Orta Asya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Orta Asya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Aralık 2019 Cumartesi

TÜRKİYE’NİN ORTA ASYA POLİTİKASI 2009., BÖLÜM 1

TÜRKİYE’NİN ORTA ASYA  POLİTİKASI 2009., BÖLÜM 1




Ertan Efegil*

* Doç. Dr., Sakarya Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi


ÖNSÖZ

“Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmaya” son verme konusunda üzerimize düşeni yapmak kaygısıyla serüvenine başlayan Türk Dış Politikası Yıllığı ülkemizde uluslararası ilişkiler literatüründe halen daha var olmaya devam eden büyük boşluğu doldurma konusunda katkı sunmayı amaçlamaktadır. Gelişmiş ülkelerle karşılaştırıldığında Türkiye’de, özellikle Türkçe yazılmış uluslararası ilişkiler konulu eserlerin gerek sayı ve gerekse içerik olarak ciddi eksiklikleri olduğu ilgili alanın uzmanları tarafından sürekli olarak dile getirilmektedir. 

Mevcut eserlerin nicelik olarak yetersiz olmalarının yanında uluslararası ilişkiler alanında Türkiye’nin yaşadığı en temel problem, konunun uzmanları tarafından yazılmamış, bilgi üzerine inşa edilmeyen, dayanaksız analiz ve yorumlar ile komplo teorileri ve spekülatif varsayımlardan oluşan kitapların sayısının her geçen gün artmasıdır. 

Türk Dış Politikası Yıllığı, Türkiye’nin dış politikasının değişik alanlarına ilişkin verilerin, konunun uzmanları tarafından belirli bir sistematik içerisinde ve olayların anlaşılmasını kolaylaştırıcı bir biçimde okuyucuya aktarılmasını sağlamayı hedeflemektedir. Aktarılan bu verilerin analizi konusunda okuyucuya yol gösterilmekte, ancak aktarılan bilgilerden okuyucunun kendi analizini yapmasına da fırsat tanınmaktadır. Bunun yanında, yıllığın ikinci bölümünde yer alacak olan Türk dış politikasına ilişkin bağımsız makaleler daha çok analiz ağırlıklı olacaktır.

Türkiye gibi, giderek artan bir şekilde bölgesinde önemli roller üstlenen bir ülkenin dış politikasını inceleyen düzenli bir yıllık çalışmasının bugüne kadar yapılmamış olmasının ciddi bir eksiklik olduğu düşüncesiyle 2009 yıllığıyla başlayan bu projenin sürekli olacağını, her yılın ortasında, bir önceki yıla ilişkin Türk dış politikası gelişmelerinin inceleneceği yeni bir kitabın yayınlanmasının planlandığını ifade etmek istiyoruz. Bu şekilde, Türk dış politikasına ilgi duyan okuyucuların, öğrencilerin ve araştırmacıların faydalanacağı bir çalışmanın Türk uluslararası ilişkiler literatürüne kazandırılması temel amacımızdır.

Söz konusu olan bir yıllık olduğu için, atıflar ve kaynakça konularında farklı bir yöntem izlenmiştir. Okuyucuyu sıkmamak amacıyla, yararlanılan gazetelerin ve haber ajanslarının önemli bir kısmı internetten alınmasına rağmen, internet adresleri verilmemiş, sadece haberin ismi, hangi gazete ya da haber ajansından alındığı ve haberin yayınlandığı tarih bilgileri yazılmıştır. Söz konusu haberlerin asıllarına ulaşmak isteyen okuyucuların, ilgili gazete ya da haber ajanslarının internet sitelerinden, haber başlığı ve tarihini yazmak suretiyle arama yapmaları yeterli olacaktır.

Bu kitabın ve Türk Dış Politikası Yıllığı’nın bundan sonraki sayılarının okuyucuya faydalı olmasını diliyoruz.

Burhanettin Duran
Kemal İnat
Muhittin Ataman


Giriş

Orta Asya bölgesi, Soğuk Savaşın sona ermesiyle birlikte jeostratejik öneminin azaldığını düşünen Türkiye ve Türk karar vericileri için, 1991 yılından 2002 yılına kadar olan dönemde yeni bir eksen ve stratejik derinlik anlamına geliyordu. Bağımsızlıklarını vakit kaybetmeden tanıyan Türkiye, her bir Orta Asya Cumhuriyetine diplomatik temsilcilikler açarak bu devletlerle diplomatik ve siyasi ilişkilerini geliştirmeye ve 21. yüzyılı bir Türk Asrı yapmaya gayret etti. Bölge 
devletlerinin kalkınması ve yeniden yapılandırılması için, ABD’nin de teşvikiyle, ortaya “Türk Modelini” atan Türk karar vericiler, bölge liderlerine sürekli olarak “Türkiye’nin liderliğini, ağabeyliğini ve önderliğini” benimsetmeye çalıştılar. Hatta Batı’nın İran rejimine alternatif olarak Türkiye’yi göstermesi nedeniyle Türk yetkililer, bu teşvikin de katkısıyla bölgede Rusya, Çin ve İran gibi ülkeler ile stratejik rekabet içerisine girdi.1 Fakat Türkiye mevcut politikasında arzu ettiği hedefleri hayata geçiremedi. Ne bölge devletleri kendi devletleşme 
ve uluslaşma süreçlerinde Türk Modelini kendilerine örnek aldılar ne de Türkiye’nin liderliğini, ağabeyliğini kabul ettiler. Hatta bu devletler, Rusya ve Çin gibi bölge güçlerini, stratejik müttefikleri olarak nitelendirerek Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) ve Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) gibi bölgesel kurumların ortaya çıkmasına destek verdiler. 

2009 yılında, AK Parti yönetimindeki Türkiye, bölge devletleriyle ilişkilerini, eşitlik ve kardeşlik ilkeleri çerçevesinde yeniden canlandırmaya ve çeşitlendir meye çalıştı. Bu bağlamda, bir yandan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Kırgızistan ve Tacikistan’ı ziyaret ederken, diğer yandan Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev ile Türkmenistan Devlet Başkanı Berdimuhammedov’u Türkiye’de ağırladı. Özbekistan Dışişleri Bakanı ile New York’ta görüşen Dışişleri 
Bakanı Ahmet Davutoğlu, ikili görüşmelerde, karşılıklı ilişkilerin geliştirilmesi ve çeşitlendirilmesi konusunu ele aldı. Aynı zamanda gerek devlet kurumlarının gerekse özel sektör temsilcilerinin desteğiyle Türk işadamları da bölge devletleri ile ekonomik ve ticari ilişkilerini geliştirme yönünde somut adımlar attılar. Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi (TİKA) Başkanlığı da tarımdan eğitime birçok alanda bölge ülkelerinde yürütülen projelere mali ve teknik yardım sağladı.

Bu çalışmada, öncelikle Türkiye’nin bölgeye ilişkin dış politika hedefleri ve ilkeleri özetlenmekte, ardından 2009 yılı içerisinde gerçekleştirilen siyasi, ekonomik ve sosyo-kültürel girişimler ele alınmaktadır. TİKA’nın yardımları da incelendikten sonra, genel bir değerlendirmede bulunulmaktadır.

Türkiye’nin Bölge Politikasına Genel Bakış

AK Parti yönetimi, önceki hükümetlerin aksine, bölge liderliği ve ağabeyliği gibi söylemleri ve “Yeni Büyük Oyun” adlı jeostratejik rekabet zihniyetini terk ederek yeni bir bölge politikası anlayışı geliştirmiştir. Türkiye’nin mevcut dış politikasının amacı, “gerek Türkiye içerisinde, gerekse Türkiye’nin etrafını çeviren bölgesel havzalarda ve tabii ki uluslararası sistemde, barış, karşılıklı anlayış, hoşgörü, 
iyi komşuluk, birbirlerine karşılıklı saygı gibi Türklüğün geleneksel anlayış ve değerleri üzerine kurulu, istikrarlı ve işbirliğine dayalı ve bölgesel kalkınmayı sağlayacak bir ortamın oluşturulmasıdır.” Bu bağlamda, bölgesinde ve uluslararası toplumda, barış ve istikrar unsuru olarak varlığını sürdürmesini arzu eden Türkiye, pasif iyi komşuluk anlayışı yerine, aktif dostluk ve işbirliği ilkesine geçmeyi tercih etmiştir. Hatta Türk karar vericileri, Avrasya’nın merkezindeki coğrafi konumu ve geniş bir alana yayılan tarihi ve kültürel bağlarıyla bu hedefi hayata geçirmek için önemli bir katalizör işlevi görebileceğini  düşünmektedir.2

Bu anlayış çerçevesinde, Avrasya ve özellikle Orta Asya jeopolitiğini, 21. yüzyılın uluslararası sisteminin şekillendirilmesinde ana saha olarak gören Türkiye, bölge devletleriyle siyasi, ekonomik, kültürel ve sosyal ilişkilerini, tarihsel ve kardeşlik bağlarının da yardımıyla, güçlendirmeyi arzu etmektedir. Bölge devletlerinin, kendilerine has iç koşullarının da dikkate alınarak demokratikleşmelerini 
ve liberal ekonomi anlayışını benimsemelerini destekleyen Türkiye, böylece iç istikrarı ve refahı sağlamış bölge devletlerinin, gerek kendi aralarında gerekse bölge-dışı devletlerle birlikte bölgesel bütünleşme oluşumlarını hayata geçirmek için uygun zemine sahip olabileceklerini öngörmektedir. Küreselleşen dünyada devletlerin tek başlarına sorunlarını çözmelerinin ve kalkınmalarını sağlamaları nın mümkün olmadığını kabul eden AK Parti hükümeti, bölge devletlerinin  mutlaka bölgesel oluşumların ortaya çıkarılmasına destek vermelerini  istemektedir. 

Bu oluşumların inşası sürecinde, gerek bölge devletlerinin gerekse bölge-dışı güçlerin, stratejik rekabet anlayışı bağlamında hareket etmek yerine karşılıklı saygı ve eşitlik ilkesine bağlı olarak hareket etmeleri gerektiğini vurgulamakta dır.

Bu temel ilkeler çerçevesinde, Türkiye’nin Orta Asya politikasının temel hedeflerini şu şekilde özetleyebiliriz: Bölge devletlerinin devletleşme süreçlerine katkıda bulunmak, bölgenin siyasi ve ekonomik istikrarının korunması ve bölgesel işbirliğinin teşviki için gerekli desteği vermek, bölge ülkelerinin ekonomik ve siyasi reform süreçlerine katkı yapmak, bölge ülkelerinin dünya ve Avrupa-Atlantik kurumlarıyla bütünleşmelerine yardımcı olmak, karşılıklı çıkarların korunması ve egemen eşitlik ilkesinin gözetilmesi bağlamında bölge 
ülkeleriyle ikili ilişkileri her alanda geliştirilmek ve bölge enerji kaynaklarının 
engelsiz bir şekilde ve farklı güzergâhlardan dünya piyasasına akışının sağlanılmasına yardımcı olmak.3 Bu hedeflerin hayata geçirilmesi için yoğun çaba harcayan Türkiye, özellikle siyasi ilişkilerin geliştirilmesi amacıyla bir yandan liderler bazında karşılıklı ziyaretlere öncelik verirken, diğer yandan kurumsallaşmanın sağlanması için Türk Dili Konuşan Ülkeler Devlet Başkanları Zirvelerine ayrı bir önem vermektedir. Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, 
Özbekistan, Türkmenistan ve Türkiye’nin katıldığı zirveler, bu devletler 
arasında en yüksek siyasi danışma mekanizmasını oluşturmaktadır. 

İlki 1992 yılında yapılan zirvenin sekizincisi 17 Kasım 2006 tarihinde 
Antalya’da gerçekleştirilmiştir. Türkiye’nin bölge ülkelerine yaptığı teknik yardımları koordine etmek amacıyla oluşturulan Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı (TİKA) eğitim, sağlık, ulaştırma ve iyi yönetişim gibi değişik alanlarda bölge ülkelerine mali ve teknik yardım sağlamaktadır. 2008 yılına kadar Orta Asya ülkelerinde TİKA tarafından finanse edilen ve tamamlanan projelerin toplam değeri, 100 milyon dolar civarındadır.

