BARZANİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
BARZANİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Aralık 2017 Cumartesi

Türkiye, ABD, İran ve Barzanistan

Türkiye, ABD, İran ve Barzanistan 


21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü                        
Orta Doğu ve Afrika Araştırmaları Merkezi
19 Ağustos 2014 Salı

Türkiye, ABD, İran ve Barzanistan 
Şanlı Bahadır Koç 



Olur da Barzani bağımsızlık düğmesine basarsa artık AKP’nin ve onu 
destekleyenlerin  “Kürt politikamızın” başarılıymış gibi davranmaya devam etmesi güçleşecektir. Bir Kürt devleti Türkiye'ye ne yapar? Şu anda Barzani ile 
"aramızın iyi olması" onlarca yıllık önemdeki böyle bir meselede karar alırken 
tek başına belirleyici bir faktör olmamalıdır. Kürt devletinin sorun ve hatta 
ciddi bir tehdit olması için Türkiye toprakları üzerinde hak iddia etmesi 
gerekmez. Bu devlet sadece varlığı, yaratacağı emsal ve çekim gücü ile PKK başta olmak üzere Kürt siyasi hareketinin muhayyile, hesap ve pazarlık pozisyonu üzerinde tehlikeli etkiler yapacaktır.  

Irak’tan kopacak bir Kürt devletine “izin vermek,” destek olmak ve hatta onu 
bazı durumlarda korumak karşılığında Ankara olarak Barzani’den;

1) Türkiye toprakları üzerinde hak iddia etmeyeceği, Türkiye’nin içişlerine 
hiçbir şekilde karışmayacağı,

2) topraklarında PKK varlığına ve onun propaganda, lojistik ve adam devşirme 
gibi faaliyetlerine kesinlikle izin vermeyeceği, hemen değilse bile belli bir 
süre sonunda bölgeyi terketmeyen PKKlıları yakalayarak Türkiye’ye teslim 
edeceği, bazı olağanüstü durumlarda Türkiye’nin PKK’ya yönelik askeri 
operasyonuna izin vereceği,  

3) Türkmenlere “iyi davranacağı” ve onlara çoğunluk oldukları bölgelerde otonomi vereceği ve Ankara’nın bu konuda garantörlüğünü kabul edeceği ve Türkmen bölgesinin petrol gelirinden nüfusu oranında pay alacağı,  eğer dahil olursa Kerkük’ün yeni devlet içinde özel statü sahibi olacağı,

4) yeni devletin Kürt petrolünü dünyaya Türkiye üzerinden pazarlayacağı, bu 
petrolde isterse Türkiye’nin önceliği olacağı, belki Türkiye’ye avantajlı fiyattan petrol değilse bile gaz vereceği,

5) topraklarında üçüncü ülkelerin üslerine yer vermeyeceği,

6) tüketim malları, yatırım, bankacılık, enerji gibi konularda Türk firmalarına 
ayrıcalık vereceği, dış ticaretini Türkiye üzerinden yapacağı gibi konularda 
sözlü ve yazılı garantiler istenebilir ve belki alınabilir de, ama bunların 
bağlayıcılığı ve güvenilirliği ne kadar olur? 

Zamanla Kürtlerin Türkiye’ye olan bağımlılıklarını hafifletmeyeceklerinden ve ona alternatifler bulmayacakların dan emin olunamaz.  
Örneğin, bu yeni Kürt devleti zaman içinde bölgede dengeler ve güvenlik durumu değiştiğinde petrolü Akdeniz’e Suriye üzerinden çıkarmak isteyebilir ve bunda başarılı olursa Ankara’ya verdiği yukarıdaki türden taahhüt ve garantilere bağlı kalmak konusunda daha az istekli hale gelebilir.  

Türkiye güçlü olduğunda bile bunu stratejik olarak “nakde çevirmekte” çok 
başarılı olamayan bir devlettir. Barzani yönetimi ile güç, büyüklük, alternatif 
ve leveraj farklarından kaynaklanan Türkiye lehine asimetrik durum pratikte 
somut kalıcı ve bağlayıcı avantajlara çevrilememiştir. Türkiye’nin K. Irak 
yönetimi ve kurulursa bağımsız devleti üzerindeki etkisi ve leverajı sınırsız 
olmayacaktır. Kaldı ki, Barzani ve Talabani birçok açıdan Ankara’ya ihtiyaç 
duydukları dönemlerde bile Türkiye’deki Kürt meselesi ile ilgili rahatsız edici 
söylem ve uygulamalarda bulunmaktan kaçınmamışlardı. PKK’yı kendi egemenlikleri ve liderliklerine tehdit ve alternatif görmelerine rağmen Kürtler arasındaki siyaset ve iletişimin geldiği nokta itibariyle ona karşı askeri güç kullanmaları artık kolay değildir. Türk sermayesi, boru hatları, enerji pazarı, tüketim malları, gayrı resmi “güvenlik garantisi” gibi şeylere olan ihtiyaç ve hatta bağımlılıklarına bel bağlayarak orada bir Kürt devleti kurulmasının bize zarar vermeyeceğini düşünmek aşırı iyimserlik olur. Barzani ve Talabani ve partileri birçok açıdan problemli liderler olsalar bile Türkiye açısından temel sorun niyetleri, karakterleri ve hatta uygulayacakları politika değil yaratacakları 
emsaldir. Kürt devletinin Türkiye için yaratacağı menfi etkiler dolaylı, 
gecikmeli, yavaş, kademeli ve ilk başta muğlak olacak ve “derinlerden gelecek” 
olmakla beraber bu nedenle daha az gerçek ve daha az önemli olmayacaktır.   

Barzani ile PKK arasında hep bir şüphe, rekabet ve gerilim olacaksa da bu durum ikisi arasında taktik nedenlerle veya "Kürt kamuoyunun baskısı" yüzünden iletişim, işbirliği ve dayanışma olmayacağı anlamına gelmemektedir. Kısa vadede mesela IŞİD ile peşmergeler arasında yaşanabilecek çatışmalara PKK‘nın Barzani yanında katılması bu iki aktör arasında önemli bir emsal ve "duygusal bağ" yaratabilir. Bu tür intra-Kürdist dayanışma örnekleri gelecekte pan-Kürdist dinamiklerin temelini oluşturabilir. Bu tecrübe ve duygular, tepedeki farklılıklar ve güvensizliklere rağmen ileride PKK'ya karşı Kürt bölgesinden popüler düzeyde maddi ve duygusal desteğin eksik olmayacağını düşündürtebilir. 

Son yıllarda "sınırların açılmasıyla" Kürtler arasında iletişim kanalları açılmış, iki ülkenin Kürtleri birbirlerini daha iyi tanımaya başlamıştır. Milliyetçilik ve kendi devletine sahip olma isteği bazen lider ve halklara rasyonel olmayan şeyler yaptırabilir ama yine de Barzani’nin sınırsız olmayan petrol gelirini Türkiye’deki Kürtlerle paylaşmak zorunda olacağı büyük bir Kürdistan’ı istediğini düşünmek doğru olmayabilir. Barzani muhtemelen “Türkiye’deki Kürtler” kartını Ankara’nın kendisine yönelik yaklaşım ve politikasını istediği kıvama sokmanın bir aracı olarak görmektedir. Ama Barzani zenginliğini diğer Kürtlerle paylaşmak istemese bile iç ve Kürtler arası meşruiyeti sağlamak ve PKK’dan kendini sakınmak için “koruma parası” vermek zorunda kalabilir, ki belki zaten şimdi bile veriyordur.

Son dönemde Batı ve hatta Türk kamuoyunda K. Irak yönetimi ile ilgili  sempatik yayınların arttığı görülmektedir. K. Irak yönetiminin başta Türkmenler olmak üzere azınlıklara yönelik karnesi Orta Doğu’nun genelinin altında değildir ama çok üstünde de değildir. “Kürdistan’ın ekonomik başarısı” denen şey de aslında büyük ölçüde Bağdat’tan gelen petrol gelirinin önce KDP ve KYB elitleri arasında paylaşılması ve sonra altyapı harcamalarına yönlendirilmesinden ibarettir. 
Bölgede üretim anlamında önemli bir ilerleme olduğu söylenemez. Yaşanan 
“patlama” büyük ölçüde gayrı-menkul, tüketim malları ithalatı, kısmen Irak’ın 
geri kalanından gelen turizm ve huzur arayan Iraklı sermaye akışı ve esas olarak ilerideki petrol gelirinin yaratacağı düşünülen zenginlik beklentisi üzerine 
bina edilmiştir ve birçok açıdan hadi sanal demeyelim ama kırılgandır. 
K. Irak’ta rüşvet, ahbap-çavuş ilişkilerinin boyutu, başta Barzani olmak üzere bazı ailelerin ekonomik hayattaki hakimiyeti zaten bilinen şeylerdir. Son olarak 
bazen hakkında methiyeler çizilen peşmerge kuvvetlerinin konvansiyonel bir 
askeri çatışmada, elbette karşısındaki rakibe göre değişmekle beraber, çok 
etkili bir performansı olamayabileceği düşünülmelidir. Ancak Iraklı Kürtlerin 
ülkenin geri kalanıyla arasında önemli siyasi, ekonomik ve belki de en önemlisi 
duygusal kopuşlar yaşandığı ise açıktır. Arapça bilen genç Kürtlerin oranı 
yüksek değildir. Bazı kesimlerde ve siyasi elitler arasında daha çok KYB 
kesiminde bağımsızlık yönünde adım atılırsa bunun yol açabileceği zorluklarla 
ilgili endişeler olsa da, duygusal anlamda bağımsızlık yönünde güçlü bir halk 
desteği olduğu da görülmektedir.

Dış politikada neyin büyük, derin, kalıcı ve acil olduğunu sezmek çok önemlidir. 
IŞİD tehlikesini hem içerik ve doğa, hem büyüklük hem de süre (kalıcılık) 
açısından abartmak bizi başta Kürtler olmak üzere değişik aktörlere aslında 
vermemiz gerekmeyen (vermemememiz gereken) ödünler vermeye yönlendirebilir. 

“IŞİD çıktı o zaman tampon olarak Kürt devleti kurulsun” diyenler cahil, aptal 
veya şaşkın değillerse bizi öyle zannediyor olmalılar. “Kim daha ‘kötü’ ise o 
aynı zamanda daha büyük tehdittir” diye düşünmek doğru olmayabilir. IŞİD kalıcı olduğu şüpheli, etrafında onu boğmak için hazır bekleyen dolu düşmanı olan, Sünniler arasında bile uzun va hatta orta vadede destek bulması güç, metotları nedeniyle itici bir örgüt ve tehdittir. Türkiye ve Türklere yönelik eylemlerde bulunmasına karşı tetikte olmak gerekir. Ama IŞİD nedeniyle Kürt devletine razı olmak eve giren fare nedeniyle onu paldır küldür ucuza satmaya benzer. 

Barzani’nin Türkiye’nin Kürt devletine karşı çıkmayacağı ve bunu engellemeye 
çalışmayacağı şeklindeki açıklamaları Ankara’nın bir caydırıcılık başarısızlığıdır 
ve bu vahim durum muğlak ve kuru Dışişleri açıklamalarıyla tamir edilemez. Barzani Türkiye'nin söylem, vücud dili, sessizlik, vurgu, eğilim, mevcut ve geçmiş tatbikat ve inandırıcılığını tarttıktan sonra, birçok başkaları gibi, Ankara‘nın Kürt devletini aktif olarak engelemeyeceği sonucuna varmıştır. 

