24 Eylül 2017 Pazar

PKK PYD’nin Yabancı Teröristleri

PKK PYD’nin Yabancı Teröristleri,


PKK/PYD’nin Yabancı Teröristleri

Yazar: Erol Başaran Bural


Yabancı Savaşçı ve Yabancı Terörist Savaşçı Kavramları

Yabancı Savaşçı ” kavramı akademik literatürde; “Taraflardan herhangi birinin vatandaşı olmayan, yurt dışından çatışma bölgesine giden, maddi bir kazanım elde etmeden kendine göre bir davayı güderek bir iç çatışmada yer alan grup ya da orduya katılan kişi” olarak tanımlanıyor.[i]

Kavram; ilk olarak İspanya’da 1936–1939 yılları arasında, Cumhuriyetçiler ve Franco liderliğindeki Milliyetçiler arasında yaşanan İspanya İç Savaşı süresince, 
Cumhuriyetçiler saflarına katılmak için, 50’ye yakın ülkeden 35- 40.000 kişinin İspanya’ya gelmeleri ile gündeme gelmiştir.[ii],[iii] İç savaş boyunca yaşanan 
çatışmalarda yaklaşık 500.000 insanın yanı sıra, Abraham Lincoln Taburu ismi altında örgütlenen yaklaşık 3.000 ABD vatandaşından 750’si İspanya’da hayatını kaybetmiştir.[iv]

Okuyanlar hatırlayacaktır, Amerikalı yazar Ernest Hemingway Çanlar Kimin İçin Çalıyor kitabında, İspanyol İç Savaşında patlayıcı uzmanı olarak görev alan Amerikalı bir İspanyolca profesörünün (Robert Jordan) gözünden bu savaşı betimlemişti. Bu meşhur edebiyat eserinde Hemingway bir yabancı savaşçıyı anlatıyor.

İspanya’dan sonra dünyanın çeşitli yerlerine yabancı savaşçı akışı devam ediyor. Sovyet karşıtı cihat anlayışı ile 1980’lerde Afganistan’a giden, sayıları tam olarak bilinmemekle birlikte 10.000 ile 35.000 arasında olduğu tahmin edilen yabancı savaşçı bu açıdan dikkat çekiyor. Afganistan’da Sovyet işgalinin sona ermesinin ardından çatışma tecrübesi kazanan bu şahıslar Bosna’ya doğru hareket ediyor.[v] 1990’lı yılların başında yaklaşık 1.500 yabancı savaşçı Bosna’da Sırplara karşı savaştı. 

Bosna’daki yüzlerce yabancı savaşçı buradan Çeçenistan, Pakistan ve Afganistan’a gitti. 11 Eylül saldırılarını düzenleyenlerden ikisi ve Amerikalı rehine Daniel Pearl’ün katili ile El-Kaide kadrolarındaki pek çok kişi Bosna’da yetişmişti. Bosna’da üçyüzü aşkın yabancı savaşçı öldü.[vi] Yabancı savaşçılar problemi, NATO birlikleri ile girdikleri çatışmalardan sonra uluslararası aktörlerin de dikkatini çekmiş ve bu savaşçıların çoğu, Dayton Anlaşması ile Bosna’dan tahliye edilmişti.[vii]

Bosna’da tecrübe kazandıktan sonra 1999’da Çeçenistan’a gelen yabancı savaşçılar, Basayev’in liderliğindeki yerel radikal İslamcı gruplarla koalisyona girip örgütlenmeye devam etmiştir. Başlangıçta Çeçenistan’da savaşan Arap savaşçı sayısı 300 civarındadır ve ileri yıllarda bunlara Bosna ve Azerbaycan’dan katılımlar devam etmiştir. 

İkinci Çeçen savaşından önce toplamda 600 civarında yabancı savaşçının bu bölgede olduğu ifade edilmektedir.[viii]

Yabancı savaşçı kavramı IŞİD’in 2014 yılında Suriye ve Irak’ta hızla yayılmaya başlaması ile birlikte yeniden kamuoyu gündemine gelmişti. O zamana dek kullanılan 

“ Yabancı Savaşçı ” kavramı, IŞİD’e birçok ülkeden katılım olmasıyla birlikte “Yabancı Terörist Savaşçı (YTS)” tanımlamasına evrildi. 

Özellikle IŞİD’in dünyanın her tarafından Müslümanlara “Hicret” çağrısı yaparak “sözde İslam Devleti”ne davet etmesi, 24 Eylül 2014’te Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) tarafından YTS başlıklı 2178 sayılı kararın alınmasına neden oldu[ix].