Ekonomik alana ilişkin olarak, Türkiye’nin bölge ülkelerine sağladığı ticari kredilerin toplamı yaklaşık 1,2 milyar dolar; bölge ülkeleriyle olan ticaret hacmi de 3 milyar dolar civarındadır. Bölgede bin civarında Türk firması faaliyet göstermektedir. Bu şirketlerin bölge ülkelerindeki yatırımlarının toplam tutarı yaklaşık 3,7 milyar dolar, üstlendikleri inşaat ihaleleri ise 15,5 milyar dolar civarındadır.
Kültürel alanda ise Türkiye, günümüze kadar bölge ülkesinden gelen öğrencilere 18.000 civarında yüksek öğrenim imkânı sağlamıştır. Ortak kültürlerin geliştirilmesi ve tanıtımı konusunda Türkiye, bölge devletleriyle birlikte Türk Kültür ve Sanatları Ortak Yönetimi (TÜRKSOY)’ni kurmuştur.5 Kazakistan’da Uluslararası Hoca Ahmed Yesevi Üniversitesi ile Kırgızistan’da Manas Üniversitesi’nin kurulmasına mali ve idari destek sağlayan Türkiye, aynı zaman da bölge ülkelerinde Türkiye Türkçesi Öğretim Merkezleri kurmaktadır. Özel sivil toplum kuruluşlarına ait çok sayıda ilköğretim, lise ve üniversite kuruluşları da bölgede faaliyet göstermektedir. Terörle mücadele bağlamında, bölge ülkelerine malzeme yardımı, nakdi destek ve askeri eğitim sağlayan Türkiye, Ekonomik İşbirliği Örgütü (EİÖ) ve Asya’da Güven Arttırıcı Önlemler Konferansı (CICA) gibi bölgesel oluşumlara ve Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk, Kardeşlik ve İşbirliği Kurultay’ına da destek vermektedir.

Türkiye, bölge ülkeleriyle enerji alanındaki işbirliğinin geliştirilmesine ve Doğu-Batı ve Kuzey-Güney enerji koridorlarının inşasına destek vermektedir.6 Başta Ortadoğu ve Hazar Havzası olmak üzere, dünyanın ispatlanmış gaz rezervlerinin %72’sini ve ispatlanmış petrol rezervlerinin %73’ünü barındıran bir bölgede yer alan Türkiye, üreten ve tüketen ülkeler arasında doğal bir köprü işlevi görmekte 
ve güzergâhların çeşitlendirilmesi sayesinde hem bu ülkelerin enerji güvenliğine destek vermeyi hem de bölge coğrafyasında enerji merkezi haline gelmeyi arzulamaktadır. Bu sayede bölge politikasındaki ve dünya siyasetindeki etkinliğini artırmak 7 isteyen Türkiye, bu projelerin bölgesel bütünleşme süreçlerine olumlu katkı yapacağını ve bölge ülkelerinin kalkınmalarına ve yeniden yapılandırılmalarına önemli düzeyde destek sağlayacağını düşünmekte dir. Aynı zamanda, önümüzdeki dönemde enerji ihtiyacının ancak %30’unu kendi kaynaklarından karşılayabilecek 8 olan Türkiye, ihtiyaç duyduğu enerji 
talebini de uluslararası projeler sayesinde sağlamayı planlamaktadır. 

Siyasi İlişkiler.,

Türkiye’nin bölge devletleriyle ilişkilerini yeniden canlandırmak ve Orta Asya’nın Türkiye açısından taşıdığı önemi göstermek amacıyla sekiz yıl aradan sonra ilk kez Cumhurbaşkanı düzeyinde bir Orta Asya gezisi yapılmıştır. Cumhurbaşkanı Gül, 26-27 Mayıs 2009 tarihleri arasında kalabalık bir işadamı heyetiyle Kırgızistan’a gitmiştir.

Gül’ün ziyaretinden önce, bir gazeteye mülakat veren Kırgızistan Devlet Başkanı Kurmanbek Bakiyev, Türkiye’ye oldukça dostane mesajlar gönderdi. Türkiye ile ilişkilerin stratejik ortaklık temelinde geliştirilmesini ulusal çıkarları açısından bir zorunluluk olarak nitelendiren Bakiyev, bu yaklaşımı tarihi bir gereklilik ve sorumluluk olarak görmektedir. Tarihsel, kültürel ve sosyal birliktelikten ötürü ilişkilerin geliştiğini vurgulayan Bakiyev, iki ülke arasındaki ilişkilerin, karşılıklı 
menfaat ve eşitlik ilkeleri çerçevesinde yürütülmesinden oldukça memnun olduğunu ifade etmiştir. Türkiye’nin mevcut yönetiminin kendilerine hiçbir zaman akıl vermediğini, yol göstermediğini ve ağabeylik yapmadığını vurgulayan ve ikili ticari ilişkilerin seviyesini yetersiz gören Bakiyev, Türkiye’yi büyük bir yatırımcı ülke olarak gördüğünü, Türkiye’nin ülkesine her yıl bir milyon dolar tutarında askeri araç-gereç yardımında bulunduğunu ve böylece Kırgız  ordusu nun modernizasyon programına doğrudan destek sağladığını açıklamıştır. Her yönüyle gelişmiş ve dünya siyasetinde önemli bir yeri olan Türkiye’yi örnek almaları halinde Kırgızistan’ın küreselleşen dünyada rekabet edebilen bir ülke haline gelebileceğini düşünen Bakiyev, Türkiye’nin vatan sevgisi, ulusal değerlere saygı, kamu kurum ve kuruluşlarının istikrarı, pazar ekonomisi anlayışı, küresel şartlarla ulusal ve kültürel değerlerin bütünleşmesi ve hem laik hem de dini özgürlüklerin olabildiğince şeffaf yapıya kavuşturulması gibi 
özelliklerinin örnek alınması gerektiğini söyledi.10

Bakiyev ile benzer görüşlere sahip olan Cumhurbaşkanı Gül, temasları 
sırasında Orta Asya’da “rakip değil, aynı takımın oyuncuları olduğumuzun bilinciyle hareket edilmesini” önererek iki ülke arasındaki siyasi ve kültürel ilişkilerdeki verimli işbirliğinin ekonomik ilişkilere de yansımasını istedi.11 Kırgızistan ile ikili ve çok taraflı ilişkilerde istişare ve ortak çalışma azmi içinde olduklarını söyleyen Gül, Kırgızistan’ın demokrasi ve istikrar yolunda ilerleyen çağdaş ülke haline geldiğini belirtti. İstikrar ve kamu düzeninin korunması kadar demokratik ve çoğulcu kurumların geliştirilmesi gerektiğine vurgu 
yapan Gül, küreselleşmenin bir sonucu olarak siyasi ve ekonomik gelişmelerin tüm bölgeleri etkilediğini ve bu nedenle bölgesel bütünleşme yapılanmalarının önemine işaret etti.12 Manas Üniversitesi’nde yaptığı konuşmasında Kırgızistan’ı Türklerin atayurdu olarak nitelendiren Gül, Tanrı Dağları ve Manas Destanı gibi değerlerin herkesin ortak kültürel değerleri olduğunu söyledi. Eğitim alanındaki işbirliğinden ve Türk okullarının bu ülkedeki rolünden oldukça memnun olduğunu 13 ifade eden Gül, Kırgız Cumhuriyet Meclisi’nde yaptığı konuşmasında 14 Kırgızistan’daki Kurultay’ın, tüm Orta Asya’nın demokratik gelişimine öncülük edeceğini ifade etti. Kırgızistan’daki demokratikleşme çabalarına destek verdiklerini açıklayan Gül, ikili ilişkilerdeki en öncelikli ve önemli paydanın ortak geçmiş, dil ve kültür birliği olduğunu vurguladı.15 
21. yüzyılın, Avrasya jeopolitiğinin küresel dengeleri belirleyeceği bir çağ olacağını ve iki ülkenin de Soğuk Savaş sonrası uluslararası sistemin yapılandırılmasında önemli rol oynayacağını belirten Gül, Türkiye’nin, bu jeopolitiğin Batı ucunda, Kırgızistan’ın da Doğu ucunda yer aldığını söyleyerek iki ülkenin NATO, AB, BDT ve ŞİÖ gibi örgütlerin arasında bağ oluşturduğunu 
vurguladı. 

Temasları sırasında Devlet Başkanı Bakiyev, Başbakan Igor Çudinov ve Meclis Başkanı Aytibay Tagaev ile görüşen ve Meclis’te bir konuşma yapan 16 

Gül, Yusuf Balasagun Milli Üniversitesi tarafından fahri doktora unvanı ile taltif edildi. Atatürk Alatoo Üniversitesini de ziyaret eden Gül, 200 Kırgız ve 90 Türk firmasının katıldığı Türkiye- Kırgızistan İş Konseyine iştirak etti. Gül’ün temasları sonrasında iki ülke yetkilileri, imzaladıkları Çevre Koruma Alanında İşbirliği 
Antlaşması ile endüstriyel kaynaklı hava kirliliğinin azaltılması ve izlenmesi, çevresel etki değerlendirmesi, su kaynaklarının kullanımı ve korunması, mera ıslahı, sulak alanlarının korunması ve benzeri alanlarda işbirliği yapmayı taahhüt etti. Ayrıca Manas Üniversitesi’nde teknopark kurulması kararı alındı. İş Konseyi toplantısı sırasında iki ülkenin işadamları özellikle enerji, elektrik üretimi, 
küçük ve orta büyüklükteki santral inşaatı konularında yatırım yapabilecekleri yönünde ortak karara vardı.17

Cumhurbaşkanı Gül, Kırgızistan gezisinin hemen ardından 28-30 Mayıs 2009 tarihlerinde Tacikistan’a resmi ziyarette bulundu. Devlet Başkanı İmamali Rahman, Başbakan Akil Akilov ve Meclis Başkanı Sadullo Hayrullayev ile görüşen Gül, ülkede faaliyet gösteren Türk okullarını ziyaret etti. Rahman’ın onuruna verdiği yemekte konuşan Gül, Tacikistan’ın Orta Asya’nın çekim merkezi haline gelmek için gerekli potansiyele sahip olduğunu ifade etti.18 Türkiye-Tacikistan İş Konseyi Toplantısında bir konuşma yapan Gül, tarihten gelen ortak  gelenekler in, ortak dini anlayışın ve kültürel değerlerin yardımıyla iki ülke arasındaki bağların çok güçlü olduğunu söyledi. Mükemmel düzeyde olan diplomatik ve siyasi ilişkilerin aynı seviyede tutulması için karşılıklı siyasi iradenin mevcut olduğunu vurgulayan Gül, ekonomik, ticari, eğitim ve kültür alanlarında ilişkilerin daha üst düzeye getirilmesi gerektiğini belirtti. Ülkedeki Türk okullarının faaliyetlerinden oldukça memnun olduğunu ifade ederek Tacik 
hükümetinin bu okullara verdiği destekten ötürü yetkililere teşekkür etti. TİKA’nın teknik yardımlarına devam edeceğini açıklayan Gül, iki ülkenin turizm, elektrik, hidroelektrik santraller, madencilik ve tarım alanlarında ortak yatırım yapmalarını önerdi.19 Ülkedeki Türk okullarını da ziyaret eden Gül, ünlü Türk mutasavvıf Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin doğduğu topraklara geldiğini söyleyerek Türk okullarının, iki ülke arasında barış ve diyalog köprüleri kurduğunu belirtti.20 Bölgesel güvenlik ve işbirliği açısından benzer görüşlere 
sahip olan taraflar terörizm, aşırı akımlar, yasadışı göç, uyuşturucu, silah kaçakçılığı, örgütlü suçlarla mücadele ve kitle imha silalarının yayılmasının önlenmesi konularında ortak görüşe vardılar ve Türk inşaat firmalarının Tacikistan’a gelmesi, Duşanbe’de bir ticaret fuarının düzenlenmesi ve enerji, hafif sanayi, turizm, tarım ve nakliye alanlarında işbirliği yapılması konularında anlaştılar.21

64. Dönem BM Genel Kurul toplantıları için New York’a giden Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Özbekistan Dışişleri Bakanı Vladimir Norov ile görüştü. İki ülke arasındaki ilişkilerin yeniden canlandırılması amacıyla gerçekleştirilen görüşme sırasında karşılıklı ilişkilerin geliştirilmesi yönünde atılması öngörülen adımları belirlediler. Özbekistan’ın Afganistan’a komşu ülke olması bakımından jeo stratejik açıdan önemine vurgu yapan Davutoğlu, Özbek meslektaşıyla 
daha sık görüşmeye ve ikili ve bölgesel sorunları daha sık tartışmaya karar verdiklerini açıkladı. Özbek Bakan Norov da Türkiye’nin ŞİÖ’ne gözlemci üye olmasına destek verdiklerini belirtti.22

21 Kasım 2008 tarihinde İstanbul Antlaşması ile kurulan Türk Dili Konuşan Ülkeler Parlamenter Asamblesi (TÜRKPA)’nin I. Genel Kurulu, 28-29 Eylül 2009 tarihlerinde Bakü’de yapıldı. Toplantıya Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan ve Kırgızistan Meclis Başkanları katıldı ve Genel Kurulda TÜRKPA Bakü Deklarasyonu, Sekreterya Yönetmeliği ve İç Tüzük ile 2010 yılı bütçesi kabul edildi.23 Bu toplantıdan hemen sonra, 2-3 Ekim 2009 tarihlerinde, Azerbaycan’ın Nahçıvan özerk bölgesinde Türk Dili Konuşan Ülkeler Devlet Başkanları XI. Zirvesi düzenlendi. Türkiye’nin yanısıra, Azerbaycan, Kırgızistan, 
Kazakistan ve Türkmenistan Devlet Başkanlarının da katıldığı zirve sırasında Türk Cumhuriyetleri arasındaki ilişkilerin, işbirliğinin ve dayanışmanın gelişmesi ne destek sağlandı ve Devlet Başkanları Konseyi’nin, Dışişleri Bakanları Konseyi’nin, Kıdemli Memurlar Komitesinin, Aksakallar Heyetinin ve Daimi Sekreterya’yı barındıran Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi’nin kurulmasına karar verdiler. Böylece, zirvelerin kurumsallaştırılması süreci başlatılmış oldu.24 

Cumhurbaşkanı Gül, zirve sırasında yaptığı konuşmasında Kafkasya ve Orta Asya bölgesindeki güvenlik ve diğer sorunların giderilmesi amacıyla Zirvelerin önemli bir dayanışma ve danışma platformu oluşturduğunu belirterek karşılıklı saygıya ve eşitliğe dayalı işbirliğinin gerçekleştirilmesinin kendileri açısından en doğal hak olduğunu söyledi. Bu tür girişimlerin herhangi bir bölgesel oluşumlara 
veya güçlere karşı gerçekleştirilmediğini vurgulayan Gül, Türk Cumhuriyetlerinin gelişmiş insan gücünün, zengin yeraltı ve yer üstü kaynaklarının ve ortak tarihsel ve toplumsal değerlerinin karşılıklı işbirliğinin geliştirilmesini mümkün kıldığını söyleyerek ekonomik ilişkilerin daha üst seviyelere çıkarılmasını istedi. Bu bağlamda Gül, başta enerji, ulaştırma, iletişim ve turizm alanları olmak üzere her alanda ticari ve ekonomik ilişkilerin geliştirilmesini, özel sektör yatırımlarının 
teşvik edilmesini ve bunun içinde gerekli hukuksal altyapının inşa edilmesini önerdi. 

