Pakistan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Pakistan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Şubat 2020 Perşembe

KARDEŞLİK ve GÜVENLİK ÜZERİNDEN PAKİSTAN’I OKUMAK, BÖLÜM 4

KARDEŞLİK ve GÜVENLİK ÜZERİNDEN PAKİSTAN’I OKUMAK, BÖLÜM 4



Pakistan’daki Afgan Mültecilerin Siyasal Yapıya Etkileri.,


Üzerinde durulması gereken diğer önemli konu, Pakhtunlara dayanan siyasal 
partilerin, Afgan mültecilerin Pakistan’da kalmalarını desteklemeleridir. Sünni ve Şii gruplar arasındaki çatışmalar, etnik bölünme, Pakistan toplumunun talibanlaşması, hafif silah ve mühimmat kaçakçılığı, uzun vadede devletin bekasını tehdit etmektedir (Borthakur, 2017,s.493).

1980’lerde Afgan mülteci kamplarından Afgan Mücahidin için adam toplanıyordu. 

Ancak 2000 yılından sonra, kamplarda devlet karşıtı faaliyetlerin planlandığı ve 
yürütüldüğünden şüphelenilmiştir. 16 Aralık 2014’te, Peşaver’de bulunan Askeri Devlet Okulu’na yapılan saldırı sonucu yüz elli kişinin ölmesiyle, Afgan mülteci kamplarına karşı dostça olmayan bir tutum gelişmiştir. Geçerli kanıt olmamasına rağmen, pek çok kişi bu olayın sorumlusunun liderleri Kunar ve Nuristan eyaletinde bulunan ve Pakistan’da yaşayan Afganlar tarafından desteklenen Pakistan Talibanı (Tehrik-i Taliban Pakistan-TTP) olduğuna inanmışlardır. Bu olaydan kısa süre sonra Pakistan hükümeti, yeni bir Anti-Terör Faaliyet Planı duyurmuştur. Hükümetin kayıtlı ve kayıt-dışı mülteciler arasında ayrım yapmadığı anlaşılmaktadır (Borthakur, 2017,s.496).

Dostluk-Kardeşlik Meselesi: Kim bu Peştunlar?

BMMYK’nin 2015-2016 Solution Strategies for Afghan Refugees: Regional Overview  adlı raporuna göre Pakistan’da bulunan Afgan mültecilerin % 85’i Peştun’dur. 
Gelenlerin diğer kısmı Türkmen, Özbek, Tacik ve Hazara’dır. Pakistan nüfusunun ise  %15,4’ü Peştun’dur. 

Peştun veya Pakhtun, Riaz-ül Muhabat’a göre, Pathanların ya da Peştunların dili 
olan Peştu dilini konuşan ve anlayan kişilerdir. Peştun, genelleyici bir isimdir; Pathan diyarındaki Sarabani, Ghurghushti, Beitani, Matti and Karani gruplarını kapsar. 
Bunun yanında, Peştu dilini ana dili olarak konuşan Tanolis, Svatis and Hazaraların Maşvanis kolunu içerir. Ancak bu son üç topluluk, Peştunların soy tablosuna dâhil edilmezler. Peştunların davranış kuralları, Peştunvaliyi takip ederler. Son yıllarda, Doğu Afganistan, Kuzey-batı Belucistan’da, HP’de ve FYKB’de yaşayan Pathan soyu için Peştun kelimesi kullanılmaktadır (CRSS, 2018c). Afganistan’da alfabede, Türkçedeki “ş” ve “h” harfi aynı şekilde yazılmaktadır. Peştun ve Pakhtun farkının ortaya çıkmasında Afganistan’ın batısında yaşayanların “ş” sesini çıkartabilmeleri ve kendilerini “Peştun” 
olarak tanımlamaları önemlidir. Öte yandan, Afganistan’ın doğusunda ve güneyinde yaşayanlar ise, lehçesel farklılıkla, “ş” sesini çıkartmada zorluk yaşamışlar, “h” sesini kullanmışlar ve kendilerini “Pakhtun” olarak nitelendirmişlerdir. Bunun yanında, Babur İmparatorluğu zamanında Hindistan tarafına yerleşen aynı etnik topluluğa ise halk arasında Pathan denilmiştir. 


Pakhtunlar, diğer etnik gruplar tarafından Pakistan’daki Afganları tanımlamak için kullanılmaktadır. Pakhtunlar, aynı zamanda terörist, Taliban ve El Kaide mensubu olarak da tanımlanmaktadırlar. 2000’li yıllarında ortalarından itibaren HP ve FYKB’de ordunun müdahaleleri başladığından beri Pakhtunlar, diğer yerlerinden edilmiş yerli halk gibi Pakistan’ın başka şehirlerine gitmekte, yer değiştirmektedirler. Pakhtunlar dinci fanatikler, fakir ve cahiller olarak nitelendirilmektedirler. Tutucu, okuma-yazma bilmeyen, savaş yanlısı, ortaçağdan kalma ve kadın düşmanı olarak görülmektedirler. Pakistan toplumunda görülen terörizm, uyuşturucu kaçakçılığı ve suç, Pakistanlılar göre birer Pakhtun problemidir. Pek çok devlet görevlisi ve ordu mensubu, terörizmin nedenini Pakhtun savaşçı tipine dayalı kabilesel yapıdan kaynaklandığını iddia etmektedirler. Ancak unutulmamalıdır ki Taliban, pek çok Pencabi tarafından da desteklenmiştir. Ayrıca, eklenmesi gereken diğer nokta, Taliban’ın, başlangıçta, FYKB’de bulunan yerel yetkililer tarafından desteklenmesidir. 

FYKB, Pakistan anayasasından tamamen tecrit dilmiş Sınır Suç Düzenlemesi (SSD) (Frontier Crimes Regulation) tarafından yönetilmektedir. Taliban, bu bölgelerde yerel mahkemelere müdahale etmiş ve yargılama yetkisi kullanmıştır. SSD’nin uygulamaları adaletsiz ve haksız bulunmaktadır (Borthakur, 2017, s.502-503).

Pakistan’da doğup büyüyen Afgan mülteciler için hiç görmedikleri ancak duydukları Afganistan’a geri dönmek ve orada bir yaşam sürmek çok zordur. 
Bu durum kendilerini iki ülkeye de ait hissetmemelerine yol açmaktadır. Pakistanlılar, Afganları, terörist olarak görmektedirler; bu insanlar kötü muameleyle karşılaşmakta, kimi zaman suçsuz yere gözaltına alınmakta ve tutuklanmaktadırlar (Los Angeles Times, 06.04.2018).

Durand Hattı, Peştun halkını ikiye ayırmıştır ve bu halk iki ayrı ülkede yaşamak 
zorunda kalmıştır. Bölge dağlıktır; bu nedenle sınır kontrolü hiçbir zaman tam olarak sağlanamamıştır. Afganistan’ın Sovyetler Birliği tarafından işgali ve sonrasında Afgan grupların eylemleri ile sınır üzerinde denetim kalmamıştır. Bölgeye Afgan göçü akrabalık duygularını ve paylaşımı arttırmıştır. Durand Hattı, 1893 yılında Britanya sömürgesi Hindistan ve Afganistan arasında çizilmiş bir sınırdır. Bu dağlık alana yarı-özerk bir statü tanımıştır. Günümüzde Pakistan-Afganistan sınırını, HP’nin bölgelerini ayırmaktadır. Britanya burayı yönetmek için Sınır Suç Düzenlemesi (Frontier Crime Regulation) adında bir yönetim kurmuşlardır. Pakistan devleti, 1947’de kurulduğundan beri bu sistemi sürdürmüştür; bu bölgeyi Federal Yönetilen Kabileler Bölgesi olarak ilan etmiştir. 2000 yılında bölgenin nüfusu 3,3 milyon iken, 2017 tahminlerine göre 
%57 artarak, 5 milyona çıkmıştır. 2560 kilometrelik Durand Hattı, sınırın iki tarafında yaşayan Peştunları ayırmaktadır; Afgan Peştunlar bu sınırı resmi kabul etmemektedir. Peştunların hâlâ kabilesel ve feodal bir yapıları vardır; iki tutkuları bulunmaktadır: din ve özgürlük. FYKB, Afganistan’dan gelen uyuşturucunun geçiş bölgesidir. Aslında bölge hammadde açısından zengindir, 17 petrol ve gaz firması bölgede aktiftir, bunun yanında pek çok doğal kaynak rezervi bulunmaktadır. Kabile bölgelerinde, iç çatışmalar kadınların zorla kaçırılması ve alıkonulması nedeniyle çıkmaktadır. 

Kabileler, ABD kaynaklı savaşı desteklemek zorunda kalmışlar ve güçleri azalmıştır. 

FYKB’nin HP içine alınması da huzursuzluk yaratmıştır. Afgan mültecilerin Pakistan’a maliyeti tam olarak bilinmemektedir. Mültecilerin, Pakistan’ın ekonomik büyümesini kısa ve uzun vadede olumsuz etkileyeceği belirtilmektedir (Baloch ve diğerleri, 2017, s. 92, 102).

Afganistan’da Peştunlar önemli bir etnik gruptur. Peştunlar, ülkenin özellikle güneyinde ve doğusunda farklı aşiretlere mensupturlar. İngiliz sömürgeciliği dönemimde çizilen sınırlar nedeniyle Peştunlar farklı ülkelerin egemenliğinde yaşamak zorunda kalmışlardır. Peştunların yer değiştirme nedenleri başta yaşanan savaşlar, istikrarsızlık, ekonomik sorunlardır. Pakistan’daki ekonomik ortam, Afganistan’dan daha olumludur. 1960 ve 1970’li yıllardaki göç, iş bulma hedefiyle ilgiliyken, 1979-2001 yılları arasında mülteci ve sığınmacı göçü özelliğini göstermiştir. Bunlar yanında her iki ülkede yaşayan akrabalar, göçü kolaylaştırmıştır (Koç, 2017). 

Pakistan’da Afgan Mülteciler: Farklı Görüşler,

Pakistan’daki Afgan mülteciler, özellikle sınır bölgesinde İslamın sertlik-yanlısı 
yorumlamalarından sorumlu tutulmaktadırlar. İslamın geleneksel ve daha gevşek yaklaşımı eskiden FYKB’de, HP’de ve Belucistan’da etkili iken, Pakistan muhafazakâr ve iddialı bir İslamın merkezi haline gelmiştir. Pakistan’da talibanlaşma ve İslamın radikalleşmesi, Afgan mültecilerle birlikte anılan konular olmuştur (Borthakur, 2017,s.496).

Afgan mültecilerin kalaşnikof kültürünü (silah kültürünü), Pakistan’a getirdiği 
anlatılmaktadır. Afgan mültecilerin sınır bölgelerinde, suçla ilgili faaliyetler, silah 
ve uyuşturucu kaçakçılığından sorumlu oldukları belirtilmektedir. Bu nedenle yerli halk Afganların ülkelerine geri dönmelerini istemektedir. Uyuşturucu kaçakçılığının, 1980’lerde mücahitleri finanse etmek için Pakistan Servislerarası İstihbarat Örgütü ve hükümet tarafından desteklendiği belirtilmektedir (Borthakur, 2017,s.495).

Pakistan’da üç tür okul bulunmaktadır; bunlar, özel okul, devlet okulu ve medresedir. Afgan göçmenlerin Pakistan toplumuna diğer bir etkisi, eğitim ve dinle ilgilidir. Afgan mülteciler çocuklarını genellikle medreselere göndermektedir ler. 1957’de, ülkede 150 medrese varken, günümüzde sayı 5.500’ü geçmiştir; bunların 4.500 tanesi 1980’den sonra ortaya çıkmıştır. Özellikle HP, FYKP ve Belucistan’da bulunan medreselerin ders içerikleri eskidir, modern eğitim sistemiyle uyumlu değildir ve nitelikli eğitmenlerden yoksundur. Medrese eğitimi, cihad odaklıdır, mezhepçidir; yeni küresel eğilimler ve sorunların öğretilmesi konusunda ise yetersizdir. Pakistan hükümeti, bu okulların 
bir kısmının devlet karşıtı faaliyetlerde bulunduğuna inanmaktadır. Pakistan 
Başbakanının Dış İlişkiler konusundaki danışmanı Serdar Aziz, Afganistan-Pakistan sınırı, Kabileler bölgesi ve özellikle Kuzey Veziristan’da bulunan medreselerin terör faaliyetlerinin merkezi haline geldiğini söylemiştir. 1990’larda Afganistan’da ve 2001 yılı ardından Pakistan’da Deobendi okullarında saldırgan Sünni İslam anlayışı yayılmıştır (Borthakur, 2017,s.493-97).

Afgan göçmenlerin durumları eyaletten eyalete değişmektedir. HP, FYKB ve 
Belucistan’a nazaran mülteciler, Pencap’ta tecrit edilmiştir. Pakistan’daki siyasal 
partilerin Afgan mültecilere bakış açıları da farklıdır. Afgan-yanlısı ve HP bölgesinde güçlü desteği olan Pakhtunkva Milli Avami Partisi Başkanı Mahmud Han Achakzay, Pakistan’da Afganlara kötü muamele edilmesinin kabul edilemez olduğunu, onların kardeşleri olduğunu ve nerede yaşayacaklarına kendilerinin karar vereceğini belirtmiştir. Bu parti mültecilere vatandaşlık verilmesini de istemektedir. Bunun yanında, Pakistan Halk Partisi, Pakistan Müslüman Ligi, Belucistan Milli Partisi ve Sind Milli Partisi, Afgan mültecilerin ülkelerine geri dönmelerini istemektedir. Aynı parti içerisinde bile Afgan mültecilerle ilgili farklı görüşler bulunmaktadır. Örneğin İmran Han, tüm mültecilerin ülkede kalmasını savunurken, aynı partiden Pervez Khattak, mültecileri, büyük problem olarak nitelendirmektedir (Borthakur, 2017,s.500-501). 

FYKB, El Kaide militanlarının sığınma ve faaliyet alanı olmuştur. Bölgedeki kabileler, 11 Eylül ardından ordu ve militanlar arasında sıkışmıştır. Pakistan ordusu ülkenin en verimli ve etkin kurumu olarak kabul etmektedir. Ordunun Pencabi bir kurum olduğu ileri sürülmektedir. Üst komuta kademesinde ve subaylar arasında Pencabi ve Peştun ağırlığı bulunduğu belirtilmektedir. Pakistan ordusu tarafından Keşmir sorununa odaklanan Hindistan karşıtı pek çok paramiliter grubun kurulmasına destek vermiştir (Çevik, 2013). Militan gruplar yerli Taliban ve yabancı El Kaide destekli-bağlantılı gruplardır. Kabile mensupları, bu insanları mülteci kabul etmişler; bazen de onları kazanç kapısı olarak görmüşlerdir. Teröre karşı savaş sürecinde, Taliban ayaklanması 
artmış, El Kaide’nin yerleşmesi, kabile liderlerine suikast saldırıları, terör-karşıtı 
faaliyetlerle, toplumun sosyal düzeni bozulmuştur. Olumlu kabile gelenekleri, sosyal güvenlik, dayanışma ağları, Peştu meclisi (jirga) bozulmuş, etkisiz hale gelmiştir. 

Bu durumun, kabile bölgeleri, gerçek anlamda Pakistan’a dâhil edilirse çözüleceği belirtilmektedir (CRSS, 2018c). 

Hindistan’ın Afganistan’la yakın ilişkiler kurmaya başlaması, Pakistan için tehdit 
olarak görülmüştür ve bu mültecilerin geri gönderilmesinin nedenlerinden biri 
olarak gösterilmiştir (Borthakur, 2017,s.505). ABD’nin Pakistan’da silahlandırılmış insansız hava araçları ile yaptığı saldırılarda teröristler yanında, sivil halktan da ölenler olmaktadır. Bu saldırılar, Pakistan’ın toprak bütünlüğünü ve egemenliğini zedelemektedir (Mohammad, 2016).

Uluslararası Af Örgütü’nün raporları ülkelerin saygınlığı açısından önemlidir. Buna göre 2017-2018 yılı Uluslararası Af Örgütü’nün Pakistan Ülke raporu, Afgan mültecilerin ülkeden kovulduklarını ve bu durumun devam ettiğini iddia etmektedir. BMMYK raporuna göre, 59 bin Afgan mülteci gönüllü olmadan, Afganistan’a gitmek zorunda kalmıştır. Bu rakam 2016 yılında 380 bindir. İki milyondan fazla Afganın ikametgâh sürelerinin yılsonunda dolacağı ve ülkelerine zorla döndürülecekleri belirtilmektedir. Ülkede askeri mahkemelerin iki yıl daha sivillerin davaların bakacakları duyurulmuştur. Raporlara göre, güvenlik güçleri işkence, kötü muamele, keyfi gözaltı, yargısız infaz, cebri kaybolma gibi pek çok insan hakları ihlaline karışmaktadırlar.

