11 Kasım 2020 Çarşamba

Türkiye’nin 2019 Yılında Terörizmle Mücadelesi.,

Türkiye’nin 2019 Yılında Terörizmle Mücadelesi.,





Sınır Ötesinden Pençe Vuruşu
Yazan  Erol Başaran Bural 
31 Aralık 2019

2019 yılında Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ve kolluk kuvvetleri; PKK, IŞİD, FETÖ ve DHKP-C terör örgütleri başta olmak üzere yurt içi ve sınır ötesinde terörle mücadeleye aralıksız devam etmiştir.
Bu dönem içerisinde; yurt içinde kırsal alanda PKK ile mücadeleye devam edilirken eş zamanlı olarak yerleşim yerlerinde ve sınır ötesinde terör örgütlerine yönelik çok sayıda operasyon gerçekleştirilmiştir.

Barış Pınarı Harekâtı.,

Suriye’deki PKK terör örgütü varlığına yönelik olarak, 9 Ekim 2019 tarihinde Barış Pınarı Harekâtı başlatılmıştır. Barış Pınarı Harekâtının amacı; Suriye kuzeyinde teşkil edilmeye çalışılan PKK devletçiğine engel olmak üzere bu bölgedeki koridoru parçalamak, Türkiye’ye yakın bölgelerde konuşlu PKK terör örgütü unsurlarını temizlemek, Suriye’nin kuzeyinde güvenli bir bölge oluşturmak, oluşturulacak güvenli bölgeye Türkiye’de bulunan geçici koruma altındaki Suriyelileri yerleştirmek, M4 karayolunu kontrol altına alarak PKK’nın ikmal faaliyetlerine engel olmak şeklinde ifade edilmiştir.



Barış Pınarı Harekât Alanı

Suriye kuzeyinde Resulayn ve Tel Abyad ilçeleri arasında başlatılan operasyon, 17 Ekim 2019 tarihinde ABD ile varılan mutabakat neticesinde 120 saat süre için durdurulmuştur. 13 maddelik mutabakata göre PKK terör örgütünün operasyon bölgesinden güneye çekileceği, çekilme tamamlanmazsa operasyonun devam edeceği kararına varılmıştır. 120 saatlik aranın tamamlanmasına kısa süre kala Soçi’de, 22 Aralık 2019’da Rusya ile varılan mutabakat neticesinde ise; Tel Rıfat ve Münbiç'teki PKK/YPG'li teröristlerin, silahlarıyla beraber bu bölgenin dışına çıkarılacağı 23 Ekim’den itibaren 150 saat içinde PKK/YPG'nin harekat bölgesinde sınırdan 30 kilometrenin dışına çıkarılacağı, 150 saatin sonunda Barış Pınarı Harekât alanı sınırlarının batısı ve doğusunda, 10 kilometre derinlikte Türk-Rus ortak devriyelerinin başlayacağı hususları karara bağlanmıştır.[1]
Barış Pınarı Harekâtı süresince PKK terör örgütünün sınır illerimize yönelik 700’e yakın havan ve roket saldırıları sonucunda 18 vatandaşımız şehit olurken çok sayıda mülk zarar görmüştür. Açık kaynaklara yansıyan bilgilere göre harekatta 16 askerimiz şehit olmuş, 168 askerimiz ise yaralanmış, Suriye Milli Ordusu’ndan 224 asker şehit olmuş, 692 asker yaralanmış, 900’ün üzerinde terörist etkisiz hale getirilmiştir.[2] 31 Ekim 2019 itibarıyla 4 bin 219 kilometrekare alan içindeki 558 yerleşim biriminin ele geçirildiği ifade edilmiştir.

Pençe Operasyonları

2018 yılı Mart ayından itibaren hemen hemen Afrin’e yönelik düzenlenen Zeytin Dalı Harekâtı ile eş zamanlı olarak, Hakkâri/Şemdinli ilçesinin hemen güneyinde ve Irak’ın kuzeyinde yer alan, PKK terör örgütünün barınma alanlarından Hakurk’a yönelik operasyon başlatılmıştır. “Kararlılık” adı verilen bu operasyon ile sınır ötesinden önleyici tedbirler kapsamında;

Hudut güvenliğinin sağlanması,

PKK terör örgütünün söz konusu bölgedeki barınma alanlarının imha edilmesi,
Teröristlerin Irak kuzeyinden ülkemize girişinin engellenmesi,
Türkiye içindeki terör örgütü mensupları ile Irak kuzeyindekilerin irtibatının kesilmesi,

Bölgenin terör örgütü mensuplarından tamamen temizlenmesi amaçlanmıştır.
  

 Pençe Operasyonu Harekât Bölgesi
 
2018 yılında başlatılan Kararlılık Harekâtı, 2019 yılında genişletilerek Pençe Harekâtına dönüştürülmüştür. TSK’nın Irak kuzeyinde 27 Mayıs 2019’da başlattığı Pençe Harekâtı terörizmle mücadelenin sınır ötesinden başlatılması maksadıyla icra edilen önleyici stratejisini bu bölge için yeniden gündeme getirmiştir. Pençe-1 Harekâtı 27 Mayıs'ta Hakurk’a yönelik olarak Kararlılık harekatının devamı şeklinde başlatılırken, 12 Temmuz 2019 tarihinde Pençe-2 harekâtı Hakurk’tan güneye doğru genişletilen bölgede başlatılmıştır. 23 Ağustos 2019’da ise Irak’ın kuzeyinde PKK’nın Irak’ın kuzeyinde bir başka yuvalanma alanı olan Sinat-Haftanin bölgesinde Pençe-3 Operasyonunun başlatıldığı açıklanmıştır. Operasyon, hudut güvenliğini daha uygun arazi kesimlerinden ve ileriden sağlamak maksadıyla icra edilmiştir.[3]
Pençe harekâtı kapsamında 174 teröristin etkisiz hale getirildiği, 398 mağara ve deponun imha edildiği, 356 mayın ve EYP’nin tespit edilerek etkisiz hale getirildiği, 5.3 ton amonyum nitrat ele geçirildiği, yakın bir tarihte ise Hakurk bölgesinde SA-18 hava savunma füzesi ele geçirildiği MSB tarafından düzenlenen basın bilgilendirme toplantısında belirtilmiştir.[4]

Kıran Operasyonları

2019 yılında yurt dışında Irak ve Suriye kuzeyine operasyonlar devam ederken, eş zamanlı olarak yurt içinde Kıran serisi operasyonlar başlatıldı. Jandarma Genel Komutanlığına bağlı jandarma komando, Jandarma Özel Harekât ve güvenlik korucuları ile Emniyet Genel Müdürlüğüne bağlı Polis Özel Harekât birliklerince;
Yurt içinde bölücü terör örgütü PKK’nın kış üslenmesi hazırlıklarını bertaraf etmek,
Hareket kabiliyeti daralan terörist grupları etkisiz hale getirmek,
Teröristlerin bölgeler arası geçişlerini engelleyerek takviye almalarını önlemek
PKK terör örgütünün yurt içi hareket kabiliyetini kısıtlamak,
Alan hakimiyetini tesis etmek ve/veya pekiştirmek olduğu değerlendirilmektedir.
Kıran operasyonları kapsamında;
17 Ağustos 2019’da Kavaklı bölgesi merkez olmak üzere, Hakkâri-Van-Şırnak ara hattını kapsayacak şekilde Kıran-1,
27 Ağustos'ta Bagok ve Mava alanları merkez olmak üzere Mardin-Batman-Şırnak ara hattında Kıran-2,
21 Eylül'de Herekol ve Bestler Dereler bölgesi merkez olmak üzere Siirt ve Şırnak ara hattında Kıran-3,
24 Eylül'de Çemçe-Madur bölgesi merkez olmak üzere Kars-Ağrı-Iğdır ara hattında Kıran-4,
8 Kasım'da Şenyayla bölgesi merkez olmak üzere Diyarbakır-Bingöl-Muş ara hattında Kıran-5,
13 Kasım’da Van, Hakkâri ve Şırnak kırsalındaki Faraşin bölgesinde Kıran-6[5],
24 Kasım’da Tunceli'de, Munzur Vadisi'nde Kıran-7[6],
11 Aralık 2019’da Bitlis ve Siirt kırsalında Kıran-8[7],
20 Aralık 2019 tarihinde Şırnak’ta Kıran-9 Cudi Dağı, Hakkari’de Kıran-10 Kazan Vadisi[8],
21 Aralık 2019’da ise Kıran-11 Narko-Terör Operasyonu başlatılmıştır.[9] Kıran operasyonları çerçevesinde de şu ana kadar 121 terörist etkisiz hale getirilmiş, 229 mağara ve sığınak imha edilmiştir.

SİHA Kullanımı

2016 yılından itibaren Türkiye’nin PKK ile mücadelede askeri kuvvet kullanımı, istihbarata dayalı, nokta hedeflerine yönelik, yurtiçi ve yurtdışını kapsayan, güvenliğin sınır ötesinden alındığı yeni bir konsepte evrilmiştir.

