SOĞUK SAVAŞ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
SOĞUK SAVAŞ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Nisan 2020 Pazar

SOĞUK SAVAŞ SONRASI RUSYA FEDERASYONU GÜVENLİK VE SAVUNMA ANLAYIŞI

SOĞUK SAVAŞ SONRASI RUSYA FEDERASYONU GÜVENLİK VE SAVUNMA ANLAYIŞI




Sait Yılmaz*
* Yrd.Doç.Dr.Sait YILMAZ, Beykent Üniversitesi BÜSAM Müdürü, saityilmaz@beykent@edu.tr


ÖZET

2008 yılında Gürcistan’a yaptığı harekat Rusya Federasyonu’nun Batılı siyasi
merkezlerde ihtiyatlı bir şekilde bir tehdit kaynağı olarak tekrar hatırlanmasına yol açtı.

Bu aynı zamanda devlet kaynaklı konvansiyonel savaş olasılıklarının ortadan
kalkmadığının da bir göstergesi oldu. 1990’lı yıllar boyunca Rus Silahlı Kuvvetleri
parasızlıktan çürümeye bırakılmıştı. Putin ile birlikte toparlanmaya başlayan Rus
güvenlik sistemi birbiri ardına sessiz sedasız yeni güvenlik yaklaşımları ortaya
koymakta ve buna uygun savunma reformları gerçekleştirmektedir. Rusya, bir yandan Eski Sovyetler Birliği’nin yer aldığı bölgede etkisini sürdürmeye, Doğu ile Batı arasında kendine bir yer bulmaya ve Avrupa ile iyi ilişkiler geliştirmeye çalışırken, diğer yandan NATO’nun genişlemesini frenlemeye çalışmaktadır. Rusya geçmişte olduğu gibi Batı ve Doğu arasındaki çelişkisini Putin-Medvedev ikilisinin ‘bağımsız büyük güç’ olma hevesi ile aşmak istemektedir.

GİRİŞ.,

Rusya Federasyonu, Sovyetler Birliği’nden bağımsız bir devlet olarak ortaya
çıkışı sonrası 1990’lı yıllardaki Yeltsin döneminde siyasi, ekonomik ve
konvansiyonel askeri gücünü önemli ölçüde kaybetmişti. Bu dönemde
uluslararası sistemin belirleyici unsuru olmaktan da uzaklaşan Rusya, 2000
yılında iktidara gelen Vladimir Putin ile trendi tersine çevirdi. Putin, bölgesel
yönetimlere, medyaya ve iş dünyasına uyguladığı baskı ile gücü tekrar merkezi
yönetim üzerinde topladı. Putin’in önceliği ekonomi oldu. 2003 yılında Rus
GSMH’sı % 7.2 artış gösterirken, bütçe 30 milyar dolar fazla verdi (IISS,
2004: 121). 1990’lı yıllar boyunca yeni stratejik doktrinini tartışan Rusya,
2003 yılında son halini onayladı.

Stratejik hedeflerini gerçekleştirmek için oldukça sınırlı güce sahip olan
Rusya, öncelikle çok kutuplu bir dünya düzeni istemekte ve uluslararası
ilişkilerde tek bir ülkenin üstünlüğüne karşı çıkmaktadır. Rusya, BM’nin onayı
olmadan önleyici müdahale hakkını kullanabilmek için komşu ülkeler ile
bölgesel serbest dolaşım fikrini savunmaktadır. Rusya, uluslararası güvenlik
alanında önemli diplomatik roller oynamaya devam etmektedir. Bir yandan
Eski Sovyetler Birliği bölgesinde etkisini sürdürmeye gayret ederken diğer
yandan Doğu ile Batı arasında kendine bir yer bulmaya, Avrupa ile iyi ilişkiler
geliştirmeye, NATO’nun genişlemesini frenlemeye çalışmaktadır. Uluslararası
platformlarda kendine güçlü bir konum edinmeye çalışan Rusya, NATO-Rusya
Daimi Konseyi ile edindiği NATO faaliyetlerinde söz sahibi olma
pozisyonundan memnun değildir. G-7 veya sonraki adı ile G-8’de ki siyasi
gücü ise oldukça sınırlıdır.

RUS GÜVENLİK ANLAYIŞINDA YAŞANAN DEĞİŞİMLER

Rus Güvenlik Sistemi,

Rus güvenliğinin temelinde öncelikle geniş coğrafyası, stratejik konumu ve
doğal kaynakları yer almaktadır. Rus milliyetçiliği ile beslenen ve elit bir
tabakanın tespit ettiği içeride tavizsiz dışarıda acımasız Rus konseptinin
vasıtası olan büyük ve güçlü bir askeri güç ise diğer bir güvenlik parametresi
olagelmiştir (Kolt, 2001: 2). 1990’lı yıllara kadar Rusya’nın şifreleri ülke
içindeki ve çevresindeki etnik gruplar, bunları kontrol etmek isteyen askeri güç
ve doğal kaynaklardan pay almak isteyen köylüler arasında bir dengeye oturdu.
Bu üçlü Rusya’nın etrafındaki ülkeleri ve doğal kaynakları ele geçirme
mantığının belirleyicileri oldu. 1990’lı yıllardan sonra güvenlik stratejisinin
merkezine Rusya’nın ekonomik gelişmesini sağlamak ve büyük güç
konumunu sürdürmek düşüncesi yerleşti. Bu düşünce bir yandan yakın çevreyi
kontrol, diğer yandan NATO’nun genişlemesini frenleme politikası ile
bütünleşti.

Rus güvenlik sistemin yedi önemli aktöründen en önemlisi hiç şüphesiz Rusya
Federasyonu Devlet Başkanı’dır (Kortunov, 2001: 8-11). Başkan’ın kişiliği ve
yeterliliği güvenlik ve savunma konularına katılım oranında belirleyici
olmaktadır. İkinci önemli aktör yetkileri son yıllarda artırılan ve baş
koordinasyon mekanizması rolündeki Ulusal Güvenlik Konseyi’dir. Üçüncü
önemli aktör Savunma Bakanlığı ile rekabet halinde olmaya devam eden Rus
Genelkurmay Karargahı’dır. Dördüncü önemli aktör Maliye Bakanı, beşincisi
ise Rus Parlamentosu’dur. Altıncı grupta akademi ve düşünce kuruluşlarının
ya da baskı gruplarının yer aldığı resmi ve resmi olmayan kuruluşlar
gelmektedir. Son aktör ise medya’dır.

Anayasaya göre, Rus Parlamentosu, ulusal güvenliğin sağlanması, dış
politikanın desteklenmesi, ülkenin uluslararası yükümlülüklerinin yerine
getirilmesi gibi konularda Devlet Başkanı’nın ve Hükümetin önerilerini
dikkate alarak yasalar çıkarır. Ulusal güvenliğin sağlanması, Hükümete ait bir
sorumluluktur. Güvenlik Konseyi, ulusal güvenliğe yönelik tehditleri önceden
tespit eder, değerlendirir ve bu tehditlerin önlenmesi konusunda Devlet
Başkanına karar tasarıları sunar; ulusal güvenlik ve dış politika konularında
önerilerde bulunur, ulusal güvenliği sağlayan kuvvetlerin ve unsurların
faaliyetlerini koordine eder, alınan kararların uygulanmasını kontrol eder.
Güvenlik Konseyinin iki tür üyesi vardır. Konsey’in sürekli üyeleri; Devlet
Başkanı, Başbakan, Konsey Sekreteri, Dışişleri Bakanı, Savunma Bakanı, FSB
(Federal Güvenlik Servisi) Başkanı’dır. Federasyon Konseyi Başkanı, Duma
Başkanı, Devlet Başkanlığı Ofisi Başkanı, İçişleri Bakanı, Adalet Bakanı, sivil
savunmadan ve olağanüstü durumlardan sorumlu Bakan, Genelkurmay
Başkanı, Başsavcı, Sınır Koruma Hizmeti Başkanı, SVR (Dış İstihbarat Servisi
Başkanı), Bilimler Akademisi Başkanı ile Devlet Başkanı’nın 7 idare bölge
temsilcileri ve diğer üyeler gerektiğinde Konsey toplantılarına katılırlar.
1990’lı yıllardan beri geliştirilen ve 2000 yılında kabul edilen Rus Ulusal
Güvenlik Konsepti; “Gerçekçi Caydırma” stratejisi ile kriz ve çatışmayı
önleme operasyonlarında diplomatik, ekonomik ve kuvvet kullanma dışı
yöntemlere öncelik vermektedir. Ancak kabul edilemeyen tehlikeler karşısında
Rus hükümeti asimetrik karşılık esasına bağlı olarak tek taraflı kuvvet
kullanma hakkını saklı tutmaktadır (Putin, president.ru). Rus Ordusuna
Çeçenya gibi bölgeler başta olmak üzere ülke bütünlüğü koruma görevi
verilmiştir. Rusya için ana tehdit grupları şu şekilde sıralanmıştır (Bluth, 1998:
69); (1) Eski Sovyet ülkelerinden yapılacak toprak istekleri. (2) Rusya sınırları
yakınındaki yerel savaşlar ve silahlı çatışmalar. (3) Kitle imha silahlarının ve
onların kullanılma vasıtalarının yayılması. (4) Eski Sovyet ülkelerinde yaşayan
Rus vatandaşlarının hakları. (5) NATO gibi dış askeri blokların genişlemesi.
Rus Genelkurmayı tarafından hazırlanan “2025 Yılına Kadar Savunma
Maksatlı Rusya Federasyonu Harekât Hazırlığı” dokümanı maliyet-etkinkullanılabilir
bir model anlayışı içinde yeni stratejik kuvvetler kurulmasını,
operasyonel görev kuvvetleri teşkil edilmesini ve müşterek lojistik sistemi
geliştirilmesini öngörmektedir. Bu model iki tür çatışmaya hazırlığı
öngörmektedir;

Soğuk Savaş Sonrası Rusya Federasyonu Güvenlik Ve Savunma Anlayışı
Journal of Strategic Studies 83 1 (3), 2009, 79-9 9

- Düzenli ordular ile yerel, bölgesel ve küresel çatışmalar (uluslararası devlet çatışmaları),
- Düzensiz askeri formasyonlar (ayrılıkçı hareketler, suç grupları, terörist örgütler vb.) ile yerel, bölgesel ve küresel çatışmalar (devlet içi çatışmalar).

Rus İstihbaratı ve Enerji Güvenliği,

142 milyon nüfuslu Rusya Federasyonu’nda her 100 bin kişinin 800’ünün
hapiste olması (dünyada en yüksek hapisteki insan oranı) ve yıllık 30.000
intihar eden kişi miktarı; ülkedeki sosyal çöküntünün en çarpıcı
göstergeleridir. Rusya Federasyonu, Çeçenistan başta olmak üzere ülkedeki
muhalif gruplarla mücadeleyi kontrol almayı müteakip iç (FSB) ve dış (SVR)
istihbaratı ile ilgisini tamamen ekonomiye çevirdi. FSB ile birlikte Rusya;
politikacılar, iş adamları ve suç örgütleri için tehlikeli bir yer oldu ve tanınmış
kişilere düzenlenen suikastlar arttı. Putin, Yeltsin döneminden miras kalan
kokuşmuş iş dünyası, politikacılar, gazeteciler, bankerler ve suç örgütleri ile
mücadele için FSB’yi kuvvetlendirdi ve acımasız silahlarla desteklenen yeni
taktikler kullandı. Bu aynı zamanda ülkeyi yabancı kökleri olan zararlı
kuruluşlardan da temizlemenin diğer bir yolu oldu.

Öte yandan Rusya, özellikle yakın çevresindeki petrol ve doğal gaz
kaynaklarını ve güzergâhlarını kontrolüne almak, satış ve kullanım haklarını
eline geçirmek için istihbarat teşkillerinin örtülü faaliyetlerinden (rüşvet, şantaj
vb.) etkili şekilde yararlanmaktadır. FSB, Rus ekonomisinin güçlendirilmesi
için aktif bir rol edindi. Parlamento’da yeni oluşturulan ve yabancı yatırımlara
onay veren komitenin elemanlarının tamamen FSB’den teşkil edildiği
bilinmektedir. Dış politikada ise Ukrayna’nın NATO yolundan döndürülmesi
ve Gürcistan, Azerbaycan gibi Batıya meyilli ülkelerin frenlenmesi istihbaratın
örtülü taktikleri ile sağlanmaktadır. Rusya’nın örtülü savaşları yakın gelecekte
Batının genişleme politikalarına tepki olarak Bosna-Hersek, Kırım, Abhazya,
Güney Osetya ve Azerbaycan’da önemli çatışmaları tetikleyebilir ve harita
değişikliklerine yol açabilir.

Rusya’nın yayılmacı emelleri enerji koridorları boyunca ilerlemeye devam
etmektedir. 2008 yılı başında bu koridor Sırbistan’da enerji tekelini eline
geçirdikten sonra doğrudan yabancı yatırım yolu ile Karadağ’a da ulaştı. Ocak
2008’de Bulgaristan’ı ziyaret eden Putin Bulgaristan üzerinden Avrupa’ya
doğal gaz göndermek için anlaşma imzaladı. Ayrıca Tuna yakınında Belene
şehrinde bir nükleer reaktör kurulması için sözleşme yapıldı. Böylece
Bulgaristan’ın doğal gaz, petrol ve nükleer enerji ihtiyacı da tamamen Rusların
kontrolüne geçti (Youroukov, 2008: 37). Halen Rus Lukoil, Bulgaristan’daki
en büyük petrol rafinerisini işletmektedir. Rusya diğer taraftan enerji fiyatları
ile oynayarak, diplomatik manipulasyonlar ve diğer örtülü yollar ile
Bulgaristan siyasetine müdahil olmaktadır. Aynı tür oyunlar Kosova ve
Kafkaslar da devam etmektedir.

ABD’nin % 10 doğal gaz ihtiyacını Rusya’dan karşılayacak olması ve artan
enerji güzergâhları Rusya için enerji güzergahlarının güvenliği ve kontrolünü
önemli bir güvenlik parametresi haline getirmiştir. Bu nedenle Rus Silahlı
Kuvvetleri ve özellikle Deniz Kuvvetleri kıyı tesisleri, platform alt yapısı ve
deniz ulaştırma rotalarına ilişkin görevler edinmiştir. Bu rotalarda ABD ile
karşılaşma ihtimaline ilişkin olarak yeni prosedürler ve angajman kuralları
geliştirilmektedir (Blank, 2006). ABD nükleer politikasının caydırıcılıktan
önleyici vuruş sistemlerine doğru kayması Rusya’yı da karşı koyacak ve cevap
verecek sistemlere ilişkin bir arayışa itmektedir. Modernizasyon ve yeni silah
edinimi de Rus Ordusu’nun en öncelikli programları arasındadır.
Modernizasyon çalışmaları ABD Ordusu ile müşterek harekât yapacak
standartları da hedeflemektedir.