Belirli koşullar altında, yabancı savaşçıları terörist olarak tanımlayan ve bu olgu ile başa çıkmak için bir yol haritası sağlayan BMGK’nın 2178 sayılı kararında YTS; ikamet etmekte veya uyruklarının bağlı bulunduğu bir devletten başka bir devlete, terörist faaliyetler gerçekleştirmek, planlamak, hazırlığı içinde olmak veya katılmak amacıyla seyahat eden; ya da silahlı çatışmalarla ilişkili olanlar dâhil olmak üzere terör eğitimi alan veya veren şahıslar şeklinde tanımlanıyor.[x]

IŞİD terör örgütünün “Hicret” çağrısına cevap veren YTS sayısı tam olarak bilinmiyor. New York merkezli The Soufan Group Strateji Araştırma Merkezinin 2015’de yayımladığı Suriye ve Irak’taki Yabancı Savaşçılar Raporuna göre, 2014’te 12 bin olarak tahmin edilen Suriye’de IŞİD’e katılan YTS sayısı, Aralık 2015 itibarıyla, yaklaşık 100 farklı ülkeden 27 bin ile 31 bin arasında olarak belirtiliyor. Aynı raporda Türkiye’den 2.100 kişinin Suriye’ye giderek IŞİD terör örgütüne katıldığı da ifade ediliyor.[xi] 

Farklı kaynaklar ise Suriye’deki iç savaşa 80’den fazla ülkeden katılan toplam savaşçı sayısının 50.000 ile 80.000 arasında olduğunu belirtmektedir.[xii]

PKK/PYD’ye Katılan Yabancılar

Suriye’de artan IŞİD varlığının ardından, 2014 yılından itibaren tıpkı IŞİD’e olduğu gibi PKK/PYD terör örgütüne birçok ülkeden katılan yüzlerce yabancı terörist olmasına rağmen, batılı ülkelerin PKK/PYD algısı nedeniyle bu kişiler gönüllü savaşçılar, lejyonerler gibi isimlerle anılıyorlar. Batılı ülkeler sadece radikal din temelli terör örgütlerine katılan yabancılarla ilgilenirken, PKK terör örgütünün Suriye kolu olan PYD’ye katılan Avrupalılarla ilgili hiç bir işlem yapılmıyor. Ülkemizde de birkaç araştırma dışında PKK/PYD’ye katılan yabancılarla ilgili veriye ve yoruma rastlanılmadığı da başka bir gerçek.

PKK/PYD 2014 yılında internet ve sosyal medya üzerinden IŞİD’e karşı savaşmak üzere yabancıları davet ederek terör örgütüne eleman devşirmeye başlıyor. 
Rojava Aslanları (Lions of Rojava) adı ile açılan sosyal medya hesapları ile genel ağ sayfaları İngilizce olarak hazırlanmış ve Avrupa /Amerikalılara hitap etmek üzere tasarlanmış. İnternet üzerinden PKK/PYD’yi takip eden yabancılar ilk yıllarda Süleymaniye üzerinden Suriye’ye geçiş yaparlarken bir süre sonra Irak Kuzeyi Bölgesel Yönetimi bu geçişleri engellemeye başlıyor. Bu kişiler, İspanya İç Savaşındaki Abraham Lincoln Taburunun isminden de esinlenerek 2015 yılında sözde Uluslararası Özgürlük Taburu (UÖT) adı altında toplanıyorlar.

İnternet ve sosyal medya üzerinden düzenlenen kampanyanın da etkisiyle, Birleşik Krallık, ABD, Kanada, Avustralya, Almanya, Danimarka, Yunanistan, Finlandiya, Fransa ve hatta Çin’den gelen yaklaşık 400 yabancı teröristin PKK/PYD saflarına katıldığı açık kaynak bilgilerinde yer alıyor.[xiii]

UÖT çatısı altında batılı ülkelerden gelen dört önemli grup bulunmakta. Bunlardan birincisi Yunanistan menşeli Enternasyonal Dayanışma Devrimci Birliği (Revolutionary Union for Internationalist Solidarity). Diğeri birçok ülkeden gelen yabancıları barındıran ve bir İtalyan tarafından yönetilen Uluslararası Anti Faşist Taburu (The Antifascist Internationalist Tabûr). Henri Krasucki Tugayı ise adını Fransız işçi hakları savunucundan alan bir Fransız birimi. Sonuncu birim de yine ismini bir işçi hakları savunucundan alan İngiliz birimi: Bob Crow Tugayı. Bu dört birim ÜÖT adı altında birleşerek PKK/PYD çatısı altında birlikte hareket ediyor.[xiv] 

Bununla birlikte PKK/PYD’ye katılan yabancılardan 17’sinin bölgede yaşanan çatışmalarda öldüğü görülüyor.[xv]

PKK/PYD’ye Neden Katılıyorlar?

