TÜRK ASKERİNİN ORTADOĞUDAKİ KÜRESEL PETROL SAVAŞLARINDA YERİ YOKTUR.
BU OYUNA DUR DİYELİM.
Dr.TahirTamer Kumkale
29 HAZİRAN 2015
Harp zaruri ve hayati olmalı. Gerçek kanaatim şudur; Milleti harbe götürünce vicdanımda acı duymamalıyım. ”Öldüreceğiz” diyenlere karşı “Ölmiyeceğiz” diye harbe girebiliriz. Lakin, millet hayatı tehlikeye uğramadıkça, harp bir cinayettir. (Gazi Mustafa Kemâl Atatürk – 1923)
Birkaç gündür istifa etmiş olan ve yeni hükümet kurulana kadar vekaletle göreve devam eden AK Parti yönetimindeki Türkiye Cumhuriyeti sokaklarında Suriye ile savaş tamtamları çalınıyor. Kaynağı belli olan görünmeyen eller ülkeyi paldır-kültür Suriye ile savaşa doğru sürüklemek istiyor..
Medyada çeşit çeşit savaş senaryoları, bilir-bilmez yarım akıllı savaş uzmanlarının(!) ağzından dile getiriliyor. Doğal olarak yanlış yapılıyor ve kafalar karmakarış ediliyor..
Hükümet askere “Suriye’ye girin” demiş. Asker “yazılı emir istemiş”. Hükümet hemen hazırlayıp yazılı emrini vermiş. Asker Suriye’ye giriş hazırlıkları yapıyormuş v.s…
Önce şunu bilelim. Savaşı askerler değil T.C. Devleti Hükümeti,tüm milli güç unsurlarını kullanarak yapar. Askeri güç, savaşı planlayıp uygulayacak sekiz milli güç unsurundan biridir ve savaşta en son devreye girerek noktayı koyacak temel unsurdur.
İki ülke arasındaki sorunlar barışçıl metotlarla çözülemeyince bu defa hükümetler savaş açar. Her savaşın mutlaka elde etmesi gereken belirli bir siyasi hedefi olur. TBMM’den savaş açma yetkisini alan hükümet, bu savaşla ilgili olarak seçtiği siyasi hedefi elde etmek için HÜKÜMET DİREKTİFİ hazırlar. Bu direktif askerle birlikte devletin bu savaşta kullanacağı tüm unsurların çok detaylı görev ve sorumluluklarını içerir.
Uluslararası hukuk kuralları ve BM Antlaşmasının temel esaslarına göre hazırlanan bu direktif içinde askerin hedefi somut olarak belirlenir. Bu hedefe nereden ve nasıl gidileceği; hedefte ne kadar kalınacağı; hedef ülkede hangi hukuki kuralların cari olacağı; yapılacak askeri harekata etki edebilecek bölge ve dünya ülkeleri ile hangi angajman kurallarının uygulanacağı; bu harekatın personel, malzeme, teçhizat, iaşe ve ibadesi ile sağlık hizmetlerinin nasıl sağlanacağı ve özellikle bu savaşın iletişiminin nasıl sağlanacağı gibi hususlar soruya muhatap kalınmayacak kadar açıkça belirtilir. Bunlar tam tespit edilip, muhtemel sonuçları iyi değerlendirmeden yapılacak askeri harekat mutlaka hüsranla ve mağlubiyetle sonuçlanır.
Savaş Hali’nin ne olduğu ve hangi prosedüre uygun olarak ilan edileceği Anayasamızda açıkça belirtilmiştir. Buna göre ülkenin tüm imkanlarının bir savaşa hazırlanması, seferberlik ilan edilmesi ve devam ettirilmesi için barış şartları kanunlarının yetmeyeceği açıktır. Savaş şartlarının zorluğu bilindiğinden çok özel tedbirlerin hızla alınabilmesi için 2941 Sayılı SEFERBERLİK VE SAVAŞ HALİ KANUNU maddeleri yürürlüğe sokularak bazı hürriyetleri kısıtlayan Sıkıyönetim ve Savaş Hali ilan edilir. Doğal olarak bütün bu hazırlıklar belli bir zaman sürecine ihtiyaç gösterir.
