25 Ocak 2017 Çarşamba

Türkiye’nin Dış Politikasında Ortadoğu


Türkiye’nin Dış Politikasında Ortadoğu 



Prof.Dr. Meliha Altunışık
*ODTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü 

Bugünkü konumuz “ Türkiye-Ortadoğu İlişkileri ”. Ben yıllardır bu konuyu çalışıyorum. Bu konu ilk defa bu kadar gündeme geldi diyebilirim. 

Ben bu işe ilk başladığımda insanlar genellikle “Türkiye-AB İlişkileri” çalışıyoruz diyorlardı. Kendimi yalnız hissetmiştim. Ama şimdi Ortadoğu’yla ilgilenenlerin 
sayısı artmakta. Ortadoğu bana hep ilginç gelmiştir. 

Karmaşık, değişken ve heyecan verici. Hele son günlerde Ortadoğu’nun değişmezlik algısı tamamen yerle bir olmuş durumda. Bu dönüşüm süreci, yaşanan ve yaşanacak olan değişimler hakkında bir şeyler söylemek bizler içinde oldukça zor. 
Zaten sosyal bilimciler olarak bizler çok fazla öngörüde bulunmaz ve öngörülerin bilimsel analizin bir parçası olduğunu düşünmeyiz. Çünkü sosyal fenomen 
karmaşıktır. Birçok faktör etkilidir ve nasıl dönüşeceğini tahmin etmek kolay değildir. Bence bu kısım bizim işimizde değil. Bizim işimiz olanları 
anlamaya çalışmak. Son günlerde yaşananlar tabi ki Türkiye’yi de yakından ilgilendirmekte. Daha sabah haberlerde Suriye askerlerinin sınıra yaklaştığına 
dair bir haber dinledim. 

Genel olarak Türkiye-Ortadoğu İlişkilerine baktığımızda açıkça görülmekte ki 2000’li yıllarda belirli değişimler yaşanmakta. Öncelikle Türkiye Ortadoğu’ya ilişkin geniş anlamda bir vizyon geliştiriyor. Daha aktif olduğu söylenebilir. Geçmiş yıllarda da özellikle 1990’da Türkiye Ortadoğu’da aktifti. 

Fakat 2000’li yıllarla karşılaştırıldığında Türkiye’nin bölgedeki aktivizminin niteliğinin değiştiği görülmekte. 1950’li yıllarda Türkiye’ye yeni NATO üyeliği çerçevesinde Batı ittifakıyla kendini ispat etme çabası ve Ortadoğu’ya batı perspektifinden bakma politikası hakimdir. Sovyetlerin etki alanını genişletme ye engel nitelik taşıyan Bağdat Paktı bunun bir örneğidir. 1955 yılında Türkiye’nin Bağdat Paktı’na üyeliği ve Lübnan, Ürdün gibi ülkeleri bu pakta çekme çabası Ortadoğu’nun Türkiye’nin bölgedeki imajını olumsuz etkilemiştir. Sonuç amaca 
hizmet etmemiştir ve Sovyetler bölgeye daha fazla girmiştir. Bölgedeki kutuplaşma daha fazla artmıştır. 1958 yılında Suriye’deki yeni rejimin Sovyet 
yanlısı olduğunu düşünen Türkiye bu rejime karşı çıkmıştır ve neredeyse Suriye’yle savaş noktasına gelmiştir. 1990’lı yıllarda ise Türkiye-Ortadoğu ilişkilerine güvenlik merkezli politikalar hakim olmuştur. 

İlişkiler Körfez Savaşı sonrasında Irak dönüşümü ve Kürt meselesiyle bağlantıları dolayısıyla Türkiye’nin bölgeden tehdit algılaması ve buna karşın daha çok güvenlik politikaları geliştirmesi olarak özetlenebilir. 90’lı yıllar İttifaklar, ekseri güç kullanımı, güçler dengesi politikası dönemi olmuştur. 

2000’li yıllarda ise Türkiye’nin aktivizminin niteliği değişmiştir. Askeri politikaları öncelemeyen, diplomasi ve ekonomik işbirliği temalarını öne çıkaran 
bir politikaya geçilmiştir. Bir diğer farklılıkta arabuluculuk meselesidir. 

Çünkü Türkiye’nin Ortadoğu’da geleneksel dış politikasına, bölge içi uyuşmazlık lara hiç dahil olmamak hakimdir. Gerçi “Türkiye’nin her türlü konuda arabuluculuk rolüne soyunma hevesi” tarzında eleştiriler de geldi. 2000’li 
yıllara özgü başka bir özellik ise Türkiye’nin Ortadoğu politikasının tüm Ortadoğu’ya yönelik olarak geliştirilmesidir. Bu noktada iki genel tema insanın 
aklına geliyor, değişim ve süreklilik temaları. Bu dış politika analizinde de önemli bir sorunsal ve en zor konulardan biri. Dış politikanın “Ne zaman değiştiğini” 
söyleyebilmeyi kavramsallaştırmak çok kolay değil. Tam anlamında bir değişimin mümkün olmadığını söyleyebiliriz. Böyle bir kopuşun en fazla rejim değişikliğiyle yaşanabileceğini düşünürsek, İran örneğini inceleyebiliriz. İran’da İslam Devrimi 
yaşandığında doğal olarak önceki rejimle büyük bir kopuş gerçekleşti. Ama İran dış politikasına bakıldığında değişim ve süreklilik temalarının iç içe geçtiği 
görülüyor. Tabi ki dış politika da İslam Devrimiyle önemli değişimler yaşandı. Fakat süreklilikte söz konusudur. Peki, sürekliliği meydana getiren faktörler 
nelerdir? Coğrafi konum, doğal kaynaklar gibi faktörler sürekliliği sağlamada önemli faktörler. 

Bu faktörler Türkiye içinde geçerli. 2000’li yıllarda Türkiye’nin Ortadoğu politikası önemli değişim öğeleri içeriyor. Ama ben bunu tamamen bir kopuş olarak görmüyorum. Belli süreklilik temaları içeriyor. Özellikle Soğuk Savaş sonrasında başlayan tartışmalarla belirli süreklilikler kazanıldığını düşünüyorum. 

“Sadece NATO üyesi olmak Batının parçası olmaya yetmiyor.. Türk dış politikası ne yöne evrilmeli? Çevre ülkelerle ilişkilerimiz nasıl olmalı?” gibi sorular sorulmaya başladı. Bu bağlamda Ortadoğu’ya ilişkilerimizin gelişmesini öneren çeşitli bakış açılarının ortaya konulduğunu görebiliriz. Örneğin; 
Turgut Özal dönemi. O dönemde ekonomik işbirlikleri, karşılıklı bağımlılıklar temaları ortaya çıkmış, kültürel ve tarihsel bağlara vurgular yapılmıştır. 
Ya da Dışişleri Bakanlığı görevini yapmış İsmail Cem’in görüşlerine baktığımız zaman Türk dış politikasının Ortadoğu’da bugün görülen temalarından 
bazılarını görebiliriz. Dolayısıyla bu fikirlerin bazılarının 1990’lardan itibaren ortaya konulduğunu, bir kısmının uygulanamadığını bir kısmının uygulandığını 
görüyoruz. 

Bu anlamda bir süreklilik izlenirken önemli değişimlerde yaşanmıştır. Bu değişimlerden biri aktörle ilgilidir. Bu da ikinci temayı önümüze getiriyor, dış politikada yapısal değişimlerin ve aktörlerin rolü. Sizin dış politikanızın ne kadarı 
bölgesel ve uluslar arası konjonktürdeki değişimlerle ne kadarı aktörlerle belirleniyor? AKP bu politikasının gelişmesinde önemli bir aktör oldu. 

AKP’nin ortaya koyduğu bazı kavramlar ya da temalar daha öncede olsa bile bu dönemde geniş bir vizyonun parçası halini aldı. Daha da önemlisi AKP’nin Ortadoğu’ya bakışında geleneksel olarak Türk Dış Politikası’nda yer alan bazı ön kabuller, yer almadı. Örneğin Türkiye’nin bir Ortadoğu ülkesi olmak istememesi, Ortadoğu’yla olan ilişkileri ekonomik ilişkilerin ötesine geçirmek istenmemesi, 
günlük söyleme bile yerleşen “Ortadoğu Batağına” girilmemesi. Bu bakış açısı AKP döneminde yok olmuştur. 

Ortadoğu ilişkilerine bu dönemde önyargılarla bakılmamaktadır. Ama dış politikayı sadece aktörlerle açıklamak mümkün değildir. Yapısal faktörlerinde 
etkisi çok önemlidir. 2000’li yıllarda bölgede yaşanan dönüşümler, Türkiye’nin yeni politikasını mümkün kıldı. Bu dönüşümler için en önemli tarih 2003. Amerika’nın Irak’ı işgali bölgede yeni dinamikler yarattı. Hakikaten hem Irak’taki dönüşümler hem de buna paralel İran’ın bölgede 
önemli bir aktör olarak ortaya çıkması Türkiye’nin bölgedeki aktörler tarafından kabul edilmesini sağladı. 

Bölgedeki aktörler Türkiye’nin bölgede aktif olmasını istediler ve bunu teşvik ettiler. Bunun en büyük nedeni; çeşitli Arap ülkelerinin, bölgede artan İran’ın etkisinden rahatsızlık duyması ve bunu dengelemek istemesiydi. Bir diğer dönüşüm, Arap dünyasında ortaya çıkan bölünme. 2003 sonrasında Arap dünyasında lider konumda olacak bir ülke bulunamadı. Mısır özellikle Camp David anlaşmasını imzaladıktan sonra gitgide azalan bölgesel etkiye sahip oldu. Bu durum 2000’li yıllarda iyice ortaya çıktı. Irak’ta bir savaş oluyor, sonrasında bir dönüşüm yaşanıyor; Mısır bu savaşta yok. İran konusunda bir etkisi yok. Mısır’ın en etkili olduğu alan Filistin-İsrail meselesiydi ki orada bile Hamas’ın 
Gazze’yi ele geçirmesinden sonra fireler verildi. Ayrıca bölgenin geleceği konusunda birlik sağlanamadı. 

Bir tarafta ABD ile daha yakın ilişkiler içerisinde olan Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan ve diğer körfez ülkeleri diğer tarafta Suriye, İran ve Hamas-Hizbullah 
gibi devlet dışı aktörler. Böyle bir parçalanma yaşandı Arap dünyasında ve bunun sonunda bölge de güçlü bir Arap ülkesinin olmaması stratejik bir 
boşluk yarattı. Bu da Türkiye’nin bölgede aktif olabileceği bir alan açtı. Yani Arap olmayan ülkelerin Arap dünyasında aktif olmalarının önü açıldı. 

Üçüncü bir dönüşüm ise ABD’nin politikasındaki başarısızlıklar dır. ABD, Irak savaşıyla birlikte bölgedeki etkinliğini yitirme sürecine girmiştir. Bu savaş 
ABD’nin bölgedeki meşruiyetini zayıflattı. Irak işgali ABD gücünün hem en doruğa yükseldiği nokta hem de düşüşünün başladığı noktadır. ABD’nin 
bölgedeki etkinliğinin azalması ve bölgeyi şekillendirme çabasında karşılaştığı güçlükler Türkiye ve İran gibi ülkelere alan sağladı. 2003 sonrasında yaşanan 
stratejik dönüşümlerin Türkiye’nin Ortadoğu politikasında önemli payının olduğunu düşünüyorum. En önemlisi, Türkiye’nin bölgede kabulü kolaylaştı. 
Sonuç olarak Türkiye’nin Ortadoğu politikasının gelişmesinde bölge için vizyon genişletmek isteyen bir aktör ve bölge koşullarının buna uygunluğu 
bir bütün oluşturmuştur. AKP döneminde de politika da dönüşümler yaşanmıştır. Ben bu dönüşümü 

1. AKP hükümeti ve 
2. AKP hükümeti olarak ayırıyorum. 

Belki de Seçimlerden sonra, 

3. AKP hükümeti diye bir dönüşüm daha yaşanacak. İlk dönemin özellikleri nelerdir? Genel olarak vizyonun genişlemesi ve bölge ülkeleriyle olan ilişkilerin geliştirilmesi için belli çabalar içine girilmesi. Özellikle Suriye’yle ilişkiler gelişmiştir. Tabi bu gelişme 98’den başlamıştır. Bunun içinde arabuluculuk politikaları uygulanmaya başlanmıştır. İsrail ve Suriye arasındaki arabuluculuk çalışmaları doruk noktayı oluşturmaktadır. Bu dönemde hala belli sınırlamalarla 
karşılaşıyoruz. 2008 yılına kadar Irak politikası yapılan açılımlara rağmen değişmemiştir. AB ilişkileri çok fazla ön plana çıkmış ve Ortadoğu’yla ilişkilerin 
AB süreciyle uyumlu olmasına dikkat edilmiştir. Kısaca ilk dönemde, belli açılımların yapılmaya çalışıldığını fakat bütünsel bir politika oluşturulamadığını 
söylemek mümkün. Ayrıca bu dönemde belli kavramsallaştırmalar da ortaya çıkmıştır; komşularla sıfır sorun politikası gibi. Fakat bu politikaların uygulama alanı bulamadığı görülüyor. İkinci dönemde ise kavramsallaşan birçok şey uygulanmaya başlamıştır. Gazze Savaşı, Türkiye’nin Ortadoğu politikasını doğrudan etkileyen önemli bir dönüm noktasıdır. Türkiye’nin savaş karşıtı tutumu, İsrail eleştirileri ve ilişkilerinin bozulması ikinci dönemin en önemli özelliği olarak görülüyor. AKP hükümetinin ilk döneminde, İsrail’le olan ilişkiler sorunsuz devam etmekteydi. Hatta Türkiye, bölgedeki aktivizmi 
açısından İsrail’le ilişkilerini kullanmaya çalıştı. 