Pakistan’la ilgili rapor yazan iki düşünce kuruluşu da (PIPS ve CRSS) Pakistan’da, 2018 yılında, militanların sebebiyet verdiği ölüm oranları diğer yıllarla karşılaştırıldığında düşüş eğilimine girdiğini belirtmektedirler. Hakkani Şebekesi’nin Pakistan’da yerleşmesi konusunda şüpheleri olan ABD’nin Pakistan’la ilişkileri kötüleşmiştir. Bu iddia, Pakistan tarafından şiddetle reddedilmektedir. 2016 yılından beri şiddet içeren yaralanmalar düşüş eğilimindedir. Belucistan, en fazla şiddetin görüldüğü yerdir; onu Karaçi ve Ketta izlemektedir. Ülkede her yerde ölümcül olaylar azalmış ancak FYKB’de %48 oranında artmıştır. Mezhepsel olaylarda da düşüş görülmektedir (CRSS, 2018a). 

Pakistan’daki Afgan Mülteciler ve Devlet-Karşıtı Örgütlenmeler,

Pakistan’da devlet karşıtı aktivitelerde bulunan pek çok örgütlenme bulunmaktadır. 

Bunlar: Pakistan Talibanı, Hindistan-merkezli gruplar, Leşker-i Tayyibe, Ceyş-i 
Muhammed’dir. Afgan-merkezli olanlar, Afgan Talibanı, Hakkani Şebekesi ve 
bağlantılı örgütlerdir. Afgan hükümeti ve Afganistan’daki yabancı güçlere karşıdırlar; Pakistan toprağında sığınakları vardır. Mezhepsel gruplar, Pencabi Taliban, Sipah-i Sahibe Pakistan, Leşker-i Cengvi’dir. Jamestown düşünce kuruluşunun 2017 raporuna göre Leşker-i Cengvi, DAEŞ ile işbirliği yapmaktadır. DAEŞ’in 2017-18 arasında HP, FYKB ve Belucistan’a yoğunlaştığı belirtilmektedir. Yabancı militan güçler ise, El Kaide militanları yanında, bu tür örgütlere üye yapılan Arap, Özbek ve Çeçenlerden oluşmaktadır.

Selefi yaklaşımıyla dünya Müslümanlarını birleştirmeyi ve İslami görmediği yönetimleri devirmeyi hedefleyen El Kaide, FYKB’de (Federal Yönetilen Kabile Bölgesi) ve Pakistan-Afganistan sınırında etkilidir. Askeri ve güvenlik personelini hedef alan Hint Alt Kıtası El Kaidesi, Hint alt kıtasında, İslami bir rejim kurmayı amaçlamaktadır. Karaçi, Afganistan, Hindistan ve Bangladeş’te saldırılarda bulunmuştur. Hakkani Şebekesi, sınır ötesi saldırılarda bulunarak Afganistan hükümetini İslami bir yönetimle değiştirmeyi hedefleyen Selefi bir örgütlenmedir. Merkezi FYKB’dedir. Örgüt, Afganistan hükümetine, ülkede bulunan ABD ve NATO güçlerine saldırılarda bulunmuş, adam kaçırmış ve fidye istemiştir. Hareket-ül Cihad-i İslam Pakistan hükümetini devirmeyi, yerine İslami bir devlet kurmayı amaçlayan, Azad Keşmir’de etkili olan bir örgüttür. Hareket-ül Mücahidin, Keşmir’i ilhak etmeyi ve orada bir İslami Devlet kurmayı amaçlamaktadır. Merkezi İslamabat’tadır, Azad Keşmir’de yapılanmıştır, Hindistan’a karşı saldırılarda bulunmaktadır; eğitim kampları, FYKB’dedir. Ceyş-i Muhammed, Keşmir’i Pakistan’a bağlamayı, İslami bir hükümet kurmayı, Afganistan’ın yabancı güçlerden temizlenmesini amaçlamaktadır. 

Merkezi Pencap vilayetindedir; Cemnu Keşmir’de Hintli güçlere karşı saldırılarda 
bulunmaktadır. Ceyş-el Adl’in (Cundullah) merkezi Belucistan’dadır; İran’ı ve İran güvenlik güçlerini hedef alan bir örgüttür. Leşker-i Cengvi, Karaçi’de güçlenen ve Şiileri hedef alan, Pakistan’da İslami bir devlet kurulmasını amaçlayan bir örgüttür. Leşker-i Tayyibe, Cemnu Keşmir’in Pakistan’a verilmesini amaçlamaktadır (World Factbook, 2018).

Ülke dışında yapılanmış terör örgütleri de bulunmaktadır. Pencap, Sind vilayeti 
ve Pakistan-kontrolündeki Keşmir’de etkili olan Hint Mücahidin özellikle Hintlileri 
hedef almaktadır. ISIS-Horasan, Afganistan ve Pakistan’da İslam devleti kurmayı amaçlamaktadır; iki ülke arasındaki sınırda etkilidir. Afganistan ve Pakistan Talibanı, Özbekistan İslami Hareketi (Islamic Movement of Uzbekistan) yerel halktan kendilerine üye elde etmeye çalışmaktadırlar. Tehrik-i Taliban Pakistan diğer adıyla Pakistan Talibanı, FYKB’den Pakistan güçlerinin çıkarılmasını ve bölgeyi kendi İslami yorumları ile yürütecek bir hükümetin kurulmasını hedeflemektedir. Karaçi’de Afgan-Pakistan sınırında, Kuzey ve Güney Veziristan’da, Belucistan’da barınaklara sahiptir. Pakistan hükümet görevlilerini, ordu mensuplarını, hükümet yanlısı kabile liderlerini, 
Batılıları, öğretmenleri, avukatları ve Şiileri hedef almaktadır (World Factbook, 2018). Pakistan Talibanı, 11 Eylül sonrası kurulmuştur, aynı ideolojiye sahip olmasına rağmen Afganistan Taliban’ından ayrıdır. Örgütsel bağı olmayan pek çok topluluğu kapsayan bir isim niteliğindedir. 2004 yılında, Pakistan ordusu FYKB bölgesine girmiştir. Bunun üzerine Pakistan Taliban Hareketi (TTP) olarak ilan etmişlerdir ve Pakistan Taliban’ı da resmi olarak kurulmuştur, İslamcı söylemine rağmen bir Peştun örgütüdür. Pakistan, Taliban’a destek verdiği suçlamasını reddetmektedir. 

1979 yılında Sovyetler Birliği’nin Afganistan’a girmesi ile Pakistan’a bir Afgan göçü gerçekleşmiştir. Pakistan’da Deobendi Medresesinde eğitim görmüş Molla Ömer, Taliban’ı kurmuştur. Afganistanlı mülteciler ve Hayber-Pahtunhva’dan gelen Peştun gönüllüler Taliban’a katılmak üzere Kandahar’a gitmişler ve Aralık 1994’te, 12 bin Afgan ve Pakistanlı Kandahar’da Taliban güçlerine katılmıştır. Pakistan Talibanı, Afgan Taliban’ından farklı bir örgütlenmedir; faaliyet alanı Pakistan’dır, özellikle FYKB’da, Pakistan yönetimini kontrolünü ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır (Kaçmaz, 2018). Pakistan’da devletin güç kullanma tekeli bulunmamaktadır; terörist örgütler, silahlı mezhepsel gruplar, milliyetçi asiler, silahlı uyuşturucu kaçakçıları ve haraç alanlar, şiddet ve zor kullanma yetkisini paylaşmaktadırlar (BTI, 2018, s.6).

Sovyet işgalinin sona ermesiyle, Pakistan, Afganistan’da etkili olan çeşitli gruplar üzerinde nüfuz elde etmeye çalışmıştır. Taliban hareketini desteklemiş ve ardından kurulan Taliban hükümetini tanımıştır. Afganistan devletinin güçsüzlüğü, sınırları denetleyememesi, sonlanmayan iç çatışmalar ve yaşanan terör eylemleri Pakistan’ı olumsuz etkilemiştir. İnsan ve uyuşturucu kaçakçılığı yanında her gruba göre tanımlanan farklı İslam modelleri, mezhepsel çatışma, iki ülkenin de siyasal ve sosyal sorunlarını arttırmıştır. Afganistan’da devlet otoritesindeki çöküş, Pakistan’da benzer sonuçların görülmesine yol açmıştır. 

Suni sınırlarla ayrılmış Peştunlar birlikte hareket etmeye başlamışlardır. Pakistan’ın kontrol edemediği Federal Yönetilen Kabileler Bölgesi’nde bu durum tam olarak vücut bulmuş; bölge, terör örgütlerinin ve hükümet-karşıtı eylemleri düzenleyen örgütlerin buluşma noktası olmuştur. ABD’nin 11 Eylül sonrası Afganistan’a müdahalesi, Taliban üyelerinin FYKB’ye yerleşmeleri sonucunu doğurmuştur. Pakistan, ABD’nin “teröre karşı savaşı” kapsamında sorun yaşamaya devam etmiş, ABD tarafından Taliban ve El Kaide destekçisi olarak görülmüştür; dışarıdan gelen baskıyla bu görüntüyü bir ölçüde değiştirmeye çalışmıştır. ABD Başkanı Donald Trump, Afganistan'la ilgili yeni savaş stratejisinde Pakistan'ın 'teröristler için güvenli liman' olduğunu söylemiş 
ve ülkeye yapılan yardımı durduracağını belirtmiştir (Sputniknews,16.08.2018). 

Pakistan’da Güç Odakları,

Pakistan’da siyasal, sosyal ve ekonomik olarak aileler ve kabileler önemlidir. Afgan sınırında yer alan ve kabilelerin denetimine bırakılan Kabileler Bölgesi 2018 Haziran ayında Hayber Pahtunhva eyaletine bağlanmıştır. Etnik ve mezhepsel çatışmalar sürmektedir. Bu çatışmaları engellemek amacıyla eyaletlerin gücünün arttırılmasına karar verilmiştir. Konuyla ilgili değişiklik, 2010 yılındaki Anayasa değişikliği ile gerçekleşmiştir. 

Siyasal sistemde, sivil üstünlüğe işaret edilse de din adamları, toprak sahipleri, iş adamları, ordu, özellikle savunma, güvenlik ve dış politika alanında etkili olmaktadırlar. Uluslararası bağı olan hükümet-dışı örgütlenmelere şüphe ile yaklaşılmaktadır. Bunun nedeni, Usama Bin Ladin’in yakalanması sürecinde etkili olan Save The Children International adlı örgütün, ABD’nin faaliyetini gizlemek için kullanılmasıyla açıklanmaktadır. Terörist faaliyetler ve ayaklanmalarla baş etme konusunda siyasal liderlik ve ordu arasında eşgüdüm bulunmamaktadır. Ülkede etno-milliyetçilik görülmektedir ve Pencabilerin üstünlüğü bulunmaktadır (BTI, 2018, s.9-10, 33- 35).

Pakistan, Afganistan’daki huzursuzluktan etkilenen ülkelerin başında yer almaktadır. 
Bu bağlamda, önceleri din kardeşliği nedeniyle sıcak kabul gören Afganların 
ülkelerine dönmeleri gerektiği Pakistanlı devlet görevlileri tarafından sık sık dile 
getirilmektedir. 25 Ekim 2013 tarihinde Pakistan Eyaletler ve Sınır Bölgeleri Bakanı Abdul Kadir Beluç, "Pakistan, yeni sığınmacı akınlarının ülkeye girişine izin vermeyecek ve Afganların Pakistan’a girişini engellemek için -uluslararası toplumla işbirliği içinde gereken tüm yasal kanalları kullanacaktır,” demiştir (Karaca, 2014). Pakistan açısından önemli diğer konu Afganistan’la paylaştığı 2400 km’yi bulan uzun sınırdan denetimsiz biçimde geçen ve kentsel alanlara yerleşen sayısı tam belirlenemeyen ve 1 milyona yakın olduğu tahmin edilen sığınmacıyı kayıt altına almaktır. Afgan göçmenler, Pakistan’ın mezhepsel ve etnik sorunlarını artırmaktadırlar. 

Pakistan, cebri çalıştırma, insan kaçakçılığının merkezi, geçiş ve varış yeridir. 
Pakistan insan ve uyuşturucu kaçakçılığını transit merkezidir. Bunu sonlandırmak için etkili hukuki uygulamalara ve güce sahip değildir (Worldfactbook, 2018). Eskiden Afganistan’dan gelen eroin daha önce İran ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınırdı; bu yola Balkan Yolu adı verilirdi. Günümüzde ise İran ve Pakistan’dan deniz ve hava yolu ile Afrika üzerinden kaçakçılık artmıştır (Milliyet, 2015).


5. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,


***

KARDEŞLİK ve GÜVENLİK ÜZERİNDEN PAKİSTAN’I OKUMAK, BÖLÜM 3

KARDEŞLİK ve GÜVENLİK ÜZERİNDEN PAKİSTAN’I OKUMAK, BÖLÜM 3






Günümüzde Pakistan’da Afgan Mülteciler ve Gönüllü Geri Dönüş,

Pakistan, 1,4 milyon kayıtlı Afgan mülteciye ev sahipliği yapmaktadır. Kayıtlı Afganların, Pakistan Nüfus Dairesi tarafından verilen kayıt kanıt kartları bulunmaktadır. 2002 yılında Pakistan’da bulunan Afgan mültecilerin sayısı 3 milyondu; bu sayı 2018 yılı sonunda, 1 milyon 400 bin 235 kişiye düşmüştür. Mültecilerin, %32’si kamplarda, %68’i ise kamplar dışında yaşamaktadır. 2002-2018 arasında 4 milyon 378 bin 208 mültecinin geri dönüşü sağlanmıştır. 2018 yılında geri dönenlerin sayısı 14 bin 17’dir (UNHCR, 2019b). Afgan mültecilerin %48’i çocuktur. Kadın ve çocuklar, Afgan mülteci nüfusunun % 71’ini oluşturmaktadır. Kayıtlı ve geçerli kayıt belgesine sahip Afgan mültecilerin %58’i Hayber Paktunhva bölgesindedir, %23’ü Belucistan’da , %12’si Pencap vilayetinde, %5’i Sind’te ve %2’si İslamabat’tadır (UNHCR, 2019d). 

Pakistan, 1951 Cenevre Sözleşmesi’ni ve bu sözleşmenin eki niteliğindeki 1967 New York protokolünü imzalamamıştır. Mülteci statüsü tanınması için gerekli hukuki düzenlemelere sahip değildir. Pakistan’ın göç politikası için 1946 yılına ait Yabancılar Kanunu hukuki bir zemin sunmaktadır. Bu kanuna göre, Pakistan’a giriş yapacak kişinin seyahat belgesi ve vizesinin olması gerekmektedir. 1979 yılında, Afganlar, “muhacirin” olarak görülmüşler ve Pakistan onlara açık-kapı politikası uygulamıştır. 

Afgan mültecilerle ilgili ana kavram “kardeşlik” olarak sunulmuştur. Pakistan’ın 1979 yılında başlayan Afgan göçü ile ilgili normları mülteci yasalarıyla büyük ölçüde uyumludur. 1979 yılında gelenler mülteci gibi görülseler de Yabancılar Kanunu’na bağlıdırlar. 1993’te BMMYK ve Pakistan arasında bir antlaşma imzalanmış; BMMYK’nın ülkede ofis açmasına, incelemeler yapmasına, yardımları yönlendirmesine izin verilmiştir (Ahmed, 2017,s 611-612).

Gönüllü Geri Dönüş operasyonu, BMMYK’nın bu kapsamda yürüttüğü en büyük 
operasyondur. 1992’de başlamış, finansal sorunlar nedeniyle, 1999’da sonlanmış; 2000 yılında yeniden başlamış ve günümüzde de sürmektedir (Ahmed, 2017,s.623). BMMYK’nın yardımıyla, 2002 yılı-2016 Kasım arasında 4 milyon 301 bin mülteci geri dönmüştür (Ahmed, 2017,s.637). BMMYK Pakistan Temsilcisi İndrika Ratvatte, Afgan nüfusunun yüzde 20'sinin diğer ülkelerden geri dönen mültecilerden oluştuğunu belirterek, son on yılda Pakistan'dan 3,8 milyon Afgan mülteci gönüllü olarak ülkelerine geri döndüğünü ancak 1,5 milyon Afgan mültecinin halen Pakistan'da yaşadığını belirtmiştir (Haberler.com, 14.01.2016). BMMYK’nın Ocak 2019’a ait raporuna göre, 4 milyon 378 bin 208 Afgan mülteci 2002-2018 yılları arasında Pakistan’dan Afganistan’a dönmüştür. 2018 yılı içinde ise 14 bin Afgan ülkesine dönmüştür. 

İran, Afgan uyruklu mültecilere kimlik kartı vererek onların işgücü piyasasına 
girmelerine, eğitim ve sağlık hizmetlerine ulaşmalarına ve İran’da istedikleri yerde ikamet etmelerine izin vermiştir. Pakistan ise, Birleşmiş Milletler (BM) ile anlaşarak, uluslararası mali destek kapsamında Afgan mülteciler için temel hizmetleri sunmuştur. 