Bu yıldan itibaren TSK ve İçişleri Bakanlığı envanterindeki İnsansız Hava Aracı (İHA) ve Silahlı İnsansız Hava Araçlarının (SİHA) nitelik ve niceliklerindeki artış, yeni nesil taarruz helikopterlerinin kullanılmaya başlanması yeni konseptin yapı taşını oluşturmuştur. İçişleri Bakanlığı terörden arananlar listesinin[10] incelenmesi neticesinde söz konusu listeden; kırmızı kategoriden 12, mavi kategoriden 9, yeşil kategoriden 24, turuncu kategoriden 21 ve gri kategoriden 171 PKK’lı teröristin etkisiz hale getirildiği görülmektedir. 2018 yılında 101 sözde üst düzey teröristin etkisiz hale getirildiği bilinmektedir.[11] Son iki yıllık veriler karşılaştırıldığında etkisiz hale getirilen PKK terör örgütü lider kadro sayısında yaklaşık %70’lik bir artış görülmektedir.
Ayrıca SİHA’lar kullanılarak gerçekleştirilen operasyonlar neticesinde 2019 yılında 363, bugüne dek toplam 1.144 PKK terör örgütü mensubunun etkisiz hale getirildiği açıklanmıştır.[12]

PKK ile Mücadelede İkna Yöntemi

PKK terör örgütüyle mücadele kapsamında terör örgütüne katılanların aileleriyle görüşülmüş, bu şahısların terör örgütünden ayrılmalarını sağlamak üzere aileler vasıtasıyla ikna metodunun kullanılmasıdır. Yapılan resmî açıklamalara göre[13] son üç yıldır 5.500’ün üzerinde aile ile görüşülmüş, 2019 yılında[14] 260, son üç yılda ise 800’e yakın terör örgütü mensubu bu faaliyetler neticesinde güvenlik güçlerine teslim olmuştur.

IŞİD Terör Örgütüyle Mücadele

Açık kaynaklardan derlenen bilgiler çerçevesinde 2019 yılında yurtiçinde düzenlenen operasyonlar neticesinde 1.939 IŞİD mensubu gözaltına alınmıştır (Grafik 1).
 


Grafik 1. 2019 Yılı IŞİD Terör Örgütü Gözaltı Miktarı
Bir yandan PKK terör örgütüyle, diğer yandan irili ufaklı çok sayıda aşırı sol eğilimli terör örgütleriyle mücadele eden Türkiye IŞİD terör örgütünü etkisiz hale getirmek ve eylem kapasitesini sonlandırmak üzere operasyonlarını da devam ettirmektedir. Bununla birlikte, Suriye ve Irak’ta silahlı kapasitesi sınırlandırılmış olan IŞİD terör örgütü Türkiye’ye yönelik tehdit olma vasfını korumaya devam etmektedir.

IŞİD terör örgütüne yönelik operasyonlarda ele geçirilen terör örgütü mensuplarının sayısı önemli olmakla birlikte, ülkemizin hangi şehirlerinde bu operasyonların yoğunlaştığı da (Grafik 2) ayrıca önem arz etmektedir. Terör örgütü IŞİD’e yönelik olarak düzenlenen operasyonlardan medyaya yansıyanların analizi neticesinde; Adana, İzmir, Samsun, Bursa, Şanlıurfa, Osmaniye ve Mersin illerinde düzenlenen operasyon miktarlarının ön plana çıktığı görülebilmektedir.
 


Grafik 2. 2019 Yılı İllere Göre IŞİD Terör Örgütü Operasyon Miktarları
Açık kaynaklara yansıyan haberler analiz edildiğinde, Türk vatandaşlarının yanı sıra çok sayıda yabancı uyruklunun IŞİD operasyonları neticesinde gözaltına alındığı/tutuklandığı da göze çarpmaktadır. IŞİD operasyonlarında gözaltına alınan yabancı uyrukluların büyük kısmını Suriye ve Iraklılar oluştururken, az sayıda da olsa; Fas, Mısır, Endonezya, Filistin, Cezayir, Fransa, Hollanda, Ürdün, Lübnan, Danimarka, Birleşik Arap Emirlikleri ve Gürcistan vatandaşlarının da bulunduğu görülmektedir.

Türkiye’deki IŞİD tehdidine yönelik bir diğer tespit ise düzenlenen operasyonlarda IŞİD mensuplarının ülkemizde kurulu dernek ve vakıflarla ilişkileri olmasıdır. Operasyonlarla ilgili açık kaynak haberlerine yansıyan bilgilere göre, legal görünüm altında illegal faaliyetleri organize eden IŞİD terör örgütü mensuplarının bu yerlerde;

Terör örgütüne eleman kazandırmak maksadıyla ders ve sohbetler düzenledikleri,
Örgütün propagandasını yaptıkları,
Suriye’de çatışma bölgelerine gidip-gelmek üzere planlama yaptıkları, 
Çatışma bölgesinden gelen veya gidecek elemanların ihtiyaçlarını karşıladıkları,
Örgüte eleman temin etmek amacıyla çalışmalar yaptıkları,
Örgüt üyelerinin ailelerine yardım topladıkları,

IŞİD terör örgütü adına haraç topladıkları anlaşılmaktadır.

Yıl içerisinde IŞİD’le mücadele kapsamında dikkat çekici bir diğer husus da haziran ayı içerisinde Mersin-Anamur’da terör örgütüne ait beş adet sığınak ve deponun ele geçirilerek imha edilmesine ilişkin olarak karşımıza çıkmaktadır.  Anamur’da düzenlenen operasyon neticesinde çok sayıda yaşam malzemesinin yanı sıra uyku tulumları ve sırt çantaları ele geçirilmiş, olayla ilgili zanlıların kırsal alanda faaliyet yürütmeye çalıştıkları ve eylem arayışında oldukları belirlenmiş, sulh ceza hakimliğine sevk edilen zanlılardan 14'ü tutuklanmış, 5'i adli kontrol şartıyla serbest bırakılmıştır. IŞİD terör örgütüne ait depo, sığınak ve barınakların tespitine ilişkin dikkat çekici hususlardan ilki belki de ilk kez IŞİD’in depo ve sığınaklarının arazide bulunmuş olmasıdır. İkinci husus ise bu depoların Mersin-Anamur kırsalında ele geçirilmesidir.

Hatırlanacağı gibi IŞİD terör örgütü eski lideri Ebubekir el Bağdadi 29 Nisan 2019’da bir video yayımlamış, Bağdadi elindeki "Türkiye Vilayeti" yazan bir dosya dikkatleri çekmiştir.  Bağdadi’nin videosunun yayımlanmasının üzerinden yaklaşık iki ay geçtikten sonra bu kez Türkçe konuşan 5 örgüt mensubunun örgüt lideri Bağdadi’ye bağlılıklarını tazeledikleri görüntü kaydı basına yansımış, konuşan terörist Türkiye’yi tehdit etmiştir. Türkiye’ye yönelik IŞİD tehdidinin açıklandığı bu günlerin arkasından örgüte ait sığınak ve barınakların bulunması, örgütün kırsal alanda eğitim ve eylem yapma niyetini ortaya koymaktadır.

FETÖ ile Mücadele

Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ), Türkiye için en önemli güvenlik sorunlarının başında gelmektedir. Şüphesiz her terör örgütü Türkiye için tehdittir ancak FETÖ’nün güvenlik, sosyo-ekonomik, sosyo-politik, sosyo-psikolojik öğeleri içinde barındırması, ezoterik kült bir yapısı olması, üyelerinin kendilerini terör örgütüne adama seviyeleri, takiye yaparak kripto elemanlar olarak uyuyan hücrelere dönüşmeleri, kendi çıkarları için diğer tüm terör örgütler ya da yabancı istihbarat örgütleri ile işbirliği yapabilmeleri ve kısaca amaca ulaşmak için her yolu mubah saymalarından dolayı en büyük ve önemli tehlike olduğunu söylemek mümkündür.
FETÖ, Türkiye açısından arz ettiği tehdidin yanında aynı zamanda bölgesel ve küresel etkileriyle birlikte uluslararası barışı ve güvenliği tehdit edecek potansiyele sahip devletlerarası ilişkileri etkileyen “Yeni Nesil Bir Terör Örgütüdür”. Zira FETÖ, uluslararası alanda faaliyet halinde olan diğer terör örgütlerinin radikalleşme süreçlerinden ciddi farklılık göstermektedir; 30 yılı aşkın bir zaman diliminde radikalleşme süreci olan FETÖ yapısı modern kültist radikalleşmenin, günümüzdeki en son, en kanlı ve en küresel yapısını oluşturmaktadır[15].
FETÖ ile mücadele kapsamında 15 Temmuz 2016’dan bugüne 2019 yılı Kasım ayına kadar 261 bin 700 kişinin gözaltına alınmış, bunlardan 91 bin 287'si tutuklanmıştır[16]. FETÖ ile mücadelede başlatılan soruşturmalar neticesinde 15 Temmuz 2016'dan bugüne kadar TSK’dan 3 bin 559'u 2019'da olmak üzere toplam 18 bin 630 personel ihraç edilmiş, 356'sı 2019 yılında olmak üzere toplam 982 emekli personelin rütbeleri geri alınmıştır. 5 bin 846 personel hakkında ise adli ve idari süreç devam etmektedir.[17]

2019 yılında FETÖ ile mücadelede yaşanan bir diğer gelişme de FETÖ mensuplarının yurtdışında yakalanarak Türkiye’ye getirilmesidir. Bu kapsamda 30 Ağustos 2019’da FETÖ’nün Malezya sorumlusu[18], 19 Ekim 2019’da ise FETÖ’nün Meksika sorumlusu[19] MİT operasyonuyla Türkiye’ye getirilmiştir.
2019 yılında FETÖ ile mücadele kapsamında yaşanan önemli bir diğer gelişme ise örgütün finansal kaynaklarıyla mücadelesinde görülmüştür. Ankara Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, FETÖ’nün Türkiye’ye yasa dışı yollardan para sokmak için “Hawala” olarak bilinen bir sistemi kullandığını deşifre etmiş, bu sistemi kullanarak ülke içerisine sokulan yüklü miktardaki paranın döviz büroları üzerinden belli bir komisyon karşılığında illerde örgüt mensuplarına ulaştırıldığını belirlemiş, şüphelilerin Hawala sistemini kullanarak 13 milyon 744 bin 197 dolar, 2 milyon 135 bin 634 Avro ve 12 milyon 628 bin 530 lira tutarında işlem yapıldığını tespit etmiştir. Haklarında gözaltı kararı verilen 79 şüpheli arasındaki 7 kişinin döviz bürolarında çalışan kişiler oldukları belirtilmiştir.[20]