İkinci dönemde İsrail ilişkilerinin bozulması, dinamiklerin değişmeye başladığının göstergesi oldu. İsrail’le bozulan ilişkiler doğrultusunda Arap-İsrail meselelerin de arabuluculuk rolünün oynanamayacağı ortaya çıktı. Bazı Arap liderleri Türkiye’nin Hamas’a daha yakın durduğu algısıyla konumundan rahatsız olmaya başladılar. Hatta Beşar Esad bile bir röportajında “Türkiye’nin İsrail’le ilişkilerinin olmasını istediklerini” söyledi. Dolayısıyla ilginç bir şekilde 2. dönemde İsrail’le ilişkilerin bozulması sadece Türkiye-İsrail açısından değil, bazı 
Arap ülkeleri açısından da önem kazandı. Önemli bir diğer husus arabuluculuk meselelerinde Türkiye’nin rolünün sınırlanmasıdır. Bu dönemde AB boyutu da zayıflamıştır. Çünkü bu dönemde 


Türkiye-AB ilişkileri zayıfladı Tabi bu bambaşka bir konu. Bu durumun hem Türkiye’den hem de AB’den kaynaklandığı bilinmekte. Nedenler ne olursa olsun, sonuç olarak 2000’li yılların ortasından itibaren Türkiye-AB ilişkileri gittikçe problemli bir hal almıştır. Özellikle Fransa’da Sarkozy’nin iktidara gelmesi durumu pekiştirmiştir. Bu nedenle Türkiye’nin izlediği politikalarda AB’ye uyum ilkesinin azatlığını ve bölgede kendi başına bir aktör olarak aktifleşmeye başladığı görülüyor. Bu zayıflama iki durumda ön plana çıktı; biri Türkiye’nin İsrail’le bozulan ilişkileri diğeri Türkiye-İran ilişkileri. Bu iki ilişki Türkiye’nin geleneksel müttefiklerinde problem noktası olarak ortaya çıktı. Bunun en üst 
noktaya çıktığı yer, Türkiye’nin Brezilya’yla birlikte İran’la nükleer değişim anlaşması imzalaması oldu. Ama bunun hemen ertesinde ABD konuyu güvenlik 
konseyine getrdi ve yaptırımların arttırılması konusunda karar çıkmasını sağladı. Buna Türkiye ve Brezilya’nın hayır oyu vermesi, müttefiklerle uyumlu politika ların  izlenmesinin kopuş noktasıydı. 

Kısaca 
2. dönemin en belirgin özelliği; Türkiye’nin politikalarının AB ve ABD’yle olan ilişkilerinde sorun yaratmaya başlamasıdır. Hatırlarsınız bu dönemde 
“eksen kayması” tartışmaları da başlamıştır. Yine bu dönemde Türkiye’nin Irak’la ilişkilerinin düzelmeye başladığı görülüyor. Tabi bu da 2008 yılında Türkiye ’nin ABD ve Kuzey Irak Yönetimi’yle bir anlayışa gitmesi ve bu çerçevede askeri operasyon düzenlenmesi kriziyle başladı. Bu olaydan sonra Irak, ABD ve Türkiye arasında üçlü bir mekanizma kuruldu. Bunun ardında da ilişkiler hızla düzelmeye başladı. En önemli değişim Kuzey Irak Yönetimi’yle ilişkilerin düzelmesiydi. Ayrıca ekonomik ilişkilerde büyük gelişmeler sağlandı. Ayrıca 
Suriye’yle ilişkiler kurulan mekanizma çerçevesinde ilgili bakanların bir araya gelmesiyle ileri düzeylere taşındı. İkinci dönemde bölgeyle olan ekonomik ilişkiler en üst noktaya ulaştı. Ortadoğu’ya yapılan daha az etkilendi. 

   Örneğin Gaziantep’te iş sahibi olan insan sayısının arttığı görülmektedir. Tabi tüm bunlar girilen bu yeni dönemde bize bazı zorluklarda sunacak. Son olarak, 2008 yılından önce Türkiye Ortadoğu politikasında en azından söylem düzeyinde 
“demokratikleşme, siyasi reform, ekonomik reform” gibi konuları gündeme getiriyordu. Bu söylemlerin sonucunda Türkiye Arap Dünyasındaki muhalifler arasında da popüler olmuştur. Fakat 2. dönemde Türkiye bu söylemi bıraktı. Bunun nedenleri ne olabilir? Biri demokratikleşme acentesinin problemli hale gelmesi. 2000’li yılların başında Bush yönetimi de demokratikleşme söylemlerinde bulunuyordu. Ama bunun sonucunda Irak işgal edildi. 

Tüm bunlar demokratikleşme söyleminin meşruiyetinin kaybolmasına yol açtı. Türkiye’nin bu söylemden vazgeçmesinin bir nedeni bu olabilir. 

Bir de AKP hükümeti Türkiye’nin içinde de eleştirilmeye başlandı. Diğer bir neden ki bugün olanları anlamakta bize yardımcı olacak bir neden; 2. dönemde 
Türkiye’nin bölgeyle ilişkilerini daha ileri bir noktaya getirmesi. Bölgeyle siyasi ve ekonomik ilişkileri geliştirmek için var olan rejimlerle muhatap olmak zorunda sınız. Dolayısıyla gelişen ilişkilerle birlikte muhaliflere destek veren söylemleri birlikte götürmeniz çok zor. Bu nedenle Türkiye demokratikleşme sürecini arka plana aldı. Bunu karar vericilere sorduğunuz zaman “ Türkiye bu söylemler den vazgeçmedi. Dönüşümün yavaş yavaş zaman içinde olmasını tercih ediyor. Bu ülkelerle ilişkilerini geliştirerek dönüşümü böyle gerçekleştirmeyi umuyor ” diyorlar. 

Tabi bugün olanlar karşısında bu politikanın yürütülemediğini görüyoruz. Çünkü dönüşüm çok hızlı ve bazı yerlerde istikrarsız biçimde olmaya başladı. Bugün Türkiye tam da bu ikilemlerle karşı karşıyadır. Bir taraftan var olan statükoyla kurulan ilişkiler diğer taraftan değişmek üzere olan statüko. 

Nasıl bir yol izlenecek? Statüko korunmaya mı çalışılacak? 

Size ilgiyle bakan muhaliflerin yanında mı ekonomik açılım Türkiye küresel ekonomik krizden olacaksınız? 


***


Avrasya’da Yeni Bir Güç mü?


Avrasya’da Yeni Bir Güç mü?

Yazar: 
Merve Suna Özel
Mustafa Aytekin


Sovyetler Birliği'nin daha önce içerisinde olan çeşitli cumhuriyetler bağımsızlıklarını kazanmış ve kısa süre içerisinde Washington'un nüfuz etme politikasının hedefi haline gelmişlerdir. Dağılmanın ardından liberal ekonomiye geçiş sürecinin krizleri ile mücadele eden ve Batı ile işbirliği arayışında olan Yeltsin liderliğindeki Rusya, 1990'ların başında ABD'nin Avrasya politikalarına karşı genellikle bekle ve gör politikası takip etmiştir. Avrasya olarak kabul edilen bölge içerisindeki hem Orta Asya hem de Kafkasya ülkelerini kapsayan coğrafya sadece ABD'nin değil ucuz ve güvenilir enerji kaynakları arayışında olan Avrupa devletlerinin de ilgi alanına girmiştir. Bu bağlamda Batılı devletler bölge devletleri ile ikili ilişkiler gerçekleştirmiş ve Avrasya ülkelerinin bağımsızlıklarını takiben pek çoğu ile "Ortak İşbirliği Anlaşmaları[1]" imzalamışlardır.
Boris Yeltsin'in 31 Aralık 1999'da istifası ve yerine Vladimir Putin'i vekil Devlet başkanı olarak göstermesinden sonra Mart 2000'de yapılan seçimlerde Devlet Başkanı seçilen Vladimir Putin ile birlikte Rusya gerek iç politikada gerekse dış politikada ağırlığını daha fazla hissettirmeye başladı. Putin 1999'da yaptığı "Rusya Bin Yılın Eşiğinde" adlı konuşmasının sonunda "Son 200–300 yıldır ilk kez, Rusya, dünya devletleri arasında ikinci, hatta üçüncü lige düşme tehdidiyle karşıkarşıyadır. Bu tehdidi yok etmek için zamanımız kalmadı. Ulusun tüm entelektüel, fiziksel ve ahlaki güçlerini zorlamalıyız. Koordineli, yaratıcıçalışmaya ihtiyacımız var. Bunu kimse bizim için yapmaz. Her şey bize, sadece bize dayanmaktadır"ifade etmiştir[2].. Başkan Putin böylece iç ve dış politikada takip edilecek hedefleri de net bir şekilde ortaya koymuştur

Putin'in devlet başkanlığı ile birlikte Rusya, Orta Asya ülkeleri ile olan ilişkilerine ağırlık vermeye başlamış, bölge içerisinde ekonomik, askeri ve siyasi örgütlenmeler aracılığı ile ABD'nin başını çektiği tek kutu
plu sistemden kurtulmak için ikinci bir kutup yaratmayı amaçlamıştır.[3]'[4]AB ülkeleri ve ABD bölgede güçlenmeye başlayan Rus etkisine karşı bölge devletleri ile yeni siyasi ve ekonomik işbirliği arayışlarına başlamışlardır. Böylece AB, Azerbaycan, Beyaz Rusya, Ermenistan, Gürcistan, Moldova ve Ukrayna ülkeleri ile ilişkilerini güçlendirme adına "Doğu Ortaklığı Zirvesi[5]" faaliyetlerini başlatmıştır. Enerji bağlamında Rusya'ya karşı alternatif yollardan enerji ihtiyacını karşılama adına AB ülkeleri, Nabucco[6] ve Trans Hazar[7] projeleri ile Rusya'ya olan bağımlılıklarını azaltmakla birlikte, bölge ülkeleri ile de ilişkilerini sağlamlaştırmak istemişlerdir.

ABD de, mali yardımlar ile bölge devletlerini kendine bağlı kılmayı amaçlamıştır. Bölge ile ilgili hedeflerini gerçekleştirmek için ABD ekonomik desteklere ağırlık vermiş, demokrasi, askeri işbirliği programları ve enerji kaynaklarının geliştirilmesi alanlarında 1990'larınbaşından itibaren bölgede nüfuz alanını arttırmaya çalışmıştır[8]. Başkan Bush yönetimindeki yeni muhafazakâr Washington idaresi, 11 Eylül 2001 saldırılarının ardından teröre karşı mücadele amacıyla Afganistan'a müdahale yoluna gitmiş, bunun içinde Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından pek çok uluslararası ilişkiler uzmanının tahmin ettiği ve tavsiye ettiği üzere Orta Asya devletlerine askeri anlamda yerleşme fırsatını yakalamıştır[9]

Günümüzde Orta Asya bölgesinde yeni bir değişim süreci yaşanmaktadır. 2012'de yapılacak olan Rusya Devlet Başkanlığı seçiminde en güçlü aday olan Başbakan Putin'in ilan ettiği "Avrasya Birliği" bölgede AB'ye alternatif[10] bir yapılanma ortaya koymaktadır. Bu nedenle ABD ve AB 'ye karşı Rusya ve Avrasya Birliği'nin oluşum süreci ve aşamaları bu makalenin konusunu oluşturmaktadır.