Pakistan, 1989-2001 döneminde Afgan mültecileri kabul etmeye devam etmiş ancak mültecilere yönelik hizmetler azalmıştır. 2001 yılında Pakistan ve İran’da yaşayan Afgan mülteci sayısı 3,7 milyona, 2006 yılında ise 2 milyona düşmüştür. 2002 yılından başlayarak yaşanan hızlı geri dönüş süreci bunun önemli bir nedenidir. BMMYK (2013) tahminlerine göre, 2002-2013 döneminde ülkesine dönen Afgan mülteci sayısı 6,2 milyona ulaşmıştır. İki ülkede bugün bulunan toplam 2 milyonluk mülteci sayısının doğum oranı ve aslında gelenlerin tam sayısının bilinmemesine bağlanmaktadır (Koç, 2017).

Mültecilerin, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (BMMYK) yardımıyla topraklarına geri dönmesi olumlu bir gelişmeydi. Bu durum özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nin Afganistan müdahalesi sonrasında değişmiştir. Afganistan vatandaşlarının ülke dışına göçleri devam etmiştir. 2016 yılında, Pakistan’daki 370.000 Afgan, ülkelerine dönmüştür, bunun 220.000’i kayıtlı olanlardır. 2017 yılı rakamlarına göre, ülkede kayıt altına alınmamış bir milyon ila 1 milyon 280 bin kayıt dışı Afgan olduğu sanılmaktadır (BTI 2018, s.4; Worldfactbook, 2018). Siyasal istikrarsızlık, terör ve karşı terör aktiviteleri nedeniyle 249 bin kişi FYKB ve HP’den ayrılmıştır. 2014’te de Veziristan’dan bir milyon kişi ülkenin başka bölgelerine göç etmek zorunda kalmıştır. Muson yağmurları da ülke içinde yer değiştirmeye neden olmaktadır (Worldfactbook, 2018).

Kayıtlı Afganların üçte biri 54 mülteci kampında ikamet etmektedirler. Üçte ikisi 
ise civardaki topluluklarla birlikte yaşamaktadırlar. Pakistan Anayasası, 5-16 yaş arasındaki tüm çocuklara parasız ve zorunlu eğitimi öngörmektedir. BMMYK’ya ya da hükümetin konuyla ilgili Komisyonu’na başvuranlar, ilköğretim hakkından yaralanabilmektedirler. Yaşları daha büyük öğrencilerin ve özellikle kızların eğitim almaları daha zordur (US Department of State, 2018, s.31).

Pakistan, Afgan mültecilere, Kayıt Kanıt Kartı (Proof of Registration) vermektedir. Pakistan hükümeti, Milli veri & Kayıt Otoritesi tarafından basılan bu kartların süresini 2018 yılında üç kez uzatmıştır. 1 Ocak 2018 ila 4 Ağustos 2018 tarihleri arasında 10.107 kayıtlı ve 20.813 kayıt dışı Afgan, Afganistan’a dönmüştür (EOSA, 2018, s.47). Gönüllü Geri Dönüşün onurlu ve güvenli yapılması esastır. Ancak Pakistan’da Afganistan’a geri dönüş sürecinin gönüllü, onurlu ve güvenli olduğu konusunda ciddi eleştiriler gelmektedir. Afgan topraklarının % 44’ünün Taliban denetimi altında (PIPS, 2017, s.129) olması gidilen bölgenin güvenliğinin olmadığını göstermektedir. 

Geri dönenler, ekonomik ve siyasal sorunlarla karşı karşıya kalmaktadırlar. 

   Geri dönenlerin pek çoğu bıraktıkları evlerine dönememekte, Afganistan içinde yer değiştirmek zorunda kalmaktadırlar. Bu durum, sağlık ve eğitim imkânlarından yararlanmalarına da engel olmaktadır. Geri dönenlerin önemli bir bölümü daha önce Afganistan’ı hiç görmemiş, Pakistan’da doğmuş ve büyümüştür. Bazıları yeni bir dil öğrenmek zorunda kalmışlardır. Afganistan’a dönenler, Pakistan güvenlik güçlerinin tacizlerinden bıktıkları için döndüklerini açıklamışlardır. Kendilerinden rüşvet istendiğini, vermediklerinde ise hapse atıldıklarını söylemişlerdir (Plesch, Inayat, 2017). 

BMMYK’nın Gönüllü Geri Dönüş Eylül 2018 raporuna göre, Afganistan’a gönüllü geri dönenlere kişi başına 200 dolar ödenmektedir. Bu para Afganistan’a döndüklerinde acil yaşam ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri içindir. Yapılan mülakatlarda, nakit verilen paranın özellikle ulaşım masrafları ve yiyecek için harcanacağı belirtilmiştir. Ocak 2018-Eylül 2018 arasında Pakistan’dan Afganistan’a geri dönenlerin sayısı 11 bin 735’tir. Pakistan’dan geri dönüşler 2017 yılının aynı dönemiyle karşılaştırıldığında 2018 yılında %74 oranında azalmıştır. Bunun ana nedeni Pakistan’ın Afgan mültecilere verdiği kayıt kartlarının süresini 30 Haziran 2019 tarihine kadar uzatması ve Pakistan’ın 
Afganistan’la karşılaştırıldığında daha güvenli bir ortam sunmasıdır. 2018 yılına ait mülakatlardan elde edilen verilere göre mültecilerin Pakistan’dan Afganistan’a geri dönmelerinde en önemli sebep iş bulma zorluğudur; bunu sınır girişlerinde karşılaşılan giriş kuralları ve hayat pahalılığı izlemektedir. 2018’de Afganistan’a geri dönüşlerde sırasıyla ailelerin birleşimi, iş olanakları ve BMMYK’nın verdiği yardım paketi ve barınak yardımı programı etkili olmuştur.

Pakistan, Afgan mültecilere Pakistan vatandaşlığı vermemektedir. (US Department of State, 2018, s.32) Pakistan Devlet Başkanı İmran Han, ülkesinde bulunan 1,5 milyon Afgan mülteciye vatandaşlık vereceğini duyurmuştur. Bu haberde ülkede bulunan Afganların sayısı 2,7 milyon olarak verilmiştir. Başbakan Han, ülkede doğan ve yetişenlere vatandaşlık vereceğini duyurmuştur. BM’nin araştırmalarına göre, Afgan mülteci topluluğunun % 60’ı Pakistan’da doğmuştur. Han, aynı işlemin Rohinga Müslümanlarını da içeren Bengalli mülteciler için de gerçekleştirileceğini duyurmuştur. Han konuşmasında, resmi belgesi olmayan pek çok mültecinin kaçak işçi olduğunu veya suça bulaştığını belirtmiştir. 

Bu konuşmanın, Afgan mültecilere karşı olumsuz tutumu değiştireceği ön görülmektedir. Afganlar, terörist ya da teröristlerin sığınağı oldukları nedeniyle suçlanmaktadırlar. Hükümet, Afganların gönüllü geri dönüşünü sağlamaya çalışmaktadır. 2016 yılında, 600 bin Afgan geri gönderilmiştir. Ancak bu durumun gönüllü olmadığı Human Rights Watch (HRW) tarafından belirtilmiştir. Geri dönenlere para verilmesi ve aslında Afganistan’ın güvenli bir ülke olmaması, eleştirilerin ana nedenidir. Bunun yanında, HRW’den Saroop Ijaz, Başbakan İmran Han’ın “vatandaşlık verme” söyleminin siyasal olduğunu, gelen 
Afgan mültecilerin çoğunun Peştun etnik grubuna mensup olduklarını, Peştunların çoğunun Karaçi’de yaşadıklarını ve İmran Han’ın partisine oy verdiklerini belirtmiş, vatandaşlık verilmesinin partinin büyük şehirlerde gücünü arttırmasına yarayacağını savunmuştur (The Guardian, 17.09.2018).

Pakistan terör faaliyetleri ile ilgili ülke güvenliğini sağlamak için duvar inşa etme yoluna gitmiştir. Afganistan’la sınırı arasında 2017 yılı sonu itibariyle 150 km’lik kısım çitle çevrilmiştir. Gelecek iki senede kalan 800 km’nin çitle çevrilmesi amaçlanmaktadır. Belucistan, terör eylemlerinde an fazla etkilenen eyalettir, Onu FYKB takip etmektedir (PIPS, 2018).

Pakistan’daki Afgan Mültecilerin Sorunları,

Kayıtlı mültecilerin taciz edilmesi, onlardan rüşvet istenmesi, kötü muameleye maruz bırakılmaları ve hapse atılmaları ana konulardır. Pakistan hükümetinin tüm uluslararası düzenlemeleri hiçe sayarak gece baskınları yaptığı, geçerli hukuki belgeleri olmasına rağmen mültecileri hapse attığı öne sürlmektedir. Binlerce mültecinin hapsedildiğine dair haberler yapılmaktadır (Ahmadzai, 2016). Pakistan’daki Afgan mülteciler, polisin evlerine izinsiz girmesinden ve kadınları taciz etmesinden şikâyet etmektedirler. 

Kayıtlı mülteciler bile yerel yöneticilerin tacizlerinden rahatsızdırlar. Pek çok mülteci gerekli belgeleri olsun ya da olmasın kötü muameleden kurtulmak için polise rüşvet verdiklerini beyan etmişlerdir. Mültecilerin sağlık, eğitim ve sıhhi temizlik hizmetlerine çok sınırlı bir erişimi bulunmaktadır. Pakistan hükümetinin mülteciler için uygun bir strateji izlemesi için BMMYK ve pek çok başka örgüt, Pakistan’a baskı yapmaktadır (Borthakur, 2017, s.500).

FYKB VE HP’de kadınlara karşı ayrımcılık görülmektedir; bu bölgelerde, ayrıca, 
hükümetin askeri operasyonları nedeniyle yerinden edilenler sorun yaratmaktadır. 
Pakistan içindeki devlet-dışı aktörlerin karıştığı insan hakları problemleri ve terör eylemleri, ülkenin insan hakları sorunlarını büyütmektedir. Güvenlik güçlerinin Pencap, Belucistan, FYKB, Sind, HP’de çıkan çatışmalarla ilgili yargı denetimi dışında pek çok ölüme sebep oldukları belirtilmektedir. Ciddi bir hukuksuzluk kültürünün görüldüğü yerler Belucistan, Sind, HP ve FYKB’dır. (US Department of State, 2018). FYKB’de toplu cezalandırma devam etmektedir. Sınır Suçları Düzenlemesi (Frontier Crimes Regulation), birey haklarının korunması gerekliliğine karşın, toplu cezalandırma yöntemini kullanmaktadır. 

Bu bağlamda kaçakların kabileleri cezalandırılmakta, evleri yıkılmakta, mallarına el konulmakta, kaçağı teslim etmeleri için köyler kuşatılmakta ya da yerel geleneklere göre kaçakların kendi kabileleri tarafından cezalandırılmaları sağlanmaktadır (US Department of State, 2018, s.6). Sınır Suçları Düzenlemesi (SSD), FYKB’de bir düzen sağlamak için HP Yönetimine rapor veren 
siyasi ajanları görevlendirmektedir. Mahkemeler ve yargının, FYKB’da yükümlülüğü bulunmamaktadır. SSD, Jirga’nın duruşmalarında yerleşimcilerin hukuki temsiline izin vermemektedir. FYKB, ve HP’de, güvenlik güçleri terörizm şüphelilerini herhangi bir suçlama olmaksızın bir yıl kadar gözaltına alabilmektedirler. Sind ve Pencap’ta bulunan toprak sahipleri ve topluluk liderleri ve Peştun ve Beluci bölgelerindeki kabile liderleri, hukuki sistem dışında yerel konseyleri (jirga, panchayat) toplayarak para cezası, hapis hatta ölüm cezası verebilmektedirler. FYKB’de bu konseyler, SDD’nin belirlediği esaslara göre hareket etmektedirler. Kabile büyüklerinin seçtikleri siyasal yardımcılar, FYKB’de hukuki sorumluluğa sahiptirler. Komite oturumlarında, davalara şeri hükümlere ve kabile geleneklerine göre karar verilmektedir (US Department of 
State, 2018, s.9, 13, 15).

Afganistan Taliban’ı, Leşker-i Cengvi ve Horasan Vilayeti İslami Devleti, (ISIS-K), gazetecileri, topluluk liderlerini, güvenlik güçlerini, okulları hedef almışlar, yüzlerce kişiyi öldürmüşler, binlerce kişiyi yaralamışlardır, Bunun için 2014’te, hükümet FYKB’de bir operasyon düzenlemiştir. Afganlara karşı eyalet yetkilileri, polis ve diğer yerli topluluklardan taciz ve zorbalık yapıldığına dair raporlar gelmektedir. BMMYK raporlarına göre, Ocak ayından Ekim ayına kadar 3345 tutuklama ve gözaltı meydana gelmiştir; BMMYK’nın olaya müdahil olması ile tutuklananların %76’sı herhangi bir suçlama olmadan serbest bırakılmıştır (US Department of State, 2018, s.28).

Teröristler, Afgan mülteci kamplarında sığınmaktadırlar. Amerikan insansız hava 
araçları ile gerçekleştirdiği saldırılarda masum insanların ölümüne neden olmuştur. 
Bu durum Amerikan karşıtlığının nedenlerinden biridir. 54 Mülteci kampının 43 tanesi HP’dedir. Zaman içinde, Pakistan’ın kardeşlik duygusu içeren misafirperverliği sömürülmüştür. BMMYK, Pakistan’da kayıtlı olmayanlar dâhil 2,4 milyon Afgan bulunduğunu belirtmektedir (Xinhuanet, 25.01.2018).

Afganistan-Pakistan sınırında görevli bir güvenlik uzmanı Pakistanlı yetkililerin 
huzursuzluklar konusunda, Afgan mültecileri suçlamalarının nedeninin, militanlığın gerçek sebepleri konusunda dikkat dağıtmaya çalışmak olduğunu belirtmektir. 
Pakistan Genelkurmay Başkanı General Ömer Cavid Bacva, Afganların gönüllü 
geri dönüşünün, Pak-Afgan bölgesinde terörün azalmasına büyük katkı sağladığını belirtmiştir: “Hala ülkemizde 2,7 milyon Afgan mülteci bulunmakta dır. Bunlar, Afgan Taliban ve Hakkani Şebekesi tarafından silah altına alınıyor ve bu gruplar mülteciler arasına sızıp kendilerini gizliyorlar. Bu mültecilerin onurlu bir şekilde geri dönmeleri gerekmektedir” (VOA, 18.02.2018).

Kabileler Bölgesi’nde Güvenlik uzmanı Said Alem, Bacva’nın Afgan mültecileri 
ana sorun olarak gösterirken, dikkatleri Pakistan’ın militan gruplara karşı gerekli 
adımları atmayarak kendi yetersizliklerinden başka yöne yönlendirmeye çalıştığını belirtmektedir. Alem: “Ceyş-i Muhammed’in neferleri kimlerdir? Pakistan ordusu tarafından beslenen bu gruplarla Afgan mültecilerin bir ilişkisi yoktur.” Bu grup, Hindistan tarafından yönetilen Keşmir’de gerçekleşen pek çok saldırıdan mesuldür. ABD ve Afganistan, Pakistan içinde yuvalanan bu grupların, Afganistan’da meydana gelen pek çok saldırıdan sorumlu olduğunu iddia etmişlerdir. Bu iddialar, Pakistan tarafında reddedilmiştir (VOA, 18.02.2018).

Eski Askeri İstihbarat Şefi Hamid Said, “Teröristlerin, kamplarda gizlendiklerini ve terör eylemlerinde bulunduklarını, Pakistan’a geçtiklerini ve kampların denetlenmesinin imkânsız olduğunu belirtmiştir.” Said’e göre, bu sorunun en mantıklı çözümü mültecilerin evlerine dönmeleridir. Pakistan eski Devlet Başkanı Eşref Gani, iki yıl içinde tüm Afgan mültecilerin evlerine dönmelerini sağlamanın önceliği olduğunu belirtmiştir. “Bizler, Pakistanlıların mültecilere bunu yap bunu yapma demelerini istemiyoruz. Mültecilerin masum olduklarını biliyoruz”, demiştir(VOA, 18.02.2018). Afgan mültecilerin büyük bölümü ekonomik sorunlar ve siyasal istikrarsızlık nedeniyle Afganistan’a dönmek istememektedirler. SIGAR’a göre, Kabil hükümeti, %41’lik bir alanda kontrolü kaybetmiştir. 

Bölgede 2017 yılının Ekim ayından beri Taliban ve DAEŞ’in yoğun saldırıları gerçekleşmiştir (Daily Times, 07.01.2018). 

Pakistan’a Mülteci Akını ve Demografik Değişim,

1981-98 yılları arasında Pakistan’ın nüfusu %50 oranında, şehir nüfusu ise %90 
oranında artmıştır. 1998-2011 arasında Belucistan’ın nüfusu en yüksek artışı 
göstermiştir; Khuzdar, Kech ve Pancgur bölgeleri dışarıda bırakıldığında nüfus 
yaklaşık 6,5 milyondan (1998), yaklaşık 13 milyona (2011) çıkmıştır. FYKB ve HP de durumdan benzer şekilde etkilenmiştir. 2015-2016 BMMYK raporuna göre 1,5 milyon kayıtlı Afgan mültecinin yanında bir milyon kayıt dışı Afgan mülteci bulunmaktadır; büyük çoğunluğu HP’dedir. Dillerin konuşulduğu bölgelerde bile değişiklik olmuştur. Geleneksel olarak Hintçe konuşulan Peşaver’de şu anda daha çok Peştu dili konuşulmaktadır. 1947’de %60 oranında Sind bulunan Karaçi’de şimdiki Sindlerin bugün nüfusun % 7’sini oluştıurmaktadırlar. Şehirde daha çok muhacirler ve Pakhtunlar yaşamaktadır (Borthakur, 2017,s.491-492). Ketta ve Karaçi gibi bazı şehirlerde, Pakhtun nüfusunda ciddi bir artış görülmüştür. 1980’ler sonrası Sind eyaletinde, Pakhtun ve Muhacir toplulukları arasında etnik sorunlar görülmüştür. Muhacirler, Urduca konuşan ve Pakistan’ın bağımsızlığı kazanmasıyla Hindistan’dan Karaçi’ye göç edenlerdir. Belucistan’da Beluciler ve Pakhtunlar arasında da olaylar çıkmaktadır. Mayıs 2015’te 20 Pakhtun, etnik temelli sorunlar nedeniyle öldürülmüştür. 

Afgan mülteciler, mezhepsel şiddet içeren olaylardan da sorumlu tutulmaktadırlar. 

Bu çatışmaların 1977-88 yılları arasında Ziya-ül Hak’ın rejimi meşrulaştırmak ve sağ kesimlerin desteğini almak amacıyla dini kullanmasını sonucu olduğu belirtilmektedir (Borthakur, 2017, s.497-98).

4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,


***

KARDEŞLİK ve GÜVENLİK ÜZERİNDEN PAKİSTAN’I OKUMAK, BÖLÜM 2

KARDEŞLİK ve GÜVENLİK ÜZERİNDEN PAKİSTAN’I OKUMAK, BÖLÜM 2



Pakistan’da Siyasal ve Sosyo-Ekonomik Durum

2016 yılına ait Transparency International’ın Pakistan raporuna göre, Pakistan devleti, iş, sağlık, eğitim gibi temel ihtiyaçları bile sağlamakta zorlanan bir ülkedir. Pakistan’da, % 6 oranında işsizlik görülmektedir. Pakistan’ın ekonomik sorunları sürmektedir. Bunun yanında işgücünün %80’i gayri resmi işlerde çalışmaktadır. Pakistan’da nüfusun binde 2’lik kısmı, ülke varlığının %40’ına sahiptir. Düşük büyüme oranı ve düşük hayat standartları, görülmektedir. Hükümet ve sivil toplum arasındaki çatışma, ihracata uygun olmayan ortam, bu konuda gelişimin olmamasının ana nedenleridir. Ülkedeki yardım kuruluşları sorunları çözmek için faaliyette bulunmaktadırlar. Bertelsmann Stiftung’un hazırladığı rapora göre, ülke nüfusunun %36,9’u yoksulluk sınırının altında 
yaşamaktadır (ARC, 2018). 2016 Haziran’ında, Planlama ve Kalkınma Bakanlığı 
tarafından yayınlanan raporda, 2004 yılında Pakistan’da yoksulluk sınırının altında yaşayanlar ülke nüfusunun %59’unu oluşturmuştur. Bu oran 2015 yılında %39’a düşmüştür. Fakirlik büyük oranda şehirlerde değil taşrada görülmektedir (Tanwar, 2018).

Siyasal istikrarsızlık, elektrik kesintileri, güvenlikle ilgili sorunlar ve yatırımcı dostu olmayan ekonomik koşullar ülkeye yapılan yatırımları azaltmaktadır. Pakistan-Çin Ekonomik Koridoru, ülke için önem taşımaktadır. Pakistan’ın bu projeye aktaracağı maddi kaynak, IMF tarafından şüpheyle karşılanmaktadır. Planlanan bu ekonomik koridorun 60 milyar dolarlık enerji ve altyapı projelerini kapsadığı belirtilmektedir. 

Ülkede kişi başına düşen milli gelir 5.400 dolardır. Pakistan tekstil ürünleri ihraç 
etmektedir (World Factbook, 2018).

2017 yılında yayımlanan International Rescue Committee’nin Pakistan için Strateji Faaliyet Planında, Pakistan’ın sosyal kalkınma konusunda ilerlemesinin yetersiz olduğu belirtilmiştir. Pakistan’da, insani yardıma gereksinimi olan yaklaşık 3,2 milyon insan yaşadığı tahmin edilmektedir. Pakistan’ın en önemli sorunlarından biri eğitimdir. Pakistan’da çocukların büyük çoğunluğu temel eğitimden yoksundur; okuyup yazamamakta ve basit matematik işlemlerini yapamamaktadırlar. 
Kadınlar ve kızların sağlık ihtiyaçları yeterince karşılanamamaktadır. 
BM Ekonomik Siyasal ve Kültürel Haklar Komitesi, 2017 raporuna göre, halkın %30’u açlık çekmekte ve çocuk ölümlerinin %35’i yetersiz beslenmeden kaynaklanmaktadır. BM Kalkınma Programı, 2016 yılı İnsani Gelişmişlik Raporuna göre Pakistan’ı 188 ülke arasında 147. sıraya koymuştur (ARC,2018). 

HP ve FYKB’de 300 bin kişi yer değiştirmek zorunda kalmıştır. 1,4 milyon kayıtlı mülteci yanında bir milyon kayıt dışı Afganın Pakistan’da yaşadığı tahmin edilmektedir. 

Yardım kuruluşluları, ihtiyaç sahiplerine belirtilen bölgelerde hizmet götürmeye 
çalışmaktadırlar. Ancak hükümet bu örgütlerin faaliyetlerine izin 
vermemektedir. 

Silahlı gruplar, sivil toplum kuruluşlarına da saldırmaktadırlar (ARC,2018). Üzerinde durulması gereken diğer önemli konu ise uluslararası hükümet dışı örgütlenmelerle ilgili diğer eleştirilerdir. Pakistan eski İstihbarat Şefi Hamit Gül’ün belirttiği gibi ülkede mültecilere ve Pakistan halkına yardım amaçlı çalışan dış destekli yardım kuruluşları, yabancı istihbarat örgütlerinin uzantıları gibi çalışmaktadırlar ve emperyalist güçlerin aracıdırlar (TRT, 30.07.2006). İyi niyetli ve yardım amacı taşıyan pek çok faaliyet başka ülkelerin stratejik emellerine hizmet etmektedir.

UNICEF’in 2017 yılının ilk yarısını değerlendirdiği raporuna göre de Pakistan’da yarısı çocuk olmak üzere 3,2 milyon kişi insani yardıma ihtiyaç duymaktadır. Yer değiştirme ve ailelerin geri dönüşünün yaşandığı HP, FYKB ve su sıkıntısı çekilen Sind bölgesi en önemli sorun bölgeleridir. Dünya Gıda Programı’nın Ocak 2018’de yayımlanan Gıda Güvenliği Bülteni’nde Pakistan’da 2017 yılında nüfusun %18’i yetersiz beslenmektedir (ARC,2018).

Pakistan İslam Cumhuriyeti: Sosyal Yaşamda Dinin Etkisi,

Pakistan ismi Hint kıtasındaki Müslüman toplulukların ve eyaletlerin baş harflerinin bir araya getirilmesiyle oluşturulmuştur. Pakistan’ın kurucusu Muhammed Ali Cinnah’tır. 1940 yılında “İki Millet Teorisi”ni tanımlamış ve Hindular ve Müslümanlar için iki ayrı devlet kurulmasının gerekliliğini vurgulamıştır; bu fikir 1947 yılında hayat bulmuştur (Çevik, 2013, s.15). Cinnah, Pakistan’in kurulması sırasında birleştirici bir unsur olarak İslami ideolojiden yararlanmıştır. Cinnah’ın demokratik ve laik bir devletin oluşumunda yana olduğu değerlendirmesi yapılmaktadır. Muhammed Ali Cinnah, Pakistan devletinin kurulmasından kısa bir süre sonra ölmüştür; bu durum Pakistan’da 
İslami devlet yapısının güçlenmesine neden olmuştur. 1971 yılında iktidarı devralan Başbakan Zülfikar Ali Butto da Pakistan’ın geleceğini İslam dünyasında görmüş ve Müslüman ülkeler arasındaki işbirliğini geliştirmeyi arzu etmiştir. Pakistan Halk Partisi (PHP) sosyalizmle dini bağdaştırabilmek için “İslam sosyalizmi” politikası uygulamıştır. 

İran, Suudi Arabistan ve Libya ile ilişkiler geliştirilmiştir. İran, Libya ve Körfez emirlikleri, 1974’ten itibaren, Pakistan’a büyük oranda mali yardımda bulunmuşlardır. Zülfikâr Ali Butto, 1973 Anayasası’na bir madde koydurarak, 1962 Anayasası ile kaldırılan devletin resmi adındaki “İslam” kelimesini tekrar ekletmiştir. Benzer şekilde, 1977’de Butto’yu askeri bir darbeyle devirerek iktidara gelen Ziya-ül Hak da siyasi destekten yoksun rejimini meşrulaştırmak için İslam’ı kullanmıştır (Çolakoğlu, 2007). 

Pakistan, 1973 Anayasası’nda İslami bir Cumhuriyet olarak ilan edilmiştir. Buna göre yasalar, Şeriatla uyumlu olmak zorundadır. Ahmedilerin kendilerini Müslüman olarak tanımlamaları yasaktır. Pakistan Başbakanı ve devlet başkanı Müslüman olmak zorundadır. 11 Eylül sonrası Pakistan’da kimlik konusunda ciddi sorunlar yaşamaktadır. 

İslami örgütlenmeler örneğin, Tehrik-i Taliban Pakistan ve dini partiler İslami 
uygulamaların yorumlaması konusunda çok sert kurallar getirmektedirler. Belucistan ve Sind bölgelerinde ise sol görüşler baskındır ve buna göre kimlik tanımlamaları yapılmaktadır. Mezhepsel ve dini ayrımları engellemek için Pakistan devleti dini kimliği öne çıkarmaya çalışmaktadır. Pakistan milli kimliğinin güçlendirilmesi ana mesele halini almıştır. Yapılan anketlere göre, Pencap ve HP’de Pakistanlılık kimliğinin, Sind ve Belucistan’a göre daha baskın olduğu görülmektedir. Yasaların İslami esaslara göre yapılması belirtilmişse de bu özellikle dine küfretme ve Hudud Yasası için geçerlidir. Bu yasa, 1979 yılında Pakistan'ın İslamizasyonunda büyük rol oynayan Ziya-ül Hak tarafından yürürlüğe sokulmuştur. Diğer konularda Britanya modeli ve geleneksel uygulamalar takip edilmektedir (BTI, 2018, s. 6-7).

Pakistan’da Sünni Müslümanlar Barelvi ve Deobendi olarak ayrılmaktadırlar. 
Deobendilik, Nakşibendilik ile ilgili bir yaklaşımdır. Pakistan’da Taliban bu akıma 
yakındır. Barelvilik, ise sûfizme dayandırılmaktadır. Deobendilerin,Vahhabi akımlarla yakın olduğu ve buna yakın gruplarla işbirliğine gidebileceği belirtilmektedir. Barelvi pirler ve vakıflar, sosyal hizmetler sunma konusunda başarılı görülmektedirler (Çevik, 2013, s.87) Özellikle İslamlaşma politikaları ile Hristiyanlar, Hindular, Şiiler ve Ahmediler tehdit altındadırlar.

Pakistan’da güvenlik güçleri, çoğu zaman dini azınlıkları saldırılardan 
koruyamamaktadırlar. Antiterör Yasasına göre, hükümet antiterör mahkemeleri 
kurmuştur; bu mahkemelerde terör faaliyetleri, dini nefreti teşvik eden konuşma suçları, devlete karşı işlenen suçlara bakılmaktadır. Diğer mahkemelerde tutuklular, 7 iş günü içinde mahkemeye çıkarılırken, bu mahkemelerde süre uzamaktadır. Ayrıca terör suçları ile ilgili askeri mahkemelerde yetkilidir, bu mahkemeler kamuya açık değildir (US Department of State, 2018, s.11,16)

Pakistan, 1980’lerde Şii İran ve Sünni Suudi Arabistan arasında mezhepsel güç 
mücadelesinin merkezi olmuştur. Sovyetlere karşı Afganistan’daki mücahitleri 
desteklemek için dini eğitim veren medreseler gibi kurumları finanse etmişlerdir. 

Karaçi, mezhepsel çatışmadan en fazla zarar gören şehirdir; 2013 Eylül-2014 Eylül arasındaki bir yıllık dönemde 750 mezhep temelli ölüm gerçekleşmiştir. 2012-2015 arasında Pakistan’da dini azınlıklara karşı 543 şiddet eylemi görülmüştür. Bunlardan en az 288 tanesi Şiilere karşı gerçekleşmiştir (Borthakur, 2017, s.498-499).

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği ve Mülteciler Konusu,

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (BMMYK) vermiş olduğu rakamlara göre, 2018 yılı sonu itibariyle dünyada mülteci, sığınmacı ve ülke içinde yerinden edilmiş kişiler göz önüne alındığında, zorla yer değiştirmek zorunda kalan toplam 68,5 milyon kişi bulunmaktadır. Bu rakamın 40 milyonu ülke içinde yerinden edilmiş kişilerdir. 25,4 milyonu mültecilerdir; bunların 19,9 milyonu BMMYK sorumluluğundadır, 5,4 milyonu ise UNRWA sorumluluğunda olan Filistinli mültecilerdir. 3,1 milyon kişi ise (asylum seeker) sığınma talebinde bulunmaktadır. Dünyadaki mültecilerin %57’si üç kaynak ülkeden gelmektedir; bu ülkeler 6,3 milyonla Suriye, 2,6 milyonla Afganistan ve 2,4 milyonla Sudan’dır. En fazla mülteci kabul eden ülke sıralamasında Türkiye kayıtlı 3,5 milyon mülteci ile başı çekmektedir; onu, 1,4 milyon mülteci nüfusu ile 
Pakistan ve Uganda takip etmektedir. İran, yaklaşık 980 bin ve Lübnan ise bir milyon mülteciye ev sahipliği yapmaktadır. (UNHCR, 2019a). 

Mülteciler, Pakistan’a ilk geldiklerinde, BMMYK’nın ülkede ofisi bulunmamaktaydı. 

1979 Nisan ayında, Pakistan, BMMYK’dan yardım istemiştir. 1979 Ekim ayında, BMMYK, İslamabad’da ofis açmıştır; mültecilere 15 milyon dolarlık kaynak ayırmıştır. 1990 Aralık ayında, BMMYK’nın tahminlerine göre, 3,3 milyon mülteci Pakistan’da bulunmaktaydı; 

İran’da ise 3 milyon Afgan mülteci vardı. Pakistan’daki Afgan mülteciler çoğunlukla Peştunlardı ve BMMYK güvencesi altındalardı ve Pakistan’a uluslararası yardım yapılıyordu. Ancak İran’daki Afgan mültecilerin büyük bölümü Tacikler, Özbekler ve Hazaralardan oluşmuştur, Peştunların sayısı azdır (BMMYK, 2001). 

Tarihsel Bakış: Afgan Mültecilerin Pakistan’a Yerleşmeleri,

Hem Afganlar hem de Pakistanlılar ekonomik ve sosyal amaçlarla sık sık sınırı 
geçmektedirler. Muhammed Davud’un, 1973’te düzenlediği darbe ardından küçük çaplı bir göç gerçekleşmiştir; 2 bin kişi Pakistan’dan sığınma talebinde bulunmuştur. Pakistan’a ilk evre göç, 1978 yılında, Davud Hükümetine karşı askeri darbe ardından gerçekleşmiştir. 1979 yılında ise Afganistan, Sovyetler Birliği tarafından işgal edilmiştir. 

Göç edenlerin çoğu çiftçi, küçük toprak sahibi olan Pakhtunlardır; ana amaçları, 
kültürlerini ve geleneklerini korumak olmuştur. İkinci evre göç, Sovyet ordusunun çekilmesi ile yani 1986-1989 arasında gerçekleşmiştir. Üçüncü evre, 1996 yılında, Afganistan’da Taliban iktidarı ele geçirdiğinde gerçekleşmiştir. Dördüncü evre ise 2001 yılında, ABD’nin terörizmle savaşı kapsamında Afganistan’a müdahalesi ardından görülmüştür (Borthakur, 2017,s.489-490).