Rus Stratejisi.,

Rusya’nın genel devlet politikası uluslararası destek ve yatırımları çekerek
ülke ekonomisinin yeniden inşası ve modernizasyonu için küresel istikrarın
devamını öngörmektedir. Rusya’nın güvenlik politikası ise ‘yakın çevre’
olarak adlandırdığı Eski Sovyet ülkelerinin bulunduğu bölgelerde etkisini
sürdürürken uluslararası güç dengesinin büyük güçleri ile istikrarlı ilişkiler
geliştirmektir. Rusya, ekonomisini geliştirmek için Batıdan yoğun yatırım
beklerken Batı ise nükleer silahların yayılmasının önlenmesi ve Çin’in
yükselişinin frenlenmesinde Rusya’nın yardımını ummaktadır. ABD-Rusya
ilişkileri için uluslararası terörizmle mücadelede sağlanacak destek Rusya için
önemli bir pazarlık avantajı sağladı. Böylece Amerikan uçaklarının Rus hava
sahasını kullanmasına ve Eski Sovyet Ülkelerinden bazılarına üsler açmasına
göz yumdu. Ancak Rusya’nın uzun vadeli olarak asıl güç kapasitesini
geliştiren unsur sahip olduğu veya yönettiği büyük petrol ve doğal gaz
rezervlerinin 2000’li yıllardan itibaren Rus dış politikasının merkezine
yerleşmesi oldu.

Rusya henüz büyük güçler arasındaki yerini garantilememiştir. Baskı gördüğü
zaman Batı ile uyum göstermekte ancak diplomatik kazançlar için işbirliğinden
vazgeçme tehdidinde bulunmaktadır. 2008 Ağustos’unda Gürcistan üzerinde
güç kullanımı ise Rusya tehdidinin hafızalara tekrar yerleşmesine neden oldu.
Batı ve Rusya arasındaki ortak çıkar alanlarının başında terör ile mücadele,
nükleer silahların yayılmasının önlenmesi ve emniyeti gelmektedir. Rusya,
Çin-ABD-Avrupa arasında denge rolünü başarmak zorundadır. ABD ve AB
güç dengesinde statükonun devamı için çalışırken, Çin ve Rusya yanı
başlarındaki Hindistan’ı ABD’ye kaptırmadan Avrasya coğrafyasında sessiz ve
sakin bir değişimi gerçekleştirmektedir. Çin ve Rusya, Irak’ın güneyinden
Suudi Arabistan’a ulaşmak için İran'ı da yanlarına çekmekte; bu amaçla,
Rusya İran’ın nükleer heveslerini desteklerken, Çin üs edinerek İran kartını
güçlendirmektedir.

Bağımsız büyük güç olmayı hedefleyen Rusya, saldırgan bir şekilde liberal
imparatorluk stratejisi uygulamaktadır (Özdağ, 2007). Rusya’nın sahip olduğu
doğal gaz rezervleri ve kontrolünü ele geçirdiği enerji güzergâhları bu
stratejinin önemli bir parçasıdır. Rusya geçmişte olduğu gibi Batı ve Doğu
arasındaki çelişkisini hâlihazırdaki yönetimin hevesleri ile ‘bağımsız büyük
güç’ olma rolü ile aşmaktadır. Bu rol onun stratejik bağımlılık ve daha büyük
bir politik kimliğin altında kalmadan kendi yolunda yürümesini sağlayacaktır.
Rusya, giderek daha fazla oranda ülke dışındaki ve özellikle eski Sovyet
alanındaki imajına ve kendi ‘yumuşak gücü’nün, yani ekonomik, siyasi ve
kültürel cazibesinin geliştirilmesine önem vermektedir. Bu gücün sistematik
olarak geliştirilmesinde ABD’nin renkli devrimleri katalizör oldu.
Rusya’nın yumuşak güç geliştirmeye ilgisi Ukrayna’daki Turuncu devrimle
başladı ve önce kendi evini düzenlemeye karar verdi. Rus yumuşak gücü ülke
içinde önemli silahlar edinerek gelişti. Bu silahların içinde medya, gençlik
hareketleri, internet siteleri, uzman ağları (www.kremlin.org), düzenli
konferanslar ve yayın evleri bulunmaktadır. Renkli devrimler Eski Sovyet
Ülkeleri ve Rusya arasında daha farklı ilişkilerin kurulması gerektiğini
gösterdi. Daha önceleri çoğunlukla askeri ve ekonomik işbirliği cazibesine
dayanmaya çalışan Rusya, alternatif etki araçlarını geliştirmeye başladı.
Yumuşak gücünü kurumsallaştırmak için Devlet Başkanlık Ofisi nezdinde
BDT bölgesinde Rus etkisinin yayılmasından sorumlu bir birim kuruldu. Buna
ek olarak Rusya, ‘yakın çevre’de Rus etkisinin güçlendirilmesi amacıyla sivil
toplum kuruluşlarını da kullanmaya başladı.

Medvedev Doktrini.,

Ağustos 2008’deki Gürcistan harekâtından sonra Rusya Federasyonu, Avrupa
kanadı daha ölçülü bir şekilde de olsa Batı dünyasından yoğun tepkiler aldı.
Rusya’nın saldırgan yüzünün tekrar ortaya çıkması üzerine doğan şüpheleri
gidermek için Devlet Başkanı Medvedev Rus dış politikasının beş temel
prensibini ortaya koyan bir açıklama yaparak Rusya’nın niyetini daha açık hale
getirmeye çalıştı. Medvedev’e göre Rusya dış politikasını bu prensiplere göre
yürütecekti ve politikaların geleceği sadece Rusya’ya değil uluslararası
toplumdaki dostlarına ve ortaklarına da bağlı idi. “Medvedev doktrini” adı
verilen bu prensipler sırası ile şunları içermekteydi (Friedman, 2008: 2);

“- Rusya, uluslararası hukukun üstünlüğünü tanımakta ve diğer
ülkeler ile ilişkileri bu çerçevede geliştirmektedir.
- Dünya çok kutuplu olmalıdır, tek kutuplu dünya kabul
edilemez. Tek bir ülkenin bütün kararları aldığı bir dünyaya müsaade
edemeyiz.
- Rusya, ne başka bir ülke ile karşı karşıya gelmek ne de
kendini izole etmek istemektedir. Avrupa, ABD ve diğer ülkeler ile mümkün
olduğu kadar dostça ilişkiler geliştireceğiz.
- Nerede olurlarsa olsunlar kendi vatandaşlarımızın
hayatlarını ve onurlarını korumak ülkemizin tartışılmaz önceliğidir. Dış
politika kararlarımız bu ihtiyaca dayalı olarak alınmaktadır. Dışarıda iş
dünyamızın çıkarlarını da koruyacağız. Bize karşı yapılan her saldırıya
karşılık vereceğiz.
- Diğer ülkeler ile ilgili olarak bazı bölgelerde Rusya’nın özel
çıkarları bulunmaktadır. Tarihi bağlar, dostluk ve iyi komşuluk ilişkileri içinde
olduğumuz bu bölgelere özel önem atfediyoruz.”
Yukarıda sayılan prensiplerden anlaşılacağı gibi Rusya
Federasyonu’nun uluslararası sistemde ABD’nin üstünlüğünü kabullenmeye
niyeti yoktur. ABD ve Avrupa ile ilişkilerinin gelişmesi sadece Rusya’nın
değil onların da Rusya’ya olan tutumlarına bağlıdır. Öte yandan Rusya, Baltık
ülkelerinden Gürcistan’a ve Orta Asya ülkelerine kadar Rus kökenlilerin
yaşadığı her yeri potansiyel bir müdahale sahası haline getirmekte ve kuvvet
kullanmaktan çekinmeyeceğini ifade etmektedir. Rusya’nın özel çıkarlarının
bulunduğu ve iyi komşuluk içinde olduğu ülkelerin ise Rusya’daki rejim ile
barışık olan ve Rus çıkarlarını gözeten ülkelerin aynı safta tutulması için
gayret edileceği anlamına gelmektedir. Bir bütün olarak Rusya’nın yeni bir
imparatorluk ya da birlik kurmaktan ziyade bulunduğu coğrafyada kendisinin
merkezde olduğu yeni bir uluslararası yapılanma peşinde olduğu söylenebilir.

SOĞUK SAVAŞ SONRASI RUS SAVUNMASI

1990’lı yıllar boyunca Rus Silahlı Kuvvetleri parasızlıktan çürümeye
bırakılmıştı. Rusya, savunma bütçesini ve silahlı kuvvetlerinin boyutunu
küçültme yolunu seçmişti. Geçen dönem içinde Rusya’nın savunma
harcamaları hemen hemen yarı yarıya azaldı. 2000 yılında Kuzey Atlantik’te
bir Rus nükleer denizaltısının batarak 118 denizcinin ölmesi, 2005 yılında
Japon balıkçı teknelerinin ağına takılan Rus denizaltısının ancak İngiliz ve
Amerikalı ekip tarafından kurtarılabilmesi, Rus ordusundaki tüm ölümlerin %
25’inin intihar vakası olması; ordudaki çöküşün belirtileri olarak görülebilir
(BBC News, 2004). Ancak gene de Rus Ordusu her fırsatta gövde gösterisinde
bulunmaktan vazgeçmedi. 1995 yılında Bosna-Hersek’e NATO müdahaleye
etmeye niyetlenince Yeltsin nükleer kartı bile kullanmaya çalıştı. Çin ile
ilişkilerini geliştirmekten, Çeçenya’da ağır bir iç savaşa devam etmekten geri
durmadı.

Soğuk Savaş sonrası Rusya’da ordunun rolü azalırken organize suçlar ve buna
bağlı yasal olmayan silah trafiği yükselişe geçti. Örneğin 2001 yılında
Rusya’da 53.900 yasal olmayan silah ticareti vakası tespit edildi ve bir
seferinde bir askeri birlikten 27.000 silah çalındı (Webster, 2002: 12-23).
Rusya içinde 200 kadar çete küresel bir ağ kurmuş, silah ticareti dışında siyasi,
ekonomi ve uluslararası yatırım gibi pek çok alana yayılıp etkili olmaya
başlamışlardı. Yasal olmayan silah ticaretine kısa ve orta menzil
konvansiyonel füzeler dışında ‘çanta’ adı verilen taktik nükleer silahların da
dahil olduğu tespit edildi. 1993-2002 yılları arasında 18 ayrı nükleer silah
maddesi (uranyum, plütonyum vb.) kaçakçılığı vakası tespit edildi. Rusya’nın
elinde nükleer silahlar haricinde 600 ton kadar zenginleştirilmiş uranyum
olduğu tahmin edilmektedir.

Ekonomi yoluna girince Putin yönünü Rus Silahlı Kuvvetlerinin prestij ve
kabiliyetlerini geliştirmeye ağırlık verdi. Bu kapsamda Kırgızistan’da ki
Amerikan üssüne yakın bir üs inşa etti, Gürcistan’daki kuvvetlerini çekmeyi
reddetti ve nükleer tatbikatlar düzenledi. Putin döneminde enerji fiyatlarının
yükselmesi ile Silahlı Kuvvetlere ayrılan para arttı. 2001’de 8 milyar dolar
olan savunma bütçesi 2007’de 32 milyar dolara çıktı. 2009 yılı Rus savunma
bütçesi bizzat Başbakan Putin tarafından 50 milyar dolar olarak açıklandı.
Gelinen aşamada siyasi ve ekonomik yönleri göz önüne alan esaslı bir askeri
reform yapılmadığı takdirde Rusya’nın uluslararası güvenlik alanındaki rolü;
iç güvenlik operasyonları, yakın ülkelere bazı angajmanlar ve nükleer
caydırıcılık ile sınırlı kalmaya devam edecektir.

Rus savunma gayretleri; Savunma Bakanlığı, İç İşleri Bakanlığı, Acil
Durumlar ve Sivil Savunma Bakanlığı, Federal Sınır Hizmeti Birliği, Rus
Elektronik ve Haberleşme İstihbaratı (FAPSI) ile Rus Güvenlik Servisi (FSB)
arasında koordine edilmektedir. 1998 yılında Savunma Bakanlığı’na bağlı;
sekiz askeri bölge ve dört filo, İç İşleri Bakanlığı’na bağlı yedi bölge ve Acil
Durumlar ve Sivil Savunma Bakanlığı’na bağlı dokuz bölgesel merkez ve
Federal Sınır Birliklerine Bağlı altı bölge bulunmaktaydı. Askeri reform ile
birlikte Rusya’da tek bir askeri-idari sistem kuruldu ancak askeri bölgeler iptal
edilmedi. Böylece her bölgede teşkil edilen Operasyonel Stratejik Komutanlık;
müşterek kuvvet anlayışı içinde sınırları dâhilindeki (stratejik nükleer
komutanlık unsurları hariç) tüm askeri teşkilleri bünyesine alırken, diğer
güvenlik kuruluşlarının koordine sorumluluğunu da üzerine aldı.

Rus Silahlı Kuvvetleri.,

Rus Silahlı Kuvvetleri; Kara, Deniz ve Hava Kuvvetlerinden meydana
gelmektedir. Bu kuvvetlerden bağımsız askeri teşkiller ise; Stratejik Füze
Birlikleri, Askeri Uzay Kuvvetleri ve Hava İndirme Birlikleridir. Hava
savunma birlikleri 1998 yılında Hava Kuvvetlerine bağlanmıştır. Kara
Kuvvetleri altı askeri bölgede konuşlanmıştır; Moskova, Leningrad, Kuzey

Kafkasya, Privolzhsk Ural, Sibirya ve Uzak Doğu. Ermenistan’da ki 102.
Askeri Üs tek ülke dışı askeri üs olarak kalmıştır. Deniz Kuvvetleri; Baltık,
Pasifik, Kuzey ve Karadeniz donanmalarından oluşmaktadır. Ukrayna, 2005
yılında Rus Deniz Kuvvetlerine Sivastopol’de 2017 yılına kadar birkaç üs
kurma izni verdi. Kaliningrad özel bölgesi Baltık Filosu’na bağlı olup burada
11. Muhafız Ordusu ve bir Havacılık Alayı bulunmaktadır.
2006 yılı itibarı ile Rus Silahlı kuvvetleri aktif mevcudu 1.037.000 kişidir. Rus
Ordusu 2008-2010 yılları arasında sözleşmeli asker sayısını artırmayı, geçici
asker sayısının üçte birini zorunlu askerlerin üçte ikisini gönüllü asker kadrosu
ile tamamlamayı hedeflemektedir (İsakova, 2007: 75-82). Kara Kuvvetlerinin
mevcudu 190.000’i mecburi olmak üzere 359.000 kişidir. Deniz Kuvvetleri
142.000, Hava Kuvvetleri 170.000 kişi olup, ayrıca 415.000 aktif paramiliter
(160.000’i sınır muhafızı) kuvveti bulunmaktadır (IISS, 158-168). Soğuk
Savaş sonrası yurt dışındaki askeri unsurları 2006 yılına kadar önemli düşüşler
gösterdi. Bu unsurlar; Ermenistan (3.500), Gürcistan (3.000), Kırgızistan
(500), Moldova (1.400), Tacikistan (7.800), Ukrayna (1.100 Deniz Piyade),
Afrika (100), ve Suriye (150) olarak sıralanabilir. Rusya, BM operasyonlarını
desteklemek üzere Burundi, Kongo, Fildişi Sahili, Doğu Timor, Etiyopya,
Gürcistan, Ortadoğu, Sierra Leone ve Batı Sahara’ya asker gönderdi.
Konvansiyonel olarak Rusya çok büyük bir silahlı kuvvetlere sahip ama
kabiliyet bakımından zayıftır. Konvansiyonel alanda ABD ile yarışabilir ama
denizaltı alanında yarışamaz. Küresel güç projeksiyonu da oldukça zayıftır.
Yapısal bir krizde olan Rus Ordusu 2003 yılından beri sistemli bir gelişme
dönemine girmiş bulunmaktadır. Ancak, Rusya’nın SSCB döneminden gelen
askeri gücünü koruduğunu söylemek güçtür. Özellikle deniz gücünde ciddi bir
zayıflık söz konusudur. Rus Silahlı Kuvvetleri, büyük ölçüde Kara Kuvvetleri
ve o da 1990’lı yılların başından beri pek yenilenmeyen yaklaşık 28.000 ana
muharebe tankına dayanmaktadır. Topçu mühimmatı da Soğuk Savaş
döneminin senaryolarına uygundur.