Putin'in Avrasya Birliği


Vladimir Putin, Sovyetler Birliği'nin yıkılmasını, 20. yüzyılın en büyük faciası şeklinde yorumlamıştır.[11] Birinci ve ikinci başkanlık döneminde Rus bürokrasisini tekrar örgütleyen, merkezkaç eğilimleri şiddetle ezen, oligarkların gücünü kıran Putin'in iktidara gelmesinden sonra geçen yıllar içinde petrol fiyatlarının sürekli yükselmesi neticesinde KGB kökenli genç devlet başkanı seçimlerde halkın desteğini kazanmıştır. Özellikle Rus köylüsü kendisine kaynak aktaran Putin'i, seçimlerde etkin bir şekilde destekleme eğilimi göstermiştir.

2008'de ikinci devlet başkanlığı sona eren ve Başbakan olarak Rusya'nın iç ve dış politikasında aktif rol alan Putin, Rusya'yı yeniden büyük bir güç haline getirmek için üçüncü kez devlet başkanlığına aday olduğunu açıklamıştır. Rusya'yı dış politikada daha da güçlendirmek ve Rus nüfuz alanını daha da genişletmeyi Putin, devlet başkanı olmadan çalışmalara başlamıştır[12].Bu anlamda ilk icraatı olarak "Avrasya Birliği" fikrini İzvestia gazetesinde yayımlanan makalesiyle açıklamıştır. Putin, Avrasya Birliğini; Asya- Pasifik ve Avrupa Birliği bölgesinde güçlü bağlar kuracak uluslar üstü bir model olarak nitelendirerek, Avrasya Birliği'nin oluşumunda, Büyük Avrupa'nın özgürlük, demokrasi ve piyasa yasalarını temel alacaklarını açıklamıştır[13]. Ayrıca Başbakan Putin, Avrasya Birliği'ne eski Sovyet Cumhuriyetlerini davet etmekle birlikte diğer ülke ve bölgelere de açık bir birlik olduğunu belirtmiştir.

Avrasya Birliği içerisinde, Orta Asya Enerji yollarının Avrupa'ya ulaşmasındaki alternatif yol olan Türkiye'nin yer alması gerektiği vurgulanmıştır. Stanislav Tarasov, " Türkiye Rusya ile Ticari-Ekonomik ilişkileri aktif olarak geliştiriyor. İki ülke arasındaki mal mübadelesinin 2015 yılına doğru 100–150 milyar dolara çıkması bekleniyor. İki ülke arasında vize zorunluluğu kaldırıldı. Türkiye aynı zamanda diğer eski Sovyet cumhuriyetleri ile ilişkileri geliştiriyor. Boru hatları haritasına bir göz atarsak Türkiye'nin gerçekte Avrasya Enerji sistemine entegre olduğunu görürüz. Türkiye bölgedeki güç merkezleri sisteminde kendi çıkarlarını koruyan bağımsız bir bölgesel oyuncudur. Bunun için Türkiye, Rusya ve Avrasya Ekonomik Birliğinin diğer üyeleri ile birlikte güçlü bir Avrasya stratejik ekonomik oluşumunu meydana getirmede çok büyük rol oynayabilecek[14]açıklamalarında bulunarak, Türkiye'nin de birliğe bir şekilde dâhil olmasını istediklerini açıkça belirtmiştir.

Bunun yanı sıra Avrasya Birliğine olumsuz tepkiler de mevcuttur. Gürcistan birliğe katılmayacağını ilk duyuran ülke olmuştur. Gürcistan Dışişleri Bakan Grigol Vaşadze, ''Gürcistan'ın tutumu nettir, tüm egemen devletler siyasi ve ekonomik kuruluş veya birlik oluşturma hakkına sahiptir. Ancak ister BDT ülkeleri arasında imzalanan serbest ticaretanlaşmasıolsun, isterse de Avrasya Birliği olsun, Rusya Federasyonu himayesinde kurulan herhangi bir kuruluş ya da birliğe Gürcistan'ın katılmaya ne arzusu ne de planı vardır [15].'' şeklinde Gürcistan'ın Avrasya Birliği'ne yönelik politikasını açıklamıştır


Avrasya Birliği'nin Oluşumunda Ekonomik Adımlar


Avrasya Birliği'nin temelini oluşturabilecek alt yapı Rusya, Kazakistan ve Beyaz Rusya'yı kapsayan Gümrük Birliği anlaşmasıdır. 6 Ekim 2007'de Rusya, Kazakistan ve Beyaz Rusya yetkilileri, Gümrük Birliği'nin kuruluşunu kararlaştırmış ve Temmuz 2010 tarihinden itibaren yürürlüğe girmiştir[16]. Gümrük Birliği komisyonları konusundaki proje Almatı'da Avrasya Ekonomik Topluluğunun uluslararası konseyinde alınan kararla 1 Ocak 2012'den itibaren Gümrük Birliği ülkeleri arasında ticaret, para ve işçi dolaşımının serbest olacağı belirlenmiştir[17]. Rusya Başbakanı Putin ilk olarak Gümrük Birliğine Ukrayna, Kırgızistan ve Tacikistan'ı da davet etmiştir. Ukrayna'nın Gümrük birliğine dâhil olması durumunda Avrupa fiyatından aldığı doğalgazı Rusya iç piyasa fiyatlarından alacağını ve yıllık 9 milyar dolar kazanç sağlayacağını söylemiştir[18]. Ancak Ukrayna Gümrük Birliğine dâhil olması halinde AB ile Ukrayna arasında devam ettirdiği ilişkinin çelişeceği nedeni ile Gümrük Birliği dışında kalma kararı almış ve Rusya tarafından sert bir şekilde eleştirilmiştir[19].

Rusya ve Kazakistan, Avrasya Birliği'ne Kırgızistan'ın girmesini sağlamak için ekonomik ve askeri destekleme programları oluşturulmuştur. Rusya Acil Durumlar Bakanlığının 3 milyon dolarlık yardım programı çerçevesinde Kırgızistan'a insani yardımlarda bulunmuştur[20]. Kırgızistan Başbakanı Almasbek Atambayev, Rusya'nın en kötü günlerinde kendilerine destek olduğunu belirterek, "Dostluğumuzun değerini bilmeliyiz. Dostluk bağlarımızı geliştirerek kökleştirmeliyiz. Sadece birlik içinde olursak başarırız ve kalkınırız. Rusya Kırgızistan'ı desteklemek amacıyla son bir yılda 25 milyon dolar yardımda bulunmuştur" yönündeki açıklamada bulunmuştur[21]. Kazakistan ise Kırgızistan ile siyasi ilişkileri geliştirerek iki ülke arasında parlamenterler birbirlerine ziyaretlerde bulunmuştur. Kırgızistan parlamentosu Kazakistan devlet başkanını Nursultan Nazarbayev'i Nobel Barış ödülüne aday göstermiş ve Orta Asya'nın lideri olarak değerlendirmişlerdir[22].

Kazakistan, Kırgız ekonomisinin doğalgazda Özbekistan'a bağımlılığını azaltmak için, Özbekistan'ın bin metre küpünü 280 dolardan sattığı doğal gazı Kazakistan bin metre küpünü 195 dolara satarak Kırgız ekonomisine destek olmaktadır[23]. Böylece Kırgızistan'ın doğalgaz alanında Özbekistan'a olan bağımlılığı azaltılmıştır. Rusya ve Kazakistan, Tacikistan'ın birliğe girmesini sağlamak amacıyla ekonomik ve insani yardımlar programına Tacikistan'ı da dâhil etmişler ve her yıl düzenli yardım etmeye başlamışlardı[24].

Avrasya Birliği'nin ekonomik politikaları bölgedeki devletlerin tamamını kapsamaktadır. Avrasya Ekonomik Birliği üyesi ülkeleri hatta tarafsız devlet olan Türkmenistan[25] bile dış politikalarında önceliğinin Rusya olduğunu açıklamışlardır[26] Putin, İzvestia gazetesinde yayımlanan makalesinde; Avrasya Birliği'nin ekonomik yönünden ve üye devletlere ekonomik kazanımlarından bahsederek bölge devletlerini Avrasya Birliğine davet etmiştir[27]. Avrasya Birliği, bölgede AB'ye benzer bir sistem oturtarak ekonomik yönü ağır basan bir sistem olma ihtimalini taşımaktadır.


Avrasya Birliği'nin Oluşumunda Askeri Adımlar


Rusya, NATO'nun yürüttüğü Füze Kalkanı Savunma Sistemi Programın karşı Avrasya bölgesinde kendi askeri birliğini kurmak için adımlar atmaya başlamıştır. Rusya ile füze savunma sistemi konusunda anlaşamayan ABD ve NATO ülkeleri her fırsatta sistemin Rusya'ya karşı olmadığını dile getirmişlerdir[28]. Buna karşın Rusya her fırsatta füze savunma sisteminin kendisine karşı olmadığına dair garanti istemektedir. Nitekim 2011 Ekim ayı içerisinde Rusya Dış İşleri Bakanı Sergey Lavrov 'Avrupa füze savunma sistemi konusunda danışmalara devam edeceğiz. Ama bunun bize karşı olmamasına dair somut yasal garanti verilmeden her hangi bir ortak çalışma için imkânı görmüyorum' açıklamasında bulunmuştur[29].

Rusya Başbakanı Putin "Avrasya Birliği"ni ilan etmesinden çok önce Moskova, bölge devletleri ile askeri tatbikatlar yapmaya ve çeşitli ortaklıklar kurmaya başlamıştır. Bu anlamda Rusya 2011 Eylül ortalarında Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan'ın topraklarında "Tsentr–2011[30]" adlı stratejik tatbikatlarına başlamış[31] ayrıca yeni nesil kıtalararası balistik füze denemeleri de yapmıştır[32].

Orta Asya ülkeleri de kendi aralarında askeri işbirliği içerisine girmiştir. Eylül 2011'de Kazakistan taraf olacak üçüncü bir devlete verilmemek ve OrtaAsya'da güvenliğin sağlanılmasında kullanılmak şartıyla, KazakistanSavunma Bakanlığı kanalıyla Kırgızistan'a yaklaşık 3 milyonDolardeğerinde değişik türde askeri mühimmat desteği sağlayacağını bildirmişti.[33] Buna ilave olarak Eylül 2011'de Rusya Devlet Başkanı Medvedev Tacikistan Devlet Başkanı İmamali Rahman ile bir araya gelerek Tacikistan'daki Rus askeri varlığının uzun süre bu ülkede bulunmasına yönelik anlaşmaya varmışlar ve Tacikistan'da bulunan Rus askeri üsleri ile ilgili 49 yıllık anlaşma imzalanması konusunda mutabık kalmışlardır. Bununla birlikte Rusya askeri üslerinin süresinin uzatılmasına karşılık Rusya, Tacikistan Ordusu'na modern silahlar vereceği belirtilmiştir[34].Diğer Yandan Eylül 2011'de Kazakistan Savunma Bakanı Adilbek Caksıbekov, Kazakistan'ın savunma sanayisi alanında Azerbaycan ile ortak işletmeler kurmak niyetinde olduğunu söylemiş ve Azerbaycan'ın söz konusu alandaki deneyimlerinden Kazakistan'ın da yararlanacağını beyan etmiştir[35]. Son olarak 25–27 Eylül 2011'de Tacikistan ve Kırgızistan arasına gerçekleştirilen anti terör askeri tatbikatı sonrasında Tacikistan Savunma Bakanı Birinci Yardımcısı Ramil Nadirov ile Kırgızistan savunma Bakanı Birinci Yardımcısı Talaybek Omuraliyev askeri işbirliği planı imzalanmıştır[36].
Avrasya Birliği'nin askeri kanadına dair şu an kesin bir açıklama olmasa da ileri de askeri alanda da işbirliği olabileceği göz önünde bulundurulmaktadır. Bölgede daha önce askeri anlaşma ve teşkilatlanmaların oluşu bu durumu daha da kuvvetli bir ihtimal halin getirmektedir. 2003'te Kolektif Güvenlik Anlaşması[37] teşkilat haline getirilmiş ve Orta Asya'da güvenliğini sağlayabilen tek güç olduğunu ispatlamaya çalışan Rusya, Kolektif Güvenlik Anlaşması Teşkilatı'nı etkin kolektif güvenlik örgütü haline getirmeyi amaçlamıştır[38]. Teşkilat çalışmaların hala devam etmekle birlikte Avrasya Birliği'nin kurulması halinde Avrasya coğrafyasında askeri işbirliğinin niteliği ve önemi artacaktır. Eylül 2011'de Avrasya coğrafyasında askeri işbirliği ve tatbikat açısında bir hızlanma göze çarpmaktadır. Nitekim Putin'in Ekim'in ilk haftasında Avrasya Birliği'nin kurulmasına dair açıklama yapması da birliğin olası bir askeri kanada sahip olacağı ihtimali açısından önem arz etmektedir.

