9 Ekim 2015 Cuma

AB, Ilımlı İslamı Neden Tercih Ediyor?




AB, Ilımlı İslamı Neden Tercih Ediyor?


Ilımlı İslam modeli Morton Abramowitz-Graham Fuller cephesi tarafından, “ABD’nin yeni Türkiye politikası için” kurgulandı ve uygulamaya kondu.
Özal-Çiller hattındaki “Sermaye partileri” Türkiye’nin Batı tarafından kontrolünde, “beraberinde bazı riskler taşıyordu”. “Kırsaldan ve varoşlardan uzaklaşan bu partiler” Türkiye’de sosyal patlamalara neden olabilirdi. Bu da, devrimci (ve Kemalist) güç odaklarının yolunu açabilecekti.
Güney Amerika’da ortaya çıkan gelişmelerin Türkiye’de de görülmesinden, ABD ve AB’nin ödleri patlıyor. Bu durum,Türkiye’de ılımlı İslam devletinin,“Türkiye Cumhuriyeti’nin yerine” yavaş yavaş yerleştirilmesinin, “Batı için daha yararlı olacağı” düşüncesini getirdi.
ABD ve İngiltere’nin öncülüğündeki bu hareket Fransa ve Almanya cephesinde önceleri soğuk ve mesafeli karşılandı.
-Fransa zaten, kendi içindeki milyonlarca Müslüman yüzünden büyük sorunlar yaşıyordu. Ayrıca“içinde koruduğu mollaların” İran’da, “Batı karşıtı bir rejim” getirdiklerini gördü ve yaşadı. Bu nedenle Türkiye’de, İslamcı bir devlet yapısına destek vermek istemiyordu.
-Almanya ise 2.5 milyona yaklaşan “Müslüman Türk” nüfusu ile zaten sorunlar içinde yaşıyor. Onları“Almanlaştırmaya çalışırken” Türkiye’de siyasal İslama destek vermesi akılcı gelmiyordu, Washington-Londra hattına bu konuda mesafeliydi.
Ancak öte yandan Türkiye-AB ilişkilerinde Brüksel çok uygun bir ortam yakalamıştı ve 3 Kasım 2002 sonrası iktidara gelen (getirilen) AKP’nin, “AB (ve Batı) için en yararlı hükümet olduğu” gerçeği ortaya çıktı.
AB, Amerika’nın çizgisine giriyor...
Fiilen yaşanan AKP iktidarı, Almanya ve Fransa’nın düşüncelerinin, özellikle 2004 yılından sonra değişmesine neden oldu. ABD ve İngiltere haklıydılar; “Laik Türkiye Cumhuriyeti yerine”, siyasal İslamı öne çıkaran bir yapının yavaş yavaş gerçekleşmesi AB’nin Türkiye ve bölge politikalarıyla örtüşüyordu. Nasıl mı?

1) AB Türkiye’yi üç temel anlaşma ile denetimi altına almıştı(*): Türkiye’deki iç siyasi, iktisadi, kültürel ve güvenlik işlerini “AB ülkelerinin bölge çıkarları doğrultusunda yönlendiriyordu”. Bu sürecin, yani “AB sürecinin” aksamadan devamı için, Türkiye Cumhuriyeti’ni ikinci plana iten, sosyal hukuk devletinden hoşlanmayan, demokrasiye arkasını dönen bir yapılanma kalıcı hale getirilmeliydi.
Bu da ancak siyasal İslamı öne çıkarmakla sağlanabilecekti.

2) Türkiye’nin, “AB’ye alınmadan AB’nin himayesi altında tutulabilmesi için” ülkenin kimliğinin, daha belirgin bir biçimde farklılaştırılması yararlı olacaktı.
Toplumda siyasal İslam’ın öne çıkması, “Türkiye’nin, (öteki) durumuna sokulmasını kolaylaştıracaktır”.

3) Graham Fuller’in “Yeni Türkiye Cumhuriyeti” kitabında önerdiği gibi Türkiye, “Ortadoğulu ve Arapçı bir kimliğe yaklaştırılarak”, Batı’nın bölgeye uzanan bir köprüsü olmalıydı.
-AB’nin güdümünde bir Ortadoğu taşeronu…
-AB ile Ortadoğu arasında bir tampon bölge…
-Üstelik, “AB süreci” ile Brüksel’in himayesi altına sokulmuş bir ülke…
Türkiye Cumhuriyeti yerine Ilımlı İslam devleti yapılanması işte bu nedenlerle AB’nin de işine geliyordu. Onlar da AKP’ye destek vermeye başladılar.
Kapatılma davası, Ergenekon ve diğer konularda AB’nin tutum ve baskıları göz önüne alındığında, Brüksel’in kimin ve neyin tarafında yer aldığı açık olarak görülür.
Çelişkili gibi görünse de artık Brüksel de ABD ve İngiltere’nin çizgisine gelmiştir.
Yeni politikanın gereği
Soğuk savaş sonrasında ABD ve AB’nin yeni bölge politikaları bunu gerektiriyor. Ortadoğu ve Türkiye üzerinde ABD ve AB arasında bazı görüş ayrılıkları ve çıkar çatışmaları bulunmasına karşın, “Ilımlı İslam konusunda artık birleşiyorlar”.
“Öteki Türkiye’yi” denetim altında tutabilmeleri açısından onlara daha büyük olanaklar sağlıyor. AKP iktidarı döneminde bu gerçeği fiilen gördüler ve yaşamaya başladılar.
Şimdi sormamız gereken soru şu; içimizde, üç maymunu oynayan kimileri bu gerçeği ne zaman anlayacaklar? İş işten geçtikten sonra mı?
(*) 6 Mart 1995 Gümrük Belgesi,17 Aralık 2004 ve 5 Ekim 2005 Çerçeve Anlaşmaları.
www.istanbul.edu.tr/iktisat/emanisali


..

Gürcistan Olayları BOP’un Parçası mı?



Gürcistan Olayları BOP’un Parçası mı?


Erol Manisalı,


- Gürcistan ve Ermenistan ABD ve AB’nin Kafkasya’daki ön cephesini oluşturuyorlar. İleride Batı, bu iki “küçük ülkeyi”, aralarında federatif bir yapılanma ile işbirliğine yöneltmek durumunda.

- Her ikisinin de NATO ve AB ile ilişkileri güçlendirilecek ve büyük olasılıkla üye yapılacaklar. Girişimler başladı bile. Bulgaristan-Romanya Modeli, Karadeniz’in doğusunda da Batı tarafından uygulanacak.

- Bu proje Batı için “BOP’un güvenliği ve uygulanabilirliği açısından” yaşamsal bir önem taşıyor. Kafkasya’nın Batı kapitalizminin denetimi altına sokulmasında Ermenistan ve Gürcistan iki ön karakol durumundalar. Bu arada, Ermenistan’ın Azerbaycan topraklarını işgalini, Batı’da kimse hatırlamıyor bile.

Gürcistan’ın Güney Osetya’ya saldırması ve bunun ardından Rusya’nın Gürcistan’ın önünü keserek geri püskürtmesi, ABD-Rusya ve Batı-Avrasya çatışmasının küçük bir yansımasıdır.
Barzani ve Saakaşvili aynı konumdalar...
Türkiye bugün çok yanlış bir yerde duruyor. AKP yönetiminin ABD ile özel bağları, Kafkasya’ya da yansımış durumda. Aynen Irak ve Irak’ın kuzeyinde yaşadığımız olaylarda olduğu gibi, Gürcistan konusunda sorunlarla karşı karşıyayız.
Hükümet, ABD’nin isteği doğrultusunda, son yıllarda Gürcistan’a silah yardımı yapmıştır. Bu silahların, “Rusya’nın Güney Kafkasya’daki çıkarlarına karşı kullanılacağı biline biline”verilmesi,Türkiye’yi zor durumda bıraktı.
- Türkiye-Gürcistan arasında askeri işbirliği ortamı, yapay bir biçimde yaratıldı.
- Türkiye, “Rusya ile karşı karşıya getirilmiş oldu”.
- Ankara Kafkasya’da, “BOP’un destekçisi” durumuna sokuldu.
Dün Amerikan filosunun Karadeniz’e yerleşmesini Rusya ile birlikte engelleyen Ankara bugün, Gürcistan’da ABD’nin ön karakoluna yardım eden bir konuma düştü.

Bakû-Tiflis-Ceyhan...

Bakû Tiflis-Ceyhan boru hattı, “ABD ve AB petrol şirketlerinin denetimindedir”. BOP’un bir parçası olarak işlev görecektir.
Türkiye üzerinden geçen, ancak denetimi “başkalarının elinde bulunan bir yatırımdır”. AKP hükümeti döneminde Arap ülkelerinde olduğu gibi Kafkasya’da da ABD ve AB’nin talepleri doğrultusunda hareket ediliyor.
Hazar havzası işbirliği hareketinin dışında kalan Ankara, “Batı’nın bölge planlarının ön karakolu haline sokulmaktadır”.
Güneydoğu ve Kafkasya’da, “ABD ve AB çıkarları doğrultusunda” politika izleniyor. Peki, bunun Türkiye’ye bir yararı oluyor mu?
- Türkiye ile Rusya yapay bir biçimde, karşı karşıya getiriliyor. Oysa Rusya ile ortak çıkarlarımızın olağanüstü örtüştüğü bir dönemden geçiyoruz.
- BOP’a destek vermiş oluyoruz. “Hedefteki Türkiye, kendisini ortadan kaldıracak bir projeye arka çıkıyor.” Türkiye içindeki iki başlılık bu çelişkiyi yaratıyor.
Önümüzdeki yıllar...
ABD ve AB Gürcistan ve Ermenistan’ı 5-10 yıl içinde NATO ve AB’nin himayesi altına alacaklardır. Güney Kafkasya önemli çatışmalara gebedir. Rusya’nın ve Avrasya’nın “Batı tarafından kilitlenmesi”, Türkiye’nin de sonunu getirecek bir ortam doğurur.
Türkiye, kendi çıkarları doğrultusunda geliştirebileceği olanakları özellikle kullanmamakta; başkalarına, karşı taraftakilere kullandırtmaktadır.
- 1991’de Çekiç Güç’ün oluşturulması ile başlayan süreç Barzani’yi tanımaya ve Gürcistan’a silah yardımına kadar uzanan bir zincir oluşturuyor.
Osetya - Gürcistan - Rusya üçgeninde yaşanan olaylar buzdağının su üstündeki küçük parçalarıdır.
Esas sorun, soğuk savaş sonrası Batı kapitalizminin Ortadoğu’da başlattığı işgal eylemleridir. Gürcistan’ın başındaki Cumhurbaşkanı Saakaşvili, ABD’nin sivil darbesi sonucu iktidara getirildi.
Gürcistan’ın Güney Osetya’ya saldırması “yerel ve küçük bir olay” değildir. ABD’nin Güney Kafkasya’daki yeniden yapılandırma planlarının parçasıdır. Ne yazık ki AKP Hükümeti, Gürcistan’a yaptığı askeri yardımlarla oyunun bir parçası durumuna geldi.
- Türkiye “AB süreci” aracılığı ile Ermenistan’da sıkıştırılıyor.
- Yarın Ermenistan ve Gürcistan’ın, “ABD ve AB himayesi altına alınmaları ile” sıkıştırma derinleşecek.
- Türkiye, “Doğu Karadeniz üzerinden de baskı altına alınacak”.
Güney’de Kıbrıs gidiyor; Kuzey’de Karadeniz kuşatması hazırlanıyor.
Saldırıya uğrayan Güney Osetya değildir,Türkiye ve Rusya’dır. OIayları tetikleyen ise, Kafkasya’da yeni planlar yapan Batı’dır.
Bu gerçeği bugünden görmeliyiz. Tehlikeyi bile bile bu politikayı izliyorsak, iş o zaman çok daha korkunç hale gelmiş demektir.
www.istanbul.edu.tr/iktisat/emanisali

http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/5826/Gurcistan_Olaylari_BOP__8217_un_Parcasi_mi_.html

..

Rusya ne mi yapıyor? Gelin Anlatayım...



Rusya ne mi yapıyor? Gelin Anlatayım...

Rusya dedi ki uçuşa yasak bölge istiyordun, al sana uçuşa yasak bölge! Angajman kurallarını uçan kuşlara kadar genişletenlere kalan birkaç bardak üst üste soğuk su içmek! Ancak soğutur!

Rusya dedi ki uçuşa yasak bölge istiyordun, al sana uçuşa yasak bölge! Angajman kurallarını uçan kuşlara kadar genişletenlere kalan birkaç bardak üst üste soğuk su içmek! Ancak soğutur!
Hevesler kapasitenin üzerine sıçramaya görsün! O zaman uluslararası alanda her duvara tosladığında "Kimse gücümüzü test etmeye kalkışmasın" demekten başka elinden bir şey gelmez ve kendi kifayetsizliğinle başbaşa kalırsın.
Şimdi afallamış halde soruyorlar: "Rusya'nın niyeti ne?"
Önce 'Sadece IŞİD'i değil Fetih Ordusu'nu da vuruyor' diye ters köşe oldular. Rusya ardı ardına Türkiye'nin hava sahasına girince de "Hava sahamızı ihlal ediyor, tehlikeli bir oyun oynuyor" diye NATO'nun kapısını çalıyorlar.
RUSYA NE Mİ YAPIYOR?
Rusya sadece hava sahasını ihlal etmiyor, uçaklarındaki radar kilitlerini ve karadaki füze savunma sistemini devreye sokarak Suriye hava sahasınını tekeline alıyor. Yani senin 4 yıldır müttefiklerine hadi gelin oluşturalım diye bastırdığın uçuşa yasak bölgeyi fiilen kendi inşa ediyor. Senin binlerce TIR silahla tahkim ettiğin silahlı gruplar için istediğin güvenli bölge uygulamasını Rusya bu grupları temizlemek için yapıyor. Sen yabancı bir ülkede silahlı milislerle hukuk dışı bir vekalet savaşı verirken Rusya bütün bunları uluslararası hukuk açısından meşru bir güç olarak yani Suriye'yi BM'de temsil eden Şam yönetiminin izniyle yapıyor. Burada uluslararası hukuk Rusya'dan yana.
Ha hava sahasıan girilmesi ve F-16'ların radar kilidiyle tacizi! Evet egemenlik haklarının ihlali. Lakin uluslararası dostlarımıza bu konuyu açtığımızda gülümsüyorlar: "Siz her gün Irak hava sahasını ihlal etmiyor musunuz?"
Sakın "Bizim gerekçemiz sağlam, biz terörle mücadele ediyoruz" demeyin, zira Rusya da aynı argümanı kullanıyor.
RUSYA BAŞKA NE YAPIYOR?
Suriye'deki vekalet savaşı aynı zamanda Rusya'nın Ortadoğu'daki çıkarlarına karşı açılmış bir cepheydi. Rusya şimdi Ortadoğu'daki müttefikini sağlama alıyor yani kendi çıkarlarını koruyor. "Birimiz hepimiz hepimiz birimiz için" sloganı Kuzey Atlantik şövalyelerinin tekelinde değil ya. Rusya ile Suriye arasındaki ortak savunma anlaşmalarının nakaratı da bundan gayri değil.
Rusya ne yaptı? Türkiye’nin 2012’de düşürülen Türk jetine misilleme olarak Suriye ordusunun sınır bölgelerinde operasyon yapmasını engelleyecek şekilde ilan ettiği angajman kurallarıyla oluşturduğu koruma rejimini yıkmış oldu. Sonuçta Türkiye daha önce Suriye'ye ait bir uçak, bir helikopter ve bir insansız hava aracını düşürerek ciddiyetini gösterdiği angajman kurallarını Rus uçaklarına uygulayamadı. Angajmanın ciddiyeti kalmadı. Artık geçmiş olsun, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun “Uçan kuş bile olsa, kim Türkiye Cumhuriyeti sınırlarını ihlal ederse, gereken müdahalede bulunulur” cümlesini bir 'gülümsetme butonu' olarak masanıza iliştirebilirsiniz. Sınır aşan leyleklere  de selam olsun!
Ankara'nın korktuğu senaryo lojistik, militan ve silah desteğini Türkiye üzerinden alan silahlı grupların sınırlarımıza süpürülmesiydi. Rusya bunu yapacağını da gösterdi. Sadece IŞİD ve Nusra değil Körfez-Batı destekli tüm silahlı gruplar hedef listesinde. Ruslara göre sahada ılımlı grup kalmadı. Yani iki nota yedi ve NATO'dan uyarı geldi diye kendini tutmaya niyeti yok.
Rusya demiş oldu ki Suriye içindeki operasyonlar Türkiye sınırlarına kadar genişleyecek. Tam da hükümetin endişe ettiği gibi Rus operasyonlarından kaçışlar başladı. Mesela Rus bombardımanın başlamasının ardından 1 Ekim’de 15 militan sırt çantalarıyla birlikte Suriye-Türkiye sınırında Turfanda köyünden Han Yolu’nu takip ederek Antakya istikametine geçiş yaptı. Bölge sakinleri jandarmaya haber verdi, daha sonra bu kişiler askerler eşliğinde kayıplara karıştı.
Yine 3 Ekim’de Yayladağı tarafından Türkiye’ye geçiş yapan bir otobüs saat 23.00 civarında Hatay’ın Defne ilçesine bağlı Harbiye semtinde bir otomobile çarparak durdu. Ön ve arka plakaları farklı olan otobüs ve içindekiler şüphe çekti. Otobüsten inen kişiler çantalarını alıp sokaklara dağılmaya başlayınca halktan müdahale geldi. ‘Cihatçılar Harbiye’de’ dedikodusuyla olay yerinde kalabalık arttı. Olay yerine gelen polis yolcuları bir okula götürerek koruma altına aldı. Daha sonra takviye güçler gelip kimliği belirsiz bu kişileri bölgeden uzaklaştırdı.
Rusya’nın Halep, İdlib ve Rakka taraflarına baskıyı arttırdıkça Hatay, Kilis ve Gaziantep taraflarına doğru bu türden militan akışı kaçınılmaz olarak yaşanacak. Yani gidiş yolları dönüş yollarına dönüşecek.
Rusya daha ne yapıyor? Batılı muhataplarına yani NATO'ya "Yeter" diyor. Batı yakasından gelen Rusya'nın nüfuz ve çıkar hamlelerine yönelik oyunların intikamını alıyor. Ardı ardına, kararlı ve soğuk. 2008'de Gürcistan üzerinden Kafkasya'da açılan savaşta dirsek çıkıp Güney Osetya ve Abhazya'yı tanıması ilk yanıttı. İkinci intikam 2014'te Ukrayna'da alındı. Kırım tekrar Rusya'nın egemenlik alanına döndürüldü. Suriye üçüncüsü.
Rusya, ABD'nin Avrupalı müttefikleriyle domine ettiği dünya siyasetinin sürdürülemeyeceğini göstermek için fırsatları kaçırmıyor. Batılı hasımlarına bir nevi "Afganistan'da batırdınız, Irak'ı cehenneme çevirip çekip gittiniz, Suriye'yi terör üretme çiftliğine döndürdünüz, sıranızı savdınız çekilin, oyun sırası bende" diyor. Dikkat edin dünyanın uyanan devi Çin de 'hard power' tarafını görünür kılmaya çalışırken Rusya'nın Ortadoğu'ya dönüş hamlesine sessiz sedasız eşlik ediyor.
Özetle Suriye artık küresel güç dengelerinin yeniden şekillendiği bir şov sahnesi.
FEHİM TAŞTEKİN / Radikal

..

3 Ekim 2015 Cumartesi

BAĞIMSIZLIK YILLARINDA AZERBAYCAN -TÜRKİYE İLİŞKİLERİ*





BAĞIMSIZLIK YILLARINDA  
AZERBAYCAN -TÜRKİYE  İLİŞKİLERİ* 






BAĞIMSIZLIK YILLARINDA  AZERBAYCAN -TÜRKİYE İLİŞKİLERİ* 

Ali MESiMOV** 

Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle bağımsızlığını elde eden Azerbaycan’ı tanıyan ilk devlet Türkiye olmuştur. Geçen on yıllık süre boyunca daha da yakınlaşan iki kardeş ülke ilişkileri, bazı küçük istisnalar dışında, hep olumlu yönde gelişmiştir. Siyasi ilişkilerin sıcak bir döneme girmesinin yanısıra, pazar ekonomisine geçiş yapan Azerbaycan’a Türk yatırımcılar tarafından önemli yatırımlar yapılmış, sosyal ve kültürel ilişkiler genişlemiştir. Bu çalışmada, Türkiye-Azerbaycan ilişkilerinin ekonomik boyutu üzerine bir değerlendirme yapılmış ve iki ülke arasındaki ilişkilerin gelecekte daha iyi bir seviyeye ulaşması için önerilerde bulunulmuştur. 

1988’den başlayarak genişleyen milli bağımsızlık hareketi 4 yıl sonra Azerbaycan’ın bağımsızlığını elde etmesi ile sonuçlandı. Ağustos 1991’de Moskova’da GKÇP’nin (Olağanüstü Hal Devlet Komitesi) darbe teşebbüsünün başarısızlığı Sovyetler Birliği’nin çöküşünde bir katalizör oldu. Bağımsızlık uğruna mücadele veren Azerbaycan halkının isteği doğrultusunda Azerbaycan Parlamentosu 18 Ekim 1991’de bağımsızlık konusunda anayasal bildiriyi kabul etti. Bu tarihi fırsatın mümkün olduğunca optimum değerlendirilmesi ve bağımsızlığın gerçek bir nitelik kazanması için genç Azerbaycan devletinin çok sayıda probleme çözüm bulması gerekmekteydi. Bu problemlerin içerisinde en önemlileri şunlardı: 

* Makale Türkistan Araştırmaları Masası Asistanı Nermin Güler tarafından çevrilmiştir. 
** Azerbaycan Bağımsız Ekonomistler Birliği Başkanı 
Avrasya Dosyası, 
Azerbaycan Özel, İlkbahar 2001, Cilt: 7, Sayı: 1, ss. 274-285. 


AVRASYA DOSYASI 

• Milli değerlere ve demokrasiye dayanan güçlü Azerbaycan devletinin inşa edilmesi; 
• Moskova’nın doğrudan askeri yardımı ve katılımı ile Ermenistan tarafından işgal edilmiş Azerbaycan topraklarının işgalcilerden kurtarılması ve toprak bütünlüğünün temin edilmesi; 
• Azerbaycan’ın çok güçlü ekonomik potansiyelini optimum şekilde kullanarak halkın tüm kesimlerine insana yakışır bir hayat seviyesinin temin edilmesi; 
Bu hayati problemlerin çözümünün hızlandırılması öncelikle Azerbaycan’ın kendisine, ülkede demokratik toplumun kurulmasına bağlı olmakla birlikte, 
kanı bir, canı bir iki ülkenin, Azerbaycan ve Türkiye’nin, kardeşliğine gerçek anlam kazandırılmasına bağlı olacaktır. 
• Azerbaycan’ın uluslararası topluma entegrasyonunu güçlendirmek yolu ile ülkemizin modern dünya toplumunda kendi potansiyeline uygun bir yere gelmesine çalışılması. 
Bu hayati problemlerin çözümünün hızlandırılması öncelikle Azerbaycan’ın kendisine, ülkede demokratik toplumun kurulmasına bağlı olmakla birlikte, kanı bir, canı bir iki ülkenin, Azerbaycan ve Türkiye’nin, kardeşliğine gerçek anlam kazandırılmasına bağlı olacaktır. 
Azerbaycan bağımsızlığını kazandıktan sonra Azerbaycan-Türkiye ilişkilerinin çok yönlü bir şekilde geliştirilmesi için çok elverişli fırsatlar, çok sayıda ayrıcalıklar ve daha da önemlisi halklarımızın aynı istek ve arzularından kaynaklanan talepler ortaya çıkmıştır. Bunlardan en önemlileri arasında aşağıdaki noktalar özel bir anlam taşımaktadır: 
• Türkiye ile Azerbaycan’ın bir millet, iki devlet olarak doğal müttefiktir. 
• Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra ortaya çıkmış uygun fırsattan ve dünyada yaşanan küreselleşme sürecinin olumlu yönlerinden faydalanmak ve olumsuz yönlerinden zarar görmemek için Türkiye ve Azerbaycan’ın kendi çabalarını birleştirmesi objektif bir zorunluluktur. 
• Azerbaycan’ın doğal kaynakları bakımından zengin olması iki kardeş ülke arasında işbirliğinin devamı ve gelişmesi için geniş imkanlar sağlamaktadır. 
• Doğu ile Batı arasında entegrasyonun genişlemesi için planlanan Büyük İpek Yolu, Trans Hazar Boru Hattı, Bakü-Ceyhan Petrol Boru Hattı gibi 21. yüzyılın büyük projeleri Azerbaycan-Türkiye ilişkilerini daha nitelikli ve daha ileri bir aşamaya götürecektir. 
• Modern uluslararası politikada Türk Dünyası faktörünün giderek daha çok dikkate alınması büyük ölçüde Türkiye-Azerbaycan stratejik işbirliğinin derinleşmesine bağlıdır. 
Bu fırsat ve gerçeklerden faydalanmak amacıyla bağımsızlığını kazanmasından beri geçen on yıllık dönem boyunca Azerbaycan ve Türkiye arasında yüzelliye yakın anlaşma, protokol ve diğer belgeler imzalanmıştır. Bunların içerisinde aşağıdakiler özel önem taşımaktadırlar: 
• Türkiye Cumhuriyeti ve Azerbaycan Arasında Dostluk, İşbirliği ve İyi Komşuluk Anlaşması (Ankara, 24.01.1992); 
• Türkiye-Azerbaycan Ticari ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması (Ankara, 02.01.1992); 
• Türkiye ve Azerbaycan Arasında Kredi Konusunda Anlaşma (İstanbul, 02.11.1992); 
• Karadeniz Ekonomik İşbirliği Eğitim, Kültür, Bilim ve Haberleşme Anlaşması (İstanbul, 06.03.1993; Bakü, 09.01.1995); 
• Türkiye ve Azarbaycan Arasında Bilimsel, Teknik, Sosyal, Kültürel ve Ekonomik Alanlarda İşbirliği Anlaşması (Ankara, 09.02.1994); 
• Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Azerbaycan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Askeri Alanda Eğitim, Teknik ve Bilimsel İşbirliği Anlaşması (Ankara, 10.05.1995); 
• Türkiye ve Azerbaycan Arasında Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Korunması Anlaşması (Bakü, 04.01.1997; Ankara, 25.07.1996); 
• Azerbaycan Cumhuriyeti Hükümeti ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Küçük ve Orta Ölçekli Sınai İşletmelerin Geliştirilmesine İlişkin İşbirliği Hakkında Protokol (Ankara, 1997). 

Tarihin her döneminde Türkiye’yi kendine güçlü bir dayanak olarak gören Azerbaycan, bağımsızlıktan hemen sonra, özellikle Ebülfez Elçibey yönetimi yıllarında kan bağı bulunan kardeş Türkiye ile yakınlaşmayı dış politikasında öncelik haline getirdi. Bağımsızlığın ilk yıllarından başlayarak imzalanmaya başlanmış sözü edilen anlaşma ve protokoller ise iki kardeş ülke arasında ilişkilerin çok yönlü olarak genişletilmesi ve derinleştirilmesi için güvenilir yasal zemin hazırladı. 

Bu bağlamda, Azerbaycan bağımsızlığını kazandıktan sonra geçen on yıla yakın bir dönem boyunca, Azerbaycan ve Türkiye arasında siyasi, ekonomik, sosyal ve diğer alanlarda ilişkiler gelişmekteydi. 

Bağımsızlığımızın on yılı içinde Türkiye Azerbaycan’ın esas ticari ortaklarından biri haline gelmiştir. 1992’den itibaren Azerbaycan’ın Türkiye ile dış ticaret hacmi 1993, 1997 ve 1999 yılları dışında her yıl yüzde 10 ile yüzde 60 aralığında bir başka ifadeyle de ortalama yüzde otuz altı artmaktadır. Netice itibariyle 1992’de Azerbaycan’ın Türkiye ile 137,7 milyon Dolar olarak hesaplanan dış ticaret hacmi, 2000’de 1,7 kat artarak 233,5 milyon Dolara yükselmiştir. 

Tablo.1. Azerbaycan’ın Türkiye ile Ticaret Hacmi (milyon dolar) 

1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 
Ticaret Hacmi 137,7 102,1 140,9 183,1 256,5 221 355,9 211,5 
1992 yılına oranla 100 74.1 102,3 133 186,3 160,5 258,5 153,6 
İthalat 102,7 68,2 132,1 161,3 218,8 179,7 220,1 142,4 
1992 yılına oranla 100 66,4 128,6 157,1 213 175 214,3 138,6 
İhracat 35 33,9 8,8 21,8 39,7 41,3 135,8 69,1 
1992 yılına oranla 100 96,8 25,1 62,2 113,4 118 388 197,4 
Denge -67,7 -34,3 -123,3 -139,5 -177,1 -138,4 -84,3 -73,3 
1992 yılına oranla 100 50,6 182,1 206,1 261,6 204,4 124,5 108,2 

Kaynak: Azerbaycan Devlet İstatistik Komitesi 

Azerbaycan’ın Türkiye’ye ihraç ettiği mallar arasında dizel, ham petrol, benzin, polietilen, pamuk, pamuk ipliği, deri, meyan kökü, alkollü içkiler, çay, elektronik cihazlar, plastik ürünler ve diğer mallar başlıca kalemleri oluşturmaktadırlar. Türkiye’nin Azerbaycan’a ihraç ettiği mallar arasında ise esas yeri gıda, tekstil ürünleri, elektronik aletler, otobüs, otomobil, traktör, jeneratör, sentetik iplik, plastik ve ham (ürünler) vs. almaktadır. 

Buna rağmen, şimdilik Azerbaycan-Türkiye ticari ilişkilerinin her iki ülkenin potansiyel imkanları ile kıyaslandığında bir hayli zayıf kaldığını belirtmek gerekir. Nitekim, 1992’de Azerbaycan Türkiye’ye 35 milyon dolarlık mal ihraç ederek 102,7 milyon Dolarlık mal ithal etmesine karşın aynı tarihten geçen dokuz yıl içerisinde ihracat 105 milyon Dolara, ithalat ise boşluk olarak 128,5 milyon Dolara ulaşmıştır. 
Dolayısıyla, bağımsızlık yıllarında Azerbaycan’la Türkiye’nin ticaret hacminde % oranında artış yeterli görünse de, ticaret hacminin 1992’de 137,7 milyon Dolardan 2000’de 233,5 milyon Dolara çıkmasını iki kardeş ülkenin potansiyel ticari imkanları bakımından çok başarılı bir gösterge olarak algılamak pek doğru olmaz. Karşılaştırma için belirtelim ki, 2000’de Azerbaycan’ın Rusya ile ticaret hacmi 347.6 milyon olmuştur ki bu da Türkiye ile olan ticaret hacminden % 49 daha yüksektir. 

Azerbaycan’ın Türkiye ve Rusya’ya ihraç ettiği mal oranı aşağı yukarı aynı (%6) olsa da ithalatta Türkiye’nin payı yüzde 11 olduğu halde Rusya’nın payı % 21,3 olmaktadır. Diğer taraftan, son yıllarda Azerbaycan’ın Türkiye ile ticaret hacminde gerileme gözlemlenmektedir. 
Zira, 1998’de Azerbaycan-Türkiye ticaret hacmi 355,9 milyon Dolar, ithalat 220,1 milyon Dolar, ihracat ise 135,8 milyon dolar olarak gerçekleşmişse de, 2000’de ticaret hacmi yüzde 52,4, ithalat yüzde 71,3, ithalat ise yüzde 29,3 oranında düşüş göstermiştir. Karşılaştırma için aynı yıllar içinde Azerbaycan’ın toplam dış ticaret hacminde yüzde 67,4 oranında artış olduğunu belirtmekte fayda vardır. 

Göründüğü gibi, Azerbaycan’la Türkiye’nin ticaret hacminde artış olsa da son yıllarda iki kardeş ülke arasında ticaretin artış hızı Azerbaycan’ın toplam dış ticaret hacmindeki artıştan bir hayli geri kalmaktadır. Bu bağlamda, 1998’de Azerbaycan’ın dış ticaret hacminde Türkiye’nin payı yüzde 21 olmuşsa da, 1999’da bu rakam yüzde 11’e 2000’de yüzde 8’e düşmüştür. Türkiye’nin dış ticaret hacminde Azerbaycan’ın payı ise topu topu yüzde 0.3’tür. Azerbaycan bağımsızlığını elde ettikten sonra Türk işadamları Azerbaycan’a gelmeye, 
ekonominin çeşitli alanlarına yatırım yapmaya, şirketler kurmaya ve işyerleri açmaya başladılar. 1991’den başlayarak gittikçe genişleyen bu süreç, 1998’e kadar genelde yükselen bir grafik çizmekteydi. Zira, aynı yıla kadar Azerbaycan’da faaliyet gösteren 3500’e kadar yabancı şirketin 1225’i veya yüzde 35’i Türk şirketleriydi. Bunların 661’i ortak yatırım (%54), 483’ü yüzde yüz Türk sermayesi ile çalışan şirket (%39,4) ve 81’i (%6,6) ise temsilcilik biçiminde faaliyet göstermekteydi. 

Türkiye’ye ait olan bu şirketler ve diğer ortaklar Azerbaycan ekonomisine 1.3 milyar Dolar civarında yatırım yapmışlardır. Bu rakamlardan yola çıkarsak, 1994-2000 yılları boyunca Azerbaycan ekonomisine yatırılan 5 milyar Dolarlık toplam yabancı sermayenin yüzde 26’sı Türkiye’nin payına düşmektedir. Fakat, Azerbaycan’ın resmi kaynaklarından alınan bilgilere göre 1994-2000 yılları içinde Türk firmaları Azerbaycan ekonomisine 715 milyon Dolarlık yatırım yapmıştır. 