2019 Yılında PKK Terör Örgütüyle Mücadelenin Analizi

PKK terör örgütüyle mücadele kapsamında 2019 yılına ilişkin veriler,[21] teröristle mücadele harekâtının kış aylarında da aralıksız devam ettirilmesi, terör örgütünün barınma alanlarının İHA’lar tarafından kesintisiz şekilde gözetlenmesi/kontrol altında tutulması alan hakimiyetini sağlanması neticesinde, PKK’nın eylem ve hareket kabiliyetinin yurt içinde büyük ölçüde sınırlandırdığına işaret etmektedir.
Teröristle mücadeleye iştirak eden TSK ve kolluk kuvvetleri 2019 yılında terör örgütünün yurt içindeki barınma alanlarına yönelik operasyonlarını sürdürerek, terör örgütü elemanlarının lojistik ve barınma maksadıyla kullandıkları sığınak ve mağaraları tespit etmiş bu alanları kullanılamaz hale getirmişlerdir. MSB tarafından düzenlenen basın bilgilendirme toplantısında aktarılan bilgilere göre[22] 2019 yılı içerisinde toplam 1.852 sığınak, mağara ve depo imha edilmiştir.  

Aynı basın bilgilendirme toplantısı bilgilerine göre; 2018 yılı içerisinde düzenlenen teröristle mücadele harekâtı kapsamında; toplamda çeşitli çap ve markalarda 1.015 silahın ele geçirildiği görülmektedir. (Grafik 3) Ele geçirilen silahlar cinslerine göre incelendiğinde dikkat çeken hususun, ABD tarafından PKK/PYD terör örgütüne aktarılan tanksavar füzelerindeki artış olduğu görülmektedir. Bu füzelerden 2016 yılında bir adet, 2017 yılında 11 adet, 2018 yılında 30 adet ele geçirilirken, 2019 yılında bu sayının 69’a yükseldiği görülmektedir. Yıl içerisinde ayrıca; 1.066 EYP imha edilirken, 420.000 hafif silah mühimmatı, 174 mayın, 3.329 kilo patlayıcı madde ile 45 ton amonyum nitrat ele geçirilmiştir.
 

Grafik 3 - 2018 Yılında PKK Terör Örgütünden Ele Geçirilen Silahlar
 
PKK terör örgütüne yönelik olarak 2019 yılında TSK ve kolluk kuvvetleri 31’i büyük, 119’u orta çaplı olmak üzere toplam 150 operasyon düzenlemiş, operasyonlarda 1789 terörist etkisiz hale getirilmiştir.  Etkisiz hale getirilen terör örgütü mensuplarından 255’ini terör örgütünden kaçarak güvenlik güçlerine teslim olanlar oluşturmaktadır.[23] Barış Pınarı Harekâtı süresince etkisiz hale getirilen 900, Pençe Harekâtı kapsamında etkisiz hale getirilen 174 teröristle birlikte 2019 yılında toplam 2.863 terörist etkisiz hale getirilmiştir.

Yurt içindeki terörist sayısı 2017’de 2 bin 475-2 bin 780 civarında iken bu sayı yüzde 69 azalışla 2018’de 755-876 aralığına, 2019’da ise 500’ün altında kadar düşmüştür.

Örgüte katılım son 30 yılın en düşük seviyesine ulaşmış ve 2018 yılında örgüte katılan kişi sayısı 95’e kadar gerilerken, (2017 yılında PKK terör örgütüne katılım sayısı[24] 117) 2019’da bu sayı 100’e yakın bir seviyede ortaya çıkmıştır.     
Açık kaynaklardan derlenen bilgilere göre 2019’e ilişkin şehit ve yaralı durumu incelendiğinde, yıl içerisinde 71 askerimizin şehit olduğu (Grafik 4), 259 askerimizin yaralandığı, 4 güvenlik korucumuzun şehit olduğu 9 güvenlik korucumuzun yaralandığı, 3 polisimizin şehit olduğu 8 polisimizin yaralandığı, 26 vatandaşımızın şehit olduğu 50 vatandaşımızın yaralandığı sonucuna ulaşılmaktadır.  
 
Grafik 4 -  2016, 2017, 2018 ve 2019 Yıllarında Şehit Yaralı TSK Personel Durumu
 Ayrıca 2019 yılı içerisinde düzenlenen narko terör operasyonları neticesinde; 43 milyon kök keneviri ele geçirilmiştir.[25]

Halkların Birleşik Devrim Hareketi Terör Örgütü

 Irak kuzeyinden Türkiye’ye geçiş yolları kontrol altına alınan PKK terör örgütü terör eylemlerini gerçekleştirmek üzere kendisine yeni yollar, yeni alanlar aramaktadır. Terör örgütü PKK bu maksatla Türkiye’deki irili ufaklı diğer örgütlerle iş birliği yapmakta, yurt içinde özellikle şehir merkezlerinde kendisine yeni ortaklar bulmaya çalışmaktadır.

Türkiye’de kamuoyu tarafından pek de bilinmeyen Halkların Birleşik Devrim Hareketi (HBDH) Türkiye’de terör eylemleri gerçekleştirmek isteyen bazı komünist ve Marksist-Leninist silahlı örgütlerin ortak eylem yapma kararının ardından birleşerek 12 Mart 2016’da kurdukları bir terör oluşumu olarak dikkat çekmektedir. Kuruluş bildirgesi PKK terör örgütü elebaşlarından Duran Kalkan tarafından okunan HBDH, kendi söylemleriyle “emperyalizm, kapitalizm, şovenizm, faşizm ve ırkçılık gibi fikirlere karşı mücadele edeceğini açıklayarak, bu amaçla eylemler yapacağını” bildirerek terör sahnesindeki yerini almıştır.
HBDH, PKK çatısı altında adı altında; Marksist Leninist Komünist Parti (MLKP), Maoist Komünist Partisi (MKP), Devrimci Karargâh, Devrimci Komünarlar Partisi (DKP), Marksist Leninist Silahlı Propaganda Birliği (MLSPB), Türkiye İhtilalci Komünistler Birliği (TİKB) ve Türkiye Komünist Emek Partisi/ Leninist (TKEP-L) isimli terör örgütlerinden meydana gelmektedir.

2019 yılı içerisinde HBDH tarafından üstlenilen özellikle sabotaj türü eylemler bilinmektedir. Her ne kadar sayıca diğer terör örgütlerine göre daha küçük gruplardan oluşsa da PKK terör örgütünün himayesi altında kurulmuş olması HBDH isimli terör oluşumunu birincil derecede tehdit haline getirmeye yetmektedir.

PKK ile iş birliği içerisinde HBDH’nin bölücü örgütün teknik kapasitesinden faydalandığı, daha önceki yıllarda erişemeyecekleri silah sistemlerini bu iş birliği sayesinde elde etmeleri HBDH’nin kapasitesini artırmaktadır. Suriye’de IŞİD terör örgütüyle mücadele adı altında PKK/PYD ile de aynı saflarda yer alan HBDH altındaki terör örgütleri, bu ülkeyi adeta bir laboratuvar alanı olarak kullanarak yeni taktik ve teknikler öğrenmekte, eylem tecrübesi elde etmektedir. Ortak amaçları Türkiye’ye zarar vermek olan HBDH çatısı altındaki terör örgütleri PKK terör örgütü korumasında kapasite kazanmakta, PKK terör örgütü de artık diğer terör örgütlerine vekalet vererek alan genişletmektedir.

Sonuç ve Değerlendirme 

IŞİD terör örgütüyle mücadele çerçevesinde, eldeki sayısal veriler, yıl içerisinde düzenlenen operasyonlar, operasyonlarda ele geçirilen malzemeler, operasyonlar ın düzenlendiği coğrafi alanlar göz önünde bulundurularak; Türkiye’ye IŞİD terör örgütü tehdidinin halen varlığını sürdürdüğü, Irak ve Suriye’de görünürlüğü azalan IŞİD terör örgütünün Türkiye’de eylem yapma fırsatı kolladığını, Dernek-vakıf benzeri yasal görünümlü oluşumlar üzerinden propaganda, eleman temini, finansman sağlama faaliyetlerini sürdürdüğü, Yalnızca büyükşehir kapsamındaki illerimizde değil aynı zamanda dikkatleri çekmeyeceğini düşündüğü nispeten daha küçük illerde örgütlenme çabası içerisinde olabileceği, Kırsal ve dağlık bölgelerde tıpkı PKK terör örgütü gibi barınma alanları oluşturma ve bu bölgelerde eğitim yapma gayretlerini artırmış olabileceği, PKK terör örgütünün ülke içerisinde minimize edilmesiyle eş zamanlı olarak sahneye çıkarak terör eylemlerini artırabileceği, PKK terör örgütüyle iş birliğini artırabileceği değerlendirilmektedir. IŞİD’le mücadele çerçevesinde;

IŞİD terör örgütünün şehir yapılanmasının temizlenmesine yönelik devam eden operasyonlara ağırlık verilmesinin, Yerleşim yerlerinde özellikle geçici koruma altındaki Suriyelilere yardım görünümü altında kurulan dernek ve vakıflar üzerindeki kontrolün artırılmasının, Kırsal alanda yuvalanmaya çalışan IŞİD teröristlerine yönelik tedbirlerin artırılmasının,

Örgüt propagandası yaparak radikalleşmeye neden olan IŞİD terör örgütü yayınlarının sonlandırılmasının uygun olacağı düşünülmektedir.

HBDH isimli terör yapılanması içerisinde yer alan değişik örgütlerin sosyal medya üzerinden yayımladığı mesajlar incelendiğinde, önümüzdeki dönemlerde bu örgütlerin; gençlere yönelik propaganda ve elaman temin sürecine hız verecekleri, PKK terör örgütünün cezaevleri ve sokak eylemlerine katılım sağlayacakları, Türkiye içerisinde örgütlenme çabalarını artıracakları öngörülmektedir.
Hem kapasite olarak hem de eylem sayısı olarak her ne kadar HBDH’nin gücü şu an için önemsenmeyecek boyutta imiş gibi görünse de PKK terör örgütü ile mücadele ederken bileşenleri ve destekçileri ile mücadele göz ardı edilmemeli, bu yapılanmaya karşı daha fazla önlem alınmalıdır. IŞİD terör örgütüyle mücadele bahanesiyle çoğunlukla Suriye’de faaliyet gösteren terör yapılanmasına karşı istihbarat gayretleri artırılmalı, lise ve üniversite gençliği içerisinde yayılmalarına ve ideolojik olarak yerleşmelerine izin verilmemeli, Türkiye’deki hücre yapılanmalarına yönelik operasyonlar artırılmalıdır.
2019 yılı içerisinde PKK terör örgütü ile mücadele kapsamında yürütülen operasyonlar ve elde edilen neticeler değerlendirildiğinde, terör örgütüne ilişkin istihbarat faaliyetlerinin ve bu faaliyetlerin etkinliğinin eskiye nazaran arttığını söylemek mümkün görünüyor.

Sınır ötesinde düzenlenen Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı, Kararlılık ve Pençe Harekâtlarıyla eş zamanlı icra edilen hava harekâtları ile terör örgütü mensuplarının sınırlarımızdan içeri girmesi, sınır ötesindeki barınma alanlarında hareket etmeleri önlenmiş, terör örgütü mensupları yurtiçine giremeden bulundukları yerde yani kaynaklarında imha edilerek, terör örgütüne sınır ötesinden pençe vuruşu yapılmıştır.

Sonuç olarak; 2019 yılında teröristle mücadelenin etkin bir şekilde yürütüldüğü, TSK ve kolluk kuvvetlerinin birçok terör örgütüne karşı eş zamanlı olarak büyük başarılar elde ettiği değerlendirilmektedir. Sahada güvenlik alanında kazanılan başarılar terörizmle mücadelenin diğer boyutlarına da yansıtılmalı, 2020 yılından itibaren terörün psikolojik, sosyo-kültürel, ideolojik boyutlarıyla mücadele kapsamında daha fazla çalışma yapılmalı, yurt içinde PKK terör örgütüne desteğin azaldığı değerlendirilen bu dönemden istifade ile terör örgütünün arkasında bulmak isteyeceği halk desteğinin tamamen ortadan kaldırılmasına yönelik sosyo-ekonomik eylem planları hazırlanmalıdır.

TSK verileri kapsamında yapılan değerlendirme neticesinde, PKK terör örgütünün EYP saldırılarının büyük oranda önüne geçildiği, binlerce EYP’nin ele geçirilerek imha edildiği, EYP ile birlikte çok sayıda LPG tüpünün de PKK sığınak ve barınaklarında bulunduğu anlaşılmaktadır. Terör örgütünün EYP yapımında kullandığı amonyum nitrat içerikli gübrelerin dağıtımına / satışına getirilen kısıtlamalar ve kontroller LPG tüpleri içinde alınmalı, LPG tüplerinin dağıtımı ve satışını kontrol altında bulunduracak bir düzenlemeye gidilmelidir.
Terörizmle mücadele çok boyutlu bir yaklaşımla ele alındığında lider kadrolara yönelik düzenlenen operasyonların bu yaklaşımın önemli bir parçası olduğu görülüyor. Lider kadro operasyonları neticesinde;

Terör örgütünün terör eylemleri planlama ve icra yetenekleri ile hareket kabiliyetinin kısıtlandığı,
Terör örgütü sözde liderlerinin yerlerini gizledikleri, iletişim vasıtalarını kullanamadıkları,
Terör örgütünün bilgi/veri akışının sekteye uğradığı,
Terör örgütünün hiyerarşik yapısının bozulabileceği,
İmha edilenin yerine yeni sorumlu bulunana kadar örgütten kopmaların yaşanabileceği,

Terör örgütü mensuplarının moral seviyesinin düşeceği düşünülmektedir.
Lider kadroya yönelik operasyonların başarının daha yukarılara taşınabilmesi için PKK terör örgütünün sözde üst düzey sorumlularına yönelik operasyonlar artırılarak devam ettirilmeli, tıpkı FETÖ mensuplarına olduğu gibi PKK terör örgütü mensuplarına yönelik lider kadro operasyonları Avrupa’ya taşınmalıdır.
2019 yılı içerisinde gerçekleştirilen bir yıllık terörizmle mücadele operasyonları değerlendirilirken, bu mücadelede önemli görevler alan TSK mensuplarının ve kolluk kuvvetlerinin yıl içerisinde ne tür zorluklar yaşadıklarını, kahramanlıklarını, fedakârlıklarını da düşünmeden geçmemek gerekiyor… Bu vesile ile terörle mücadelede şehit olan tüm asker, polis, güvenlik korucusu ve vatandaşlarımızı bir kez daha rahmetle anıyor, yaralılarımıza acil şifalar diliyorum…

Erol Başaran Bural., 

DİĞER MAKALELERİ;

'Gözlem noktalarımıza provokatif eylem olabilir'
Rus Askeri Doktrini Çerçevesinde İdlib
Bağdadi ve Şahin
Fırat'ın doğusunda ABD'nin 'güvensiz' bölgesi
Türkiye’ye Yönelik IŞİD Tehdidi ve Mücadele


 KAYNAKÇA;
[1] http://www.hurriyet.com.tr/gundem/son-dakika-tarihi-zirve-sonrasi-cumhurbaskani-erdogan-ve-putinden-ortak-aciklama-41356342
[2] https://www.diplomatikstrateji.com/baris-pinari-harekati-son-durum-haritasi/
[3] https://www.cnnturk.com/turkiye/son-dakika-pence-3-harekati-basladi.
[4] https://www.aa.com.tr/tr/turkiye/msb-2019da-150-teror-operasyonu-yapildi/1685339
[5] https://www.aa.com.tr/tr/turkiye/kiran-operasyonlarinda-116-terorist-etkisiz-hale getirildi/1643650
[6] https://www.trthaber.com/haber/turkiye/kiran-7-operasyonu-basladi-442626.html.
[7] http://www.hurriyet.com.tr/gundem/kiran-8-basladi-41400869.
[8] http://www.hurriyet.com.tr/gundem/son-dakika-haberi-kiran-9-cudi-dagi-ve-kiran-10-kazan-vadisi-operasyonu-basladi-41401877
[9] https://www.sabah.com.tr/galeri/turkiye/kiran-11-operasyonu-basladi-1260-personel-katiliyor.
[10] http://www.terorarananlar.pol.tr/Sayfalar/default.aspx
[11] https://www.cnnturk.com/turkiye/suleyman-soylu-artik-sinirlarimizdan-kus-ucurtmayacagiz
[12] http://www.hurriyet.com.tr/gundem/son-dakika-bakan-soylu-kiran-operasyonlarinda-121-terorist-etkisiz-hale-getirildi-41378134
[13] https://www.haberler.com/icisleri-bakani-suleyman-soylu-3-yildir-600-e-12663223-haberi.
[14] https://www.icisleri.gov.tr/teror-orgutunde-cozulme-devam-ediyor-12
[15] Polis Akademisi Başkanlığı. (2018). Uluslararası bir tehdit olarak FETÖ. Polis Akademisi Yayınları: 67 Rapor No: 20. 5. ISBN: 978-605-4619-95-5.
[16] http://www.hurriyet.com.tr/gundem/son-dakika-bakan-soylu-kiran-operasyonlarinda-121-terorist-etkisiz-hale-getirildi-41378134.
[17] https://www.sabah.com.tr/gundem/2019/12/27/milli-savunma-bakanliginda-bilgilendirme-toplantisi
[18] https://www.aa.com.tr/tr/turkiye/feto-nun-malezya-sorumlusu-mit-operasyonuyla-turkiye-ye-getirildi/1569017
[19] https://www.yenisafak.com/gundem/fetonun-meksika-imami-osman-karaca-mit-tarafindan-yakalanarak-turkiyeye-getirildi-3510954
[20] http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/dunya/1703085/turkiyeye-yasa-disi-para-transferine-baskin.html
[21] 01 Ocak-24 Aralık 2018 tarihleri arasında İçişleri Bakanlığı, TSK ve MSB tarafından yapılan resmi açıklamalar ve açık kaynaklarda yer alan haberlerden derlenmiştir.
[22] https://www.sabah.com.tr/gundem/2019/12/27/milli-savunma-bakanliginda-bilgilendirme-toplantisi
[23] https://www.sabah.com.tr/gundem/2019/12/27/milli-savunma-bakanliginda-bilgilendirme-toplantisi
[24]http://aa.com.tr/tr/politika/icisleri-bakani-soylu-15-temmuz-2016-tarihinden-itibaren-47-bin-523-kisi-tutuklandi/1007102
[25] https://www.aa.com.tr/tr/politika/icisleri-bakani-soylu-narko-teror-kapsaminda-bu-yil-43-milyon-kok-kenevir-yakaladik/168713

https://21yyte.org/tr/merkezler/islevsel-arastirma-merkezleri/terorizm-ve-terorizmle-mucadele/turkiye-nin-2019-yilinda-terorizmle-mucadelesi-sinir-otesinden-pence-vurusu

***

Corona Virüsü Bir Biyolojik Saldırı mı?