Suriye’de yaklaşık 50 ABD vatandaşı PKK/PYD saflarında yer alıyor. ABD vatandaşlarının neden Suriye’ye gelerek PKK/PYD’ye katıldıklarına ilişkin yapılan bir inceleme; bu kişilerin %59’unun eski ABD askerleri olduğunu, bu şahıslardan Keith Broomfield’ın 2015 yılında Ayn El Arab’da hayatını kaybettiğini ortaya koyuyor. Aynı çalışma ABD vatandaşlarının; moral çöküntüsü, IŞİD’in Hristiyanları öldürmesi, macera arayışı ya da can sıkıntısı, silah arkadaşını çatışmalarda kaybetmek ve ABD politikalarına karşı duyulan hoşnutsuzluk nedeniyle PKK/PYD’ye katıldıklarını vurguluyor.[xvi]

PKK/PYD’ye Katılan Yabancılar Yabancı Savaşçı mı, YTS mı?     

PKK/PYD’ye katılan batılılar kendilerini; Suriye kuzeyinde sözde devrim yapan özgürlük savaşçılarına yardıma koşan şahıslar olarak adlandırıyorlar. 
Bu şahısların kimilerince yabancı savaşçı, kimilerince lejyoner paralı askerler olarak adlandırıldığı görülürken, aynı şahısların sayılı miktarda Türk akademisyen tarafından YTS olarak adlandırıldığı görülüyor. Bu kişiler yabancı savaşçı mı yoksa YTS mı sorusunun cevabı, PYD bir terör örgütü mü, değil mi sorusunun cevabı ile örtüşmekte. Türkiye’ye göre delilleri ile sabit olmakla birlikte PYD, PKK terör örgütünün bir parçası iken, kısa vadede ve taktiksel açıdan gerekli olduğu için aynı PYD batılı ülkeler için terör örgütü değil. Bu ikiyüzlü ve ikircikli yaklaşım PKK/PYD terör örgütüne katılan yabancıların isimlendirmesini de etkiliyor.

2178 sayılı BM kararında belirtilen YTS tanımlamasına bakıldığında, PKK/PYD’ye katılan yabancıların;

-        İkamet etmekte veya uyruklarının bağlı bulunduğu bir devletten başka bir devlete hareket ettikleri

-        Türkiye tarafından terör örgütü olarak kabul edilen bir oluşumun içinde yer aldıkları,

-        PKK/PYD’den silahlı ve ideolojik eğitim aldıkları aşikâr olduğundan, Türkiye için bu şahıslar yabancı teröristler olarak kabul edilmelidir.

Batılı Ülkeler Yabancı Savaşçılara Nasıl Bakıyor?

Batılı ülkeler IŞİD terör örgütünü hem Suriye ve Irak hem de tüm dünya adına büyük bir tehdit olarak gördüklerinden, IŞİD’e karşı savaşmak adına PKK/PYD’ye katılan şahısları yabancı terörist olarak görmüyorlar.Senin teröristin, benim teröristim ayrımı, senin yabancı teröristin benim yabancı terörist savaşçım ayrımında kendisini buluyor.

Birleşik Krallık yabancı savaşçı olarak başka bir ülkeye gidilmesini illegal olarak görüyor. Ancak yaklaşık 100 yıldır bu yasanın uygulamaya konulmadığı biliniyor. Aynı çerçevede, 2016 yılında Brexit sonrası görevini bırakan Birleşik Krallık Başbakanı David Cameron Kürtlerle ve IŞİD’le birlikte savaşmak arasında temel bir fark bulunduğunu belirtmişti.[xvii] Avustralya ülkesinden yabancı savaşçı olarak başka bir ülkeye seyahati kesin olarak yasaklamış.[xviii] ABD Hükümeti, ABD vatandaşlarının Suriye ve Irak’a giderek IŞİD’e karşı savaşmalarını desteklemediğini, ancak bu kişilere karşı bir yasal düzenlemenin de bulunma dığını ifade ediyor.[xix]

PKK/PYD’ye Katılan Yabancı Teröristlerle Yapılan Röportajlar Ne Anlatıyor?