Kars-Tiflis-Bakü demiryolu projesi gibi Asya’yı Avrupa’ya bağlayacak yeni ulaşım projelerinin inşasının bölgesel ekonomik ve ticari faaliyetlerin geliştirilmesine yardımcı olacağını ifade eden Gül, enerji güvenliği konusunda Türk Cumhuriyet leri arasında işbirliğinin hayati önem arz ettiğini vurguladı. Uluslararası boru hatları projelerinin hayata geçirilmesi durumunda hem Türkiye’nin hem de diğer Türk Cumhuriyetlerinin dünya siyasetinde hak ettikleri yere geleceğini, bu projelerin yardımıyla bölge ülkelerinin kısa sürede kalkınabileceğini ve güvenliklerini tehdit eden bölgesel sorunlara barışçıl çözüm bulabileceklerini ifade etti. TÜRKPA ve TÜRKSOY gibi yapılanmaların, Türk Dünyasının ortak sorunlarının sahiplenilmesine ve diğer devletlere anlatılmasına imkân verdiğini, bu sayede bölgesel ve uluslararası güvenliğe yardımcı olduklarını söyledi. Gül’e göre, AB’ye tam üyelik müzakerelerinde bulunan Türkiye, bölge ülkeleri ile AB arasında yakınlaşma işlevi de görecektir.25

Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev, 21-24 Ekim 2009 tarihleri arasında, geniş bir heyetle birlikte Türkiye’ye geldi. Ziyareti sırasında, Stratejik Ortaklık Anlaşmasının yanısıra, Bilim ve Teknik Alanında, Çevreyi Koruma, Turizm İşbirliği Anlaşmaları ile Hoca Ahmed Yesevi Üniversitesi’nin yeni çalışma şartlarına ilişkin antlaşma imzalandı. TOBB yetkilileri ile birlikte Ankara Sincan Organize Sanayi Bölgesinde incelemelerde bulunan Nazarbayev, ortak Türk kültürel miraslarını dünyaya tanıtmak için Türk Dünyası Akademisi’nin kurulmasını önerdi. Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattına destek vereceğini ve Samsun-Ceyhan boru hattına petrol vermeye hazır olduğunu açıklayan, Ceyhan’da ortak rafineri kurmaya talip olan Nazarbayev, Türk firmalarının Kazakistan’a gelmesini ve yatırım yapmalarını istedi.26 Ekonomik, kültürel ve siyasi alanlarda ilişkilerin geliştirilmesini öneren Nazarbayev, 27 kültürel ilişkilerin geliştirilmesine katkı yaptıklarını vurguladı.28 
Gül de Türk Cumhuriyetleri arasındaki yakın ilişkilerin, Türk Dünyasının refahına ve huzuruna hizmet ettiğini vurguladı. Bu nedenle Türk Dili Konuşan Ülkeler 
İşbirliği Konseyi ile TÜRKPA’nın kurulmasına büyük bir memnuniyetle destek verdi. İki ülke arasında uluslararası kuruluşlarda karşılıklı olarak yapıcı bir işbirliğinin bulunduğunu açıklayan Gül, bu bağlamda Türkiye’nin, Kazakistan’ın 2010 yılında AGİT Dönem Başkanlığını ve İKÖ 2011 yılı Dönem Başkanlığını desteklediklerini belirtti. İki ülkenin Avrasya jeopolitiğinde stratejik konuma sahip olduklarını düşünen Gül, CICA başta olmak üzere, bölgesel ve uluslararası 
platformlarda gösterilen dayanışma, yakın ikili ilişkilere olduğu kadar, bölgesel işbirliğine ve istikrara da büyük katkı sağladığını ifade etti.29 

Nazarbayev’in ziyareti sırasında bin kadar Türk ve 105 Kazak firması, Türk İşadamları ve Sanayiciler Konfederasyonu tarafından düzenlenen Türkiye-Kazakistan İş ve Yatırım Forumuna katıldı.30 Forumda konuşan ve ulaştırma konusunda, Tarihi İpek Yolunu yeniden canlandırmak istediklerini söyleyen ve Kars-Tiflis-Bakü demiryolunun bitmek üzere olduğunu hatırlatan Gül, Kazakistan’ın Nabucco projesine destek vermesini istedi. Nazarbayev de Samsun-Ceyhan petrol boru hattını destekleyeceklerini ve Kazakistan’ın Ceyhan’da yapılacak rafineri projesine ortak olmak istediğini açıkladı. İki ülke 
arasında finans, altyapı yatırımları, turizm, sosyal eğitim ve eğitim-kültür faaliyetlerinde ortak çalışmaların yapıldığını hatırlatan Nazarbayev, temel arzularının bölgesel düzeyde ekonomik ve ticari ilişkilerin geliştirilmesi olduğunu söyledi. Toplantı sırasında, müteahhitlik ve enerji sektörleri başta olmak üzere Türk şirketlerinin Kazakistan’a yönelik faaliyetleri değerlendirildi. Ulaştırma, tarım ve sanayi işbirliği alanlarında oluşturulan çalışma gruplarının hazırladığı raporlar incelendikten sonra, enerji alanında işbirliği, Kazakistan buğdayının 
Türkiye üzerinden dünya pazarlarına ihraç edilmesi ve taşımacılık konularında taraflar arasında görüş alışverişinde bulunuldu.31

Devlet Başkanı Nazarbayev’in ziyaretinden önce Şubat ayında, Kazakistan Parlamenter Grubu Heyeti, Devlet Bakanı M. Said Yazıcıoğlu ile TİKA Başkanı Musa Kulaklıkaya’yı ziyaret etti. Kazak parlamenterler, iki ülke arasındaki diyalogun, ortak projelerin ve faaliyetlerin sürdürülmesini ve enerji ile inşaat alanlarında işbirliğinin geliştirilmesini istediler. Devlet Bakanı Yazıcıoğlu da ortak tarih ve kültüre sahip iki kardeş ülke arasındaki dostane ilişkilerin artarak 
devam etmesi temennisinde bulunarak ticaret hacminin arttırılması gerektiğinin altını çizdi.32

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

24 Aralık 2018 Pazartesi

Fergana'da Dinmeyen Gerilim, Kırgız-Özbek Anlaşmazlığı,

Fergana'da Dinmeyen Gerilim, Kırgız-Özbek Anlaşmazlığı,



Mehmet Çağatay ABUŞOĞLU
* 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, Orta Asya Araştırmaları Merkezi Araştırmacısı 


Orta Asya'nın kalbi olan Fergana Vadisi, bölge ülkeleri için sorunların buluştuğu nokta olarak karşımıza çıkmaktadır. 
Bu noktada birbiriyle en fazla karşı karşıya gelen ülkeler ise Kırgızistan ve Özbekistan’dır. Bölgede 18 Mart tarihli sınır gerilimi sebebiyle askeri hareketlilik yaşanmış ve daha büyük bir soruna dönüşmesi son anda engellenmiştir. Sınırda yaşananlara ek olarak Kırgızistan'da iktidara muhalif kesimler de hareketlilik kazanmış ve yönetimi devirme yönünde bir planın olabileceği iddiası yayılmıştır. 

En Genel kabulü ve tanımıyla Fergana Vadisi, Orta Asya’nın kalbidir. 

Bu durumu sağlayan temel nedenlerse bölgenin zengin su kaynakları, tarıma elverişli alanları ve bu özelliklerle alakalı olarak nüfus yoğunluğunun bulunmasıdır. 

Fergana’yı kıymetli kılan bu özellikleri bölge ülkeleri için içinden çıkılamayan krizler de getirmektedir. 
Bu krizlerin öncelikli sebebi ise Sovyetler Birliği döneminde fazla girintili-çıkıntılı olarak ve etnik gruplar göz ardı edilerek yapılan sınırlardır. 
Bu sınırlar Moskova yönetimi altında idari anlam taşıdığından sorun oluşturmamışsa da günümüzde egemenlik sınırları olduğu için bölge ülkelerini savaşın, grupları da iç çatışmaların eşiğine getirebilmekte yeterlidir. 

18 Mart 2016 Tarihli Kırgız-Özbek Gerilimi Sovyetler Birliği döneminde kurulan altyapı sebebiyle, bugün bir Kırgızistan vatandaşı Kırgızistan’ın Fergana Vadisi’nde yer alan bir kasabasından bir diğerine gitmek için Özbekistan sınırlarından geçmek zorunda kalabilmektedir. 
Çünkü Sovyet döneminde inşa edilen yollar, egemenlik ve bağımsızlık konusu dikkate alınmadan hayata geçirilmiştir. Bu sorun Kırgızistan-Özbekistan-
Tacikistan arasında pek çok noktada yaşanmaktadır. 

Sınır ihlali anlamına gelen bu eylemler ülkelerin güvenlik kuvvetleri tarafından durdurulmakta ve şiddete yol açabilmektedir. 
Yerleşim yerlerinin içerisinde geçen sınırların yanında diğer büyük sorun ise anklav topraklardır. Bir ülkenin anakarasından tam olarak ayrı ve diğer ülkenin tamamen içerisinde yer alan bu topraklar Fergana Vadisi içerisinde oldukça fazladır. 

İçerisinde en çok anklav toprak barındıran ülke ise Kırgızistan’dır ve bu topraklar Özbekistan’a ve Tacikistan’a aittir. En basit biçimiyle düşünüldüğünde bu topraklarda yaşayan insanların kentlerini herhangi bir ihtiyaçtan ötürü terk etmeleri doğrudan başka bir ülkenin toprakları içerisine girmeleri ve sınır ihlalinde bulunmaları anlamına gelmektedir. Bağımsız kalınan yıllardan beri devam eden süreç Tacikistan ve Kırgızistan arasından oluşturulan diyalog zemini ve ortak çalışma heyetleri aracılığıyla kısmen azalmış durumdadır. Ancak Fergana Vadisi’ndeki sınır sorunu anlaşmazlıklarına Özbekistan dahil edildiğinde tartışmalara su paylaşımı konusu da eklenmektedir. Bölgenin iki temel nehri olan Amuderya ve Sırderya, Kırgızistan ve Tacikistan’dan doğan kaynaklardan oluşmaktadır ve bu kaynaklar Özbekistan’a ulaşmaktadır. Fergana Vadisi’nin başlıca sorunlarından birisi diyebileceğimiz konu suyun paylaşımıdır. 
Kırgızistan’ın ve Tacikistan’ın topraklarındaki su kaynakları üzerinde yapacağı eylemler, projeler doğrudan Özbekistan için tehdit anlamına gelmektedir. 
Ekonomik açıdan zor durumdaki bu iki ülkenin hidroelektrik projeleri kendileri için hayati bir konumdayken Özbekistan için tarımsal üretimin tehlikeye girmesi ve diplomatik platformda güç kaybı olarak değerlendirilmektedir. 

18 Mart 2016 tarihinde gerçekleşen kriz ise her iki konuyu da içerisinde barındırmaktadır. Özbekistan’ın Namangan kentinin 50 km kuzeyinde 
yer alan Kerben, Alabuka ve Kasansay üçgeninde yaşanan kriz temel nedeninin 
Kasansay’ın aidiyeti olduğu iddia edilmektedir. Pek çok sınır noktalarında olduğu gibi halen bu sınır kasabaları ve toprak parçalarının kimin olduğu karara bağlanamamıştır. Bu nedenle her iki taraf da benzeri özellikteki belirsiz topraklarda hak iddia etmektedir. Yukarıdaki haritada görülen Kerben ve Alabuka Kırgızistan’ın yerleşim birimleridir. 
Bu iki yerleşim birimi arasındaki tahmini mesafe mevcut yolla 40 km olarak görülmektedir ancak bu yol Özbekistan sınırları içerisinden geçmektedir. 
Bu nedenle farklı noktalarda oluşturulmuş sınırları dolanan yollar yapılmıştır. Kerben ve Alabuka arasında da Özbekistan topraklarını dolanan bir yol bulunuyor ancak yol kalitesi ve zamanın uzaması insanları Özbekistan içerisinden geçen yolu kullanmaya mecbur bırakmaktadır. 