Tablo. 2. Azerbaycan’a Yapılan Doğrudan Yatırımlarda Türkiye’nin Payı ve 1994-2000 Yılları İçinde Değişim Göstergeleri (milyon dolar) 


Toplam                Yabancı Yatırım                     Türkiye’nin Payı Bir Önceki           Yıla Oranla (%) Milyon dolar % 
1994 150,6 40 26,6 100 
1995 218 52 23,9 130 
1996 540 73 13,5 140,4 
1997 1155 188 16,3 257,5 
1998 1480 204 13,8 108,5 
1999 937 103 11,0 50,5 
2000 531 55 10,4 53,4 

Toplam 5011,6 715 14,3 

Kaynak: Azerbaycan Devlet İstatistik Komitesi ve Ekonomi Bakanlığı 

1998’e kıyasla 2000’de Türk şirketlerinin Azerbaycan ekonomisine sermaye yatırımları 3,7 kat azalmıştır. 

Bu rakamlardan yola çıkılırsa 1994-2000 içinde Azerbaycan ekonomisine yatırılmış toplam yabancı sermaye oranında Türkiye’nin payı yüzde 14,3’tür. Böylece, eğer yatırım oranına ilişkin 1,3 milyar Dolarlık bir rakamdan yola çıkarsak, Türkiye, Azerbaycan ekonomisine yatırım yapma sıralamasına göre ABD (1350 milyon Dolar) ile aynı seviyeye ulaşmıştır. 
Eğer resmi kaynaklara bakarsak (715 milyon Dolar), o zaman Azerbaycan ekonomisine yatırım yapma oranına göre Türkiye ABD’den ve İngiltere’den (760 milyon dolar) sonra üçüncü olacaktır. Öte yandan, 1998’den sonra bazı objektif ve sübjektif nedenler yüzünden Türk işadamları Azerbaycan’ı terk etmeye başlamışlardır. Zira, 1998’den 2000’e kadarki süre zarfında Türkiye ve Azerbaycan ortak şirketlerinin sayısı 661’den 376’ya inmiş ya da 1,8 kat azalmıştır. Yüzde yüz Türk sermayesi ile çalışan şirketlerin sayısı ise daha hızlı bir şekilde azalmaktadır. 


Bu şekildeki bir gerileme kendini sermaye yatırımlarında da göstermiştir. Zira, 1994-1998 yılları arasında Türk şirketlerinin Azerbaycan ekonomisine yatırım oranı yüzde 8,5-57,5 aralığında yükselerek beş defa artmıştır. 1999’da Türk şirketlerinin sermaye yatırımları 1998’daki yatırımların yüzde 50’si, 2000’de ise 1999’daki yatırımların yüzde 53’ü seviyesine gerilemiştir. Bir başka deyişle 1998’e kıyasla 2000’de Türk şirketlerinin Azerbaycan ekonomisine sermaye yatırımları 3,7 kat azalmıştır. 1994’te Türk iş adamlarının Azerbaycan ekonomisine yatırmış olduğu sermaye miktarı aynı yıl ülke ekonomisine yapılan toplam yabancı sermayenin yüzde 27’sini, 1995’de yüzde 24’ünü, 1996’da yüzde 14’ünü, 1997’de yüzde 16’sını, 1998’de yüzde 14’ünü, 1999’da yüzde 11’ini, 2000’de ise yüzde 10,4’ünü teşkil etmiştir. 

Bağımsızlık yıllarında Azerbaycan-Türkiye ekonomik ilişkileri çerçevesinde bankacılık ve sigortacılık alanında da önemli aşamalar kaydedilmiştir. Azerbaycan’da Azer-Turbank (ortak), Baybank, Çibank (ortak), Garanti Leasing (ortak), Koçbank, Azerbaycan İş Bankası (ortak) ve Royalbank (ortak) gibi 7 banka ve 3 ortak sigorta şirketi mevcuttur. Azerbaycan’da faaliyet gösteren 11 yabancı sermayeli veya yabancı sermaye iştiraklı bankanın yüzde 64’ü Türk bankalarıdır. Fakat, bunlar şimdilik Azerbaycan’ın bankacılık sisteminde pek önemli rol üstlenememektedir. 


Tablo.3. Türk Eximbank’ın Türk Cumhuriyetlerine Açtığı Krediler (milyon dolar) 

Toplam Kullanılan Geri Ödenmeyen         Azerbaycan           Mal Kredisi              Proje Kredisi 
250 
100 
150 
91,7 
59,6 
32,1 
11,8 

Kazakistan     Mal Kredisi    Proje Kredisi 
240 
40 
200 
213 
40 
173 
5,9 

Kırgızistan      Mal Kredisi      Proje Kredisi 
75 
37,5 
37,5 
47 
35 
12 
0,8 

Özbekistan    Mal Kredisi         Proje Kredisi 

375 
125 
250 
347 
124 
222 

Türkmenistan      Mal Kredisi      Proje Kredisi 

163,3 
75 
88,0 
130,7 
74,9 
55,8 
6,4 

Nahçıvan (mal kredisi) 20 19,6 21,5 

KKTC (mal kredisi) 3,7 3,7 4 


Toplam 1227 852,7 50,4 

Kaynak: Türk Eximbank Dokümanları, 22 Mart 2000 

Bağımsızlık yıllarında Türkiye Cumhuriyeti’nin Azerbaycan’a yaptığı yardımlar arasında Azerbaycan’a açmış olduğu krediler önemli yer tutmaktadır. 
2 Kasım 1992’de yapılan anlaşmaya dayanarak Türk Eximbank’ı Azerbaycan’a 250 milyon Dolarlık kredi açtı. Sonraki anlaşmalara göre bu kredinin 100 milyon Doları mal kredisi, 150 milyon Dolarının ise proje kredisi olması gerekiyordu. Fakat, E. Elçibey yönetimi askeri müdahale sonucu devrildikten sonra söz konusu kredinin iyi bir şekilde değerlendirilmesi için oluşturulan program bir 
kenara atıldı ve bu kredinin sadece yüzde 37’si kullanıldı. 

Mal kredisi gıda ürünleri ve ilaç alımına; proje kredisi ise elektrik süpürgesi, elektrik motorları üretimi imkanlarının oluşturulmasına, un fabrikalarına, Bakü havaalanı terminalinin inşasına, motor yağı üretimine, yolcu ve yük vagonlarının tamirine kullanıldı. 

Öte yandan, Türk Eximbank’ı Azerbaycan’ın yanında diğer Türk devletlerine de toplam hacmi 1227 milyon Dolarlık kredi açmıştı. Kazakistan 240 milyon Dolarlık kredinin 200 milyon Dolarını proje kredisi gibi resmileştirdikten sonra onun 173 milyon Dolarından ya da yüzde 87’sinden, Özbekistan 375 milyon Dolarlık kredinin 250 milyonunu proje kredisi gibi resmileştirerek 222 milyonunu veya yüzde 89’unu projelerde kullandığı halde, Azerbaycan 150 milyonluk proje kredisinin sadece yüzde 21’ini kullanmıştır. Halbuki söz konusu krediyi 
tam ve yararlı bir şekilde kullanmakla Azerbaycan’da onlarca son teknolojiyle kurulmuş üretim alanları yaratmak, binlerce yeni işyeri açmak mümkündü. 

Türkiye’nin, Hazar’ın Azerbaycan’a ait kısımlarındaki petrol ve doğal gaz yataklarının ortak kullanımına dair dünyanın büyük petrol şirketleri ile imzalanan anlaşmalara katılımı, iki ülke ilişkilerinin gelişmesinde önemli etken olmuştur. Azeri, Çırag ve Güneşli petrol yataklarına ilişkin 20 Eylül 1994 tarihinde imzalanan anlaşmaya Amerikan, Rus, Norveçli, Japon ve Suudi Arabistanlı şirketlerin yanısıra Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) da yüzde 6,75’lik bir payla katılmaktadır. Bunun dışında, TPAO 4 Haziran 1996’da imzalanmış Şah Deniz yatağı projesi anlaşmasında yüzde 9, 2 Haziran 1998 tarihli Kürdaşı yatağı projesinde yüzde 5, 21 Temmuz 1998’de imzalanmış Araz, Alov ve 
Şerg petrol anlaşması projesinde ise yüzde 10 paya sahiptir. Buna rağmen belirtmek gerekir ki, Azerbaycan hükümeti şimdiye kadar imzaladığı 
19 petrol anlaşmasının sadece dördünde ya da yüzde 21’inde Türkiye’ye pay ayırmakla cimrilik yapmıştır. 

Bağımsızlık yıllarında Azerbaycan-Türkiye ilişkilerinde göze çarpan işbirliği çalışmaları arasında eğitim, kültür ve turizm alanında gerçekleşen 
tedbirler önemli bir yere sahiptirler. Azerbaycan’ın binlerce genci Türk üniversitelerinde eğitim almaktadırlar. Azerbaycan’da Türkiye’nin 
yardımı ile açılmış 1 üniversite, 15 orta okul ve 11 lisenin faaliyeti de kardeş ülkenin Azerbaycan için kadro yetiştirme işine önem verdiğinin ciddi bir göstergesidir. 

Türkiye, Azerbaycan topraklarının yüzde yirmisini işgal eden Ermenistan ’ı işgalci devlet olarak adlandıran ve sınırlarını Ermenistan’ın yüzüne kapatan tek devlet olmuştur. 

Sözü geçen eğitim kurumlarında 5000’e kadar Üniversite, ortaokul ve lise öğrencisi eğitim görmektedir. 1999/2000 eğitim yılında Azerbaycan’ın üniversitelerinde eğitim alan 1259 öğrencinin 1059’u yada yüzde 84’ü Türkiye’den gelen gençler olmuştur. Azerbaycan’la Türkiye arasında karşılıklı biçimde eğitim alan öğrencilerin, üniversitelerde ve diğer kurumlarda ders veren öğretim görevlilerinin ve araştırma yapan uzmanların toplam sayısı 6000’den fazladır. 

Türk müteahhit firmaları Azerbaycan’da toplam değeri 600 milyon Dolardan fazla olan altmış projenin gerçekleşmesi için çok yönlü faaliyet göstermektedirler. Günümüzde bu alanda planlanan işlerin yarıdan fazlası yapılmıştır. 

Azerbaycan’ın bağımsızlığını tanıyan ilk devlet olan Türkiye, bağımsızlık döneminin ilk yıllarından başlayarak gerçek bir kardeşlik yardımı göstermiştir. 1992-1993’te Azerbaycan halkı kendi toprakları uğrunda Ermeni işgalcileri ile savaşa girdiği, Rusya tarafından baskı altına alındığı ve kendisine karşı ambargo uygulandığı bu ağır koşullarda Türkiye Azerbaycan’a buğday ve sağlanmasında önemli rol oynamıştır. 1993’te Türk Kızılay Örgütü Azerbaycan’ın Ağcabedi ve Berde bölgelerinde çadır kentler kurarak savaşta her şeyini kaybetmiş 12 bin Azerbaycan vatandaşına gıda, giyecek, tıbbi ve diğer yardımlarda bulunmuştur. Türkiye belirtilen tarihten beri Azerbaycan’a toplam 60 milyon Dolarlık insani yardım sağlamıştır. Aynı zamanda Türkiye, Azerbaycan topraklarının yüzde yirmisini işgal eden Ermenistan’ı işgalci devlet olarak adlandıran ve sınırlarını Ermenistan’ın yüzüne kapatan tek devlet olmuştur. 

Azerbaycan-Türkiye ilişkilerinin çok yönlü gelişmesine katkıda bulunan tüm olasılıkları olumlu değerlendirmekle birlikte, mevcut imkanlardan her alanda ve her zaman yeterince faydalanılmadığını belirtmek gerekir. Türkiye Cumhuriyeti kardeşi Azerbaycan’ı yönetimde kimin olduğuna aldırmadan hiçbir yardım ve desteği Azerbaycan’dan esirgememiştir. Fakat, son yıllarda Azerbaycan’daki yönetici çevreler Türkiye’ye karşı kardeşliğe yakışmayacak davranışlarda bulunmaya başlamışlardır. Bürokrasideki başına buyruk bazı memurlar 
Azerbaycan’da iş kurarak ülkeye yararlı olmaya çalışan iş adamları nı sıkıştırmaktadırlar. Vergi ve gümrük sistemindeki yetersizlikler de buna 
eklenince durum daha da ağırlaşmaktadır. Bu yüzden de son yıllarda bazı Türk şirketlerinin Azerbaycan’dan ayrılmaya başlaması Azerbaycan’da yabancı şirketlerin normal faaliyeti için uygun koşulların sağlanmasına acil ihtiyaç duyulduğuna dair ciddi bir işarettir. 

Türkiye’nin Azerbaycan için tüm yönleriyle stratejik önemi çok yüksek olması nedeniyle Türkiye ile ilişkilerde hiçbir alanda gerilemeye izin verilmemesi gerekir. Günümüzde bu konunun aktüalitesi daha da artmıştır. Şöyle ki, son dönemde hem Azerbaycan, hem de Türkiye’ye karşı baskılar artmaktadır. Böyle bir durumda alınması gereken zaruri tedbirler arasında aşağıdaki sorunların çözümü özel önem taşımaktadır: 

1. Azerbaycan ve Türkiye’nin hükümet organlarında çalışan uzmanlar, bilim adamları ve bağımsız uzmanların ve işadamlarının katılımıyla bir komisyonun oluşturulması gerekir. Bu komisyon tarafından son 10 yılda kat edilen yol tüm yönleriyle ve objektif bir şekilde incelenmeli, bu bağlamda iki kardeş ülke arasındaki ilişkilerde duraksamaya neden olan engeller tespit edilmelidir. 
Türkiye-Azerbaycan stratejik ortaklığına ilişkin 2001-2010 yılları için çok yönlü faaliyet programı hazırlanmalı ve yıllara göre gerçekleştirme mekanizması oluşturulmalı ve uygulamaya konulmalıdır. 

Bu program aynı zamanda özü itibariyle Türkiye-Azerbaycan ilişkilerini genişleterek Türk devletleri arasında dostluk, kardeşlik ve işbirliğini güçlendirme programı olmalıdır. 

2. Son zamanlarda Ermenistan, Batılı ülkelerdeki lobisinin yardımı ile bir taraftan sözde Ermeni soykırımı meselesinin bazı büyük devletlerin parlamentolarında tanınması yönünde çabalarını arttırmakta, diğer taraftan da hem Azerbaycan, hem de Türkiye’ye karşı toprak iddiaları öne sürmektedir. Belli ki, bu Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne giden yolunda Türkiye’ye karşı baskı aracı olarak düşünülmüş oyunun bir parçasıdır. Bu tür baskıların bertaraf edilmesi işinde Azerbaycan hükümeti sözle, yumuşak açıklama ile değil, gerçek eylemlerle Türkiye’ye yardım etmelidir. Herhangi bir konuda Türkiye’nin zayıflamasının Azerbaycan’a 
doğrudan vurulan bir darbe olduğunun anlaşılması gerekir. Bu nedenle de Azerbaycan Türkiye’yi savunmakla kendini de savunmuş olacaktır. Ayrıca, sözde Ermeni soykırımı meselesi ile beraber Karabağ sorununda da Türkiye ile Azerbaycan’nın çabalarını birleştirerek Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Kırgızistan’dan da destek almaya çalışmalarının zamanı gelmiştir. 

Sözde Ermeni soykırımını tanıyan ilk ülke olarak öne çıkan Fransa, daha sonra da AGİT Minsk Grubunun üç eşbaşkanından biri olarak Karabağ sorununun çözümünde kendine özgü bir şekilde ön plana çıkmak istedi. Fakat, Azerbaycan ve Ermenistan Devlet Başkanlarının katılımıyla Fransa Devlet Başkanı Jacque Chirac’ın Paris’te organize ettiği görüşmeden sonuç alınamadı. 

2001’in Nisan ayında ABD’de yapılan görüşmelerden sonra Haziran’da Cenevre’de, Ağustos-Eylül aylarında ise Rusya’da yapılması planlanan görüşmelerde Azerbaycan hükümeti toprak bütünlüğüne aykırı hiçbir belgeye imza atmamalıdır. Aynı zamanda Azerbaycan Karabağ sorununa ilişkin AGİT Minsk Grubunun ABD, Rusya, Fransa biçimindeki mevcut eşbaşkanlık sisteminde ABD, Rusya, Türkiye sistemine geçilmesi konusunda ısrar etmelidir. Sadece bu sistemle Karabağ sorununun çözümünde uluslararası hukukun temel ilkelerinin ve BM Güvenlik Konseyi’nin Ermeni askeri birliklerinin işgal edilmiş Azerbaycan topraklarından koşulsuz olarak çıkmasına ilişkin 822, 853, 874 ve 884 sayılı kararnamelerinin gündeme gelme olasılığı vardır. 


Azerbaycan kendi bağımsızlığı ve toprak bütünlüğünü pekiştirmek için her şeyden önce uluslararası arenada demokratik bir ülke imajı kazanmalı, güçlü ekonomiye ve güçlü orduya sahip olmalıdır. 


3. Azerbaycan kendi bağımsızlığı ve toprak bütünlüğünü pekiştirmek için her şeyden önce uluslararası arenada demokratik bir ülke imajı kazanmalı, güçlü 
ekonomiye ve güçlü orduya sahip olmalıdır. Bu sürecin ivedilik kazanması ise önemli ölçüde Türkiye ve Azerbaycan’ın doğal müttefikliğine gerçek bir anlam kazandırılmasına bağlıdır. Bu amaçla iki kardeş ülkenin siyasi, ekonomik, askeri, sosyal vs. alanlarında ciddi ilişkilerin kurulmasına çalışılmalıdır. 

Olayların gidişatı Türkiye’nin Azerbaycan’da güçlü, demokratik devlet kuruculuğu işinde aktif rol almasına büyük ihtiyaç duyulduğunu göstermektedir. 
Bunun için iki ülke arasında yukarıda bahsedilen yönlerde önem arz eden büyük projelerin beraber hayata geçirilmesi için uğraşmak gerekir. Bu bağlamda Azerbaycan doğalgazının Türkiye’ye ihraç edilmesine ilişkin 12 Mart 2001’da Ankara’da imzalanan anlaşma önemli bir adım niteliğindedir. 

Toplam değeri 2.5 milyar Dolar olan bu anlaşmaya göre 20042018 yılları içerisinde Şah Deniz yatağından Türkiye’ye 80 milyar metreküpe yakın Azerbaycan gazı satılacaktır. Bakü-Ceyhan projesinin gerçekleştirilmesinin hızlandırılması için de her iki ülke kendi çabalarını birleştirerek arttırmalıdırlar. Aynı zamanda Bakü Ceyhan’ın gerçekleşmesinin hızlandırılmasında Kazakistan’ın bu projeye katılmasının önemi ve Rusya’nın bu projeyi engellemek için Kazakistan’a baskı uygulaması da göz önünde bulundurulursa, Türk devletlerinin kendi çıkarları doğrultusunda projeleri hayata geçirmeleri için "Müttefik Paktı"nın imzalanmasının zamanının geldiği söylenebilir. Bu işte Türkiye liderlik yapmalı, Azerbaycan ise "dilde, fikirde, işte birlik" prensibine dayanarak ona yardım 
etmenin yanı sıra kendi problemlerinin çözümünü de TürkiyeAzerbaycan-Kazakistan-Özbekistan-Türkmenistan-Kırgızistan birliği çerçevesinde bütünlük mekanizması aracılığıyla hızlandırmalıdır. 

4. Binlerce Azerbaycan Türkü’nün kanıyla elde edilen bağımsızlığı ilk tanıyan bir kardeş olduğu gibi, bağımsızlığını kazanılmasındaki on yıl boyunca da Azerbaycan’a en fazla destek olan ülke de tabii ki Türkiye olmuştur. Bundan sonra da Azerbaycan-Türkiye ilişkilerini geliştirerek yeni bir aşamaya yükseltmek için Türkiye Cumhuriyeti ve Azerbaycan’ın dostluğunda manevi ve milli 
değerlerle karşılıklı saygı ve sevginin elde edilmesine çalışılmalıdır. Azerbaycan-Türkiye ilişkilerine Elçibey döneminin yalınlığı, sıcaklığı getirilmelidir. 
Bu nedenle de Azerbaycan’la Türkiye’nin devlet organlarının ilişkilerinin genişletilmesinin yanısıra, sivil toplum örgütlerinin, bilim adamlarının 
ilişkilerinin de genişletilmesi yönünde çabaların arttırılmasına ihtiyaç duyulmaktadır. 

Ali MESiMOV** 
** Azerbaycan Bağımsız Ekonomistler Birliği Başkanı 

..

Soykırım Bahane, Amaç Kafkasya'ya Sızmak



Soykırım Bahane, Amaç Kafkasya'ya Sızmak


Dr. Nejat TARAKÇI, 
Jeopolitikçi ve Stratejist
Yayın Tarihi : 04.05.2015

Soykırım Bahane, Amaç Kafkasya'ya Sızmak Yüzüncü yılında sözde Ermeni soykırım iddialarının Batı dünyasında bu kadar çok kabul göreceği 
beklenmiyordu. Bilimsel ve tarihi temelden yoksun olmasına rağmen AP bile siyasi açıdan Türkiye’nin soykırımı kabul etmesi yönünde karar aldı. 
Bölgemizdeki jeopolitik değişimleri, fiili ve siyasi çatışmaları dikkate aldığımızda, Ermenistan’a verilen bu siyasi desteğin aslında sanal bir destek 
olduğu, asıl amacın Ukrayna’da hezimete uğrayan Batı politika ve stratejilerinin bu defa Rusya’ya karşı Ermenistan üzerinden uygulanmasının 
düşünüldüğünü söyleyebiliriz.

Rusya-ABD Rekabeti




Rusya Çin ile beraber, Batının kontrolündeki Finans-Kapital Sistemin doğrudan bir pazar haline getirmediği iki devletten biridir. Bu nedenle, 
Ortadoğu, Balkanlar, Doğu Akdeniz, Karadeniz ve Kafkaslardaki her türlü siyasi, ekonomik ve jeostratejik olgu ve gelişmelerde ABD-Rusya güç 
dengesi çatışmasının olduğunu akılda tutmak gerekir. SSCB’nin dağılma sonrası Batı, 1990-2000 yılları arasında doğu Avrupa ve Kafkaslardan 
Rusya’ya sızma fırsatı yakalamıştı. Ancak Putin bu hızlı jeopolitik sızma girişimlerini geri püskürtmeyi başardı. Kafkasya’da ilk başkaldıranlar 
Çeçenlerdi. Çeçenler 1991’de bağımsızlıklarını ilan ettiler. Rusya bunu kabul etmedi. Çeçenya - Rusya Savaşı 1994-1996 arasında yaşandı. 

Ruslar önce el altından muhalefeti desteklediler. Başarılı olamayınca doğrudan müdahale ettiler. İlk savaş sonunda 1996’da 5 yıl içinde 
Çeçenistan’ın geleceğini kararlaştıracak bir anlaşma imzalandı. Ruslar Çeçenistan’ı federasyona dâhil etmek istiyorlardı. Putin Çeçenistan’da daha 
sertlik yanlısı bir politika izledi. Sert ve kanlı bir savaş sonrası Rusya Çeçenistan’ı kontrol altına aldı. Bu uygulama, aynı zamanda bölgedeki diğer 
devletlere de gözdağı oldu. Bugün Çeçenistan’da Rusya yanlısı bir yönetim işbaşındadır. Sert ve yüksek coğrafi yapısına rağmen Kafkasya, 
Rusya’nın yumuşak karınlarından biridir. Çeçenistan kontrol altına alındıktan sonra, sıra Batıyla bütünleşme olasılığı yüksek olan Azerbaycan ve 
Gürcistan’a geldi. Ermenileri cesaretlendirerek ve fiili olarak destekleyerek Azerbaycan ve Ermenistan’ı savaştıran Rusya, iki ülkeyi düşman hale 
getirmeyi başardı. Böylece, Azerbaycan’ın Nahcivan üzerinden Türkiye ve Batı ile bütünleşmesini engelledi. Ardından Azerbaycan’da Rusya yanlısı 
bir yönetimi iktidara getirdi. Azerbaycan- Ermenistan sorunu bunca yıldan beri neden çözülemiyor, kim engelliyor? Bir düşünün. Ayrıca 2009 Ekim 
ayında imzalanan, Türkiye-Ermenistan sınırının açılmasını da içeren Türkiye-Ermenistan Protokolünü, Ermenistan Yüksek Mahkemesi mi iptal etti, 
yoksa Rusya mı iptal ettirdi? Gürcistan’a gelince, Rusya, 2004 yılına kadar eski SSCB Dışişleri Bakanlarından Edward Şevardnadze ile Gürcistan 
üzerindeki siyasi ve askeri kontrolünü devam ettirdi. Bu tarihten sonra Batı yanlısı Mihail Saakashvili iktidara geldi. Gül Devrimi ile ABD Gürcistan 
üzerinden Kafkaslara girme planlarına başladı. Dönemin ABD Başkanı George Bush 2005’te Tiflis’te Özgürlük Meydanında Saakashvili ile ele ele 
poz verdi. Gürcistan’ın süratle NATO üyesi yapılma süreci başlatıldı. Bundan sonraki süreçteki kırılma noktalarını hatırlayalım.

         ABD-Rusya rekabetinde ABD ilk yenilgisini 2008 yılında Gürcistan’da aldı. Bu ülke üzerinden NATO üyeliği vaadi, Barış İçin Ortaklık (BİO) 
vasıtasıyla Kafkasya’ya sızma teşebbüsü. Rusya’nın 2008’de Güney Osetya ve Abhazya’yı işgali ile geri püskürtüldü.

        Rusya ile ikinci karşılaşma, 2011 Mart ayında Suriye’de başladı. ABD ve Batı’nın kısa zamanda Suriye’deki Rusya yanlısı rejimi devirme 
girişimleri, Rusya’nın askeri, siyasi ve psikolojik desteği ile akamete uğratıldı. 

         2013 Kasım ayında,  ABD, AB ve uluslararası sivil toplum kuruluşlarını kullanarak Rusya’ya Ukrayna üzerinden ikinci defa sızma teşebbüsünü 
başlattı. Büyük karmaşalardan sonra, bu girişim, Mart 2014’de yapılan referandum ile Rusya’nın Kırım’ı ilhak etmesi ile sonuçlandı. 

Böylece ABD ikinci yenilgisini almış oldu.

         Genel anlamda ABD-Rusya rekabetinin en uzun süreli devam ettiği bölge Kıbrıs’tır. ABD ve İngiltere Rusya’nın Kıbrıs Rumları üzerinde 
Soğuk Savaş döneminden beri devam eden vesayetini, Devlet Başkanı Makarios’a karşı yapılan darbe teşebbüsü, Türkiye’nin 1974’deki askeri 
müdahalesine göz yumma, Kıbrıs Rum kesiminin hukuka aykırı olarak AB üyesi yapılmasına rağmen kırılamamıştır. Çünkü Rusya, Yunanistan 
devletinin kurulmasında ve Kıbrıs’ta İngiltere’nin Ada’dan atılmasında doğrudan destek sağlayan en etkili devlettir. Bugün de Güney Kıbrıs Rum 
Yönetiminin ekonomik, mali ve finansal açıdan ayakta kalmasını sağlayan Rusya’dır. ABD, 1960’lı yıllardan beri Rusya’nın Kıbrıs Rumları üzerindeki 
vesayetini ve stratejik ilişkilerini kırarak Rusya’yı doğu Akdeniz’den izole etmeye çalışmaktadır. Ancak hala bunu başaramamıştır.

Ermenistan Üzerinden Rusya’ya Sızma

ABD’nin Karadeniz stratejisi Kafkasya ve İran’ı da içine alan geniş bir coğrafyayı kapsamaktadır. Yukarıda açıklanan jeopolitik ve jeostratejik 
durum ışığında, ABD ve müttefiklerinin Ermeni soykırım iddialarının 100. Yılında ortaya çıkan konjonktürel avantajları kullanarak bu defa, 
Ermenistan üzerinden Kafkasya’ya sızmayı deneyecekleri değerlendirilmektedir. Bu nasıl yapılabilir? Önce Ermenistan’ı ve Ermenileri tanıyalım. 
Ermeniler dünya çapında tanınan özgün bir ırktır. Avrupa ve Amerika’da kültür, sanat ve bilim alanındaki başarıları ile yaşadıkları ülkelerin 
toplumsal yapısını etkilemişlerdir. Yahudiler ve Rumlardan sonra belirli bir politik ve kültürel güce sahip diasporası olan üçüncü bir topluluktur. 
3.2 milyon nüfusa sahip resmi Ermenistan’a gelince, sadece BM’lere kayıtlı bir devlet olma statüsü dışında hiçbir gücü yoktur. Sınırlarını Rus 
askerleri korumakta, nükleer elektrik reaktörünü Ruslar çalıştırmakta, ekonomisi ve ticareti tamamen Ruslar tarafından kontrol edilmektedir. 

Yani kâğıt üzerinde sanal bir ülke görünümü vermektedir. Ancak yukarıda açıklanmaya çalışılan hâlihazır durum ve Ukrayna krizinin statik bir 
durum kazanması nedeniyle yaklaşık 30 bin km. karelik bu küçük ülkeyi jeostratejik açıdan önemli bir konuma yükseltmiştir. Bu bağlamda 
öncelikle bu ülkenin her yönden Rusya’nın kontrol ve boyunduruğundan kurtarılması gerekmektedir. Bunun ilk basamağı, Türkiye-Ermenistan 
sınırının iki ülkenin mutabakatı ile açılmasıdır. İkinci basamak, Azerbaycan-Ermenistan anlaşmazlığını sona erdirerek, aynı yoldan Azerbaycan’ı da 
teritoriyal olarak Batı’ya bağlamaktır. Buna paralel olarak ABD ve Batı’nın mutlaka yapınası gereken en önemli husus, her iki ülkenin de savunma 
ve güvenliğini garanti etmektir. Bu gerçekleştiği takdirde, Gürcistan da bu ülke öbeğine dâhil edilecek ve Güney Kafkasya’da Rusya’ya karşı bir 
ittifak kuşağı oluşturulmuş olacaktır. Rusya’nın en büyük endişe ve korkusu budur. Putin’in Çanakkale’deki kutlamalar yerine neden Erivan’a 
gittiğinin cevabı buradadır. Ayrıca Çarlık Rusya’sının sonunu getiren Türklerin Çanakkale Zaferi törenlerine katılmakla, kendi tarihine karşı 
saygısızlık ettiğini de düşünmüş olabilir. ABD’nin 3 Mayıs 2015 ‘de yapılacak seçimleri tanımayacağını açıklaması Rusya’ya gözdağı, Azerbaycan’a 
zeytin dalı olarak algılanabilir.[1]

Ukrayna’dan sonra Rusya için Kafkasya daha da önemli hale gelmiştir. Ermenistan üzerinden başlayacak bir çözülme Volga’nın batısına ve Hazar’ın doğusuna kadar ilerleyebilir. Böyle bir radikal değişim Türkmenistan ve Kazak enerji hatlarının Çin yerine Batıya yönelmesi demektir. ABD ve Batı’ya gelince; 2008’de Gürcistan’da yaşanan güvensizlik tekrar edilmemelidir.  Bu arada 2008’den bu yana, Rusya ile stratejik ilişki içinde olan Azerbaycan yönetimine karşı, politik bir dini yapının oluşturulmaya çalışıldığı bilinmektedir. Bu yapının siyasi iktidarı ele geçirmesi halinde Rusya yerine Batı ile stratejik ilişki kuracağı söylenebilir. Rusya’nın Aliyev yönetimi ile stratejik ilişkilerini sürdürmesi son derece hayatidir. Sonuç olarak ABD’nin bu olası stratejik planında Türkiye anahtar ülke konumundadır. Türkiye’nin ABD ve Batı’nın bu stratejisine destek vermesi halinde, Rusya ile olan ilişkilerinin dibe vurması mümkündür. Ermenistan 1915 olaylarının 100. Yıldönümünde Türkiye’ye karşı sert ve uzlaşmaz tutumunu sürdürmesi Kafkaslarda başka olası stratejileri akla getirmektedir. Türkiye Ermenistan ile uzlaşmayı reddederse, dünya çapında toprak ve tazminat talepleri ile siyasi olarak büyük bir baskı altına alınarak uzlaşmaya zorlanacaktır.  Buradan da bir netice alınamadığı durumda en kötü senaryo olarak, Türkiye anılan bölgede bir iç çatışmaya maruz kalabilir. Türkiye ve Rusya bölgede iki kaybeden durumuna düşmekten kaçınmalıdır. Rusya’ya en önemli stratejik öneri, Azerbaycan- Ermenistan sorununu her iki tarafı da tatmin edecek şekilde süratle çözmek, bölgedeki siyasi ve askeri tehdit algısı yerine ekonomik ve ticari işbirliğini geliştirmektir. Türkiye’ye olan öneriye 
gelince, Ermenistan ile olan ilişkilerinde Azerbaycan faktörünü bir kenara bırakarak koşulsuz olarak sınırını açmaktır. Gerisini zaman halledecektir. 

Türkiye’nin, Doğu Akdeniz çanağındaki enerji denklemi dışında bırakıldığı bir dönemde Kafkaslardaki gerilimi azaltması uygun olacaktır.

2015 Mayıs., İzmir

http://www.tasam.org/tr-TR/Icerik/17504/soykirim_bahane_amac_kafkasyaya_sizmak

..