Çok sayıda batılı medya kuruluşu 2014 yılından günümüze dek PKK/PYD’ye katılan yabancı teröristlerle söyleşiler yaptı. Yapılan söyleşilerin açık kaynaklarda yer alan bölümlerinden öne çıkan hususların söylem analizi neticesinde bu şahısların;

-       Bir kısmının eğitim hayatında başarısız, toplum içerisinde yer bulamamış kişilikler olduğu,

-       Markist-Leninist sol gruplarla etkileşim içinde oldukları,

-       Katılımlarının hemen ardından bir-bir buçuk aylık eğitime tabii tutuldukları, eğitim sürecinde silah eğitimi, temel Kürtçe eğitimi, ideoloji, tarih ve siyaset 
dersleri aldıkları,

-       Bulundukları bölgelerde, hemen her yerde teröristbaşı Öcalan posterlerinin asılı olduğunu belirttikleri,

-       Bir kısmının Suriye kuzeyinde özerklik ve teröristbaşının manifestosunu okuduktan sonra katılma kararı aldığı,

-       İnternet üzerinden PKK/PYD ile irtibat kurduktan sonra kendilerine nasıl katılacaklarının yol ve yönetimini gösteren şifreli bir elektronik mektup 
gönderildiğini ifade ettikleri sonucuna ulaşılmıştır.[xx]

Yine çeşitli açık kaynak bilgilerinden, PKK/PYD terör örgütüne katılan yabancı teröristlerin;

-        Bulundukları bölgede yaşam şartlarının üst seviyede olduğu,

-        Arkadaşlık ilişkilerinin düzeyli ve samimi olduğu,

-        PKK/PYD içerisinde hiyerarşiye dayalı olmayan bir görev bilinci bulunduğu,          çeşitli kademelerde sorumluların bulunduğu ancak rütbelerinin olmadığı, 
         herkesin yeri geldiğinde eşit şartlarda görev yaptığı,

-        Suriye kuzeyinde Sosyalist düzene uygun bir komün hayatı yaşandığı,

-        Demokratik konfederalizmin en iyi örneğinin PKK/PYD’de görüldüğü,

-        PKK/PYD içerisinde kadın ve erkek eşitliğinin en üst seviyede hayata geçirildiği,

-       PKK/PYD içerisinde herkesin fikirlerini özgürce ifade edebildiği şeklinde açıklamalarda bulunarak, PKK/PYD terör örgütünü parlatarak Avrupalı /Amerikalı şahısların katılımlarını teşvik edecek şekilde propaganda yaptıkları açıkça görülmektedir.[xxi], [xxii]

Sonuç

Yabancı teröristler kavramı ülkemiz için oldukça önemlidir. 2014 yılından bu yana Suriye ve Irak’ta yaşanan gelişmeler neticesinde IŞİD’e katılan yabancı terörist savaşçılardan en çok etkilenen ülkelerin ilk sırasında ülkemiz gelmektedir.

Terör, terörizm, terör örgütü tanımlamasında uluslararası bir konsensusun bulunmaması gibi yabancı savaşçı-yabancı terörist savaşçı-yabancı terörist kavramlarının tanımlaması ve yaklaşımı da ülkelere göre farklılık göstermektedir.

Suriye’de PKK/PYD’ye katılarak, terörist başı Öcalan’ın posteri önünde kameralara poz veren batılılar; “PYD terör örgütü değildir, bizler de burada Suriye kuzeyindeki devrime yardımcı olmak adına bulunuyoruz” söylemine sığınmaktadırlar.

Yabancı terörist savaşçı kavramı BM tarafından sadece IŞİD’i kapsayacak şekilde tanımlanmıştır. Batılı ülkeler IŞİD’in ortaya çıkmasıyla birlikte öncelikle kendilerinin ve ardından dünya ülkelerinin güvenliğini sağlayabilmek için BM başta olmak üzere alınan tüm kararların odağına IŞİD’i yerleştirirken PKK/PYD gibi Türkiye’ye karşı tehdit terör örgütlerini bu kapsama almamıştır.

Bugüne kadar PKK/PYD’ye katılan yabancı teröristlerin IŞİD’e karşı savaştığı bilinmektedir. Ancak PKK/PYD bünyesindeki yabancı teröristlerin IŞİD’le mücadele sona erdiğinde PYD’li teröristlerle birlikte ülkemize ya da Suriye’deki birliklerimize yönelik bir terörist eylem de bulunmayacakları garantisi var mıdır? IŞİD Suriye’den temizlendiğinde bu şahıslar buhar olup uçacaklar mı? Aynı şekilde Markist Leninist kimliği ile bilinen bu şahısların ülkelerine döndüklerinde kendi fikirlerinin aksine düşünen bir gruba karşı terörist tehdit oluşturmayacaklarını kim söyleyebilir?

PKK/PYD’de mevcut yabancı teröristlerin tespiti mutlak olarak istihbarat birimlerimizce yapılmıştır. Aynı şekilde bu şahısların bir tehdit oluşturduğu /oluşturacağı yönünde kaynak ülkelere gerekli bilgiler aktarılmalı, büyük ihtimalle Türkiye üzerinden ülkelerine dönecekleri göz önüne alınarak takip edilmeleri, yakalanmaları ve yargı önüne çıkarılmaları sağlanmalıdır.


DİPNOTLAR & KAYNAKÇA ;

[i] Haldun YALÇINKAYA, (2015), Birinci Yılında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 2178 Sayılı Kararı ve Yabancı Terörist Savaşçılar, Ortadoğu Analiz Dergisi, s.59

[ii] Bazı araştırmacılara göre, Yunanlıların 1821’de Osmanlı’ya karşı başlattıkları isyanda, Osmanlı’ya karşı savaşmak üzere Yunanistan’a gelen yabancılar kavram için milat alınmakla birlikte, bu hususta çok da fazla kaynağa rastlanılmamaktadır.

[iii] Dietrich Jung, (2016), The Search for Meaning in War: Foreign Fighters in a Comparative Perspective, Istituto Affari Internazionali, ISSN 2280-4331 | 
ISBN 978-88-98650-81-1, s.1-2

[iv] https://www.foreignaffairs.com/reviews/review-essay/spain-s-foreign-fighters, Spain’s Foreign Fighters, The Lincoln Brigade and the Legacy of the Spanish Civil War  (Son Erişim Tarihi: 10.06.2017)

[v] Maria Galperin Donnelly, (2015), Foreign Fighters in History, Center for Strategic and International Studies, s.1-5

[vi] http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/07/150703_bosna_cihatcilar (Son Erişim Tarihi: 09.06.2017)

[vii]  Ahmet Tolga Türker, (2013), Kuzey Kafkasya’da Aşırı İslamcılığın Yükselişi: Kafkasya Emirliği’nin Analizi, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt 68, No. 3, S.159

[viii] Ahmet Tolga Türker, (2013), Kuzey Kafkasya’da Aşırı İslamcılığın Yükselişi: Kafkasya Emirliği’nin Analizi, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt 68, No. 3, S.151

[ix] Haldun Yalçınkaya, (2015), Birinci Yılında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 2178 Sayılı Kararı ve Yabancı Terörist Savaşçılar, Ortadoğu Analiz Dergisi, s.59

[x] Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 24 Eylül 2014 tarihli ve 2178 sayılı kararı (http://www.un.org/en/sc/ctc/docs/2015/SCR%202178_2014_EN.pdf)

[xi] The Soufan Group, (2015), An Updated Assessment of the Flow of Foreign Fighters into Syria and Iraq, s.1-5

[xii] Tuncay Kardaş ve Ömer Behram Özdemir, (2015), Avrupalı Yabancı Savaşçılar Kimlik, Sosyal Medya ve Radikalleşme, SETA Siyaset, Ekonomi ve 
Toplum Araştırmaları Vakfı Yayınları, sf.8

[xiii] http://www.rferl.org/content/islamic-state-ypg-foreign-fighters/26690432.html, 
       http://www.usatoday.com/ story/ news/ world /2014/10/06/jordan-matson-joins-kurds-against-islamic-state/16796487, 
       http://www.bbc.com/news/world-middle-east-29705167, 
       https://news.vice.com/article/a-divorced-father-of-two-from-ohio-is-fighting-the-islamic-state-in-syria, 
       http://www.bbc.com/news/world-asia-china-35036879, 
       http://news.nationalpost.com/news/second-canadian-vet-battling-isis-brandon-glossop-felt-need-to-go-after-ottawa-quebec-attacks  
       (Son Erişim Tarihi: 14.06.2017)

[xiv] The Carter Center, (2017), Foreign Volunteers for the Syrian Kurdish Forces, s.1-3

[xv]  http://PYD-international.org/page/7 (Son Erişim Tarihi: 13.06.2017)

[xvi] Nathan Patin, (2015), The Other Foreign Fighters An Open-Source Investigation into American Volunteers Fighting the Islamic State in Iraq and Syria, Bell¿ngcat, s.14-35

[xvii] http://www.reuters.com/article/us-syria-fighters-idUSKBN0KE09Q20150105(Son Erişim Tarihi: 13.06.2017)

[xviii] https://warontherocks.com/2016/09/transnational-volunteers-americas-anti-isil-fighters (Son Erişim Tarihi: 13.06.2017)

[xix] http://www.mensjournal.com/adventure/collection/is-it-legal-to-go-overseas-and-fight-isis-20150324 (Son Erişim Tarihi: 13.06.2017)

[xx] http://www.rollingstone.com/politics/features/american-anarchists-ypg-kurdish-militia-syria-isis-islamic-state-w466069 (Son Erişim Tarihi: 13.06.2017)

[xxi] http://newsinfo.inquirer.net/879272/fight-is-start-revolution-why-foreigners-join-syria-kurds (Son Erişim Tarihi: 14.06.2017)

[xxii] https://itsgoingdown.org/experiences-rojava-interview-anarchist-ypg-volunteer (Son Erişim Tarihi: 14.06.2017)


http://www.21yyte.org/tr/arastirma/terorizm-ve-terorizmle-mucadele/2017/06/14/8658/pkkpydnin-yabanci-teroristleri

***

22 Eylül 2017 Cuma

MEHMED ÂKİF ERSOY'DAN NÜKTELER

MEHMED ÂKİF ERSOY'DAN NÜKTELER


Yazar Prof. Dr. Nihat ÖZTOPRAK   


Âkif döneminde Avrupa’ya gitmek aydınlar arasında âdeta moda olmuştu. Herkes mutlaka bir vesileyle gider ve çoğu hayranlıkla dönerdi. Âkif de Berlin’e gidenler arasındaydı. 
Döndüğünde biri sordu:

–Berlin’de ne var ne yok üstat?

Âkif şöyle cevap verdi:

–Ne olsun. Gördüğüm kadarıyla yaşayışları dînimiz gibi, dinleri yaşayışımız gibi.1

Âkif, gözlemci olarak Avrupalıların yaşayışı ve bizim yaşayışımız arasında ilişki kurup dersler çıkarmıştır. Ama çoğu kişi için durum aynı değildi. Etraf, Avrupa’ya tahsile gidip döndükten sonra bize ait bütün değerleri hor gören gurur âbidesi insanlarla doluydu. Bunlardan birini Âkif şöyle uyarmak zorunda kalmıştı:

“Siz insanlara eskiden Fatih minaresinden bakardınız, şimdi Eyfel Kulesi’nden mi bakıyorsunuz?”2

Bu tür Avrupa yobazlarının bazıları işi daha da ileri götürerek Fransızca kelimelerle konuşmayı moda gibi görüyorlardı. Öyle anlaşılıyor ki bugün Türkçeyi bilim dili olarak görmek istemeyenlerin dedeleri bunlardı. Halkın da hiç beğenmediği bu tipleri Âkif öyle hicvetmiştir ki sesi ve tesiri günümüze kadar gelmiş:

–Ayağmı ezdin adam... Patlıyor musun ne zorun?

–Vurursam ağzına!..

             –Yâhû! Gürültünüz ne? Durun!

–Yavaş be!

 –Çüş be! Gözün kör mü?

            –Pardon

            –İllâllah!

–Nasıl ki çıktı şu «pardon» eşeklik oldu mubah!3

Bugün de, yaptığı kabalığı «pardon» diyerek geçiştirmeye çalışanlara, halkın; «Pardon çıkalı eşekler çoğaldı!» şeklinde verdiği cevabın kaynağı herhâlde merhum  Âkif’in yukarıdaki nükteli mısraları olmalıdır.

Âkif, Avrupa’ya gidenlerin çoğu gibi orada şaşkın ve aylak aylak dolaşmak yerine, bir zamanlar korkuyla karışık hayranlıkla Türk’ün gelenek ve medeniyetini öğrenmeye çalışanların hangi sebeplerle Avrupa medeniyetini kurduklarını araştırmış ve bu amaçla onların eserlerini titizlikle okumuştu. Bu yüzden Avrupa ile ilgili hemen her konuda münevverlere cevap verir, verdiği örneklere ise «Avrupa âyetleri» derdi. Onlara;

“Durun ben size Avrupa âyetleri okuyayım.” der mevzû-ı bahs olan meselede Avrupa âlimlerinin neler dediklerini hangi memleketlerde o meselenin ne sûretle tatbik edildiğini sayar, döker nihayet muhatabını yola getirirdi. Üstâdın kafasında «Avrupa âyetleri» o kadar çoktu ki...4

CAHİLLİK

Mehmed Âkif, gördüğü bir yanlışlığı güzel bir üslûpla, mümkünse muhatabı kırmadan düzeltmeye çalışırdı. İtirazları esnasında, muhatap yanlışını kabullenmiyorsa hak ettiği cevabı vermekten de çekinmezdi.