Yani medyada çok dillendirilen savaş hali, birdenbire oluşan ve hemen olup-biten bir durum değildir. 1974 Kıbrıs Barış Harekatının üzerinden 41 yıl geçmiştir. Ve bu harekatı gerçekleştiren Kıbrıs Türk Barış Kuvvetlerinin savaş hali halen devam etmektedir. Çünkü, 41 yıl önce savaşan tarafların askerleri arasında yapılan Ateşkes Antlaşması, henüz siyaset makamı tarafından kabul edilen Barış Antlaşması ile sonuçlanmamıştır.
Bu işin teknik yönüdür. İlgililer ve yetkililer mutlaka tarih önünde hesap verebilmeleri için bu kuralları işletmek durumundadır. Bu işler doğası gereği gizli yapılır. Yani şimdi basından pek çok çeşidini gördüğümüz savaş planları tamamen spekülasyon ve hayalleri çalıştırmaktan ibaret boş haberlerdir.. Bir bakıma bugün yaşananlar AK Partinin seçim yenilgisini örtecek kaos ortamının yaratılmasına ilişkin psikolojik harekat operasyonlarıdır.
Şurası bir gerçektir. Bugün Suriye sınırımız boyunca kontrolumuzda olmayan bölge içinde emperyalist küresel güçlerin devrede olduğu tipik bir asimetrik savaş tüm hızıyla devam etmektedir. Bununla ilgili IŞİD, PKK, KOBANİ, PYD, HİZBULLAH kavramları Türkiye gündeminin değişmez temalarıdır..
Bugün sınırlarımız dışında, oluşmasında Türkiye’nin de büyük günahı olduğu iddia edilen müthiş bir sıcak savaş yaşanıyor. Yıkılması için gün sayılırken, arkasına Rusya-Çin-İran gibi güçlerin desteğini alan Beşar Esad Suriye’de iktidarını sağlamlaştırıyor. Irak ve Suriyeyi parçalamak için batının destek vererek yaşattığı terör örgütleri içinde en güçlüsü olan IŞİD Suriye ve Irak topraklarının büyük bir kısmında hakimiyetini kuruyor..
Ülkemizde 2.5 milyon Suriyeli mülteci serseri mayın gibi kontrolsuz ve başıboş dolaşıyor. Elek haline dönen Suriye sınırımızdan geçen mülteciler ülkenin her yanını güvensiz hale getirirken kendine yetmeyen ekonomimizi felç ediyorlar.
Suruç’un güneyinde Suriyeli Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı Kobani kasabasında IŞİD ve PYD örgütleri kıyasıya savaşıyor. Bölgeden kaçan Suriyeli Kürtler Türkiye’ye sığınıyor. ABD ve müttefikleri “IŞİD’a karşı hareket ediyoruz” bahanesi ile tüm bölgede havadan kurduğu hakimiyetini sürdürüyor. Yani Irak petrollerinin Akdenize kesintisiz inmesini sağlayacak bir Kürt koridorunun hazırlanması için batılı güçler tüm imkanlarını kullanıyorlar. Türkiyede buna her şekilde katkıda bulunuyor.
Güney sınırlarımızda durum böyle iken PKK terör örgütü yandaşları; tüm Türkiyede devletin tüzel kişiliğine, bayrağına, Atatürk heykellerine, okullarına, belediye binalarına, devletin araçlarına, bankalarına saldırıyor, yakıyor ve yıkıyorlar. evletle savaşan PKK yandaşları bu yıkımın sebebi olarak Türk askerinin IŞİD’e karşı savaşmamasını gösteriyorlar. Okullar, bankalar ve devlet daireleri kapatılıyor. Bir bakıma Doğu ve Güneydoğu Anadolu şehir ve kasabalarında fiilen savaş hali yaşanıyor.