Corona Virüsü Bir Biyolojik Saldırı mı?



Ticaret Savaşı, Nereye Evriliyor,? Corona Virüsü, Bir Biyolojik Saldırı mı,?




Yazan;  Füsun Sarp Nebil 
27 Ocak 2020 

2. Dünya Savaşı sürerken, 1942 yılında İngiltere'de (İskoçya'nın kuzeyinde, karaya 1 km uzaklıktaki küçük bir ada olan) "Gruinard" adasının bir biyolojik silah test alanı olarak kullanıldığı bilinir [1].

Alman şehirleri üzerinde etkisini anlamak için, adaya konulan 80 koyunun üzerine, uçakla "şarbon" virüsü atıldığını ve sonuçlara bakıldığını 2003'de Türkçesi basılan "Virüs Saldırıyor / Biyolojik ve Kimyasal Savaşa Doğru" isimli kitapta okumuştum[2].
 



Aşağıda adaya Antrax yani Şarbon adının da takılmasına neden olan bu deneyin sonuçlarını, 1997'de operasyonun gizliliği ortadan kalktıktan sonra yayınlanan 
videodan kısmen izleyebilirsiniz.




https://www.youtube.com/watch?v=TIpB2gV1iyk&feature=emb_logo

Bahsettiğim kitap, ABD ve İngiltere'nin kendi halkı üzerindeki bazı deneylerini de anlatır. İngilizler bir salgın hastalığın ne hızla yayıldığını test etmek için metro hatlarında, Amerikalılar ise San Francisco'da Golden Gate köprüsünün altında grip virüsünü salmışlar. Sonucunda da ne hızla ve ne yönde dağıldığını araştırmışlar. Bu arada bu testlerde ölen de olmuş[2][3].

Benzer bir örnek Kazakistan ile Özbekistan arasındaki Aral Denizi içinde bulunan Vozrozhdeniya Adasında Rusların 1954 yılında kurduğu biyo-silah tesisidir. Bu adada şarbon, çiçek hastalığı, humma gibi pek çok hastalıkla ilgili testler yapıldığı kaydedilir [4].
Bir iddiaya göre, ABD Irak'ta da kimyasal ve biyolojik silahlar kullanmıştır [5].
Bütün Bunları Neden Anlatıyoruz???

Çin'de Hızla Yayılan Corona Virüsü Bir Biyolojik Silah mıdır?
Wuhan Şehri Çin'in ortasında yer alıyor[/caption]
 


 Whatsapp üzerinden yayılan bir sesli mesajda, Çin'de tahsilini sürdüren bir Tıp öğrencisinin Wuhan'daki salgının sanıldığından ve resmi olarak açıklandığından çok daha büyük olduğunu söylediği aktarılıyor[6]. Ama başka bir not daha var; o da şehrin içinden geçen nehirdeki bir yılan cinsinin çok sevilen yemekler arasında olduğu ve bu nehirde bir füze başlığı bulunduğu şeklinde. Özetle bu ses kaydı, virüsün bir biyolojik saldırı olduğunu söylüyor.

Biz de konuyu araştırdık. Öncelikle şu habere bakalım [7]. Washington Post diyor ki; 2002'deki SARS virüsüne çok benzeyen CORONA virüsünün ne olduğu, Çinliler tarafından çok hızlı bir şekilde yani ilk olayın görülmesinden 10 gün sonra analiz edilmiş. 

Kamuya açık olarak da yayınlanmış [8]. Arkasından ABD'deki bazı bilim adamlarının hızla virüse karşı çalışmalar gerçekleştirdiği anlatılıyor. 

Belki başka ülkelerdeki bilim adamları da.Arkasından şuna bir bakın [9]; Wuhan'ın Çin'in en üretken güneydoğu bölgesinin - yani Çin'in ekonomik güç merkezinin- tam ortasında stratejik bir konumda olan bölgenin, kolayca tasarlanmış hastalık yayılım vektörleri nedeniyle biyolojik saldırı için seçildiği yazılıyor. 

Bunun da Çin'in ekonomik ve finansal sektörlerini felç etmek isteyen bir Anglo-Amerikan kara operasyonu olduğu iddia ediliyor.

Şimdi bir başka yazıya bakalım [10]; O da Corona'nın laboratuvarda yaratılmış olmadığını ve bu alanda bir patent de bulunmadığını söylüyor. 

Bu bir "doğrulama" sitesi. 
Bizde de örnekleri olan ve olayların arka planına bakarsak, yorum yazan sitelerden birisi. Bu site de, Facebook'da 86 binden fazla görüntülenme aldığını söylediği "[Koronavirüs]" yeni "ama 2015 yılında laboratuvar da yaratıldı ve patentlendi ('03'ten beri geliştiriliyor) [...] Patent ayrıca CDC'nin [11] bunu yapmasına yardımcı olduğunu söylüyor!" iddialarını araştırıyor. 2015'de patentlendiğine dair iddialara bakıyor ve SARS-CoV için alınan 2004 tarihli patent [12] ile karışıklık olduğunu gösteriyor. Sonuçta da bunların komplo teorisi olduğunu yazıyor.
Buraya kadar bunun Amerikalılar tarafından bir biyolojik saldırı olup olmadığına baktık. Ama internette tam tersine bir iddia da var [13]. 

Bu da Dany Shoham isimli İsrailli bir biyolojik savaş uzmanının görüşlerine göre, Corona'nın Çinlilerin kendi biyolojik silah programından üretildiğine dair bilgiler veriyor. Buna göre Radio Free Asia isimli radyo Wuhan Viroloji Enstitüsünde ölümcül virüslerle çalıştığının raporlandığı aktarılıyor [14].

Biyolojik Savaş Gördük mü?

Yukarıda bahsettik. Çeşitli denemeler yapıldı. Özellikle de virüs rüzgar ve doğal şartlarla nasıl yayılıyor araştırmaları var. ABD’nin Irak’ta kullanmış olabileceği iddiaları da mevcut. Ama sorun şurada; bu silah da aynen Nükleer gibi. Sadece kullanıldığı yeri mahvetmiyor. 

Rüzgar ve doğal şartlarla yayılabiliyor. O nedenle de 1975’de yürülüğe giren bir karar ile kullanımı yasaklanmıştı [15].

Ticaret Savaşı, Biyolojik Savaşa mı Evrildi?

Geçtiğimiz günlerde bir araştırma yayınlandı. Bu araştırma dünyada insanların kapitalizminden nefret etmeye başladıklarını gösteriyor [16]. 

Komünizmin daha önce (perestroyka ile) yani 1990'larda iflas ettiğini açıkladığını da hatırlatalım (bunu söyleyince cevap verecek olanlar için Uğur Mumcu'dan alıntı yapalım : “Atatürkçülüğü ve milliyetçiliği yadsıyarak solculuk yapma gafletine düşen bir sol, Türkiye’de hiçbir zaman başarılı olamadı, olamaz da... 

Türk milliyetçiliği Türk halkının alın terini yabancı çıkarlara karşı korumak demektir...”)

Dolayısıyla 21. yüzyıl henüz kendi yönetim şeklini ya da şekillerini bulamadı. Tüm dünyada sancılar var. Ama 1950lerin sonrasında giderek artan oranda "Şirketokrasi" olarak adlandırılan yönetimle gidilmekte olduğunu görmek lazım.
Şimdilerde Wuhan/Corona olayına bir de buradan bakalım. ABD, 1980 sonrası şirketlerinin "Outsource (taşaron)" sistemi ile Uzak Doğu ve Çin teknolojisinin yükselişine verdiği tetiklemeden şu anda muzdarip. Bir çare arıyor. Ancak kafası çok dağılmış vaziyette. 

    Bunu Çin-ABD Ticaret Savaşında neredeyiz diye ayrı bir yazıda yayınlamayı planlıyorum. Ama şimdilik sektörden bir arkadaşımdan alıntı yapayım;

"Pentagon şirketlerin satışları konusunda kaygı duyuyor, Amerikan Ticaret Bakanlığı ise ulusal güvenlikten. Şaşırmış durumdalar."

Aynen böyle ABD ne yapacağını şaşırmış vaziyette. Öyle ki; geçen yıl Trump hatırlarsanız,  Çinli firmalara yasak koydu. Sonra bu yasağı kaldırmaya başladı. Geçtiğimiz günlerde, Huawei'in kurucusunun kızının davasında Kanada Başkanı Justin Treadu dedi ki;  "Trump'a bu davada ne yapılacağı kesinleşmeyen Çin ile ticaret anlaşmasının 1ci fazını imzalama" Ama Trump Treadu'yu dinlememiş bile, pat diye imzalar atıldı. En son gelişme de şu (ki yukarıdaki ifadenin nedeni buydu) Pentagon, ticaret savaşının geri çekilmesini istedi [17].

Peki bütün bunları söyledikten sonra, başlıktaki suali cevaplayalım;

"Bu bir biyolojik saldırı mı, bilmiyoruz. Sadece 21.Yüzyıl Türkiye Enstitüsü okuyucularına, olayın farklı boyutlarını referansları ile birlikte sunduk. Biz merak etmiştik. Okuduklarımızı sizin için özetledik."