Bir gün mevlid dinliyordu. Güzel sesli mevlidhanlardan biri okurken üst üste yanlışlar yaptı. «Muhammed» ile «Mustafâ» kelimelerinin yerlerini bile değiştirdi. 
Mevlid bitince Mehmed Âkif;

“–Bazı değişiklikler yaptın, bu değişikliklerle vezin dahî bozulur.” diyerek uyarmaya çalıştı.

Mevlidhan;

“–Sen ne bilirsin! Onu bana hocam öyle öğretti.” deyince Âkif gülerek;

“–Öyleyse hocan da sen de Az Cahil değilmişsiniz!” dedi.5

ÂKİF’İN BÜLBÜLÜ KANATSIZ, KUYRUKSUZ OLMUŞ

Gerçekten mevlid okumak bir sanattır. Mevlid okumak için yalnızca sesinin güzel ve mûsıkî bilgisinin var olması yeterli değildir. Okuyucunun metnin anlamına da 
dikkat etmesi, sesinin tonunu ona göre ayarlaması, vurguyu anlama göre yerli yerince yapması, mimikleri ona göre uygulaması gerekir. Aksi hâlde eserin dinleyici üzerinde bir tesiri olmaz. Dinleyici duygulandırılmak istenirken uyutulur. 18 Nisan 2009’da Bursa’da düzenlenen Kutlu Doğum Kutlamaları’nda bir konuşma yapan Emin IŞIK Hocamız da bu hususlara dikkat çekmişti. Emin Bey, Süleyman Çelebi’nin;

Bî-hurûf u lâfz u savt O Pâdişâh
Mustafâ’ya söyledi bî-iştibâh6 

beytinin okunuşundan dert yanmış, bu beytin; “O padişah harfsiz, sözsüz ve sessiz olarak Mustafâ’ya şüphesiz hitap etti.” şeklindeki anlamı dikkate alınarak özellikle birinci mısraın okunuşunda sesin alçaltılması gerektiğini vurgulamıştı.

Âkif de, benzer bir hususa dikkat çekmiştir. Bir gün yapmacıklı jest ve mimiklerle şiir okuyan birisi Âkif’in «Bülbül» şiirini Tâceddin Dergâhı’nda okudu. 
Şair bu okuyuşu hiç beğenmedi. O sırada bu okuyuşu nasıl bulduğunu soran birine şöyle dedi:

“Bu bülbül bizim Bülbül’e benziyordu ama ne kanadı kaldı ne kuyruğu!”7

DİŞİNİ GÖSTERMEMİŞ

Âkif’in nüktelerinin temeli söze, dolayısıyla kelimelere dayanır. Dikkati kelimeler üzerindedir. Fırsatını yakaladığı an nükteyi patlatır. Âkif hastanedeyken yakın dostu Ferid KAM onu ziyarete gider. Selâmlaşma, hâl-hatır konuşmalarından sonra, Âkif’in dişlerinin beyazlığı Ferid Bey’in dikkatini çeker. Hasta yanında espri yapıp konuşmayı hoş sohbete dönüştürmek isteyen Ferid Bey, Âkif’e;

“–Aman Üstad, dişlerin ne kadar da beyazmış!?.” der.

Âkif derhâl şu cevabı verir:

“–Ben sana bu zamana kadar Dişlerimi hiç göstermedim.”

« Dişini göstermek » deyiminin bu kadar anlamlı kullanılışına şahit olmak zor.

MEKTUP YAZMAK İÇİN NE LÂZIM?