Deniz Kuvvetleri 1 uçak gemisi ve 15 destroyer dâhil olmak üzere 66 yüzey
muharip gemisine sahiptir. 15 stratejik, 46 taktik denizaltısı bulunmaktadır.
Rusya, önemli miktarda uzun menzil ve taktik havacılık unsuru bulundurmakla
birlikte teçhizatı eski ve pilot uçuş saatleri oldukça sınırlıdır. Ulaştırma
Komutanlığı 293 uçağa sahip olup, bu sayı sivil hava unsurları ile takviye
edilebilir. Rus hava gücü daha çok orta menzil bombardıman uçakları ile taktik
füzelere dayanmaktadır (IISS; 158-164). Rus Hava Kuvvetlerinin
modernizasyonu en öncelikli konudur. SU-27 ve MİG-29’lar en az 10 yıl daha
hizmette kalacaktır ama yeni nesil uçaklar ile ilgili kararlar önemli riskler
taşımaktadır. Bunların başında da gerçek ihtiyaca bir türlü karar verilememesi
gelmektedir.

Savunma Reformları ve Modernizasyon

Rusya’da savunma reformu oldukça yavaş işlemekte ve 2011-2015 dönemi
için öngörülen savunma yapısına ilişkin değişiklikleri hedeflemektedir.
Reformların amacı Rusya’nın karşılaşacağı küresel, bölgesel ve yerel güvenlik
sorunlarına karşı kullanılacak öncelikli ve gerekli vasıtaları sağlamaktır. Söz
konusu savunma reformunun ana parametreleri şunlardır (İsakova, 2006: viii);
- Komuta-kontrol sistemi değiştirilerek askeri bölgeler yerine kontrol
yetkisinin stratejik direktiflere göre çalışan operasyonel komutanlıklara
devredilmesi.
- Özel maksat (karşı-terör) kuvvetleri için müşterek karargahlar kurulması.
- Askeri istihbaratta reform.
- Nükleer stratejik kuvvet yapısının yeni duruma adaptasyonu.
- Savunma sanayiinde reform ve özel yatırımları kolaylaştırmak.
- Başkanlık yetkilerini artıracak şekilde silahlı kuvvetler üzerindeki
sivil kontrol için yeni düzenlemeler yapmak.

Yeni askeri-idari sistem; Batı, Güney ve Doğu’da üç bölgesel komutanlık (Batı
Avrupa, Orta Asya ve Uzak Doğu) öngörmektedir. Rus Federasyonu’nun yeni
komutanlıkları şu şekilde sıralanabilir (Giles, 2006: 3);

- Stratejik Nükleer Kuvvetler Komutanlığı (2010 yılında Vlasikha/ Moskova’da kurulacak).
- Hava ve Uzay Savunma komutanlığı (Hâlihazırdaki Hava Kuvvet
Komutanlığı yerine 2008’de Balashikha’da kuruldu).
- Ulaştırma Komutanlığı (2010 yılında mevcut 62’nci Ordu Askeri
Ulaştırma Havacılık birliği yerine kurulacak)
- Batı Komutanlığı (Leningrad ve Moskova askeri bölgelerinde
konuşlandı, Avrupa ve İskandinavya’ya yönelecek)
- Güney Komutanlığı (Kuzey Kafkasya ve Volga-Ural askeri
bölgelerinde konuşlandı, Kafkasya ve Orta Asya’ya yönelecek)
- Doğu Komutanlığı (Uzak Doğu ve Sibirya askeri bölgelerinde
konuşlandı, Doğu’ya yönelecek).

Rus Kuzey Donanması hariç diğer deniz unsurları filotilla yapısına
dönüştürülerek ilgili bölgesel komutanlıklara bağlandı. Arktik bölgelerdeki
doğal kaynaklara ilişkin çıkarların korunması için ayrı bir düzenleme üzerinde
çalışılmaktadır. 2006 yılından beri Rus Genelkurmayı Leningrad Askeri
Bölgesi’nden başlayarak Tugay-Kolordu seviyesinde görev kuvvetlerini test
etmeye başladı (Kasyanov, 2006). 2006-2007 döneminde Pskov’daki 76. Hava
İndirme Tümeni, 31. Hava İndirme Tugayı, İvanovo’daki 98. Hava İndirme
Tümeni ve Çeçenistan’daki 42. Motorize Tümeni tamamen profesyonel hale
getirilirken, 106. Hava İndirme Tümeni ise kısmen profesyonel hale getirildi.
Savunma Bakanlığı Rusya’nın 58 bölgesine 24 saat yayın yapan bir radyo ve
televizyon yayını başlattı. Böylece ülke genelinde bir propaganda vasıtası
edinildi.

Rus Silahlı Kuvvetleri modernizasyon ve yeni silah tedarik programlarının ana
hedefi nükleer caydırıcılığın idamesi ile içeride ve dışarıda yapılacak karşı
terör ve özel operasyon yeteneklerinin edinilmesidir. Satınalma programlarının
üç ana unsuru (İsakova, 2006: 30); 

(1) Stratejik nükleer kuvvetler. 
(2) Kalıcı/hazır birliklerin teçhizatı. 
(3) Karşı terör faaliyetlerine angaje olan birliklerin teçhizatıdır. 

  Rus Savunma Bakanlığı, konvansiyonel kuvvetlerinireforma tabi tutarken yoğun   bir şekilde stratejik nükleer kuvvetler ve özel operasyon birliklerine yatırım yapmaktadır.

Uzayda 12 Operasyonel uydusu olan ve 24’e çıkarmayı hedefleyen Rusya, ABD’nin GPS’inden daha iyi bir küresel yönlendirme sistemi için
GLONASS’a özel önem vermektedir. Rus uzaya dayalı gözetleme sistemleri
dünya üzerinde uçan her füzeyi tespit edebilir. Rusya, uzay kuvvetleri ile erken
ikaz kabiliyetini radara dayalı sistemden kurtarmayı hedeflemektedir. 
Rus Silahlı Kuvvetlerine alınacak yeni araç ve teçhizat arasında şunlar
bulunmaktadır (Kohan, 2006);
- Kara Kuvvetleri için 170 modern zırhlı araç; 30 adet T-90 ana
muharebe tankı, 40 adet hafif piyade muharebe aracı, 125 zırhlı muharebe
aracı (BTR 80 ve BTR 90).
- Hava Kuvvetlerine 10 adet yeni Mi-28 ve K-50 helikopteri.
- Modernizasyona tabi tutulanlar; 180 adet T-72 ve T-80 ana muharebe
tankı, 170 adet zırhlı muharebe aracı, 90 adet hafif muharebe aracı, 152 adet
uçak ve helikopter.
- Tedariki planlananlar; gece görüş cihazları, BND-4 yeni zırhlı
personel taşıyıcı, 125 mm. topçu (Kord), makineli tüfekler (Pecheneg).

Rus Nükleer Stratejisi.,

Rusya, ulusal gelirinin yeterli olmaması ve azalan nüfusu nedeni ile daha çok
nükleer caydırıcılığına ağırlık verme eğilimindedir (Krepinevich, 2006: 12).
Bugün Rusya’nın büyük bir güç olarak algılanmasının temelinde –2008 yılında
Gürcistan’a yönelik süratli konvansiyonel başarısına rağmen, kullanılabilirliği
pratikte çok az olmakla birlikte hala elinde tuttuğu nükleer kabiliyetleridir.
Rusya artan bir şekilde caydırıcılık için nükleer silahlara dayanmakta, bir
yandan bu alandaki teknolojisini yenilemeye çalışmaktadır. Rus nükleer
üçlüsünü; stratejik hava, deniz ve yer kuvvetleri oluşturmakta olup,
modernizasyon 2015-2020 yıllarını hedeflemektedir. Rus stratejik caydırma
kuvvetleri 129.000 kişilik personeli ile 15 nükleer denizaltıda yer alan 216
füze ve 30.000 kişilik stratejik füze kuvvetinin kullandığı 570 ICBM’den
oluşmaktadır. Rusya’nın elinde 7.800 kullanıma hazır nükleer başlık (4.400
stratejik, 3.400 taktik) ve 9.000 adet ise depoda veya monte edilebilir nükleer
başlık bulunmaktadır (Halley, 2004).

2003 yılında yayınlanan Rus Savunma Bakanlığı Politika Kağıdı; nükleer
savaşa dikkat çekerek daha önce azaltılan Stratejik Roket Kuvvetleri’nin
gözden geçirilmesine ve SS-27’lerin çoklu savaş başlığına taşımasına vurgu
yapmaktaydı. 2004 yılında Rusya, 6.000 mil menzile sahip ve her biri 10
başlık taşıyan kıtalararası balistik füzelerinin (ICBM) hızını artırmayı öngören
çalışmalarını beyan etti. Gerekçe ise ABD’ye bir mesaj vermek yani füze
savunma sistemlerinden vazgeçirmekti. ABD ve Rusya, her ne kadar en düşük
rakamlarda nükleer silah sahip olma konusunda anlaşmış olsa bile ellerindeki
silahların birbirini tamamen yok etmeye yeteceği ve bunun sarhoş birinin
neden olabileceği bir kaza sonucu da meydana gelebileceği hatırdan
çıkarılmamalıdır.

Örneğin Rus ana denizaltı filosunun Delata IV balistik füze denizaltılarının her
biri 16 MIRV1 çok başlıklı füze taşımaktadır. Bu füzelerin haberleşme sorunu
ya da başka bir nedenle ateşlenmesi halinde; bunların en azının 12’sinin
hedefini bulacağı, 40X3 mil kare genişliğinde bir alanda ölümcül radyasyon
yayarak örneğin New York’da aynı anda üç milyon kişinin ölümüne neden
olacağı hesaplanmaktadır (Forrow, 1998: 1328-9). Rusya’nın stratejik nükleer
kuvvetler kullanımı ile ilgili komuta-kontrol ve erken ikaz problemleri de
bulunmaktadır. 1990’lı yıllarda Rusya, Çin ve ABD arasında birbirilerini
füzelerini hedef almamak konusunda yapılan anlaşmaya rağmen, füzeler birkaç
dakika da birbirini hedef alabilir. (Kay, 2006: 103)

1 MIRV: Multiple Independent Reentry Vehicles)


Yapılan hesaplamalara göre Rusya liderliğinin nükleer silaha başvurması için
sekiz dakikalık bir zamanı olduğu; bunun dört dakikasının yapılan saldırının
nükleer olup olmadığına karar verilmesi, dört dakikasının ise bir misilleme
yapılması ile ilgili karara ayrıldığı ifade edilmektedir. Nükleer ve askeri
modernizasyon harekât konseptlerini ve güvenlik stratejilerini değiştirirken
Rusya ve Çin’i de füzelere ortak karşı tedbir geliştirme de bir araya getirdi.
2004’ün sonuna doğru Rusya stratejik nükleer kuvvetlerinin belkemiği olan üç
uzun menzilli füze sistemi geliştirdi; (1) Topol M’lerin mobil versiyonu. (2)
Denizden atılan Bulava. (3) Yeni yüksek hızlı, manevra kabiliyeti yüksek araç.
Rusya, ABD ile yaptığı (31 Aralık 2012’ye kadar nükleer başlıklarını 1.700-
2.200 seviyesine indirilmesi) anlaşmaya sadık kalarak minimum caydırıcı
nükleer potansiyelini geliştirmeyi amaçlamaktadır. Rus nükleer stratejisinin
esasları; minimum caydırıcılık, eşitlik yerine denge, asimetrik karşılık,
MITV’lere dönüş ve ABD’nin benzer bir hareketine karşılık Orta Menzilli
Nükleer Kuvvet Anlaşması’ndan tek taraflı olarak çekilmek olarak
değerlendirilmektedir. Rusya, karadan atılan ICBM’ler, denizaltıdan atılan
SLBM’ler ve stratejik füzeleri muhafaza ederken bunarı 2015 yılına kadar
2000 savaş başlığı ile yeniden donatacaktır. Böylece 2045 yılına kadar yeniden
modernizasyon ihtiyacı kalmayacağı değerlendirilmektedir. Nükleer envantere
her biri üç ile altı başlık taşıyan iki yeni füze; karadan atılan Topol-M (SS 27)
ve denizaltıdan atılan Bulava 30 (SS-NX-30) katılacaktır (Babakin, 2006).

Gürcistan Harekâtı Sonrası Rus Ordusu

Gürcistan’a yapılan harekât Rus Ordusundaki eksikliklerini tespit etmek için
bir fırsat oldu. 10 Eylül 2008 tarihinde Duma’da konuşan Savunma Bakanı
Anatoly Serdyukov, Gürcistan harekatı esnasında harekata katılan Kuzey
Kafkasya Bölgesinden 58. Ordunun modern silah ihtiyacının ortaya çıktığını
beyan etti. Savunma Bakanlığı silahlanma programında değişikliğe giderek
yeni silah yerine muharebe destek sistemlerine öncelik verdi. Gürcistan’ın
saldırısının başladığı ilk saatlerde verilen zayiatlar ve 58. Ordu’nun harekete
geçmekte zorlanması ve Gürcü birliklerin yerini tespit etmekte yaşanan
güçlükler bu değişimin nedenleri oldu. Özellikle keşif sistemleri ve insansız
hava araçları yönünden eksiklikler dikkati çekti. Ruslar keşif için Tupolev Tu-
22M3 stratejik bombardıman uçağı göndermek zorunda kaldı. Gürcü Çok
Namlulu Roket (MLRS) silahlarını susturmak için Su-25 jetleri kullanıldı ve
bunların dördü düşürüldü. Böylece Afganistan’dan sonra bir kez daha Su-25
jetlerinin radara yakalanma ve yer hedeflerini tespit zafiyeti ortaya çıktı.
Pek çok savunma sanayi sergisinde gösterisi yapılmış olmasına rağmen Ruslar,
Gürcü topçusu ve karadan havaya füzelerine karşı uygun silahlar bulamadı.
Rus elektronik karşı tedbirlerinin de Gürcü SAM füzeleri, keşif sistemleri,
radarları ve UHV haberleşmesi ile birlik muhaberesini karıştırma ve baskı
altına almada yetersiz olduğu görüldü (Petrov, 2008). Bu sonuçlar Gürcü
ordusunun modern teçhizattan yoksun olduğu bilindiğinden daha da rahatsız
edici oldu. 58. Ordu gereğinden çok fazla zayiat verdi ve teçhizat kaybetti. Rus
Ordusu uzun zamandır önemli problemler yaşamaktadır. Kuzey Kafkasya
Askeri Bölgesi’ndeki ana muharebe tankı olan T-72’lerin gece görüş kabiliyeti
yoktur. Aslında daha sophistike olan T-80-U ve T-90’ların da aynı sorunu
bulunmaktadır. Üstelik tankların üstündeki reaktif zırhların içinde patlayıcı
olmadığından tanksavar silahlarına karşı tepki vermeyeceği bilinmektedir.
Modern orduların aksine Rus tankları taarruz helikopterleri ile
desteklenmemektedir. Rusların tank ve motorlu birlikleri ile helikopter, taarruz
uçakları ve taktik bombardıman birlikleri arasında düzenli bir telsiz
haberleşmesi de bulunmamaktadır. Sonuç olarak Ruslar yıllardır birliklerini ve
ateş sistemlerini entegre edecek bir muharebe destek sistemi eksikliği
çekmektedir. Modern silah sistemleri için de geç kalınmıştır. Bununla beraber
Gürcistan harekatı zafer ile sonuçlandığından Rus Ordusunun bu eksikleri kısa
sürede tamamlaması da beklenmemektedir. Son olarak, Rusya yeni ABD
yönetimi ile Avrupa coğrafyası üzerinde üç konuda pazarlığa hazırlanmaktadır
(Yevseyev, 2008); ABD’nin Avrupa’ya kurduğu füze kalkanı tesisleri, START-2 görüşmeleri ve Avrupa’daki Konvansiyonel Kuvvetler Anlaşması.