Ticaret savaşının analizini başka bir yazıda vereceğiz. Ama bugüne kadar ki durum için çeşitli haberleri Aralık 2019 dosyasında bulabilirsiniz [18].
 
KAYNAKÇA;

[1] Gruinard Island
[2] Virüs Saldırıyor/Biyolojik ve Kimyasal Savaşa Doğru
[3] 'One of the largest human experiments in history' was conducted on unsuspecting residents of San Francisco
[4] Vozrozhdeniya Island
[5] US military prepares for Iraq to use chemical and biological weapons
[6] As families tell of pneumonia-like deaths in Wuhan, some wonder if China virus count is too low
[7] Scientists are unraveling the Chinese coronavirus with unprecedented speed and openness
[8] Novel 2019 coronavirus genome
[9] WUHAN CORONAVIRUS PANDEMIC BIOENGINEERED: Who’s behind it, why now and why China?
[10] Contrary to claims in viral social media posts, Wuhan coronavirus was not lab-created nor was it patented years before outbreak
[11] CDC = Amerikan Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi (Centers for Disease Control and Prevention)
[12] Coronavirus isolated from humans
[13] New Corona Virus Linlked to Chinese Biological Warfare Program
[14] Virus-hit Wuhan has two laboratories linked to Chinese bio-warfare program
[15] Convention on the Prohibition of the Development, Production and Stockpiling of Bacteriological (Biological) and Toxin Weapons and on their Destruction
[16] Küresel Araştırma Kapitalizmin Yarardan çok Zarar Verdiğini Ortaya Koydu
[17] Pentagon Blocks Clampdown on Huawei Sales
[18] 2019 Aralık Dosyası : Ticaret Savaşları (ABD-Çin ve Diğer)

https://21yyte.org/tr/merkezler/islevsel-arastirma-merkezleri/milli-guvenlik-ve-dis-politika-arastirmalari-merkezi/ticaret-savasi-nereye-evriliyor-corona-virusu-bir-biyolojik-saldiri-mi


***

5 Kasım 2020 Perşembe

AVRASYANIN GELECEK VİZYONU NEREYE KADAR KAPİTALİZM

AVRASYANIN GELECEK VİZYONU NEREYE KADAR KAPİTALİZM 



AVRASYANIN GELECEK VİZYONU: NEREYE KADAR KAPİTALİZM? 
Avrasya, Gelecek Vizyon, Nereye Kadar Kapitalizm, Yrd. Doç. Dr. Onur Okyar, Avustralya, Meksika, Norveç, Güney Kore, Kanada, İsviçre, Lobiçilik,

Yrd. Doç. Dr. Onur Okyar*
*ÇANKIRI KARATEKİN ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ
EKONOMİK VE STRATEJİK ARAŞTIRMALAR DERGİSİ 3 AYDA BİR YAYINLANIR 
YIL 9 SAYI 34 2016 / 2 
www.ekoavrasya.net

GÜNÜMÜZDE ULUSLARARASI ÇOK TARAFLI TİCARET ANLAŞMALARINDAN ZIYADE İKİLİ YA DA BÖLGESEL TİCARET ANLAŞMALARININ 
İMZALANMAYA BAŞLAMASININ EN ÖNEMLI SEBEBİ, ULUSLARARASI BAĞIMLILIKLARIN ARTIRILMAK İSTENEREK ULUSLARARASI 
GÜVENLİK VE DENGENİN SAĞLANMASI İHTİYACIDIR. 

Günümüzde uluslararası çok taraflı ticaret anlaşmalarından ziyade ikili ya da bölgesel ticaret anlaşmalarının imzalanmaya başlamasının en önemli sebebi, uluslararası bağımlılıkların artırılmak istenerek uluslararası güvenlik ve dengenin sağlanması ihtiyacıdır. 
Bu ihtiyaç her devlet için farklı araçlarla sağlanacağı gibi uluslararası ekonomik bağımlılıklar da iki önemli teorisyen için iki farklı/zıt sonuca ulaşır. 
Bu bağlamda Kant için uluslararası sistemdeki ekonomik bağımlılık günümüzün yumuşak güç eksenli ilişkilerin tesisi için önemli bir araçtır. 
Fakat Rousseau’ya göre devletlerarası bağımlılık ülkeler arası rekabeti artıracağı için – Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında olduğu gibi – çatışma, hatta savaşlara neden olacak; bu ise her çeşit özgürlükleri azaltacaktır. 
Kant içinse ülkeler arası karşılıklı ekonomik bağımlılıklar ticaret ve işbirliğini artıracağı için ortak çıkarların tehdit altında olmasının önlenmesi maksadıyla çatışmalar da önlenecek ve bu durum dolaylı ve orta vadede özgürlükleri artıracaktır. 
Ne de Kantçı bakış açısıyla konuya yaklaşmış ve ülkeler arası ekonomik bağımlılıkların özgürlükleri artıracağından hareketle günümüzde bireyin 
değerinin de artmasına sebep olacağını ve böylece çatışmadan uzak bir uluslararası sistemin yumuşak güç temelinde etkin hale geleceğini savunmuştur. 
Görüldüğü üzere uluslararası bağımlılığın aslında en temel hedeflerinden birisi güvenliktir. Güvenlik kavramı askeri, siyasi, ekonomik, toplumsal veya çevresel tehditlere karşı alınan varoluşsal önlemler bütünü iken; güvensizlik kavramı bu önlemlerin alınamaması (veya alınamadığının zannedilmesi) halidir. 

Bu zannetmeden hareketle, ilgili tedbirlerin siyasi maksatlar için kullanılması 
olarak özetlenebilecek güvenlikleştirme ise iki temel kavram üzerine şekillenir. 
Bunlar kurgu ve kazançtır; kim kurgulamışsa o kazançlıdır. 
Bu bağlamda bir aktörün (genel olarak devletin) herhangi bir konuda çıkarlarını/kazançlarını artırabilmek için güvenliği kurgulamasına ya da 
var olan bir kurguyu kendi bünyesinde revize ederek bunu bir güvenlik (dolayısıyla bir varoluş) sorunu haline getirmesine güvenlikleştirme 
denir. 
Bu siyasi pratik günümüzde daha çok din, etnik kimlik ve toplumsal cinsiyet kavramları üzerinden kurgulanmaktadır. 
Güvenlikleştirmenin en önemli avantajı ise güvenlik (tedbirleri) arttığında güvensizliğin azalacağına olan yaygın inançtır. Artan güvenlik ise azalan özgürlüklere sebep olur. Fakat tüm bu kavramlar tehdit algılamasının az ya da çok olması ile ilgili bir kurmacadan ibarettir. 
Bu verilerden hareketle Asya-Pasifik özelinde kurulan ekonomik ittifakların iki farklı amacı vardır. 
Bunlardan ilki negatif olarak güvenlikleştirme ile ilgilidir. 
Buna göre karşıdaki düşmanın/rakibin sert güç kullanması sağlanarak hamle yapması ve ezilmesi/boyun eğmesi amaçlanmış olabilir. 
Diğer amaç ise karşıdaki düşman / rakip yumuşak güç unsurlarıyla etkisizleştirilerek Batının hegemonyası devam eder. Amaçların ikisinde de karşıda bir rakip/düşman vardır. 
Ayrıca bu aktör her ne şekilde olursa olsun dengelenmeli ve Batı medeniyet ve ekonomisi korunmalıdır. 
Uluslararası ekonomik bağımlılıkların artmasıyla çatışmaların azalacağı bulgusu çatışma çözümü için önemli bir argüman 
olmasına rağmen ötekini sömüren, yok sayan, önemsemeyen, ben merkezli, sıfır toplam kazançlı, vahşi kapitalizmin dünyadaki 
diğer ülkeler için en önemli gaye olmadığının bilinmesi gerekir. 
Zira bu öteki ülkeler için güvenlik, kültür ve din, ekonomiden daha önemli hatta kutsal hedefleri içinde barındırmaktadır. 
Buna paralel olarak uluslararası ticaretin günümüzün en önemli çatışma çıkaran ya da önleyen bir fenomeni olmasından hareketle ABD liderliğinde şekillenen Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı ve Trans Pasifik Ortaklığı gibi -Çin ve Rusya dahil- doğunun kümülatif olarak ötelendiği bir uluslararası ekonomik sistemin dünya barışına katkı sağlaması düşünülemez. 
Her ne şekilde olursa olsun hiçbir küresel antlaşmaya üye olamayan Türkiye ise bu konuda en önemli coğrafyada bulunmaktadır. 
Türkiye olarak bu sorunun önüne geçilebilmesi için AB Parlamentosu ve ABD Kongresi merkezli lobicilik çalışmalarına hız verilmesi gerekmektedir. 
Lobicilik konusunda iki önemli aktör olan Ermeni ve Yahudi lobilerinin muhtemel olumsuz etkilerine karşın Türkiye’nin başarılı olabilmesi içinse Avustralya, Meksika, Norveç, Güney Kore, Kanada ve İsviçre gibi Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı dışındaki ülkelerle bir lobicilik koalisyonu kurulmalıdır. 
Fakat bu gerçekleşmeyecek bir ümittir. Zira uluslararası ekonomik bağımlılıklar, çatışmayı önlemek amacıyla kurulmuş olsa bile Batı ile ötekiler arasında medeniyet ve hakimiyet algılamalarında farklılıklar vardır. 
Rusya sert güç bağlamında çok güvendiği askeri gücüne dayanarak hegemon adayı olmak istemekte ve kendi bölgesinin güvenliğini tehdit edecek ekonomik veya siyasi güvenlikleştirme pratiklerine sert güçle yanıt vereceğini Kırım, Gürcistan, Ukrayna ve Suriye krizlerinde göstermektedir. Çin ise uluslararası ilişkilerde, özellikle Sovyetlerin yıkılmasından itibaren, Batı ile uyumlu bir dış politika yürütmektedir. 