Bugün Türkiyede, tüm özellikleri ile süren Asimetrik Savaştan artık hiç kimse önünü göremiyor. Yetkili ve etkili devlet erkanı ise vatandaşlarını bilgilendirip aydınlatacak yerde anlamsız mesajlarla kafaları bulandırıyorlar.
Geçen 7 yıl içinde Ergenekon, Casusluk ve Balyoz operasyonları ile ordunun komuta kademesi darmadağın ediliyor, İstihbarat ve bilgi edinme kaynakları kanunla elinden alınarak MİT’e bağlanıyor, TSK Genel ihtiyatını teşkil eden Jandarma Genelkurmayın elinden alınarak kaymakam ve valilere bağlanıyor. Bu şartlarda, Türk askeri çözüm süreci adı altında hapsedildiği kışlalarında çevresinde neler olup bittiğini anlamaya çalışıyor. Geçmişte terörle mücadelede başarılı olan tüm birlik komutanlarının önceden oluşturulmuş gizli tanık ifadeleriyle birer birer tutuklanıp hapsedilmelerinin yarattığı moral yıkımının etkileri tüm subaylarının beyinlerinde henüz canlılığını koruyor.
Özetle, yandaş medyanın tüm örtme çabalarına rağmen Türk halkı ülkenin sürüklendiği batağı görüyor ve geleceğine güvenle bakanların sayısı azalıyor.
13 yıldır tek parti iktidarındaki Türkiye Cumhuriyeti, birbiri ardından yapılan ciddi yanlışlarla tükenmiş ve iflasın eşiğine gelmiştir. Bu şartlarda sınırlarımız dışına asker gönderilmesi, yani Ortadoğudaki sonu gelmeyen sıcak mezhep çatışmalarına dahil olunması taammüden cinayettir. Bu davranış yeni bir dünya savaşını tetikliyerek T.C Devletinin ve Türk milletinin sonunu hazırlayabilir.
Topraklarında bağımsız ve dik duran birlik ve beraberlik içinde 76 milyonluk Türkiye’nin varlığı bu bölgede istikrarın temini için kafidir. IŞİD, PYD ve diğer terör örgütleri Irak ve Suriye’nin iç işidir. Güneyimizde Kürt koridorunun kurulmasını önlemenin yolu Suriye topraklarını işgal etmek değildir. Eğer biz sınırlarımızı her türlü terörist geçişine kapatırsak ve topraklarındaki terör örgütlerine karşı ülke bütünlüğünü sağlamaya çalışan Beşar Esad’da destek olursak onlar kendi topraklarını kendileri korurlar. O topraklar ın korunması için Mehmetçik kanının dökülmesi gerekmez. Terörü desteklemeyelim o yeter. Bırakalım herkes kendi evinin içini temizlesin. Bizi Suriye’nin bölüp parçalanması değil, istikrarı daha çok ilgilendirmektedir.
Bizim öncelikli işimiz; Suriyedeki ayrılıkçı güçlerle savaş olamaz. Bizim işimiz ülkemiz içindeki ayrılıkçı PKK terörü ile mücadele ederek kaybetmek üzere olduğumuz toprak bütünlüğümüzü sağlamak olmalıdır. Nereye sürükleniyoruz ? sorusu herkesin kafasını kurcalamaktadır. Bunun cevabını yöneticilerimiz halka vermek zorundadırlar.
Ömrü savaş meydanlarında geçen ve kurtuluş savaşını kazanarak Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Atatürk; “Millet hayatı tehlikeye uğramadıkça harp bir cinayettir” sözleriyle savaş ile ilgili karar alıcılara gereken emri net bir dille vermiştir. Atatürk, bu sözleri bugün hızla sürüklendiğimiz Suriye ile savaş gibi durumları çok önceden görerek söylemiştir. Gazi, burada “harp” sözcüğü ile iki tarafın orduları dahil topyekün tüm milli güç unsurlarıyla her alanda yaptıkları sıcak çatışmayı tanımlamaktadır.