Sonuç


Avrasya Birliği fikrini Putin dile getirmeden önce Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev, 17 yıl önce yaptığı konuşmada bunu dile getirmiştir[39]Nazarbayev'in baş danışmanı Yermuhammet Yertisbayev, yaptığı açıklamada Putin'in kaleme aldığı makalenin Nazarbayev'in fikirlerini yansıttığını ve Avrasya liderlerinin gelecek hakkındaki fikirlerinin birbirleri ile örtüştüğünü dile getirmiştir. Ayrıca Kazakistan olarak güçlü bir ekonomik alan istedikleri yönünde de açıklamalarda da bulunmuştur[40].

Avrasya Birliği'nin kurulmasına ilişkin olarak Gümrük Birliği üyesi Rusya, Belarus ve Kazakistan'ın başbakanları deklarasyon tasarısı konusunda 2011 Ekim ayında görüşmelerde bulunmuştur[41]. Bu görüşmelerin ardından Başbakan Vladimir Putin, Avrasya Birliği'nin kurulması için çalışmalarını sürdürürken bu birliğin kurulmasının 2015 yılını bulacağını ifade etmiştir[42]. 18 Ekim 2011 tarihinde ise Bağımsız Devletler Topluluğu üye ülkelerin başbakanları, serbest ticaret bölgesinin kurulması hakkında anlaşma imzalayarak "Avrasya Birliği'nin" gelişmesi yönünde önemli bir adım attılar. Bu anlaşma ile ilgili olarak Putin'in"bölgede ekonomik gelişmeye doğru atılan adım[43]" olarak anlaşmayı yorumlaması Avrasya Birliği sürecinin başladığına işaret etmektedir.

Başbakan Putin'in Ekim 2011'de dile getirdiği "Avrasya Birliği" kurulması fikri, Rusya'da 2012'de yapılacak olan devlet başkanlığı seçimlerine dair politik bir adım olarak da görünebilir. Ancak Avrasya Birliği'nin bölge içerisinde Rusya'nın itibarını arttırmakla birlikte buna paralel olarak gücünü de arttıracağı tahmin edilmektedir. Ayrıca Avrasya Birliği'nin kurulmasındaki hedefin öncelikli olarak bölgede ekonomik bağların güçlenmesi ve bölgeye dış güçlerin girişinin engellenmesi adına atılan bir adım olarak yorumlanmaktadır. Uluslararası alanda yaşanan gelişmeler ve olaylar bölge devletlerini özellikle de Rusya'yı endişelendirmektedir. Orta Doğu'da yaşanan Arap Baharı sürecinin Orta Asya'da yaşanmasını istemeyen Rusya[44]Avrasya coğrafyasında Avrasya Birliği ile istikrar ve işbirliğini sağlamak istemektedir.



* 1 Kasım 2011 tarihinde 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü internet sitesinde yayınlanmıştır
[1] Mustafa Erdoğan, Avrupa Birliği'nin Orta Asya Politikası: Zaaf mı, Şans mı?, 20.10.2011,

[2] Elnur Hasan MİKAİL, "KGB Albaylığından Devlet Başkanlığına Putin Dönemi Rusya", s.16, http://www.scribd.com/doc/40357477/PUT%C4%B0N-DONEM%C4%B0-RUS

[3] Erel Tellal, "Zümrüdüanka:Rusya Federasyonu Dış Politikası", s215 28.10.2011, http://www.politics.ankara.edu.tr/eski/dergi/pdf/65/3/9_tellal_erel.pdf

[4] Ali Küleb, Putin, Avrasyacılık Ve Türkiye İlişkileri, 26.10.2011, http://www.alikulebi.com/Sayfa.asp?islem=2&SayfaNo=353

[5] Avrupa Birliği Doğu Ortaklığı Stratejisi, 20.10.2011,http://www.ekonomi.gov.tr/avrupabirligi/index.cfm?sayfa=DBB15005-D8D3-8566-452022B140FE9673

[6] 11 milyar dolarlık, yıllık 31 milyar metreküp kapasiteye sahip proje AB'nin, doğalgazda kaynak çeşitliliğini ve enerji güvenliğini artırmak için en ciddi alternatifi ve "doğu-batı enerji koridoru"nun en önemli ayağıdır. Hazar ve Ortadoğu doğalgazının Türkiye üzerinden geçerek, Bulgaristan, Romanya, Macaristan ve Avusturya'ya ulaştıracak olan Proje AB ülkelerinin yüzde 60'ı aşan Rus doğalgazına bağımlığına karşı ciddi bir alternatif oluşturacak. Nabucco tek başına, AB'yi Rus doğalgazına bağımlılıktan kurtaracak bir proje olmasa da başta İngiltere ve Hollanda olmak üzere Avrupa'daki doğalgaz üretiminin hızla azalması ve tüketimin artmasıyla her geçen yıl dışa daha bağımlı hale gelen AB'nin, Rusya'ya olan bağımlılığını bir süre için önleyecek bir proje. http://www.nabucco-pipeline.com/portal/page/portal/en/http://www.ntvmsnbc.com/id/24983042/

[7] Hazar havzası yanında Irak ve Mısır doğalgazını AB'ye taşıyacak Güney Koridoru, Nabucco başta olmak üzere Türkiye-Yunanistan-İtalya bağlantısını ve Trans-Adriyatik boru hattını kapsıyor. Eylül 2011'de Türkmenistan'ı Hazar Denizi'nin altından Azerbaycan'a bağlayacak Trans-Hazar doğalgaz boru hattı için AB ülkeleri görüşmeleri başlattı. http://www.turkishnewsagency.com/article/business/328459/

[8] Orta Asya ülkelerinin NATO'nun Barış için Ortaklık (BİO) programına dâhil edilmesi, Temmuz 1999'da ABD Kongresi'nden geçen "İpek Yolu Strateji Yasası", vb

[9] Meşküre Yılmaz, Orta Asya'da Abd Üsleri, 25.10.2011,http://www.21yyte.org/tr/yazi5386-ORTA_ASYADA_ABD_USLERI.html

[10] Putin'in ilk hedefi Avrasya Birliği, 24.10.2011, http://dunya.milliyet.com.tr/putin-in-ilk-hedefi-avrasya birligi/dunya/dunyadetay/05.10.2011/1446803/default.htm

[11] Taşansu Türker Putin'in ustalık dönemine dikkat etmeli,20.10.2011, http://www.aksam.com.tr/putinin-ustalik-donemine-dikkat-etmeli--72021h.html

[12] Fikret Ertan, Putin'in Avrasya Birliği fikri,20.10.2011, http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1189999&title=putinin-avrasya-birligi-fikri

[13] Новый интеграционный проект для Евразии — будущее, которое рождается сегодня, Vladimir Putin, 20.10.2011, http://www.izvestia.ru/news/502761

[14] Türkiye Avrasya Birliğinin üyesi olacak mı?,20.10.2011, http://turkish.ruvr.ru/2011/10/05/58212877.html

[15] Gürcistan'dan Avrasya Birliği'ne ret, 25.10.2011, http://www.1news.com.tr/guneykafkasya/gurcustan/20111019100818180.html

[16] İlyas Kamalov, Rusya'nın Orta Asya Politikaları, Ahmet Yesevi üniversitesi yayınları, Ankara, 2011, s 47

[17]İlyas Kamalov, A.g.e s.47

[18] Putin'den Ukrayna'ya 9 Milyar Dolarlık Cazip Teklif, 20.10.2011,http://www.haberler.com/putin-den-ukrayna-ya-9-milyar-dolarlik-cazip-3042121-haberi/

[19] AB'ye yeni rakip: Avrasya Birliği, 20.10.2011,http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1065352&CategoryID=80

[21] Rusya'da Kırgizistan'a 3 Milyon Dolarlık Yardım, 23.10.2010, http://turkkazak.com/site/?p=9509
[22] А.Келдибековдун Тынчтыкты коргоо боюнча Нобель сыйлыгына Н.Назарбаевдин талапкерлигин көрсөтүүсү жөнүндө,25.10.2011, http://kabar.kg/kyr/external-policy/full/13791

[23]Kazakistan'dan Kırgızistan'a Dost Eli, 30.10.2011, http://www.haberler.com/kazakistan-dan-kirgizistan-a-dost-eli-3027024-haberi/

[24] Rusya'dan Tacikistan'a gıda yardımı, 20.10.2011, http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=937804

[25] Türkmenistan BM'e "Tarafsızlık statüsü" için başvurmuş 12 Aralık 1995 yılında BM bu başvuruya olumlu yanıt vermiştir. Bu tarihten itibaren Türkmenistan dış politikada tarafsız ülke olarak ilişkilerini sürdürmüştür.

[26] İlyas Kamalov, a.g.e., s.68

[27] Vladimir Putin, a.g.m http://www.izvestia.ru/news/502761

[28] http://www.timeturk.com/tr/2011.10.19/fuze-savunma-sistemi-rusya-ya-karsi-degil.html- http://turkish.ruvr.ru/2011.10.20.59042691.html

[29] Rusya Federasyonu Dış İşleri Bakanı Sergey Lavrov'un 'Rusya'nın sesi', 'Rusya'nın radyosu' ve 'Moskova Echo' radyo istasyonlarına verdiği röportaj, 23.10.2011,http://turkish.ruvr.ru/2011/10/21/59135625.html

[30]Russian, Central Asian Militaries To Practice Counterinsurgency, Naval Warfare, 25.10.2011 http://www.eurasianet.org/node/64168

[31]Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan topraklarında kapsamlı askeri manevralar başlıyor, 24.10.2011, ht tp://turkish.ruvr.ru/2011/09/19/56368685.htmlv

[32] Russia Tests Fires Sireva Missiler in Barents Sea, http://en.rian.ru/mlitary_news/20110727/165419044.html,

[33]Kazakistan'dan Kırgızistan'a Dost Eli, 20.10.2011http://www.haberler.com/kazakistan-dan-kirgizistan-a-dost-eli-3027024-haberi/

[34] Rusya, Tacikistan'da askerî varlığını sürdürecek, 25.10.2011, http://www.timeturk.com/tr/2011/09/04/rusya-tacikistan-da-askeri-varligini-surdurecek.html

[35]http://abc.az/eng/news/57323.html- http://www.news.az/articles/politics/43791

[36] Tacikistan ve Kırgızistan Askeri İşbirliği Planı İmzaladı, 28.10.2011,http://turkkazak.com/site/?p=16134

[37] Bağımsız Devletler Topluluğu ülkelerinin oluşturduğu Kolektif Güvenlik Anlaşması (KGA) 1992 yılında imzalanmıştır. Kısa bir süre sonra 1999'da Azerbaycan, Gürcistan ve Özbekistan bu anlaşmadan ayrılmıştır.

[38] Anar Somuncuoğlu, Rusya-Orta Asya İlişkilerinde Kolektif Güvenlik, 09.10.2011, http://www.21yyte.org/tr/yazi6053-Rusya_Orta_Asya__Iliskilerinde_Kolektif_Guvenlik.html


[39] Abdijalel Bekir,"БIЗ КIМ БОЛУЫМЫЗ КЕРЕК?", 27.10.2011 http://www.turkystan.kz/page.php?page_id=36&id=2912

[40] Н.Назарбаев «Қазақстан және жаңа әлемдегі еуразиялық идея» халықаралық форумының қатысушыларын құттықтады, 28.10.2011,http://www.bnews.kz/kk/news/post/61078/

[41] Avrasya Birliğinin silueti netleşti, 25.10.2011, http://turkish.ruvr.ru/2011/10/20/59049609.html

[42]Putin: "Avrasya Birliği 2015'te",26.10.2011,http://www.gazetem.ru/gundem/11466/putin:-avrasya-birligi-2015te.html

[43] Avrasya Birliği: Teoriden pratiğe doğru, 25.10.2011, http://turkish.ruvr.ru/2011/10/23/59201628.html

[44] Putin'in Rusya'sı Arap Baharı senaryosunun ülkesinde tekrarlanmasından korkuyor, 24.10.2011 http://www.kavkazcenter.net/tur/content/2011/10/10/7170.shtml


http://www.21yyte.org/kose-yazisi-yazdir/6355

ABD’NİN AVRASYA ENERJİ POLİTİKASI BAĞLAMINDA AZERBAYCAN VE ORTA ASYA ÜLKELERİYLE İLİŞKİLERİ,



ABD’NİN AVRASYA ENERJİ POLİTİKASI BAĞLAMINDA AZERBAYCAN VE ORTA ASYA ÜLKELERİYLE İLİŞKİLERİ,



Sina KISACIK,




ABD’nin de içerisinde yer aldığı endüstrileşmiş Kuzey ülkeleri var olan küresel enerji düzeninin temel belirleyicileri olup, dünyadaki CO2 salınımlarının % 75’inin de kaynağını teşkil etmektedirler. Ayrıca dünyanın mineral ve maden kaynaklarının % 70’ini tüketmektedirler.[1] ABD’nin enerji politikası öncelikle küresel bir boyuta sahip olup, bu politikanın temelini oluşturan ana unsur dünya çapında artmakta olan arz ve kaynak çeşitliliğidir. Mevcut durumda, ABD kendi enerji güvenliğini ve küresel ekonomik sistemin sürdürülebilirliğini sağlamaya yönelik olarak dünyanın en önemli fosil yakıt ve hidrokarbon üreticisi ülkeleriyle yakın işbirlikleri tesis etmektedir.

1990larda Amerikan yönetimleri ülkenin daha çok uzun dönemli enerji güvenliğinin sağlanması için çaba göstermişlerdir. Amerikan ekonomisinin petrol ithalatına olan bağımlılığının sürekli olarak artması bu konudaki kaygıların gündemin en sıralarında yer almasına sebep olmuştur.[2] 2000li yıllara bakıldığı zaman ABD’nin özellikle Körfez ülkelerinden ithal ettiği petrol miktarında artış olduğu gerçeği ile yüz yüze kalınmıştır. Bundan ötürü, ABD’nin stratejik hedefi olarak hem Amerikan hem de dünya enerji talebini karşılayabilecek her türlü kaynak çeşitliliğinin (özellikle Hazar Havzası) ve enerji türünün temini olarak ortaya konulmuştur. Amerika, petrol ithalatında tek bir kaynağa bağımlı kalmayı istememektedir. Petrol ihracatçılarının sayısının çoğalması öncelikle Körfez bölgesinde meydana gelebilecek herhangi bir siyasi karışıklık durumunda ABD, Batı Avrupa ve Japonya’ya petrol sevkiyatında yaşanabilecek kesinti riskini de azaltmış olacaktır. Bu bağlamda, Körfez ülkelerinin ve OPEC’in dünya petrol fiyatlarını belirleme yeteneğini azaltması durumu da ortaya çıkabilecektir.

Hazar Havzası coğrafi açıdan kapalı bir bölge olmasından dolayı, burada bulunan fosil yakıt ve hidrokarbon üreticisi ülkeler bu kaynaklarını dünya pazarlarına iletmek konusunda birçok problem ile karşı karşıyadırlar. Bu ülkelerin enerji kaynaklarını değerlendirebilmeleri ve zenginlik seviyelerini artırabilmeleri için ABD, çeşitli boru hattı projelerine destek sunmaktadır. Hazar bölgesinin Amerikan politikasında sahip olduğu konumunun ana belirleyici faktörü ABD’nin enerji çıkarlarıdır.[3] 1990ların ortalarından itibaren Washington, Hazar Denizi ürünlerinin pazarlanması amacıyla bir doğu-batı eksenini destekleme kararını verdi. Amerikan yönetimine göre bu eksenin en temel özelliği Rusya ile İran arasındaki kuzey-güney ekseninin ehemmiyetini azaltıyor olmasıydı. Burada mevzubahis olan, bölgede Rusya’nın nüfuzunu sınırlandırmak, Kafkasya ve Orta Asya’daki eski Sovyet cumhuriyetlerinin “batı yanlısı” eğilimlerini desteklemek, dünya enerji kaynaklarının çeşitliliğini artırmak, İran’ı bölgesel düzeyde tecrit etmek ve de Amerikan şirketlerinin çıkarlarını korumak ve desteklemekti. Bu hedefler bağlamında, bölge ülkelerinin petrol ve doğal gaz kapasitelerinin geliştirilmesi için aşağıdaki gerekli önlemler belirlenmiştir. Bunlar;

Kısa ve uzun vadede enerji kaynaklarının ihracat yollarının çeşitlendirilmesi;
Türkiye üzerinden geçecek petrol boru hattı projesinin desteklenmesi;
İran’a önemli miktarda siyasal, ekonomik ve stratejik kazanımlar sağlayacak projelerin yasaklanması ve bloke edilmesi ve Amerikan şirketlerinin çıkarları doğrultusunda Hazar Boru Hattı Konsorsiyumu’nun yeniden yapılandırılmasıdır.
Zbigniew Brzezinski’ye göre sınırlı bir büyüklüğe ve az bir nüfusa sahip olmasına rağmen, Azerbaycan elinde bulundurduğu çok büyük enerji kaynaklarıyla jeopolitik bakımdan çok önemlidir. Hazar Denizi yatağı ve Orta Asya zenginliklerini içeren şişe içindeki bir mantardır.[4] Eğer Azerbaycan tamamen Moskova’nın kontrolü altına girerse Orta Asya devletlerinin bağımsızlığı büyük ölçüde anlamsızlaşabilir. Bakü’nün bağımsızlığı anlamsız hale geldikten sonra son derece önemli petrol kaynakları da Rusya’nın hâkimiyetinin süjesi olabilir. Rusya’nın hâkimiyetinde olmayan bir bölgeden geçen boru hattıyla Batı pazarıyla bütünleştirilmiş olan Azerbaycan, ileri ve yüksek enerji tüketimi olan ekonomilerle enerji kaynakları bakımından zengin olan Orta Asya arasında ulaşımı gerçekleştirebilen bir anayol olma potansiyeline sahiptir.




Mayıs 1998’de Washington yönetimi, geniş ölçekli “Hazar Denizi Girişimi’ni deklare etmiştir. Aynı zamanda Amerikan firmalarının ilgilenmediği Bakü-Ceyhan projesine politik desteğini giderek artırmıştır. Hazar politikasının önemini vurgulamak ve etkinliğini sağlamak amacıyla, Haziran 1998’de Amerikan Başkanı ve Dışişleri Bakanı için ABD’nin Hazar temelli enerji diplomasisini organize edecek özel bir danışman (ilki Richard Morningstar) atanmıştır.[5] İlk başlarda Hazar kaynaklarının Amerikan enerji güvenliği açısından sahip olduğu önemin üzerinde daha çok durulurken, yeni dönemde özellikle bölge ülkelerinin petrol ve doğal gaz sektörlerinin geliştirilmesinin yanı sıra Beyaz Saray’ın, Orta Asya ve Kafkasya’daki stratejik çıkarlarının savunulmasını ön plana çıkarılmıştır. Enerji diplomasisi, içerik açısından daha kapsamlı bir stratejinin alt başlığı olarak değerlendirilmeye başlanmıştır. Morningstar, “dört önemli stratejik hedefi” hayatiyete geçirmeye yönelik bir araç olarak gördüğü boru hattı projeleri ile ilgili görüşmeleri tamamıyla politik alana çekmiştir. Bu hedefler aşağıdaki hususları içermektedir;

Hazar bölgesindeki yeni cumhuriyetlerin bağımsızlıklarının ve refah seviyesinin güçlendirilmesi ve ekonomik ve siyasi reformların teşvik edilmesi; Bölgenin yeni ulus-devletleri arasında ekonomik ilişkileri geliştirmek suretiyle, bölgesel ihtilafların ve muhtemel savaşların önüne geçilmesi; Amerikan ve diğer şirketler için ticari ve yatırım imkânlarının iyileştirilmesi ve ABD ve müttefiklerinin enerji güvenliğinin desteklenmesi ve Hazar bölgesinin bağımsızlığının korunmasıdır.
Brzezinski’ye göre Birleşik Devletler, enerji ihracatçıları olan Orta Asya ülkeleri ile daha çok ve daha doğrudan ekonomik ilişkiler kurmaya yönelik yoğun çabalarda bulunmak zorundadır. Washington, bu ülkelerin çevrelenmesine izin vermemelidir.[6] Bu çerçevede Bakü-Tiflis-Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı önemli bir stratejik başarıydı. Washington, Nabucco Doğal Gaz Boru Hattı Projesi’ni bu erişimin güçlendirilmesi olarak değerlendirmektedir. Birleşik Devletler bu konuda ısrarcı olmalıdır. Brent Scowcroft’a göre Washington Hazar Denizi’nin altından geçip Kazakistan’dan Azerbaycan’a giden bir petrol boru hattının inşa edilmesi çaba göstermelidir. Bu durum Rusya’ya zarar vermez, sadece Rusya’nın Avrupa’ya karşı olan tekel olma şansına zarar verir.[7]

28 Ocak 2010 tarihinde Birleşik Devletler Dışişleri Bakanlığı’nın Avrasya Enerji Birimi Özel Temsilcisi Büyükelçi Richard Morningstar Amerikan İlerleme Merkezi’nde yaptığı bir konuşma ile Birleşik Devletlerin 2010 ve sonrasında Amerikan hükümetinin Avrasya enerji konuları ile ilgili politikalarını ortaya koymuştur. Buna göre Washington’un Avrasya bölgesine yönelik stratejisinin 4 unsuru bulunmaktadır. Bunlardan ilki, aynı zamanda alternatif teknolojilerin yanı sıra tüm enerji kaynaklarının kullanımında verimliliği ve muhafazayı desteklerken, diğer yandan da yeni petrol ve doğal gaz kaynaklarının geliştirilmesini teşvik etmektir.[8] Washington burada Azerbaycan ya da Türkmenistan’da yeni doğal gaz üretiminden bahsederken bunun Birleşik Devletlerin çıkarı için olmadığını ifade etmektedir. Bu durum küresel enerji güvenliğini arttıracak biçimde uluslararası gaz akışına katkıda bulunacaktır. Bu stratejinin bir diğer parçası ise, Amerikan yönetimi, Avrupa’nın kendi enerji güvenliğini sağlamaya yönelik arayışlarına destek vermeyi arzu etmektedir. Bu stratejinin son ayağında ise; Birleşik Devletler, Kafkasyalı ve Orta Asyalı üretici ülkelerin hidrokarbon kaynaklarını satmaları için yeni pazarlar bulmalarına yardımcı olmak yer almaktadır.

Bakü-Tiflis-Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı


Azerbaycan’ın bağımsızlığını elde etmesinden sonra Batılı petrol şirketleri dikkatlerini Hazar bölgesi enerji kaynaklarına yöneltmişlerdir. Rusya’nın arzusu Azerbaycan petrolünün kuzey hattı adı verilen bir hatla taşınması yönünde olmuştur.[9] Böylece, Bakü’den Rusya’nın Novorossisk limanına taşınacak petrol buradan tankerlerle Boğazlar yoluyla dünyaya ulaştırılmış olacaktı. Rusya, Sovyetler Birliği döneminde inşa edilen boru hattının kendisini bu rekabette avantajlı kılacağını düşünmekteydi.

Türkiye ise petrolün taşınmasında kendi topraklarından geçecek olan Bakü-Tiflis-Ceyhan hattını ön plana çıkarmaktaydı. İran ise petrolün kendi üzerinden taşınmasını arzulamaktaydı. Bunlardan İran hattı, ABD’nin muhalefetiyle karşılaşmıştır. Washington ve Ankara tarafından desteklenen Doğu-Batı Enerji Koridoru ve Rusya seçeneği arasındaki mücadelede Türkiye, Boğazlardaki var olan yoğun trafiği ve bunun İstanbul için oluşturduğu tehlikeleri gündeme getirmiştir. Türkiye’nin Boğazlar’ın var olan trafiğine ilaveten bir de Hazar petrolünün buradan taşınması durumunda ortaya çıkacak ilave trafiği kaldıramayacağı görüşünün yanı sıra Rusya alternatifine karşı başka düşünceler de öne sürülmüştür. Rusya’nın Novorossisk limanındaki iklim şartları, Azerbaycan’dan Rusya’ya giden boru hattının güvenli olmayan bölgelerden geçmekte olduğu ifade edilmiştir. Bakü’den Ceyhan Limanı’na ulaşacak bir hattın ise çevresel avantajlarının ortaya konulduğu gibi Ceyhan Limanı’nın lokasyonu, yılın 365 günü operasyonel olabilmesi ve de Ceyhan Limanı’nın yılda 120 milyon ton petrolü kaldırabilecek kapasiteye sahip olması Türkiye’nin hattın avantajlarıyla ilgili ileri sürdüğü tezlerdi. Bu hattın dezavantajını ise 3 milyar dolara varan maliyetin projeyi pahalı hale getirdiği hususu oluşturmaktaydı.