Hüseyin Çelik’in Financial Times’a Başbakan’a rağmen değilse bile 
ondan habersiz ve izinsiz yapıldığını düşündüğümüz açıklamaları da Ankara’nın bu konudaki kafa karışıklığı ve stratejik berraklık yokluğu ile mesaj disiplini, 
koordinasyon, konsantrasyon ve liderlik zaafının boyutlarını ortaya koymuştur. 
Aslında Çelik’in açıklamaları yüksek düzeyde, açık bir şekilde ve tekrar tekrar 
yalanlansa ve düzeltilse bir fırsata çevrilebilirdi ama Erdoğan’ın dikkat 
eksikliği, seçim endişeleri, girdiği angajmanlar ve partideki Kürt grubuna tam 
hakim olamaması gibi faktörler bu oldu-bittiyi mümkün kılmıştır.

Türkiye’deki liberal-İslamcı-solcu kesimlerde kısmen PKK’yı da içerecek şekilde 
Kürt aktörlere karşı genel bir sempati, kayırma, destek ve avukatlık eğilimi ve 
suçluluk kompleksi olduğunu söylemek haksızlık olmayabilir. Kürt siyasetçilerin 
Türkiye genelinde ve özellikle AKP içinde nüfus ve oy oranlarını aşan derecede 
bir etkiye sahip olduklarını iddia etmek de yanlış olmayabilir. 

Türk sol-liberaller ve bazı İslamcılar yıllarca, 
1) Önce Kürt devletinin mümkün olmadığını ve “evham yapmamamızı”, 
2) Bunu engellemeye çalışmak için bir şey yapmak gerekmediğini, 
3) Sonra, belki bu devletin mümkün olduğunu, 
4) Takiben ama bunu engellemenin mümkün olmadığını, ve nihayet bu devletin kurulursa aslında iyi bir şey olacağını iddia etmişlerdir. Eğer sözkonusu olan hayati bir mesele olmasa bu durum komedi olarak görülebilirdi belki ama konunun ehemmiyeti ve ciddiyeti nedeniyle dramatik veya traji-komik ifadeleri daha uygun olabilir.

ABD

Yıllardır üsler, güvenlik garantileri ve petrol ayrıcalıklarını içeren planlar 
çerçevesinde “ABD Irak’ı bölmek istiyor” diye düşünürken Washington şu anda en azından resmi pozisyon olarak ülkenin birliğinin en büyük dış destekçisi olarak görünmektedir. ABD bu amacından vaz mı geçti? “Numara mı yapıyor?” Zaten hiç istememiş miydi? Obama’dan sonra başka bir başkan bunu tekrar ister ve olayları yine oraya doğru iter mi? ABD’nin Irak’ın bölünmesine ve Kürt devletine karşı çıkması için nedenleri, “düşünce balonları” ve mantık silsilesine dair ihtimaller şöyle özetlenebilir:

1) Kürtler bağımsızlık isterse başkaları da ister, bunun sonu olmaz. Ülkede, bölgede, dünyada ayrılıkçılığı tetikleyebilir, her yer ateş topuna döner, petrol akışı olumsuz etkilenir, kaotik ortamda İran’ın etkisi artabilir ve hatta belki Rusya ve Çin’in bölgeye benim aleyhime olacak şekilde girmeleri sözkonusu olabilir,  

2) “Mükemmel sınırlar” yoktur, sınırları değiştirsen de hep mutlu olmayan azınlıklar olacaktır, bunların bir kısmı da eline silah alıp “dağa çıkar”, istikrar gelmez, 

3) “Musul, Kerkük, Bağdat gibi karışık şehirleri oluk oluk kan akmadan, milyonlarca insanı yerinden etmeden nasıl paylaştıracak ve böleceksin?” 

4) “Şiistan’da İran’ın sadece diplomatik değil  ideolojik etkisi artar, İran’ın etkisi ve belki de fiziki varlığı Suudi sınırına dayanır,  Bahreyn’de rejimin düşebilir,” 

5) “Teröristler kaotik, otoritesiz yerlerde oksijen bulur, Sünnistan El Kaide merkezi haline gelir, Ürdün ve Suudi Arabistan’ı tehdit eder,” 

6) “Kürtler bize bağımlı ve yük olur, korumak zorunda kalırız, halbuki biz gereksiz savaş ve taahütlerden kaçınmak istiyoruz” 

7) “’ABD böldü’ derler, ülkeyi işgal ederek bunun yolunu açmış güç olarak tarihe geçeriz, bu da ileride bize terör olarak geri döner,” 

8) “Irak’ı birarada tutmak için tüm umutlar bitmiş değil, IŞİD çok ciddi bir tehdit olmakla beraber “saman alevi gibi parlayıp sönebilir”, ve onu pasifize etmek için bölgede herkesin işbirliği gerekir ama ülkenin bölüneceği algısı olursa kimse kimseyle işbirliği yapmaz ve herkes kendi başının derdine düşer ve 
yangından ne kurtarırsa kar diye düşünmeye başlayabilir,”  

9) “Kürt devletine komşular izin vermez, abluka altına alırlar, Kürtleri koruyacağım diye NATO üyesi Türkiye dahil onlarla aramı bozamam,” 

10) “Bölünecekse bile ben bölmüş gibi görünmeyeyim, bu yönde istekli gibi görünürsem Türkler endişeleniyor. İyisi mi, karşıymış gibi duralım da Ankara iyice bir kıvama gelsin,”  

11) “Bölünecekse bile benim başkanlık dönemimde bölünmesin”, yaşanacak kanlı olma ihtimali çok yüksek o buhranlı dönemle uğraşmak zorunda kalmayayım, tarihe Irak’ı bölen başkan olarak geçmeyeyim”, 

12) “Belki bölünecek ama daha zamanı gelmedi, Kürtler de acele ederek krizden istifade Kerkük’ü falan ele geçirerek ve oldu-bitti referandum ve bağımsızlık kararlarıyla fırsatçı durumuna düşerek hata yapıyorlar, sonuçta bu coğrafyada yaşayacaklar, İsrail gibi kendileri hakkında ne düşünüldüğü ve hissedildiğini dikkate almama lüksleri olacak kadar güçlü de değiller,” 

13) Bölünme dışında hala daha iyi alternatifler var, gevşek federalizm gibi, bunlardan daha ümit çıkmadı, 

14) “Irak istikrara kavuşursa orta ve uzun vadede çok önemli bir petrol üreticisi ve pazar olacak, bu ülkeyi birarada tutmak ve onunla özel ilişki geliştirmek en iyisi ve burada yaptığımız muazzam siyasi ve askeri yatırım ve harcamaların ve ödediğimiz bedellerin boşuna olmaması için tek çare bu,” 

15) “Irak’ta kaos ve bölünme İran ile nükleer anlaşma ihtimalini zayıflatır, Tahran bölünmenin ABD oyunu olduğunu düşünerek nükleer alanda ödün vermekten uzaklaşabilir.” 

16) “Şimdi Kürt devletine karşı çıkayım, ileride ortam değiştiğinde, petrol şirketlerine verilecek ayrıcalıklar, askeri üsler, ticaret anlaşmaları gibi adımlar karşılığında pozisyonumu değiştiririm.”

İRAN

İsrail ve ABD ile sıcak ilişkileri olan, korunmak için onlara muhtaç olan ve 
belki üs veren, Sünni karakterli ve İran’a temel bir bağımlılığı olmayan bir 
Kürt devleti, İran içindeki Kürtlere yönelik de daha ilgili ve sorun yaratıcı 
olabilir. İran ideal olarak Irak’taki Şii çoğunluk üzerinden bu ülkenin tamamı 
üzerinde etkili olmayı tercih eder ama Irak bölünürse de hem etrafındaki Sünni 
ülkeler, hem Irak’tan kopacak Sünnistan’a karşı Tahran’a daha çok ihtiyaç 
duyacak  “Şiistan” üzerindeki etkisini arttırabileceği için durumdan tamamen 
mutsuz olmayabilir. Ama acaba İran bu Şiistan’a gerektiği kadar yardım 
edebilecek midir? Bir Kürt devleti kurulursa da bunun içindeki KYB unsuru 
üzerindeki İran etkisi aynı derecede devam eder mi ve belki de daha önemlisi bu Kürt devletinde giderek zayıflayan KYB damarının gücü ne kadar olacak? Tahran’ın Kürt devletini engellemek, canını yakmak ve onu etkilemek için direk askeri müdahale değilse de, istikrarsızlaştırma ve Türkiye’den daha az derecede olmakla beraber izolasyon gibi bazı kartları olduğu söylenebilir. İran yıllarca bir Kürt devletinin sahip olduğu Kürt nüfusun büyüklüğü ve daha radikal ve örgütlü oluşu nedeniyle esas olarak Türkiye için tehdit olacağını düşünmüştür. Tahran 
Ankara’nın bu olası Kürt devletine muhalefet etmekte çok istekli oluşundan 
hareketle daha sınırlı, düşük profilli ve esnek bir politika izlemiştir. Ama 
şimdi giderek Ankara’nın Kürt devletine muhalefeti zayıflar gibi görünürken 
İran’ın daha tedirgin olmaya başladığı görülmektedir. Kürt devletine karşı 
koymakta derece ve aciliyet açısından eşit derecede olmasa da önemli çıkarları 
olan bu iki devletin bu yönde işbirliği, iş bölümü, koordinasyon ve külfetlerin 
paylaşımı konusunda daha başarılı olması gerekirdi.   

SONUÇ

K. Irak’ta bir Kürt devleti kurulmasına karşı değişik kesimler olaya şu 
şekillerde yaklaşabilir: 
1) “Bu hayati derecede tehlikeli bir gelişmedir ve engellemek için (hemen) herşey yapılmalıdır.” 
2) “Böyle bir gelişme Türkiye için problemler yaratır ama Orta Doğu politikamızı sadece bu konuya endekslemek doğru olmaz.” 
3) “Bir Kürt devletinin Türkiye için risk ve tehdit olup olmayacağı belli değildir, “heyecan yapmaya gerek yok, akışına bırak.” 
4) “Kürt devleti bir tehdit ve risk değil fırsattır.” Bizceyse, Iraklı Kürtlerin başka şartlarda anlaşılabilir ve sempati duyulabilir bağımsızlık istekleri Türkiye için önemli bir risk, problem ve tehdittir. Bu durum Iraklı Kürtlerin niyet, güç, söylem ve uygulamalarından etkilenebilir ama ondan bağımsız boyutları da vardır.