SONUÇ

Bağımsız büyük güç olmayı hedefleyen Rusya, geçmişte olduğu gibi Batı ve
Doğu arasındaki çelişkisini halihazırdaki yönetimin hevesleri ile ‘bağımsız
büyük güç’ olma rolü ile aşmaktadır. Bu rol onun stratejik bağımlılık ve daha
büyük bir politik kimliğin altında kalmadan kendi yolunda yürümesini
sağlayacaktır. Öte yandan Rusya, giderek daha fazla oranda ülke dışındaki ve
özellikle eski Sovyet alanındaki imajına ve kendi ‘yumuşak gücü’nün, yani
ekonomik, siyasi ve kültürel cazibesinin geliştirilmesine önem vermektedir.
Yapısal bir krizde olan Rus Ordusu 2003 yılından beri sistemli bir gelişme
dönemine girmiş bulunmaktadır. Ancak, Rusya’nın SSCB döneminden gelen
askeri gücünü koruduğunu söylemek güçtür. Özellikle deniz gücünde ciddi bir
zayıflık söz konusudur. Savunma reformların amacı Rusya’nın karşılaşacağı
küresel, bölgesel ve yerel güvenlik sorunlarına karşı kullanılacak öncelikli ve
gerekli vasıtaları sağlamaktır.

Rusya Federasyonu ve Türkiye, 21. yüzyılın ilk on yılını benzer stratejik
koşullar ile aşmaya çalışmaktadır. Farklı kültür ve coğrafi kapsamlarda da olsa
bir yandan büyük güçler tarafından izole edilme tehlikesi, diğer yandan Doğu
ve Batı kültürü arasında yaşanan çelişkiler iki ülkeyi de daha bağımsız
politikalar ile güçlerini geliştirmeye ve korumaya itmektedir. Şüphesiz Rusya
Federasyonu’nun 20. yüzyıl boyunca edindiği tecrübe, ulaştığı güçlü konum ve
imkânları Türkiye ile kıyaslanamaz ölçüde kendisine avantajlar sağlamaktadır.
Bununla beraber Türkiye’nin bu sıkışık coğrafyada Rusya’dan öğrenebileceği
ve işbirliği yapabileceği pek çok fırsat ta bulunmaktadır. 

    Özellikle enerji denklemleri ve Batı’nın Rusya ile iyi geçinme mecburiyetinde olması Türkiye’yi Rusya ile ilişkilerinde özel bir konuma sokabilir. Rusya’nın
güvenlik ihtiyaçları ve yaklaşımları yanında izleyeceği savunma stratejileri de
bu özel konumu daha anlamlı hale getirecek projeler sunabilir.

KAYNAKÇA

BABAKİN Alexander, The Retaliation Strike Is Unavoidable, Nezavisimoye
Voyennoye Obozreniye, (May 19, 2006).
BBC News, Russian Army Off-Duty Deaths Rise, (November 17, 2004).
BLANK Stephen, Reading Putin’s Military Tea Leaves, The Jamestown
Foundation Eurasian Monitor, (May 19, 2006).
BLUTH Christopher, Russian Military Forces: Ambitions, Capabilities, and
Constraints, in Security Dilemmas in Russia and Euroasia, ed. Roy Allison
and Christopher Bluth, Royal Institute of International Affairs, London 1998.
FORROW Lachlan, Accidential Nuclear War, New England Journal of
Medicine, No.338, 1998.
FRİEDMAN George, The Medvedev Doctrine and American Strategy,
Strategic Forecast Report, (02 Sep 2008).
GILES Keir, Russian Regional Commands, Conflict Studies Research Centre,
London, 2006)
HALLEY David, Russia Seeks Safety in Nuclear Arms, Los Angeles Times,
(December 4, 2004).
International Institute of Strategic Studies: Strategic Survey 2003-2004: An
Evaluation and Forecast of World Affairs, Oxford University Press, Oxford,2004.
ISAKOVA Irina, Russian Defense Reforms: Current Trends, Strategic Studies
Institute, US Army War College, Carlisle PA, 2006.
Soğuk Savaş Sonrası Rusya Federasyonu Güvenlik Ve Savunma Anlayışı
Journal of Strategic Studies 99 1 (3), 2009, 79-9 9
ISAKOVA Irina, The Russian Defense Reform, Central Asia-Caucasus
Institute & Silk Road Studies Program, China and Eurasia Forum Quarterly,
Volume 5, No. 1, 2007.
KASYANOV Georgyi, Discharged Generals Lead Military Reform,
Nezavisimoye Voyennoye Obozreniye, (March 17, 2006).
KAY Sean, Global Security in the Twenty-First Century, Rowman&Littlefield
Publishers Inc., Maryland, 2006.
KOHAN Nikita, For Providing A Secure Parity, www.oborona.ru (26 Şubat 2006).
KOLT George, Rooots of Russian National Security, Edt. Michael H.
Crutcher: “Russain National Secuity Perceptions, Policies, and Prospects”, US
Army War College, Carlisle, 2001.
KORTUNOV Andrei, What is the Russian National Security Community?,
Edt. Michael H. Crutcher: “Russain National Secuity Perceptions, Policies, and
Prospects”, US Army War College, Carlisle, 2001.
KREPINEVICH Andrew, Strategic Shocks, Center For Strategic and
Budgetary Assessments, Washington D.C., 2006.
ÖZDAĞ Ümit, Rusya’nın Yeni Stratejisi ve Türkiye, Yeniçağ Gazetesi, (11-12 Ocak 2007).
PETROV Nikita, Special for RIA Novosti, Moscow News, (December 4, 2008).
PUTİN’in Federal Meclise 10 Mayıs 2006 tarihinde yaptığı konuşma.
www.president.ru
WEBSTER William, Russian Organized Crime, Center for International
Strategic Studies, (Washington D.C., 2002).
YEVSEYEV Vladimir, End-Of-Year Non-Summit Of The CIS, Institute of
World Economy and International Relations, Moscow, 2008.
YOUROUKOV Plamen, New Russian Imperialists Wield Energy Weapon, Defense News, (April 12, 2008).


***

Avrupa Güvenliği NATO ve Türkiye

Avrupa Güvenliği NATO ve Türkiye.



 

Prof.Dr. Haydar ÇAKMAK,
EDİTÖRDEN.,
Stratejik Araştırmalar Dergisi 34 cilt1 (sayı3), 
2009,


Beykent Üniversitesi Stratejik Arastırmalar Merkezi (BÜSAM) tarafından yılda iki kez yayınlanmakta olan Stratejik Arastırmalar Dergisi 3. Sayısı ile sizlere ulaşmaktadır.
BÜSAM olarak gördügümüz ilgi ve bize ulasan övgülerden memnunuz. Dergimiz siz akademisyenlerin katkıları ile simdiden akademik yayın hayatımızda öneli bir yer edinmistir. Simdi bu sayıdaki makaleleri gözden geçirelim.

Haydar Çakmak, Türkiye’nin uluslararası barıs ve Avrupa güvenligine yapacagı en önemli katkının jeopolitigine ve kültürüne uygun olarak, Güney-Kuzey arasında beklenen “medeniyetler arası çatısma” oldugunu söylemektedir. Türkiye’nin Avrupa Güvenliginin dısında kalması hem Avrupalılar için hem de Türkiye için olumsuz sonuçları olabilir. Sermin Tekinalp, yeni bir kültür projesinin destekçileri, bilinen çok kültürlülük tezine elestirel bir bakıs açısı getirerek her iki tarafın (yerli elitler ve digerleri) kültürlerinin uyumlastırılmasını amaçladıklarını söylemektedir. Ümit Özdag ise devlet yönetiminin, operasyonların, savasların sadece dogasını degil sonucunu da belirleyen istihbaratın sadece bir sosyal bilim olmakla kalmayıp aynı zamanda bir sanat oldugunu söylemektedir.

Armagan Kuloglu Türkiye’ye müteveccih dıs ve iç tehditler bulundugunu
söylemektedir. Bu tehditler çevre ülkelerinden kaynaklanabildigi gibi, Türkiye’nin
etkide bulunma veya etkilenme konumunda bulundugu bölgelerden, küresel güç
unsurlarından, ilgi sahasındaki gelismelerden, bölücü akım ve faaliyetten, irticadan ve her türlü kutuplastırmaya yönelik hareketten kaynaklanmaktadır. Sait Yılmaz, Rusya’nın geçmiste oldugu gibi Batı ve Dogu arasındaki çeliskisini Putin-Medvedev ikilisinin ‘bagımsız büyük güç’ olma hevesi ile asmak istedigini söylemektedir. Soyalp Tamçelik, Kıbrıs’ta taraflar arasında yasayabilir bir anayasayı hazırlamak, uygulamak ve buna dayalı barısı tesis etmek için nelerin gerektigini ortaya koymaya çalısmaktadır.
Senem Atvur, Kongo’daki etnik temelli çatısmaların geri planında özellikle zengin
maden kaynakları üzerindeki çıkar mücadelelerinin etkili oldugunu söylemekte dir. Oguz Ketenci ise Avrupa Birligine üyeligini istemeyen Fransa ve Almanya’ya karsı Nabucco projesinde ABD‘in destegini almayı basaran Türkiye’nin bu projedeki rolü ve öneminin Avrupa Birligi’ne giris için yeterli olup olmayacagını sorgulamaktadır. Rıdvan Karluk ise Avrupa Birligi de Orta Asya ile iliskilerini gelistirmek için yeni stratejiler gelistirme zorunlulugunu hissettigini ifade etmektedir. Avrupa Birligi’nin bu bölgeye ilgisi enerji ve istikrar olmak üzere iki ana baslıktadır.

Yeni Sayı için makaleleriniz bekliyoruz.

Yrd.Doç.Dr.Sait Yılmaz
Genel Yayın Yönetmeni



***

AVRUPA GÜVENLİĞİ, NATO VE TÜRKİYE 


Haydar Çakmak*
* Prof.Dr. Gazi Üniversitesi, İİBF, Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı, 
  hcakmak@gazi.edu.tr 


ÖZET.,

Soğuk Savaş dönemi Avrupa Güvenliğini tehdit eden Sovyetlerle birlikte birçok unsur ortadan kalkmış ancak yeni dönemde kendi tehditleri ve 
tehlikeleriyle gelmiştir. Yeni tehdit ve tehlikeler Türkiye’nin Avrupa güvenliğindeki yerini belirlemiş olacaktır.

Avrupa Birliği, Avrupa ve çevresinde tespit ettiği on altı potansiyel çatışma sorununun on üç tanesi Türkiye’nin çevresinde yer almaktadır. 
Türkiye Avrupa güvenliğinde NATO aracılığı ile bir rol oynamaktadır. Türkiye’nin uluslararası barış ve Avrupa güvenliğine yapacağı en önemli 
katkı jeopolitiğine ve kültürüne uygun olarak, Güney-Kuzey arasında beklenen “medeniyetler arası çatışma”dır. 
Türkiye’nin Avrupa Güvenliğinin dışında kalması hem Avrupalılar için hem de Türkiye için olumsuz sonuçları olabilir.

Türkler, Avrupalıların gündeminde 11.y.y’dan beri vardır ve (1071 Malazgirt zaferi) 18.y.y’ın ikinci yarısına kadar Avrupa Güvenliği’ni tehdit etmişlerdir.
Büyümeleri sürekli Avrupalıların aleyhine olmuştur. Ancak 18.y.y.’ın ikinci yarısından 1923’e kadar Avrupalılar Türklerin güvenliğini tehdit etmiş ve
Türklerin aleyhine büyümüşlerdir. İki taraf arasındaki güvenlik işbirliği İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra başlamıştır. Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’na
katılmayarak tarafsız kalmıştır. Ancak, SSCB savaşın galiplerinden biri olarak Türkiye’den toprak talebi ve Boğazlar Statüsü’nde kendi çıkarına 
değişiklikler istemiştir. Bir nevi tarafsız kalmanın bedeli istenmiştir.

   Türkiye Ulusal güvenliğine yönelik bu ciddi tehdidi beri taraf etmek için
Avrupa güvenlik sistemine 1949’da kurulan, batının güvenliğinden sorumlu
NATO’ya girmek için önemli çabalar göstermiştir. Türkiye çabalarının
sunucunda 1952’de NATO’ya girmiş ve Avrupa kolektif güvenliğinde yer
almıştır. Bu yolla hem kendi güvenliğini sağlamış hem de Batı Avrupa’nın
güvenliğine önemli katkılarda bulunmuştur. Türkiye, batı dünyasının en büyük
tehdit olarak gördüğü Sovyetler Birliği’ne hem denizden hem de karadan
komşu olması nedeniyle batının bir ön karakolu görevini yapmıştır. 1950-1990
Soğuk Savaş döneminde, iki blok arasında ciddi krizler (Kore, Küba, Vietnam,
Kamboçya vb.) olmuş ancak genel bir savaş veya ciddi çatışmalar olmamıştır.
Soğuk Savaş sonrasında en büyük düşman veya en büyük tehdit Sovyetler
Birliği ortadan kalkınca Avrupalılar güvenlik ve savunma politikalarını gözden
geçirmek zorunda kalmışlardır.

54 yıl dünya barışına ve Avrupa güvenliğine büyük katı sağlayan NATO’nun
varlığı veya artık gerekli olup olmadığı Soğuk Savaş sonrası tartışılmaya
başlanmıştır. Zira Doğu bloğunun güvenlik örgütlenmesi olan Varşova Paktı
Soğuk Savaş’tan sonra kapanmıştır. Ayrıca, Avrupa güvenliğine önemli katkı
sağlayan ABD’nin de Avrupa’daki varlığı tartışılmaktadır. Bir başka deyişle
ABD’den daha bağımsız bir Avrupa istemektedirler. Bütün Avrupalıları
bünyesinde barındıran AGİT (Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı) yeni
dönemde canlandırılmak istenmiş, ancak AGİT’in NATO gibi iyi donanımlı
olmadığı için Avrupa’da ortaya çıkan krizlerde herhangi bir rol oynaması
mümkün olmamıştır.