Bakü-Tiflis-Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı’na (BTCHPH) giden sürecin başlangıcı 1994 yılında “Yüzyılın Anlaşması” olarak ortaya konan 8 milyar dolarlık anlaşma ile olmuştur. Amaco, Penzoil, UNOCAL, Exxon, Ramco, Staatoil, Itochu, Delta, SOCAR, TPAO ve Lukoil’in içinde bulunduğu Azerbaycan Uluslararası Petrol Konsorsiyumu oluşturulmuştur.[10] TPAO’nun önceleri % 1,75’lik hissesi bulunmaktayken Azerbaycan şirketi SOCAR’dan aktarılan % 5’lik payla hisse oranı % 6,75’e çıkarılmış bulunmaktadır. BTC projesinin ticari çekiciliğini artırmak için Washington yönetimi, Ankara, Bakü ve Tiflis’e yatırımcılar için avantajlar sağlanması ve petrol geçişi için ödenen vergi oranlarının azaltılması konusunda baskıda bulunmuştur.

Projenin bölgesel bir inisiyatif olduğunu vurgulamak amacıyla ABD, Ekim 1998’de Türkiye, Azerbaycan, Gürcistan, Kazakistan ve Özbekistan Devlet Başkanlarının katıldığı Ankara Deklarasyonu adlı bir imza töreni organize edilmiştir. Bu Deklarasyona dönemin ABD Enerji Bakanı Bill Richardson da gözlemci olarak imza koymuştur. Richardson, doğu-batı enerji koridorunun parçası olan bu hattın bölgede ekonomik gelişme ve ulusların zenginliğine artı değer sağlayacağını belirtmiştir. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın 1999 yılındaki zirvesinde Türkiye, Azerbaycan, Gürcistan, Türkmenistan ve Kazakistan BTC’ye olan desteklerini tekrar vurgulamışlardır. 2000 yılında Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye ana boru hattı taslağı konusunda anlaşmaya vararak ileri bir aşamaya geçmişlerdir.

Gerçekleştirilen çalışmalar sonucunda finansman sorununun ortadan kaldırılmasıyla hız kazanan BTC boru hattından deneme amaçlı petrol, 25 Mayıs 2005 tarihinde pompalanmış ve daha sonra hattan petrol akışı başlatılmıştır. Yıllık 50 milyon ton (günde 1 milyon varil) kapasitesi olan BTC boru hattının açık denizlere çıkışı bulunmayan Hazar bölgesinin petrol kaynakları için ana ihraç güzergâhı olması düşünülmektedir. Çalışma ömrünün en az 40 yıl olması planlanan bu hattan ilk petrol 28 Mayıs 2006 tarihinde Ceyhan’da yapılmış olan ve dünyanın en büyük ham petrol ihraç tesisleri arasında gösterilen Ceyhan Haydar Aliyev Terminali’ne ulaştırılmıştır. 4 Haziran 2006 tarihinde BTC boru hattıyla Akdeniz’e getirilen petrol, ilk tankerle dünya pazarlarına gönderilmiştir.[11] Bu hattın resmi açılış töreni 13 Temmuz 2006 günü Ceyhan’da gerçekleştirilmiştir. Hattın toplam uzunluğu 1760 kilometredir (Azerbaycan: 445 km, Gürcistan: 245 km ve Türkiye: 1070 km). 5 Ocak 2009 tarihi itibariyle BTC üzerinden 653 tankere yaklaşık toplam 520 milyon varil petrol yüklemesi gerçekleştirilmiştir. 16 Haziran 2006 tarihinde Kazakistan, BTC petrol boru hattı projesine resmi olarak katılmıştır. Bu amaçla, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ile Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev arasında anılan tarihte, Almatı’da Ev Sahibi Ülke Anlaşması imzalanmıştır. Kazak ham petrolü, Hazar Denizi’nden tankerlerle Bakü’ye getirilerek, BTC boru hattıyla Ceyhan’a 2008 Kasım’ından itibaren pompalanmaya başlanmıştır.

ABD’nin genel olarak Avrasya, özel olarak da Kafkasya siyasetinin önemli bir parçasını oluşturan enerji konusunda petrolden sonraki diğer bir önemli kaynağı da doğalgaz oluşturmaktadır. Beyaz Saray, Hazar’daki doğalgazın uluslararası pazarlara sunulmasını da Doğu-Batı Enerji Koridoru stratejisinin bir parçası olarak kıymetlendirmektedir. Bu bağlamda, Azerbaycan’ın Şah Deniz doğalgazı ile Türkmenistan doğalgazının aynı koridorda taşınması ABD tarafından öngörülmüştür.[12] Bunun aracı ise Hazar geçişli bir boru hattıyla Azerbaycan ve Türkmenistan doğalgazlarının batıya iletilmesiydi. Bu boru hattının inşasının finansal açıdan gerçekleştirilebilirliğinin ise özellikle Türkiye’nin Türkmenistan doğal gazına meyil etmesine bağlı olduğu vurgulanmıştır. Öte yandan Türkiye’nin Rusya’dan Karadeniz’in altından geçen boru hattıyla doğalgaz getiren Mavi Akım projesini ön plana çıkarması ve bu projenin hayata geçirilmesi, ABD açısından Doğu-Batı enerji koridoru stratejisi için bir engel olarak değerlendirilmiştir. Rusya’dan Türkiye’ye 30 milyar metreküp gaz getirecek olan bu hattın Türkiye’nin talebini karşılayacağı ve Türkmenistan doğalgazına ihtiyacı olmayacağı, Hazar geçişli boru hattı projesi için anlaşma imzalayan Amerikan şirketi PSG tarafından da belirtilmiştir.

Fakat eğer Azerbaycan ile Türkmenistan arasında gelişen ilişkiler sonucunda Azerbaycan doğalgazıyla Türkmenistan doğalgazının ortak taşınması konusunda mutabakata varmaları kesin bir şekilde sağlanmış olunursa ve firmalar da bu doğalgaz boru hattının yapılması konusunda kararlı olurlarsa Hazar geçişli boru hattı projesi gerçekleştirilebilir. Çünkü Türkiye de Hazar geçişli doğalgaz boru hattı projesine destek vermekte ve bu hattan da doğal gaz almak arzusunda olduğunu ifade etmektedir. Buradaki temel sorunları, Türkmenistan ve Azerbaycan arasındaki sahalar konusundaki anlaşmazlık (Serdar/Kepez) ve Hazar’ın durumu ile ilgili tartışmalar oluşturmaktadır. 

Buna ilaveten Türkmenistan’ın Rusya ile yapmış olduğu uzun süreli gaz satış anlaşmasının da gazın miktarıyla ilgili probleme yol açabileceği vurgulanmakta dır. Bu boru hattıyla ilgili ilk teşebbüs 1998 yılında olmuş ve 2003 yılı başına kadar tamamlanması öngörülmesine rağmen henüz fiiliyata geçirilememiştir.

Bakü-Tiflis-Erzurum Doğalgaz Boru Hattı


Bu boru hattı, Doğu-Batı Enerji Koridorunun ikinci bileşenini oluşturmaktadır. Güney Kafkasya Boru Hattı olarak da bilinen bu hat ile Hazar Denizi’nin Azerbaycan’a ait kesiminde yer alan Şahdeniz sahasında üretilecek doğal gazı Gürcistan üzerinden Gürcistan-Türkiye sınırına ulaştıracak olan boru hattından yılda 6,6 milyar metreküp doğal gaz ihraç edilmesi öngörülmektedir.[13] Azerbaycan ile Türkiye arasında Mart 2001 tarihinde GKBH projesi ile ilgili olarak Hükümetlerarası Sözleşme ve Alım-Satım Sözleşmesi, Eylül 2002’de ise Azerbaycan ile Gürcistan arasında GKBH ile doğal gazın Azerbaycan ve Gürcistan’dan ve onların sınırları dışında transiti, transferi ve satışı konusunda sözleşme imza edilmiştir. Boru hattının inşasına Ekim 2004’de başlanmış ve Mayıs 2006’da ise ilk kullanım gazı, aynı senenin Aralık ayındaysa ilk ticari gaz gönderilerek boru hattı faaliyete geçirilmiştir. İlk Şahdeniz gazı Temmuz 2007’de Türkiye’ye ulaştırılmıştır.

BTE Doğal Gaz Boru Hattı aynı zamanda, Türkmenistan ve Kazakistan’da yer alan dünyanın dördüncü büyük doğal gaz rezervlerine erişecek olan Hazar Geçişli Doğal Gaz Boru Hattı Projesi’nin ilk saç ayağı olarak değerlendirilmekte dir. 2007 senesinde ise şu anda kullanılmakta olan tabakanın altında bulunan yüksek basınçlı yeni bir tabaka ortaya çıkarılmıştır. Bu keşif sonrasında yapılan kuyu verileri tetkiki sonucunda Şahdeniz projesinin 2. aşamasının başlatılması kararı alınmıştır. 2. aşamanın toplam maliyetinin 10 milyar dolar civarında olması öngörülmekte ve yıllık doğalgaz üretiminin ise 12-15 milyar metreküp seviyesinde olacağı düşünülmektedir. Güzergâh ve kaynak çeşitlendirmesine ekstra katkılarda bulunacak olması nedeniyle Hazar Geçişli Doğal Gaz Boru Hattı Projesi özel bir ivedilik kazanmıştır. Arz güvenliği açısından, Kazakistan ve Türkmenistan’ın doğal gaz ve petrollerini Batı pazarlarına ihraçlarında tek bir ülke veya rotaya bağımlı kalmamaları da önem taşımaktadır.



Kaynak: http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=771:enerji-nakil-hatlar-cercevesinde-tuerkiye-azerbaycan-likileri&catid=131:enerji&Itemid=146

Nabucco Doğal Gaz Boru Hattı Projesi




Nabucco projesi, Haziran 2006’da tüm dâhil taraflarca onaylanmıştır.[14] Bu hat, şu ülkeler üzerinde olacaktır: Türkiye-Bulgaristan-Romanya-Macaristan-Avusturya. Proje, alternatif doğal gaz kaynaklarına güvenli erişimi sağlamanın yanında bunların AB Tek Pazarı’na güvenli bir şekilde taşınmasına da yardımcı olacaktır. Nabucco’nun Ocak 2009’daki Bükreş Deklarasyonu’na bakıldığında, kaynak çeşitlendirilmesi temel hedef olarak ortaya konulmuştur. Enerji piyasalarının; daha güvenli hale gelmesi, şeffaflaştırılması, daha öngörülebilir olması, sürdürülebilirliği ve piyasa ekonomisi şartlarının daha kolay oluşması, kaynak çeşitlendirilmesinin temel sebepleri olarak ifade edilmiştir.

Deklarasyon ile projenin hem üretici hem tüketici hem de transit ülkelerin faydasına olacağı hususu belirtilmiştir. Projeye üye ülkeler, projenin Avrupa Birliği’nin son dönemdeki enerji konusundaki temel prensip ve politikaları ile de uyumlu olduğunu belirterek Brüksel’in Orta Asya, Kafkasya ve Ortadoğu’ya yeni bir enerji koridoru açmayı amaçladığının altını çizmişlerdir. Proje, gazı Azerbaycan, Kazakistan, Irak, İran, Mısır ve Türkmenistan’dan almayı hedeflemektedir. Nabucco, 13 Temmuz 2009 günü Ankara’da imzalanan anlaşmayla hayat bulmuştur.

ABD ve AB tarafından desteklenmekte olan bu projenin büyük kısmı Türkiye’den geçecek olan (yaklaşık 2000 km) 3300 km uzunluğunda boru hatları ağından oluşmaktadır. Yapılan hesaplamalara göre bu hattan taşınacak gaz miktarı 31bcm/yıl, tahmini harcama miktarı da 7,9 milyar Euro olarak planlanmıştır. Projenin ortakları; BOTAŞ Anonim Şirketi, Bulgarian Energy Holding EAD, MOL Plc, OMV Gas & Power GmbH, RWE AG, TRANSGAZ SA firmalarıdır. Her bir firmanın ortaklık payı % 16.67’dir. Projeyi hem Brüksel hem de Washington güçlü bir biçimde desteklemektedir. Bu destek, Amerika Dışişleri Bakanlığı’nın Avrasya Enerji Özel Temsilcisi Richard Morningstar tarafından dile getirilmiştir.[15] Washington’daki düşünce kuruluşlarından Amerikan İlerleme Merkezi’nde bir konuşma yapan Morningstar, güney koridorundaki alternatif projelere de bakmakta olduklarını ifade etmiştir.