Uluslararası ilişkiler matematik değildir ve birçok konuda kesin tahminde 
bulunmak doğru değildir, "özellikle de gelecek hakkında". Ama Irak'tan kopan bir Kürt devletinin Türkiye'deki radikal Kürtlerin ve PKK'nın istek, talep, 
beklenti, ihtiras, amaç, heyecan, seferberlik ve birliklerini ciddi şekilde 
arttıracağı o kadar açıktır ki, asıl bunun aksini iddia eden ya da 
uygulamalarıyla bunun tersini düşündükleri intibaını verenlerin bu pozisyon ve 
politikalarının ardındaki varsayım, mantık, bilgi ve düşünce silsilesini ortaya 
koymaları ve savunmaları gerekir. Bazı şeyler "eski moda", "yorgun," "yıpranmış" 

ve tekrarlana tekrarlana bıkkınlık vermiş ama aynı zamanda gerçek ve hayati 
derecede önemli olabilirler. Bir Kürt devletinin Türkiye için hem çok büyük hem 
de ucu belirsiz riskler yaratacağı gerçeği de bunlardan biridir. Bölgede son 
yıllarda yaşananlar göstermiştir ki bir ülke için belki de en büyük tehdit iç 
savaştır ve Irak’tan kopan bir Kürdistan Türkiye için bu ihtimali belirgin 
derecede arttırabilir. Irak’ta bir Kürt devleti kurulduktan sonra Türkiye’deki 
radikal Kürtleri ve PKK’yı makul adımlarla tatmin etmek çok daha zor olur.Kürt 
devletini engellemek Ankara'nın en önemli dış politika meselesi olmalıydı ama 
sanki bu "tam zamanlı gerçek bir iş" değil de hobi ve hatta bir angarya gibi 
görülmüştür. Kürt milliyetçiliğinin “ötekisi” Türkiye olmamalıdır. Çünkü bu 
durum Türkiye’deki Kürtlerin huzur, devletine duyduğu bağlılık ve muhabbete 
olumsuz etki yapabilir. Ama bunu söylemek Irak’ta kurulacak bir Kürt devletinden Türkiye’nin endişe edecek bir şey olmadığı, o Kürt devleti ile ortak olursak Türkiye’deki ayrılıkçılığın da ortadan kalkacağı veya en azından zayıflayacağı anlamına gelmez.

Erdogan Kürtlerle pazarlık ve onlarda yaratılan gerçekçi olmayan sağlıksız 
beklentilerle "teneke kutuyu sürekli aşağıya doğru tekmelemekte" ve sanki 
bunların ödeme vakti hiç gelmeyecek gibi davranmaktadır. Ama “stratejik kredi 
kart borcunu sürekli başka kartlarla ödeyerek" yaşanamaz. 
Erdoğan muhtemelen Kürt konusunda oynadığı oyunun ne kadar tehlikeli ve sorumsuzca olduğunun farkında değildir. Kürtlerle petrol anlaşması, ticaret, Maliki’nin hata ve kabalıkları, Barzani ile “özel ilişki”, Iraklı Kürt liderin Türkiye’deki bir kısım Kürt seçmen üzerinde olduğu düşünülen etkisi, parti içindeki Kürt lobisi, partinin seçmen tabanındaki Kürt oylar, açılım sürecinin önce mimarı sonra esiri olmak, ardı ardına gelen seçimler ve muhalefetin etkisizliği onu mevcut sürdürülemez noktaya getirmiştir.  

Erdoğan devletin önemli bir kısmını Cemaat‘e teslim ettikten sonra durumu yarı 
toparlamıştır ve bu mücadelesinin nihai sonucu henüz belli değildir. Ama 
Irak‘tan kopacak bir Kürt devletinin Türkiye'nln içinde belki hemen belki zaman 
içinde yaratacağı türbülans toparlanabilecek türden olmayacaktır. Bu 
başarısızlığın felaket boyutunda olabilecek sonuçları zaman içinde ortaya 
çıkabilecek olsa bile sorumluların "zaman aşımından”, nedenler ve sonuçlar 
zincirinin birbirine karışmasından ya da insanların hafızasının zayıflığından 
medet ummaları ve istifade etmelerine izin verilmemelidir. Bu potansiyel 
felaketin sorumluları şimdiye kazandıkları gerçek veya sözde başarı, şan ve 
şöhretin onları tarihin acımasız hükmünden koruyamayacağını anlamalıdırlar. 
Tarih mazeretleri, bahaneleri, "iyi niyetleri", şanssızlıkları, vs değil 
kriminal derecedeki  sorumsuzluk ve başarısızlıkları dikkate alacaktır.

Türkiye’de PKK’nın kazandığı mevziler ve Irak’tan kopacak bir Kürt devletinin 
ciddi ihtimal haline gelmesi başka şeylerin yanında siyasi hayatımızda Türk 
milliyetçi kadro, söylem, destek ve örgütlenmelerin zayıflaması, yetersizliği ve 
etkisizliği ile de ilgilidir. PKK konusunda bu kadar ödünler veren ve Barzani’ye 
yeşil değilse bile sarı ışık yakan bir Erdoğan’ın normal koşullarda seçimlerde 
bu kadar süre bu kadar destek almaya devam etmemesi gerekirdi. Milliyetçi 
kadroların diğer konulardaki yetersizliği onları doğru noktada durdukları 
konularda bile etkisiz olmaya götürmüştür. Şöyle söyleyelim, milliyetçi kadrolar 
eğitim, sağlık ve ekonomi gibi konularda dört başı mamur değilse bile ilgi çeken 
ve güven veren politika, kadro, söylem ve imaj üretebilmiş olsalar AKP Kürt 
meselesinde bugünkü kadar riskli ve maliyetli adımları atacak duruma gelemezdi. 


Uzman Hakkında

Şanlı Bahadır Koç
Amerika Araştırmaları Merkezi
ajp1914@yahoo.com

Uzmanın Diğer Yazıları

  Türkiye PKK ve PYD’ye Ne Yapmalı?  
  Kuzey Suriye’de İmarlı Kelepir Kantonlar: PYD ile Modus Vivendi Nasıl Olmalı?  
  Türkiye-İran-Suudi Arabistan Üçgeninde Rekabet ve İşbirliği 
  PKK’yla Silahlı Mücadele ve “Süreç”: Zorunlu Hareketler, Artistik Hareketler 
  Türkiye, ABD, İran ve Barzanistan  
  Stratejik Dehlizlerde Derinlik Sarhoşluğu: Bir AKP Dış Politikası Eleştirisi  
  Ukrayna Krizi: ABD Hegemonyasının Sonunun Başlangıcının Sonu?  
  ABD’nin Orta Doğu’dan “Doğum İzni”  
  Bin Ladin’in Öldürülmesi Üzerine 15 Kısa Not 
  Türkiye Beşar’a Ne Demeli? Suriye'de “52 Cuma” Reformsuz Geçmez 
  Amerika-Sonrası Dünyanın İlk Krizi: Libya 
  Türkiye Libya’da Ne Yapmalı? 
  Bahreyn’e Suudi Müdahalesi 
  “Demokratikleştiremediklerimizden misiniz?”: 
   Orta Doğu’daki Değişim Dalgasının 
  Neden, Şekil ve Olası Sonuçları 
  Enerji ve Güvenliği Üzerine Notlar 
  Arşivden - Ermeni Tasarısına Karşılık ABD’ye Niye ve Nasıl Sert Karşılık 
  Vermeli? 
  Çay Partisi: "İki Ucu Keskin Kılıç" 
  Ara Seçimlerin ABD Dış Siyasetine Muhtemel Etkileri 
  Füze Savunması Üzerine 20 Soru ve 5 Seçenek 
  Obama Ekibinde Yaprak Dökümü - Beyaz Saray’dan Kaçış mı? 
  Alon Liel: "Erdoğan Kürt Devletine (Eyaletine) Hazır" 
  Mullen’ın Ankara Ziyareti 
  Financial Times Haberinin Türk-Amerikan İlişkileri Üzerine Düşündürttükleri 
  Bay Netanyahu Washington’a Gitti: Böyle mi Olacaktı, Obama? 
  Rus Casusluk Olayı: "John Le Carre mi, Austin Powers mı?" 
  “Mahalleye Hoş Geldin”:Türkiye’nin Orta Doğu’da İlk Günü - Prof. Dr. Ümit 
  ÖZDAĞ 
  Nükleer Takas: Müttefiklerimiz Yenildiği İçin Biz de Yenik mi Sayılacağız? 
  İSRAİL-ABD GERİLİMİNİN ESAS NEDENİ “İRAN MESELESİ” Mİ? 
  ABD Irak’tan Çekilirken Riskler ve Hesaplar 
  OBAMA ORTA DOĞU BARIŞI KONUSUNDA ŞEREFLİ MAĞLUBİYETTEN FAZLASINI İSTİYORSA 
  Obama’nın Nükleer Cazibe Taarruzu: Bardağın Üçte Biri Dolu 
  ABD-İsrail İlişkilerinde “Tektonik Kayma” mı? 
  Orta Doğu Barış Süreci ve ABD: “Yanlış Giden Neydi?” 
  Irak Seçimleri: Sonun Başlangıcı, Başlangıcın Sonu 
  ERMENİ KARAR TASARISI ÜZERİNE NOTLAR, YORUMLAR VE ÖNERİLER 


***

2 Aralık 2017 Cumartesi

KÜRT AÇILIMI GELECEĞİ

KÜRT AÇILIMI GELECEĞİ


Kürt Açılımının Gelecegi 
Prof. Dr. Ümit Özdağ*



ABD'nin 2003'de Irak'ı işgal ederken plânı Irak'ın kuzeyinde Türkiye'nin kabullenmek zorunda kalacagı bagımsız bir Kürt devleti kurmaktı Washington, aynı süreçte AB dinamiklerinin de zorlaması ile Türkiye'nin federal bir yapıya dönüştürülmesini arzu etmekteydi. Ancak, işgal sürecinde ABD'nin öngöremediği gelişmeler olmuştur. İran, 2002-2009 sürecini en akıllıca kullanan ülke olmuş., hırslı nükleer güç politikasını önemli bir aşamaya taşımıştır, Irak'ta en güçlü ülke haline gelmiştir. 

Rusya, politik, ekonomik ve askeri anlamda yeniden yapılanmı. ve dünya politikasına çok kutupluluğun işaretini verecek şekilde dönmüştür. Çin de kalkınmasını büyük bir hızla sürdürerek ve ABD'nin borçlarını finanse eden ülke olmuştur. Latin Amerika, ABD'nin arka bahçesi olmaktan çıkmış, birçok ülkede ABD karşıtı solcu iktidarlar göreve gelmiştir. Bu gelişmeler çok kutupluluğun önünü açmıştır. Bunlara küresel ekonomik krizin eklenmesi ve Amerikan ekonomisinin aldıgı aşırı darbe, Irak'ta parçalanma sürecinin ertelemesine yol açmıştır. 

Obama'nın Rusya, Kafkasya, Orta Asya, Pakistan-Afganistan eksenlerindeki politikaları için nispeten istikrarlı bir Türkiye'ye ihtiyacı vardır. 
ABD aynı zamanda Ankara'nın Irak'ta Araplarla Kürtler arasında, ABD'nin çekilmesinden  sonra çıkacak bir iç savaşta Türkiye'nin Araplarla ittifak yapmasını engellemeye ve Kürtlere destek vermesini sağlamaya çalışmaktadır. 

Bu amaçla, Washington iki adımlı bir strateji izlemiştir. 

Birinci adım, 

Türkiye ile K. Irak arasında ilişkilerin düzenlenmesi ve 

İkinci adım ise 

PKK'nyn Türkiye'ye dönüşünün sağlanmasıdır. Birinci adım ise Türkiye ile K. Irak Yönetimi arasynda Ekim-Kasım-Aralık 2008'de gerçekleşen yoğun temaslar sırasında atılmyştır. 

İkinci adımı AKP hükümeti “ Kürt Sorununun ” çözümünü hedefleyen bir çözüm paketi üzerinde çalışmaya başlayarak atmıştır. 