Sovyet işgali nedeniyle 7 milyondan fazla Afganistan vatandaşı Pakistan ve İran’a sığınmıştır (UNHCR, 2019b). Afganistan’dan göç eden mülteci sayısı 1992 yılında 6,2 milyona çıkmıştır. 1996 yılında, Taliban’ın güç kazanması ile birlikte mülteci sayısı artmış, 2001 yılında 3,8 milyona ulaşmıştır (Koç, 2017). Afganistan tarihi, işgaller tarihi olarak da adlandırılmaktadır. 1988 ve 2000 yılları 2002-2018 tarihleri arasında Afgan mültecilerin 4,374,208’i ülkelerine geri dönmüşlerdir (UNHCR, 2019b). BMMYK’nın 2017 Zorla Yerinden Edilenlerle İlgili Küresel Eğilimler Raporuna göre, Pakistan’daki Afgan mültecilerin sayısı 2016 yılına kıyasla 2017 yılı içerisinde az miktarda (%3) artmıştır; bu artışın nedeni ülkelerine geri dönenler ve yer değiştirenlere rağmen mültecilerin doğum oranının yüksekliğinden kaynaklanmaktadır. 2017 yılında 59.000 Afgan ülkesine dönmüştür (UNHCR, 2019c).

3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,


***

KARDEŞLİK ve GÜVENLİK ÜZERİNDEN PAKİSTAN’I OKUMAK, BÖLÜM 1

KARDEŞLİK ve GÜVENLİK ÜZERİNDEN PAKİSTAN’I OKUMAK, BÖLÜM 1




İÇİNDEKİLER

4 Pakistan’da Siyasal Yapı

7 Pakistan’da Siyasal ve Sosyo-Ekonomik Durum

9 Pakistan İslam Cumhuriyeti: Sosyal Yaşamda Dinin Etkisi

10 Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği ve Mülteciler Konusu

11 Tarihsel Bakış: Afgan Mültecilerin Pakistan’a Yerleşmeleri

11 Günümüzde Pakistan’da Afgan Mülteciler ve Gönüllü Geri Dönüş

15 Pakistan’daki Afgan Mültecilerin Sorunları

17 Pakistan’a Mülteci Akını ve Demografik Değişim

18 Pakistan’daki Afgan Mültecilerin Siyasal Yapıya Etkileri

18 Dostluk-Kardeşlik Meselesi: Kim bu Peştunlar?

20 Pakistan’da Afgan Mülteciler: Farklı Görüşler

22 Pakistan’daki Afgan Mülteciler ve Devlet-Karşıtı Örgütlenmeler

24 Pakistan’da Güç Odakları

25 Afgan Mültecilerin Pakistan’a Ekonomik Etkisi

28 Sonuç


KÜNYE

KASIM 2019
HAZIRLAYANLAR
Doç. Dr. Çağla Gül Yesevi
www.21yyte.org
GRAFİK TASARIM
NURULLAH ARI


KARDEŞLİK ve GÜVENLİK ÜZERİNDEN PAKİSTAN’I OKUMAK: 

Afgan Mültecilerin, Pakistan'a, Siyasal ve Sosyo-Ekonomik Etkileri,
Doç. Dr. Çağla Gül Yesevi*
*Doç. Dr. Çağla Gül Yesevi, İstanbul Kültür Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler 
Bölümü’nde Öğretim Üyesidir. c.yesevi@iku.edu.tr

Pakistan; 4 Eyaletten oluşan federal bir yapıya sahiptir. Ülkedeki dört eyalet, Pencap, Sind, Belucistan ve eski adı Kuzeybatı Sınır Vilayeti olan Hayber Pahtunhva’dır (HP)¹. Afganistan sınırında bulunan “Kabileler Bölgesi” olarak adlandırılan tam adı Federal Yönetilen Kabile Bölgesi olan (FYKB)², 2018 Haziran’da alınan kararla HP bölgesi içine alınmıştır. İslamabad Başkent Bölgesi yanında, iki tane idari bölge bulunmaktadır; bunlar, Azad Keşmir ve Gilgit-Baltistan’dır (World Factbook, 2018; T.C. Dışişleri Bakanlığı, 2017). 



1 HP: Hayber Pahtunhva; KB: Khyber-Pakhtunkhwa
2 FYKB: Federal Yönetilen Kabileler Bölgesi; FATA: Federally Administered Tribal Areas


Pakistan’da Siyasal Yapı,




Pakistan’da 333 siyasal parti bulunmaktadır; bunlardan 24 tanesi meclise 
girebilmektedir. Pakistan’da 6 siyasal parti, mecliste on ve üzerinde parlamenterle temsil edilme hakkını elde etmektedir (ARC, 2018). Pakistan’da, 342 üyeli bir Ulusal Meclis ile 104 üyeli bir Senato bulunmaktadır; her eyaletin yerel seçimlerle göreve gelen milletvekillerinden oluşan eyalet meclisleri bulunmaktadır (T.C. Dışişleri Bakanlığı, 2017). Pakistan meclisindeki 342 milletvekilinden 272 tanesi doğrudan seçimle gelirken, kadınlara ve azınlıklara 70 koltuk ayrılmıştır. Pakistan’daki en etkili partiler, kabile ve aile bağlantılıdır; bunlar Pakistan’ı uzun yıllar dönüşümlü olarak yöneten İslami Birlik Partisi (Navaz Şerif) ve Pakistan Halk Partisidir (Butto ailesi, Zerdari). Son seçimleri, İmran Han liderliğindeki Pakistan Tehrik-i İnsaf partisi kazanmıştır (ARC, 2018).

ABD’nin Değişen Afganistan Siyaseti ve ABD-Pakistan İlişkilerine Etkisi,

Pakistan’ın karşılaştığı en önemli sorunlardan biri, ABD’nin Afganistan politikalarının ülkenin kaderini etkilemesidir. ABD, güvenlikle ilgili konularda Pakistan’a yaptığı yardımları kesmiştir. Pakistan’ın eski dışişleri bakanı ve şu anda meclis üyesi olan Hina Rabbani Khar’a göre, Afganistan’da gerçekleşen her olayda, Pakistan’ın suçlanması, ABD’nin çıkarınadır. 

Pakistan’daki mülteci köyleri, 1980’ler boyunca mücahitler denilen Afgan silahlı 
direniş gruplarının üssü haline gelmiştir. ABD ve çeşitli İslam ülkeleri, mücahitlere büyük miktarlarda askeri ve mali destek vermiştir. 1982-1991 arasında ABD, 2 milyon dolardan fazla yardımda bulunmuştur. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) Uluslararası Koruma Müdürü, 1984’te mülteci köylerindeki silahlanmayı durdurmak için köylere yardım yapılmasını önlemeye çalışmıştır. Sınıra yakın bölgelerdeki kampların silahsızlandırılması gündeme gelmiş ancak mücahitlerin bölgedeki faaliyetleri sürmüştür. 

Bu dönemde yapılan yardımların askeri amaçlarla kullanıldığı görülmüştür. Mülteci köylerinde ağır ateşli silahlar ve uçaksavarlar bulunmaktaydı. 1984 yılında, Sovyet ve Afgan güçleri, Pakistan’a sınır ötesi operasyonlar düzenlemişler ve mülteciler bu saldırılarda hayatlarını kaybetmişlerdir (BMMYK, 2001). 

Pakistan’ın iç ve dış politikası, iç karışıklıklardan, etnik ve dini sorunlardan, Afganistan’a Sovyet müdahalesinden, yaşanan savaşlardan ve 11 Eylül olayı ardından ABD müdahalesinden etkilenmiştir. Afganistan, Sovyetler Birliği tarafından işgal edildikten sonra, bu müdahaleye ve ardından kurulan hükümetlere karşı çıkan mücahitler, ABD, Suudi Arabistan ve Pakistan tarafından desteklenmişlerdir. Mücahitler, Pakistan’a sığınma olanağı bulmuşlar; Pakistan hükümetinin ve ordusunun desteğini almışlardır. Afganistan’da etkili olan Taliban, ismini 1994 yılında duyurmuş; 1996-2001 yılları arasında Afganistan’da hükümet kurmuştur. Bu hükümeti ilk tanıyan Pakistan olmuştur. Taliban, Peştun kökenli ve Pakistan’da dini eğitim görmüş öğrenciler ve 
mücahitlerin oluşturduğu bir örgütlenmedir. 11 Eylül saldırılarının hemen ertesinde Pakistan’ın ABD’nin teröre karşı savaşına destek vermesi istenmiştir; Pakistan, bu talebe olumlu yanıt vermiştir. Bu durum, Pakistan’ın önce desteklediği grupların, 11 Eylül’den sonra karşısına geçmesi sonucunu doğurmuştur; halkta ve kurumlarda ikilem yaşanmış, ABD karşıtlığı görülmüştür.

Barack Obama döneminde, Afganistan ve Pakistan politikasını birleştirilmiş ve AfPak olarak ilan edilmiştir. Bu politikaya göre, Afganistan ve Pakistan askeri ve siyasal açıdan birbirlerinden ayırt edilemez tek bir bölge olarak nitelendirilmiştir; teröre karşı savaşta ortak bir politika uygulanması uygun görülmüştür. Barack Obama, 2 Aralık 2009’da yaptığı konuşmasında, Afganistan’da başarının sağlanmasında, 

Pakistan’la işbirliğinin çok önemli olduğunu belirtmiştir. Afganistan’daki kanserin 
tüm ülkeye yayılmasını engellemeye çalıştıklarını, aynı kanserin Pakistan’ın sınır 
bölgesinde de görüldüğünü, bu nedenle sınırın iki yanında da çalışacaklarını 
anlatmıştır. Obama’nın ortaya attığı AfPak siyaseti çok eleştirilmiş, 2010 yılında 
bundan vazgeçildiği yönünde görüşler ortaya çıkmıştır. 

Donald Trump, AfPak politikasına Hindistan’ı da eklemiş ve Af Pak India politikasını geliştirmiştir. Pakistan’ın teröristlere sığınma alanı haline geldiğini ve Pakistan’a yapılan yardımları keseceğini belirtmiştir. Hindistan’ın, Afganistan konusunda daha iyi bir ortak olacağını ve kendileriyle önemli ticari ilişkileri olduğunu ifade etmiştir. ABD’nin ulus inşası süreci içinde yer almayacağını açıklamıştır. 21 Ağustos 2017’de yaptığı konuşmasında, “Pakistan’ın terör örgütleri için güvenli bölge olmasına daha fazla sessiz kalmayacağız; Taliban ve diğer terör örgütleri, bölge ve ötesi için önemli tehdittir” demiştir. Trump, Kasım 2018’de, “Pakistan’a artık milyarlarca dolar ödeme yapmayacağız çünkü paramızı alıp bizim için hiçbir şey yapmıyorlar” demiş ve Pakistan’a yapılan maddi yardımları gereksiz görmüştür. Ayrıca CIA’in Usame Bin Ladin’i Pakistan’da yakaladığını hatırlatmış; bu konudaki düşüncelerinin yersiz olmadığını iddia etmiştir. Bu bağlamda, Trump, Pakistan’a yapılan maddi 
yardımı kesmiştir. Pakistan’daki örgütlerin, ABD güçlerine saldırılarda bulunduğunu belirtmiştir. 

Pakistan Başbakanı İmran Han, Trump’ın iddialarına karşı, Pakistan’ın ABD yanında terörle mücadelesi kapsamında, Pakistan’da 75 bin kişinin öldüğünü ve 123 milyar dolarlık kayıpları olduğunu belirtmiştir. ABD’nin yardımının ise sadece 20 milyar dolar olduğunu eklemiştir. Han, ABD’nin Afganistan’daki teröre karşı savaşında, 140 bin kişilik NATO birliği, 250 bin kişilik Afgan birliğine ve 1 trilyon dolarlık harcamaya rağmen başarısız olduğunu ve Pakistan’ın günah keçisi ilan etmek yerine Taliban’ın bugün neden çok daha güçlü olduğuna dair ciddi bir değerlendirme yapması gerektiğini söylemiştir (Hürriyet, 19.11.2018). Trump, Pakistan’ın teröre desteği yönündeki sert açıklamalardan tam bir ay sonra, Pakistan Başbakanı Han’a mektup göndermiş ve Afganistan savaşı ile ilgili Pakistan’ın desteğini talep etmiştir (CNN, 03.12.2018). ABD’nin desteğini de alan Afganistan-Hindistan yakınlaşması, Pakistan için kuruluşundan beri sorunlu olan Hindistan-Pakistan ilişkilerinin daha da gerilmesine neden olmaktadır. 

İktidara Ağustos 2018’de gelen İmran Han, Pakistan’ın çoklu krizlerle uğraşmak 
zorunda kaldığını ancak şu anda en önemli sorunlarının ekonomi olduğunu 
belirtmektedir. Sovyetler Birliği’nin Afganistan’a müdahalesinden beri, özellikle ABD ile başka ülke ve kuruluşlardan yardım alan Pakistan’ın, borçlu kaldığını belirtmiştir. “Pakistan, başkalarının savaşında artık savaşmayacaktır” diyerek politika değişikliğini açıklamıştır. Ülkedeki mafya etkinliğinin kendi iktidarları döneminde çözüldüğünü de eklemiştir (TRTWorld, 07.01.2019).

Pakistan, ABD ile gerilen ilişkilerinin de etkisiyle yeni ortaklar aramaktadır; yaşanan ekonomik sorunlarını çözmeye çalışmaktadır. İnsan hakları ihlallerine rağmen, ekonomik olarak Çin’le bir ortaklık geliştirmektedir ve bu işbirliğine büyük önem vermektedir (TRTWorld, 07.01.2019). İmran Han, Çin’in Pakistan’a yönelik yatırımlarını, Çin tarafından sağlanan kredilerin ve yatırımlarının şartlarının daha şeffaf olması gerektiğini belirtmektedir. ABD’nin Pakistan’ı kullanmaya çalışan ve egemenliğini insansız hava araçlarıyla ihlal etmekten çekinmeyen politikalarını eleştirmiştir. İran’la ilişkilerin geliştirilmesini isterken, Suudi Arabistan’ın her zaman Pakistan’dan yana tavır aldığını da ifade etmiştir (AA, 07.08.2018)

Kabil’de meydana gelen olaylar nedeniyle Pakistan hükümeti suçlanmaktadır. 
Bu olaylardan biri de Burhaneddin Rabbani’nin öldürülmesidir. Afgan yetkililer, bu suikastın Pakistan’da planlandığını ve Pakistanlı bir intihar bombacısı tarafından gerçekleştirildiğini belirtmişlerdir. Dönemin Dışişleri Bakanı Hina Rabbani Khar, Pakistan’daki Afgan mültecilerin, Afganistan Devlet Başkanı Burhaneddin Rabbani’nin ölümünden ve pek çok başka sorundan sorumlu olduklarını belirtmiştir. Khar, “Afgan mültecilerin sınırı geçip Kabil’e girmesinden, bir misafir evinde kalıp Prof. Rabbani’ye saldırmalarından” mesul olmadıklarını belirtmiştir. Pakistan’ın, Afganistan’da yaşanan sorunlar ve cezai suçlardan sorumlu olmadığını anlatmıştır. 

Pakistan’daki Afgan mültecilerin pek çok sorun yarattıklarını yinelemiştir. Pakistan’ın, Afganistan ve diğer ülkelerin günah keçisi olmadığını, “biz, problemin değil çözümün parçasıyız” diyerek hatırlatmıştır. Khar, bölgede barış ve istikrarı sağlamak ve birlikte aşırıcılık ve terörizmle savaşmak için Afganistan’la iyi ilişkiler geliştirmek istediklerini, belirtmiştir (The Hindu, 2011) 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,


***

2 Ocak 2018 Salı

ABD’NİN İSLAM POLİTİKASI

ABD’NİN İSLAM POLİTİKASI 

Prof. Dr. Hasan KÖNİ
* Ankara Üniversitesi. S.B.F. Uluslararası İlişkiler Bölümü ÖĞretim Üyesi. 
AVRASYA DOSYASI,

Giriş: 

   Sovyetler Birliği çökene kadar siyasal İslam konusunda uluslararası ilişkilerde pek araştırma, makale, kitap yayınlanmazdı. 

   Sovyetlerin çöküşünü gerçek olarak 1985 civarında kabul edersek siyasal İslam konusunda yoğun yazıların bu dönemden sonra başladığı ortaya çıkar. Siyasal İslam’ın önemini ortaya çıkaran iki önemli olay bulunmaktadır. Bunlardan birincisi Orta Doğu’daki İsrail-Arap çatışmasıdır. 1948 yılından beri süre gelen bu çatışma Arap ülkelerinde reaksiyoner İslami grupların oluşmasına yol açmıştır. 

   Ancak, Sovyetler Birliği’nin varlığı ve komünizm Batılı ülkeleri daha çok ilgilendirdiği için İslam’ın siyasi yüzüyle müslüman ülkeler ve genellikle bu ülkelerin askeri bürokrasileri uğraşmak zorunda kalmışlardır. Siyasal İslam’ı sıçratan olay, 1979 yılında Sovyetler’in İran Devrimi’nin tepkilerini 
önlemek üzere Afganistan’a girmesiyle başlamıştır. İran Devrimi’nden çok daha önceleri Gürcü asıllı Fransız yazar Helene Carrere D’Encause’un, Türkçe’ye, “Çatlayan İmparatorluk” adı ile çevrilen eserinde yazar, Sovyet İmparatorluğu’nda Orta Asya Türk müslümanları ile Rusların iyi geçinmediği ve bu imparatorluğun çökmekte olduğu yönünde iddialar ortaya atmıştır. 

