21 Ocak 2017 Cumartesi

GÖZÜMÜZ AYDIN SULTANLIK GERİ GELİYOR



GÖZÜMÜZ AYDIN SULTANLIK GERİ GELİYOR,



DR.  TAHİR TAMER KUMKALE

“Ulus, vekillerini seçerken, çok dikkatli ve kıskanç olmalıdır. Ulusun yanılgıdan korunması için tek çıkar yol, düşünce ve davranışlarıyla ulusun güvenini kazanmış siyasal bir partinin, seçimlerde ulusa kılavuzluk etmesidir.”

————————————-


f1569652460_tbmm


97 yıl önce egemenliği padişahtan alarak millete veren, kurtuluş savaşını yapıp Türkiye Cumhuriyetini kuran TBMM; bu defa milletin vekillerinin oylarıyla egemenliği tekrar padişaha devrettiğini açıkladı.


Bu kararla vekillerimiz tüm milli değer yargıları ile birlikte hür iradeleri ile hareket edebilme yeteneklerini kaybettiklerini ortaya koydular.
Şimdi söz tekrar millette. Yani vatanın asli sahiplerinde..


Başına gelebilecekleri aziz milletimiz algılayabilecek mi?


Vekillerinin verdiği egemenliği milletimiz geri alabilecek mi?


Yeniden TBMM duvarlarına ” HAKİMİYET KAYITSIZ ŞARTSIZ MİLLETİNDİR” ibaresi asılabilecek mi?

Benim yetmiş yıllık yaşam tecrübem REFERANDUM’da ayni sonucun çıkacağını söylüyor. Ama umudumuzu da asla kaybetmememiz gerektiğine de inanıyorum.,
Zengin tarihimizin Türklerin en olumsuz şartları dahi son anda olumlu hale getirebildiğinin örnekleri ile dolu olduğunu biliyorum ve Türk insanına güveniyorum.


Haydi milletim.. Tekrar şahlan ve boz üzerinde oynanan şer bütün oyunları..


https://kumkale.wordpress.com/2017/01/21/gozumuz-aydin-sultanlik-geri-geliyor/



Meral Akşener Ne Yapabilir?



Meral Akşener Ne Yapabilir?



Fatma Sibel Yüksek 
Açık İstihbarat
06.06..2016


Öncelikle bizim gibi MHP'nin üyesi veya seçmeni olmayıp da bu partinin içinde olup bitenlerle yakından ilgilenen insanların durumuna açıklık getirelim. Zira, MHP cenahından "Amacınız nedir?", kendi cenahımızdan da "Sana mı kaldı, 12 Eylül öncesi binlerce yurtseverin kanına girmiş bir partinin geleceği için endişelenmek?" diyenler var..

Allah'tan her hangi bir gücü temsil edecek konumumuz yok. Düz vatandaş, işsiz gazeteci ve AKP mağduruyuz. Bu karanlığı delme umudu nerede belirirse oraya koşuyoruz. 

Bazı CHP'liler bu umudu HDP'de görmedi mi? Bu partinin barajı aşmasının siyasetteki düğümü çözeceğini hesaplayıp emanet oy vermedi mi? 

Bir şey dedik mi?

Biz de şimdi siyasetteki dengeler değişebilir umuduyla Türk milliyetçilerine destek veriyoruz.  CHP seçmeni olarak nasılsa bir çeşit 'sandık jokerine' dönmüşüz; şehit cenazeleri ortadayken HDP'ye destek verecek değildik.

MHP'lilerin merakını gidermeye gelince:

Partinizin Anadolu ve yoksul kesimlerdeki tabanı AKP tarafından esir alınamamış olsaydı, bugün siyasette dengeler bambaşka olacaktı. Bu tablonun bir numaralı sorumlusu, genel başkan olarak elbette Devlet Bahçeli'dir. MHP, Devlet Bahçeli'nin yanlış, ketum, anti demokratik, halkla sıfır temas ve kibirli politikaları yüzünden baraj altı sınırına gelmiş, kitlesini AKP'ye emanet vermekte beis görmemiştir. Keşke her parti kendi tabanına sahip çıkabilse, siyasetin merkezi erimeseydi de böyle temelsiz ve orantısız bir despotizmle yaşamak zorunda kalmasaydık. MHP'de bugün yaşananların darısı CHP'nin, Vatan Partisi'nin, hatta AKP'nin başına olsun.

Temiz siyaset ve gerçek demokrasi isteyen kamuoyu açısından MHP'de olup bitenler son derece değerlidir. Öz be öz parti tabanı gidişata el koymuştur. Yöntem tamamen demokratik, etik ve yasaldır. Son seçimde alınan büyük yenilginin ardından teşkilatlar şapkayı öne koymuş ve Türkiye'nin çok kritik bir noktada olduğu bu tarihi dönemecin Devlet Bahçeli gibi adamlarla aşılamayacağına karar vermiştir. Haklıdırlar ve kendilerine saygı duyulması gerekir. 

" Paralelci ", " FETO'cu " gibi AKP ağzıyla yapılan Mesnetsiz suçlamalar, Bahçeli ve yanındaki Balgat kalesi cengâverlerini daha da suçlu duruma düşürmekten başka bir işe yaramaz.

" Bahçeli'yle alıp veremediğiniz nedir,kendisine karşı açılan bu isyan bayrağına Atatürkçüler olarak neden destek veriyorsunuz? " diyen MHP'li arkadaşlar bize haksızlık yapmasın. 

Devlet Bey'in nereden bulup getirdiğini bilmediğimiz Ekmeleddin İhsanoğlu'na bile sırf Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı seçilemesin diye sorgusuz sualsiz oy vermedik mi?

Gelinen noktada, siyasetteki tıkanıklığı açacak, ülkenin üstüne bir karabasan gibi çöken AKP'nin nicel gücünü kıracak olan tek umut MHP'nin AKP'ye kaptırdığı tabanını  kendisine çekerek yeniden güç kazanması. Desteğini yüzde 20-25'lere çıkarmış bir MHP, bütün siyaset matematiğinin tepeden tırnağa değişmesi demek çünkü.

Genel başkan adaylarının kim olduğu, kurtuluş umudunu MHP'deki değişime bağlamış olan kamuoyu açısından önem taşımıyor. Meral Akşener, Ümit Özdağ ve Sinan Oğan, üçü de değerli isimlerdir ve MHP genel başkanlığına yakışırlar. (Koray Aydın'ı ayrı tutuyoruz; kamuoyunun bu isme güveni yok).

Ancak, tabanın ve toplumun teveccühü açısından Meral Akşener'in bir adım önde gittiği görülüyor. Yıllar sonra ilk kez bir siyasetçi, gönüllü kitleleri miting alanına çekti. Bindirilmiş kıtalar değil bu insanlar. Devletin otobüsü, vapuru, kumanyası ile değil, kendi imkanlarıyla koşuyorlar.

Akşener'in kadın olması bir başka artı. Toplum, her şeyi berbat edip ülkeyi batma noktasına getiren erkek siyasetçilere karşı kadınlara bir şans vermek istiyor. Açık sözlü, cesur ve mücadeleci kadınlara güven duyuluyor; siyasette bu karakter yükseliyor.

Hem mütedeyyin Anadolu insanının, hem de kentlerdeki 'modern' Türk insanının tepki duymayacağı bir duruş ve kimliği var Akşener'in. Başörtülü yaşlı teyze ve genç kızlara da, bizim gibi kedi seven kentli bayanlara da dokunabiliyor. AKP iktidarında birbirinden uzaklaştırılmış bu iki kesimi Meral Hanım yeniden buluşturup kucaklaştırabilir gibi görünüyor.Halkın değişik kesimleriyle de teması ahenkli. Bu önemli niteliklere ek olarak devleti tanıyor ve siyaset tecrübesi var.

Peki her şey güllük gülistanlık mı? 

Toplumun ve MHP tabanının desteği ve de rüzgârı almış olmak başarı için yeterli mi? Siyaset deryasının kara deliklerinde yitip gitme tehlikesi hiç mi yok?

Meral Akşener veya üzerinde uzlaşma sağlanacak ikinci bir ismin MHP'nin direksiyonuna geçmesinden daha zor olan, ondan sonraki süreç.

Örneğin,  mevcut MHP yönetimine duyulan tepkinin analizi iyi yapıldı mı? 

İktidar pastasından uzun süredir pay alamayanların öfkesi mi, yoksa kurtuluşu adil ve demokratik bir düzende arayan idealistler mi?