Bölgedeki tartışmalı noktaların diğeri ise Özbeklerin Ungar-Tepe, Kırgızların Unkur-Too olarak isimlendirdiği tepedir. Askeri hareketlilik bu anlaşmazlık 
birimleri üzerinde gerçekleşmiştir. 

Kasansay su rezervi konusu ise geçmişe dayanmakta olan bir sorundur. Orta Asya hem Çarlık hem de Sovyet yönetimi altında tekstil sanayisine pamuk hammaddesini sağlayıcı bölge olarak düşünülmüştür. 
Bu çerçevede Özbekistan bugün de olduğu gibi pamuk üretiminin merkezi olurken üretimde tüketilecek su Kırgızistan’dan gelmektedir. 
Amaçlanan yüksek pamuk üretimi çerçevesinde oluşturulan su rezerv noktaları Özbekistan yönetimine verilmiş ve böylece Kırgızistan kaynağı olduğu sudan mahrum kalmıştır. Kasansay ile ilgili itilaf 1930’lara dayanır. Sovyetlerin takip ettiği politika çerçevesinde verdiği karar sonucunda ve pamuk sanayinin öneminin artmasıyla 660 hektarlık bölge 1954’te Taşkent yönetimine geçmiştir.1 1991’e gelindiğinde ise rezerv iki bağımsız ülke için çekişme alanına dönüşmüştür. 
Bugün Özbekistan rezervin kendileri tarafından inşa edildiğini, Kırgızistan ise kendi topraklarında bulunduğunu iddia ederek karşı karşıya gelmektedir. 
18 Mart tarihli gerginliğin de Özbek yetkililerin rezervle ilgili çalışma yapmak istemesi ancak Bişkek yönetiminin müsaade etmeyişinden kaynaklandığı iddia edilmektedir. 

Yaşanan bu duruma cevaben Özbekistan yönetimi bölgenin önemli otoyollarından olan Medeniyet’e iki zırhlı araçla 40 asker göndererek 
yolun kontrolünü tek taraflı olarak Kırgız vatandaşların denetlenmesi yönünde durdurmuştur.2 

Bu durum karşısında Kırgız iktidarı denk bir karşılık vermiştir. 

Gelişmeler karşısında Özbekistan yönetimi veya herhangi bir Özbek yetkili konuya değinmemiş ve yine süreci sessizce takip etmeyi tercih etmiştir. 
Buna karşılık Kırgızistan yönetimi, Taşkent’i her sorunu militarize etmekle suçlamış ve KGAÖ’nün (Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü) dikkatini konuya çekerek toplantı talebinde bulunmuştur.3 Kırgız iktidarı sorunun daha da fark edilir olabilmesi için bu yaz Özbekistan’ın başkentinde gerçekleşecek olan ŞİÖ (Şanghay İşbirliği Örgütü) zirvesine de katılmayacaklarını dile getirmiştir.4 Kırgızistan böylece Özbekistan’ı Rusya ve Çin ilgilisi ile dengeleme amacını gütmüş ve başarılı olmuştur. 24 Mart tarihinde her iki tarafta sınırda sekizer askerini bırakarak tansiyon düşürülmüştür. 

“Su”dan Sebeplerle Yükselen Diğer Kriz Noktaları 

Özbekistan-Kırgızistan arasında yaşanan bu sorunun temelinde su rezervi olduğu görülmektedir ancak Kırgızistan yönetimi için birçok iç karışıklığa da davetiye 
çıkartmaktadır. 
Sorunun gerçekleştiği bölge Kırgızistan’ın güneyidir. 2010 yılında yaşanan Kırgız-Özbek etnik geriliminin merkezi olan bölgede çok sayıda Özbek yaşamını yitirmiş ve sağ kalanlar yer değişikliğine mecbur bırakılmıştır. 

<  Kırgızistan ve Özbekistan arasında halen uzlaşı sağlanmamış pek çok toprak parçası bulunmaktadır. >

18 Mart tarihinde yaşanan gerginlik sınırdaki askeri hareketliliğin yanında Kırgızistan’ın güney kentlerinde yüksek tansiyona da sebebiyet vermiştir. Güney’de yer alan muhalif gruplar Kırgız iktidarını Özbekistan tehdidine karşı pasif kalmakla suçlamıştır. Kırgızistan yönetiminin sorunların diyalogla aşılması yönündeki ısrarı bölgedeki muhaliflerin eleştirisine maruz kalmıştır. Muhalif kesim içersinde öne çıkan isimlerden olan Azimbek Beknazarov kalabalığı Kırgız yetkililere karşı tahrik eden belirgin bir figür olarak ortaya çıkmıştır ve Kırgız yönetiminin Özbekistan’a denk cevap veremediğini savunmuştur.5 Beknazarov’un bu konudaki çıkışına 1999 yılında Çin’e devredilen toprakları da referans göstermesi pek çok insanın çevresinde toplanmasına neden olmuştur. 

Bölgedeki hareketlerin ciddi boyutlara ulaşması sonucunda Başbakan Temir Sarıyev bölgeye giderek insanları itidalli davranmaya ve sorunu büyütmemeye davet ederek sert ve sıcak duyguları terk etmelerini talep ederek sorunun çözüleceğini belirtmiştir.6 Başbakan’ı bölgeye götürecek kadar büyümekte olan iç gerginliğin ardından yeni bir etnik gerilimi hatta yeni bir devrim girişime yol açmayacağının garantisi yoktur. Çünkü ekonomik açıdan zor durumda olan ülkede aşırıcı eğilimler artabilmekte, sorunun tarafı olarak Özbekler görülebilmekte ve Bişkek yönetimi yetersizlikle itham edilmektedir. Kırgızistan’da yaşanan daha önceki devrim girişimlerinde de güney başrolü oynamıştır. Bölge halkının en ufak gerilimde harekete geçebilmesini sağlayan pek çok yerleşik anlayış vardır. Bilhassa sınır sorunlarının vurulma, öldürülme ile sonuçlanabilmesi insanları yaşam endişesine sevk edebilmekte ve hayatta kalma arzusu muhaliflerce yönlendirilebilmektedir. 
Polis de bu yönde toplanmaların olduğunu doğrulamaktadır. Bölgedeki işbirliği anlayışının tümüyle rafa kaldırılmış olması bu durumu körüklemektedir. 

Bölge halkının harekete geçirilmesi ile ilgili olarak yaşanan son gelişmelerse oldukça dikkat çekici. Ortaya çıkan bir ses kaydında halkın Bişkek yönetimi hedef alınarak ayaklandırılacağı ve bu yönde çeşitli çalışmaların yürütüleceği söyleniyor. 

Ses kaydının sahibi olduğu belirtilen Kubanıçbek Kadirov ve Bektur Asanov, halkı sokağa dökme, Cumhurbaşkanlığı’nı ve Parlamento’yu zapt etme çağrısında bulunmak suçuyla tutuklandılar.7 

Kadirov ve Asanov suçlamaları reddetti. 


    Ancak bu durumun asıl ortaya koyduğu gerçek Kırgızistan’ın güneyindeki düzenin güçlü temellere oturmadığı ve küçük sarsıntılarla başkente uzanacak kadar güçlü olabileceğini göstermektedir. 
Bu nedenle Kırgızistan yönetimi Fergana Vadisi’nde istikrara en çok ihtiyacı olan ülkedir. Herhangi bir askeri istikrarsızlaştırıcı hareket daha büyük sonuçlar doğurabilecektir. Bunun farkında olan Bişkek, sınır sorunlarını uzlaşı ile sonlandırma gayreti içerisindedir. 

Sonuç 

Sovyetlerin dağılmasıyla birlikte Orta Asya’da bağımsız kalan devletlerden Fergana Vadisi’ni paylaşanların kaderi pek çok sorunla uğraşmak olmuştur. 
Kısa bağımsızlık süreçlerinde Kırgızistan ve Özbekistan bu nedenle defalarca karşı karşıya gelmiştir. Bölgenin düzensiz sınır yapısı, yerleşik altyapılar, sınır aşan sular ve etnik çeşitlilik iki ülke arasındaki gerginliği taze tutmaktadır. 18 Mart tarihli sorun da bu sorunlar tarihine yeni bir halka olmuştur. Kısa süreli askeri gerginlik iki tarafın asker sayılarını makul seviyeye çekmesiyle sona ermiştir. Ancak bölgedeki hareketlilik Kırgızistan için iç karışıklık potansiyeli de taşımaktadır. 

Bu yüzden sınır sorunuyla alakalı olarak iki muhalif lider tutuklanmıştır. Kırgızistan’ın ekonomik açıdan ruble kriziyle birlikte daha da daralması iç 
gerginliği arttırmaktadır. Buna bölgedeki muhaliflerin Bişkek’i hedef göstermesi eklendiğinde ise yeni bir devrim süreci mi sorusu akıllara gelmektedir. 
Özbekistan güçlü merkezi iktidar yapısıyla bu tip bir tepki görmemektedir ancak Kırgızistan halen başarıya ulaşabilecek güçlü kalkışmalara karşı koyabilme açısından yetersiz kalabilmektedir. 

Bu durumu fark eden yönetim muhalif liderleri tutuklamıştır. 

Çağımız uluslararası siyasetinde güvenlik ve istikrar komşuların sınırlarından başlamaktadır. Bu nedenle Özbekistan yönetiminin benzeri bir iç sorun yaşamaması başka bir sorunla karşı karşıya gelmeyeceği anlamına gelmemekte dir. Bölge kendi içerisinde sorunların yanında Afganistan gibi istikrarsızlık üssünün kuzeyinde yer almaktadır. 

Aynı zamanda Fergana’da terör örgütlerinin yer alabildiği geçmiş tecrübelerle görüşmüştür ve halen potansiyeli olan bu durum sıkı önlemlerle durdurulmakta  dır. Afganistan’ın kuzeyinde öncelikle Türkmenistan’ı ve Tacikistan’ı rahatsız eden IŞİD ve Taliban grupları Kırgızistan’ı ve Özbekistan’ı da yakından ilgilendirmektedir. Bu durumun farkında olan bölgenin büyük güçleri Rusya ve Çin, Orta Asya ülkelerinin güvenlik önlemleri açısından yeterli hale gelebilmesi için destek vermektedir. Moskova ve Pekin yönetimleri bu destekleriyle kendi güvenliklerini garanti altına almak istemektedir. Bu anlayış ve gelişmeler çerçevesinde Fergana’yı paylaşan Kırgızistan ve Özbekistan da her alanda işbirliğine mecburdurlar. 
Aksi halde ayaklanmaklar ve terör örgütlerine katılımı getirecek aşırıcı yapılar güç kazanabilecektir. Sınır aşan sular konusunda adil paylaşım, sınır sorunlarının etkili ve tam çözümü ile akabinde ekonomik işbirliği bölgenin en fazla ihtiyacı olan adımlardır. Neredeyse sorun yaşansın diyerek çizildiği 
görülen sınırlar üzerinde devletçilik oynamak ve lüzumsuz şovenizm yerine yapıcı ve sonuç alıcı olgun bir tavır sergilemek gerekmektedir. Kopenhag 
Okulu kaynaklı “olgun anarşi”8 anlayışı bölgede hakim olmalıdır. Bu kavram özellikle yüzyıllar boyunca savaşan, çatışan Avrupa’nın büyük yıkımların ardından olgunlaşarak bütünleşme yolunu takip etmesi için kullanılmıştır. 

Orta Asya da büyük yıkımlar ve felaketler yaşamadan benzeri tavır almalıdır fakat pratikteki siyaset ters yönde devam etmekte bölge ülkeleri en küçük anlaşmazlıklar için askeri birimlerini harekete geçirmektedir. Olgunluk için Avrupa’nın yaşadığı yıkımın yaşanması gerekiyorsa Orta Asya için halen erken bir dönemdeyiz. Orta Asya bütünleşmesi için her devletin tüm çıkar yollarını denemesi ve başarısız olması gerekmektedir. 
Yıkım tecrübesi ve tek düze çıkar peşinde koşma başarısızlıkları bütünleşme veya ileri işbirliği fikrini güçlendirecektir. 