1979 Orta Doğu ve Yakındoğu müslüman ülkelerinin tarihi için dönüm noktası olmuştur. Amerikan elçiliğini basıp 400 elçilik mensubunu bir sene kadar rehine tutan İran bu hareketini Irak’la sekiz sene kadar savaşarak ödemiştir. Irak’ın savaşa girmesinde Suudi Arabistan ve Kuveyt paralarıyla, Fransa, Rusya, ABD, Almanya silah ve cephaneleriyle etkili bir rol oynamışlardır. İran-Irak savaşı daha sonra Körfez savaşının kapısını açacaktır. Hem İran-Irak savaşı hem Körfez savaşı ise Türkiye’nin karşısına PKK ve Kuzey Irak sorununu çıkaracaktır. 

1979 yılının ikinci olayı ise Sovyetler Birliği’ne karşı ABD’nin Afganistan’daki İslami grupları desteklemesi olmuştur. Bu destek, aşağıda anlatacağımız gibi ABD, Suudi Arabistan, Pakistan ve hatta Çin’den gelmiştir. 1989 yılında Ruslar Afganistan’dan çekilirken Afganistan’da silahlı çatışma konusunda yetişmiş müslüman ülkelerin hepsinden gruplar oluşmuştur. Bu gruplar, Çeçenistan’da, Bosna’da Somali’de Sudan’da, Mısır’da Batılı dostlarının yanında ve karşısında dövüşmüşlerdir. Afgan militanları Batının yarattığı bir Frankeştein olmuştur. 

Batı’nın Yakın Doğu’da yarattığı militan İslam Orta Doğu’da varolan militan İslam’ı denetimine almış-Hizbullah grupları gibi- ve etkinliğini Güneydoğu Asya’ya yaymaya başlamıştır. Amerikan Teröre Karşı Koyma Grubunun Başkanı elçi Michael A. Sheehan terörizme karşı koyma ile ilgili olarak Senato önündeki ifadesinde, İran, Suriye, Libya ve Irak’ın gözetim listesinde olmasına karşılık, bu ülkelerin terörizme direkt destek vermelerinde gerileme olduğunu belirterek asıl Pakistan’ın içindeki terör kaynaklarına dikkat çekmiştir.1 Elçi Sheenan’a göre terörizmde ikili bir gelişme görülmektedir. 

Bunlardan ilki terörist gruplar iyi örgütlenmiş, mahalli ve bazı devletler tarafından desteklenme yerine belirgin örgüt yapısı olmayan yeni bir 
uluslararası bağla oluşmuş gruplara dönüşmüşlerdir. İkincisi terör eylemleri Orta Doğu’dan Güney Asya’ya kaymıştır. 

Sheenan’a göre terörizmin Güney Asya’ya kaymasındaki başlıca neden Afganistan’ın Sovyetler tarafından işgalinden sonra ve bunu takip eden on seneyi aşkın iç savaşın Afganistan’da hükümeti ve sivil toplumu yok etmesi olmuştur. Dünyanın her tarafından gelen savaşçılar ve silahlar bu bölgede dengeyi yok etmiştir. Afganistan’daki savaşlar Orta Doğu’daki diğer çatışmalara destek sağlanmasını doğurmuştur. Nihayet Taliban, Kuzey İttifakı’na karşı savaşmaya devam etmekte ve ülkenin her yerinde güç kazanmaktadır. Güney Asya, Kafkaslar’a ve Orta Doğu’ya destek sağlamaktadır.2 Orta Doğu barış görüşmelerinden ümitli olan Orta Doğu devletlerinin teröristlere karşı tutumunu 
değişirken terörizm de coğrafya değiştirmiştir. 

ABD terörizmin mali desteğini kırmaya çalışmaktadır. Bu konuda en çok şikayet edilen kimse bir zamanlar Afgan savaşında ABD adına çalışmış olan Suudi Arabistanlı Ussame Bin Ladin’dir. Washington, daha önceleri desteklediği Taliban’dan artık şikayet etmektedir. Taliban’ın Keşmir’de, Mısır’da ve Cezayir’de radikal İslamcı militanlara destek verdiği belirtilmektedir. 

Sheenan’ın ifadesi resmi bildiriler ile gizli devlet eylemlerinin ne kadar çeliştiğini göstermektedir. Şimdi bazı belgelere dayanarak asıl durumu ve nedenlerini ortaya koymaya çalışacağız. 

I - Arabistan-ABD İlişkisi, AVRASYA DOSYASI,

Petrol, II. Dünya Savaşı sonrasında Amerikan toplumunun bir sosyal olayı durumuna gelmişti. Yalta Konferansı’ndan önce Roosevelt Senatör Landis’in hazırladığı petrol ve Orta Doğu’da Amerikan çıkarları adlı raporu okumuştu. Bu metin daha sonraları Araplar ile Washington arasında kabul edilmiş bir manifesto durumuna gelecekti. Yalta dönüşünde kısa süre Mısır’da duraklayan Roosevelt Cidde’deki ABD’nin Konsolosu’na Suudi Arabistan Kralı ile bir randevu ayarlaması için emir vermiştir. Bu buluşma 14 Şubat 1945 günü ABD’nin kurvazörü 
Quincy’de gerçekleşmiştir.3 İki devlet adamı arasındaki konuşmalar bugün Quincy Paktı diye bilinen bir anlaşma ile sonuçlandı. Bu anlaşma beş önemli konu üzerinde kurulmuştu. 

a) Suudi Krallığı’nın dengesi ABD için hayati bir çıkar taşıyordu. Krallık ABD’ye sürekli petrol sağlayacaktı. Bunun karşılığında Washington Suudi Arabistan’a kayıtsız şartsız güvence sağlıyordu. 1991 yılında ABD’nin Suudi’lerin yanında savaşa girmesi Quincy Paktı’nın bir sonucuydu. Petrolü araştıracak olan şirketler toprağın sahibi olmayacaklardı. Araştırdıkları alanları 60 seneliğine kiralayacak lardı. Anlaşmanın sona ereceği 2005 yılında kuyular ve üzerindeki materyel Suudi Arabistan’a geri verilecekti. Kraliyete ödenecek para varil başına 
21 cent olarak saptanmıştı. Aramco şirketine verilen araştırma alanı 1.500.000 kilometre kare idi. 

b) ABD sadece Suudi Arabistan’ın değil Adap yarımadasının güvenliğini de sağlayacaktı. Böylece ABD İran Körfezi’nin güvenliğinden sorumlu oluyordu. Zaten Suudi Arabistan bu bölgede başat güçlerden biriydi. 

c) İki ülke arasında ekonomik, ticari ve mali bir ortaklık kurulmuştu. ABD silah satışları karşısında petrol alımlarını arttırıyordu. Suudiler bu anlaşmaya uygun olarak Amerikan devlet bonolarına zaman içinde 400 milyar dolar yatırmışlardır. 

d) Bu yatırımlar karşılığında insan haklarını ileri sürerek bütün dünyayı sıkıştıran Washington, Suudi Arabistan’ın iç işlerine karışmayarak İslami rejim ihraç eden bu ülkeyi rahatsız etmemiştir. Gerçekte Suudi Arabistan Krallığı bir devrin İran’ı gibi, ahlaki açıdan savunulabilir bir ülke değildir. 

e) Quincy Paktı’nın üzerine düşen tek gölge Filistin sorunu olmuştur. Kral’a Musevilerin Almanlar karşısında çektikleri ızdırabı anlatan Roosvelt’e karşı İbni Suud, Musevilere onlara baskı yapan Almanların evlerini ve topraklarını vermesini önermiştir. Fakir Filistin’e Musevilerin yerleşmesini bir türlü kabul etmemiştir.4 ABD, Arap yarımadasının yönetiminde Suudilere dayanmasına karşın İsrail-Filistin sürecinde Suudilere bundan böyle çok dar bir manevra alanı bırakacaktır. Bu dar alan içinde Suudiler İslamcı eylemlere destek verebilmektedirler. 

Bu anlaşma bölgede İngiliz hegemonyasına son verecektir. ABD diğer Avrupa Devletlerini dışarıda bırakarak Orta Doğu’ya yerleşecektir. 
Bu anlaşmanın diğer yönleri de bulunmaktadır. Bunlardan birincisi Suudi Arabistan kullanılarak bölgede laik milliyetçi Arap devletlerinin ortaya çıkmaları denetlenecektir; ikincisi ise Suudi Arabistan korunarak İsrail’in güvenliği de sağlanmış olacaktır.5 

II- Arap İslamcıları Arap Milliyetçilerine Karşı 

1950’li yıllar Mısır’da genç subaylar hareketiyle Arap milliyetçiliğinin ve daha sonra Pan-Arabizmin doğduğu yıllar olmuştur. Arap milliyetçiliği Batı emperyalizmine karşı olmuştur. 1948’de İsrail’in kurulması, Arapları bağlantısızlık hareketine itmiştir. Türkiye’nin İngilizlerin baskısıyla Bağdat Paktı’nı kurması pek başarılı bir girişim olmamıştır. Paktaki tek Arap ülkesi Irak’tır. 1956 savaşı İngilizleri Orta Doğu’ya geri döndürememiştir. Washington Mısır’ın yanında yeralmıştır. Ancak, Sovyetler’in Mısır’ın yanında yeralmaları, ABD’nin Asuan barajına mali yardım vermeyi reddetmesi ve Johnson’un Beyaz Saray’da Kennedy’nin yerini alması Mısır-Amerikan ilişkilerini geriletmiştir. 1966 
yılında ABD’ye çağrılan Faysal, Amerikan yönetimini Sovyet taraftarı Nasır’a karşı uyarmış ve Yemen’de 1962’den beri solcu cumhuriyetçilere yaptığı yardıma dikkate çekmiştir. Suudi Arabistan kralcıları desteklerken Nasır 68.000 kişilik bir ordu ile Albay Sallal’i desteklemiştir. Arap dünyasında Mısır, Irak, Suriye, Tunus ve Cezayir gibi solcu laik rejimler gelişmiştir. 1970’lerde Pan-Arabizmin yanında 
Arap sosyalizminden bahsedilir olmuştur. Nasır tutucu Arap rejimlerini ve onların içinde yeralan emperyalist üsleri ortadan kaldırmaktan sözetmektedir. Bu durum karşısında İsrail’liler tutucu Araplarla ilişki kurmayı tercih etmişlerdir.6 1967 Arap-İsrail savaşından sonra batıdan ithal edilen laik, milliyetçi modelin bu savaşlara neden olduğu Doğu ve Batı Arap ülkelerinin omuz omuza savaştığı ileri sürülmüştür. 1967 savaşından sonra İslamcı Araplar siyasal sahneye büyük bir gürültü ile gireceklerdir. Bu Arapların, derneklerin, birliklerin arkasında Müslüman Kardeşler Örgütü vardır. Hassan el-Banna ve Sayed Kutb’un kurduğu Müslüman Kardeşler Örgütü hak ve hukukun birleştiği ‘tevhid’ ilkesi 
üzerine dayanmaktadır. Suudilerin desteğiyle Kardeşlik Örgütü, ‘Özel Düzen” adı altında gizli bir ordu kuracaktır. Kardeşler, Milliyetçi Nasır’a karşı Kral Faysal ve Amerikan gizli servislerince desteklenecektir.7 Bu destekle güçlenen Müslüman Kardeşler bugün Sudan, Yemen, Ürdün, Suriye, Filistin, Tunus, Cezayir ve Fas’ta kollar bulundurmakta ve Latin ABD, Siyah Afrika ve Güney Doğu Asya’daki İslamcı hareketlerin temelini oluşturmaktadır. 

Müslüman Kardeşler’in ideolojik babalığını yaptığı İslamcı hareketlenme çok değişik ve hetorojen bir yapılanma göstermiştir. 

Genel olarak İslamcı ideoloji reformu örgütlenmelere benzemektedir. Bu örgütlenme içinde İslamın temellerini Arap-Müslüman halkların sorunlarına bir çözüm olarak göstermektedirler. Böylece dünyadaki aşırı dinci gruplar kendi sektlerinin yaşamı üzerine yoğunlaşmakta çok sıkıştırıldıklarında siyasi şiddete veya terörist girişimlere başvurmaktadırlar. Soğuk Savaş sırasında ve 1989 Lübnan savaşının sonuna kadar İslamcı ideolojiye sahip bu topluluklar kendi uluslararasına uygun stratejiler geliştirmeye çalışmışlardır. Bu stratejiler kendilerinin ülke rejimlerine karşıdırlar. 1990’dan itibaren İslamcı gruplar Orta Doğu’da çabalarını kabileler, büyük Arap aileleri veya savaşçılarının etki alanlarında ve etnik yapılarda yoğunlaştırmaya başlamışlardır. İslamcı ideoloji, taktik olarak alternatif bir ulusal alan göstermemektedir. Ulusal alan göstermedikleri için müslüman devletleri belirli sınırlar içinde yöneten bütün rejimler meşruiyetlerini kaybetmektedirler. Böylece belli bir toprak alanında milliyetçiliğe dayanan Kemalist, Nasirist ve Baasçı rejimler anti-müslüman komploları olarak görülmektedir. Ulusçu fikirler, inancı olmayanların ümmetin bütünlüğünü bölmek için kullandıkları şeytani bir fikir olarak kabul edilmektedir. Ulusçu olmayan yapılanmalar yeni uluslararası düzende Batı’nın işine gelen bir konum oluşturmuştur. Ulus devletin direnişi olmadan geniş pazarlar Batı’nın 
mallarına açık olacaktır. İngiltere bu gerçeği daha I. Dünya Savaşı öncesi keşfetmiştir. 

Orta Doğu’da etkin bir rol oynayan İngiliz istihbaratı 1915’de Çanakkale’yi geçememiştir ama Osmanlı İmparatorluğunu Orta Doğu’da yenerek çökertmiş, kendisine karşı ayaklanan Hindistan’ın müslüman kısmını Pakistan ve daha sonra Bangladeş diye ayırarak zayıflatmış ve İngiliz tekstil endüstrisine karşı çıkan Gandi’den intikamını almıştır. II. Dünya Savaşı’ndan sonra ABD durumu farkederek müslüman ülkelerle; Türkiye, Suudi Arabistan, Pakistan, İran ile Sovyetler Birliğini çevrelemiştir. Ruslar’ın Vietnam’ına karşı Afganistan 
müslümanlarını kullanarak, doğuda Sovyetlerin işini bitirmiştir. Afganistan’daki savaş günümüzde Ruslar’ın geri çekilmesine karşın yeni bir stratejiyle canlanmış bulunmaktadır. Bu yeni strateji Zbigniew Brzezinski “Satranç Tahtası” adlı kitabında geliştirmiştir. Brzezenski’ye göre enerji sahaları ve doğal kaynakları nedeniyle önümüzdeki bin yılda ABD’nin birinci derecede ilgi alanı içindedir. Bu alan Balkanlar’ı Orta Asya ve Çin’i kapsamaktadır. Avrasya alanı içinde merkezi bir yer tutan Türkiye’nin yeniden güç kazanması için çabalar ancak 1996 
yıllarında başlayacaktır. Yeni Avrasya stratejisi bu defa komünizme karşı değildir. Karşı olunan Ruslar’ın 19. yüzyılda olduğu gibi sıcak denizlere 
inmesini önlemektir. Bu stratejide önemli olan Türk, Suudi ve Pakistan’ın ve ilerde İran’ın etki alanlarının sağlamlaşmasıdır. Bu arada İslamcı ideolojide de ilerlemelidir. Brzezinski ideolojik İslamı “belirli bir İslamcı kimlik” olarak tanımlamaktadır. Eğer bu belirgin İslamcı kimlik gelişmezse Orta Doğu’da bir kaos ortamı yaşanacaktır. İslamcı kimliğe önem verilmesinin nedeni bölgenin bu kimlik altında küresel ekonomik yapının içine çekilmesi modeliydi. İslami kimlik bölgede etnik çatışmalar ve siyasal dengesizlikler yaratacak ve Orta Asya bölgesine ABD tam olarak yerleşecekti. Türkiye’yi menteşe devlet, bölgesel güç olarak öven Brzezinski aslında “İslami kimliğin” babasıydı. Brzezinski’nin Amerikan Güvenlik Konseyine kabul ettirdiği amaç Rusya’nın Orta Asya’dan silinmesiyle ilgiliydi. Bu nedenle Basra Körfezi Krallıklarında bastırılan binlerce Kuranı Kerim silahlarla birlikte Özbekistan’a, Tacikistan’a ve Türkmenistan’a sokuldu. ABD İslam kaldıracını kullanarak ilerisinin bu önemli alanına siyasi dengesizlik sokuyordu. Siyasi dengesizlikleri Amerikan gücü çözecek ve bu bölgeye Orta Doğu’da yaptığı gibi çözüm üretici olarak oturacaktı. Orta Doğu’daolduğu gibi Orta Asya’da ulusçu orta sınıflar var olmadığı için orta ve 
uzun dönemde Amerikan yatırımlarıyla mücadele edecek Washington’a göre İslam kapitalizm içinde eriyebilirdi, İslam, milliyetçi hareketlerin 
anti-dozunu oluşturuyordu ve sosyalizmin geri dönüşüne karşı bir kaleydi; kısacası İslam yeni liberal düzenin kaçınılmaz müttefikiydi. 

“Cihad’a karşı McWorld” yani Cihad’e karşı Macdonald’s dünyası adlı eserinde bir yazar Cihad ve Macdonald’s dünyasının ortak bir noktası olduğunu söylüyor. Yazara göre her ikisi de ulus devletin egemenliğine ve demokratik kurumlarına karşı ortak savaş veriyorlar. Sivil toplumu yeriyorlar, demokratik vatandaşlığa karşılar ama söylediklerinin karşısında alternatif demokratik kurumlar önermiyorlar. Ortak noktaları sivil özgürlüklere karşı olmaları.8 

ABD’nin militan İslam’a karşı tutumunu yansıtan en iyi araştırmalardan birisi eski CİA ve Rand Corporatıon araştırıcısı Graham Fuller. Füller 1995’te bütün Avrupa büyükelçiliklerine gönderilen: “Cezayir Geleceğin İslam Devleti olacak mı?” adlı raporun yazarı. Fuller’in analizlerinin 1996 yılına kadar Orta Doğu bölgesinde ABD’nin politikasını yönelttiğini belirtmekte yarar olduğu kanısında yız. Fuller raporunda: “... İslamcılığın komünizme benzemediğini, yönü ve merkezi bir planı bulunmadığını, İslamcı politikanın direkt olarak mahalli geleneksel kültür çerçevesinde oluştuğunu belirterek İslamcı hareketlerin çok çeşitlilik gösterdiğine dikkati çekiyor. Anti-demokratik olma İslamcı hareketin doğasında yok ve demokratikleşme zamanla hareketin içinde gelişiyor diyen Fuller, gelecek yıllarda İslamcı hükümetlerin çeşitli şekiller alarak Orta Doğu ülkelerinde çoğalacağına işaret ederek onlar Batı ile: Batı, İslamcılarla yaşamayı öğrenecektir...” demektedir. Fuller, Cezayir’deki İslamcı rejimin ABD’nin tüm özel yatırımlarını kabul edeceğini ve ABD ile ticari ilişkilere girebileceğini açıklıyor.9 Fuller, İslamcılar’ın Pazar ekonomisine “doğal bir eğilimleri” belirterek, İslamcılar’ın Amerikan Arco petrol şirketiyle kurdukları ilişkiye dikkati çekiyor. Sünni olan Cezayirliler’in diğer Arap müttefikler gibi Şii İran’a karşı ABD’nin yanında yer alacakları Fuller’in tahminleri arasında. 
Cezayir’in İslamcı yönetimi diğer Arap ülkeleri gibi uluslararası İslam bankaları nın ağından faydalanacak. Al-Baraka uzun zaman Sudan’daki İslamcılar’a para sağlayarak Sudanlılar’ı müttefik gruba çektiklerini ve Cezayir’in de bu grubun içine çekilebileceğini söyleyen Fuller, Cezayir İslamcı yönetiminin diğer bir faydasının Arap dünyasındaki İslamcı hareketlere karşı dengeleyici bir rol oynayabileceğini ileri sürerek 

NATO’nun güney komutasının doğu Akdeniz’deki buhran noktalarına Cezayir İslamcılığını kullanarak daha rahat müdahale edebileceğini söylüyor. 

Cezayir İslamcıları’nın yurt dışında yaşayan başkanı Anuar Haddam’la Middle East Quarterly dergisinin yaptığı mülakatta kendisine Amerikan yönetiminden kimselerle görüşüp görüşmediği sorulduğunda, Anuar Haddam bu gibi kimselerle görüşmesinin kendi görevi gereği olduğunu söylüyor. Dergi bir başka sorusunda Cezayir’de yüzlerce Batılı’nın yaralanıp öldüğünü ancak hiçbir Amerikalıya zarar 
gelmediğini söylediğinde, Anuar Haddam, “Amerikalılar’ın iyi istihbaratı var. Cinayetleri kimin işlediğini biliyorlar ve belalı alanlara gitmiyorlar”, diyor. 

ABD’nin Cezayirli İslamcılar’a karşı politikası 1998 yılında değişmeye başlamıştır. Cezayir’in askeri yönetimi bu tarihlerde ABD’ye yaklaşarak ülkenin güneyinde bulunan yeni petrol ve doğal kaynaklarını Amerikan petrol şirketlerine açmıştır. NATO güney Avrupa kuvvetleri komutanı Joseph Lopez Ağustos 1998’de Cezayir Ulusal Halkçı Kuvvetleri komutanı’nı ziyaret ederek Cezayir’le ABD arasında yeni bir süreç başlatmıştır. Bu yeni süreci bazı yazarlar ABD’nin Afrika’ya açılma stratejisine bağlamaktadırlar. Amerikan diplomasisi birden bire Angola’da Marksist Dos Antos rejimini desteklemeye başlamıştır. Güney Sahra’da bağımsızlık isteyen Polisario gerillalarına Cezayir’in yardım ettiğini bilerek Polisario gerillalarına destek vermeye başlamıştır.11 ABD’nin 1998’de İslamcılar’a karşı değişen politikalarında Amerikan musevi lobisinin etkisini de gözönüne almak gerekmektedir. Musevilerin sünni İslam’a karşı tavır almalarında bazı önemli gelişmeler vardır. Bilindiği gibi İsrail kendilerine karşı silahlı çatışmaya giren Filistin Kurtuluş Örgütü’ne karşılık Fuller tipi bir İslamcı-uyuşmacı gelişme gösteren Müslüman Kardeşler’in bir ürünü olan Hamas’ı ve Hizbullah’ı desteklemiştir. 1990’larda Filistin Kurtuluş Örgütü’yle barış 
görüşmeleri yapılırken Hamas’ın aşırı İslam’a kayarak İsrail’e karşı çatışmaya girmesi ve Şii Hizbullah Örgütü’nün İran etkisine geçerek İsrail’le çatışmaya girmesi İsrail’in “yumuşak İslam” konusundaki fikirlerinin değişmesine yol açmıştır. İsrail’in fikir değiştirmesindeki ikinci önemli husus İtzak Rabin’in bir Musevi tarafından katlinden sonra iktidara gelen Netanyahu’nun aşırı sağı temsil eden politikasının “barış için güç” sloganına dayanmasıdır. Dış çevre güvenliği açısından 1996’da erken seçime zorlanan Netanyahu hükümeti düşmüş, yerine sosyal demokrat Ehud Barak hükümette iş başına gelmiştir. Amerikan politikasını değiştiren üçüncü faktör Rusya Federasyonu’nun İslamcılar’a 
karşı güttüğü ısrarlı savaş politikası olmuştur. 1994’de ilerde anlatacağımız şekilde ABD ve Batılılar Afganistan’dan sonra Çeçen bağımsızlık hareketine İslami güçlerin katılmasına izin vermişlerdir. 1996 yılında Rusya Federasyonu Çeçenler karşısında zor durumda kalarak General Lebed’le geçici bir barış anlaşması imzalamışlardı. Rusya’nın Orta Asya’da ve kendi içinde zor duruma düşmesi bu defa Çin’den korkan ABD’nin tekrar Rusya’yı desteklemesine yol açmıştır. Yeltsin’in yerine gelen Putin’le Çeçen savaşı kızışmıştır. Ancak bu defa 
Çeçenler’e İslami çevrelerden yardım gelememiştir. Öte yandan Putin Kafkaslar’da ve Orta Asya’da Rusya’nın elini güçlendirecek eylemlere 
girişmiştir. Amerikan Başkanı Clinton’un Putin’i ziyareti, Rusya Federasyonu Duma’sında konuşması Rusya’nın Orta Asya’da elini güçlendirmiş ve müttefiki Türkiye’nin Kafkas politikasına önemli bir darbe indirmiştir. Artık İslami güçleri Ruslar’a karşı kullanmanın sonuna gelinmiştir. Diğer Şii İslami güç İran ise zaten Rusya Federasyonu’nun yanında yeralmıştır. ABD’nin amacı Rusya’nın nükleer 
güçlerini azaltarak 1972’de imzaladıkları nükleer silahları sınırlandırma anlaşmasına kendi koruyucu kalkanını kabul ettirme olarak görülebilir. 
Bu hususta dördüncü faktör Amerikan desteğiyle gelişen çatışmacı İslami güçlerin Afganistan içinden Afrika’ya, Sudan’a, Mısır’a, Lübnan’a el atmaları ve gerek Suudi Arabistan içinde gerekse Afrika’da Amerikan elçiliklerine karşı eylemlere girişmeleridir. 1998’de Nairobi’de ve Dar es-Salam’daki saldırılar Amerikan politikasını etkilemiş olmalıdır. Washington mecbur kalarak Sudan ve Afganistan’daki bazı hedefleri bombalamak zorunda kalmıştır. Kendi yarattığı Frankestein patronunu ısırmaya başlamıştır. 

III- Ussama Bin Ladin Faktörü 

New York Federal mahkemesinin uluslararası tutuklama kararı verdiği bir numaralı halk düşmanı Ussama Bin Ladin’in geçmişini incelemek bize Amerikan politikaları konusunda gerekli açıklamaları getirecektir. 43 yaşındaki Suudi Arabistan’lı bir milyarderin oğlu olan bin Ladin kendisi de dolar milyarderidir. 7000 kişilik bir orduya komuta eden ve uluslararası bir mali imparatorluğun başında olan kişi için hikaye Sovyetler Birliğine karşı “kutsal savaşın” Afganistan’da verilmesiyle başlamaktadır. Ussama bin Ladin, diğer bir ifade ile kariyerine ABD adına Arap savaşçıları askere alarak başlamıştır. 1994 yılında Suudi vatandaşlığından çıkmasına karşılık Suudi Arabistan gizli servis
lerinin başı Türkibin Faysal ile ilişkileri olan Ussama, Sudan ve Yemen’de savaştıktan sonra dostları Talibanlar’ın yanına sağınmış. 

Ussama Bin Ladin’in Londra’da kurduğu Danışma ve Reformasyon Komitesinin başkanı Halit el-Fevaz kendisiyle konuşan bir gazeteciye şunları söylüyor: “... Eğer Bosna’da, Çeçenistan’da, Sudan’da, dünyanın herhangi bir yerinde bir kardeşiniz varsa, onun sorunları için elinizden geleni yaparsınız. Yiyecek verirsiniz, biraz gücünüz varsa silah gönderirsiniz veya silahlı adamlarla yardımına gidersiniz. Biz müslümanlar böyle düşünüyoruz...”12 

Halit, Londra’nın ABD ile Arap dünyası arasında bir ilişki çizgisi olduğunu belirterek Ussama Bin Ladin’in özel jetiyle 1995 ve 1996 yıllarında İngiltere’ye geldiğini doğruluyor. Bugün Afganlıların giriştiği eylemlerin arkasında Bin Ladin’in izni var. 

Bin Ladin mühendis babasıyla birlikte Arap ülkelerinde önemli inşaatlar yapmışlar. En çok para kazandıkları ise cami inşaatları. Bin Ladin bu zenginlik çemberinden kaçarak İstanbul’a gelmiş. Burada İran’dan kaçmış zengin İranlı tüccarlarla tanışmış. Bin Ladin’in İstanbul’da Amerikan servisleriyle tanıştığı sanılıyor. ABD’nin Afgan mücahitlerine yardımı ve silahlı mücahitleri İstanbul’dan sevkettiği iddia ediliyor.13 1980’lerde Bin Ladin, gönüllülerle birlikte -takma adı Abu Abdullah- Afganistan’a geliyor ve Pesavar’daki CİA görevlisiyle birlikte 
“taraftarlar evi” diye bir örgüt kuruyor. 

Bu örgüt Pakistan-Afganistan sınırındaki onaltı İslami gerilla kampını yönetecektir. Afgan gerillalarına Amerikan silahları verilmeyeceği için 
Washington, Rusların Mısır’a sattığı silahları Mısır’dan alıp yenileyerek Suudi Arabistan üzerinden Afganistan’a sokacaktır.14 Gönüllüleri Pakistan gizli servislerinin himayesinde olan Hikmetyar yapmaktadır. Bin Ladin, Hikmetyar’ın hayranı olarak dini ve siyasi eğitimini Pakistan’da tamamlayacaktır. 1989’da Ruslar Afganistan’dan çekilince Amerikan Dışişleri Bakanlığı aşırı uçtaki İslamcıları desteklemenin Afganistan’da kendilerine karşı İran gibi bir rejimi doğuracağını hissederek Afgan dini gruplarına yardımını azaltma yoluna gitmiştir. Burada Amerikan Dışişleri Bakanlığıyla CİA arasında bir anlaşmazlık olduğu anlaşılmaktadır. Afgan mücahitlerinin önemi konusunda çıkan 
anlaşmazlıkta CİA’nin Bin Ladin-Hikmetyar ilişkisinin desteklenmesi, Pakistan’ın Taliban’a verilen desteği sürdürmesi ve bölgede ABD’nin etkinliğinin artması konusundaki fikirlerinin baskın çıktığı anlaşılmaktadır. Ussama Bin Ladin 1990’da Sudan’a gitmiş ve orada Ulusal İslami Cephenin başkanı Dr. Hassan el Turabi ile tanışmış ve 1992’de Kartum’a yerleşmiştir. Bin Ladin Afganistan’a silah satışlarına ek olarak Gülbettin Hikmetyar ile başlattığı afyon satışları hattını Sudan’da kurmuştur. Bu satışlardan önemli bir servet yapan Bin Ladin, Sudan’da bu paralarla lüks inşaat, anayollar, köprü ve havaalanları inşaatına girişmiştir. Daha sonra Kartum’da El-Şamal bankasını kurmuştur. 
1992’de Afganistan’da Necibullah rejimi çökünce Hikmetyar ve Taliban grupları arasında iç savaş başlamış ve Afganların bir kısmı Sudan’da Hassan el-Turabi’nin yanına gelmiştir. Diğer Afgan-Arap savaşçıları Cezayirlilere katılmışlar ve önemli bir kısmı Mısır’daki Gama’a grubuna girmişlerdir. Suriye ve Libya’daki militan İslami gruplara katılanlar olmuştur. Bu Afganlaşmış Arap savaşçılarının bir kısmı uyuşturucu kaçakçılığı sayesinde Arap dünyasının iş alemine girmişlerdir. Necibullah’ın Afganistan’da iktidardan düşmesi üzerine militan İslami gruplara yardımı kesen Suudi Arabistan 1994’de Ussama Bin Ladin’den rahatsızlık duyarak onu vatandaşlıktan çıkarmıştır. 1994’den sonra Mısır ve Suudi Arabistan’ın baskısıyla Sudan yönetimi Bin Ladin’i ülke dışına sürmek durumunda kalmıştır. Sudanlılar terörist Carlos’u Fransa’ya vermeleri gibi Bin Ladin’i Suudiler’e vermeyi önermişlerdir. İstihbarat başkanı Türki buna karşı çıkmıştır. 1996’da Bin Ladin Afganistan’da arkadaşı Hikmetyar’ın yanına dönmüştür. Bin Ladin Sudan’ı terk ettiğini ispat için CNN televizyonuna artık adil olmayan ABD ile mücadele edeceği konusunda bir demeç vermiştir. Ancak, Bin Ladin’in Körfez savaşında ABD’ye nasıl çalıştığını bilen hiçbir Batı ülkesi 
bu demeci ciddiye almamıştır. Taliban’la iyi ilişkiler kuran Bin Ladin onların işgal ettiği uyuşturucu yollarını gene Talibanların desteğiyle kullanıma açmıştır. 

1996’da Londra’da toplanan İslamcı gruplar Trafalgar meydanında gösteri yaparak düşmanlarını Batı ve demokrasi olarak ilan etmişlerdir. 
Militan konuşmacılar İngiliz polisinin gözü önünde Amiral Nelson heykeline “Allahü Ekber” yazılı bir pankart asmışlardır. 1996’dan sonra Suudi Arabistan’ın militan İslam’ı desteklemesi azalırken Sudan, Mısır ve Pakistanlı İslamcıların İslami hareketlere desteği artmıştır. Bin Ladin’in kurduğu mali şirketler dünyanın dört bir yanında İslami hareketi desteklemişlerdir. 1997’lerde Bin Ladin Afgan uyuşturucusevkiyatının başı olarak Taliban’ların vazgeçemeyeceği bir kimse durumuna gelmiştir. Bin Ladin Afganistan’daki çalışmalarının yanı sıra 
Yemen’de çatışmalar içinde yeralmıştır. 1998 sonlarına doğru Bin Ladin’in emrinde; Yemenli, Suudi ve Mısırlı Afganlar olmak üzere 5.000’in üstünde militan müslüman bulunmaktadır. Ancak Bin Ladin’in faaliyetleri Kral Fahd’ın yerine geçen yetmiş beş yaşındaki Prens Abdullah’ı rahatsız etmiştir. Samar kabilesinden gelen Prens’in kabilesi Irak, Suriye ve Ürdün’e yayılmış durumdadır.15 Prens aynı zamanda 40.000 Bedevi’den oluşan ulusal muhafızların başkanıdır. Ussama Bin Ladin’in Yemen’de Suudiler’e karşı olan kabileleri desteklemesi, ilerde Suudi rejimini sarsabileceğinin düşünülmesi Ladin’in terörist ilan edilmesine neden olup, Ladin de intikam almak için Nairobi ve Suudi Arabistan’daki Amerikan elçilik ve üslerini kendisine bu kadar hizmet karşılığı ihanet edildiğini düşünerek bombalamış mıdır? 
Bunu belki asla öğrenemeyeceğiz. 
Bilinen Ladin’in terörist ilan edilip Sudan ve Afganistan’daki üslerinin ABD tarafından bombalanmaya çalışılmasıdır. 

III- Amerikan Dış Politikasında İslam 

Bir yazar Amerikan dış politikasını milföy pastasına benzetiyor. Bu pasta içinde Amerikan gizli servisleri ile ortak çalışan ve karar verme mekanizmasınıetkileyen “think tank”lar de var. Dışişleri, Ulusal Güvenlik Konseyi üyeleri, Savunma Bakanlığı, CIA, FBI gibi kuruluşlar var. Ancak Amerika Başkanı’nın dış politika kararlarında etkinliği büyük. Son sözü O söylemektedir. Amerika Başkanı’nın eşiti tek örgüt ise Amerikan Kongresi. Amerikan Kongresi ise etnik grupların etkisi altında birçok katmanlara ayrılmış durumda. Bazen CIA bürokrasisi, 
yürütme gücünü atlatarak “İrangate skandalı” gibi olayları kendi başına yaratabiliyor. CIA’nin bu cesurluğu bu örgütün başının sık sık değişmesine neden olabiliyor. Etnik, ekonomik, tematik ve dinsel lobiler ABD kongresinde cirit atıyorlar. 

Son dönemlerde ABD’nin dış politikasında Latin Amerika ve Asya önemli bir yer tutuyor. Bu bölgelerin dış politika da önemli yer tutmalarının nedeni Latin Amerika’nın geniş tüketici pazarı ve Asya’nın petrol ve gazı. Amerikan Musevi lobisi ekonomik çıkarların önemini iyi bildiği için Türkmenistan, İran ve Türkiye arasındaki enerji ilişkilerini bozacak bir tavır sergilemekten kaçınıyor. Özellikle doğal gazı taşıyacak Amerikan petrol şirketlerini karşısına almamayı yeğliyor. Öte yandan, İran’ı düşman ilan eden Musevi lobisi, eski Yugoslavya savaşında müslümanları destekliyor ve Bin Ladin’in İranlı militanlarının Bosna’ya sızmasına ses çıkarmıyor. Bütün bu davranışlar uluslararası politikanın normal olan davranışlarıdır.

Demokrasiyi savunan Amerikan basının ise ABD’nin uluslararası alana askeri müdahalelerini destekliyor. Bütün bu değişken ve belirsiz yapılanma içinde ABD’nin siyasal İslama ve genel olarak İslam ülkelerine karşı politikasını belirleyen iki önemli konferans vardır. 
Bu konferanslardan birincisi Dışişleri Bakanı yardımcısı Ermeni asıllı Edward P. Djerejian’ın 1992’de Washington’daki Meridian House’de verdiği “Amerika Birleşik Devletleri, İslam ve Değişen Dünya’da Yakındoğu”adlı konferans. İkinci Konferans Ortadoğu’dan sorumlu Dışişleri Bakanı Robert Pelletreau’nun 1994’de verdiği “İslam ve Amerika Birleşik Devletleri” adlı konferans. 

Bush yönetiminin Yakındoğu sorumlusu olan Djererian’ın yukarıda adı geçen konuşması ABD’nin militan İslam karşısındaki ilk kez görüşlerini yansıtması açısından önemliydi. Djererian, konuşmasında Cezayirli İslamcıları kastederek: “...demokratik süreci yıkanlara karşı temkinliyiz.. tek kişi tek oy ilkesine inanıyoruz, ancak tek kişi, tek oy, ancak bir defa oy kullanılmasını desteklemiyoruz.” demiştir.16 Bush yönetimi Cezayir’de gelişen durumu askerlerin olaya hakim olmaması karşısında yeniden değerlendirmişti. Askeri çözümün olasılığı ve şiddetin büyümesi karşısında ABD rejim tarafına ve İslamcılara uzlaşmalarını tavsiye etmiştir. ABD’nin 1992’deki amacı Arap-İsrail 
çatışmasını bitirmek ve İran Körfez petrolüne erişmektir. Djererian, Meridian House’deki konuşmasında İslam’ı Batı’yı rahatsız eden bir “izm” olarak algılamadıklarını, İslam’ın dünya barışını tehdit etmediğini belirtmiştir. Djererian İran’ı ve Sudan’ı kastederek militan İslamcı grupların ortak davrandıklarını ama ılımlı İslamcıların bir örgütlenme içinde olmadıklarını söylemiştir. ABD’nin mücadele ettiği dini grupların aşırılık, şiddet, zorlama, terör, korkutma uygulayan gruplar olduğunu belirten Djererian ılımlı rejimlere karşı “haçlı seferlerinin” artık sona erdiğini kapalı olarak açıklamıştır.17 

1992’de Meridian House’da yapılan konuşma ABD’nin siyasal İslam karşısındaki politikalarına bir açıklık getirmemiştir. Örneğin, Bush yönetimi, yapılan serbest seçimlerin sonucunda İslamcılar’ın seçimi kazanmalarının kendilerini nasıl etkileyeceğini belirlememiştir. ABD, Mısır ve Cezayir’de İslamcı hükümetleri kabul etmeye hazır mıdır? Militan İslam ve ılımlı İslam arasındaki fark belirsizdir. Djererian’ın ifadesinden anlaşılan tek şey aşırı uçta olmanın, İslamcı veya Laik, ABD’nin kabul etmediği bir husus olmasıdır. Ancak, Bush yönetimi siyasal İslam’dan rahatsız olmuştur. 1992’de Mısır, İsrail ve Türkiye’ye silah akışı devam ederken ABD, İran ve Sudan’ın terörist faaliyetler içinde olmalarını ve 
Arap-İsrail barış sürecinde karşı durmalarını kınamamıştır. Bush’un politikaları Clinton’u etkilemiştir. Clinton’un ilk döneminde Djererian Ortadoğu sorunlarından sorumlu devlet görevlisi olarak işine devam etmiştir. Bill Clinton 1994 yılında Ürdün Parlamentosu’nda yaptığı konuşmada özetle; “bazı kimselerin inançlarımız ve kültürlerimiz nedeniyle İslam’a çatışacağımızı söylemektedir. Ancak, onların 
yanlış söylediklerine inanıyorum. Medeniyetlerimizin çatışmasını reddediyorum. İslama karşı saygılıyız.”demiştir.18 

Clinton ilk yıllarında zaten Körfez Savaşı’yla sarsılmış olan Arap ülkelerini üzerine gitmemiştir. Zaten, Clinton ilk yıllarında iç politika gelişmeleri ile meşgul olmuş ve dış politika düzenlemelerini Warren Christofer, Dışişleri Bakanı yardımcısı Strobe Talbott Lake gibi bürokratlara bırakmışlardır. Yeniden seçilen Clinton bu sefer Dışişleri Bakanlığı’na Madeleine Albright, Savunma Bakanlığına William Cohen, Ulusal Güvenlik Danışmanlığına Samuel Berger ve Strobe Talbott’u getirmiştir. Clinton’ın personel değişikliği dış politikada temel bir değişiklik yerine bir stil değişikliği getirmiştir. Clinton son üç yılda dış politikaya eğilmeyi yeğlemiştir. 

Ortadoğu konusuna gelindiğinde ABD’nin politikası Arap-İsrail barış sürecinin gelişmesi, Arap yarımadasından petrol akışının sağlanması şeklindedir. Ancak, ABD’nin amaçları İran’dan ve Sudan‘dan destek alan aşırı İslamcıların eylemleri yüzünden sarsılmıştır. Öte yandan Clinton yönetiminin izlediği demokrasinin yaygınlaşması ve pazar ekonomilerinin gelişmesi politikaları kuzey Afrika ve Arap ülkelerinde yankı bulamamıştır. Ortadoğu’da ABD’nin çıkmazı otoriter askeri rejimlerdeki değişiklikleri gerçekleştirmek için ayaklananların İslamcılar 
olmasıdır. ABD bir ihtilalci militan İslam’ın kendisine karşı dünya çapında bir üçüncü güç oluşturmasından korkmuştur. İslamcıların Mısır, Cezayir, Filistin, Tunus, Libya, Ürdün, Suudi Arabistan, Endonezya, Malezya, Pakistan gibi ülkelerde status quo’yu zorlamaları karşısında Clinton yönetimi Dışişleri Bakanlığı içinde bir grup kurarak İslam ve İslamcılık üzerinde politikalarını incelemeye almıştır. Bu grubun kararları hala gizli tutulmaktadır.19 

İsrailli yazar ve araştırmacılar ABD’nin İslamın bir kısmını kendi yanına çekme politikasına karşıdırlar. Örneğin bir İsrailli araştırmacı ABD’nin iyi ve kötü İslam modeli ortaya koyarken ılımlı İslamcılar’dan ne anladığını iyi belirlememesinden şikayetçidir. Bu yazara göre ABD köktenci İslam’ı iyi bilmemekte ve İslamcılığı bir reform hareketi olarak görmektedir. Bu düşünce tarzı gelecek on yıl içinde Ortadoğu ve Kuzey Afrika’yı tehlikeye atacaktır.20 

ABD’nin İslam’a ve militan İslam’a karşı politikasının oluşmasındazaman zaman ABD Musevi lobisi ve İsrail önemli bir rol oynamıştır. Bir İsrailli yazara göre Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra Orta Doğu barış süresinde İsrail’in karşısında yeralan İslamcı köktencilik yaşamsal bir düşman olarak görülmüş, Avrupa ve ABD’nin kamuoyu İsrail’in yanına çekilmeye çalışmıştır.21 İsrail’in öldürülen Başbakanı Yitzak Rabin “İslamcı Tehdide” dikkati çektikten sonra İran’ın, Moskova’nın eskiden olduğu gibi önemli bir tehdit oluşturduğunu söylemiştir.22 

İsrail eski Başbakanı Şimon Peres bu konuda daha açık konuşarak: “Komünizmin çöküşünden sonra İslamcı köktencilik zamanımızın en büyük tehdidi olmuştur.” demiştir.23 yapılan araştırmalarda bazı Dışişleri memurları ABD’nin yalnızca kendi çıkarlarını takip ettiğini ifade ederken bazıları Dışişleri’nin algılamaların geniş ölçüde Musevi lobisinin görüşlerinden etkilendiğini belirtmişlerdir. Clinton’un Irak ve İran’a uyguladığı “çifte çevreleme” politikası ve 1995’de İran’a ticaret ambargosu uygulaması, bir yazara göre Musevi lobisinin etkisidir.24 

ABD’nin Musevi lobisi İran, Irak ve Suriye içindeki İslami gruplar için aynı çabaları göstermiştir. Özellikle aşırı sağcı Netanyahu hükümeti sırasında Ortadoğu barışı için güç politika öneren bir politikası güden İsrail’in anti-İslamcı argümanlarında artış olmuştur. Ancak, İsrail de ABD gibi Ortadoğu barış sürecine karşı olan İran, Irak’a ve Suriye’ye yüklenmiş, Pakistan, Afgan Talibanları ve Suudi Arabistan konusunda herhangi bir propaganda yapmamıştır. 

SONUÇ 

Pelletrau‘nun bir konuşmasında belirttiği gibi Ortadoğu’daki değişik yapılardaki devletlere karşı ABD değişik politikalar izlemektedir. 

1994’lerden başlayarak Amerikan hedeflerinin bazı saldırıları ABD’nin desteklediği Sünni Afgan grupları tarafından gerçekleştirilmiş olsa bile 
ABD, Rusya’ya karşı Afganistan’da ve Çeçenistan’da kullandığı bu gruplara karşı bir davranış uygulamak istememektedir. ABD’yle işbirliği yapan Sünni İslam ABD’nin yeni dünya düzenini Ortadoğu ve Asya’ya yaymasında etkili olmuştur. Destabilize olan alanlara ABD gelerek denge sağlayıcı rolünü oynamaktadır. Yeni yükselen pazarlar Türkiye dahil Ortadoğu ve Asya bölgesindedir. ABD’nin yüklendiği ülkeler İsrail’in yoğun etkisiyle Ortadoğu Barış Sürecine karşı olan İran, Irak, Libya ve daha az bir biçimde Suriye gibi ülkelerdir. Şii köktenciliği nin uyuşmazlığını karşısına almış olan ABD, Bin Ladin gibi kendisinin yarattığı Frankesteinlere karşı nispeten son dönemlerde sesini çıkarmaya başlamıştır. ABD’nin kendi çıkarlarına göre sık sık değişen politikaları İslam’a karşı tutumu Türkiye ve Mısır gibi laik ülkelerin iç politikalarında zorluklar yaratmaktadır. Ortadoğu’da petrol ve köktenci İslam olduğu müddetçe bu bölge büyük güçlerin oyunlarına sahne olmaya devam edip halkları ızdırap çekecektir. 


DİPNOTLAR;

1 Michael A, Sheehan; Sheehan Testimony on Counterterorism and South Asia, US Department of State, 
   International Information Programs, Washington File, 17 Temmuz 2000. 
2 Sheenan, a.g.m., s. 2
3 Louis, Blin, Le Petrole du Golfe, guerre et paix au Moyen-Orient, Maison-Neuve et Larose, 1996; Jacques 
   Benoist-Mechin, Faycal roi d’Arabie, Albin Michel, 1975
4 David Holden and Richard Johns, The House of Saud, Pan Books, London, 1981, s. 137. 
5 Richard Labeviere, Les Dollars de la Serreur: Les Etas-Unis et les ‹slamistes, Grasset, Paris 1999, s. 40.
6 Eric Rouleau, Jean Francis Held, Simonne et Jean Lacouture, ‹srael et Les Arabes, le 3e Combat, Le Seuil 1967, s. 116. 
7 Richard Labeviere, a.g.e., s. 46.
8 Benjamin R. Barber, Jihad vs. MaWorld, Time Books, 1995, ss. 16-54. 
9 Graham E. Fuller, Algeria, The Next Fundamentalist State?, RAND, Santa Monica, U.S., 1995.
10 Middle East Quarterly, Eylül 1996: bilgi açısından Cezayir petrol bölgelerinde 7.000’den fazla ABD linin yaşadıgını belirtelim. 
    Bu petrol bölgelerine Cezayirli İslamcıların flimdiye kadar hiçbir saldırıda bulunmadıkları bilinmektedir. 
11 Richard Labeviere, a.g.e., ss. 203-204.
12 Richard Labeviere, a.g.e., s. 105. 
13 Labeviere, a.g.e., s. 107. 
14 Pentagon’da özel izinle bir sene kadar çal›flarak kendisine verilen belgelerle ABD’nin Sovyetler birliğini nasıl 
    çökerttiğini anlatan "Zafer" adlı eserinde yazar Mısır’dan alınan Sovyet silahlarının kalitesizliğine karşılık 
    Afgan gerillalarının nasıl iyi çarpıştıklarını anlatıyor. Daha sonra ABD, Sovyetlerin helikopter taarruzlarına karşı 
    "stinger" füzelerinin Afganlara verilmesiyle Sovyet ordusunun nasıl çöktüğünü anlatıyor. Bkz.: Victory: The 
    Reagan Administration’s Secret Strategy That Rastened The Collapsa of the Soviet Union, New York, 1994 
    by Peter Schweizer, ss. 9-10.
15 Jean-Michel Foulquier, Arabie Saoudite-La Dictature Protegee, Albin Michel, Paris, 1995, s. 56-7.
16 Edward P. Djererian, "One Man, One Vote, One Time, "New Perspectives Cuarterly, No. 3, Yaz 1993, s. 49. 
17 Gene Bird, "Administrat›on Official Assures Middle East the "Crusades Are Over" Washington Report on 
Middle East Affairs, Temmuz 1992, s. 29.
18 Başkan Clinton’un Ürdün Parlamentosundaki Konuşması 26 Ekim 1994. 
19 Pelletrau’nun görüşleri için bkz.: Symposium: Resurgent İslam, Washington, 1994, ss. 2-3.
20 Martin Kramer, "Islam Versus Democracy" Commentary, Ocak 1993, s. 39. 
21 Haim Baram, "The demon of İslam" Hiddle East International, Aralık 1994, s. 8. 
22 New York Times, 23 Şubat 1993. 
23 Nw York Times, 21 Ocak 1996. 
24 Arthur Lowrie, "The Campaign Against ‹slam and American Foreign Policy, Middle, East Policy, Eylül 1995, ss. 215-216.



***