“Nabucco’nun daha fazla dile getirilmesindeki gerekçe, bu projenin siyasi anlamda Orta ve Doğu Avrupa ülkelerine daha fazla yararı olmasından dolayıdır… Avrupa başkentlerine uğradığım zaman, Türkiye-Yunanistan-İtalya boru hattından söz edilmiyor. Çoğunlukla Nabucco’dan söz ediliyor. Güney Koridoru projesinde payı olan şirketlere, siyasi gelişmelere de bakmalarını tavsiye ediyorum. Onlara, Orta ve Doğu Avrupa’da doğal gaz ihtiyacı açısından kırılgan ülkelere daha fazla yararı olacak projelerle gelmelerini öneriyorum. Eğer Türkiye-Yunanistan-İtalya boru hattı, stratejik olarak Nabucco’nun yapabilecekleri ni yapsa, bu durumda iki hattan hangisinin daha karlı olabileceği düşünülebilir. Belki de bu iki boru hattını savunanlar bir araya gelip, Orta ve Doğu Avrupa’ya daha etkili gaz sevk edilmesi konusunda işbirliğini görüşebilir. Bu konuda yaratıcı olmak gerek. Amerika’nın sadece Nabucco’yla ilgilendiği yaklaşımını kabul etmiyorum. Konu çok daha geniş…”



Kaynak: http://www.nabucco-pipeline.com/portal/page/portal/en/pipeline/route

Türkiye Cumhuriyeti Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız[16], Nabucco Projesi’nin olası faydalarını şu şekilde ifade etmiştir:

Projede yer alan ülkeler ve Avrupa için yeni bir gaz koridoru açmak;
Rota boyunca yer alan katılımcı ülkelerin geçiş profilini yükseltmek;
Tüm katılımcı ülkeler ve de bütün Avrupa için arz güvenliğine katkıda bulunmak;
Tüm Nabucco ortaklarının gaz boru hattı şebekelerinin Avrupa gaz ağıyla bağlantılı olarak rolünün güçlendirmek ve Avrupa Gaz Direktifinde bahsedilen şeffaflığı sağlama ve rekabeti artırma yoluyla iyi işleyen bir tek gaz pazarına katkıda bulunmaktır.
ABD Dışişleri Bakanlığı bünyesinde diplomatik misyon faaliyetlerini denetleyen Genel Teftiş Bürosu (OIG), ABD’nin Ankara Büyükelçiliği, İstanbul, Adana ve İzmir temsilcilikleriyle ilgili Temmuz 2010’da yayımladığı raporda bu makalenin konusuyla ilgili olarak şu tespitte bulunulmuştur; “Türkiye, kendisi aracılığıyla Azerbaycan’dan, Hazar bölgesinin diğer yerlerinden boru hatları aracılığıyla Batı Avrupa’ya petrol ve gaz temin edilmesinin çeşitlenmesinde giderek artan bir rol oynamaya da devam edecektir”.[17]

Bu boru hattının yapımı ile ilgili sorunların sorunlardan ilki, temin kısmında yaşanan sorunlardır. İkincisi ise talep kısmında var olan sorunlardır. Rus gazına alternatif olarak düşünülen kaynaklar Azerbaycan, Türkmenistan, İran, Irak ve Mısır’dır. İlk aşamada hattın bağlanacağı Azerbaycan’ın boruları doldurup dolduramayacağı söz konusudur. Özellikle Türkmenistan gazında ciddi şüpheler göz önünde bulundurulduğunda Azeri gazının kapasitenin çok altında olacağı ifade edilmektedir.[18] Türkmenistan’ın gaz kaynaklarına yönelik olarak Birleşik Devletler, Avrupa Birliği, Rusya, Çin ve İran arasında stratejik ve gaz çıkarları bakımından ciddi bir mücadele yaşanmaktadır. Washington ve Brüksel, Türkmenistan’ı kendi gazını Hazar’ı aşıp Azerbaycan ve Türkiye’ye giden teknik ve siyasi açıdan zor bir rota vasıtasıyla Avrupa’ya gönderme konusunda ikna etmeyi ummaktadırlar. Böylece Rusya ve İran’ın Avrupa’ya yönelik alternatif boru hattı rotaları olmasının engelleneceğini düşünmektedirler. Tahran, Türkmen gazının kendisi üzerinden Türkiye’ye oradan da Batı’ya iletilmesini hedeflemektedir.

Türkiye her iki durumda da kazanmaktadır fakat şu anda İran’ın gaz sahalarını geliştirip bunu kendisi almanın yanı sıra bu gazın Avrupa’ya aktarılması konusunda da taahhütte bulunmuş durumdadır. Washington bu durumdan memnuniyet duymamaktadır. Moskova, Tahran ve Ankara arasında Türkmen gazının Batı’ya akışının kontrol edilmesi konusunda asgari olarak üç yönlü bir mücadele vardır. Ne Türkiye ne de İran, bu konuda Washington kadar Moskova’ya stratejik bir meydana okuma durumunda değildirler. Fakat Türkmen gazının transfer edilmesi probleminin çözüme kavuşturulmasından gelecekte Rusya veya İran fayda sağlıyor olacaktır.

Diğer bir seçenek ise Mısır gazıdır. Fakat burada şöyle bir durum söz konusudur. Türkiye komşularıyla beraber Mısır doğalgazını Ürdün ve Suriye üzerinden Türkiye’ye oradan da Avrupa pazarlarına taşımayı amaçlayan Arap Doğalgaz Boru Hattı projesini gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Taşıma için mümkün olan gaz miktarı düşük seviyede olup yılda 1,5-2 milyar metreküptür. Mısırlı yetkililer taşımaya yönelik olan uygun miktarları sınırlandırmaya ve kendi rezervlerini gelecek nesilleri için korumaya çalışmaktadır. Öte yandan, Nabucco’nun yıllık ihtiyacı olan 30 milyar metreküplük doğal gazın yarısını sağlamayı taahhüt eden Irak‘ta ise ne yeterli bir istikrar ne de görüşmelerde bulunulacak güvenilir bir hükümetin varlığı söz konusudur.

İran gazı, ise ABD’nin Tahran’ın nükleer programından duyduğu rahatsızlık ve İran’a yönelik olarak uygulanan uluslararası yaptırımlardan dolayı şu anda devre dışı durumdadır.[19] İran, 29,6 trilyon metreküp doğal gaz rezerviyle dünya gaz rezervlerinin yüzde 16’sını elinde bulundurmaktadır. Rusya’dan sonra ikinci büyük doğal gaz tedarikçisi olan İran seçeneği, Türkmenistan bağlantısı açısından da hayati önemdedir. ‘Amerikan engeli’ aşılabildiği takdirde Nabucco’nun önünde Hazar engeli çıktığında Türkmen gazı İran üzerinden sevk edilebilir. Washington’ın Tahran’ın içinde bulunduğu bütün enerji projelerini engellediği bilinmektedir. Ankara’da Nabucco için beş ülkenin başbakanı tarafından imzaların atıldığı gün ABD’nin Avrasya Enerji Özel Temsilcisi Richard Morningstar İran’ın Nabucco’ya gaz sağlamasına karşı olduklarını ifade etmekteydi. İran, projeden dışlandığı takdirde, kıyıdaş ülke olarak Hazar’ın statüsü konusunda aynen Rusya gibi sorunlar çıkarması olasıdır.

Talep tarafında da sorunlar bulunmaktadır. Nabucco Doğal Gaz Boru Hattı’nın hissedarı olan ülkeler (Almanya, Bulgaristan, Macaristan, Romanya, Türkiye ve Avusturya) kendilerini Rus baskısına ve sindirme politikalarına karşı savunmasız bırakacak şekilde Moskova’dan doğal gaz ithalatına yüksek oranda bağımlıdırlar. Almanya için bu oran % 43, Bulgaristan’da % 89, Avusturya’da % 74’tür. Türkiye için bu oran % 60 civarındadır.

Washington’da bu sene 31.si gerçekleştirilen yıllık Türk-Amerikan Konseyi (ATC) kapanış oturumunda bir konuşma yapan Amerika Enerji Bakan Yardımcısı Daniel Poneman önemli açıklamalarda bulunmuştur.[20] Poneman, Türkiye’nin Avrupa’ya giden enerji yollarının yaşamsal kavşak noktasında yer aldığını ifade etti. Enerji güvenliği meselesinin bütün taraflar açısından önemli olduğunu belirten Poneman, Ankara’nın bu tarz enerji güvenliği tesis etme bakımından üstlenmekte olduğu rolün farkında olduklarının altını çizdi. Birleşik Devletlerin uzun zamandan beri güney koridorunu meydana getiren doğal gaz boru hatlarını desteklediğini vurgulayan Poneman, bu koridorun hedefinin Avrupa’nın yeni doğalgaz kaynaklarını Türkiye üzerinden Batı pazarlarına aktarmak olduğunu sözlerine ekledi.

Trans-Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı Projesi -TANAP


26 Haziran 2012’de Azerbaycan ve Türkiye arasında TANAP (Trans Anadolu) adı verilen bir doğalgaz boru hattı projesi ilgili anlaşmanın Türkiye Cumhuriyeti Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız ile Azerbaycan Sanayi ve Enerji Bakanı Natık Aliyev tarafından imzalanmıştır.[21] Erdoğan ve Aliyev anlaşmaya şahit olarak imza koydular. Ev sahibi ülke anlaşmasına ise Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız ile Socar Başkanı Rövnag Abdullayev tarafından imza konuldu. Bu boru hattına ilişkin mutabakat zaptına ise Socar Başkanı Rövnag Abdullayev ile Botaş Genel Müdür Vekili Mehmet Konuk tarafından imzalanmıştır. Azerbaycan devlet petrol şirketi SOCAR’ın, Türkiye’den BOTAŞ ile TPAO’nun ortaklığı ile 26 Aralık 2011 tarihinde ön anlaşması yapılan Trans Anadolu Doğalgaz Boru Hattı Projesi, 7 milyar dolar yatırımla faaliyete geçecektir. Projenin ilk etabı 2018 yılında bitirilecektir. Bu proje için oluşturulan konsorsiyumda SOCAR, BOTAŞ ve TPAO ilk ortaklar arasında bulunmaktadır. Bu proje çerçevesinde Ankara’nın BOTAŞ ve TPAO ile beraber % 20lik bir hissesi bulunacaktır. Projenin % 80’lik hissesinin sahibi ise SOCAR olacaktır.

Bu boru hattı ile gazın Azerbaycan’dan çıkarılarak, Gürcistan’ı geçip Türkiye üzerinden satılması ve iletilmesi planlanıyor. Şah Deniz 2 Konsorsiyumu’nun 16 milyar metreküplük gazının 6 milyar metreküplük bölümü Türkiye’ye verilecek, 10 milyar metreküplük bölümü de TANAP kanalıyla Bulgaristan ve/veya Yunanistan sınırında teslim edilecektir. TANAP projesi planlanan 4 aşamanın ilki 2018’de ilk gaz akışıyla hayata geçirilecektir. 2020 yılında ise senelik 16 milyar metreküp olacak kapasitenin, 2023’te 23’e, 2026 yılında ise senede 31 milyar metreküp seviyesine ulaşması amaçlanıyor.

Türkiye Ulusal İletim Hattı’nın batı girişini beslemek suretiyle, batı bölgesi arz güvenliğini güçlendirecek proje, gelecekte Türkmen gazının Türkiye ve Avrupa’ya iletimi bakımından alternatif bir hat olma özelliğine de sahiptir.[22] İki başkent açısından çok büyük stratejik öneme haiz bulunan hattın, Türkiye ve Avrupa için makul fiyat ve belirlenmiş doğalgaz kapasitesiyle arz güvenliğine destek verirken, Bakü’nün elinde bulunan doğalgaz kaynaklarının yeni pazarlara iletilmesi gibi önemli kazanımlar da sağlamaktadır. Hazar Bölgesi doğalgazının Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınmasını hedefleyen Nabucco Projesi’nde karşılaşılmakta olan ‘arz sıkıntısı’, TANAP Projesi’ne olan ilginin yoğunlaşmasına sebep oldu. TANAP’ın gaz arzı, Şahdeniz II sahasından gerçekleştirilecektir. Bundan dolayı, projenin arz hususunda bir sıkıntısı bulunmamaktadır. Bu sebepten ötürü Türkiye ve Azerbaycan tarafından ortaya konulan bu proje için, şu anda İngiliz BP, Fransa Gaz de France, Almanya’nın RWE, Avusturya’nın enerji şirketi OMV ile Norveç, Bulgaristan, Macaristan’ın enerji şirketlerinin ortak olmak için görüşmeler yaptığı ifade edildi.

18 Aralık 2012’de Atlantic Council’de yapılan “Energy and Security from the Caspian to Europe” adlı konferansta ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi üyesi Marik String, Azerbaycan hükümetinin elinde bulunan enerjiyi kullanarak Batı’yla olan stratejik bağlarını kuvvetlendirmek gibi stratejik bir davranış sergilediğini ifade etti. String’e göre Bakü, sahip olduğu doğal gaz kaynaklarını yerel ve bölgesel bazda rahatlıkla ihraç edebilir.[23] Ankara, Bakü’nün, bütün doğalgazını almaktan memnuniyet duymakta fakat Bakü, bu gazı Avrupa’ya taşıma kararını sabit tutuyor. String, üyesi olduğu komitenin Avrupa’ya akan doğal gazın Orta Avrupa’dan Nabucco West boru hattı kanalıyla aktarılmasına destek verdiğini ifade ederek, böylelikle; çoğunlukla Rusya’nın Gazprom firmasının tedarik ettiği doğalgaza bağımlı durumda bulunan Orta Avrupa bölgesindeki Washington’un müttefiklerinin, doğalgaz kaynaklarının çeşitlenebileceğini vurguladı. String, Nabucco West hattının geçtiği ülkelerden Bulgaristan’ın % 89, Macaristan’ın % 57 ve Romanya’nın % 23 oranında Gazprom’un tedarik ettiği doğalgaza ihtiyacı olduğunu vurguladı. Beyaz Saray’ın birçok müttefikinin gelecek senelerde Gazprom firmasıyla olan anlaşmalarının biteceğini ifade eden String, Nabucco West Hattı’nın şimdiye kadar görülmemiş bir avantaj sağlayacağının altını çizdi.

Aynı konferansta söz alan ABD Senatosu Dışişleri Komitesi’nin bir diğer üyesi Neil Brown ise Azerbaycan enerji kaynaklarını Batı’ya taşımayı sürdürmek arzusundaysa, doğusundaki komşusuyla ilişkilerini iyileştirmesi gerektiğini ifade etti. Brown’a göre BP ve ortakları tarafından gerçekleştirilen yatırımlarla beraber Bakü, Orta Asya’yı Avrupa’ya bağlayabilecek bir konuma sahip olabilir. 

Azerbaycan’ın bunu yapıp yapamayacağını soran Brown, ihtiyaç olan şeyin Türkmenistan’ın Avrupa’daki doğalgaz pazarındaki uzun vadeli geçerliliğinizi onaylaması olduğunu belirtti. İki başkent arasındaki münasebetlerin iyileştirilmesinin, her iki ülke tarafından kullanılan doğalgaz sahalarını bağlayacak Trans-Caspian boru hattının gelişiminde etkili olacağını vurgulayan Brown, bu hattın gelişim sürecinin, Türkmen gazının akışının Bakü tarafından da onaylanmasını kapsaması gerektiğini sözlerine ekledi.

1990ların başında SSCB’nin yıkılmasından sonra Kafkasya ve Orta Asya’da birçok yeni devlet ortaya çıkmıştır. Bu coğrafyalarda bağımsızlığını kazanan ülkeler arasında Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan yer almaktaydı. Bu üç devlet muazzam ölçekte petrol ve doğal gaz kaynaklarına sahiptirler. Fakat SSCB’nin egemenliği altında uzun süre yaşamalarından dolayı bu kaynaklarını dışarıya satma konusunda çok büyük büyük sıkıntılarla karşı karşıyadırlar. 1990ların ortasından itibaren Birleşik Devletler, Orta Asya ve Kafkasya devletlerinin tekrar Rus hâkimiyetini girmesini önlemeye yönelik özellikle enerji kaynaklarının Batı pazarlarına transferi konusunda çeşitli projeler geliştirmektedir.

Rusya’nın tekrar bu bölgelerde üzerinde hâkimiyet kurmasını engellemenin yanı sıra o dönemden itibaren gittikçe artan bir biçimde uygulanan İran İslam Cumhuriyeti’ni çevreleme stratejisi bağlamında Tahran’ın Hazar kaynaklarının Batı’ya sorunsuz bir biçimde aktarılmasıyla ilgili geliştirilen projelere katılması engellemeye çalışılmaktadır. Bu devletlerin egemenliklerinin güçlendirilmesi Beyaz Saray’ın bu bölgeye yönelik geliştirdiği stratejinin ana unsurlarından birisini oluşturmaktadır. Rusya ve İran tarafından desteklenen Kuzey-Güney Enerji Koridoruna karşı Birleşik Devletler önderliğindeki Batılı devletler, Doğu-Batı Enerji Koridorunu ortaya atmışlardır.

Bu çerçevede geliştirilen en kayda değer proje Bakü-Tiflis-Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı Projesi’dir. 1994 yılında imzalanan bir anlaşmayla başlayan süreç uzun çabalardan sonra 2006 yılında boru hattının faaliyete geçmesiyle sonuçlanmıştır. Günümüzde aktif olarak kullanılan bu hat aracılığıyla Azeri petrolü, Batı pazarlarına Rusya’yı bypass etmek suretiyle gönderilmektedir. Bunun dışında faaliyette olan diğer bir hat ise Bakü-Tiflis-Erzurum Doğalgaz Boru Hattı’dır.

Kremlin, kendisinin bu alandaki üstünlüğüne karşı hareketler olarak değerlendirdiği alternatif projeleri engellemek için saldırgan bir politika takip etmektedir. Avrupa’nın enerji güvenliği açısından elzem bir proje olarak görülen Nabucco Doğal Gaz Boru Hattı, Moskova’nın yaptığı karşı ataklar sonucunda şu anda kadük durumdadır. Rusya, Orta Asya ülkelerinin petrol ve doğal gaz kaynaklarını, bu ülkelerle uzun vadeli sözleşmeler imzalamak suretiyle kendi tekeli altında tutmaya çalışmaktadır. Ayrıca geliştirdiği Kuzey Akım ve Güney Akım projeleri ile de kendisine alternatif olarak ortaya konulan projelere karşı boş durmadığını göstermekte ve ABD tarafından desteklenen Nabucco gibi projelerin atıl durumda kalmasına yol açmaktadır.

Birleşik Devletler, Moskova’nın bu stratejisine karşın Türkiye gibi alternatif güzergâhları öne sürmektedir. Türkiye’nin jeopolitik konumu, Azerbaycan ve Orta Asya ülkeleriyle olan yakın ilişkileri, bu bölgeye büyük önem atfeden Beyaz Saray tarafından dikkatle takip edilmektedir. Bu bağlamda son zamanlarda ortaya konulan en dikkat çekici proje Trans Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı Projesi’dir.

ABD’nin Avrasya Enerji Stratejisi bağlamında Azerbaycan ve Orta Asya ülkeleriyle olan ilişkilerine baktığımız zaman, Birleşik Devletlerin işinin hiç kolay olmadığı rahatlıkla söylenebilir. Çünkü özellikle Vladimir Putin’in 2000 yılında iktidara gelmesi ve enerji fiyatlarının artmasıyla beraber tekrar güç kazanmaya başlayan Rusya, bu bölgedeki hâkimiyetini kaybetmemek için her türlü stratejiyi uygulamaktadır. Orta Asya ülkeleri bağlamında düşündüğümüzde Rusya’nın bu ülkelerin iktidarlarını devirip yerlerine demokratik yönetimler kurma bir derdinin olmaması Moskova’yı burada avantajlı kılmaktadır.

Burada yer alan büyük miktarlardaki petrol ve doğal gaz kaynaklarının Ortadoğu’daki kaynaklara alternatif olması düşüncesi göz önünde bulundurulduğun da Beyaz Saray ile Kremlin arasında bu konuda önümüzdeki yıllarda giderek artan bir rekabet olacağı öngörülmektedir. Bu rekabette avantaj sağlayabilmek için her iki devletin de ellerindeki tüm kozları sonuna kadar hiç çekinmeden kullanabileceklerini düşünüyorum.


DİPNOTLAR;


[1] Şatlık Amanov, ABD’nin Orta Asya Politikaları, (İstanbul: Gökkubbe Yayınları, 2007), s. 149.

[2] Gal Luft, “United States: A Shackled Superpower”, içinde Gal Luft and Anne Korin (eds.), Energy Securtiy Challenges for the 21st Century: A Reference Handbook, (United States of America: Praeger Securtiy International, 2009), ss. 149-150.

[3] Mohammed Reza Djalili, Thierry Kellner, Yeni Orta Asya Jeopolitiği: SSCB’nin bitiminden 11 Eylül Sonrasına,  Çev: Dr. Reşat Uzmen,  (İstanbul: Bilge Kültür Sanat,  2009), s. 180.

[4] Zbigniew Brzezinski, The Grand Chessboard: American Primacy and Its Geostrategic Imperatives, (New York: Basic Books, 1997), ss. 46-47.

[5] Amanov, a.g.e, s. 161.

[6] Zbigniew Brzezinski, Brent Scowcroft, America and the World: Conversations on the Future of American Foreign Policy, Moderated by David Ignatius (New York: Basic Books, 2008), s. 174.

[7] Brzezinski, Scowcroft, a.g.e. , s. 191.

[8] Richard L. Morningstar, “2010 Outlook for Eurasian Energy”, Center for American Progress, http://www.americanprogress.org/events/2010/01/av/morningstar_remarks.pdf, (Erişim Tarihi:  30 Mart 2011).

[9] Merve İrem Yapıcı, Rus Dış Politikasını Oluşturan İç Etkenler: Yeltsin ve Putin Dönemleri, (Ankara: USAK Yayınları, 2010), s. 300.

[10] M. Vedat Bilgin, Kafkasya’da Siyaset: Çatışma Ortamı ve Taraf Güçler, (Ankara: Kadim Yayınları, 2012), ss. 108-109.

[11] T.C. Dışişleri Bakanlığı, “Türkiye’nin Enerji Stratejisi”, http://www.mfa.gov.tr/turkiye_nin-enerji-stratejisi.tr.mfa, (Erişim Tarihi: 31 Aralık 2012).

[12] Kamer Kasım, Soğuk Savaş Sonrası Kafkasya, (Ankara: USAK Yayınları, 2009), ss. 174-175.

[13] İbrahim Arınç, Süleyman Elik, “Turkmenistan and Azerbaijan in European Gas Supply Security”, Insight Turkey, Cilt 12, Sayı 3, 2010, s. 185.

[14] Bülent Aras, Emre İşeri, “The Nabucco Natural Gas Pipeline: From Opera to Reality,” SETA Policy Brief, No: 34, July 2009,  http://www.setav.org/Ups/dosya/7756.pdf, (Erişim Tarihi: 20 Temmuz 2012).

[15] Richard Morningstar, “Enerji yolları bazı ülkelerin güvenliği için”, http://www.enerjienergy.com/haber.php?haber_id=159, (Erişim Tarihi: 10 Temmuz 2011).

[16] Taner Yıldız, “Turkey’s Energy Policy, Regional Role and Future Energy Vision”, Insight Turkey, Summer 2010, Cilt 12, Sayı 3, s. 37.

[17] United States Department of State and the Broadcasting Board of Governors Office of Inspector General Report of Inspection Embassy Ankara, Turkey Report Number ISP-I-10-55A, July 2010, http://oig.state.gov/documents/organization/146175.pdf, (Erişim Tarihi: 31 Temmuz 2012).

[18] Ceyhun Haydaroğlu, “Türkiye-Avrasya İlişkileri Bağlamında Enerjinin Jeopolitiği”, içinde Murat Ercan (ed.), Değişen Dünyada Türk Dış Politikası,  (Ankara: Nobel Yayın Dağıtım, 2011), ss. 384-389.

[19] Gürkan Zengin, Hoca: Türk Dış Politikası’nda “Davutoğlu Etkisi”, (İstanbul: İnkılap Kitabevi, 2010), ss. 417-418.

[20] Alparslan Esmer, “ABD’den Enerji Güvenliği Konusunda Türkiye’ye Destek,” Amerika’nın Sesi, 13 Haziran 2012, http://www.amerikaninsesi.com/content/abd-enerji-guvenligi-konusunda-turkiye-destek/1208145.html, (Erişim Tarihi: 16 Temmuz 2012).

[21] “Trans Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı, TANAP Raporu”, Hazar Strateji Enstitüsü Enerji Araştırmaları Merkezi, Yazarlar: Gulmira Rzayeva, Burcu Gültekin Punsmann ve M. Mete Göknel, Kasım 2012, ss. 4-5.

[22] “Dünya devleri TANAP’ta ortaklık kuyruğunda”, Star, 28 Haziran 2012, http://www.stargazete.com/ekonomi/dunya-devleri-tanapta-ortaklik-kuyrugunda/haber-622690, (Erişim Tarihi: 16 Temmuz 2012).

[23] “Energy and Security from the Caspian to Europe,” Atlantic Council, 18 December 2012, http://www.acus.org/event/energy-and-security-caspian-europe/transcript, (Erişim Tarihi: 29 Aralık 2012).


http://politikaakademisi.org/2013/01/03/abdnin-avrasya-enerji-politikasi-baglaminda-azerbaycan-ve-orta-asya-ulkeleriyle-iliskileri/


***