Ocak 2009'da Kırmançça TRT 6 yayınının başlaması ile Kürt Açılımının ilk önemli adımı atılmıştır.
 A.Gül, 2009 başında devlet kurumlarında ilk kez çözüm   konusunda uyum olduğunu ifade etmiştir. AKP hükümeti, çözüm paketi için İçişleri Bakanlığını görevlendirmiştir. İçişleri Bakanlığı değişik kurum, kurulş ve kişilerle görüşerek, bir çözüm paketi üzerinde çalışmıştır. 

İç İşleri Bakanı Beşir Atalay, 29 Temmuz 2009'da üzerinde çalışılan paketin içeriği konusunda herhangi bir bilgi vermeden, çalışma sürecinin yöntemi üzerinde durmuş ve paket üzerinde TBMM'nin Eylül 2009'da çalışmalara başlamasından sonra da çalışılmaya devam edileceğini açıklamıştır.

Ancak devam eden “ Kürt ” açılımını 2008 yılında gerçekleşen “ K. Irak ” açılımı ve her iki “açılım” politikaları arkasındaki dinamikleri anlamadan doğru tahlil 
etmemiz mümkün değildir. Bundan dolayı, bu çalışma, K. Irak açılımının tahlili ile başlayacaktır. AKP'nin K. Irak Açılımı ya da ABD ile “ Büyük Pazarlık ” “Kürt Açılımı” politikasının arkasında ABD'nin K. Irak'tan çekilmek üzere olmasının yarattığı dinamikler bulunmaktadır. Türkiye'nin kabul etmeye zorlandığı proje 2005'ten bu yana üzerinde “ Büyük Pazarlık ” adı verilen bir projedir. ABD'nin Irak'tan çekilmesi sonrasynda Araplarla Kürtler arasında iç savaş başlayacağı ya da yüksek bir gerilim yaşanacağı Washington tarafından ön görülmüştür. Washington, Amerikan desteği ile kurulan Kürt Yönetiminin Ankara ile Bağdat arasynda kurulacak ittifak arasında kalarak ezilmemesi ve varlığını sürdürmesini Türkiye'nin Kürt Yönetimine destek vermesine bağlı olduğunu görmüştür. 

ABD, Türkiye'nin K. Irak Yönetiminin varlıgını kollayıcı, Kerkük-Ceyhan petrol boru hattını açık tutan bir politika izlemesinin ön şartlarını hazırlamak için 2005'den bu yana değişik girişimlerde bulunmuştur. Bu çerçevede Türkiye'nin K. Irak Yönetimine desteklemesi karşılığında PKK'nın etkisizleştirilmesi için Türkiye ile ABD ve K. Irak Kürt Yönetimi arasında yoğun işbirliği önerilmiştir. 

Türkiye'nin K. Irak'ın varlığını tanıması, ABD'nin çekilmesinden sonra başlaması olası Arap-Kürt savaşında Kürtlerin yanında yer alması ve Güneydoğu Anadolu ile K. Irak arasında ekonomik ve sosyal bir bütünleşmeyi ön gören bu yaklaşıma “ Büyük Pazarlık ” senaryosu denilmektedir. 



Senaryo şu şekilde özetlenmektedir: 

1) Türkiye ve Irak Kürtleri, Kürt bölgesinin Türkiye ile mevcut önemli ilişkilerini kabul eden samimî ve karşılıklı bağımlılığı içeren ilişki üzerinde anlaşacaklardır. 

2) Türkiye, Irak Kürtlerinin ticaret, enerji ve ulaşım konusunda dünyaya açılmalarını sağlayacak, Kürt bölgesi de Türkiye'yi güneydeki Sünnî ülkesi ve Şii ülkesinin yaydığı istikrarsızlıktan koruyacak stratejik bir duvar oluşturacaktır. 

3) Kürt bölgesi PKK'ya tavır alacak ve onun oluşturduğu tehdidi bölgeden uzaklaştıracaktır. PKK, Türkiye ile Irak Kürtleri arasında bir sorun olmaktan çıkacaktır. 

4) Kerkük Kürt bölgesine (mümkünse federal bir Irak'ın parçası olan Kürt bölgesine) başlanacak ancak Kürt bölgesinin başkenti olmayacaktır. 
Türkmenlere özel azınlık hakları verilecektir. Şehrin yönetiminde belirli oranda yönetim hakları olacaktır. 

5) Kerkük bölgesinin doğalgaz ve petrol gelirleri bütün Iraklılar arasında eşit dağıtılacak ve Türkmenlere de gelirlerden belirli bir oran aktarılacaktır. 

6) Irak Kürtleri Türkiye Kürtlerine yönelik yapıcı bir rol üstlenecekler ve Türkiye'nin kendi Kürt yurttaşları ile barış yapmasını sağlayacaklardır. 

7) Zenginleşen K. Irak petrol, doğalgaz, ticaret ve taşımacılık bağları 1 geliştikçe Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin gelişmesine yardımcı olacaktır. 

“Büyük Pazarlık” projesinin ilk amacı, bir Türk-Arap ittifakı ile K. Irak'ın varlığının tehdit edilmesinin engellenmesi, uzun vadeli amacı ise Türkiye'nin Güneydoğu Anadolusu ile K. Irak'ı ekonomik, kültürel, sosyal süreçlerde bütünleştirerek, “Büyük Kürdistan” ın sosyolojik temelinin atılmasıdır. Mayıs 2007'de açıklanan ABD Senatosu İstihbarat Komisyonu raporunda yer alan “Irak ve Türkiye'deki Kürtlerin önemli ölçüde otonomi kazanması, İran'daki 5 milyon Kürt'ün ayrılıkçı hareketlere girişmesini tetiklemesi ya da İranlı Kürtleri ayaklanmaya teşvik etmesi ihtimali İranlı yetkili 2 leri endişelendirebilir” cümlesi ile âdeta Türkiye'de Kürtlerin özerkliğe kavuştuğunu ön kabul olarak görmesi dikkat çekmektedir. Şimdi, “ Büyük Pazarlık ” zemininde başlayan Ankara'nın K. Irak Açılımına dönebiliriz. Türkiye'nin 2008'de “K. Irak Açılımı” Washington'un Ankara ile Erbil arasında, PKK terörünün tırmanmasına göz yumulması da dahil uyguladığı çok boyutlu baskılar nihayet sonuç vermiştir. 2008'e kadar K. Irak Yönetimi ile doğrudan etkili ilişki kurmak düşüncesine muhalefet eden Ankara geri adım atmıştır. K. Irak ile ikili ilişkiler 2008'de büyük bir yoğunluk kazanmıştır. 

Irak Cumhurbaşkan Talabani'nin Mart 2008'de Türkiye ziyaretinde, Türkiye - K. Irak ilişkileri ve PKK meselesi ele alınmıştır. Irak İşlerinden Sorumlu Büyükelçi 
Murat Özçelik, 2008 senesi içinde Irak'ı 6 kez ziyaret etmiş, 14 Ekim 2008'de M. Barzani ile görüşmüştür. 

Ankara, Erbil'den bu geziler sürecinde aşağıdaki beş talepte bulunmuştur: 

a) PKK'nyn Terör örgütü olarak ilân edilmesi, 

b) PKK Kamplarının ve siyasî bürolarının kapatılması, 

c) PKK'nın lojistik desteğinin kesilmesi, 

d) Üst düzey PKK yöneticilerinin Türkiye'ye teslim edilmesi 3 

e) Türkiye ile istihbarat paylaşımı yapılması. 

Türkiye -K. Irak görüşmelerinin başlamasından hemen sonra tesadüf sayılamayacak Şekilde, 17 Kasym 2008'de ABD güçlerinin 2011'e değin Irak'tan 
çekilmesini öngören ABD-Irak Anlaşması imzalanmıştır. 19 Kasım 2008'de Beşir Atalay'ın Bağdat ziyareti sırasında ABD-Türkiye-Irak arasında üçlü komisyon kurulması ve Kuzey Yönetiminin bu heyete katılması kararlaştırılmıştır. Ankara böylece Erbil temsilcilerini Bağdat ile beraber masada4 Muhatap almıştır. 

Türkiye'nin Talepleri, Barzani ve Talabani tarafından beş aşamalı bir plân Şekline sokulmuştur. Plânın aşamaları Şöyledir: 

1) Kandil Dagı'nın etrafında PKK'ya yönelik tecrit güçlendirilecektir. 

2) PKK, Irak'ta Yasadışı Örgüt ( Terör Örgütü diye ) İlân edilecektir. 

3) PKK dışındaki Kürt örgütlerinin katıldığı bir konferans düzenlenecek ve bu konferanstan PKK'ya silah bırakması çağrısı çıkarılacaktır. 

4) Türkiye'de PKK için kısmi af ilan edecektir. 

5) PKK'nın kampları ve büroları kapatılmayacak ancak Kandil'e tecrit uygulanacaktır. Üst düzey yöneticilerin teslimi yerine Kürt Konferansı PKK'ya çağrı da bulunacaktır. 

1996' dan buyana bu alanda tek politika belirleyici olan TSK'nın K. Irak politikalarında etkisi 2008 başında ortadan kalkarken Dışİşleri Bakanlığı ve 
MİT'in etkisi artmıştır. 

4-5 Aralık 2008'de Amerikan Yüksek Düzeyli Savunma Grubu üyeleriyle yapılan toplantılar sonrasında, gerek Amerikalı, gerekse Türk askeri yetkililer, iki ülke arasında PKK'ya karşı işbirliğinin6 Mükemmel seviyede olduğunu belirtmişlerdir. Bu görüşmeleri, Diğerleri 24 Kasım 2008'de Adalet Bakanı Mehmet  Ali Şahin, “ Öcalan bombaları bırakın der ise diğer mahkûmlarla görüşebilir ” açıklamasını yapmıştır. Ayrıca İmralı'ya yeni binaların yapılmaya başlandığıve A. Öcalan'a komşuların yollanacagı açıklanmıştır. 28 Kasym 2008'de Kuzey Yönetimi Petrol Bakanı Erbil'de çıkan petrolün 2009'dan itibaren Bağdat ile koordineli Şekilde Ceyhan'dan ihraç edilmeye başlanacagını bildirilmiştir. Ankara'nın bu ihracı kabul etmesinin karşılyıgında Kuzey Yönetiminden PKK'ya karşı işbirliği sözü aldığı ileri sürülmüştür. 