DİPNOTLAR;

1 Kyrgyzstan, Uzbekistan: Border Tension Abates, For Now, 
http://www.eurasianet.org/node/77891 (31.03.2016) 
2 Kyrgyzstan, Uzbekistan Cut Number Of Troops In Disputed Border Area, 
http://tass.ru/en/world/864020 (31.03.2016) 
3 Kyrgyzstan To Brief CSTO On Situation On Border With Uzbekistan, 
http://tass.ru/en/world/864120 (31.01.2016) 
4 Kyrgyz President To Skip SCO Summit In Tashkent If Border Standoff Not Resolved, 
http://www.rferl.org/content/kyrgyzstan-may-skip-shanghaisummit-uzbekistan-border-tensions/27632845.html 
(31.01.2016) 
5 Uzbekistan, Kyrgyzstan Deploy Troops In Dispute Over Border Mountain, 
http://www.rferl.org/content/kyrgyzstan-uzbekistan-border-mountain-dispute-military-tensions/27631743. html (01.04.2016) 
6 Uzbekistan..., a.g.k. (01.04.2016) 
7 Kyrgyz Opposition Leaders Arrested, 
http://www.trtworld.com/asia/kyrgyz-opposition-leaders-arrested-75008 (01.04.2016) 
8 John Baylis, Uluslararası İlişkilerde Güvenlik Kavramı, Uluslararası İlişkiler Dergisi, Cilt:5, Sayı:18 (Yaz 2008), s. 77. 



***

25 Ocak 2017 Çarşamba

ABD’NİN AVRASYA ENERJİ POLİTİKASI BAĞLAMINDA AZERBAYCAN VE ORTA ASYA ÜLKELERİYLE İLİŞKİLERİ,



ABD’NİN AVRASYA ENERJİ POLİTİKASI BAĞLAMINDA AZERBAYCAN VE ORTA ASYA ÜLKELERİYLE İLİŞKİLERİ,



Sina KISACIK,




ABD’nin de içerisinde yer aldığı endüstrileşmiş Kuzey ülkeleri var olan küresel enerji düzeninin temel belirleyicileri olup, dünyadaki CO2 salınımlarının % 75’inin de kaynağını teşkil etmektedirler. Ayrıca dünyanın mineral ve maden kaynaklarının % 70’ini tüketmektedirler.[1] ABD’nin enerji politikası öncelikle küresel bir boyuta sahip olup, bu politikanın temelini oluşturan ana unsur dünya çapında artmakta olan arz ve kaynak çeşitliliğidir. Mevcut durumda, ABD kendi enerji güvenliğini ve küresel ekonomik sistemin sürdürülebilirliğini sağlamaya yönelik olarak dünyanın en önemli fosil yakıt ve hidrokarbon üreticisi ülkeleriyle yakın işbirlikleri tesis etmektedir.

1990larda Amerikan yönetimleri ülkenin daha çok uzun dönemli enerji güvenliğinin sağlanması için çaba göstermişlerdir. Amerikan ekonomisinin petrol ithalatına olan bağımlılığının sürekli olarak artması bu konudaki kaygıların gündemin en sıralarında yer almasına sebep olmuştur.[2] 2000li yıllara bakıldığı zaman ABD’nin özellikle Körfez ülkelerinden ithal ettiği petrol miktarında artış olduğu gerçeği ile yüz yüze kalınmıştır. Bundan ötürü, ABD’nin stratejik hedefi olarak hem Amerikan hem de dünya enerji talebini karşılayabilecek her türlü kaynak çeşitliliğinin (özellikle Hazar Havzası) ve enerji türünün temini olarak ortaya konulmuştur. Amerika, petrol ithalatında tek bir kaynağa bağımlı kalmayı istememektedir. Petrol ihracatçılarının sayısının çoğalması öncelikle Körfez bölgesinde meydana gelebilecek herhangi bir siyasi karışıklık durumunda ABD, Batı Avrupa ve Japonya’ya petrol sevkiyatında yaşanabilecek kesinti riskini de azaltmış olacaktır. Bu bağlamda, Körfez ülkelerinin ve OPEC’in dünya petrol fiyatlarını belirleme yeteneğini azaltması durumu da ortaya çıkabilecektir.

Hazar Havzası coğrafi açıdan kapalı bir bölge olmasından dolayı, burada bulunan fosil yakıt ve hidrokarbon üreticisi ülkeler bu kaynaklarını dünya pazarlarına iletmek konusunda birçok problem ile karşı karşıyadırlar. Bu ülkelerin enerji kaynaklarını değerlendirebilmeleri ve zenginlik seviyelerini artırabilmeleri için ABD, çeşitli boru hattı projelerine destek sunmaktadır. Hazar bölgesinin Amerikan politikasında sahip olduğu konumunun ana belirleyici faktörü ABD’nin enerji çıkarlarıdır.[3] 1990ların ortalarından itibaren Washington, Hazar Denizi ürünlerinin pazarlanması amacıyla bir doğu-batı eksenini destekleme kararını verdi. Amerikan yönetimine göre bu eksenin en temel özelliği Rusya ile İran arasındaki kuzey-güney ekseninin ehemmiyetini azaltıyor olmasıydı. Burada mevzubahis olan, bölgede Rusya’nın nüfuzunu sınırlandırmak, Kafkasya ve Orta Asya’daki eski Sovyet cumhuriyetlerinin “batı yanlısı” eğilimlerini desteklemek, dünya enerji kaynaklarının çeşitliliğini artırmak, İran’ı bölgesel düzeyde tecrit etmek ve de Amerikan şirketlerinin çıkarlarını korumak ve desteklemekti. Bu hedefler bağlamında, bölge ülkelerinin petrol ve doğal gaz kapasitelerinin geliştirilmesi için aşağıdaki gerekli önlemler belirlenmiştir. Bunlar;

Kısa ve uzun vadede enerji kaynaklarının ihracat yollarının çeşitlendirilmesi;
Türkiye üzerinden geçecek petrol boru hattı projesinin desteklenmesi;
İran’a önemli miktarda siyasal, ekonomik ve stratejik kazanımlar sağlayacak projelerin yasaklanması ve bloke edilmesi ve Amerikan şirketlerinin çıkarları doğrultusunda Hazar Boru Hattı Konsorsiyumu’nun yeniden yapılandırılmasıdır.
Zbigniew Brzezinski’ye göre sınırlı bir büyüklüğe ve az bir nüfusa sahip olmasına rağmen, Azerbaycan elinde bulundurduğu çok büyük enerji kaynaklarıyla jeopolitik bakımdan çok önemlidir. Hazar Denizi yatağı ve Orta Asya zenginliklerini içeren şişe içindeki bir mantardır.[4] Eğer Azerbaycan tamamen Moskova’nın kontrolü altına girerse Orta Asya devletlerinin bağımsızlığı büyük ölçüde anlamsızlaşabilir. Bakü’nün bağımsızlığı anlamsız hale geldikten sonra son derece önemli petrol kaynakları da Rusya’nın hâkimiyetinin süjesi olabilir. Rusya’nın hâkimiyetinde olmayan bir bölgeden geçen boru hattıyla Batı pazarıyla bütünleştirilmiş olan Azerbaycan, ileri ve yüksek enerji tüketimi olan ekonomilerle enerji kaynakları bakımından zengin olan Orta Asya arasında ulaşımı gerçekleştirebilen bir anayol olma potansiyeline sahiptir.




Mayıs 1998’de Washington yönetimi, geniş ölçekli “Hazar Denizi Girişimi’ni deklare etmiştir. Aynı zamanda Amerikan firmalarının ilgilenmediği Bakü-Ceyhan projesine politik desteğini giderek artırmıştır. Hazar politikasının önemini vurgulamak ve etkinliğini sağlamak amacıyla, Haziran 1998’de Amerikan Başkanı ve Dışişleri Bakanı için ABD’nin Hazar temelli enerji diplomasisini organize edecek özel bir danışman (ilki Richard Morningstar) atanmıştır.[5] İlk başlarda Hazar kaynaklarının Amerikan enerji güvenliği açısından sahip olduğu önemin üzerinde daha çok durulurken, yeni dönemde özellikle bölge ülkelerinin petrol ve doğal gaz sektörlerinin geliştirilmesinin yanı sıra Beyaz Saray’ın, Orta Asya ve Kafkasya’daki stratejik çıkarlarının savunulmasını ön plana çıkarılmıştır. Enerji diplomasisi, içerik açısından daha kapsamlı bir stratejinin alt başlığı olarak değerlendirilmeye başlanmıştır. Morningstar, “dört önemli stratejik hedefi” hayatiyete geçirmeye yönelik bir araç olarak gördüğü boru hattı projeleri ile ilgili görüşmeleri tamamıyla politik alana çekmiştir. Bu hedefler aşağıdaki hususları içermektedir;

Hazar bölgesindeki yeni cumhuriyetlerin bağımsızlıklarının ve refah seviyesinin güçlendirilmesi ve ekonomik ve siyasi reformların teşvik edilmesi; Bölgenin yeni ulus-devletleri arasında ekonomik ilişkileri geliştirmek suretiyle, bölgesel ihtilafların ve muhtemel savaşların önüne geçilmesi; Amerikan ve diğer şirketler için ticari ve yatırım imkânlarının iyileştirilmesi ve ABD ve müttefiklerinin enerji güvenliğinin desteklenmesi ve Hazar bölgesinin bağımsızlığının korunmasıdır.
Brzezinski’ye göre Birleşik Devletler, enerji ihracatçıları olan Orta Asya ülkeleri ile daha çok ve daha doğrudan ekonomik ilişkiler kurmaya yönelik yoğun çabalarda bulunmak zorundadır. Washington, bu ülkelerin çevrelenmesine izin vermemelidir.[6] Bu çerçevede Bakü-Tiflis-Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı önemli bir stratejik başarıydı. Washington, Nabucco Doğal Gaz Boru Hattı Projesi’ni bu erişimin güçlendirilmesi olarak değerlendirmektedir. Birleşik Devletler bu konuda ısrarcı olmalıdır. Brent Scowcroft’a göre Washington Hazar Denizi’nin altından geçip Kazakistan’dan Azerbaycan’a giden bir petrol boru hattının inşa edilmesi çaba göstermelidir. Bu durum Rusya’ya zarar vermez, sadece Rusya’nın Avrupa’ya karşı olan tekel olma şansına zarar verir.[7]

28 Ocak 2010 tarihinde Birleşik Devletler Dışişleri Bakanlığı’nın Avrasya Enerji Birimi Özel Temsilcisi Büyükelçi Richard Morningstar Amerikan İlerleme Merkezi’nde yaptığı bir konuşma ile Birleşik Devletlerin 2010 ve sonrasında Amerikan hükümetinin Avrasya enerji konuları ile ilgili politikalarını ortaya koymuştur. Buna göre Washington’un Avrasya bölgesine yönelik stratejisinin 4 unsuru bulunmaktadır. Bunlardan ilki, aynı zamanda alternatif teknolojilerin yanı sıra tüm enerji kaynaklarının kullanımında verimliliği ve muhafazayı desteklerken, diğer yandan da yeni petrol ve doğal gaz kaynaklarının geliştirilmesini teşvik etmektir.[8] Washington burada Azerbaycan ya da Türkmenistan’da yeni doğal gaz üretiminden bahsederken bunun Birleşik Devletlerin çıkarı için olmadığını ifade etmektedir. Bu durum küresel enerji güvenliğini arttıracak biçimde uluslararası gaz akışına katkıda bulunacaktır. Bu stratejinin bir diğer parçası ise, Amerikan yönetimi, Avrupa’nın kendi enerji güvenliğini sağlamaya yönelik arayışlarına destek vermeyi arzu etmektedir. Bu stratejinin son ayağında ise; Birleşik Devletler, Kafkasyalı ve Orta Asyalı üretici ülkelerin hidrokarbon kaynaklarını satmaları için yeni pazarlar bulmalarına yardımcı olmak yer almaktadır.

Bakü-Tiflis-Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı


Azerbaycan’ın bağımsızlığını elde etmesinden sonra Batılı petrol şirketleri dikkatlerini Hazar bölgesi enerji kaynaklarına yöneltmişlerdir. Rusya’nın arzusu Azerbaycan petrolünün kuzey hattı adı verilen bir hatla taşınması yönünde olmuştur.[9] Böylece, Bakü’den Rusya’nın Novorossisk limanına taşınacak petrol buradan tankerlerle Boğazlar yoluyla dünyaya ulaştırılmış olacaktı. Rusya, Sovyetler Birliği döneminde inşa edilen boru hattının kendisini bu rekabette avantajlı kılacağını düşünmekteydi.

Türkiye ise petrolün taşınmasında kendi topraklarından geçecek olan Bakü-Tiflis-Ceyhan hattını ön plana çıkarmaktaydı. İran ise petrolün kendi üzerinden taşınmasını arzulamaktaydı. Bunlardan İran hattı, ABD’nin muhalefetiyle karşılaşmıştır. Washington ve Ankara tarafından desteklenen Doğu-Batı Enerji Koridoru ve Rusya seçeneği arasındaki mücadelede Türkiye, Boğazlardaki var olan yoğun trafiği ve bunun İstanbul için oluşturduğu tehlikeleri gündeme getirmiştir. Türkiye’nin Boğazlar’ın var olan trafiğine ilaveten bir de Hazar petrolünün buradan taşınması durumunda ortaya çıkacak ilave trafiği kaldıramayacağı görüşünün yanı sıra Rusya alternatifine karşı başka düşünceler de öne sürülmüştür. Rusya’nın Novorossisk limanındaki iklim şartları, Azerbaycan’dan Rusya’ya giden boru hattının güvenli olmayan bölgelerden geçmekte olduğu ifade edilmiştir. Bakü’den Ceyhan Limanı’na ulaşacak bir hattın ise çevresel avantajlarının ortaya konulduğu gibi Ceyhan Limanı’nın lokasyonu, yılın 365 günü operasyonel olabilmesi ve de Ceyhan Limanı’nın yılda 120 milyon ton petrolü kaldırabilecek kapasiteye sahip olması Türkiye’nin hattın avantajlarıyla ilgili ileri sürdüğü tezlerdi. Bu hattın dezavantajını ise 3 milyar dolara varan maliyetin projeyi pahalı hale getirdiği hususu oluşturmaktaydı.

Bakü-Tiflis-Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı’na (BTCHPH) giden sürecin başlangıcı 1994 yılında “Yüzyılın Anlaşması” olarak ortaya konan 8 milyar dolarlık anlaşma ile olmuştur. Amaco, Penzoil, UNOCAL, Exxon, Ramco, Staatoil, Itochu, Delta, SOCAR, TPAO ve Lukoil’in içinde bulunduğu Azerbaycan Uluslararası Petrol Konsorsiyumu oluşturulmuştur.[10] TPAO’nun önceleri % 1,75’lik hissesi bulunmaktayken Azerbaycan şirketi SOCAR’dan aktarılan % 5’lik payla hisse oranı % 6,75’e çıkarılmış bulunmaktadır. BTC projesinin ticari çekiciliğini artırmak için Washington yönetimi, Ankara, Bakü ve Tiflis’e yatırımcılar için avantajlar sağlanması ve petrol geçişi için ödenen vergi oranlarının azaltılması konusunda baskıda bulunmuştur.

Projenin bölgesel bir inisiyatif olduğunu vurgulamak amacıyla ABD, Ekim 1998’de Türkiye, Azerbaycan, Gürcistan, Kazakistan ve Özbekistan Devlet Başkanlarının katıldığı Ankara Deklarasyonu adlı bir imza töreni organize edilmiştir. Bu Deklarasyona dönemin ABD Enerji Bakanı Bill Richardson da gözlemci olarak imza koymuştur. Richardson, doğu-batı enerji koridorunun parçası olan bu hattın bölgede ekonomik gelişme ve ulusların zenginliğine artı değer sağlayacağını belirtmiştir. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın 1999 yılındaki zirvesinde Türkiye, Azerbaycan, Gürcistan, Türkmenistan ve Kazakistan BTC’ye olan desteklerini tekrar vurgulamışlardır. 2000 yılında Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye ana boru hattı taslağı konusunda anlaşmaya vararak ileri bir aşamaya geçmişlerdir.

Gerçekleştirilen çalışmalar sonucunda finansman sorununun ortadan kaldırılmasıyla hız kazanan BTC boru hattından deneme amaçlı petrol, 25 Mayıs 2005 tarihinde pompalanmış ve daha sonra hattan petrol akışı başlatılmıştır. Yıllık 50 milyon ton (günde 1 milyon varil) kapasitesi olan BTC boru hattının açık denizlere çıkışı bulunmayan Hazar bölgesinin petrol kaynakları için ana ihraç güzergâhı olması düşünülmektedir. Çalışma ömrünün en az 40 yıl olması planlanan bu hattan ilk petrol 28 Mayıs 2006 tarihinde Ceyhan’da yapılmış olan ve dünyanın en büyük ham petrol ihraç tesisleri arasında gösterilen Ceyhan Haydar Aliyev Terminali’ne ulaştırılmıştır. 4 Haziran 2006 tarihinde BTC boru hattıyla Akdeniz’e getirilen petrol, ilk tankerle dünya pazarlarına gönderilmiştir.[11] Bu hattın resmi açılış töreni 13 Temmuz 2006 günü Ceyhan’da gerçekleştirilmiştir. Hattın toplam uzunluğu 1760 kilometredir (Azerbaycan: 445 km, Gürcistan: 245 km ve Türkiye: 1070 km). 5 Ocak 2009 tarihi itibariyle BTC üzerinden 653 tankere yaklaşık toplam 520 milyon varil petrol yüklemesi gerçekleştirilmiştir. 16 Haziran 2006 tarihinde Kazakistan, BTC petrol boru hattı projesine resmi olarak katılmıştır. Bu amaçla, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ile Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev arasında anılan tarihte, Almatı’da Ev Sahibi Ülke Anlaşması imzalanmıştır. Kazak ham petrolü, Hazar Denizi’nden tankerlerle Bakü’ye getirilerek, BTC boru hattıyla Ceyhan’a 2008 Kasım’ından itibaren pompalanmaya başlanmıştır.

ABD’nin genel olarak Avrasya, özel olarak da Kafkasya siyasetinin önemli bir parçasını oluşturan enerji konusunda petrolden sonraki diğer bir önemli kaynağı da doğalgaz oluşturmaktadır. Beyaz Saray, Hazar’daki doğalgazın uluslararası pazarlara sunulmasını da Doğu-Batı Enerji Koridoru stratejisinin bir parçası olarak kıymetlendirmektedir. Bu bağlamda, Azerbaycan’ın Şah Deniz doğalgazı ile Türkmenistan doğalgazının aynı koridorda taşınması ABD tarafından öngörülmüştür.[12] Bunun aracı ise Hazar geçişli bir boru hattıyla Azerbaycan ve Türkmenistan doğalgazlarının batıya iletilmesiydi. Bu boru hattının inşasının finansal açıdan gerçekleştirilebilirliğinin ise özellikle Türkiye’nin Türkmenistan doğal gazına meyil etmesine bağlı olduğu vurgulanmıştır. Öte yandan Türkiye’nin Rusya’dan Karadeniz’in altından geçen boru hattıyla doğalgaz getiren Mavi Akım projesini ön plana çıkarması ve bu projenin hayata geçirilmesi, ABD açısından Doğu-Batı enerji koridoru stratejisi için bir engel olarak değerlendirilmiştir. Rusya’dan Türkiye’ye 30 milyar metreküp gaz getirecek olan bu hattın Türkiye’nin talebini karşılayacağı ve Türkmenistan doğalgazına ihtiyacı olmayacağı, Hazar geçişli boru hattı projesi için anlaşma imzalayan Amerikan şirketi PSG tarafından da belirtilmiştir.

Fakat eğer Azerbaycan ile Türkmenistan arasında gelişen ilişkiler sonucunda Azerbaycan doğalgazıyla Türkmenistan doğalgazının ortak taşınması konusunda mutabakata varmaları kesin bir şekilde sağlanmış olunursa ve firmalar da bu doğalgaz boru hattının yapılması konusunda kararlı olurlarsa Hazar geçişli boru hattı projesi gerçekleştirilebilir. Çünkü Türkiye de Hazar geçişli doğalgaz boru hattı projesine destek vermekte ve bu hattan da doğal gaz almak arzusunda olduğunu ifade etmektedir. Buradaki temel sorunları, Türkmenistan ve Azerbaycan arasındaki sahalar konusundaki anlaşmazlık (Serdar/Kepez) ve Hazar’ın durumu ile ilgili tartışmalar oluşturmaktadır. 

Buna ilaveten Türkmenistan’ın Rusya ile yapmış olduğu uzun süreli gaz satış anlaşmasının da gazın miktarıyla ilgili probleme yol açabileceği vurgulanmakta dır. Bu boru hattıyla ilgili ilk teşebbüs 1998 yılında olmuş ve 2003 yılı başına kadar tamamlanması öngörülmesine rağmen henüz fiiliyata geçirilememiştir.

Bakü-Tiflis-Erzurum Doğalgaz Boru Hattı


Bu boru hattı, Doğu-Batı Enerji Koridorunun ikinci bileşenini oluşturmaktadır. Güney Kafkasya Boru Hattı olarak da bilinen bu hat ile Hazar Denizi’nin Azerbaycan’a ait kesiminde yer alan Şahdeniz sahasında üretilecek doğal gazı Gürcistan üzerinden Gürcistan-Türkiye sınırına ulaştıracak olan boru hattından yılda 6,6 milyar metreküp doğal gaz ihraç edilmesi öngörülmektedir.[13] Azerbaycan ile Türkiye arasında Mart 2001 tarihinde GKBH projesi ile ilgili olarak Hükümetlerarası Sözleşme ve Alım-Satım Sözleşmesi, Eylül 2002’de ise Azerbaycan ile Gürcistan arasında GKBH ile doğal gazın Azerbaycan ve Gürcistan’dan ve onların sınırları dışında transiti, transferi ve satışı konusunda sözleşme imza edilmiştir. Boru hattının inşasına Ekim 2004’de başlanmış ve Mayıs 2006’da ise ilk kullanım gazı, aynı senenin Aralık ayındaysa ilk ticari gaz gönderilerek boru hattı faaliyete geçirilmiştir. İlk Şahdeniz gazı Temmuz 2007’de Türkiye’ye ulaştırılmıştır.

BTE Doğal Gaz Boru Hattı aynı zamanda, Türkmenistan ve Kazakistan’da yer alan dünyanın dördüncü büyük doğal gaz rezervlerine erişecek olan Hazar Geçişli Doğal Gaz Boru Hattı Projesi’nin ilk saç ayağı olarak değerlendirilmekte dir. 2007 senesinde ise şu anda kullanılmakta olan tabakanın altında bulunan yüksek basınçlı yeni bir tabaka ortaya çıkarılmıştır. Bu keşif sonrasında yapılan kuyu verileri tetkiki sonucunda Şahdeniz projesinin 2. aşamasının başlatılması kararı alınmıştır. 2. aşamanın toplam maliyetinin 10 milyar dolar civarında olması öngörülmekte ve yıllık doğalgaz üretiminin ise 12-15 milyar metreküp seviyesinde olacağı düşünülmektedir. Güzergâh ve kaynak çeşitlendirmesine ekstra katkılarda bulunacak olması nedeniyle Hazar Geçişli Doğal Gaz Boru Hattı Projesi özel bir ivedilik kazanmıştır. Arz güvenliği açısından, Kazakistan ve Türkmenistan’ın doğal gaz ve petrollerini Batı pazarlarına ihraçlarında tek bir ülke veya rotaya bağımlı kalmamaları da önem taşımaktadır.



Kaynak: http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=771:enerji-nakil-hatlar-cercevesinde-tuerkiye-azerbaycan-likileri&catid=131:enerji&Itemid=146

Nabucco Doğal Gaz Boru Hattı Projesi




Nabucco projesi, Haziran 2006’da tüm dâhil taraflarca onaylanmıştır.[14] Bu hat, şu ülkeler üzerinde olacaktır: Türkiye-Bulgaristan-Romanya-Macaristan-Avusturya. Proje, alternatif doğal gaz kaynaklarına güvenli erişimi sağlamanın yanında bunların AB Tek Pazarı’na güvenli bir şekilde taşınmasına da yardımcı olacaktır. Nabucco’nun Ocak 2009’daki Bükreş Deklarasyonu’na bakıldığında, kaynak çeşitlendirilmesi temel hedef olarak ortaya konulmuştur. Enerji piyasalarının; daha güvenli hale gelmesi, şeffaflaştırılması, daha öngörülebilir olması, sürdürülebilirliği ve piyasa ekonomisi şartlarının daha kolay oluşması, kaynak çeşitlendirilmesinin temel sebepleri olarak ifade edilmiştir.

Deklarasyon ile projenin hem üretici hem tüketici hem de transit ülkelerin faydasına olacağı hususu belirtilmiştir. Projeye üye ülkeler, projenin Avrupa Birliği’nin son dönemdeki enerji konusundaki temel prensip ve politikaları ile de uyumlu olduğunu belirterek Brüksel’in Orta Asya, Kafkasya ve Ortadoğu’ya yeni bir enerji koridoru açmayı amaçladığının altını çizmişlerdir. Proje, gazı Azerbaycan, Kazakistan, Irak, İran, Mısır ve Türkmenistan’dan almayı hedeflemektedir. Nabucco, 13 Temmuz 2009 günü Ankara’da imzalanan anlaşmayla hayat bulmuştur.

ABD ve AB tarafından desteklenmekte olan bu projenin büyük kısmı Türkiye’den geçecek olan (yaklaşık 2000 km) 3300 km uzunluğunda boru hatları ağından oluşmaktadır. Yapılan hesaplamalara göre bu hattan taşınacak gaz miktarı 31bcm/yıl, tahmini harcama miktarı da 7,9 milyar Euro olarak planlanmıştır. Projenin ortakları; BOTAŞ Anonim Şirketi, Bulgarian Energy Holding EAD, MOL Plc, OMV Gas & Power GmbH, RWE AG, TRANSGAZ SA firmalarıdır. Her bir firmanın ortaklık payı % 16.67’dir. Projeyi hem Brüksel hem de Washington güçlü bir biçimde desteklemektedir. Bu destek, Amerika Dışişleri Bakanlığı’nın Avrasya Enerji Özel Temsilcisi Richard Morningstar tarafından dile getirilmiştir.[15] Washington’daki düşünce kuruluşlarından Amerikan İlerleme Merkezi’nde bir konuşma yapan Morningstar, güney koridorundaki alternatif projelere de bakmakta olduklarını ifade etmiştir.

“Nabucco’nun daha fazla dile getirilmesindeki gerekçe, bu projenin siyasi anlamda Orta ve Doğu Avrupa ülkelerine daha fazla yararı olmasından dolayıdır… Avrupa başkentlerine uğradığım zaman, Türkiye-Yunanistan-İtalya boru hattından söz edilmiyor. Çoğunlukla Nabucco’dan söz ediliyor. Güney Koridoru projesinde payı olan şirketlere, siyasi gelişmelere de bakmalarını tavsiye ediyorum. Onlara, Orta ve Doğu Avrupa’da doğal gaz ihtiyacı açısından kırılgan ülkelere daha fazla yararı olacak projelerle gelmelerini öneriyorum. Eğer Türkiye-Yunanistan-İtalya boru hattı, stratejik olarak Nabucco’nun yapabilecekleri ni yapsa, bu durumda iki hattan hangisinin daha karlı olabileceği düşünülebilir. Belki de bu iki boru hattını savunanlar bir araya gelip, Orta ve Doğu Avrupa’ya daha etkili gaz sevk edilmesi konusunda işbirliğini görüşebilir. Bu konuda yaratıcı olmak gerek. Amerika’nın sadece Nabucco’yla ilgilendiği yaklaşımını kabul etmiyorum. Konu çok daha geniş…”



Kaynak: http://www.nabucco-pipeline.com/portal/page/portal/en/pipeline/route

Türkiye Cumhuriyeti Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız[16], Nabucco Projesi’nin olası faydalarını şu şekilde ifade etmiştir:

Projede yer alan ülkeler ve Avrupa için yeni bir gaz koridoru açmak;
Rota boyunca yer alan katılımcı ülkelerin geçiş profilini yükseltmek;
Tüm katılımcı ülkeler ve de bütün Avrupa için arz güvenliğine katkıda bulunmak;
Tüm Nabucco ortaklarının gaz boru hattı şebekelerinin Avrupa gaz ağıyla bağlantılı olarak rolünün güçlendirmek ve Avrupa Gaz Direktifinde bahsedilen şeffaflığı sağlama ve rekabeti artırma yoluyla iyi işleyen bir tek gaz pazarına katkıda bulunmaktır.
ABD Dışişleri Bakanlığı bünyesinde diplomatik misyon faaliyetlerini denetleyen Genel Teftiş Bürosu (OIG), ABD’nin Ankara Büyükelçiliği, İstanbul, Adana ve İzmir temsilcilikleriyle ilgili Temmuz 2010’da yayımladığı raporda bu makalenin konusuyla ilgili olarak şu tespitte bulunulmuştur; “Türkiye, kendisi aracılığıyla Azerbaycan’dan, Hazar bölgesinin diğer yerlerinden boru hatları aracılığıyla Batı Avrupa’ya petrol ve gaz temin edilmesinin çeşitlenmesinde giderek artan bir rol oynamaya da devam edecektir”.[17]

Bu boru hattının yapımı ile ilgili sorunların sorunlardan ilki, temin kısmında yaşanan sorunlardır. İkincisi ise talep kısmında var olan sorunlardır. Rus gazına alternatif olarak düşünülen kaynaklar Azerbaycan, Türkmenistan, İran, Irak ve Mısır’dır. İlk aşamada hattın bağlanacağı Azerbaycan’ın boruları doldurup dolduramayacağı söz konusudur. Özellikle Türkmenistan gazında ciddi şüpheler göz önünde bulundurulduğunda Azeri gazının kapasitenin çok altında olacağı ifade edilmektedir.[18] Türkmenistan’ın gaz kaynaklarına yönelik olarak Birleşik Devletler, Avrupa Birliği, Rusya, Çin ve İran arasında stratejik ve gaz çıkarları bakımından ciddi bir mücadele yaşanmaktadır. Washington ve Brüksel, Türkmenistan’ı kendi gazını Hazar’ı aşıp Azerbaycan ve Türkiye’ye giden teknik ve siyasi açıdan zor bir rota vasıtasıyla Avrupa’ya gönderme konusunda ikna etmeyi ummaktadırlar. Böylece Rusya ve İran’ın Avrupa’ya yönelik alternatif boru hattı rotaları olmasının engelleneceğini düşünmektedirler. Tahran, Türkmen gazının kendisi üzerinden Türkiye’ye oradan da Batı’ya iletilmesini hedeflemektedir.

Türkiye her iki durumda da kazanmaktadır fakat şu anda İran’ın gaz sahalarını geliştirip bunu kendisi almanın yanı sıra bu gazın Avrupa’ya aktarılması konusunda da taahhütte bulunmuş durumdadır. Washington bu durumdan memnuniyet duymamaktadır. Moskova, Tahran ve Ankara arasında Türkmen gazının Batı’ya akışının kontrol edilmesi konusunda asgari olarak üç yönlü bir mücadele vardır. Ne Türkiye ne de İran, bu konuda Washington kadar Moskova’ya stratejik bir meydana okuma durumunda değildirler. Fakat Türkmen gazının transfer edilmesi probleminin çözüme kavuşturulmasından gelecekte Rusya veya İran fayda sağlıyor olacaktır.

Diğer bir seçenek ise Mısır gazıdır. Fakat burada şöyle bir durum söz konusudur. Türkiye komşularıyla beraber Mısır doğalgazını Ürdün ve Suriye üzerinden Türkiye’ye oradan da Avrupa pazarlarına taşımayı amaçlayan Arap Doğalgaz Boru Hattı projesini gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Taşıma için mümkün olan gaz miktarı düşük seviyede olup yılda 1,5-2 milyar metreküptür. Mısırlı yetkililer taşımaya yönelik olan uygun miktarları sınırlandırmaya ve kendi rezervlerini gelecek nesilleri için korumaya çalışmaktadır. Öte yandan, Nabucco’nun yıllık ihtiyacı olan 30 milyar metreküplük doğal gazın yarısını sağlamayı taahhüt eden Irak‘ta ise ne yeterli bir istikrar ne de görüşmelerde bulunulacak güvenilir bir hükümetin varlığı söz konusudur.

İran gazı, ise ABD’nin Tahran’ın nükleer programından duyduğu rahatsızlık ve İran’a yönelik olarak uygulanan uluslararası yaptırımlardan dolayı şu anda devre dışı durumdadır.[19] İran, 29,6 trilyon metreküp doğal gaz rezerviyle dünya gaz rezervlerinin yüzde 16’sını elinde bulundurmaktadır. Rusya’dan sonra ikinci büyük doğal gaz tedarikçisi olan İran seçeneği, Türkmenistan bağlantısı açısından da hayati önemdedir. ‘Amerikan engeli’ aşılabildiği takdirde Nabucco’nun önünde Hazar engeli çıktığında Türkmen gazı İran üzerinden sevk edilebilir. Washington’ın Tahran’ın içinde bulunduğu bütün enerji projelerini engellediği bilinmektedir. Ankara’da Nabucco için beş ülkenin başbakanı tarafından imzaların atıldığı gün ABD’nin Avrasya Enerji Özel Temsilcisi Richard Morningstar İran’ın Nabucco’ya gaz sağlamasına karşı olduklarını ifade etmekteydi. İran, projeden dışlandığı takdirde, kıyıdaş ülke olarak Hazar’ın statüsü konusunda aynen Rusya gibi sorunlar çıkarması olasıdır.

Talep tarafında da sorunlar bulunmaktadır. Nabucco Doğal Gaz Boru Hattı’nın hissedarı olan ülkeler (Almanya, Bulgaristan, Macaristan, Romanya, Türkiye ve Avusturya) kendilerini Rus baskısına ve sindirme politikalarına karşı savunmasız bırakacak şekilde Moskova’dan doğal gaz ithalatına yüksek oranda bağımlıdırlar. Almanya için bu oran % 43, Bulgaristan’da % 89, Avusturya’da % 74’tür. Türkiye için bu oran % 60 civarındadır.

Washington’da bu sene 31.si gerçekleştirilen yıllık Türk-Amerikan Konseyi (ATC) kapanış oturumunda bir konuşma yapan Amerika Enerji Bakan Yardımcısı Daniel Poneman önemli açıklamalarda bulunmuştur.[20] Poneman, Türkiye’nin Avrupa’ya giden enerji yollarının yaşamsal kavşak noktasında yer aldığını ifade etti. Enerji güvenliği meselesinin bütün taraflar açısından önemli olduğunu belirten Poneman, Ankara’nın bu tarz enerji güvenliği tesis etme bakımından üstlenmekte olduğu rolün farkında olduklarının altını çizdi. Birleşik Devletlerin uzun zamandan beri güney koridorunu meydana getiren doğal gaz boru hatlarını desteklediğini vurgulayan Poneman, bu koridorun hedefinin Avrupa’nın yeni doğalgaz kaynaklarını Türkiye üzerinden Batı pazarlarına aktarmak olduğunu sözlerine ekledi.

Trans-Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı Projesi -TANAP


26 Haziran 2012’de Azerbaycan ve Türkiye arasında TANAP (Trans Anadolu) adı verilen bir doğalgaz boru hattı projesi ilgili anlaşmanın Türkiye Cumhuriyeti Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız ile Azerbaycan Sanayi ve Enerji Bakanı Natık Aliyev tarafından imzalanmıştır.[21] Erdoğan ve Aliyev anlaşmaya şahit olarak imza koydular. Ev sahibi ülke anlaşmasına ise Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız ile Socar Başkanı Rövnag Abdullayev tarafından imza konuldu. Bu boru hattına ilişkin mutabakat zaptına ise Socar Başkanı Rövnag Abdullayev ile Botaş Genel Müdür Vekili Mehmet Konuk tarafından imzalanmıştır. Azerbaycan devlet petrol şirketi SOCAR’ın, Türkiye’den BOTAŞ ile TPAO’nun ortaklığı ile 26 Aralık 2011 tarihinde ön anlaşması yapılan Trans Anadolu Doğalgaz Boru Hattı Projesi, 7 milyar dolar yatırımla faaliyete geçecektir. Projenin ilk etabı 2018 yılında bitirilecektir. Bu proje için oluşturulan konsorsiyumda SOCAR, BOTAŞ ve TPAO ilk ortaklar arasında bulunmaktadır. Bu proje çerçevesinde Ankara’nın BOTAŞ ve TPAO ile beraber % 20lik bir hissesi bulunacaktır. Projenin % 80’lik hissesinin sahibi ise SOCAR olacaktır.

Bu boru hattı ile gazın Azerbaycan’dan çıkarılarak, Gürcistan’ı geçip Türkiye üzerinden satılması ve iletilmesi planlanıyor. Şah Deniz 2 Konsorsiyumu’nun 16 milyar metreküplük gazının 6 milyar metreküplük bölümü Türkiye’ye verilecek, 10 milyar metreküplük bölümü de TANAP kanalıyla Bulgaristan ve/veya Yunanistan sınırında teslim edilecektir. TANAP projesi planlanan 4 aşamanın ilki 2018’de ilk gaz akışıyla hayata geçirilecektir. 2020 yılında ise senelik 16 milyar metreküp olacak kapasitenin, 2023’te 23’e, 2026 yılında ise senede 31 milyar metreküp seviyesine ulaşması amaçlanıyor.

Türkiye Ulusal İletim Hattı’nın batı girişini beslemek suretiyle, batı bölgesi arz güvenliğini güçlendirecek proje, gelecekte Türkmen gazının Türkiye ve Avrupa’ya iletimi bakımından alternatif bir hat olma özelliğine de sahiptir.[22] İki başkent açısından çok büyük stratejik öneme haiz bulunan hattın, Türkiye ve Avrupa için makul fiyat ve belirlenmiş doğalgaz kapasitesiyle arz güvenliğine destek verirken, Bakü’nün elinde bulunan doğalgaz kaynaklarının yeni pazarlara iletilmesi gibi önemli kazanımlar da sağlamaktadır. Hazar Bölgesi doğalgazının Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınmasını hedefleyen Nabucco Projesi’nde karşılaşılmakta olan ‘arz sıkıntısı’, TANAP Projesi’ne olan ilginin yoğunlaşmasına sebep oldu. TANAP’ın gaz arzı, Şahdeniz II sahasından gerçekleştirilecektir. Bundan dolayı, projenin arz hususunda bir sıkıntısı bulunmamaktadır. Bu sebepten ötürü Türkiye ve Azerbaycan tarafından ortaya konulan bu proje için, şu anda İngiliz BP, Fransa Gaz de France, Almanya’nın RWE, Avusturya’nın enerji şirketi OMV ile Norveç, Bulgaristan, Macaristan’ın enerji şirketlerinin ortak olmak için görüşmeler yaptığı ifade edildi.