RUSYA SERT GÜÇ BAĞLAMINDA ÇOK GÜVENDIĞI ASKERI GÜCÜNE DAYANARAK HEGEMON ADAYI OLMAK ISTEMEKTE VE KENDI 
BÖLGESININ GÜVENLIĞINI TEHDIT EDECEK EKONOMIK VEYA SIYASI GÜVENLIKLEŞTIRME PRATIKLERINE SERT GÜÇLE YANIT 
VERECEĞINI KIRIM, GÜRCISTAN, UKRAYNA VE SURIYE KRIZLERINDE GÖSTERMEKTEDIR. 

Fakat Rusya için güvenlik kutsal bir fenomen olduğu gibi Çin’in de dış politikada iki önemli kutsalı vardır. 
Bunlar Afrika’daki ekonomik yatırımları ve tarihi kültürüdür. Bu bağlamda söz konusu ekonomik antlaşmalardan Çin’in ötelenmesi hem Afrika’daki ekonomik çıkarlarına ket vuracak hem de Asya-Pasifik’teki ABD hegemonyası nedeniyle kültürel bakiyesi tehdit altına girecektir. 
Kurumsallaşmış bir demokrasinin olmayışı, refah ve eğitim eksikliği, mezhebi düşmanlıklar gibi sebeplerle başını kaldıramayan Ortadoğu coğrafyası ise koşulların değişmemesi durumunda kaybetmeye her zaman mahkûmdur. 
Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında olduğu gibi ekonomik ve siyasi ötekiliklerin günümüzde de küresel ölçekteki ticari antlaşmalarla desteklenmesi tarihin tekerrürünün yaklaştığının habercisidir. 
Dolayısıyla yeniden tecrübe edileceği ihtimal dâhilinde olan üçüncü dünya savaşı bu antlaşmaların Kantçı bir bakış açısıyla mı yoksa Rousseau’cu bir bakış açısıyla mı çözüleceği sorusunun cevabında saklıdır. Türkiye ise en kötüsüne hazırlıklı olmalı ve muhtemel savaştan önce iç ve dış istikrarını / kurumsallaşma sını sağlamlaştırmalı, Yurtta Sulh Cihanda Sulh ifadesinin esas maksadı olan 
sert güçten taraf olmamayı benimsemeli ve fırtınadan en az zarar ile çıkmayı hedeflemelidir.
 
EKONOMİK VE STRATEJİK ARAŞTIRMALAR DERGİSİ 3 AYDA BİR YAYINLANIR 
YIL 9 SAYI 34 2016 / 2 

**

AFGANİSTANDA BARIŞ MÜMKÜN MÜ.

 AFGANİSTANDA BARIŞ MÜMKÜN MÜ. 

Esedullah Oğuz,İran, Pakistan,Türkiye,Afganistan,Taliban,Hamid Karzai,11 Eylül 2001 olayları,Barış Mümkünmü,

AFGANİSTAN’DA BARIŞ MÜMKÜN MÜ? 
Esedullah Oğuz.*
*AFGANİSTAN VE ORTA ASYA UZMANI.,
EKONOMİK VE STRATEJİK ARAŞTIRMALAR DERGİSİ 3 AYDA BİR YAYINLANIR 
YIL 9 SAYI 34 2016 / 2 
www.ekoavrasya.net

 


24 ARALIK 1979 TARİHİNDE KABİL RADYOSUNUN TOK SESLİ SPİKERİ ŞÖYLE DİYORDU: “ GECE IŞIKLARINIZI YAKMAYIN, PERDELERİNİZİ
KAPATIN VE SOKAĞA ÇIKMAYIN…”

 Başlıktaki soruya yanıt vermeden önce gelin isterseniz, bundan tam 37 yıl önce milyonlarca Afgan gibi beni de doğup büyüdüğüm ülkeyi terk etmeye zorlayan olayı anımsayalım. Beni doğduğum toprakları terk edip önce İran, Pakistan, sonra Türkiye ve en sonunda da Almanya’ya sürükleyen macera bir radyo anonsu ile başlamıştır. 24 Aralık 1979 tarihinde Kabil radyosunun tok sesli spikeri şöyle diyordu: “Gece ışıklarınızı yakmayın, perdelerinizi kapatın ve sokağa çıkmayın…”

11 Yaşında bir çocuk olarak o sırada bu sözlerin anlamını pek kavrayamamıştım. Ama ertesi gün sabahın ilk ışıklarıyla bisikletime atlayıp sokağa çıktığımda etrafta bir sürü yabancı asker vardı. Hepsi de sarışın, mavi gözlü ve açık tenliydi ve benim daha önce hiç duymadığım bir dilde konuşuyorlardı. 

 O sırada pek farkında değildim ama 10 yıl sürecek Sovyet işgali başlamıştı ve Afgan halkı işgalden sonra da on yıllarca sürecek olan ve etkileri halen devam eden bir çileye ve toplumsal kargaşaya sürükleniyordu.

    Aradan 40 yıla yakın bir zaman geçmesine rağmen Afganistan hâlâ barıştan, özellikle de herkesin özlemini çektiği kalıcı barıştan epey uzak görünmektedir. 
Başta başkent Kabil olmak üzere ülkenin belli başlı kentleri gün aşırı büyük çaplı patlamalarla sarsılırken; kırsal bölgelerin tamamına yakını Taliban ve IŞİD  yanlısı güçlerin elindedir. Ekonomi tamamen dışa bağımlı ve cumhurbaşkanından sıradan bir polis memuruna kadar Afgan devlet kademesindeki tüm görevlilerin maaşları ve diğer masrafları Batılı donörler tarafından karşılanmaktadır. Günde 2 dolara iş bulamayan Afgan vatandaşları, özellikle de gençerkekler iş, aş ve yeni bir yaşam için akın akın yurt dışına gitmektedir. Ve Avrupa’nın kapısına dayanan Afganlar, Suriyelilerden sonra ikinci büyük mülteci grubunu oluşturmaktadır.
    Peki, Afganistan nasıl oldu da bu hale geldi? 
Bu soruyu yanıtlamak için son 15 yıldaki gelişmeleri kısaca özetlemekte yarar var. 
Tüm dünyayı sarsan 11 Eylül 2001 olaylarından hemen sonra Ekim 2001’de Taliban iktidarının devrilmesini Afgan halkı büyük bir sevinçle karşılamıştır.
    Özellikle Aralık 2001’deki Bonn Konferansı’nda genel uzlaşı yoluyla Afganistan’da yeni bir yönetim oluşturulduktan sonra gerek Afgan gerekse dünya kamuoyunda, Afganistan’ın geleceği konusunda büyük umut oluşmuştur.
    Yeni devlet başkanı Hamid Karzai, karanlık günlerin geride kaldığını, Afganistan tarihinde temiz bir sayfanın açıldığını ve yeni bir dönemin başladığını ilan etmiştir.
    30 yılı aşkın bir süreden beri yurt dışında, özellikle ABD ve AB’de yaşayan Afganlar  akın akın eski ülkelerine dönmeye başlamıştır.
Batı’dan yüzlerce hükümet dışı yardım kuruluşu Kabil’de büro açıp çalışmalara başlamıştır. Yurt dışındaki Afgan kökenli işadamları yabancı ortaklarla Afganistan’da fabrika, GSM şirketleri, medya kuruluşları gibi büyük çaplı yatırımlar yapmışlar ve ülkede kısa sürde dikkate değer bir özel sektör oluşmuştur. 
   Yüzlerce tv ve radyo istasyonu, yüzlerce gazete ve dergi açılmış ve yayına başlamıştır. 2001-2005 arası Afgan halkı umut doluydu ve yeni yönetime tam destek verdi.
Ancak bu dönemde yeraltına çekilen Taliban yeniden toparlanmakla meşguldü.

O yıllarda ben de Nato danışmanı olarak Kabil’de görev yapıyordum ve eski ülkemdeki gelişmeleri herkes gibi büyük bir umut ve hevesle izliyordum.

Ülkede temiz bir sayfa açacağını söyleyen devlet başkanı Hamid Karzai tam da bu sırada vahim bir hata yapmıştır. Eski dönemde yol kesen, adam öldüren, fidye için insan kaçıran, kısacası her türlü yasadışı işe bulaşan savaş ağalarını, eski komutanları, aşiret reislerini ve uyuşturucu baronlarını kontrol altında tutmak için hükümete almış; kimisini bakan yapmış kimisini de vali, ordu komutanı, emniyet müdürü gibi önemli mevkilere getirmiştir.

    Ama maalesef evdeki hesap çarşıya uymamıştır.

Savaş lordları, eski komutanlar ve aşiret reisleri, eskiden yaptıkları yolsuzlukları bu kez devletin resmi yetkisini kullanarak yapmaya başlamıştır. 
  Mesela 1990’lı yıllarda insanları soyup soğana çeviren eski bir komutan, 2005’te Kabil emniyet müdürü olarak eski mesleğini bu kez daha sistematik 
bir şekilde sürdürmeye başlamış; başkentteki zengin ailelerden para almak için polis bünyesinde özel timler oluşturmuştur.