Bakanlığı Müsteşarı E. Apakan başkanlığındaki bir Türk heyetinin 8 Aralık sonrasında gerçekleşen Washington ziyareti izlemiştir. M. Özçelik'in Irak ve 
Ertuğrul Apakan'ın ABD ziyaretlerinden sonra PKK'ya karşı alınacak önlemler konusunda aşagıdaki hususlarda uzlaşma sağlandığı ileri sürülmüştür; 

a) PKK, Erbil parlamentosunun alacağı karar uyarınca K. Irak'ta siyasî parti, dernek, radyo kuramayacaktır. 

b) K. Irak'ta, Türk-Amerikan ve Kürt istihbarat örgütleri arasındaki işbirliği artırılacaktır. Ortak sorgu ve ortak plânlamalar yapılacaktır. 

c) PKK'ya karşı psikolojik operasyon yürütülecek, PKK'nın K. Irak halkına verdiği zarar anlatılacaktır. 

d) K. Iraklı partilerin PKK'ya destek vermediği halka anlatılacaktır. 

e) Silah byrakan PKK'lılara Türkiye'ye dönme imkanı verilecektir. 

f) PKK'nın çözülmesi durumunda Türkiye BM Mülteciler Yüksek Komiserliği aracılığııla PKK'lıların geri dönüş görüşmelerini başlatacaktır.7 

Talabani, 22 Aralık 2008'de CNN-Türk'te kapsamlı açıklamalar yapmış ve Türkiye ile PKK'ya karşı aşağıda sayılan önlemlerin alınacağını açıklamıştır: 

a) Kürt Yönetimi PKK ile silahlı bir çatışmaya girmeyecektir. 
b) Kürt Yönetiminin PKK'nın Türkiye'ye karşı Irak topraklarının kullanılmaması konusunda anayasal sorumluluğu vardır. 
c) DTP, K. Irak Yönetimi ile PKK'nın Şiddeti sona erdirmesi konusunda mutabıktır. 
d) Kürt grupları PKK'ya bu konuda çağrı yapacaklardır. 
e) PKK iki talebi karşılanırsa terör eylemlerine son verecek, silahları terk edecektir. Bunlar, Türkiye'deki Kürtlerin içinde yaşadığı koşulların iyileştirilmesi 
ve Kürt diline saygı gösterilmesidir. Talabani, ayrıca Türkiye'den PKK'lıları DTP üzerinden muhatap kabul etmesini istemiştir.8 
Erdogan,Talabani'nin bu talebini Ağustos 2009'da yerine getirecektir. 



Talabani, ayrıca “ Kerkük Kürdistan'ın parçasıdır ” görüşünden hiçbir taviz vermediğini ortaya koymuştur.  Ankara'nın K. Irak'tan gelen Kerkük 
açıklamalarına tepki göstermemesi üzerine AKP Hükümetinin Kerkük ve Türkmenler konusunda taviz verdiği konusunda Şüpheler artmıştır. 

Hatta 2007'lerden itibaren Türk bürokrasisinde başlayan “Kerkük'te Kürt denetimi karşılığında Kerkük petrollerinden Türkiye'nin pay alması” tartışmaları da bu tür Şüphelerin güçlenmesine neden olmuştur. 

Talabani'nin açıklamalarına 25 Aralık'ta cevap veren Erdoğan, af konusunda  “Bizim bir eve dönüş yasamız var. 

Önerileri değerlendireceğiz” demiştir. Kısa süre içinde af konusunda 221. md. dışında bir yeni çözüm arayışı üzerinde çalışılmaya başlanmıştır. 

“ Kürt Açılımının ” ilk büyük adımı, Ocak 2009'da TRT 6 adı ile Kırmanıça televizyon yayınının başlamasıyla10 atılmıştır. 
Bugün tartışılan “ Kürt Açılımı” esasen açılımın ikinci adımydır. Çözüm Paketinin Arkasındaki Temel Dinamikler Veya Çözümün Dört Sacayağı 

Bu aşamada PKK üzerinde ABD'nin tetiğini çektiği çok boyutlu baskı artmıştır. Baskı Türkiye üzerinde de uygulanmaktadır. Ankara'ya, “PKK'nın teröre son vermesi ve kendisini lâğvetmesini sağlayacak bir şeyler öner ” denilmektedir. Obama'nın Türkiye ziyaretinde ortaya koyduğu temel talepler Ermenistan ile sorunların halledilmesi, Heybeliada Ruhban Okulu'nun açılması ve Kürt meselesinin çözümüydü. AKP Hükümetinin bu ziyaret sonrasında Obama'nın isteklerini adım adım yerine getirdiği görülmektedir. Ermenistan ile ilişkiler yoğunlaştırıldyıtan ve Heybeliada Ruhban Okulu'nun açılması için alt yapı oluşturulduktan sonra, aynı dış dinamik sürecinin parçası olarak “Kürt Paketi” üzerinde çalyışılmaya başlanmıştır. AKP'nin çözüm paketinin dört sacayağı olduıu görülmektedir. Bunlar, 

a) ABD, Irak ve K. Irak ile sürdürülen dörtlü görüşme süreci, 
b) PKK'ya karşı yeni güvenlik önlemlerinin zeminini oluşturan Güvenlik Müsteşarlıgı 
c) Öcalan/PKK/DTP ile dolaylı temas zemini ve 
d) Demokratik açylım paketidir. 

A. Aşağıda bu Dört Sacayağı incelenecektir. 

a) Dörtlü Görüşme Süreci 

Birinci sac ayağını ABD-Irak- K. Irak ve Türkiye arasında sürdürülen üçlü adı verilmekle beraber esasen dörtlü olan görüşmeler oluşturmaktadır. 

Bu süreç 2008 senesinde büyük bir yoğunluk kazanmıştır. Amerikan güçlerinin Irak'tan çekilmesinden sonra ortaya çıkacak Arap-Kürt geriliminde K. Irak'a karşı Türk-Arap koalisyonunun oluşmasını teşvik edecek Şekilde bir PKK varlıgının K. Irak'ta bulunması oldukça zordur.İkinci neden ise ABD'- nin Türkiye ile K. Irak arasında ekonomik birlikteliğin doğduğunu, K. Irak'ın ekonomik olarak Türkiye'nin bir parçası haline gelirken, Türkiye'nin de Kerkük petrollerinin temsil ettiği zenginlikle eninde sonunda baştan çıkacağını ve Türkiye-K. Irak “birleşmesinin” doğal bir sürece dönüşeceğini düşünürken, K. Irak petrolünün Türkiye üzerinden Akdeniz'e sorunsuz akmasını sağlayacak ortamın gerçekleşmesini arzu etmesidir. 

Irak'ın bu süreçte yer almasının nedeni, Amerikan dayatmasıdır. Irak, Amerikan çekilmesinden sonra K. Irak Yönetimi ile arasında Kerkük, Musul'un bazı bölgeleri ve petrolün paylaşımyı konularından dolayı sert bir gerilim ve muhtemelen çatışmanın yaşanacağının farkındadır. Bu gerilim/çatışma sürecinde Türkiye'nin Bağdat yönetimine verecegi destek yaşamsal bir öneme sahiptir. Bağdat için K. Irak ile Türkiye arasındaki ilişkiler ne kadar yüksek gerilimli olursa K. Irak'a karşı Ankara-Bağdat ilişkileri o kadar iyi olacaktır. Bağdat bu sürecin içinde Şeklen yer almakla beraber, asla sürecin başarıya ulaşması için gerçekten destek olmayacaktır. 

b) K. Irak 

K. Irak Yönetimi ise Araplarla arasının sert bir kırılmaya doğru yaklaştığı bir dönemde Türkiye ile mümkün olduğu kadar yaklaşmak istemektedir. 
Ankara ile Bağdat arasında oluşacak bir ittifak K. Irak için çok bir şey yapmadan da ezici sonuçlar doğurabilir. Ancak KDP/KYB, Türkiye ile yaklaşmanın 
bedeli olarak PKK'nyn tamamen yok edilmesine katkıda bulunmayı asla düşünemezler. Bunun bir nedeni gelecekte PKK'nyn potansiyelini Türkiye'ye 
karşı kullanacakları bir araç olarak görmeleri, diğeri ise PKK'nın yok edilmesinin Türkiye'deki Kürtçü potansiyeli K. Irak'a yabancılaştıracak olmasıdır. 

Türkiye'deki reform sürecine rağmen PKK'nın teröre devam etmesi, PKK'ya karşı bir Türk-Amerikan-K. Irak askeri operasyonuna neden olur mu? Hayır olmaz. ABD, Askerlerinin Türkiye uğruna ölmesine izin vermeyecektir. Barzani, Türkiye'nin büyük bir askeri güçle Kandil'de operasyon yapmasının bölgede tekrar TSK'nın en etkin güç haline gelmesine neden olacağı için bu gelişmeyi onaylamayacaktır. Özetle, dörtlü saç ayağının “ Dörtlü Görüşmeler ” ayağı, PKK'- nın K. Irak'taki varlığına son verecek etkinliği ulaşamaz. 

c) Güvenlik Müsteşarlığının Kurulması AKP, terörle mücadelenin etkinleştirilmesi vaadiyle bir eşgüdüm kuruluşu olarak İç İşleri Bakanlığı'na bağlı bir güvenlik 
müsteşarlığı kurulması için 2008/2009 yasama yılında kapsamlı çalışmalar yapmıştır. Ancak yanlış bir anlayışla kurulmuş, Üstesinden gelmek zorunda olduğu görev için yetersiz yetki, kadro ve kaynağa sahip olması öngörülen Müsteşarlık ile ilgili hazırlanan yasa tasarısı, muhalefetin sert eleştirilerine maruz kaldığı için geri çekilmiştir. Muhtemelen yapılacak değişikliklerden sonra TBMM'de tekrar gündeme gelecektir. “ Güvenlik Müsteşarlığı ” PKK'nyn terör eylemlerini etkin bir Şekilde sınırlandıracak bir yapıda değildir. 

d) Öcalan/PKK/DTP ile Dolaylı Temaslar DTP ile açık bir temas kurma konusunda çekingen davranan AKP öte yandan uzun zamandan buyana DTP ile görüşme 
sürecini hazırlamıştır. 

<  K. Irak Yönetimi ise Araplarla arasının sert bir kırılmaya doğru yaklaştığı bir dönemde Türkiye ile mümkün olduğu kadar yaklaşmak istemektedir. Kürt Açılımının Geleceği >

AKP-DTP görüşmelerinin zeminini oluşturmak amacı ile PKK'nyn DTP içindeki örgütlenmesine yönelik “ KKC Operasyonları ” adı verilen bir dizi operasyon yapılarak, PKK'nın DTP üzerindeki etkisi kırılmaya çalışılmıştır. 

Ancak bunun mümkün olmadığı anlamşılınca DTP ile PKK'nın yetkilendirmesi ile görüşmeyi kabul etmiştir. DTP ile başlayanlar dışında da PKK/A. Öcalan ile bir dolaylı ilişkilerin olduğunu bazı gazeteciler ileri sürmüşlerdir. Ancak bunlar A. Öcalan için yeterli olmamıştır. Öcalan, PKK'nın DTP'ye görüşmeler için verdiği yetkiyi ortadan kaldırmış ve muhatap olarak kendisini göstermiştir. AKP'nin büyük iddialarla ortaya koyduğu açılımın tek başarı şansı vardır, o da oyunu kuralına göre oynayıp, Öcalan ile doğrudan görüşmeler yapmak veya Öcalan'ı DTP'ye vekâlet vermeye zorlamaktır. Ancak bu tür bir görüşme süreci önümüzdeki genel seçim sonrasına ertelenmiştir. Öcalan'ın yakalanmasının üzerinden on sene  geçmiştir. Tek kişilik hücrede devletin sınırlarını çizdiği bir zeminde dış dünya ile ilişkisini sürdüren Öcalan, 62 yaşındadır. 

Bu süre içinde Talabani Irak Cumhurbaşkanı, Barzani ise K. Irak Yönetimi başkanı olmuştur. Öcalan için bunlar başlı başına imha edicidir. 

İmralı'da ölme düşüncesi Öcalan'ı çıldırtmaktadır. Öcalan bundan dolayı bir şekilde “ Affedileceği ” bir süreç için her türlü işbirliğini yapmaya yatkındır. 

Öcalan'yn işbirliğine yatkın oluşu, kayıtsız şartsız işbirliğine açık olduşu anlamına gelmemektedir. Öcalan doğrudan muhatap alınmanın yanında, teröre son vermek için bazı olmazsa olmazları da vardır. Öcalan'ın taleplerini iki noktada özetleyebiliriz: 

1) Öcalan'ı kapsayan bir genel af ilân edilmesi, 
2) Kürt kimliğinin siyasal kimlik haline dönüştürülmesi. Oysa, AKP Hükümeti, kısa vadede Öcalan'ın bu taleplerini karşılayamaz. 

e) Demokratik Açılım Paketi 

Demokratik açılımın içeriği henüz belirsizdir. Bu aşamada söylenebilecek tek şey, bu girişimin Kürt kökenli yurttaşlar için etnik nitelikli demokratik hak ve özgürlükler zemini yaratacağını, Anayasanın “dil, Irk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç ve din ve mezhep” zemininde ayrı uygulamaları 
yasaklayan 10. Maddesine aykırı olduğudur.

Öcalan, PKK'nın DTP ' ye görüşmeler için verdiği yetkiyi ortadan kaldırmış ve muhatap olarak kendisini göstermiştir. 

Öte yandan AKP Şimdiye değin AB Uyum Yasaları ve Kopenhag Kriterleri'nin talep ettiği değişimleri de aşan önemli ve radikal değişikliklere imza atmıştır. Türkiye, yurttaşlarına herhangi bir AB ülkesinin sağladığı demokratik haklardan daha azını sağlamamaktadır. Buna rağmen, nerede biteceği belirsiz bir demokrasi talebi gündemin parçası olmaya devam etmektedir. Em. Büyükelçi Ü. Pamir'in çözüm önerisi, demokrasinin “ Bölünme referandumu” 11 yapılmasına kadar uzanmıştır. İçişleri Bakanı, yapılacak demokratik açılımları, kısa, orta ve uzun vadeli açılımlar şeklinde tanımlamıştır. 
Aşağıda Hükümetin kısa, orta ve uzun vadeli önlemlerini tartışacağız. 

Kısa Vadeli Önlemler; 

AKP bu aşamada TSK'ıın ağır tepkisini almadan ve seçimlerde oy kaybına uğramadan kısa vadeli önlemleri yaşama geçirmeyi hedeflemektedir. 
Kısa vadeli önlemler, ilk genel seçimlerden 2009 sonuna kadar tamamlanacaktır. 

AKP'nin kısa vadede atacağı adımlar, 

a) Değişik üniversitelerde Kürt Dili ve Edebiyatı bölümlerinin açılması, 
b) İsimleri değiştirilen köylere tekrar eski isimlerinin verilmesi, 
c) Özel Kürtçe televizyon ve radyo yayınlarının başlaması, 
d) Kürtçenin lise ve dengi okullarda seçmeli ders olması, 
e) Pişmanlık yasasının kapsamın genişletilmesi ve etkinleştirilmesi, 
f) Bazı devlet dairelerinde Kırmaçca ve Zazaca tercüman uygulamasının başlatılması, 
g) Güneydoğu Anadolu'daki bazı illerde, Edirne, Kırklareli ve Tekirdağ'ı kapsayan ve 14 Temmuz 2009'da kurulan “Trakya Bölge Kalkınma Ajansı” benzeri bir 
bölge kalkınma ajansının kurulması gibi önlemlerle sınırlı olacaktır. 

Kısa vadeli önlemler Öcalan'ı muhatap almadığı için sorunun özünü de kapsamayacaktır. Çünkü Kürt sorunu demek, terör ve Öcalan demektir. 

Kısa vadeli önlemler, ilk genel seçimlerden 2009 sonuna kadar tamamlanacak tır. 

Kürt Açılımının Geleceği 

Öcalan'ı muhatap almadan terörü ve “Kürt” sorununu çözmek mümkün değildir. Kısa vadeli önlemlerin eş zamanlı olarak PKK'nın K. Irak'tan uzaklaşması, 
teröre son vermesi mümkün değildir. Öcalan gerçek gücünün DTP değil, PKK olduğunun bilinciyle terör örgütünün gücünü korumaya çalışacaktır. 

Öte yandan açılımı “ Annelerin göz yaşlarının durdurulması”  teoriği üzerine kuran Erdoğan, son günlerde geri adım atarak, terörün hemen kesilmesinin mümkün olmadığını açıklamaya başlamıştır. Kısa vadeli önlemler konusunda Hükümet ile Genelkurmay Başkanlığı arasında uzlaşma vardır. Org. İlker Başbuğ bireysel kültürel haklara TSK'nın sert bir muhalefetinin olmadığını açıklamıştır. 

TSK'nın direnişinin Milli ve Üniter devleti hedef alan orta ve uzun vadeli önlemlere sıra geldiğinde başlaması muhtemeldir. 

Orta ve Uzun Vadeli Önlemler AKP'nin PKK'nın taleplerini karşılaması orta ve uzun vadede alınacak önlemlerle gerçekleştirilecektir. 

AKP bu amaçla orta ve uzun vadeli önlemler konusunda çalışmalara başlamış görünmektedir. 21 Temmuz 2009'da Polis Akademisi'nde yapılan, İngiltere ile IRA arasındaki görüşmelerin mimarı Lord John Alderdice'in de bulunduğu bir heyet ile yapılan toplantı, “ Devlet-Terör Örgütü Teması ” konusundaki deneyimler konusunda AKP iktidarının bilgi topladığını göstermektedir. 

Orta ve uzun vadede Öcalan'yn taleplerini karşılamaya ciddî yaklaşan AKP'nin bu aşamada artık siyasal ortamın bu talepleri karşılamak için yeterince olgunlaştığını düşüneceğini de söyleyebiliriz. 

Halk, PKK terörünün durması karşılığında üniter-millî devletten âdem-i merkeziyetçi/etnik yapıya doğru parça parça değiştirilmesine alışacaktır. 

Önümüzdeki genel seçimlerde Anayasayı değiştirecek ölçüde büyük bir destek aldığı takdirde yeni kurulacak AKP hükümetinin orta vade ve uzun vadede alacağı önlemleri şu şekilde özetleyebiliriz: 

a) Anayasa'nyn 1-4 ve 66. maddeleri başta olmak üzere değiştirilmesi ve Kürt kimliğinin siyasal bir kimlik haline dönüştürülmesi, böylece millidevlet 
ilkesinin tasfiye edilmesi, 

b) Yeni Anayasa'da milli devlet ilkesi tasfiye edilirken, Üniter-Devlet ilkesinin görünürde korunması ancak, özerk bölge yapılanmasının adı konulmadan 
gerçekleştirilmesi, Orta ve uzun vadede Öcalan'ın taleplerini karşılamaya ciddî yaklaşan AKP'nin bu aşamada artık siyasal ortamın bu talepleri karşılamak için yeterince olgunlaştığını düşüneceğini de söyleyebiliriz. 

c) A. Öcalan'ın İmralı'dan F-tipi bir ceza evine nakledilmesi ve PKK kadrolarına genel değil, kapsamlı af uygulaması  şeklinde özetlenebilir. 

AKP'nin gelecek iktidar dönemi içinde uzun vade de gündeme taşımayı hedeflediği önlemler ise, 


a) Güneydoğu Anadolu için federal çözümün gündeme getirilmesi, 
b) Kürtçenin ikinci resmi dil olması, 
c) A. Öcalan'ın serbest bırakılması, 
d) PKK'nın lider kadrolarına siyaset yapma izni verilmesi Şeklinde öngörülebilir. 

Bu önlemlerin iki etkisi olacaktır. Birincisi sınırın hemen öte yanındaki K. Irak'taki pankürdizm hayallerini güçlendirecek ve Güneydoğu Anadolu'da da bu hayallerin etkileri belirginleşecektir. İkinci etki ise Kürtler siyasallaşmı. Kürt kimliğiyle Türkiye'ye daha fazla bağlanmayı değil, Türkiye'den ne kadar toprak kopararak ayrılabilirim duygusuna kapılacaktır. 

Sonuç

Cumhuriyet 1923'ten bu yana en büyük dönüşümü yaşamaktadır. Dönüşümün ana dinamiği milli değil, dış dinamik olduğu için dönüşümün tasarımcılarının 
hiç beklemediği sonuçların ortaya çıkması muhtemeldir. Amerikan işgali altındaki Irak'ın bile federal devlet modelini içine sindiremediıi ve bölünme sürecine 
karşı her geçen gün artan bir tepkinin geliştiği düşünülür ise milli-üniter devlet karşıtı bir modelin Türkiye'de uygulanması çok zor olacaktır. 

Türkiye'yi etnik fay hatları boyunca bölecek politik girişimler, ülkemizde sosyolojik olarak var olmayan etnik sorunun politik olarak kurgulanmasına yol açabilir. “ Kürt Sorunu ”nu çözme adına yapılacak girişimler bir “ Türk Sorunu ”nu doğuracaktır. Siyasal Türk kimliğinin dışında siyasal bir Kürt kimliğinin inşa edilmesi durumunda, bir Türk için ayrı bir siyasal kimliğe sahip olan Suriyeli, Iraklı, İranlı ile Kürt arasında nasıl bir fark olacaktır? 

PKK'nın temsil ettiği sorunun aşılması için alınması gereken önlemler, milli-üniter devlet modeli içinde ve yurttaşlık temelli bir demokrasi anlayışı ile olmak zorundadır. Aksi bir yaklaşım, Anadolu coğrafyasında etnik cehennemin kapısını aralayabilir. 

< Türkiye'yi etnik fay hatları boyunca bölecek politik girişimler, ülkemizde sosyolojik olarak var olmayan etnik sorunun politik olarak kurgulanmasına yol açabilir. Kürt Açılımının Geleceği>

Askeri olarak Türkiye tarafından korunan, ekonomik olarak Türkiye'- den beslenen, ekonomik damarlarını Türkiye'nin açık tuttuğu dört milyon Kürt, bir milyon Türkmen'in yaşadığı bu bölgede (Musul ve Telafer başta olmak üzere bazı büyük Türkmen yerleşim yerleri Arap sınırları içinde kalacağı için Irak genelinde 2.5 milyon civarında olan Türkmen nüfusu K. Irak'ta 1 milyon civarına kadar inecektir) kişi başına düşen gelir hızla yükselecek ve K. Irak bir cazibe merkezi hâline gelecektir. Üstelik cazibe merkezi olan K. Irak ile Türkiye'de yapılacak Kürt Açılımından sonra siyasal bir Kürt kimliği etrafında toplanan Güneydoğu Anadolu Kürtleri ile K. Irak Kürtleri arasında sosyal, kültürel, ekonomik bütünleşme artarken, Türkiye bütünlüğünden kopma süreci güçlenecektir. 

Barzani'nin Türkiye'deki Kürtlere yönelik izlediği pankürdist politikalar kopma sürecini hızlandıracak ve çatışma zeminini güçlenecektir. Kürt(çü) siyasî kadrolar Kürt Açılımlarını stratejik hedef olan bağımsız, birleşik Kürdistan hedefine giden yolda ara adımlar olarak değerlendirmektedirler. 

Stratejik hedef, Kürt Açılımları ile Türkiye Cumhuriyeti Mersin-I.dır hattına geri itilirken, denizlere açılan büyük Kürdistan'ın kurulmasıdır. 

DİPNOTLAR;

1 Today's Zaman, 20 Şubat 2007, Suat Kınıkoğlu, “ Kirkuk, Northern Iraq and the Grand Bargain” 
2 Zaman, 27 Mayıs 2007 Prof. Dr. Ümit Özdağ 2008'e kadar K. Irak Yönetimi ile doğrudan etkili ilişki kurmak düşüncesine muhalefet eden Ankara geri adım atmıştır. 
3 Star, 14 Ekim 2008, “ Desteği kes, istihbaratı paylaş ” 
4 Radikal, 24 Aralık 2008, Murat Yetkin, “Kürt meselesinde sıcak gelişmeler” Bu gelişmelerin iç politikadaki yansıması, A. Öcalan'ın konumunun düzeltilmesi 
ihtimalinin ortaya konması olmuştur. 
5 Vatan, 22 Aralık 2008, “PKK'yı tasfiye plânı” 
6 Radikal, 7 Aralık 2008, Murat Yetkin, “ Obama döneminde PKK'ya karşı İşbirliği geriler mi? ” 
7 Yeniçağ, 24 Aralyk 2008, Sadi Somuncuoğlu, “ Dış Siyasetimiz karmakarışık halde ” ve Cumhuriyet, 27 Aralık 2008, “ Tasfiye plânnda af çıkmazı ” 
8 Cumhuriyet, 26 Aralık 2008, Mehmet Faraç, “ Peşmergenin Nafile Çabaları ” 


2 1 . YÜZYIL Ek im 2 0 0 9 
Prof. Dr. Ümit Özdağ,


http://www.21yuzyildergisi.com/assets/uploads/files/143.pdf


***

5 Ekim 2017 Perşembe

TÜRKİYE İKBY REFERANDUMUNA NEDEN KARŞI


TÜRKİYE İKBY REFERANDUMUNA NEDEN KARŞI?

25.09.2017




Irak ve Suriye’de iç savaşın, IŞİD ile mücadelenin olanca hızıyla sürdüğü bir ortamda yeni bir çatışma dinamiği yaratacak kritik bir süreç yaşanıyor. 1. Körfez Savaşı sonrasında fiili otonomi kazanan, Irak işgali ile fiili durumu anayasal zemine oturtan Iraklı Kürtler, 2014 sonrasında yaşanan IŞİD ile mücadele sürecinin sunduğu fırsattan faydalanarak bağımsızlık yolunda en son adım olan bağımsızlık referandumunu 25 Eylül 2017 tarihinde düzenleme kararı aldı. Bu adımın bölgede yeni çatışmaları tetikleyeceği ve terör örgütleri ile mücadelenin zaafa uğrayacağı görüşü hakim. Bu nedenle İsrail dışında referanduma destek veren ülke çıkmadı.

Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) muhtemelen bağımsızlık için daha uygun bir zaman olamayacağını düşünüyor. IŞİD ile mücadele IKBY’nin siyasi ve askeri konumunu oldukça güçlendirdi. Iraklı Kürtler her şeyden önce başta Kerkük olmak üzere Bağdat ile arasında sorun yaratan tartışmalı bölgeler konusunda elini güçlendirdi. Irak ordusunun çekilmesi ile tartışmalı bölgelerin %90’a yakını tamamen Kürt güçlerin kontrolüne geçti. Irak merkezi hükümeti ise IŞİD ile mücadele nedeniyle güç kaybetti ve giderek daha fazla dış desteğe açık hale geldi. Bu da IKBY’yi bağımsızlık adımını atmak için en uygun zamanın şimdi olduğu düşüncesine yönlendiriyor.

KDP ve lideri Mesut Barzani’nin referandum konusunda bu kadar ısrarcı olmasının iç politik faktörlerle de ilgisi olduğu söylenebilir. IKBY’de uzun zamandır ciddi bir siyasi ve ekonomik kriz yaşanıyor. KDP’nin bu sıkıntıları örtmek için bağımsızlık gibi popüler bir meseleyi gündeme getirdiği, 2017 yılı sonunda düzenlenecek Meclis seçiminde konumunu güçlendirmeye çalıştığı ve en önemlisi yasaya aykırı olarak başkanlık koltuğunda oturan Barzani’nin pozisyonunu korumak için de bağımsızlığı gündeme getirdiği söylenebilir. Son neden olarak, bağımsızlık referandumu ertelense bile bunu bir pazarlık aracına dönüştürerek tartışmalı bölgeler ve ekonomik gelirler konusunda garantiler alabileceğini düşünüyor olabilir. Bu durumda referandum düzenlenmez ancak IKBY ilerde çok daha kolay ve iyi şartlar altında bağımsızlık kazanacak zemini oluşturarak bu süreci atlatır. Ancak bütün bu destekleyici nedenlere rağmen Iraklı Kürtler arasında referandumun zamanlaması konusunda farklı görüşler olsa da bağımsızlık idealinin çok güçlü olduğunu ve IKBY’nin bir bütün olarak bağımsızlığa kavuşmak istediğini unutmamak gerekiyor. Dolayısıyla bağımsızlık referandumunun düzenlenmesinin esas nedeni son adımı atarak bu ideale biraz daha yaklaşmak.

IKBY bölge ülkelerinin ve uluslararası camianın tepkisi konusunda muhtemelen bir hesap hatası içinde. Iraklı Kürtlere göre Batı IŞİD ile mücadele nedeniyle Kürtlere desteğini önemli oranda artırdı ve kendilerine giderek artan bir ilgi ve sempati ile yaklaşıyor. Türkiye ile ekonomik ve enerji işbirliği derinleşerek devam ediyor. Türkiye tepki gösterse bile bu iç politik nedenlerle olacaktır ve diplomatik seviyede kalacaktır. Hatta Iraklı Kürtler IKBY Başbakanı Neçirvan Barzani’nin Türkiye ziyareti sırasında Atatürk Havalimanında IKBY bayrağının asılmasını da “Türkiye’nin bağımsızlığa yeşil ışığı” şeklinde okuyacak kadar iyimser bir algı içinde. Bölgede Kürt bağımsızlığına karşı çıkması muhtemel diğer bölge ülkesi Suriye ise zaten hayatta kalma mücadelesi veriyor ve dışarısı ile ilgilenecek durumu bulunmuyor.

IKBY’nin bu okuma biçimine karşın durumun bu kadar basit olmadığı söylenebilir. Batı’nın genel anlamda Irak’ta Kürtlerin bağımsızlık kazanma çabasına olumlu yaklaştığı, politikaları ile bu süreci desteklediği kabul edilebilir. Ancak 2014 sonrasında Batı’nın Iraklı Kürtlere artan ilgi, destek ve sempatisinin temelinde IŞİD ile mücadele yatıyor. Batı’nın Irak ve Suriye’de birinci önceliği IŞİD’in yenilgiye uğratılması ve bağımsızlık adımının bunu zaafa uğratacağı düşünülüyor. Tam da bu nedenle Batı referanduma özü itibarıyla değil ancak zamanlama olarak karşı çıkıyor. IKBY’nin mevcut konumunu borçlu olduğu ABD, Iraklı Kürtlerin geçmişten bu yana en yakın dostlarından Fransa gibi ülkeler dahi Barzani’yi ikna etmek için yoğun bir diplomasi yürüttü. Ancak esas yanılgı Türkiye’nin olası yaklaşımı ile ilgili. Türkiye’nin IKBY ile kazan-kazan ilkesine dayalı bir ilişki kurmak istediği ortada. Ancak Türkiye bu yakın ilişkiyi hiçbir zaman Irak’ın toprak bütünlüğünü riske atacak bir çerçeveye oturtmadı. Türkiye son yıllarda Irak merkezi hükümeti ile yaşanan krizlerde bile “önce Bağdat” ilkesine sadık kalmaya çalıştı. Türkiye’nin IKBY ile sürdüğü ilişkiden her iki tarafın ekonomik çıkar sağladığı açık. Ancak bu kazancın IKBY açısından “hayati” Türkiye açısından ise “göz ardı edilebilir” olduğu söylenebilir. Türkiye’nin kendi ekonomik hacmi içinde buradan sağlanan gelir önemli olmakla birlikte daha yaşamsal çıkarlar söz konusu olduğunda riske edilebilecek seviyede. Bu nedenle Türkiye’nin karşılıklı çıkarlar nedeniyle tepkisini düşük seviyede tutacağı düşüncesi gerçekle bağdaşmıyor. Peki Türkiye Iraklı Kürtlerin bağımsızlık referandumu düzenlemesine neden karşı çıkıyor?

Iraklı Kürtler Türkiye’nin PKK ile mücadelesinde güvenilir bir ortak olabilir mi?

Türkiye son yıllarda IKBY ile iyi ilişkiler kursa da bu işbirliği daha çok ekonomi ve enerji alanında gelişti. Ancak kalıcı ve daha derin işbirliği kurabilmenin yolu siyasi ve güvenlik alanında işbirliğinden geçiyor. Bu açıdan ise tam bir başarı sağlanamadı. Hatta Türkiye’nin en ciddi iç ve dış politika sorunu olarak gördüğü PKK konusunda tehdit algısı yaratacak gelişmeler yaşanmaya devam etti. Türkiye algısına göre “IKBY ile yakın ilişkiler kurulabilir ancak IKBY PKK ile mücadelemde hiçbir zaman dayanabileceğim bir ortak değil.” Güvenlik alanında işbirliği IŞİD ile mücadele ile sınırlı kaldı. KDP’nin de tehdit algıladığı Sincar’daki PKK varlığı ve Suriye’de YPG konusunda dahi bir eşgüdüm sağlanamadı. Daha da önemlisi IKBY KDP’den ve Barzani’den ibaret değil. KDP bölgelerinde (Erbil ve Dohuk) PKK’nın diğer yerlere nazaran etkisinin daha az olduğundan bahsedilebilir. Ancak Süleymaniye’de PKK’nın yoğun etkisi rahatça hissediliyor. KYB’ye bağlı peşmergeler PKK’lılar ile birlikte Kerkük çevresinde IŞİD’e karşı birlikte mücadele yürütüyor. Kerkük’ün KYB’li Valisi Necmettin Kerim Kerkük’e PKK’lıların yerleşmesine imkan sağladı, Valilik’te PKK’lıları ağırladı. Hatta Türkiye’ye yakın duran KDP’nin lideri Mesut Barzani’nin dahi PKK’yı terör örgütü olarak görmediğini ve Mahmur’da PKK’lıları “IŞİD’e karşı mücadeleden dolayı kutladığı” akıllardan çıkarılmamalı. Böyle bir fotoğraf karşısında Türkiye’de tehdit algısının oluşması doğal. Son yıllarda IKBY ile kurulan iyi ilişkilerin hem ekonomik hem de siyasi açıdan Türkiye’ye faydalar sağladığı, şu anda IKBY üzerinde yaptırım imkanı varsa bu politikalar sonucunda elde edildiği bir gerçek. Ancak şu da unutulmamalı ki IKBY işin doğası gereği hiçbir zaman Türkiye’nin PKK ile mücadelesinde tam olarak güvenebileceği bir aktör olamaz.

Irak’ta yeni çatışma dinamiklerinin doğması ve Türkmenlerin konumu

IKBY bağımsızlık referandumunu kendi sınırlarının ötesinde yasal olarak Bağdat’a bağlı olan Kerkük gibi tartışmalı bölgelerde de gerçekleştiriyor. Tartışmalı bölgeler Türkiye sınırında Telafer’den başlayarak İran sınırında Mendeli’ye kadar uzanmakta. Bu coğrafyanın iki önemli özelliği var. Birincisi buralarda Türkmenler, Araplar, Kürtler, Sünniler ve Şiilerin bir arada yaşadığı heterojen bir toplum yapısı var. İkincisi doğal kaynaklar açısından zengin bölgeler. Tartışmalı bölgelerin bağımsızlık referandumuna katılması doğal olarak hem yerelde farklı etnik ve mezhepsel gruplar arasında çatışmayı tetikleyecek hem de bu bölgeler üzerinde egemenlik iddiasını sürdüren Bağdat ile IKBY arasında daha geniş çaplı bir çatışmanın fitili ateşlenecek. Bu da Irak ve Suriye’de en kısa sürede istikrara ihtiyaç duyan Türkiye açısından istenmeyen bir durum. Bu çatışma dinamiği içinde Türkmenlerin konumu ise son derece hassas. Zira Kürtler ve Araplardan farklı olarak silahlı güçleri yok ve 2003 işgalinden bu yana askeri taraflar arasında yaşanan her çatışmanın kurbanı Türkmenler oldu. Daha önce de örnekleri görüldüğü üzere son olarak referandumun yarattığı gergin ortamda peşmerge güçleri kendisi açısından esas tehdit olan Haşti Şaabi yerine zayıf konumda olan Türkmenlere yöneldi ve Kerkük’te Türkmen Milliyetçi Hareketi’nin binasına saldırı düzenledi. Türkiye ise kendisini Türkmenlere yakın görüyor ve destekliyor. IKBY ve peşmregenin Türkmenlere yaklaşımı ise kesinlikle Türkiye’yi tatmin edecek bir durumda değil. Kerkük’e yerleştirilen PKK varlığı ise ayrı bir sorun. PKK’lılar da Türkiye’ye yakın gördükleri Türkmenlere karşı zaman zaman kullanıldı. Dolayısıyla Türkiye Kerkük’ün bağımsızlık referandumuna dahil edilmesi durumunda Türkmenlerin çatışma ortamında büyük zarar göreceğini düşünüyor. Uzun vadeli risk algısı ise Kerküklü Türkmenlerin IKBY idaresi altında kimliklerini kaybedebileceği düşüncesi. Bunun en yakın örneği Erbil. Geçmişte önemli bir Türkmen şehri olan Erbil’de Türkmen kimliği giderek ortadan kaldırılmaya çalışıldı. Türkmenlerin yaşadığı ve Erbil’in tarihi merkezi Kale boşaltılarak turistik bir alana dönüştürüldü. Türkiye bu nedenlerle Kerküklü Türkmenlerin taleplerine paralel olarak Kerkük’ün merkezi hükümete bağlı kalması gerektiğini savunuyor. Zira demografik, siyasi ve askeri olarak Kerkük’te aşırı güçlü olan Kürtlere karşı Bağdat’ın varlığı bir denge oluşturabilir ve şehirde çoğulcu yapı korunabilir. 

Irak’taki yapının Suriye’de YPG alanları ile yakın ilişki geliştirme ihtimali

Türkiye IKBY’nin bağımsızlık referandumunu Suriye’deki gelişmelerle bağlantılı olarak da okuyor. Türkiye’nin algısına göre kendi güney sınırlarında bir kuşak oluşturuluyor ve bu kuşak Kürt kuşağı olduğu için değil ancak önemli bir kısmı PKK tarafından kontrol ediliyor olduğu için tehdit oluşturuyor. Irak’taki bağımsızlık sürecinin buna ilişkin yarattığı tehdit algısı ise uzun vadede farklı Kürt aktörlerin kendi aralarındaki sorunları çözerek ortak idealler etrafında Türkiye’ye karşı birlikte hareket edebilme potansiyeli. Suriye’de PKK kontrolünde fiili bir otonom bölge oluşmuş durumda. Bu yapının siyasi statü kazanacağı meçhul ancak ihtimaller dahilinde. Böyle bir durumda Irak’taki olası bağımsız devlet ile Suriye’deki federal yapının işbirliği yapmasının önünde engel olmadığı ortada. Iraklı Kürtlerin bugünkü bağımsızlık sürecine giden yolda önemli kilometre taşlarından biri ABD’nin iç savaş halindeki KDP ve KYB’yi ABD’de bir araya getirerek Vaşington Anlaşmasını imzalatması idi. Şu anda aralarında Sincar ve Suriye konusunda rekabet olduğu için bir araya gelmesinin mümkün olmadığı düşünülen KDP ve PKK’nın Kürt kamuoyunun baskısı ve Batı’nın yönlendirmesi gibi faktörlerle bir araya gelmesinin önünde hiçbir engel yok. Hatta yukarıda ifade edildiği üzere IKBY KDP’den ibaret değil. KYB ve hatta bir dereceye kadar Goran Hareketi Suriye’de YPG’yi sonuna kadar desteklediklerini açıklıyor, askeri ve ekonomik yardım sağlıyor. Türkiye’nin en hayati sorunu konusunda bu tarz bir yaklaşım karşısında Türkiye’nin fırsat temelli bir yaklaşım geliştirmesini beklemek gerçekçi değil. 

Sınırların değişiminin domino etkisi yaratabileceği kaygısı

Türkiye’nin Irak ve Suriye politikasının ana ilkelerinden biri toprak bütünlüğünün korunması. Bunun temelinde bölge ülkelerinin herhangi birinde yaşanacak bir sınır değişiminin domino etkisi yaratarak kendisine sirayet edebileceği kaygısının yattığı sır değil. Bu kaygıyı Irak, İran ve Suriye de paylaşıyor. Irak, İran ve Türkiye tam da bu nedenle ilişkilerinin en kötü olduğu bir ortamda dahi statükonun korunması temelinde bir araya gelebiliyor. Türkiye içinde bu algının yanlış olduğu ve Türkiye gibi büyük bir devletin bölünme korkusu ile hareket etmesinin doğru olmadığını savunan kesimler var. Bu yaklaşımın haklılık payı var. Tamamen bu kaygıya dayalı olarak bölgede bir politika takip etmenin Türkiye’ye zarar vereceği ortada. Ancak sınır değişimlerinin bölge ülkelerinin sınırlarını koruma çabalarını olumsuz etkilemeyeceği şeklinde bir düşünce de fazlaca iyimser. Hele ki bu kartı diğer bölge ülkelerine karşı kullanma potansiyeli olan bölgesel ve bölge dışı güçlerin varlığı söz konusu iken. Örneğin IKBY’nin bağımsızlık referandumuna tek destek veren ülke olan İsrail’in kafasında Kürt kartını ilerde İran gerekirse de Türkiye’ye karşı kullanılabilecek bir koz olarak görmediğini iddia etmek mümkün değil.

Türkiye Nasıl Tepki Verebilir?

Bu yazı yazıldığı sırada referandumun düzenlenip düzenlenmeyeceği henüz kesinleşmemişti. Zira beklemediği düzeyde bir tepki ile karşılaşan ancak geri adım atamayan Mesut Barzani süreci bir pazarlığa dönüştürüp bazı kazanımlar elde ederek referandumu erteleyebileceğinin sinyallerini veriyor. Bu belirsizlik muhtemelen son güne kadar devam edecek. Barzani bazı kazanımlar elde edebilirse uzun zamandır milliyetçi duygular pompaladığı ve sokaklara döktüğü halka karşı “bakın kazanımlar elde ettik ve artık daha güçlü bir konumdayız” diyerek kendine bir çıkış sağlayacak. Bu düşük ihtimale karşın referandumun düzenlenmesi yüksek olasılık ve bu sonuç kısmında referandumun düzenlenmesi durumunda Türkiye’nin nasıl bir yaklaşım sergileyebileceği tartışılmaya çalışılacak.

İlk kısımda ifade edildiği üzere Türkiye’nin referanduma karşı duruşunu iç dengelerle açıklamaya çalışmak gerçekçi değil. Bu nedenle Türkiye IKBY’nin beklentisinin aksine somut olarak bir yaptırım paketini gündeme getirebilir. Türkiye en yetkili ağızlardan referanduma karşı olduğunu ve ısrarcı olunması durumunda “IKBY’nin bedel ödemek” durumunda kalacağını açıkladı. TSK Sincar’daki PKK varlığı nedeniyle zaten yoğun askeri bir konuşlanmanın olduğu Silopi’de askeri tatbikat başlattı. Askeri karşılık olabileceği mesajı veren bu adıma rağmen krizi tırmandırma sürecinin parçası olarak ilk aşamada ekonomik yaptırım araçları gündeme gelecektir. Bu yaptırımların IKBY üzerinde ciddi etkisi olacaktır. IKBY bir kara devleti ve alternatif çıkış noktaları Türkiye, İran, Irak ve Suriye. Irak ve Suriye alternatif olacak durumda değil. İran ve Türkiye’nin koordineli bir şekilde ekonomik yaptırım uygulaması zaten kriz yaşayan IKBY’nin ayakta durmasını zorlaştıracaktır. Ekonomik açıdan Türkiye’nin elinde İran’a göre daha fazla argümanın olduğu söylenebilir. Ancak Türkiye’nin ekonomik yaptırımların dışında zor kullanma seçeneğini de kullanması olası ve eğer bu gerçekleşirse muhtemelen İran ve Irak ile koordineli şekilde olacaktır. Kimse doğrudan IKBY’ye dönük bir kara harekatı ya da hava saldırısı beklemiyor. Ancak ilk kısımda ifade edildiği üzere Sincar’da ve hatta Peşmerge kontrolündeki yerlerde artan bir PKK varlığı söz konusu. Buraların havadan hedef alınması söz konusu olabilir. Askeri açıdan ise İran’ın elindeki araçlar daha fazla. İran çok rahat bir şekilde Irak ordusu üzerindeki etkisi ile ya da kendisine bağlı ya da üzerinde etkili olduğu Haşdi Şaabi güçleri vasıtası ile peşmergelere karşı güç kullanımına başvurabilir. Tam da bunu işaret edercesine Haşdi Şabi Komutanı Ebu Mehdi El Mühendis referandumun yaklaştığı bir ortamda büyük bir askeri konvoy ile birlikte Kerkük'e girdi. Yine aynı şekilde Irak ordusu da Kerkük’e bağlı Havice ilçesini IŞİD’den kurtarmak için operasyon başlattı. Irak ordusu ve İran böylece 2014’te tamamen çekilmek durumunda kaldığı Kerkük’e güneybatıdan girme imkanı elde edecek ve Kürtlere “Kerkük’te tek taraflı adım atamazsın” mesajını verecek. Türkiye’nin de Kerkük konusundaki hassasiyeti ortada. Özellikle Türkmenlere dönük bir tehdit söz konusu olursa Türkiye’nin güç kullanma seçeneğini daha hızlı bir şekilde gündeme getirmesi mümkün.

Bu yazı 24 Eylül 2017 tarihinde Star Gazetesi’nde “Türkiye Kuzey Irak’ta referanduma neden karşı?” başlığı ile yayınlanmıştır.

http://orsam.org.tr/orsam/DPAnaliz/14504?dil=tr

**