18 Aralık 2012’de Atlantic Council’de yapılan “Energy and Security from the Caspian to Europe” adlı konferansta ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi üyesi Marik String, Azerbaycan hükümetinin elinde bulunan enerjiyi kullanarak Batı’yla olan stratejik bağlarını kuvvetlendirmek gibi stratejik bir davranış sergilediğini ifade etti. String’e göre Bakü, sahip olduğu doğal gaz kaynaklarını yerel ve bölgesel bazda rahatlıkla ihraç edebilir.[23] Ankara, Bakü’nün, bütün doğalgazını almaktan memnuniyet duymakta fakat Bakü, bu gazı Avrupa’ya taşıma kararını sabit tutuyor. String, üyesi olduğu komitenin Avrupa’ya akan doğal gazın Orta Avrupa’dan Nabucco West boru hattı kanalıyla aktarılmasına destek verdiğini ifade ederek, böylelikle; çoğunlukla Rusya’nın Gazprom firmasının tedarik ettiği doğalgaza bağımlı durumda bulunan Orta Avrupa bölgesindeki Washington’un müttefiklerinin, doğalgaz kaynaklarının çeşitlenebileceğini vurguladı. String, Nabucco West hattının geçtiği ülkelerden Bulgaristan’ın % 89, Macaristan’ın % 57 ve Romanya’nın % 23 oranında Gazprom’un tedarik ettiği doğalgaza ihtiyacı olduğunu vurguladı. Beyaz Saray’ın birçok müttefikinin gelecek senelerde Gazprom firmasıyla olan anlaşmalarının biteceğini ifade eden String, Nabucco West Hattı’nın şimdiye kadar görülmemiş bir avantaj sağlayacağının altını çizdi.

Aynı konferansta söz alan ABD Senatosu Dışişleri Komitesi’nin bir diğer üyesi Neil Brown ise Azerbaycan enerji kaynaklarını Batı’ya taşımayı sürdürmek arzusundaysa, doğusundaki komşusuyla ilişkilerini iyileştirmesi gerektiğini ifade etti. Brown’a göre BP ve ortakları tarafından gerçekleştirilen yatırımlarla beraber Bakü, Orta Asya’yı Avrupa’ya bağlayabilecek bir konuma sahip olabilir. 

Azerbaycan’ın bunu yapıp yapamayacağını soran Brown, ihtiyaç olan şeyin Türkmenistan’ın Avrupa’daki doğalgaz pazarındaki uzun vadeli geçerliliğinizi onaylaması olduğunu belirtti. İki başkent arasındaki münasebetlerin iyileştirilmesinin, her iki ülke tarafından kullanılan doğalgaz sahalarını bağlayacak Trans-Caspian boru hattının gelişiminde etkili olacağını vurgulayan Brown, bu hattın gelişim sürecinin, Türkmen gazının akışının Bakü tarafından da onaylanmasını kapsaması gerektiğini sözlerine ekledi.

1990ların başında SSCB’nin yıkılmasından sonra Kafkasya ve Orta Asya’da birçok yeni devlet ortaya çıkmıştır. Bu coğrafyalarda bağımsızlığını kazanan ülkeler arasında Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan yer almaktaydı. Bu üç devlet muazzam ölçekte petrol ve doğal gaz kaynaklarına sahiptirler. Fakat SSCB’nin egemenliği altında uzun süre yaşamalarından dolayı bu kaynaklarını dışarıya satma konusunda çok büyük büyük sıkıntılarla karşı karşıyadırlar. 1990ların ortasından itibaren Birleşik Devletler, Orta Asya ve Kafkasya devletlerinin tekrar Rus hâkimiyetini girmesini önlemeye yönelik özellikle enerji kaynaklarının Batı pazarlarına transferi konusunda çeşitli projeler geliştirmektedir.

Rusya’nın tekrar bu bölgelerde üzerinde hâkimiyet kurmasını engellemenin yanı sıra o dönemden itibaren gittikçe artan bir biçimde uygulanan İran İslam Cumhuriyeti’ni çevreleme stratejisi bağlamında Tahran’ın Hazar kaynaklarının Batı’ya sorunsuz bir biçimde aktarılmasıyla ilgili geliştirilen projelere katılması engellemeye çalışılmaktadır. Bu devletlerin egemenliklerinin güçlendirilmesi Beyaz Saray’ın bu bölgeye yönelik geliştirdiği stratejinin ana unsurlarından birisini oluşturmaktadır. Rusya ve İran tarafından desteklenen Kuzey-Güney Enerji Koridoruna karşı Birleşik Devletler önderliğindeki Batılı devletler, Doğu-Batı Enerji Koridorunu ortaya atmışlardır.

Bu çerçevede geliştirilen en kayda değer proje Bakü-Tiflis-Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı Projesi’dir. 1994 yılında imzalanan bir anlaşmayla başlayan süreç uzun çabalardan sonra 2006 yılında boru hattının faaliyete geçmesiyle sonuçlanmıştır. Günümüzde aktif olarak kullanılan bu hat aracılığıyla Azeri petrolü, Batı pazarlarına Rusya’yı bypass etmek suretiyle gönderilmektedir. Bunun dışında faaliyette olan diğer bir hat ise Bakü-Tiflis-Erzurum Doğalgaz Boru Hattı’dır.

Kremlin, kendisinin bu alandaki üstünlüğüne karşı hareketler olarak değerlendirdiği alternatif projeleri engellemek için saldırgan bir politika takip etmektedir. Avrupa’nın enerji güvenliği açısından elzem bir proje olarak görülen Nabucco Doğal Gaz Boru Hattı, Moskova’nın yaptığı karşı ataklar sonucunda şu anda kadük durumdadır. Rusya, Orta Asya ülkelerinin petrol ve doğal gaz kaynaklarını, bu ülkelerle uzun vadeli sözleşmeler imzalamak suretiyle kendi tekeli altında tutmaya çalışmaktadır. Ayrıca geliştirdiği Kuzey Akım ve Güney Akım projeleri ile de kendisine alternatif olarak ortaya konulan projelere karşı boş durmadığını göstermekte ve ABD tarafından desteklenen Nabucco gibi projelerin atıl durumda kalmasına yol açmaktadır.

Birleşik Devletler, Moskova’nın bu stratejisine karşın Türkiye gibi alternatif güzergâhları öne sürmektedir. Türkiye’nin jeopolitik konumu, Azerbaycan ve Orta Asya ülkeleriyle olan yakın ilişkileri, bu bölgeye büyük önem atfeden Beyaz Saray tarafından dikkatle takip edilmektedir. Bu bağlamda son zamanlarda ortaya konulan en dikkat çekici proje Trans Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı Projesi’dir.

ABD’nin Avrasya Enerji Stratejisi bağlamında Azerbaycan ve Orta Asya ülkeleriyle olan ilişkilerine baktığımız zaman, Birleşik Devletlerin işinin hiç kolay olmadığı rahatlıkla söylenebilir. Çünkü özellikle Vladimir Putin’in 2000 yılında iktidara gelmesi ve enerji fiyatlarının artmasıyla beraber tekrar güç kazanmaya başlayan Rusya, bu bölgedeki hâkimiyetini kaybetmemek için her türlü stratejiyi uygulamaktadır. Orta Asya ülkeleri bağlamında düşündüğümüzde Rusya’nın bu ülkelerin iktidarlarını devirip yerlerine demokratik yönetimler kurma bir derdinin olmaması Moskova’yı burada avantajlı kılmaktadır.

Burada yer alan büyük miktarlardaki petrol ve doğal gaz kaynaklarının Ortadoğu’daki kaynaklara alternatif olması düşüncesi göz önünde bulundurulduğun da Beyaz Saray ile Kremlin arasında bu konuda önümüzdeki yıllarda giderek artan bir rekabet olacağı öngörülmektedir. Bu rekabette avantaj sağlayabilmek için her iki devletin de ellerindeki tüm kozları sonuna kadar hiç çekinmeden kullanabileceklerini düşünüyorum.


DİPNOTLAR;


[1] Şatlık Amanov, ABD’nin Orta Asya Politikaları, (İstanbul: Gökkubbe Yayınları, 2007), s. 149.

[2] Gal Luft, “United States: A Shackled Superpower”, içinde Gal Luft and Anne Korin (eds.), Energy Securtiy Challenges for the 21st Century: A Reference Handbook, (United States of America: Praeger Securtiy International, 2009), ss. 149-150.

[3] Mohammed Reza Djalili, Thierry Kellner, Yeni Orta Asya Jeopolitiği: SSCB’nin bitiminden 11 Eylül Sonrasına,  Çev: Dr. Reşat Uzmen,  (İstanbul: Bilge Kültür Sanat,  2009), s. 180.

[4] Zbigniew Brzezinski, The Grand Chessboard: American Primacy and Its Geostrategic Imperatives, (New York: Basic Books, 1997), ss. 46-47.

[5] Amanov, a.g.e, s. 161.

[6] Zbigniew Brzezinski, Brent Scowcroft, America and the World: Conversations on the Future of American Foreign Policy, Moderated by David Ignatius (New York: Basic Books, 2008), s. 174.

[7] Brzezinski, Scowcroft, a.g.e. , s. 191.

[8] Richard L. Morningstar, “2010 Outlook for Eurasian Energy”, Center for American Progress, http://www.americanprogress.org/events/2010/01/av/morningstar_remarks.pdf, (Erişim Tarihi:  30 Mart 2011).

[9] Merve İrem Yapıcı, Rus Dış Politikasını Oluşturan İç Etkenler: Yeltsin ve Putin Dönemleri, (Ankara: USAK Yayınları, 2010), s. 300.

[10] M. Vedat Bilgin, Kafkasya’da Siyaset: Çatışma Ortamı ve Taraf Güçler, (Ankara: Kadim Yayınları, 2012), ss. 108-109.

[11] T.C. Dışişleri Bakanlığı, “Türkiye’nin Enerji Stratejisi”, http://www.mfa.gov.tr/turkiye_nin-enerji-stratejisi.tr.mfa, (Erişim Tarihi: 31 Aralık 2012).

[12] Kamer Kasım, Soğuk Savaş Sonrası Kafkasya, (Ankara: USAK Yayınları, 2009), ss. 174-175.

[13] İbrahim Arınç, Süleyman Elik, “Turkmenistan and Azerbaijan in European Gas Supply Security”, Insight Turkey, Cilt 12, Sayı 3, 2010, s. 185.

[14] Bülent Aras, Emre İşeri, “The Nabucco Natural Gas Pipeline: From Opera to Reality,” SETA Policy Brief, No: 34, July 2009,  http://www.setav.org/Ups/dosya/7756.pdf, (Erişim Tarihi: 20 Temmuz 2012).

[15] Richard Morningstar, “Enerji yolları bazı ülkelerin güvenliği için”, http://www.enerjienergy.com/haber.php?haber_id=159, (Erişim Tarihi: 10 Temmuz 2011).

[16] Taner Yıldız, “Turkey’s Energy Policy, Regional Role and Future Energy Vision”, Insight Turkey, Summer 2010, Cilt 12, Sayı 3, s. 37.

[17] United States Department of State and the Broadcasting Board of Governors Office of Inspector General Report of Inspection Embassy Ankara, Turkey Report Number ISP-I-10-55A, July 2010, http://oig.state.gov/documents/organization/146175.pdf, (Erişim Tarihi: 31 Temmuz 2012).

[18] Ceyhun Haydaroğlu, “Türkiye-Avrasya İlişkileri Bağlamında Enerjinin Jeopolitiği”, içinde Murat Ercan (ed.), Değişen Dünyada Türk Dış Politikası,  (Ankara: Nobel Yayın Dağıtım, 2011), ss. 384-389.

[19] Gürkan Zengin, Hoca: Türk Dış Politikası’nda “Davutoğlu Etkisi”, (İstanbul: İnkılap Kitabevi, 2010), ss. 417-418.

[20] Alparslan Esmer, “ABD’den Enerji Güvenliği Konusunda Türkiye’ye Destek,” Amerika’nın Sesi, 13 Haziran 2012, http://www.amerikaninsesi.com/content/abd-enerji-guvenligi-konusunda-turkiye-destek/1208145.html, (Erişim Tarihi: 16 Temmuz 2012).

[21] “Trans Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı, TANAP Raporu”, Hazar Strateji Enstitüsü Enerji Araştırmaları Merkezi, Yazarlar: Gulmira Rzayeva, Burcu Gültekin Punsmann ve M. Mete Göknel, Kasım 2012, ss. 4-5.

[22] “Dünya devleri TANAP’ta ortaklık kuyruğunda”, Star, 28 Haziran 2012, http://www.stargazete.com/ekonomi/dunya-devleri-tanapta-ortaklik-kuyrugunda/haber-622690, (Erişim Tarihi: 16 Temmuz 2012).

[23] “Energy and Security from the Caspian to Europe,” Atlantic Council, 18 December 2012, http://www.acus.org/event/energy-and-security-caspian-europe/transcript, (Erişim Tarihi: 29 Aralık 2012).


http://politikaakademisi.org/2013/01/03/abdnin-avrasya-enerji-politikasi-baglaminda-azerbaycan-ve-orta-asya-ulkeleriyle-iliskileri/


***