    Bu timler geceleri zenginlerin evlerine baskınlar yaparak veya onların çocuklarını kaçırarak komutanları için para toplamaya başlamıştır.
Aynı şekilde ordu generali olanı eski bir savaş lordu, yüklü meblağlar karşılığında ordu araçlarıyla uyuşturucu baronlarının mallarını taşımaya
başlamıştır. Kimse de bir generalin konvoyunu durdurmaya veya aramaya cesaret edemediği için mallar ülkenin bir ucundan diğer ucuna rahatlıkla 
taşınabilmiştir.
-Böylece 2005’ten itibaren Karzai hükümeti gözden düşmeye, umutların yerini karamsarlık almaya başlamıştır.
Ve ilginçtir ki; aynı yıl Taliban yeniden bir umut olarak ortaya çıkmış; Kabil yönetiminden hayal kırıklığı yaşayan sıradan Afganlar yeniden Taliban’a yönelmeye başlamıştıı. Bir Afgan taksici bu durum, o yıllarda şöyle açıklamıştır: “Taliban döneminde açtık, fakirdik, kimse bize yardım etmiyordu ama en azından güven vardı, kendimizi güvende hissediyorduk. Mesela Taliban iktidarında insanlar bir çuval parayla bir köyden diğerine rahatça gidebiliyordu.
Şu anda ise güpegündüz insanlar kaçırılıyor, kadınlar sokağa çıkmaya korkuyor ve polis dahil kimseye güvenimiz kalmadı.”
   Böylece Taliban birkaç yıl içinde Afganistan’da büyük bir güç ve halkın önemli bir kesimi için yeniden umut haline gelmiştir. Aslında Taliban’ın 
güçlenmesindeki en büyük etkenlerden biri, Kabil’de halkın güvenine layık güçlü bir hükümetin kurulamamış olmasıdır. Kabil’deki yöneticiler
ne kadar gözden düşerse ve ne kadar çok yolsuzluğa bulaşırsa, Taliban o kadar güçlenmiştir. Diğer bir deyişle, Taliban şu ana kadar Afgan yönetiminin beceriksizliğinden beslenmiştir. Yoksa Taliban’ın ortaçağı andıran düzenini Afgan halkının gözünde cazip kılan başka bir şey yoktur.

KABİL’DEKİ YÖNETİCİLER NE KADAR GÖZDEN DÜŞERSE VE NE KADAR ÇOK YOLSUZLUĞA BULAŞIRSA, TALİBAN O KADAR GÜÇLENMİŞTİR.

   Taliban’ın güçlenmesinde ve popüler hale gelmesinde rol oynayan bir başka etken de NATO ve Amerikan güçlerinin üst üste yaptıkları hatalar ve 
uluslararası yardımların bir türlü ihtiyaç sahiplerine ulaşamamasıdır.
    Son 15 yılda sayıları 10 bine yaklaşan sivil Afgan, NATO ve Amerikan hava saldırılarında can vermiştir. Bu da, yakınlarını koalisyon güçlerinin saldırılarında kaybeden Afgan köylülerinin Taliban’ın saflarına katılmasıyla sonuçlanmıştır. Aynı şekilde dışarıdan gönderilen yardımların Afganistan’da halka ulaşmadan çarçur edilmesi ve üst kademelerde bölüşülmesi de, halk nezdinde hayal kırıklığı yaratmıştır.
    Oysa son 15 yılda Afganistan için toplanan dış yardımın tutarı 30 milyar doları bulmaktadır.
Bu rakamın üçte biri bile ihtiyaç sahiplerine ulaşmış olsaydı, Afganistan’ın en önemli sorunlarından birini teşkil eden işsizlik ve fakirlik çözülmüş olacaktı.
Kısacası; Batı’nın 2001’den sonra öngördüğü Afganistan’ı Taliban ve El Kaide artıklarından temizleme ve mümkün olduğunca müreffeh bir ülke yaratma planı hayal olmaktan öteye gidememiştir.
    Karzai’nin 13 yıllık başarısız iktidarından sonra 2014 Eylül’de ABD’nin baskısıyla oluşturulan koalisyon hükümeti de eski yönetimin hatalarını
tekrarlamaya başlamıştır.
    Gerek Cumhurbaşkanı Eşref Gani gerekse ortağı Dr. Abdullah, halk nezdinde geniş bir tabana sahip olmadıkları için seçimler sırasında kendilerine milyonlarca oy getiren eski savaş ağalarıyla ittifak yapmak zorunda kalmışlardır. Böylece savaş ağaları daha da güçlenerek yönetime dönmüşlerdir. 
Zira gerek Karzai’nin eski kabinelerinde dışişleri bakanı olarak görev alan Dr. Abdullah gerekse maliye bakanlığı yapan Gani; çürük, gözden düşmüş eski 
yönetimin birer ürünüdür. Bu yüzden kaolisyon hükümetinin kuruluşunun üzerinden iki yıla yakın bir zaman geçmesine rağmen ülkede hiçbir şey rayına oturmuş değildir, aksine her şey daha da kötüye gitmektedir. Mesela kabinenin oluşturulması, parlamento hükümetin her adayını reddettiği için, bir yıldan uzun sürmüş ve savunma bakanlığı gibi bazı kilit makamlara hala atama yapılamamıştır. 2014 sonunda ABD liderliğindeki NATO gücü büyük ölçüde çekildiği için Afgan hükümeti, Taliban’ın giderek artan saldırılarıyla baş etmekte zorlanmış; Taliban büyük kent merkezlerine doğrudan saldırılar düzenlemeye başlamıştır.
TALİBAN, ÜLKENİN PEŞTUNLAR TARAFINDAN YÖNETİLMESİNİ İSTEMEKTE; TACIK, ÖZBEK, HAZARA VE TÜRKMEN GİBİ KUZEYLİ
GRUPLAR İSE ÜLKENİN ESKİSİ GİBİ SADECE PEŞTUNLAR TARAFINDAN YÖNETİLMESİNE ŞİDDETLE KARŞI ÇIKMAKTADIR.
    Taliban ile yıllardır gizli ve açık kanallardan sürdürülen barış görüşmelerinde şu ana kadar bir arpa boyu yol alınabilmiş değildir.
Barışı görüşmek için NATO ve Amerikan birliklerinin ülkeden ayrılmasını şart koşan Taliban, bu şart 2014 sonunda yerine getirildiği halde, barışa yanaşmamakta, aksine bu kez başka şartlar öne sürmektedir. Buradaki en önemli sorun elbette ki, Taliban’ın iktidarı kuzeyli gruplarla paylaşmayı bir türlü içine sindirememesidir. Ülke nüfusunun yaklaşık % 40’ını oluşturan Peştunlara dayanan Taliban, eskiden olduğu gibi iktidara tek başına sahip olmak istemektedir. Afganistan, 1747’de kurulduğundan beri 1929-1930 ve 1992-94 yıllarındaki bir iki yıllık Tacik iktidarı hariç hep Peştunlar tarafından tek elden yönetilmiştir. Taliban, bu geleneğin sürdürülmesi konusunda ısrar etmektedir. 

EKO  GÖRÜŞÜ..., KABİL’DEKİ YÖNETİCİLER NE KADAR GÖZDEN DÜŞERSE VE NE KADAR ÇOK YOLSUZLUĞA BULAŞIRSA, TALİBAN O
KADAR GÜÇLENMİŞTIİR. 

   Oysa Afganistan 2001 Aralık’tan beri tüm etnik toplulukların nüfusları oranında temsil edildiği bir hükümet tarafından yönetilmektedir.
Tacik, Özbek, Hazara ve Türkmen gibi kuzeyli gruplar ise ülkenin eskisi gibi sadece Peştunlar tarafından yönetilmesine şiddetle karşı çıkmaktadır.

    YENİ DEVLET BAŞKANI HAMİD KARZAİ, KARANLIK GÜNLERİN GERİDE KALDIĞINI, AFGANİSTAN TARİHİNDE
TEMİZ BİR SAYFANIN AÇILDIĞINI VE YENİ BİR DÖNEMİN BAŞLADIĞINI İLAN ETMİŞTİR.

Görüldüğü gibi, Afganistan’da barışa giden yolda önemli engeller bulunmaktadır.
Barışı tıkayan engellerden biri de komşu ülkelerin, özellike de Pakistan’ın, Kabil’de kendi yandaşı bir yönetimi iş başına getirme emelidir. Bu sayede Pakistan, büyük düşmanı Hindistan’a karşı çok arzuladığı stratejik derinliği de elde etmiş olacaktır. 
Pakistan bu amacına, 1990 ortalarında Taliban’ın Afganistan’da iktidarı ele geçirmesiyle ulaşmıştır. Ancak 2001’deki 11 Eylül terör saldırıları Pakistan’ın Afganistan’daki tüm kazanımlarını ve planlarını altüst etmiştir. Buna karşın Pakistan hala bu eski hedefinden vazgeçmiş değildir.
Zira İslamabad yönetimi, güneyinde büyük komşusu Hindistan, kuzeyinde küçük komşusu Afganistan, yani iki düşman ülke arasında kendisini sıkışmış ve huzursuz hissetmektedir. Sözü kısası, Afganistan’da kalıcı barışı tesis etmek için Pakistan’ın kaygılarının giderilmesi şarttır. Sonuç olarak, 40 yıla yakın bir zamandır Afganistan’da kalıcı barış ve istikrar, devam eden kan ve gözyaşı nedeniyle ulaşılması zor bir hayal olmaya devam etmektedir

 EKONOMİK VE STRATEJİK ARAŞTIRMALAR DERGİSİ 3 AYDA BİR YAYINLANIR 

YIL 9 SAYI 34 2016 / 2 
www.ekoavrasya.net

 ***