Avrupa’nın güvenliğini tehdit eden unsurlarda değişiklik olduğu için
politikalarında da değişikliğe gitmişlerdir. Avrupa bugün en büyük tehdit
olarak uluslararası terörizm, insan kaçakçılığı ve batıya yönelik illegal göçler,
kitle imha silahlarının tehlikeli rejimlerin eline geçmesi, uyuşturucu madde ve
silah kaçakçılığı yoksulluk, gelir dengesizliği, yolsuzluk, çevre kirliliği,
başarısız devletler gibi sorunları ulusal ve uluslararası güvenliğe tehdit olarak
görmektedirler. Türkiye yeni dönemde yeni tehditlere karşı müttefikleriyle
eskiden olduğu gibi yine ortak güvenliklerinde işbirliği yapılmasını
istemektedir. NATO’yu yok ederek değil de yeniden yapılandırarak yeni
stratejiler ve politikalar yeni duruma uygun donanım gibi değişiklikler
önermektedir. Türkiye Soğuk Savaş döneminde Doğu-Batı ekseninde cephe
ülkesiydi. Soğuk Savaş sonrasında ise Güney-Kuzey ekseninde cephe ülkesi
durumuna gelmiştir. Yeni dönemde Avrupa Güvenliği’ne yeni stratejik boyutu
ile katkı sağlayacaktır.

Doğu Bloğu’nun yıkılmasıyla ortaya çıkan yeni durumda Avrupa’nın
güvenliğini bozacak faktörler nelerdir, ABD’nin Avrupa güvenliğindeki rolü
ne olacak, Avrupalılar kendi güvenliğini kendileri mi sağlayacaklar, küresel bir
rol üstlenmeye niyetleri var mı gibi benzer soruların yanıtları net olarak ortaya
çıkmadığı müddetçe Türkiye’nin Avrupa güvenliğindeki rolü de net olarak
belirlenemez. Ayrıca Soğuk Savaş sonrası bölgesel güç olarak nitelendirilen
Rusya Federasyonu ve Çin’in uluslararası güvenlikteki rolleri ne olacak?
Özellikle de Rusya’nın bir Avrupa ülkesi olarak yeni güvenlik politikası ve
Avrupa’ya karşı nasıl bir davranış ve politika içinde olacaktır? Çok karmaşık
ve çok sayıda bilinmeyeni bulunan Avrupa güvenliği konusunda Türkiye’nin
de net bir tavrı olamaz.

Rusya NATO’nun eski Sovyet ülkelerini üye olarak almasının dostça bir
davranış olmadığı ve Avrupa güvenliğini olumsuz etkileyeceğini
söylemektedir. Dolayısıyla Rusya Federasyonu Avrupa güvenliğine veya
güvensizliğinde yerini alacaktır. Ancak bugün itibariyle Rusya Avrupa
güvenliğinin neresinde net olarak belli değildir. Şurası bir gerçek ki Ruslar
Avrupalı bir ülke olduklarını ve Avrupa’daki istikrarsızlığın ve güvensizliğin
kendi güvenliğini de tehdit edeceği ve çıkarlarına aykırı olacağını birçok kez
açıklamışlardır. Soğuk Savaş dönemi Avrupa Güvenliğini tehdit eden
Sovyetlerle birlikte birçok unsur ortadan kalkmış ancak yeni dönemde kendi
tehditleri ve tehlikeleriyle gelmiştir. Yeni tehdit ve tehlikeler Türkiye’nin
Avrupa güvenliğindeki yerini belirlemiş olacaktır. Avrupalılar Soğuk Savaş
dönemindeki savaşı kazanmak anlayışından Soğuk Savaş sonrası barışı
koruma politikasına gelmişlerdir. Avrupa’dan kısa ve orta vadede büyük çaplı
bir çatışma veya savaş beklenmemektedir. Ancak yukarıda not ettiğimiz gibi
yeni dönemin getirdiği yeni sorunlar genelde uluslararası özelde de Avrupa
güvenliğini ve barışını tehdit etmektedir. Yugoslavya’nın parçalanması ile
ortaya çıkan etnik ve sınır kavgaları Avrupa’yı hem endişelendirmiş hem de
olumsuz olarak etkilemiştir.

Avrupa Birliği Avrupa ve çevresinde tespit ettiği on altı potansiyel çatışma
sorununun on üç tanesi Türkiye’nin çevresinde yer almaktadır (Özdağ, 2001:
428-432). Bu bölgeler bilindiği gibi Balkan, Kafkas ve Ortadoğu’dur. Türkiye
aynı zamanda Kafkas, Ortadoğu ve Balkan ülkesidir. Bunlara Türkiye’nin bir
Akdeniz ülkesi, bir Karadeniz ülkesi kimliğinde katmak zorundayız.
Türkiye’nin bu kadar geniş ve sorunlu bölgede bulunması dezavantaj gibi
görünse de aslında bu sorun sadece Türkiye için değildir. Zira Türkiye bölgede
istikrar ve barış adası gibidir. Türkiye bölgedeki krizlerin hiç birinde doğrudan
ilgili değildir. Ayrıca Türkiye bölge ülkelerinde istikrar bozucu dostça
olmayan bir politika ve davranış içinde olmamıştır. Bu bölgelerdeki
istikrarsızlık Türkiye’den bağımsız olarak Avrupa güvenliğini veya Avrupalı
ülkeleri etkilemektedir. Bir başka deyişle Avrupalı ülkelerin bu bölgelerde
çıkarları olması nedeniyle bölgedeki sorunlar, çatışmalar veya istikrar bozucu
politikalar sadece Türkiye’yi değil Avrupalıları da yakından
ilgilendirmektedir. Bu çatışmaların Türkiye ile doğrudan bir ilgisi yoktur.

Çatışma veya sorunlu bölgelerde Türkiye gibi dost ve müttefik bir ülkenin
olması Avrupa’nın da çıkarınadır.

Türkiye Avrupa güvenliğinde NATO aracılığı ile bir rol oynamaktadır. NATO
Nisan 1999’da Washington zirvesinde kabul ettiği yeni stratejisinde alan dışı
bir başka ifade ile NATO üyesi ülkelerin topraklarının dışında görev alması ve
operasyon yapması kabul edilmiştir. NATO alan dışına çıkmayı iki kurumsal
kararı ile sağlamıştır. Birincisi üye sayısını artırarak 16 üyeden 26 üyeye
ulaşarak ikincisi ise doğu Avrupa Orta Asya ve Kafkaslarda Barış için ortaklık
(BİO) çerçevesinde Rusya Federasyonu da dahil olmak üzere ilgilendiği
coğrafyayı genişletmiştir (Karaosmanoğlu, 2004: 20). Bu iki alan dışı
müdahale şekline Afganistan ve Kosova’da olduğu gibi üye ülkelerin onayı ve
Birleşmiş Milletlerin izniyle alan dışındaki uluslararası krizlere müdahale etme
durumunu da ilave etmek gerekir.

NATO’nun Avrupa güvenliğindeki rolü tartışılmaya açılmıştır. Dolaylı olarak
da üye ülkelerin Avrupa güvenliğindeki rolleri de tartışılmaya açılmıştır.
ABD’nin, Kanada’nın Avrupa güvenliğindeki rolünün eskisi gibi olmayacağı,
olmaması gerektiği tartışılmaktadır. Özellikle de Almanya ve Fransa gibi
Avrupa’nın en güçlü ülkeleri başta gelmektedir. Gerçekten de hiçbir şey
olmamış gibi davranmak da mümkün değildir. Eski düşman Doğu bloğu
ülkeleri sadece düşmanlıktan çıkmadılar üstelik NATO’nun üyesi olarak da
Avrupa güvenliğinin bir parçası oldular. Zaten bu nedenle de NATO tehdide
dayalı savunmadan vazgeçerek güvene dayalı savunmaya geçmiştir. Temmuz
1990’da NATO’nun Londra zirvesinde doğu bloğunun eski ülkelerinin artık
düşman olmadıkları resmen ilan edilmiştir.

Ocak 1994 Brüksel zirvesinde ise Barış için ortaklık (BİO) projesinin
başlaması karara bağlanmış AGİT’in üyeleri ile Avrupa Güvenliği için işbirliği
yapılması benimsenmiştir. NATO bir yandan güvenliğin politik yanıyla
uğraşırken bir yandan da yapısal değişiklik yaparak yeni döneme ayak
uydurmaya çalışmaktadır. Örneğin 1992’de NATO’da 65 karargah varken
1999’da 20’ye inmiş, 2003’de ise 11 karargaha inmiştir. Daha da ineceği
muhakkaktır. ABD soğuk savaş döneminde Avrupalı müttefiklerine
güvenlikleri için daha fazla para ayırmalarını ve daha fazla görev
üstlenmelerini isterken soğuk savaş sonrası ABD yine Avrupalılardan katkı
bekliyor ama eskisi gibi kendi işin başında bulunmaya devam etmek istiyor.
Bu durumun en önemli sakıncası Avrupa güvenliğini sağlayan en önemli
kurum olan NATO’nun tartışılmaya başlanması ve üye ülkeler arasında görüş
ayrılıklarının ortaya çıkmasıdır. Dolayısıyla savunma zaafa uğramaktadır.
Soğuk Savaş dönemi dayanışma ve işbirliği de zayıflamaktadır. Bunun en
anlamlı örneği Kosova sorununda NATO çerçevesinde Türk uçakları harekâta
katılmak için İtalya’nın Avianno üssüne gitmek için Yunanistan hükümeti
Türk uçaklarına hava sahasını kullanma izni vermemiştir. Bilindiği gibi Türk
uçakları Bulgar hava sahasını kullanmak zorunda kalmıştır. Bulgarlar da
yasalarına aykırı olduğunu söyleyip yasayı değiştirmek için bir aylık süre
istemiş ve bir ay sonra yasa değişmiş ve Türk savaş uçakları Bulgar hava
sahasını kullanabilmiştir. Yunanistan soğuk savaş döneminde Türk uçaklarına
hava sahasını kapatma gibi bir davranışta bulunamazdı. Aslında Türkiye’ye
karşı yapılan bu davranış her ne kadar Türk-Yunan ilişkilerinin tarihi sorunlar
ve günümüzdeki uyuşmazlıklar nedeniyle iki ülke arasındaki sorunlarla ifade
edilebilinirse de kolektif güvelik anlayışının temelinde kolektif güven vardır ve
bu kolektif güvenin parçası olan ülkeler birbirlerine güvenmekte samimi
olmalıdırlar.

Avrupalılar Batı Avrupa Birliği (BAB) bünyesinde oluşturdukları Avrupa
güvenlik yapılanmasında gerektiğinde NATO’nun olanaklarını kullanmak için
NATO üyesi ülkelerden izin istemişlerdir. Türkiye ve ABD başta olmak üzere
birçok NATO üyesi ülke Avrupalıların bu isteğine olumsuz yanıt vermişlerdir.
Zira Türkiye karar mekanizmasında bulunmadığı BAB’ın aldığı bir karar
aleyhine de olsa uymak zorunda olacağı için NATO’nun olanaklarını otomatik
olarak kullanmasına karşı çıkmış ve veto hakkını kullanacağını bildirmiştir.

BAB’a tam üye olmanın koşuluda AB’e tam üye olmak olduğu için Türkiye
BAB’e üye olamamıştır. Ancak Avrupalılar özelliklede Almanya ve Fransa
Avrupa güvenliğinin Avrupa Birliği içinde yürütülmesini isteyince Avrupa
güveliği için organize olan BAB’ın önemi kaybolmuştur. Zaten AB’nin 7-9
Aralık 2000 tarihinde Fransa’nın Nice kentinde yapılan doruk toplantısında
BAB’ın görevlerinin AB’e devrine karar vermişlerdir. Böylece BAB içi
boşaltılmış bir tabela örgütü haline gelmiştir ( Çakmak, 2003: 237).
BAB’ın bu şekilde fonksiyonunu kaybetmesi Türkiye’yi olduğu gibi ABD’yi
de mutlu etmiştir. Avrupa güvenliği ile ilgili inisiyatif Avrupa Birliğine geçmiş
oldu. Avrupa’da böylece kendi güvenlik ve savunma politikasına sahip
olmuştur. Bu gelişmelerden sonra Türkiye ve ABD gerektiği takdirde
Avrupalıların NATO’nun olanaklarını kullanmaları konusunda tavırlarını
yumuşatmışlardır. 2 Aralık 2001’de Ankara’da AB’ni temsilen İngilizler ile
NATO’nun imkânlarının kullanılması için Türk vetosunu kaldırma
müzakereleri bir sonuç vermiştir. Varılan anlaşmada Türkiye’nin çevresinde
olacak müdahalelerde Türkiye’de karar mekanizması içinde bulunacak ve
Türk-Yunan uyuşmazlığında AB güçlerinin görev almaması koşulu ile Türkiye
NATO’nun imkânlarını Avrupalıların kullanmasını veto etmeyecek. Ankara
Mutabakatı adı verilen bu Anlaşmaya Yunanistan Türkiye’ye taviz verildi
diyerek itiraz etmiştir. Avrupa Birliği Dış politika ve Güvenlik Yüksek
Temsilcisi Javier Solana’nın özel gayreti ile taraflar arasında bir anlaşmaya 19
Mayıs 2003 Brüksel zirvesinde varılmıştır.

2000’li yıllardan itibaren yeni tehditler ve sorunlar ışığında Türkiye’nin
Avrupa güvenliğine katkısı ne olur? Avrupalılar Soğuk Savaş sonrası özellikle
Avrupa kıtasında genel bir savaş beklememektedir. Avrupa güvenliğini tehdit
eden unsurlar arasında başta terörizm, göçler, yoksulluk ve gelir dağılımı
bozukluğunun yol açacağı sorunlar, Atmosferin kirlenmesi ve uluslar arası
çevre sorunları, kitle imha silahları, uyuşturucu maddeler kaçakçılığı ve yaygın
kullanımı, başarısız Devletler, etnik ve sınır kavgaları ve medeniyetler arası
çatışma. Türkiye bu sorunların neresinde ve Avrupa güvenliğine nasıl bir katkı
sağlar. Yukarıda not ettiğimiz istikrar bozucu ve güvenliği tehdit edici
unsurların veya yol açtıkları sorunların çözümünde büyük ordulara gereksinim
yoktur. Bu sorunların çözümünde jeopolitiğinde rolü sınırlıdır. Dolayısıyla
Türkiye’nin Soğuk Savaş dönemindeki büyük bir orduya sahip olma ve
Sovyetlere sınır komşusu olma özelliği bugünkü tehdit için jeopolitik önemi
aynı oranda geçerli değildir. Ancak bu tür bir mantıksal yaklaşım sadece
Türkiye için değil bütün ülkeler için geçerlidir.

Günümüzdeki sorunlar daha yeni ve daha değişik çözümler ve olanaklar
gerektirmektedir. Soğuk Savaş sonrasına özgü sorunların oluşturduğu güvenlik
tehditlerine karşı diğer batılı ülkelerin ne kadar rolü olursa Türkiye’nin de o
kadar rolü olur. Bazı Avrupalı ülkeler gibi (İngiltere, Fransa ) Türkiye’nin
İmparatorluk ardılı bir ülke olması nedeniyle Türk imparatorluğu Osmanlının
eski topraklarında bulunan ülkeler sorunla karşılaştıklarında Türkiye’yi
yanlarında görmek istemektedirler. Özellikle de Balkanlarda Boşnaklar ve
Arnavutlar. Yugoslavya’nın parçalanmasıyla ortaya çıkan Bosna-Hersek
Savaşında ve Kosova krizinde Türkiye çok önemli roller oynamıştır. Bu
oynadığı rol batılı bir ülke olmaktan ziyade Osmanlı İmparatorluğunun yerine
kurulan bir ülke olmasıdır. Bir başka deyişle Türkiye olmasıdır. Balkanlarda
çıkan sorunlarda Türkiye diğer Avrupalı müttefikleriyle aynı politikayı
paylaşamama riski vardır. Zira Türkiye tarihsel ve kültürel nedenlerle Boşnak
ve Arnavutların çıkarlarını savunmak zorundadır; Yunanistan, Rusya ve
Fransa’nın Sırpları, Almanya ve Avusturya’nın Slovenya ve Hırvatları
destekledikleri gibi.

Avrupa’da sınır ve etnik sorunlar mevcuttur. Bu sorunların büyük çaplı genel
bir krize dönüşmesi kısa ve orta vadede gözükmemektedir. Avrupa Birliğine
üye olan eski Doğu bloğu ülkeleri etnik ve sınır sorunlarını çözmeden Avrupa
Birliğine üye olmaktadırlar. İçlerindeki azınlıklara hukuki ve insani haklarını
vererek sorunun çözüldüğü inancı vardır. Sorun şimdilik çözülmüş görünmekte
ancak etnik sorunun kültürel haklarını elde etmelerinden sonraki aşaması kendi
kaderini kendisinin tayin etmesi aşamasıdır bu aşama Avrupa’yı tekrar büyük
çatışmaların veya krizlerin kıtası haline getirebilir. Doğu Avrupa’nın eski
üyeleri şimdi AB’nin üyeleridir. Bu ülkelerin tamamının birbirleriyle toprak ve
etnik sorunu vardır. Polonya’nın Almanya ile, Macaristan’ın Romanya ile
Yunanistan’ın Arnavutluk ve Makedonya ile, Arnavutluk ve Makedonya AB
üyesi değiller ama olacaklar. Dolayısıyla AB etnik ve sınır sorunlarını içine
almaktadır. Bu sorunları Doğu Bloğu kendi içinde dondurmuştur. Ama artık
durum farklıdır bu sorunların Avrupa güvenliğini tehdit etme riski vardır.
Türkiye’nin Batı güvenliğine ve uluslararası güvenliğe yapacağı en önemli
katkı batılıların haksız bir şekilde İslami terör diye nitelendirdikleri
uluslararası terör ile medeniyetler çatışması riskidir. Türkiye yirmi yılı aşkındır
PKK terörü ile mücadele etmektedir. Bu mücadele Türk silahlı kuvvetlerini ve
Türk polisini terörizme karşı özel yetenek ve tecrübe kazanmasına neden
olmuştur. Türk Silahlı Kuvvetleri ve Türk polisi NATO üyesi ülkeler içinde
ABD’den sonra yetenek ve tecrübe konusunda ikinci sırada yer almaktadır.
Türk Silahlı Kuvvetleri ve Türk polis teşkilatı yetenek ve tecrübe bakımından
Avrupa da birinci sıradadır. Türkiye askeri yeteneğinin dışında bir İslam ülkesi
olması nedeniyle İslam dünyası ile batılılar arsında köprü olabilir.
Türkiye’nin uluslararası barış ve Avrupa güvenliğine yapacağı en önemli katkı
jeopolitiğine ve kültürüne uygun olarak, Güney-Kuzey arasında beklenen
“medeniyetler arası çatışma”dır. Eğer medeniyetler arası bir çatışma olacaksa,
bu çatışmayı önlemek için dünyada en pozitif katkıyı yapacak ülke
Türkiye’dir. Medeniyetler çatışması dedikleri aslında Müslüman halklarla
Hıristiyan halklar arasında meydana gelecek bir çatışmayı kastetmektedirler.
Batılıların bu beklentilerinin nedeni aşağı yukarı her batılı ülkenin geçmişte
veya günümüzde sömürdükleri bir Müslüman ülke olduğu için Müslüman
halkların bir gün mutlaka bunun rövanşını alacakları düşüncesine sahip
olmalarıdır. Aksi takdirde kültürler nasıl savaşacak veya haçlı seferleri
zihniyeti nasıl geri gelecek hangi Müslüman ülke batıya Hıristiyansınız diye
savaş ilan edecek. Yahut hangi Hıristiyan ülke bir Müslüman ülkeye siz
Müslümansınız diye savaş ilan edecek. Türkiye doğu ile batı arasında sadece
coğrafi olarak değil, kültür ve politik iletişimi olarak, ülkesiyle, kültürüyle ve
rejimi ile her iki dünyanın da buluşma noktası olabilecek çeşitliliğe ve
farklılığa sahiptir. Türkiye’nin batıya benzemeyen tarafları doğuya, doğuya
benzemeyen tarafları da batıya benzemektedir. Bu farklılıkta Türkiye’nin
zenginliğini ve iki dünya arasında dostluğu kurma, barışı sağlama rolü
oynayabilir. Başka bir ifade ile medeniyetler arası bir platform oluşturulabilir.
2004 yılında çok tartışılan bir konuda Amerikalıların ortaya attığı “Büyük
Ortadoğu Projesi”dir. Bu projenin amacı Ortadoğu’ya demokrasi, insan
hakları, kadın hakları, hukuk devleti gibi evrensel değerleri getirmektir. Ancak
bu projenin gerçekleşme şansı çok zayıftır. Zira çoğu ABD ve Avrupalı
ülkelerin yakın dostu olan Ortadoğu’daki rejimler ve onların başlarındaki
kişilerin ve iktidarların düşmesi gerekir ki demokrasi ve insan hakları gelsin.
Bu değişiklikte savaşsız olmayacağına göre çok zordur. Bunun iki örneği
Afganistan ve Irak’tır. Afganistan yedi yıldır, Irak’ta beş yıldır hala
direnmektedir. Zaten Avrupalılar Amerikalıların bu projesine gerçekleştirme
şansı çok zayıf olduğu için pek sıcak bakmamaktadırlar. Ancak önemli bir
değişiklik olurda gerçekleştirme şansı ortaya çıkarsa Türkiye’nin de böyle bir
değişiklikte rolü mutlaka olacaktır. Ama içinde bulunduğumuz 2008’de bu
düşünce sanki terk edilmiş gibidir.

Avrupa’nın güvenliği, Batı’nın güvenliği çerçevesinde değerlendirilmiştir.
Türkiye’de bu bağlamda geçmişte batı güvenliğine önemli katkılar sağlamıştır.
Bugün Avrupalılar Güvenliklerini AB’nin üyesi ülkeleri ile yapmak
istemektedirler. Eğer Türkiye AB üyesi olursa diğer üyeler gibi Avrupa
güvenliğindeki yerini alacaktır. Eğer Türkiye AB üyesi olmazsa ABD ile
NATO çerçevesi içinde veya bir başka çerçevede kolektif bir güvenlik içinde
kendi güvenliği için bulunmaya devam edecektir. Türkiye’nin Avrupa
Güvenliğinin dışında kalması hem Avrupalılar için hem de Türkiye için
olumsuz sonuçları olabilir. Uluslararası barış ve güvenlik önemli bir katkısını kaybeder.

SONUÇ

Avrupa Güvenliğinin temel unsuru olan insan, bir başka deyişle nüfus sorunu
Avrupalı sorumlu yetkililerin uykularını kaçırmaktadır. Avrupa’nın nüfusu ile
ilgili en son çalışmayı Avrupa konseyi yapmıştır. Bu çalışmaya göre 1995’de
728 milyon olan AB nüfusu % 22 eksiği ile 2050 yılında 564 milyona inme
ihtimali vardır. 2000 yılında Avrupa nüfusunun % 14.7’i 65 yaş üstüdür. 2050
yılında bu rakamın % 25-33 arası olacağı tahmin ediliyor. Bu son rakam
Avrupa’nın çalışan nüfus ve ülke savunmasında kullanacağı insan sıkıntısının
AB’nin ekonomik ve ülke güvenliğini sağlamada ne kadar risk alacağının
kanıtıdır. AB bugünkü nüfus Pozisyonunu korumak için 2050 yılına kadar her
yıl 1.8 milyon göçmen alması gerekir. Eğer kötü tahmin gerçekleşirse AB’nin
2050’ye kadar yaklaşık, 75 milyon göçmene ihtiyacı olacaktır.1 Dolayısıyla
AB’nin Avrupa’nın güvenliği ile ilgili sadece topa tüfeğe değil diğer
unsurlarında önemle ele alınıp çözüm üretilmesi gerekir.
Yukarıda not ettiğimiz uluslararası güvenliği tehdit eden unsurların büyük bir
bölümü Avrupa güvenliğini ya doğrudan tehdit ediyor ya da olumsuz etkiliyor.
Avrupa Birliğinin sorumluluğu gereği mutlaka küresel tehditlere karşıda önlem
alması gerekir.

AB, Soğuk Savaş sonrası ortaya çıkan ABD-AB uyuşmazlığını kesinlikle bir
sonuca bağlaması gerekir. İki müttefikin ciddi fikir ayrılığı daha da
derinleşmeden çözüme kavuşması gerekir. Aksi takdirde Avrupa ve Uluslar
arası Güvenliğin ciddi sorunlarla karşılaşma riski vardır. Avrupalı ülkeler daha
rahat ve daha özgür davranmak için ABD’nin Avrupa’yı terk etmesi
gerektiğine inanmaktadır. Kısa bir gelecek için bu düşünce doğru olabilir.

Ancak 50 yıl sonrası için bu düşüncenin doğruluğunun tartışılması gerekir.

Dolayısıyla Avrupalıların daha fazla düşünmesinde yarar vardır. NATO’nun
Varşova Paktı gibi dağılması gerektiğine inanan ülkeler ve bir takım politik
gruplar var. NATO’nun görevini tamamladığı ve işlevsiz kaldığı dolayısıyla
Varşova Paktı gibi dağılması gerektiği söylenmektedir. Gerek Avrupa’da
gerekse dünyada kolektif güvenliği organize edecek bir yapılanmaya ihtiyaç
vardır. NATO’da kendisini kanıtlamış bir güvenlik örgütü olarak bu görevi
yürütmektedir. Öyleyse yeni bir örgütlenmeye gerek yoktur.

AB kendi güveliğini kendisi sağlayacaksa önce kendi arasındaki güvenlikle
ilgili fikir ayrılıklarını çözmesi gerekir. Zira İngiltere ve kendisine yakın
ülkeler Fransa ve Almanya gibi düşünmemektedir. Dış politika ve güvenlikle
ilgili kararlar bilindiği gibi AB’de oybirliği ile alınmaktadır. Güvenlikle ilgili
bir kararın çıkması için bütün üyelerin desteklemesi gerekir. AB üyesi ülkeler
soğuk savaş sonrasının rahatlığı içinde güvenlik ve savunmasını politik
bütünleşme, doğu Avrupalı ülkelerin batıya entegrasyonu ve sosyal adalet
konularının arkasına atmıştır. Savunma ve güvenliğe eskisi kadar kaynak ve
zaman ayırmamaktadır lar. Bu tutumda AB’ni ekonomik dev politik ve askerî
cüce konumuna sokma riski vardır.

ABD, Rusya Federasyonu, Çin ve Hindistan’ın küresel güç olma yolundaki
çabaları AB’nin ikinci plana itilmesine neden olabilir. Hindistan 2003 yılında
3,5 milyar Çin ise 2,5 milyar dolar ile silah ithalatında birinci ve ikinci
olmuşlardır. Rusya Federasyonu ise yine 2003’de 7 milyar dolar ile silah
ihracında birinci olmuştur. Günümüzde bu rakamlar çok farklı değildir. AB
küresel bir güç olmak istiyorsa büyük düşünüp büyük hareket etmek
zorundadır, ortaçağ zihniyeti ile AB’ni bir Hıristiyan birliğine dönüştürmenin
Avrupa’ya ve dünyaya hiçbir katkısı olmaz. Çin, Hindistan, Japonya, Kore vb.
ülkelerde Konfüçyüs felsefesine dayalı Budist bir birliktelik oluşturulursa
dünyayı orta çağ zihniyeti ile dinler kampına bölmenin dünya barışı için son
derece tehlikeli olur. Ayrıca kendisini dünyanın diğer bölgelerinden ayıran
Batı medeniyeti Batı özgürlüğü ve Çağdaşlık gibi kendilerini ayrıcalıklı yapan
değerlerden söz etmeleri mümkün değildir. Türkiye AB için büyük bir şanstır.
Avrupa’nın değerlerini (Demokrasi, Pazar Ekonomisi, İnsan Hakları vb.) kabul
eden ve yaşam tarzı olarak seçmiş Müslüman bir ülke olarak AB’ni küresel bir
güç yapacak ve dünya barışına hizmet edecek bir fırsattır. Türkiye gibi bir ülke
olmasıydı batılıların böyle bir ülke yaratması gerekirdi.

KAYNAKÇA

BAĞCI HÜSEYİN, Türkiye ve AGSK, Beklentiler, Endişeler 21.y.y.’ın Eşiğinde Türk Dış Politikası, Derleyen İdris Bal, Alfa Yayınları, 2001 İstanbul.
ÇAKMAK HAYDAR, Avrupa Güvenliği, Akçağ Yayınları 2003 Ankara
ÇAKMAK HAYDAR, AB- Türkiye İlişkileri, Platin Yayınları. 2005. Ankara Decaux Emmanuel, La conference sur la securite et la cooperation en Europe,
puf. 1992 Paris.
DEDEOĞLU BERİL, Uluslararası Güvenlik ve Strateji Derin Yayınları 2003 İstanbul.
DEFORGES. P.M. Les Institutions Europeens Armand 1995 Paris.
HOWORTH .J. Euroean Integration And Defanse : The Ultimate Chalenge? Chaillot Paper, İnstute For Security Studies, November – 2000 Paris.
KARAOSMANOĞLU. L.ALİ, Avrupa Güvenlik ve savunma kimliği, Avrupa Birliği ve NATO ilişkilerinin geleceği. Harp Akademileri Basımevi 2001.
İstanbul.
KARAOSMANOĞLU A.L. Prof. Dr. NATO stratejisindeki değişim ve gelişmeler. ASAM 2004 Ankara.
ÖZDAĞ ÜMİT Doç. Dr. Türkiye AB ilişkileri sempozyumu 16-17 Mart 2001. Ankara Ticaret Odası ve Türk Ocakları 2001 Ankara.
LEE STEPHEN J. Avrupa Tarihinden Kesitler 1789-1980 Dost Kitapevi 2002 Ankara.
ROBERT JACQUES , L’Esprist de Defanse. Economica, 1987. Paris.
ROTHSCHİLD EMMA, What İs Security. Deadolus, Summer. 1995. USA.
Y.İNANÇ REFET. Uluslararası Güvenlik Sorunları ve Türkiye Seçkin Yayınları 2002 Ankara.
ZORGBİBE CHARLES, Histoire de la construction europeenne puf. 1993 Paris.
ZORGBİBE CHARLES, Les Organısations internationales. Puf 1994 Paris. Le Soir – Belçika Hürriyet Gazetesi



***

21 Ocak 2020 Salı

İNGİLTERE’NİN ORTADOĞU POLİTİKASI BÖLÜM 2

İNGİLTERE’NİN  ORTADOĞU  POLİTİKASI BÖLÜM 2



    İngiltere, Ortadoğu’da ilk varlık gösterdiği Mısırbaşta olmak üzere Irak, Ürdün ve Körfez ülkeleriyle ilişkilerinde kendisine fayda sağlayacak düzlemde devam etmekte. Arap ayaklanmaları karşısında sadece gözleme dayalı bir siyaset benimseyen İngiltere, halk hareketlerinin yoğunlukta olduğu ülkelere karşı temkinli bir dil kullanmaya da dikkat etmektedir. Mısır İngiltere için önemli bir 
ticari ortaktır. İngiltere 20 milyar dolar yatırım ile Mısır’ın en büyük dolaysız yabancı yatırımlarına sahiptir. Mısır ise İngiltere’nin Afrika’daki üçüncü en büyük ticari ortağıdır. Turizm bağı güçlüdür, 1,5 milyon İngiliz vatandaşı her yıl Mısır’a turist olarak gitmektedir. Mısır İngiltere’nin dış politika hedeflerinin merkezinde yer almaktadır. 

Bunun için de Ortadoğu Barış Süreci (Middle East Peace Process) kapsamında Sudan, İran ve nükleer silahların yayılmasının önlenmesi de yer almaktadır. İngiltere Hüsnü Mübarek devrilmeden önce terör ve köktencilikle mücadele konusunda iş birliğinde bulundu. 38 

Ortadoğu ve Kuzey Afrika’dan sorumlu bakan Alistair Burt Tunus, Mısır ve Libya’daki değişimlere, Suriye’de süren şiddete, İran nükleer programı ile ilgili devam eden Ortadoğu Barış Süreci’ne dikkat çekerek İngiltere’nin bölge ülkeleriyle birlikte dört yıllığına çalışmak için 110 milyon sterlin taahhüt ettiğini bildirdi. Arap Ortaklık Programı çerçevesinde dokuz ülkede onaylanmış 6,5 milyon sterlin maliyetli 48 proje yer aldığını ve geri dönüşlerin olumlu olduğunu belirtti. 39 İngiltere Başbakanı David Cameron 2013 Ağustos ayında Mısır’da Mursi’nin devrilmesiyle başlayan şiddet ile ilgili açıklamasında ise olağanüstü hali vurgulamış; şiddeti desteklemediklerini, tamamıyla kınadıklarını ve bunun problemleri çözmeyeceğini belirtmiş,40 
Mursi taraftarları ve askerin barış için anlaşmaya varması gerektiğini de eklemişti. 41 
Bunun yanında İngiliz enerji devi BP Fas’ta bulunan açık denizde petrol arama ve üretim faaliyetlerini yürüten grubu kontrol etme hakkını elde etti.42 

İngiltere’nin koloni sürecinden sonra kurduğu uluslararası ortak yapı, İngiliz Milletler Topluluğu (Commonwealth Nations), koloni zamanında sömürdüğü ülkelerle sonrasında bağını koparmamış ve buralarda düşünce üreten (think tank) kuruluşlar açmış, dil kursları yoluyla İngiliz kültür ve siyasetini ihraç etmeyi sürdürmüştür. Orta doğu’da açtığı British Council ve sivil toplum çalışmalarıyla yumuşak güce yatırım yapmaya devam etmektedir. Saha faaliyetleriyle de bu ülkelerde etkinlik alanını korumaktadır. Ortadoğu’yu tanımak için başlatılan çalışmalar meyvelerini vermiş ve Ortadoğu halklarının kültür, dil, davranış modelleri üzerine 200 yıldan fazla zamandır yaptıkları çalışmalarla bu ülkelere uygun siyaset geliştirmektedir.43 

2003 Irak Savaşı ve İngiltere’nin Suriye Politikası 

Irak’ın 2003 yılında işgal edilmesi İngiliz politikasın- da bir fiyasko olarak görülmektedir.44 
İngiltere’de Suriye’ye yapılacak saldırı konusu görüşülürken, İngiliz basını Avam Kamarası oturumuyla ilgili milletvekillerinin Suriye’yi değil, 10 yıl önceki Irak’ı tartıştığını yazdı. Başbakan David Cameron’ın Suriye’den bahsettiği kadar Irak’tan da bahsettiğini yazdı. David Cameron Suriye için yapılan tezkere görüşmelerinde Irak’a gönderme yaparak “Suriye savaşında bir taraf tutulması, ülkenin işgali, rejimin değişmesi veya muhalefetle daha yakından çalışma anlamına gelmiyor.” dedi. Ağustos ayının sonunda Suriye’ye müdahale konusunda İngiltere parlamen- tosunda yapılan oylamada 272 evet oyuna karşılık verilen 285 hayır oyuyla müdahale kararı reddedildi. 

Avrupa ve İngiltere’nin Irak Savaşı’nın akabinde askerî politikaları bölgeyi hüsrana uğrattı. Guantanamo hapishanesi hâlâ açık ve insan hakları ihlalleri devam ediyor. Irak Savaşı öncesinde 2 milyon kişi Londra sokaklarına dökülerek savaşı protesto etmişti. 2003 yılında halka yalan söylendiğini düşünen protestocular tekrar benzer bir durumla karşı karşıya kalmak istemiyor. İngiltere; Irak, Afganistan ve Libya olmak üzere üç askerî müdahaleye tanıklık etti ve buralarda elde edilen sonuç bir zafer getirmedi, insan haklarının da korunmasına fayda sağlamadı.45 

İngiltere Türkiye İlişkileri., 

Türkiye İngiltere ilişkileri Osmanlı döneminden bu yana devam etmektedir. İngiltere, kolonisi altındaki ülkelere açılan kapı olarak Osmanlı’yı Yakın Doğu olarak adlandırmış ve Rusya’nın tehdidine karşı da kendi çıkarları için Osmanlı’yı desteklemişti. Her ne kadar İngiltere’nin İstanbul’u işgali sırasında ve 
Cumhuriyet’in yeni kurulduğu dönemde Türkiye ile ilişkilerinde uzaklaşma olduysa da Soğuk Savaş döneminde ve sonrasında Batı’ya yaklaşan Türkiye ile ilişkilerini normal seviyede tuttu. 

Birleşik Krallık, Türkiye’nin dış ticaretinde oldukça önem verdiği gelişmiş ülkelerden biridir. 
En son İngiltere Kraliçesi Elisabeth’in 2008 yılında Türkiye’yi ziyaret etmesiyle ilişkiler ivme kazandı ve ardından Başbakan David Cameron Temmuz 2010’da Tür- kiye’yi ziyaret etti. Cameron’ın Temmuz 2010’da Türkiye’yi ziyareti sırasında imzalanan “2010 Strate- jik Ortaklık Belgesi” iki ülke arasında stratejik or- taklığın güçlendirilmesinde önemli bir gelişmedir. İngiltere kraliçesinin 
Abdullah Gül’e “ 2010 Chatham House Ödülü” vermesi de ilişkilerde önemli bir adım olarak görülmektedir. 

   İngiltere, dünyada yükseliş gösteren ve kimin yanında yer almak gerektiği 
konusunda önemli bir tecrübeye sahip bir ülkedir. Ülke, tarihsel çatışmalara rağmen önemli ölçüde Türkiye’nin gücüne empati kurarak yaklaşmaktadır. 

Türk-Amerikan ilişkileri güvenlik eksenli gelişirken Türk-İngiliz ilişkileri ticari, ekonomik ve teknolojik birçok alana yayılmış durumda. 46  Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Mart 2011 ve Temmuz 2012’de, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül 
de 20-24 Kasım 2011 tarihlerinde İngiltere’ye gerçekleştirdiği ziyaret ile ilişkilerin geliştirilmesine yönelik en üst düzeyde adımlar atılmış oldu. İngiltere ile bakanlar düzeyinde de yoğun ziyaretler gerçekleştirilmekte dir. Ayrıca Birleşik Krallık’ın Türkiye’nin AB üyeliğine en güçlü desteği veren ülkelerden biri olduğu biliniyor. 

Ayrıca Türkiye ve Birleşik Krallık arasında diyaloğu güçlendirmek ve kurumsallaştırmak amacıyla her iki taraftan siyasetçi, akademisyen, medya temsilcileri ve sanatçılardan oluşan “ Türk-İngiliz Tatlı dil Forumu” kuruldu. Forumun ilk toplantısı Ekim 2011’de İngiltere’de, İkincisi 12-14 Ekim 
2012 tarihlerinde İstanbul’da, Üçüncüsü 1-3 Kasım 2013 tarihlerinde 
Cumhurbaşkanı Gül’ün katılımıyla İskoçya’nın başkenti Edinburgh’da gerçekleşti. 47 Toplantıların her yıl dönüşümlü olarak Türkiye ve İngiltere’de sürdürülmesine karar verildi. Türkiye-Birleşik Krallık ikili ticaretinde, 2011 yılında ticaret hacmi 13,9 milyar dolar, Türkiyenin ticaret fazlası 2,4 milyar dolardır. Türkiye’de faaliyet gösteren Birleşik Krallık sermayeli şirketlerin sayısı Mayıs 2012 
itibarıyla 2.362’dir. 2011 yılında Birleşik Krallık’ta yaklaşık 250 bin Türk vatandaşı yaşamaktadır. Birleşik Krallık’tan Türkiye’ye 917 milyon dolar doğru- dan yatırımın gerçekleştiği, 2011 yılında 2.582.054 Turistin Türkiye’yi ziyaret ettiği Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı tarafından açıklanmıştır. 

Öte yandan, 37.460 Birleşik Krallık vatandaşının Türkiye’de 26.730 adet gayrimenkulü bulunmakta.48 

Sonuç 

İngiltere dünyanın en büyük gaz ve petrol rezervlerinin ve sömürgelere ulaşım yollarının merkezi Ortadoğu’dan askerî olarak çıksa da yaptığı ticari anlaşmalarla bölgede varlığını sürdürmeye devam etmektedir. Bu varlığın bir sebebi de İngiliz gücünün temelinin ticarete dayanmasıdır. 
   Ticaret yollarının ve stratejik noktaların ele geçirilerek güvence altına alınması  İngiltere için hayati önem taşımaktadır. 

2. Dünya Savaşı’ndan sonra dekolonizasyon sürecinde coğrafi yakınlık arz etmesi bakımından Ortadoğu’ya odaklanmıştır. ABD’nin dünya siyasetinde ön plana geçmesinden sonra ise İngiltere’nin çıkarları ABD çıkarları ile iç içe girmiştir. 

2003 yılında kimyasal silah bulundurduğu gerekçesiyle Irak’a saldırı yapılmasını kabul eden ve bölgeye asker gönderen İngiltere bu siyasetinden dolayı İngiliz halkından tepki aldı ve Irak konusu muhalefet nezdinde de eleştirildi. Arap baharı olarak isimlendirilen Arap ayaklanmaları sırasında ise İngiltere Ortadoğu’daki ülkelerin kendi kaderini tayin etmeleri hususunda görüş bildirerek belli bir süre sessiz kaldı ve olayların durulmasını izlemeyi ter- cih etti. 
Bu sırada bölge ülkeleriyle petrol, gaz ve silah ticareti anlaşmalarına devam etti. Son olarak Suriye rejiminin ülkede kimyasal silah kullandığı gerekçesiyle Suriye’ye askerî müdahale konusu gündeme geldi. Ağustos ayının sonunda Suriye’ye müdahale konusunda İngiltere parlamentosunda yapılan oylamada 272 evet oyuna karşılık verilen 285 hayır oyuyla müdahale kararı reddedildi. 

Türkiye İngiltere ilişkileri ise Osmanlı döneminden bu yana devam etmektedir. İngiltere, kolonisi altındaki ülkelere açılan kapı olarak Osmanlı’yı Yakın Doğu olarak adlandırmış ve Rusya’nın tehdidine karşı da kendi çıkarları için desteklemişti. Her ne kadar İngiltere’nin İstanbul’u işgali sırasında ve Cumhuriyet’in yeni kurulduğu dönemde Türkiye ile ilişkilerinde uzaklaşma olduysa da Soğuk Savaş döneminde ve sonrasında Batı’ya yaklaşan Türkiye ile ilişkilerini normal seviyede tuttu. Bu ilişkisini müttefik ve stratejik ortaklık üzerinden yürütmeye devam etmektedir. 

Son Notlar 

1 Mark Sedgwick, Britain and the Middle East: In Pursuit of Eternal Interests, 
http://www.ashgate.com/ pdf/SamplePages/Strategic_Interests_in_the_Middle_East_Ch1.pdf, s. 5. 
2 Ortadoğu kavramı birçok siyasi kavram gibi ilk olarak 20. yüzyılın başlarında İngilizler tarafından kullanılmaya 
başlanır. Yakın Doğu (Near East) kavramının (o dönem için Osmanlı Devleti’nin kapladığı coğrafya) yetersiz kaldığını 
düşünen İngilizler, Osmanlı Devleti’yle Hindistan arasında kalan bölgeyi kapsayacak Ortadoğu (Middle 
East) kavramını ortaya atarlar. Kavramın kullanılmaya başlanmasının temelinde yatan sömürgeci kaygılar bu 
bölgenin geleceğinin şekillenmesinde etkin rol oynar. 
3 Davut Dursun,Ortadoğu’nun Ekonomik, Sosyal ve Siyasi yapısı Üzerine Genel Tespitler, s. 1233. 
4 Albert Hourani,Arap Halkları Tarihi, İstanbul: İletişim Yayınları, 10. Baskı, 2013, s. 353. 
5 Edward Said, Oryantalizm Sömürgeciliğin Keşif Yolu, İstanbul: Pınar Yayınları, 2. Basım, 1989, s. 58-59. 
6 Mark Sedgwick,Britain and the Middle East: In Pursuit of Eternal Interests,s. 5-14. 
http://www.ashgate.com/ pdf/SamplePages/Strategic_Interests_in_the_Middle_East_Ch1.pdf. 
7 Yavuz Yener, İngiliz Dış Politikasının Ortadoğu İkilemi 
http://www.usak.org.tr/analiz_det.php?id=17&cat=365366648#.UoOQgnDwmCg. 
8 Peter Masnfield, Ortadoğu Tarihi, Say, İstanbul, 2012, s. 139. 
9 İslam Ansiklopedisi, İSAM, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi, Cilt 33, Ankara, 2003, s. 405. 
10 Davut Dursun,Ortadoğu’nun Ekonomik, Sosyal ve Siyasi yapısı Üzerine Genel Tespitler, s. 1236. 
11 Azmi Özcan, Pan-İslamizm, Osmanlı Devleti, Hindistan Müslümanları ve İngiltere (1877-1924), İstanbul: İSAM, 
1997, s. 23. 
12 İslam Ansiklopedisi, s. 405. 
13 William L. Cleveland, Modern Ortadoğu Tarihi, İstanbul: Agora Kitaplığı, 2008, s. 118. 
14 Kemal H. Karpat, Ortadoğu’da Millet, Milliyet, Milliyetçilik, İstanbul: Timaş Yayınları, 2011, s. 192. 
15 Seyfi Kılıç, Mavi Nil Nehri Suları Üzerinde Uyuşmazlık, Ortadoğu Analiz, Ağustos 2013, Cilt 5, Sayı 56, s. 31. 
http:// www.orsam.org.tr/tr/trUploads/Yazilar/Dosyalar/201395_ seyfi_kilic.pdf. 
16 Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Cilt 1-2:1914 1995, İstanbul: Alkım Yayınları, 15. Baskı, 2005, s. 85. 
17 Osmanlı Devleti’nin Ortadoğu toprakları, İngiliz hükümeti adına Mark Sykes ile Fransız hükümeti adına Georges Picot tarafından 
imzalanan 16 Mayıs 1916 tarihli gizli antlaşma ile paylaşılmıştır. Buna göre Fransa, Suriye, Lübnan, Kilikya ve Musul bölgelerini, İngiltere 
ise Ürdün, Irak ve Kuzey Filistin’i almaktaydı. Filistin’in geriye kalan toprakları üzerinde uluslararası bir rejim ve 
sınırları belli olmayan bir de Arap devleti kurulacaktı. Gerçekte, Sykes- Picot Antlaşması, İngiltere’nin daha 
önce Araplarla yaptığı Ortadoğu düzenlemelerine aykırı düşmekte, İngiltere’nin ikiyüzlü dış politikasını göstermekte 
ve bölgede bugüne kadar sürecek anlaşmazlık tohumlarını atmaktaydı. Çünkü İngiltere Osmanlı devletine 
karşı savaşmalarını sağlamak ve böylece yükünü hafifletmek için Arapları kendi yanına almayı tasarlamış 
ve bunun için de Mekke şerifi Hüseyin ile Mısır’daki İngiliz Yüksek Komiseri Mc Mahon arasında, şimdi 
İngiltere ile Fransa arasında paylaşılmış bulunan topraklar üzerinde bir Arap krallığının kurulması yönünde bir 
antlaşma imzalanmıştı. Öteki gizli antlaşmalarla birlikte Sykes-Picot antlaşmasının da Bolşevikler tarafından 1918 
ilkbaharında açıklanması, özellikle Ortadoğu’da büyük karışıklıklar çıkaracak ve bir yanda Araplarla öte yanda 
Batılı devletlerin arası açılacaktır. Oral Sander, Siyasi Tarih: İlkçağlardan 1918’e, İstanbul: İmge Kitabevi, 2008, 17. Baskı, s. 382-383. 
18 Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Cilt 1-2:1914 1995, İstanbul: Alkım Yayınları, 15. Baskı, 2005, s. 125-126. 
19 Peter Masnfield, Ortadoğu Tarihi, İstanbul: SayYayınları, 2012, s. 248. 
20 Armaoğlu, s. 202-203. 
21 Armaoğlu, s. 209-210. 
22 Armaoğlu, s. 489-491. 
23 Marienne Stern, “Ve Susuyor Herkes Artık Unutuldu KörfezdekiSavaş”,Dünya Sorunları 1988/1, OrtaDoğu Dosyası, İstanbul: Alan Yayıncılık, 1988, s. 189. 
24 http://www.euractiv.com.tr/6/analyze/beril-dedeoglu- ingiltere-kuresel-siyasete-geri-donus-mu-022807. 
25 Eftal Irkıçatal, “İkinci Dünya Savaşı Sonrası İngiltere’nin Ortadoğu Politikaları için Kıbrıs’ın Stratejik Önemi ve 
Kıbrıs Meselesi’nin Ortaya Çıkışı”, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl: 2012/1, Sayı:15, s. 35. 
26 Kemal H. Karpat, Kısa Türkiye Tarihi 1800-2012, İstanbul: Timaş Yayınları, 2012, s. 97. 
27 Yavuz Yener, “İngiliz Dış Politikasının Ortadoğu İkilemi”, 
www.usak.org.tr/analiz_det.php?id=17&cat=365366648#.UngRvXDTqFt (Erişim tarihi: 05.11.2013). 
28 Dünyanın en önemli deniz geçitlerinden biridir. Akdeniz ile Kızıldeniz’i birleştiren yapay su yolu 193,3 km uzunluğunda, 205-225 m genişliğinde ve 24 m derinliğindedir. 
Kanal, Hint Okyanusu’nu Akdeniz’e bağlayan en kısa deniz yoludur. 
29 Laurie Milner, The Suez Crises, 03.03.2011, 
http://www.bbc.co.uk/history/british/modern/suez_01.shtml. 
30 Mısır nüfusunun %95’i Nil’e 19 km mesafe içinde yaşamaktadır. Mısırlılar için nehrin yıllık taşkınlarını denetlemek, 
kuraklık zamanları için su saklamak daimi bir sorumluluk olmuştur. Nâsır’a göre, Asvan Yüksek Barajı 
projesinin ekonomik yararları (sulanan alanın büyümesi ve ülkenin tamamına hidroelektrik enerji sağlanması) ile 
politik avantajları (Mısır halkının gözünde yeni rejimin itibarının artırılması) örtüşmekteydi. Amerika Birleşik 
Devletleri Hükümeti’nin söz verdiği kredinin 1955 yılında aniden geri çekilmesiyle devreye giren Sovyetler 
Birliği, projeye %2 faizle 1.120.000.000 dolarlık fonun yanı sıra teknisyen ve ağır iş makineleri sağlayınca, 
baraj Soğuk Savaş döneminde iki güç arasındaki rekabetin sembolü hâline geldi. 3.830 metre uzunluğunda 
ve 11 metre yüksekliğindeki dolgu baraj, 1960-1970 yılları arasında inşa edildi. Asvan Barajı 1956 yılında 
kamusallaştırılan Süveyş Kanalı’yla birlikte Mısır’ın tarihî bir gurur kaynağı olmayı sürdürmektedir. 
http://www.saltonline.org/img/938.pdf. 
31 Seyfi Kılıç, “Çin-Afrika İlişkilerinin Gelişmesinde Baraj İnşaatlarının Rolü”, Ortadoğu Analiz, Nisan 2013, Cilt 5, Sayı 52, s. 89-90. 
http://www.orsam.org.tr/tr/trUploads/Yazilar/Dosyalar/2013411_9seyfikilic.pdf. 32 Cengiz Çandar,Arap Uyanışı ve Bölgesel Düzen, İstanbul Küresel Forumu, 13 Ekim 2012. 
33 İngiltere Başbakanı’ndan Arap Baharı Vurgusu, 22 Eylül 2011, 
http://www.haberler.com/ingiltere-basbakani-ndan-arap-bahari-vurgusu-3010709-haberi/. 
34 “İngiltere Arap Baharını Silahla Besledi”, http://www.hurriyet. com.tr/planet/18605433.asp. 
35 “Körfez ülkelerinin silah alımı arttı”, 31 Temmuz 2012, 
http://www.ntvmsnbc.com/id/25370709/. 
36 “Oil, British foreign energy policy and Middle East repression”, 24 Şubat 2011, (Erişim tarihi 10.11.2013) 
http://platformlondon.org/2011/02/24/oil-british-foreign-energy-policy-and-middle-east-repression/#sthash.SwRD3CT3.dpuf. 
37 Sezgin Mercan, Avrupa Birliği’ni Düşündüren ‘Bahar’, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, s. 2. 
38 House of Common Foreign Affairs Committee, British foreign policy and the ‘Arab Spring’, Second Report of Session 2012- 13, 
19 Temmuz 2013, s. 59. 
39 Announcement, The Arab Spring and the UK’s role, Foreign & Commonwealth Office, 17 November 2011, 
https://www. gov.uk/government/news/the-arab-springand-the-uks-role. 
40 Egypt crisis: David Cameron condemns violence, 14 Ağustos 2013, 
http://www.bbc.co.uk/news/world-middle-east-23701536 
41 http://www.theguardian.com/world/video/2013/aug/15/ egypt-clashes-david-cameron-violence-video. 
42 British energy giant acquires stakes in Morocco offshore blocks, Middle East Online, 16.10.2013, 
http://www.middle-east-online.com/english/?id=62002. 
43 Ayrıntı için bkz. 
http://www.instituteforgovernment.org.uk/sites/default/files/publications/The%20new%20persuaders_0.pdf, http://www.parliament.uk/documents/ 
lords-committees/soft-power-uk-influence/CofEFinal.pdf. 
44 http://www.economist.com/blogs/blighty/2013/08/ intervention-syria. 
45 İngiltere basını: Suriye oylamasına Irak damga vurdu,30 Ağustos 2013, 
http://www.bbc.co.uk/turkce/basinozeti/2013/08/130830_suriye_tezkere_basin.shtml. 
46 İngiltere’nin önde gelen düşünce kuruluşlarından ChathamHouseKraliyetUluslararasıİlişkilerEnstitüsü (Royal Institute of International Affairs) 
üyelerinin oylamasısonucunda, o yıliçerisindeuluslararası ilişkilerin gelişmesine en önemli katkıyı sağlayan devlet adamına veriliyor. 
Ödül her yıl farklı bir kişiye veriliyor. İhsan Bal, Kraliyet Ödülü Neden Ankara’da?, 13-11-2010, 
http://www.usak.org.tr/print.php?id=231&z=6. 
47 http://www.tccb.gov.tr/haberler/170/87561 /cumhurbaskani-gul-turkingiliz-tatlidil-forumuna-katilmak-uzere-iskocyaya-gitti.html. 
48 Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, Türkiye Birleşik Krallık Siyasi İlişkileri, 
http://www.mfa.gov.tr/turkiye-ingiltere-siyasi-iliskileri.tr.mfa. 


Kaynakça 


Announcement, The Arab Spring and the UK’s role, Foreign & Commonwealth Office, 17 November 
2011. https://www.gov. uk/government/news/the-arab-spring-and-the-uks-role. 
Armaoğlu, Fahir. 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Cilt 1-2:1914 1995, İstanbul: Alkım, 15. Baskı, 2005. 
Bal, İhsan. Kraliyet Ödülü Neden Ankara’da?, 13 Kasım 2010. http://www.usak.org.tr/print.php?id=231&z=6. 
British energy giant acquires stakes in Morocco offshore blocks, Middle East Online, 16.10.2013. 
http://www.middle-east-online.com/english/?id=62002. 
Çandar, Cengiz. Arap Uyanışı ve Bölgesel Düzen, İstanbul Küresel Forumu, 13 Ekim 2012. 
Cleveland, William L. Modern Ortadoğu Tarihi, İstanbul: Agora Kitaplığı, 2008. 
Cumhurbaşkanı Gül, Türk-İngiliz Tatlıdil Forumu’na Katılmak Üzere İskoçya’ya Gitti 
http://www.tccb.gov.tr/haberler/170/87561/cumhurbaskani-gul-turkingiliz-tatlidil-forumuna-katilmak-uzere-iskocyaya-gitti. html. 
Dursun, Davut. Ortadoğu’nun Ekonomik, Sosyal ve Siyasi yapısı Üzerine Genel Tespitler. 
---------. Ortadoğu’nun Ekonomik, Sosyal ve Siyasi yapısı Üzerine Genel Tespitler. 
Egypt crisis: David Cameron condemns violence, 14 Ağustos 2013. 
http://www.bbc.co.uk/news/world-middle-east-23701536. 
Hourani, Albert. Arap Halkları Tarihi, İstanbul: İletişim Yayınları, 10. Baskı, 2013. 
House of Common Foreign Affairs Committee, British foreign policy and the ‘Arab Spring’, Second Report of Session 2012–13, 19 July 2013. 
http://www.economist.com/blogs/blighty/2013/08/ intervention-syria. 
http://www.euractiv.com.tr/6/analyze/beril-dedeoglu- ingiltere-kuresel-siyasete-geri-donus-mu-022807. 
http://www.instituteforgovernment.org.uk/sites/default/files/publications/The%20new%20persuaders_0.pdf. 
http://www.parliament.uk/documents/lords-committees/ soft-power-uk-influence/CofEFinal.pdf. 
http://www.saltonline.org/img/938.pdf. 
http://www.theguardian.com/world/video/2013/aug/15/ egypt-clashes-david-cameron-violence-video. 
İngiltere Arap Baharını Silahla Besledi. 
http://www.hurriyet.com.tr/planet/18605433.asp. 
İngiltere Başbakanı’ndan Arap Baharı Vurgusu, 22 Eylül 2011. 
http://www.haberler.com/ingiltere-basbakani-ndan-arap-bahari-vurgusu-3010709-haberi/. 
İngiltere basını: Suriye oylamasına İrak damga vurdu, 30 Ağustos 2013. 
http://www.bbc.co.uk/turkce/basinozeti/2013/08/130830_suriye_tezkere_basin.shtml. 
Irkıçatal, Eftal. İkinci Dünya Savaşı Sonrası İngiltere’nin Ortadoğu Politikaları için Kıbrıs’ın Stratejik Önemi ve Kıbrıs Meselesi’nin Ortaya Çıkışı, 
Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı:15, Yıl: 2012/1. 
İslam Ansiklopedisi, İSAM, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi, Cilt 33, Ankara, 2003 
Karpat, Kemal H. Kısa Türkiye Tarihi 1800-2012, İstanbul: Timaş Yayınları, 2012. 
--------. Ortadoğu’da Millet, Milliyet, Milliyetçilik, İstanbul: Timaş Yayınları, 2011. 
Kılıç, Seyfi. Çin-Afrika İlişkilerinin Gelişmesinde Baraj İnşaatlarının Rolü, Ortadoğu Analiz, Cilt 5, Sayı 52, Nisan 2013. 
http://www.orsam.org.tr/ tr/trUploads/Yazilar/ Dosyalar/2013411_9seyfikilic.pdf. 
---------. Mavi Nil Nehri Suları Üzerinde Uyuşmazlık, Ortadoğu Analiz, Ağustos 2013, Cilt 5, Sayı 56. 
http://www.orsam.org. tr/tr/trUploads/Yazilar/Dosyalar/201395_seyfi_kilic.pdf. 
Körfez ülkelerinin silah alımı arttı, 31 Temmuz 2012. 
http://www.ntvmsnbc.com/id/25370709/. 
Masnfield, Peter. Ortadoğu Tarihi, İstanbul: Say Yayınları, 2012. 
Mercan, Sezgin. Avrupa Birliği’ni Düşündüren ‘Bahar’, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü. 
Milner, Laurie. The Suez Crises, 03.03.2011, 
http://www.bbc.co.uk/history/british/modern/suez_01.shtml. 
Nil sularının paylaşımı, http://www.sondakika.com/haber/haber-nil-sularinin-paylasimi-4679159/. 
Oil, British foreign energy policy and Middle East repression, 24 Şubat 2011. (Erişim tarihi 10.11.2013) 
http://platformlondon.org/2011/02/24/oil-british-foreign-energy-policy-and-middle-east-repression/#sthash. SwRD3CT3.dpuf. 
Özcan, Azmi. Pan-İslamizm Osmanlı Devleti Hindistan Müslümanları ve İngiltere (1877-1924), İstanbul: İSAM, 1997. 
Said, Edward. Oryantalizm Sömürgeciliğin Keşif Yolu, İstanbul: Pınar Yayınları, 2. Basım, 1989. 
Sander, Oral. Siyasi Tarih: İlkçağlardan 1918’e, İstanbul: İmge Kitabevi, 17. Baskı, 2008. 
Sedgwick, Mark. Britain and the Middle East: İn Pursuit of Eternal İnterests, http://www.ashgate.com/ 
pdf/SamplePages/ Strategic_İnterests_in_the_ Middle_East_Ch1.pdf. 
Stern, Marienne. Ve Susuyor Herkes Artık Unutuldu Körfezdeki Savaş, Dünya Sorunları 1988/1, Orta Doğu Dosyası, İstanbul: Alan Yayıncılık, 1988. 
Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, Türkiye-Birleşik Krallık Siyasi İlişkileri, 
http://www.mfa.gov.tr/turkiye-ingiltere-siyasi-iliskileri.tr.mfa. 
Yener, Yavuz. İngiliz Dış Politikasının Ortadoğu İkilemi 
http:// www.usak.org.tr/analiz_det.php?id=17&cat=365366648#.UoOQgnDwmCg. 
-------, İngiliz Dış Politikasının Ortadoğu İkilemi, 
www.usak.org.tr/analiz_det.php?id=17&cat=365366648#. UngRvXDTqFt (Erişim tarihi:05.11.2013). 


***