Tepkinin ana karakteri, uzun süredir iktidar olamayışın getirdiği pasta "mağduriyeti" ise, pey akçesi dağıtmak için siyasetin bilinen çamurlu yollarına girilecek ve kısa sürede yozlaşma kaçınılmaz olacaktır.

Yok tepkinin ana karakteri, ülkeyi fabrika ayarlarına döndürmek isteyen bir idealizm ise, bu beklentiye yönelik politikalar uygulandığında; bu kez de "Kadrolar ihmal edildi, parti solcuların istilâsına uğradı" gibi homurdanmalar başlayacaktır.

MHP'de bugünlerde yaşananlar, biraz da " Kadro partisi "nden kitle partisine geçişin sancılarıdır ve MHP gibi " Törelerle " yönetilmeyi içselleştirmiş bir partide böyle bir süreç hiç de dikensiz gül bahçesi değildir.

Şu anda hedef, parti yönetimini Balgat kliğinden kurtarmak olduğu için yukarıda işaret edilen noktalar "orta vadeli" tehlikeler olarak bir müddet yok sayılabilir.

O zaman gelelim yakın, hem de çok yakın vadeli tehlikelere...

AKP'nin önümüzdeki aylarda başvuracağı strateji aşağı yukarı belli oldu.  

Recep Tayyip Erdoğan, ardından kovalamaya başlayan Zarraf davasının da etkisiyle "devlet başkanı" olmak için çok acele etmektedir. İktidar partisini bu hedefe kilitlemeyi siyaseten mantıklı bulmayanlar, Ahmet Davutoğlu ile birlikte süpürülmüştür. AKP'de Tayyip Erdoğan'ın isteklerine direnecek hiç bir dinamik yoktur. Hâl böyle olunca, Saray'da hazırlanan takvim 15 Haziran itibarıyla işlemeye başlayacak demektir.

Bu takvim uyarınca öncelikle Meclis'in 1 Temmuz'da tatil edilmeyip mesaiye devam etmesi sağlanacak, çeşitli yasama faaliyetleri görüntüsünün arkasında Anayasa değişikliğini referanduma götürmek için gerekli olan 14 adet milletvekili arayışına girilecektir. Daha açık deyişle, " Vekil pazarı " kurulacaktır. Bu vesileyle Türk siyasetinin sıcak yaz ortasında yeni " Fırıldak Kubi'lerle " tanışması olasıdır...

Bütün gayretlere rağmen On dört vekil şartının tamamlanamayacağı anlaşılırsa, Eylül-Ekim ayları gibi erken seçim kararı alınacak ve AKP'nin tek başına referandum sayısına ulaşması hedeflenecektir.Böyle bir seçimde rüşvetten teröre bütün kirli silahların cepheye sürüleceği unutulmamalıdır.

Peki, böyle kritik bir  seçime kadar MHP binasının anahtarı Devlet Bahçeli'nin elinden alınamazsa ne olacak?

Acaba Sayın Akşener, " Üst kurul delegemiz ne derse o olacak " derken, bu noktada barutunun biteceğini ve imza vermiş delegelerin "yuvaya" dönmeye başlayacağını mı ilan ediyor, yoksa kafasında bir B planı var mı?

Birinci seçeneğin kapısı "ölüme" açıldığına göre, B planı var diye tahmin ediyoruz...

Örneğin böyle bir durumda, yeni bir parti kurmak tercih edilmek istenmediğine, tercih edilse bile  yetişmeyeceğine göre bağımsız aday mı olunacak? Bunun için hazırlık var mı? Daha da önemlisi para var mı? 

Ortada bir para varsa bunun kaynağı da açıklanmak ve şaibelere meydan vermemek gerekiyor.


Netice itibarıyla MHP'nin seçime iki parça olarak gitmesi,  Devlet Bahçeli kadar olmasa da Meral Akşener'e de bir fatura çıkaracaktır.

Baraj altı kalmış bir MHP ile Meclis'te gurup kuracak sayıya ulaşamamış bir " Bağımsızlar " kümesine bir de kapatılmış HDP'yi eklediğimizde, AKP'nin değil referandum sayısı, anayasayı değiştirecek sayıya bile rahatça ulaşması kaçınılmazdır.

Böyle bir Tabloyu hiç bir mazeret örtemez...


Allah hepimizin yardımcısı olsun..


http://acikistihbarat.com/Haberler/10598-Haberler-Meral%20Ak%C5%9Fener%20Ne%20Yapabilir?%20-%20Fatma%20Sibel%20Y%C3%BCksek%20-%20A%C3%A7%C4%B1k%20%C4%B0stihbarat

****









Yekta Güngör Özden,Anayasa hakkındaki görüşlerini açıkladı.



Yekta Güngör Özden,Anayasa hakkındaki görüşlerini açıkladı.





YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN,
Sözcü Gazetesi 
yektagozden@sozcum.com


Darbe girişimi sonrası KHK'lerle kimi düzenlemeler yapan günümüz iktidarı, “ Mini Anayasa ” söylemini gündeme taşıyarak siyasal amaçları doğrultusunda devlet yapısını istedikleri gibi kurmak istediklerini açıklamış oldu. Yasayla düzenlenmesi gereken konu ve kurumları Bakanlar Kurulu'nun eline bırakan 
kararnamelerin hukuksal içerikleri tartışma konusudur. Ancak, Anayasa girişimi hepsinden önemlidir. Anamuhalefet partisinin de bu konuda içeriğini bilmediğimiz bir hazırlık yaptığını basından öğreniyoruz.

YARGI BAĞIMSIZLIĞI VURGUSU

Daha kapsamlı, daha doyurucu görüşlerimizi taslaklar açıklanınca kamuoyuyla paylaşmak üzere şimdilik konuşulup yazılanla sınırlı, özetle kimi durumlara 
değineceğiz. Eski ortaklarına yükledikleri sorumluluklardaki paylarını unutturma çabalarıyla bocalayan iktidarcılar, hukuksal konularda hukuksuzluk içindedirler. 
Yargıtay ve Danıştay yasalarındaki değişiklikle yetinmeyip tüm yargıya uzanarak önceden hazırlandığı belli ve kendilerinin bildikleri kişileri kapsayan 
çizelgeler dışında yaptıkları atamalar ve seçimlerle yargı bağımsızlığını ortadan kaldıracak işlemler yapmaktadırlar. Amaçlı uygulamalarını oldubittilerle 
gerçekleştirdiklerini sananlar, Anayasa'ya aykırı tutum ve davranış kınamasından kurtulamazlar. KHK'lerin Anayasal denetime taşınması sorumluluğu da ana 
muhalefetin omzundadır.

1950 sonrası Adalet Bakanları Osman Şevki Çiçekdağ ile Hüseyin Avni Göktürk zamanında Emekli Sandığı yasası uygulanarak neden olunan yıkıcılığın sorumluları belleklerdeki kara suçluluk yerlerinde durmaktadır. Günümüz Adalet Bakanı'nın hukuksuzluk ve Anayasa'ya aykırılıkları savunan konuşmaları da bu çizgidedir. Siyasal belleğe zaman zaman ışık tutmak gerekir. Bu da doğal bir yurttaşlık hakkı ve görevidir.

ULUSAL YAŞAM ANDI OLMALI

Anayasa parça bölük yapılmaz. Bir tümlük içinde ele alınır. “Ulusal yaşam andı” olma niteliği asla gözardı edilemez. İçinde kişi adlarının olması uygun 
bulunmuyorsa başlangıç doyurucu içerikle donatılarak Mustafa Kemal'in önderliğinde kazanılan Ulusal Kurtuluş Savaşı zaferi ve O'nun “En büyük Türk 
Devrimi” olarak gündeme getirdiği cumhuriyetle nitelikleri ve ilkelerinden söz edilerek ödün verilmez bağlılık ve saygı vurgulanır. Kişi olmaktan ötede bir 
kurum olarak ulusal varlığımızın simgesi durumuna gelen ATATÜRK'ün armağan ettiği cumhuriyetin Anayasası bu girişle açılır.

Kurulu Meclis (şimdiki TBMM) yepyeni bir Anayasa yapamaz. Yürürlükteki Anayasa'nın bağlayıcı kurallarını gözardı edemez. Ancak, değiştirilmeyecek 
kurallar (mad.1-4) dışındakileri değiştirebilir. İktidarın “Yeni Anayasa” savını “Yenilenmiş Anayasa” olarak anlamak daha doğrudur. Yandaşların çığlıklarıyla, 
demokrasi şovlarıyla hukuksal gerçekler çiğnenemez. Yeni bir Anayasa ancak kurucu meclis tarafından kotarılır ya da Anayasa'da değişiklik yapılarak yeni 
bir Anayasa oluşturacak bir Meclis ayrıca kurulur. Siyasal propagandalarla, partizan görüşlerle Anayasa yapılması, ulusal birlik ve dayanışmaya önem 
vermeden kimi kişisel, kimi partisel görüşleri öne alarak yola çıkmak yarınlarda büyük sorunlar doğurur.

MECLİS'İN DEĞİL TÜM ULUSUN MALI

Şimdilerde “partili başkanlık” adı altında bir tür Recep Tayyip Erdoğan oluşturulmak istenmektedir. Darbe bahanesiyle öne sürülen görüşler, 
partizanların önerileri ve iyice iktidarın sözcülüğüne soyunan medya kesimiyle çağdaş bir Anayasa edinileceğine inanmak ve kanmak güçtür. Anayasa bir partinin ya da yalnız bir Meclis'in değil, tüm ulusun malıdır. Belli zamanlar ve belli kişiler için yapılmaz.

Demokrasinin sözde kalmaması, her alanda ve konuda gerçek olması isteniyorsa, evrensel ilkeler örnek alınmalıdır. Anayasa'yı tartışmak yalnız bu konuda görev alanların, çalışma yapanların değil, her yurttaşın hakkıdır. Yeter ki içtenlikli olunsun ve oldubittiye getirilmesin, parti çıkarı gözetilmesin. Ulusal hukukun kaynağı ve dayanağı olan Anayasa ancak hukukun üstünlüğüne inanan, adalete yürekten bağlı olan toplumların yaşam anıtı olur, yaşam güvencesi ve varlık onuru olur. Yalnız iktidarların eline bırakılacak kadar sıradan bir konu değildir. Parça parça değil, bir bütünlükle ele alınıp gerçekleştirilir.

SİYASETÇİLERE KATKI AMACIYLA

Deneyimli siyasetçilerin, bilim adamlarının, düşünür ve yazarların değerlendirmeleriyle yaraşır ve yararlı olacağını umduğumuz Anayasa 
çalışmalarına katkı amacıyla, bu konuda yıllarca çalışmış bir yurttaş olarak, görüşlerimizi açıklama görevimizi yerine getirme özeni içindeyiz. Özetle 
sunuyoruz:

a) Anayasa yapma yetkisini açıkladık. Başlangıç kısmının önemine vurgu yaparak içerikle ilgili tartışmalara bu açışta son verilebileceğine değinmiştik.

b) İlk dört maddeye dokunulması olağan bir değişiklikte söz konusu olamaz. Kurtuluş ve kuruluş felsefesi bu maddelerdedir.

KAZANILMIŞ HAKLAR GÖZETİLMELİ

c) Anayasa Mahkemesi kararlarının “geriye yürümezliği” kaldırılmalı ya da “kazanılmış hak” ilkesi gözetilerek tamamlanmış işlemler bu kuralın dışında 
tutulmalıdır. İçtihatla kesinlik kazanmış “Yürürlüğü durdurma” yöntemi Anayasa'ya konulmalıdır. Kimi sakıncaları önlemek için iptal dâvaları Fransa'da 
olduğu gibi ön denetime bağlanabilir.

d) Anayasa Mahkemesi üyeleri 1961 Anayasası döneminde olduğu gibi kurumlarınca seçilmeli, Cumhurbaşkanı ile yasama organına sembolik sayıda üye atama yetkisi tanınmalıdır.

e) Meclis'in çıkardığı yasaların iptali istenirken Bakanlar Kurulu'nun çıkardığı Olağanüstü Hal Kararnamelerinin iptallerinin istenmemesi hukuktan kaçmak, 
yönetime alan açmaktır. Anayasa Mahkemesi'nin bu kararnamelerden 424, 425 ve 430 no.lulara 1991 ve 1992 yıllarında verdiği kararlarla açtığı yargı yolu dikkate alınmalıdır. Olağanüstü durumların olağanlaştırma yanlışlıkları dâva yoluyla önlenebilir.

BAŞKANLIK SİSTEMİ DIŞLANMALI

f) Cumhuriyet Senatosu kurulmalıdır.

g) Anayasa'nın 104. maddesinde cumhurbaşkanına tanınan aşırı yetkiler sınırlanmalı, yargıya çok üye, üniversiteye rektör atamasına son verilmelidir. 
Darbe sonrası konuşulan Genelkurmay ile MİT'in Cumhurbaşkanı'na bağlı olması, sorumsuzluğu nedeniyle düşünülmemeli ve başkanlık sistemi tüm türleriyle 
dışlanmalıdır.

h) Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun bağımsızlık ve yansızlığı kesin biçimde sağlanmalı, Adalet Bakanı'nın başkanlığı kaldırılmalıdır.

ı) Erkler (güçler-kuvvetler) ayrılığı keskinleştirilip yargı bağımsızlığı ve yargıç güvencesiyle gölge almayacak düzeye kavuşturulmalıdır.

i) Barolar ve meslek kuruluşları yönetimin vesayetinden kurtarılmalı, etkin denetim yeterli sayılarak demokratik yapıları güçlendirilmelidir. Anayasa için görüşleri alınmalıdır.

k) YÖK yeniden yapılandırılarak siyasal etkilerden arındırılmalı ya da yetkileri Üniversitelerarası Kurul'a devredilerek bilimsellik başlıca ölçüt alınmalıdır.

TBMM İÇTÜZÜĞÜ DE DEĞİŞTİRİLMELİ

l) Yasama organının denetim yolları sağlıklı, etkin ve hızlı biçimde işlemeli, TBMM İçtüzüğü'nde gerekli değişiklikler yapılarak demokratik işleyiş çağdaş 
çizgiye getirilmelidir. Anayasal antlara aykırı tutum ve davranışlar yaptırıma bağlanmalıdır.
m) Devrim yasalarının korunması sürdürülmeli, Anayasa değişikliklerinde cumhurbaşkanına konuşma olanağı kaldırılmalıdır. Değişiklik için halkoyuna 
götürme yetkisi yeterlidir.

n) 1980 harekâtı sonucu Türk Tarih ve Türk Dil Kurumlarının sona erdirilen bağımsızlığı kurumların üyelerine geri verilerek Atatürk'ün emanetine saygı 
gösterilmelidir.

o) Seçim yasalarıyla siyasî partiler yasası çağdaş içerikleriyle yenilenmelidir.

ö) Üniversitelerin özerkliği tam olarak sağlanmalı, bilimsel nitelik ve bilimsel yarar başlıca amaç sayılmalıdır.

Kamuoyu bilgilendirilmeli, bilim adamları dinlenmeli 1876 Kanun-i Esasi'si, 1921, (1923 değişikliğiyle), 1924, 1961 ve 1982 Anayasası ile yabancı 
Anayasalardan yararlanılmalıdır

EĞER YÜCE DİVAN AYRILACAKSA

Son 14 yıldır tüm yetkiler AKP iktidarında idi. Bugün tutuklanan yargıç ve savcıları kimler atadı? Yüksek yargıya seçimleri ve atamaları kimler yaptı? Kime 
güvenerek işlem yapıp karar verdiler? Sakıncalı sayılıp gözaltına alınıp tutuklananları, mallarına el konulanları kimler omuzladı, kimler ellerinden 
tuttu, kimler koruyup yükseltti? Anayasal bağlamda ele alınıp çözüm üretilecek önemli sorunların başında bunlar gelmektedir. Genelkurmay'ın, MİT'in, Diyanet 
İşleri Başkanlığı'nın Cumhurbaşkanı'na bağlanması gibi yararsız, sakıncalı, hukuka aykırı önerilerin dillendirildiği günümüzde Anayasayı her şeyden önce ve 
her şeyden önemli biçimde ele almak zorunluluktur. Olanlardan alınan derslerle, içtenlikle ve yansızlıkla. Siyasal sorumluluklar özür dilemekle geçiştirilemez.
Yüce Divan, Anayasa Mahkemesi içinde ayrı bir yapı biçiminde oluşturulacaksa, günlük ve genel suçlara değil, nitelikli görev suçlarına bakacağından, AYM'den 
hukukçu özellikle yönetim kökenli üyeler alınmalıdır.


"Yekta Güngör Özden", 
"Anayasa Mahkemesi önceki başkanlarından Yekta Güngör Özden’in değerlendirmesiyle" ,

http://i.sozcu.com.tr/wp-content/uploads/2016/08/yektagungor-ozden-4.jpg

***






3 Katmanlı Darbe Sonrası Çok Katmanlı Muhalefet




3 Katmanlı Darbe Sonrası Çok Katmanlı Muhalefet 


Behiç Gürcihan ,
Açık İstihbarat,

25 Temmuz 2016 Pazartesii

1995'te başlatılan Devleti dönüştürme projesinde aynanın kırıldığı noktaya geldik, dayandık. Bundan sonra aynadaki görüntümüz de, ayna da eskisi gibi olmayacak.

15Temmuz'a toplumsal yelpazenin neresinde yakalandıysanız bu aynanın karşısındayız hepimiz. Ve önce kendimizin sonra da diğerlerinin yansımalarından kırık dökük bir resmi anlamaya çalışıyoruz.

Tarihe dünyanın en traji-komik darbe girişimi olarak geçecek bu vahim kalkışmanın üzerinden bir hafta geçti ve hala ortaya dökülenleri birleştirmeye, olayların nasıl gerçekleştiğini net olarak tespit etmeye çalışıyoruz. Bir yanda aşırı şeffaflık bir yanda onca dezenformasyonun kararttığı sahnede el yordamı ile Gerçeği bulma derdindeyiz.

Gerçek özgürleştirir. Gerçek yegane kirlenmemiş ideolojidir.

Ve bütün bunları bu darbeyi karanlık ruhlarına merhem yapan linçsever cadı avcılarının kararttığı bir ufka karşı gerçekleştirmeye çalışmak da cabası.

Akla ve Ahlaka her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var.

İlahi çıkmazımız ise bu dönemi ülkede aklı ve ahlakı tarumar eden bir iktidar kadrosunun "öncülüğünde" aşmak zorunda olmamız.

Nasıl yapacağız?

Çok çetin bir karar vermek durumundayız.

Karşımızda siyaset ötesi ve siyaset üstü bir güç koalisyonu var ve  yıllardır muhalefet edip devirmeye çalıştığımız Tayyip Erdoğan portresini 15 Temmuz sonrası bu kırılan ayna üzerinden okumaya devam edemeyiz.

Ettiğimiz ve 15 Temmuz öncesi argümanlarla yol katedebileceğimizi düşündüğümüz noktada aynı zamanda bu ülkede diktatorya ve iç savaş heveslilerine malzeme sağlamanın ötesine geçemeyeceğiz.

Artık 1. önceliğimiz iç savaşı önlemek ve bunu yaparken Tayyip Erdoğan'ı diktatorya heveslerinden uzaklaştırmak olmalı.

Aksi takdirde AKP'yi devireceğiz derken ülkeyi uçurumdan aşağı sürüklemenin vebalini de bize yıkacaklar ; sanki yıllardır ülkeyi bu duruma onlar taşımamış gibi.

Ahlakı ve akılsızlığı kurumsallaştıranların bunu yapabilecek gücü de tıyneti de olduğundan şüpheniz olmasın.

Bu RTE ve temsil ettiklerine muhalefet etmeyi bırakmak anlamına gelmiyor.

Bu onca senedir gözümüzün önünde onlarca günah ve suç işlemiş bir kadroyu affetmek anlamına da gelmiyor.

Aksine RTE muhalefetini ; RTE'nin tabanındaki ve TAVANINDAKİ odakları çok daha iyi okuyarak ve artık karşı cepheyi kemikleştirmekten başka işe yaramayan söylemleri daha farklı bir üsluba çekerek gerçekleştirmemiz lazım.

Aksi takdirde ; gerçek ne olursa olsun ALGISI  "tanklara karşı duran adama"yükseltilmiş bir RTE portresine kağıt diplomalarla muhalefet etmeniz mümkün değildir.

Bu tarz kağıttan muhalefet ; elimizdeki sınırlı gücü de yanlış yere odaklamakla kalmayıp, ülkeyi diktatoryaya veya bir iç savaşa sürüklemek isteyen iç ve dış güçlerin önüne bolca manipule edilecek malzeme sunacaktır.

Bu malzeme sürekli yoğrulan yerel ve küresel dengeler teknesinde diktatoryanın da iç savaşın da hamuru olarak karılabilir. 

Bu Yeni Muhalefetin altını doldurmak bu yazının kapsamında değil fakat bu Yeni Muhalefetin dikkate alması gereken bir kaç temel noktayı sıralamakta fayda  var:

1) AKP 'nin ılımlı tabanı ve tavanı ile diyalog geliştirilmeli. Canı pahasına tankları durduranlara karşı Mine Kırıkkanat/Bekir Çoşkun söylemlerinden sıyrılıp daha sakin  ve derin söylemler geliştirilmeli.

2) 15 Temmuz gecesinde şehit olanlar saygı duyulan bir dille anılmalı sembolik kadrajlar inşa edilmeli. Örnek olarak köprüye kamyonu ile insan taşıyan çarşaflı kadın ;CHP  tarafından sahiplenilmeli ; çarşaflı kadın imgesinin tabanında yarattığı bütün alerjiye rağmen.

4) Devletin yeniden organizasyonu konusunda sahayı sadece AKP'ye bırakmayan ve RTE'nin asıl işvereni Devlet'le diyaloğa giren projeler geliştirilmeli.

5) Seçimler kadar nesilleri de hedefleyen  projeler geliştirilmeli. Toplumun AKP tabanını oluşturan özgül ağırlığının Maslow piramidinin alt basamaklarında yeraldığını unutmadan Meclis ve otel salonlarından mahalle kahvehanelerine inen örgütlenme modelleri uygulanmalı.

6) RTE 'nin Devlet ve Millet nezdindeki konumu çok iyi etüd edilerek , onu siyaset üstü bir figüre dönüştüren bu son hamlenin ertesinde RTE'yi sadece AKP'nin değil toplumun bütün kesimlerinin Cumhurbaşkanı olmaya ikna edecek ve psikolojisini bu yönde şekillendirecek hamleler yapılmalı. Bunca senedir toplumu geren ve bölen bütün özellikleri ortaya serilmiş bu portrenin bir türlü kendini toplumun bir kesimine sevdirememesinden kaynaklanan öfkesini enterne edecek, paranoyalarını değil güvenini besleyecek tavırlar geliştirilmeli. 

RTE'nin darbenin hemen sonrasında Taksim kışlasını yeniden ağzına alması da ; buna rağmen bu söylemine "Opera binasını da inşa edeceğiz" ile ince ayar çekmesini de bir kenara not edilmeli.

RTE'nin kitleleri kontrol ederken, bu kitleyi uca kadar getirip fakat asla o uçtan aşağı sürmemek için yaptığı ince ayarlarla gösterdiği "Brinkmanship"  yeteneği  , Türkiye'yi kontrollü kaos üzerinden şekillendirmek isteyenler açısından büyük değer  taşıyor.

Ve tabi Millet'ten bu kadar kopuk cuntacı kadroların tanklarını Millet'in üzerine sürmeleri ile sonuçlanan bu hazin ve vahim darbe  girişiminin nasıl olgunlaştığı ve kurgulandığı çok iyi etüd edilmeli.

Önümüzdeki 10 seneyi meşgul edecek bir soru ;

Bu darbe nasıl olgunlaştı ve kurgulandı?

Günlerdir ortaya saçılan yüzlerce bilgiyi ve sahte bilgiyi sıralayıp bunların arasından bir ayıklama yapacak değiliz. Herşey herkesin gözü önünde @acikistihbarat olarak gerçekleşiyor.

Bunların ışığında tezimizin ana hatlarını koyup bu darbenin nasıl kurgulandığına dair senaryomuzu ayrıntılandıralım.

Bu darbenin yönetimi üç katman üzerinden gerçekleştirilmiştir.

        1) TSK içinde AKP muhalifi ve/veya darbeden medet uman kariyerist subaylar

        2) TSK içinde yıllardır serpilmiş Fetullahçı cunta

        3) Fetullahçı cuntanın üst düzeyinin de yeraldığı ABD/NATO cuntası

Bugün darpedilmiş işkence edilmiş görüntüleri ile ekranlarda izlediğimiz yüzlerce subay ın çoğunluğu birinci gruptakiler.

Fetullahçı cunta işte bu AKP muhalefetini örgütleyerek sahaya sürdü ve Milletin öfkesine kurban etti. CIA kucağında büyüyen Fetullah şebekesinin sayıca az ama kritik noktalara adam yerleştirme taktiğini TSK içinde de uygulayarak bu kadro aracılığı ile daha geniş bir alana projeksiyon yapabildiği görülüyor. 

2. katmandaki bu Fetullahçı cunta kendisini minimum riske sokarak RTE'yi devirme planlarına TSK'yı alet ederken başarılı olacağına inanıyordu fakat esas plan 3.katmandaki NATO/CIA cuntası tarafından kurgulandı.

Tepe katmandaki ABD/NATO cuntası başarısız bir darbe girişimi üzerinden Türk Devleti ile birlikte yeni bir bölgesel dinamiğe start vermenin ve bu vesile ile Devlet'i yeniden şekillendirmenin hesabını yaptı ve BAŞARDI.

Aralarında üst düzey Fetullahçı cuntanın elemanlarının da olduğu ABD/NATO  cuntası darbeyi başarısız olmak üzere kurgularken ; 1 ve 2. katmanlardakiler bu plana kurban edildi.

Bu katmanlı yapıdır ki;

RTE'yi devirmek üzere harekete geçirilen çarkların bir kısmını Boğaz Köprüsü'nde yenilmeye mahkum şekilde konuşlandırırken;

bir kısmını da RTE'nin üzerine çok geç ve çok yetersiz yollayarak ve  havada gerekli güvenlik garantilerini vererek RTE'nin hayati tehlikesini bertaraf etti.

Bu katmanlı yapıdır ki;

bir yandan F16'ların Meclisi bombalamasını sağladı ama RTE'yi havada veya havaalanında vurmasını engelledi.

Bu katmanlı yapıdır ki;

Aylar öncesinden darbeci hareketlenmeyi tespit ettiği halde engelleyecek girişimlerde bulunmak yerine darbecileri daha da kışkırtıp kendisi darbe gecesi arazi olurken RTE'yi bile görece olarak son anda haberdar etti.

(Darbeci dinamiğin aylar öncesinden tespit edilmesinin işaretleri ile ilgili "eski" CIA ajanı Robert Baer'in CNN'deki açıklamalarına ve CIA stajyeri Emre Uslu'nun "ne zaman yurda döneceksin sorularına "Temmuz ayında" cevabı vermesine bakabilirsiniz)
Ve daha çok çiğneyeceğimiz senaryolar sonrasında RTE yeni dönemde Devlet'in ve yeni küresel ittifaklarının sembol ismi olarak "Başkanlık" mevkine taşındı.

Tabi burada ; NATO ve ABD  içindeki Atlantikçi(Rusya karşıtı)/Avrasyacı-Pasifikçi(Rusya dostu) kanatlar arasındaki ayrışmaları ;

Trump'ın arkasındaki Rusya dostu ABD ulusalcılarının küresel resimdeki rolünü ve Brexit'in küreselciler arasındaki ayrışmada nereye denk düştüğünü çok iyi etüd etmeliyiz.

Nihai tahlilde ; Devlet ve baş hatibi RTE  yeni küresel konjonktürde Ulusalcı ABD,Rusya ve İran ile aynı safta yerini pekiştirdi.

Devlet içindeki Enverist ekol Ankara'daki yerini sağlamlaştırdı ve 2023 yılına Enverist bir Neo-Osmanlı modeli ile girmek için Devlet içinde pürüz kalmadı.

Başta  Neo-Enver RTE ile.

Bu çerçeveden bakınca, son dönemde AKP saflarına geçen ve  devlet içindeki Enverist ekolün en önemli araçlarından Doğu Perinçek'in

"1-24 Temmuz 1908 ; Hürriyet Devriminin tarihidir"

tweetleri atması boşuna değil.

Ortalıktaki toz duman bulutu dağıldıktan sonra Devlet'in yeniden konsolidasyon çalışmaları çerçevesinde

1) "Açılım" sürecine yeniden start verilmesi

2) Erken seçim yapılarak Başkanlık sistemine geçilmesi

3)
 Zamanında Evren'in NATO'daki hamilerinin isteği doğrultusunda hazırlattığı vilayet sistemi çalışmasına benzer bir yapı üzerinden federatif yapıya geçiş

4)
 Devletin Neo-Osmanlı modeli çerçevesinde yeniden re-organizasyonu.

gündeme gelecektir.

Bunca bayrak sallanan süreç sonrasında "Öcalan" "ev hapsi" üzerinden serbest bırakılırsa hiç şaşmayın. HDP Genel Başkanı Demirtaş'ın bu süreçte araziye uyum sağlayıp sinsi bir sessizliğe bürünmesini bu plan çerçevesinde okuyun.

...

Son bir kaç yılda artık kamuoyunun gözü önünde cereyan etmeye başlayan Devlet içi güç savaşlarının  kanlı bir darbe girişimi ile ortaya saçılmasının arkasında CIA beslemesi Fetullah şebekesinin aslında yıllardır uyguladığı yöntemler mevcut.

Fetullah şebekesinin "Ergenekon" / Balyoz süreçlerinde uyguladığı yöntemleri anlamadan bu darbenin nasıl kurgulandığını anlamamız da mümkün olmayacaktır.

Yıllardır ABD'nin küresel ve bölgesel aracı olarak yetiştirilen Fetullahçılar CIA ve FBI'dan öğrendikleri metodolojileri aynen Devlet içindeki çalışmalarına yansıtmıştır.

ABD'den öğrendikleri önemli kavram ve metodolojilerden bir tanesi de Önleyici Dava/Önleyici Suç (Preventive Law/ Preventive Crime) doktrinidir.

Bu doktrin , normalde suç işlemeyecek kesimleri/kişileri içlerine özel ajanlar sokmak vasıtası ile suça teşvik etmek ve daha sonra suç anında ve sonrası bu kesimleri bertaraf etme üzerine kuruludur.

Fetullahçı şebeke "Ergenekon" sürecini kurgularken , AKP muhalefeti içerisine CMUK 139. maddesi uyarınca gizli soruşturmacılar sokarak, muhalif isimleri belli gruplar altında toplayarak aynı kadrajlara girmelerini sağlamıştır.Daha sonra "Ergenekon" mahkemelerinde insanlar sırf bir yemekte bir araya geldi, bir dernek toplantısında beraber bulundu diye aynı örgüt üyesi olmak suçlaması ile içeri atılmışlardır.

Keza Fetullahçıların bir diğer özelliği ateşteki kestaneyi kendilerinin değil maşaları aracılığı ile tutma başarılarıdır.

CIA çok başarılı bir şekilde bir istihbarat şebekesini bir cemaat yapısı ile çevrelemeyi başarmış ve bu yolla Devlet içerisinde ve toplumsal zeminde onlarca operasyona imza atmıştır. 

Tabi bunda zamanında Fetullah'ın Türkiye ve ABD'nin ortak malı olmasının ve hatta MGK'nın resmi cemaati olarak faaliyet göstermesinin büyük rolü vardır.

MGK'nın Fetullah cemaatini devlet adına kutsadığı belgeyi görmek isteyenler Ergün Poyraz'ın Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet (Masonlarla El Ele) kitabına bakabilir.

Dünya ile birlikte ABD Devleti ; ABD devleti ile birlikte Türk Devleti kendi içinde ayrı kamplara savruldukça AKP-Cemaat işbirliği de bozuldu ve o noktadan itibaren Fetullah şebekesinin AKP ile birlikte uyguladığı yöntemleri bu sefer AKP'ye karşı TSK içinde kullandığı anlaşılıyor.

Askeri okullara sivil liselerden öğrenci alınmasının 2008 yılında AKP tarafından öönünün açıldığı gözönüne alınırsa ; TSK'daki komuta kademesinin üçte birinin Fetullahçı olması 2016 yılında mümkün değil; 2036 yılında belki.

Fakat iki şey mümkün:

1) Fetullahçıların TSK'nın kilit bazı mevkilerine - örnek Askeri yargı / adli müşavirlik , personel daire başkanlığı - sızmış olması

2) TSK'nın farklı seviyelerdeki komuta kademesinin en az yarısının AKP muhalifi olması ve bunların da bir kısmının işi darbeye götürecek kadar çılgınlaşması

Yukarıda açıkladığımız yöntemlerle Fetullahçı cuntanın TSK içindeki bu muhalefeti köpürtüp, kışkırtıp ve daha sonrasında AKP'ye karşı sahaya sürdüğü bir darbe girişimi ile karşı karşıya olduğumuz ihtimali en yüksek ihtimaldir.

Keza bu Fetullahçı cuntanın üzerinde başından beri varolan ABD/CIA üst aklı ise hem darbeyi kışkırtmış, hem de bir yandan bu darbenin başarısız olması için gerekli altyapı çalışmalarını yapmıştır.

Devlet'in yeni küresel konjonktür çevresinde ve RTE  liderliğinde re-organizasyonu için gerekli bütün bürokratik ve sosyolojik dinamikler işte bu  "BAŞARISIZ" darbe girişimi üzerinden yaratılarak bugün karşı karşıya olduğumuz "MİLLİ SEFERBERLİK" havası oluşturulmuştur.

Bu MİLLİ SEFERBERLİK havasının ne kadarının Milli, ne kadarının küresel olduğunu ve nereye savrulacağını izleyip göreceğiz.

Darbenin arkasındaki ABD  rolü (Bkz : NATO OSI birimleri)  ortaya çıktıkça Devlet içinde milliler ve küreselcilerin çekişmesi ;

Trump'ın seçilmesi ile birlikte ABD içindeki ulusalcılar ve küreselcilerin çekişmesi;

NATO/ABD/AB içindeki 2. Soğuk Savaş yanlıları ile Rusya ile işbirliği yanlılarının çekişmeleri;

ABD içe döndükçe dünyada İngiltere'nin başını çekeceği Atlantikçilerle Pasifikçiler arasındaki güç dengelerinin gidişatı hepimizin kaderini belirleyecek.

Bugüne kadar milli ve küresel güçlere kitleler nezdindeki karizmasını kiralayan bir lider olarak başarılı bir şekilde dansetmeyi başarabilmiş RTE ve AKP ; küresel filler tepişirken arada kalacak bizler açısından en ulaşılabilir güç odağı olarak karşımızda duruyor.

Muhalefet olarak bu iki odakla dansımız ülkemizin kaderini belirleyecek.

Maalesef; dansetmeyi reddetme şansımız kalmadı.

Nasıl dans edeceğimiz sorusunun cevabını ise başımızı elimizin arasına alıp uzun uzun düşünmeliyiz.

Kendimizi 10 sene sonra ; Keşke Esad Diktası sürseydi de bu iç savaşın ortasında eriyip gitmeseydik diyen Suriyeliler konumunda bulmak istemiyorsak.

B.G.
http://acikistihbarat.com/Haberler/10603-Haberler-3%20Katmanl%C4%B1%20Darbe%20Sonras%C4%B1%20%C3%87ok%20Katmanl%C4%B1%20Muhalefet%20-%20Behi%C3%A7%20G%C3%BCrcihan%20-%20A%C3%A7%C4%B1k%20%C4%B0stihbarat







20 Ocak 2017 Cuma

ALMANLARIN TÜRKİYEYİ İŞGAL PLANI İLK KEZ AÇIKLANIYOR



ALMANLARIN TÜRKİYEYİ İŞGAL PLANI İLK KEZ AÇIKLANIYOR


Almanlar'ın, Türkiye'yi işgal planı daha sonra Bir Alman alayının arşivinde unutulmuş, Rusların eline geçmiş, onlarda «görün» diye bize vermişlerdi
Büyük Amiral Peader, Sovyetler Birliği'nden önce Türkiyenin işgalini öngörmüş ve Hitler'e baskı yapmıştı Hitler ise Türkiye uzmanlarıyla yaptığı konuşmalardan sonra Türkiye yerine Rusya'ya saldırmayı yeğlemişti 
Ahmet Yalım

Hitler'in en güvendiği asker, Alman donanmasının komutanı büyük amiral Von Reader'di. 1 eylül 1939'dan, yani İkinci Dünya Sa­vaşı'nın başladığı günden bu yana bü­yük amirali yanından ayırmamış, savaş durumunu onunla birlikte izlemişti.
Alman orduları Polonya'yı ezmiş, Fransa, Benelüx, Danimarka ve Norveç işgal edilmiş, sıra Balkanlar'a gelmişti.
İşte o günlerde büyük Amiral Von Reader, 16 ve 26 eylül 1940'da Hitler'le yaptığı iki konuşmada:
 Barbarosa harekâtına (Rusya'nın işgali) girilmeden önce, Türkiye'yi işgal etmeliyiz" demişti.
Hitler bu öneriyi dikkatle dinlemiş, ancak bir karara varmamıştı. Büyük a­mirale göre eğer Türkiye işgal edilirse, Sovyetler'e hem Polonya'dan, hem de Kafkasya'dan saldırma olanağı doğacak ve Rusya'nın dize getirilmesi kolayla­şacaktı.
Almanya'nın Ankara Büyükelçisi Von Papen ise, bu düşünceleri paylaş­mıyordu. Ona göre, Alman orduları kısa zamanda Trakya ve Ege'de egemenlik kurabilirlerdi ama Toroslar ve Doğu A­nadolu'da Türk piyadesinin güçlü dire­nişiyle batağa saplanabilirdi. Von Pa­pen, 1. Dünya Savaşı'nda asker olarak bulunduğu Türkler'i iyi tanıdığını da ileri sürüyordu. Almanya'nın Ankara'­daki askerî ataşesi Albay Rohde de bü­yükelçinin görüşlerini destekliyordu. 

İŞGAL PLANI HAZIRLANIYOR

1940-41 yıllarında Türkiye'ye saldırı konusu Alman Genelkurmayı için ol­dukça önemli bir uğraşıydı. 1939 kası­mına kadar Türk ordusunda eğitmen o­larak görev yapan Gn. Ritter Von Mit­telberger, 10 şubat 1941'de Alman Ge­nelkurmay'ına Türkiye konulu bir kon­ferans vermişti. Generale göre. Türk Trakya'sına saldırıya geçildiği zaman yıldırım orduları süratle sahil yolundan İstanbul'u işgal etmeli ve Anadolu'ya geçmeliydi. Mittelberger daha sonra Alman birlikleri için güçlüklerin doğa­cağını ileri sürüyor ve, "Eğer Türkler büyük bir ruhsal çöküntüye uğramaz­larsa, çok sert bir direnme ile karşılaş­mamız doğaldır" diyordu.
Bu sırada Alman Genelkurmay'ının Harekât Dairesi Başkam Albay Heu­singer'e de, "Türkiye'yi işgal" planı ha­zırlaması görevi verilmişti. Albayın bir hafta içinde hazırladığı plan incelemesi için Balkanlar'ı işgalle görevli Alman Feldmareşali List'e gönderilmişti. 

TÜRKLERE GEÇEN PLAN

1941 yılının 21 haziranında Alman or­duları Sovyetler Birliği'ne saldırmıştı. Alman oraları süratle Rusya'nın iç bölgelerine doğru ilerliyorlardı, işte, sa­vaşın başlamasından dört hafta sonra SSCB'nin Ankara Büyükelçisi Trenti­ev, Türk Dışişleri Bakanlığı'nı ziyaret ederek Şükrü Saraçoğlu'na. "Elimizde, Almanların, Türkiye'yi işgal planı var!.." diye iddia etmişti.
Dışişleri Bakanı da:

"-Gösterirseniz, seviniriz" demiş ve bu planın nasıl ele geçirildiğini sor­muştu.
Olay İlginçti. Alman Genelkurmay'ı, Türkiye yerine Rusya'nın işgal edilme­sini kararlaştırdığı zaman hazırlanan bu plan 51. Alman Kimya Alayı'nın ar­şivinde unutulmuştu. Alay önce Bulga­ristan'ın işgalinde görev almış, daha sonra da tüm Alman birlikleriyle birlik­te Doğu cephesine sevkedilmişti. Alayın arşivi ise, savaşta Sovyetler'in eline geçmişti. Sovyet yetkilileri de planı he­men Ankara'daki elçiliklerine göndere­rek Türkler'e bilgi vermesini istemişler­di. Böylece Türkiye'yi işgal etme planı dolaylı yollardan Türklerin eline geçi­yordu.
Bugün Türk Genelkurmay'ının elinde bulunan Almanların Türkiye'yi işgal planı "ÇOK GİZLİ •Feld Mareşal List'e özel" başlığını taşıyordu.
5 bölümden oluşan dosya bir hayli kalabalıktı. İstanbul ve İzmit Körfezi'­nin 1/l00 bin ölçeğinde yapılmış harita­larda en ufak ayrıntılara kadar dikkat e­dilmişti. Uçak alanları, deniz inşaat tez­gâhları, savaş gereçleri üreten fabrika­ları, liman tesisleri, demir fabrikaları, tren antrepoları, tersaneler, askerî telsiz istasyonları ve kimyevi madde üreten laboratuvarlar özel işaretlerle belir­lenmişti. Yine bölgedeki tüm köprüler i­şaret edilmiş ve bunların yapımında kullanılan malzeme de yanlarına yazıl­mıştı. 

PERAPALAS'A YERLEŞMELİ

Dosyada harita ve krokiler dışında İstanbul’la İlgili ayrıntılı bilgi de bulu­nuyordu. Örneğin planın 25'inci sayfa­sında Alman birliklerinin İstanbul'da nasıl dağılacağı ayrıntılı şekilde anlatıl­mıştı.
"-Kumanda heyeti, kurmay baş­kanları ve karargâh birlikleri ancak Be­yoğlu'nda uygun şekilde yerleştirilebi­lir. Beyoğlu'nda 7 büyük otel bulun­maktadır. Bunların en iyileri de Perapa­las, Tokatlıyan otelleridir. Kumanda heyeti özellikle Perapalas Oteli'ne yer­leşmelidir. Bölgede birçok küçük oteller daha vardır. Buralarda karargah su­bayları kalabilir.
Beyoğlu'nda Fransız ve Alman okul­ları gibi sağlam ve büyük binalar da vardır. Buraya karargâh birlikleri yer­leştirilebilir. Taksim alanı çevresinde de taşıtların korunmasına uygun büyük kışlalar bulunmaktadır."
Dosya daha sonra Boğazlar konusun­da şu bigileri de kapsıyordu:
" - Karadeniz'in kuzey kıyalarına çı­kartma yapmak son derece güçtür. Bu­nun tek nedeni bölgenin fırtınalı ve sarp kayalardan oluşmasıdır. Buralara ancak küçük balıkçı kayıklarıyla çıkartma ya­pılabilir. Daha ötede Marmara kıyıları hafif meyilli olduğu için buraya çıkart­ma daha kolaylıkla gerçekleşir. Ancak buranın Çatalca müstahkem mevkiinin ateşi altında olduğu unutulmamalıdır."
Hitler bu planı erteleyecek ve Rusya'­ya saldırmayı yeğleyecekti. Hitler'in Genelkurmay Başkanı Halder de günce­sine şöyle yazacaktı:
" Türkiye'ye saldırmaktan vazgeç­mezsek Rusya'ya karşı olanaklarımızı kaybederiz. Hitler son görüşmemizde bana şöyle dedi:
" Rusya'yı ezdikten sonra Türki­ye'ye saldıracağız."
Böylece Hitler, Türkiye'yi, "silah gü­cü yerine siyasal alanda boyun eğdirme­ye" çalışacaktı. Bu görevde Ankara'da­ki büyükelçileri Von Papen'e verilmişti.




15 Ocak 2017 Pazar

Terörizm ve Ortadoğu’da Örnek Olaylar




Terörizm ve Ortadoğu’da Örnek  Olaylar 




Doç. Dr. Nihat Ali Özcan 


Mevcut siyasal sistemi değiştirmenin çeşitli yöntemleri vardır. Siyasal sistemler demokratik ülkelerde olduğu gibi seçimlerle değişebileceği gibi, irsiyet, savaş ve gönüllü olarak da değiştirilebilir. Olağan siyasal sistemin dışına çıkılarak bir değişim oluşturulmaya çalışıldığı yerde ise terörizme başvurulur. Terörizm, siyasal sistemlerde zayıf tarafın mevcut yapıyı etniksel, mezhepsel, ideolojik ya da dini meseleler dolayısıyla değiştirmek için seçtiği bir şiddet yöntemidir. Bu yöntemde halk devlete karşı kışkırtılarak, şiddet ve kargaşanın içine çekilir ve 
böylece hükümetin alacağı kararları etkiler. Şu anda Suriye, Irak, Mısır, Afrika ve İspanya gibi ülkelerde yaşanan şiddet olaylarını bu yönde 
değerlendirebiliriz. 

Terörizmin mantığını anlamak her ne kadar güç görünse de esasen öyle değildir. Bunu anlaşılır kılmak için bu konuyla ilgilenenler terörizmi bazı sınıflara ayırmıştır. Gerçekten de bu sınıflandırmalara göz attığımızda terörizm oldukça anlaşılır bir olgu haline gelebilmektedir. Söz konusu sınıflandırmalardan başlıcası amacına göre yapılan sınıflandırmadır ki, bu da kendi içerisinde gruplara ayrılıyor. Amacına göre yapılan terör gruplandırmalarından bir tanesi etnik terördür. Bu tür terör, özel ayrıcalıklar isteyen etnik grup ya da ırkların başvurduğu terördür. Bir diğer amacına göre yapılan terör de ideolojik terördür. Soğuk Savaş dönemindeki iki kutuplu dünya düzeninde sınıf temelli Marksist-Leninist görüş bu tür teröre örnektir. İnsanlık tarihinin beşinci aşamada komünizme varacağına inanan bu görüş şiddeti, Sovyet Bloğu desteğini de alarak proletaryayı harekete geçirip sosyalist düzene geçmek için kullanmıştır. Bir diğer amacına göre yapılan terör de dini terörizmdir. Bu terörizm daha çok 
Müslümanlara atfedilse de, aslında tüm inanç grupları için geçerlidir. Hatta modern manada ilk teröristler Yahudilerdir. İsrail’in kuruluş aşamasında 
bazı Yahudi gruplar büyük terörist faaliyetlerde bulunmuştur. 

Amacına göre yapılan terörist faaliyetler dışında terörizmi taktiklerine, diğer bir deyişle stratejisine göre de sınıflandırmak mümkündür. Şehir terörizmi, siber terörizm, kitle imha terörizmi bu yöntemi kapsayan terörizm çeşitlerinden bazılarıdır. Bu tür terörizmde toplumu korkutmak, hayatı felç etmek, sosyal hayatı aksatmak, sistemi işlemez hale getirmek için şiddete başvurulur. Mesela siber terörizmle, günde 5-6 bin uçağın havalandığı Atatürk Hava Limanı sistemine giriş yapıp, hava kontrol sistemini felç ederek bu uçakların bir kısmını düşürebilirsiniz. Yine uzaktan kumandayla hızlı tren hattının raylarını kesmek ya da bazı barajların kapaklarını açıp sosyal hayatı olumsuz etkileyebilirsiniz. Bir de 
kitle imha silahları terörizmi var. Nükleer Biyolojik Kimyasal (NBC) silahlar bunların en çok korkutanlarından biridir. 

21. yüzyılla birlikte terörizmin geleneksel yapısı değişime uğramıştır. Burada insanları en çok korkutan dini motivasyonu ve dini değerleri referans alan terörizmin, diğer etnik ve ideolojik terörizmle giderek ayrışması durumudur. Etnik ve ideolojik terörü, dini motiflerle bezenmiş terörizmle karşılaştırdığımızda bu ayrışmayı daha iyi anlayabiliriz. Öncelikle etnik ve ideolojik terörizmi politika ile açıklayabilirken, dini terörizmde bu sıkıntılıdır. 

Mesela terörist bir etnik grubun milliyetçisiyse, bütün meseleyi size o etnisite hikayesinden anlatır. Baskı altında yaşıyoruz, her ulusun bir devleti var bizim neden olmasın gibi sayısız argümanlarla önünüze çıkar. İdeolojik terörizmde ise insanlık tarihinin sınıf mücadelesi olduğu, bu sınıf mücadelesinde ezilen halkların ve proletaryanın haklarının savunması gerekliliği argümanı hakimdir. Ancak dini terörizm, politik gerekçelerden ziyade, dünyayı iyiler ve şeytanlar üzerinden açıklayarak etnik ve ideolojik terörizmden ayrışır. Bu terör çeşitleri arasındaki 
bir başka ayrışma da, öldürme eyleminin nedeni ile ilgilidir. Etnik ve ideolojik terörde öldürme eylemi toplumsal bir sorumluluk anlayışıyla gerçekleştirilirken, dini terörizm de kutsallık ve bireysellik ön plandadır. İstanbul’da El Kaide üyelerinin bir bankayı havaya uçurma gerekçeleri de buna dayanır. Saldırılarda çoğunluğunu Müslüman ve çocukların oluşturduğu çok sayıda sivil öldü. Normal şartlarda bir masum bebeğin öldürülmesi, hele bir politik amaç için hiç doğru kabul edilmeyecek bir durumken, El Kaide üyesine sorduğumuzda size bunun Allah için yapılmış bir eylem olduğunu ve çocuk günahsız cennete gideceği için iyi bir iş yapmış olduğunu söyleyecektir. Etnik ve ideolojik terörde, belirlenen amaca ulaşmak için ihtiyaç duyulan sayıda kişi öldürülerek toplumsal fayda sağlanırken, dini terörizmde dinden çıkmış tüm kişiler kutsiyet atfedilen tanrı için öldürülür ve böylece şahıs cenneti kazanarak kendisine faydalı oluyor. Yine bu terör faaliyetleri arasındaki diğer bir ayrışma da, teröre maruz kalan nesneye olan yaklaşımdır. Etnik ve ideolojik terörizmde, devletin veya düşmanın itibarının küçük düşürülmesi hedeflenir. Fakat dini terörizmde bunu yapmaya gerek yoktur, zira öteki itibarsız olan şeytandır. 

Terörist organizasyonun, uluslararası gücü varsa bu durum onun etkinliğini arttırmasını sağlar, ki biz buna kuvvet çarpanı demekteyiz. Küreselleşme, teknoloji ve terörizm arasındaki ilişkide olduğu gibi. Bir örnekle açıklamak gerekirse, bahçelerimizde ürün yetiştirmek için kullandığımız gübreler çifte kullanımlıdır, yani bunlardan patlayıcı madde elde edebiliriz. Gübreden patlayıcı madde yapımının tarifine internetten çok kolay ulaşılabilir. Terörist, kilosu 2-3 Türk lirasından 5-10 kilo gübre, benzinciden de iki kilo mazot alıp evde çok rahat patlayıcı yaparak bir yeri havaya uçurabilir. Sadece Türkiye’de yılda 12 milyon ton gübre kullanıyor, yani ulaşılması çok kolay. Bir başka açıdan bakarsak Türkiye nüfusunun %93.1’nin kapsama alanında olduğunu söyleyen şirketler var. Görünürde kullanıcı için büyük avantaj olan bu durum, teröristin 
ulaştığı kişi sayısını etkilediği için ona da büyük avantaj sağlar. Terörizmin kuvvet çarpanlarından bir diğeri de savaşlardır. Devlet otoritesinin çöktüğü yerlerde teröristler çok çeşitli askeri malzeme biriktirme imkânı bulmaktadır. Bu malzemelerin çoğu fiziksel kondisyon gerektirmediği için teröristin işini kolaylaştırıyor. Suriye, Sudan, Somali, Orta Afrika’da olduğu gibi. Gene medya ve kitle iletişim araçları da terörizmin kuvvet çarpanlarından biridir. Terörist, küreselleşen dünyada twitter, facebook gibi sosyal ağlar üzerinde çok rahat propagandasını yapabilir. Bir başka kuvvet çarpanı da ulaşım teknolojileridir. Türkiye’ye yılda 36 milyon turistin geldiğini düşünürsek, o kadar farklı ülkeden gelen turistin arasına en az 5-6 teröristin sızmaması mümkün değildir. 

Terörizmin üzerinde durmamız gereken noktalarından biri ruhsatsız boyutudur. Bununla kast edilen devletlerin terörizme verdiği örtülü destektir. 

Devletler, çıkarları kimi desteklemesini gerektiriyorsa ona aktif ya da pasif arka çıkarlar. Silah, mali destek, güvenli bölge, askeri eğitim vb. yardımlar aktif destek kapsamına girerken, propaganda imkânı, örgütlenme imkânı, politik destek imkânı vb. yardımlar da pasif destek kapsamındadır. Devletler bazen bölgesel etkinliklerini arttırmak, bazen bir ülkeyi itibarsızlaştırmak, bazen de karar alıcıları istedikleri noktaya getirmek için terörü destekler. Gerçi devletlere bu konu sorulduğunda hepsi inkâr etme yolunu seçer, çünkü hepsi teröristlere yardım etmenin kötü bir şey olduğunu bilir. Oysa bazı devletlerin, jeopolitik çıkarları dolayısıyla teröristlere destek verdiği bilinen bir gerçektir. İran’ın Şiileri 
desteklemeyip, PKK’yı 20–30 sene desteklemesi bunun göstergesidir. Türkiye’de 2008 yılında dünya petrollerinin %5’inin geçtiği Bakü-Ceyhan-Tiflis boru hattının bombalanmasını da aynı minvalde okuyabiliriz. Söz konusu saldırının teröristlere maliyeti 500$ iken, Türkiye’de yaklaşık 1,5 milyarlık bir zarara yol açmıştır. Bu, terörizmin yapılması ucuz, önlenmesi ne kadar pahalı bir iş olduğunun da göstergesidir aynı zamanda. 

Son olarak Ortadoğu’daki terörist faaliyetlere değinmekte fayda var. 

Bölgede terörizme etki eden 4 faktör vardır. 
Bunlar; 

1) Küresel gelişmeler 
2) Ülkenin iç dinamikleri, 
3) Bölgesel gelişmeler, 
4) Teknolojik gelişmeler. Bölgede terörizmin tarihsel geçmişi son derece dikkat çekicidir. 

1789 sonrası Fansızların Mısır’a girmesinden Osmanlı İmparatorluğu ’nun yıkılış sürecine kadar olan süre zarfında bölgede aktif terörist faaliyetleri gerçekleşmiş tir. Terörizmin tarihini yazanlar özellikle Osmanlı’ya ayrı bir değer atfederler. 

Kültürel ve etniksel olarak çok zengin bir nüfusa sahip olan Osmanlı’da, Sanayi Devrimi sonrası gelişen Ulus-devlet hareketlerinin de etkisiyle çok sayıda şiddet olayları baş göstermiştir. Osmanlı’nın yıkılış sürecinde ülkeler siyasi çıkarları dolayısıyla bölgede şiddet ve teröre destek vermiştir. Bilhassa İsrail’in kuruluş aşamasında terörizm sofistike bir biçimde hem Araplara hem de İngilizlere karşı kullanılmıştır. İsrail’in kuruluş aşamasında ve sonraki süreçte gerçekleştirdiği terörist faaliyetler neticesinde çok sayıda Filistinli topraklarını terk etmiştir. Bu dönemde İsrail’in işgal politikalarına tepki göstermek isteyen Filistinli bazı örgütler de terörü bir araç olarak kullanmaya başlamıştır. Filistin Kurtuluş Örgütü, uluslararası alanda terör faaliyetlerinde bulunmuştur. 1972 yılında Münih Olimpiyatlarını basan FKÖ, İsrailli sporcuların bir kısmını öldürüp, bir kısmını da takas için rehin almıştır. FKÖ, Marksist bir kuruluştu ve halkların kardeşliği söylemiyle çok sayıda destekçi edindi. Ortadoğu’da iki kutuplu Soğuk Savaş döneminde her ülke kendi çıkarları yönünde bir ülkeyi desteklemiştir. Mesela o dönemde Sovyetler birliği tarafından terörist işleri organize etme görevi Suriye’ye, ABD tarafından da İsrail’e bırakılmıştır. Bunun dışında Arap baharından sonra çoğu Ortadoğu ülkesinde terörizm neredeyse profesyonel bir meslek haline gelmiştir. Ortadoğu’da terörizmin kendine bu kadar yer bulmasında çeşitli nedenler vardır. Bunlardan bir tanesi bölgede yaşanan kimlik 
krizidir. Arap kimliği altında Sünni Arap, Hıristiyan Arap, Şii Arap çok çeşitli etnik ve dini kökenli nüfusu barındırmaktadır. Bölgede terörizmin artmasında bir diğer faktör 1500 yıldır devam eden mezhepsel çatışmalardır. Bu çatışmalar bölgesel ve yerel dinamiklerle beslenmektedir. 

Bir diğer faktör de ideolojik başarısızlıklar dır. 

Arap sosyalizmi fikrinin başarısız olması Arapları yeni radikal arayışlara itmiş, sonuçta çok sayıda terörist örgüt gelişme imkânı bulmuştur. Bölgede yaşanan meşruiyet kriziyle de bunun yakından ilgisi vardır. Suriyelilerin %10’unu oluşturan Nusayrilerin intihar ettiği bir devlet, Irak’taki gibi halkın %20sini oluşturan Sünnilerin idare ettiği bir devlet ya da dışarıdan getirilmiş ve kâğıt 
üzerinde inşa edilmiş olan bir Ürdün ya da Suudi Arabistan’da ülkeyi çiftlik gibi yöneten bir kraliyet ailesi, ya da Mısırda olduğu gibi 30 yıldır ülkeyi baş aşağı yöneten bir devlet. Politik baskılar, sınıf dağılımındaki adaletsizlikler, doğal kaynakların dağılımındaki adaletsizlikler, rüşvet, yolsuzluk, sınıf çatışmaları, askeri yenilgiler, silah ve patlayıcıların ortaya saçılması, yerel anlaşmazlıklar, kültür krizi gibi faktörler buradaki terör faaliyetlerine kapı aralamıştır. Neticede geleceğe dair umudu tükenen insanlar ya kurtarıcı gördükleri bir liderin peşinden ya da kurtarıcı gördükleri bir ideolojinin peşinden gidiyorlar. 



****