Mahalli çatışmaları kendi milli çıkarları için yönlendiren küresel güçler dışında birbiri ile savaşan devletler bu tip savaşlar sonunda galip gelseler dahi maddi ve manevi çok büyük kayba uğrarlar. Çünkü bu savaşların tek galibi ülkeleri savaşa sürükleyen küresel güç odaklarıdır.
Onlar hep kazanırken sudan sebeplerle çatıştırılan ülkelerin kayıplarının telafisi kolay olmaz. Savaşan milletlerin refah ve gelişmişlik seviyelerinin savaş öncesi durumlara ulaşması ise uzun zamana ve büyük maddi desteğe ihtiyaç gösterir. Doğal olarak bu seviyeye ulaştırılmaları da yine onları çatışmaya sokan güçlerin maddi katkıları ile olacaktır. Yani onlar bu şekilde hem çatışan ülkelerin yönetimleri üzerindeki denetimlerini pekiştirecekler hemde maddi kazançlarını katlıyacaklardır. Ve bu vahşi düzen yüz yıldır değişmeden devam etmektedir.
Küresel odaklar, Suriye ve Türkiye’yi savaştırarak ülkemizi BOP haritasında gösterildiği şekilde bölmeyi hedefliyorlar. Suriye ile birlikte karşımızda Rusya-İran-Çin ittifakı bulunmaktadır. Türk ordusu IŞİD veya PYD/PKK bahanesi ile Suriye’ye saldırırken Rusya ve İrandan petrol ile doğalgaz sevkiyatının kesilmesi dahi bizim savaşı başlamadan kaybetmemiz gibi bir sonucu doğuracaktır. Burada istenen Türkiye’nin zayıf, güçsüz ve birilerinin desteğine muhtaç halde bulundurulmasıdır.
Küresel güçlerin emperyalist hedeflerine katkıda bulunacağım diyerek bu acı faturayı Türk halkına ödetmeğe kimsenin hakkı yoktur.
Sanal gündemlerle kafası karıştırılan milletimizi adeta algılama yeteneğini yitirmiştir. Oysa tüm olumsuz şartlara rağmen Türk toplumunu yıkıma götürecek sıcak savaşa dur demek görevi tek tek bu necip milletin fertlerine düşmektedir.
Türk insanı Suriye ile asla savaş istemediğini her yerde haykırmalı ve olayların kontrolünü kaybetmiş olan yöneticilerini teröristlerle değil, ülkesinin toprak bütünlüğünü savunan Esad yönetimi ile işbirliği yönünde uyarmalıdır.
Emperyalist saldırıları ancak Türk milletinin hür iradesi ve vicdanından gelen vatan ve millet aşkıyla göstereceği dik duruşlar önleyebilir. Bu maksatla halkımız birilerinin kendisine önder olmasını beklememelidir. Herkes kendi iş ve sosyal çevresinde etrafında olan kendisi gibi düşünenlerle bir araya gelip savaşa doğru bu korkunç gidişe dur demelidir..
İnanıyorum ki Türk milleti tarihten gelen sağduyusu bütün savaş oyunlarını bozacaktır. Atatürk’ün söylemi ile “Muhtaç olduğu kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur.”
Sonuç olarak; Türk Ordusu, tüm sıkıntılarına rağmen mevcut potansiyeli ile bölgedeki savaşın savaşan tarafı değil, aksine savaşı durduracak güç olmak zorundadır. Bu tarihi misyonu başarması için tüm milleti kucaklayacak ve komşularıyla dostluk ilişkilerini yeniden tesis edecek güçlü bir siyasi desteğe ihtiyaç vardır.
Dr. Tahir Tamer Kumkale
http://www.kumkale.net
https://kumkale.wordpress.com
https://kumkale.wordpress.com/2015/06/29/turk-askerinin-ortadogudaki-kuresel-petrol-savaslarinda-yeri-yoktur-bu-oyuna-dur-diyelim-2/
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder