonucunda İsrail'in Mısır'a saldırmasıyla alevlenen devamında Arap-İsrail savaşlarının yaşanması durumudur. Arap milliyetçiliğinin yaygınlaştığı Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde başlayan bu yeni dönem ile batı karşıtı tutumlar sonucunda petrolün, İsrail ve onu destekleyen ABD ye karşı 
bir koz olarak kullanılmasıyla beraber Petrol Krizi sürecine girilmiş ve bu süreci ''Petrol İhraç Eden Arap Ülkeleri Teşkilatı''nı (Organization of Arap Petroleum Exporting Coutries - OAPEC) kullanarak şekillendirmişlerdir.11 Bu süreç karşısında artan petrol fiyatları karşısında çoğunluğu ''Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü'' (Organisation for Economic Co-operation and Development-OECD) üyesi ülkeler olan gelişmiş Batılı ülkeler, 1973 Arap petrol ambargosu benzeri gelişmelere karşı güvenliklerini sağlamak amacıyla ''Uluslararası Enerji Ajansı''nı 
(International Energy Agency - IEA) kurdular.12 Uluslararası Enerji Ajansı verilerine göre, mevcut koşullar altında küresel enerji talebinin 2035 itibarıyla bugünkü seviyesine oranla yüzde 50’den fazla artması beklenmektedir.13 

Avrupa’nın enerji tüketiminin 2020 itibarıyla yüzde 70'inin yabancı kaynaklarca karşılanıyor olması beklenmektedir. 

Bu bağlamda 2030’da Avrupa’da ki gaz tüketiminin de yüzde 85’i ithal ediliyor olacaktır. 
Bu gelişmeler ışığında ve Sovyetler Birliği'nin dağılması, Körfez Savaşının çıkması ve yeni petrol ve doğal gaz rezervlerinin ortaya çıkışı yeni bir Enerji ekonomi politiğinin de oluşturulmasına sebep olmuştur. Bu durum, Türkiye’nin dünyada ki toplam petrol ve doğal gaz rezervlerinin yaklaşık yüzde 70'inin bulunduğu bölgede yer alması, jeopolitik konumu dolayısıyla doğu-batı koridoru ile Orta Asya, Orta Doğu ve Kafkasya'da ki petrol ve doğal gazı Avrupa’ya aktarımda potansiyel hat olması, OECD ülkeleri arasında en yüksek elektrik üretimi artışına sahip olması14 ve kendi bölgesi içerisinde bir enerji terminali olma iddiası ile çok büyük bir önem taşımaktadır.15 

***

GELİŞEN DÜNYA DÜZENİ İÇERİSİNDE TÜRK DÜNYASI ENERJİ KORİDORU., BÖLÜM 1

GELİŞEN DÜNYA DÜZENİ İÇERİSİNDE TÜRK DÜNYASI ENERJİ KORİDORU., BÖLÜM 1

Hakan Beyaz,Türk Dünyası, Küreselleşme, Enerji Politikası,küreselleşme,Yeni Dünya Düzeni,Çok Uluslu Şirketler,Petrol Boruhattı,Doğalgaz Boruhattı,

Hakan Beyaz 
Özet; 

Sistemli olarak gelişmekte olan dünya da etkin bir güç olabilmek ya da mevcut 
konumu koruyabilmek için sistemin bir parçası olmak zorunluluk haline gelmiştir. 
Mevcut sistemin küreselleşme ve çokuluslu şirketler olarak geliştiği süreçte bölgesel hareketliliğin, siyasi ve kültürel alandaki etkinliğinin ekonomik alandan daha düşük olduğu açıktır. Bu sebeple Türk dünyasında etkinliğin ve yükselişin ekonomik anlamda olması gerekmektedir. Türk Cumhuriyetlerinde çıkarılan petrol ve doğalgaz kaynaklarının Türkiye üzerinden Avrupa’ya aktarımı bu düşüncenin temelini oluşturmaktadır. Bu çalışmada küreselleşme sürecinin teorik açıklamaları, dünyada ki enerji politikaları ve gelişmekte ki düzen içerisinde ki rolü ve Türk dünyasının bu sürecin neresinde olması gerektiği analitik olarak ortaya koymaya çalışacağım. 

Giriş 

20.yy son çeyreği önemli gelişmelere sahne olmuştur. Soğuk savaşın sona ermesi 
Sovyetler Birliğinin kendini fesih etmesi, yeni bağımsız devletlerin ortaya çıkması gibi gelişmeler sonucunda dünya üzerinde yeni bir sistem ortaya çıkmak durumunda kalmıştır. Gelişen teknoloji ve popüler kültürün de etkisiyle yeni pazar arayışlarını daha da kolay hale getirecek bu sistem ''Küreselleşme'' olarak (karşımıza çıkmaktadır)adlandırılmıştır. Bu gelişmeler ışığında dünya üzerinde ki güç odakları da yerini yavaş yavaş büyük devletlerden çok uluslu şirketlere devretmiştir. Birçok ülkede, birden fazla alanda faaliyet gösteren bu şirketler, sağlamış oldukları istihdam, sosyal projeler ve ekonomik anlamda ki gelişmişlik  sayesinde birçok dünya ülkesinden daha zengin ve etkin bir konum kazanmışlar dır. Bu tür şirketlerin iş kollarından en önemlileri teknoloji, petrol ve doğal gazdır. 

 Belli başlı zengin ülkeler, gelir-gider dengesi arasındaki farklılıklarını koruyabilmek için yeni bir tür işbirliği ve yeni bir tür ekonomik düzen kurmak zorundadır. İşte kurulmakta olan bu düzen ''küreselleşme'' düzenidir.1 
Bu yeni sistem. ''Yeni Dünya Düzeni''nin yürüteci haline gelmektedir. Nitekim özellikle yeni teknolojilerin bulunması ve uygulanmasıyla ve pazar tabanlı 
kapitalizmin de etkisiyle, bunların yanında küreselleşmeyle gelen ekonomik değişikliklerle ülkelerin ve çok uluslu şirketlerin pazarlık güçlerinde değişimler yaşanmakta, bu değişimler birbiriyle bağlantılı olarak gerçekleşmekte dir.2 

Yeni Dünya Düzeni 

Siyasi krizler ve ekonomik çıkmazlar içerisinde çıkar yol bulma çabası içerisinde giren büyük devletler, 80'li yıllardan itibaren farklı bir piyasa düzeni inşa etme yoluna gitmişlerdir. 

Bu yeni kapitalist düzen için birçok farklı propaganda yürütmüşler ve bunun içerisinde en uygun olanı küreselleşme olarak benimsetmişler dir. Bunun neticesinde de gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelere başka bir seçenek bırakmamışlardır. 
Her ne olursa olsun, günümüzde küreselleşme, ekonomiden uluslararası ilişkilere kadar çeşitli alanlarda dünyayı etkileyen, uluslararası toplumun dokusunu ve yapısını eskiye oranla tanınmayacak ölçüde değiştiren bir güç olarak karşımıza çıkmaktadır. Birleşmiş Milletler 1945 yılında kurulduğunda, uluslararası ilişkileri belirleyen temel aktörlerin devletler olduğu konusunda herhangi bir kuşku yoktu. Sadece devletler, uluslararası ilişkileri etkileyebilecek kaynaklara sahipti. Oysa günümüzde, uluslararası ilişkileri ve dünya ekonomisini zaman zaman 
devletlerden çok daha fazla etkileyen yeni aktörler ortaya çıkmıştır. Çokuluslu şirketler, hükümet dışı örgütler, medya kartelleri, araştırma ve düşünce (think-tank) kuruluşları, hatta bazı devletlerin yıllık GSMH’sinden daha fazla şahsi serveti bulunan bireyler ve yatırımcı konsorsiyumlar son 10 yıl içerisinde oluşan uluslararası sistemin yeni aktörleri olarak ön plana çıkmışlardır.3 

Küreselleşme aslında tam olarak ülke sınırlarının ortadan kalktığı bir sistem değildir. 

Ülkeler ucuz iş gücü için gerekli görülmektedir. Ancak, bu durum ulus kavramına da uzaktır. 

Uluslararası şirketler maliyeti düşürmek için mevcut ülke ve işçileri kullanırken pazar olarak gelişmekte olan ülkeleri seçmektedirler. Üretim maliyetlerini en alt seviyeye düşürmek için bazı üçüncü dünya ülkeleri tercih ediliyorsa da bu durum şirketlerin merkezinin bulunduğu ülkelerde istihdam sorununa neden olduğundan bu konuda farklı yöntemler izlemek durumunda kalınmıştır. 

Çok Uluslu Şirketler 

Yeni dünya düzenin oluşturulması ve küreselleşme sürecinin hızlanmasıyla birlikte daha etkin bir rol alan çokuluslu şirketler, bu durumu biraz da sermayelerinin sağlam oluşu ve gelişen teknolojiyi en iyi şekilde uygulamalarına borçludur. 
Net bir tanım yapmak gerekirse; üretim, araştırma, yatırım, strateji, politika ve karar alma işlemlerinin belli bir ülkede olan genel merkezi tarafından belirlenen, birden fazla ülkede faaliyette bulunan ve şubeler aracılığıyla koordine edilen büyük işletmelerdir. Günümüzde özellikle uluslararası ticaret alanında etkin bir konuma sahiptirler. Bu konumlarının sayesinde uluslararası alanda bir çok yönden ve bir çok farklı kurum ve kuruluşlarla yoğun etkileşim içerisindedirler. Bu ayrıcalığın farkında olan uluslar üstü işletmeler kendilerini bu yöne doğru hızlı bir şekilde geliştirme çabası içerisine girerek, dünya üzerinde her açından söz sahibi olma pozisyonuna gelmek istemektedirler. Günümüzde bu duruma paralel olarak bu tür oluşumların sayısı ve etkinliği büyük bir artış göstermektedir. Çok uluslu şirketlerin ev sahibi ülkeye yaptığı katkıların en önemlisi ihracat rekabet 
gücünü arttırmasıdır.4 

Çok uluslu şirketler herhangi bir ülkede yatırım yaparken beraberinde 
sermaye, teknoloji ve yönetim bilgisi getirir; ev sahibi ülke dünya çapında pazarlara kolayca erişme olanağına sahip olan çokuluslu şirkete mal ve hizmet tedarik eden yerli firmalar sayesinde bölgesel ve global piyasalara erişim olanağına kavuşabilir. Yerli firmalar, yaparak öğrenme süreci sonrasında ihraç ürünlerinin çeşitlenmesini sağlarlar. Çokuluslu bir şirketin herhangi bir ülkede yatırım yapması halinde çokuluslu şirketin ev sahibi ülkeye getirdiği sermaye, bilgi ve beceri ile teknoloji ölçüsünde ev sahibi ülkenin reel milli gelirinde artış olur. Ev sahibi ülkenin vergiler yoluyla elde ettiği ek gelirler ile toplumun elde ettiği dolaylı faydalar çokuluslu şirketin elde ettiği getiriden daha yüksekse çokuluslu şirketin doğrudan ekonomik etkileri ev sahibi ülke lehine gelişir.5 

Yeni dünya düzeninin vazgeçilmez bir parçası olan bu sistem içerisinde ülkemizin de toplam yabancı varlığı 36,7 milyar Amerikan doları, yurtdışı satışları 23,4 milyar Amerikan doları ve istihdam ettikleri yurtdışı işgücü 115.539 kişiye ulaşan 29 Türk çokuluslu şirketi bulunmaktadır. İlk en büyük beş şirket toplam piyasanın %58’ini diğer bir deyişle 21,4 milyar Amerikan dolarını kontrol etmektedir. 

En büyük on şirket ise toplam yabancı varlığın %70’inden biraz daha fazlasını (toplam 26,4 milyar Amerikan dolarını) kontrol etmektedir.6 

Yurtdışında 426 iştiraki olan bu yirmi dokuz çokuluslu şirketin iştiraklerinin 326’sı Avrupa ve Orta Asya’da, 53’ü Ortadoğu ve Afrika’da, 31’i Doğu Asya, Güney Asya ve Kalkınmış Asya-Pasifik’te7 ve 16’sı ise Kuzey ve Güney Amerika’da faaliyet göstermektedir.8 

Çokuluslu şirketlerin küreselleşmeyle paralel olarak devam eden bu gelişmeleri 
ekonomik, sosyal ve kültürel anlamda topluma sağlayacağı katkıların ve oluşacak türlü fırsatların yanı sıra yine aynı çeşitlilikte tehlikeli durumların da oluşabileceği gerçeğine karşı da bir takım önlemlerin alınmasında faydalı bir gereklilikte bulunmaktadır. 


***

Globalleşen dünyada aktör olabilmenin yolu enerjiden geçiyor.,

Globalleşen dünyada aktör olabilmenin yolu enerjiden geçiyor.,



Gokcen Ozkara 
12 Kasım 2018 



   Avrasya Ekonomik İlişkiler Derneği (EcoAvrasya) Yönetim Kurulu Başkanı Hikmet Eren, İki ülke arasındaki stratejik iş birliği anlaşmalarının 2012’de “Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi” ile taçlandırıldığını belirterek şu sözleri söyledi : “İlişkilerin bugünlere gelmesinde özellikle siyasi, ekonomik ve sosyal alanda yapılan çalışmalar uluslararası alanda takdire şayan. İki ülke arasındaki ekonomik ilişkiler 2 milyar dolar seviyesinde. Umudumuz bunun orta vadede 5-10 milyar dolar seviyesine çıkarılması.”

“Türk iş adamları Kazakistan’da 15 bin kişiye iş imkanı sağladı”
Kazakistan’dan Türkiye’ye 2017’de 500 binin üzerinde turist geldiğini belirten Eren, hedeflerinin bu rakamı 600-700 bin seviyesine çıkarmak olduğunu söyledi. Eren, Türk iş adamlarının Kazakistan’da 15 bin kişiye iş imkanı sağladığına dikkat çekerek, konuşmasını şu şekilde sürdürdü:
“Bundan sonraki süreçte Türk müteşebbisleri ve sanayicileri Kazakistan enerji sektöründe yer almalı. Türkiye’de faaliyet yürüten ve global sahada varlığını ispat etmiş olan büyük holdinglerin ve firmaların orta vadede Kazakistan’da enerji sektöründe yatırımlar yapmaları her iki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerin daha üst seviyeye çıkarılmasına katkı sağlayacaktır.”


“Globalleşen dünyada aktör olabilmenin yolu enerjiden geçiyor”
Eren, Kazakistan’da 18 milyon insanın yaşadığını ancak ülkenin Avrasya Ekonomik Birliği üyeliği dolayısıyla 250 milyon kişilik bir pazar olduğunu vurgulayarak sözlerine şu şekilde devam etti:

“İki ülke arasındaki ekonomik ilişkileri güçlendirirsek Türkiye’de üretilen bir ürünü 250 milyonluk pazara açabilme durumu söz konusu olur. Şu anda Orta Asya’nın parlayan yıldızlarından Özbekistan ile Türkiye’nin ekonomik ve siyasi ilişkileri artarak devam ediyor. Bu durum Kazakistan ile münasebetlerimize de tesir edecektir. Şu anda 160-170 milyar dolar civarında olan ihracat potansiyelimizi 500 milyar dolar hedefimize doğru yönlendirmemizin bir yolu da başta Kazakistan olmak üzere Türkmenistan, Özbekistan, Azerbaycan ve Kırgızistan pazarında mevcudiyetimizi daha güçlü bir zeminde devam ettirmemizdir. Enerji sektöründe var olmak zorundayız. Globalleşen dünyada aktör olabilmenin yolu enerji sektöründen geçiyor.”




“21’inci yüzyılın vazgeçilmez ana unsurlarından biri enerjidir; enerjinin de merkezi ve geçiş güzergahı Avrasya’dır”

Kazakistan’ın Rusya ve Çin gibi önemli iki ülke ile sınırı bulunduğuna işaret eden Eren, Kazakistan’ın Çin ile ticaret hacminin yaklaşık 25 milyar dolar olduğunu belirtti. Eren, Türkiye’nin bu 25 milyar dolarlık hacimden pay elde edebileceğini dile getirerek, şunları kaydetti:

“Biz Avrasya’da Türkiye Cumhuriyeti devleti olarak varız. Bundan sonraki süreçte de yine var olacağız. Bu bölgede kesinlikle hem Kazakistan hem Türkiye hem Azerbaycan hem de Özbekistan mutlaka ama mutlaka küresel aktör olacaklardır. Bunu çok net olarak ifade edebiliriz. 21’inci yüzyılın vazgeçilmez ana unsurlarından biri enerjidir ve enerjinin de merkezi ve geçiş güzergahı Avrasya’dır. Onun için bu coğrafyada olmanın sıkıntılarını elbette yaşayacağız ama nimetlerinden de gelecek nesillerimiz mutlaka istifade edecektir.”

Kaynak: Haber Türk
***