Yukarıdaki kıssadan da anlaşılacağı üzere Ferid KAM, Mehmed Âkif’in yakın dostudur. Âkif’in Mısır’a gidişiyle, sık sık bir araya gelen bu dostların buluşmaları imkânsızlaşır. 
Aralarında o dönemde çok yaygın olan mektuplaşma da olmaz. Ancak Âkif’in annesi İstanbul’da vefat edince Ferid KAM, Âkif’e bir başsağlığı mektubu yazar. 
Daha önce hiç mektubu gelmeyen Ferid Bey’e Âkif şöyle nükteli bir cevap yazar:

“Yahu, Senden ses-sadâ çıkması için, Bizim evden Cenaze çıkması mı lâzım?”8

ELİMİ YENİ YIKADIM.;

Mehmet Akif öldüğünde hakkında yazılanlar öyle küçük bir hatırlama fasiküllerine sığacak ölçekte değildi. Çoğu kitap olacak boyuna idi. En link tespiti Hüseyin Cahit Yalçın yapmıştı:
Mehmet Akif’in hayatı eserlerinden çok daha muhteşem bir şiirdir..
Bir toplantıda zamane gençlerinden biri güya Mehmet Akif’i küçük düşürmeye çalışıp:

– Affedersiniz, siz baytar mısınız? , demiş.
Mehmet Akif hiç istifini bozmadan şu cevabı vermiş:

– Evet, bir yeriniz mi ağrıyordu?
Mehmet Akif Ersoy, yakın arkadaşlarından Bosnalı Ali Şevki Efendi ile sohbet ederken, Vefa yokuşundan söz açılır. 
Mehmet Akif:

– Bırak Ali Şevki, der. Şimdiki nesil o yokuşu çoktan dümdüz etti.
Bir gün mecliste Mehmet Akif konuşma yaparken, delegelerden birisi Akif’e “hıyar” fırlatmış. 
Akif’te o “hıyar”ı alarak “ beyefendilerden biri galiba kimliğini düşürdü.” demiştir.
Mehmet Akif, elini yıkadıktan sonra, Neyzen Tevfik’in kendisine uzattığı peşkirin kirini görünce ister istemez:

– Hayır, diye bağırmış. Elimi daha yeni yıkadım.

Sizler yabancısınız, üstelik de Türk! 
Ne işiniz var burada. geçip gidin memleketinize “ diyen Fransıza dedim ki:

– Gecenin karanlığı düştüğü vakitte başını kaldır, Gökyüzüne bak.Orada Ay ve Yıldızı göreceksin. 
Işte o Benim Bayrağımdır. Ve bayrağımın olduğu yerde ben yabancı değilim.

Akif’in karşılaştığı en ağır suçlama “ Balkan Harbi ” sırasında düşmanın Türk halkına reva gördüğü eziyetler karşısında “ Tükürün yüzüne bu Medeniyetin “ dediği için bu aydınlar tarafından “ Geri kafalı adam ” suçlamasıdır.

DİPNOTLAR;

1 Ethem ÇALIK, Şair ve Yazarlarımızdan Nükteler, İstanbul 1993, s. 136.

2 Ethem ÇALIK, a.g.e., s. 136.

3 Aslı için bkz. M. Â. Ersoy, Safahat (Eski ve yeni harflerle tenkidli neşir), haz., M. Ertuğrul DÜZDAĞ, İstanbul 1991, s. 299-300.

4 Hasan Basri ÇANTAY, Âkifnâme (Mehmed Âkif), İstanbul 1966, s. 42-43.

5 Âlim GÜR, «Mehmed Âkif’ten Nükteler», Türkiyat Araştırmaları Dergisi, sayı 5, Konya 1999, s. 208, 209.

6 Süleyman Çelebi, Mevlid, Sûfî Yay., İstanbul 2005, s. 112-113, b. 403.

7 Âlim GÜR, a.g.m., s. 230.

8 Âlim GÜR, a.g.m., s. 211.

***

IKBY Referandumu, Kerkük, Barzani'nin Rus Ruleti ve Garantörlük

IKBY Referandumu, Kerkük, Barzani'nin Rus Ruleti ve Garantörlük




Yazar: Cahit Armağan Dilek

Barzani ABD, İngiltere, Fransa ve Birleşmiş Milletler'den oluşan dörtlünün referandumun ertelenmesine yönelik 13 Eylül'de önerdikleri alternatif yeterli güvence ve garantiler mevcut değil diyerek geri çevirmesi Irak'ın kuzeyindeki kaosu, çatışma riskini ve belirsizliği daha da artırdı.

Bugün itibarıyla sahada, siyasette ve diplomaside ilgili aktörlerin aldığı pozisyon şunu göstermektedir: Barzani'nin ısrarla yapmak istediği referandumun yapılması Barzani açısından diğer dörtlü grubun alternatif önerisiyle ertelenmesiyle oluşacak durumdan çok daha kötü bir durum yaratacaktır. Barzani teklifi "şimdilik" kabul etmeyerek adeta blöf çekmiş, içeriğini tam bilmediğimiz öneride daha fazla lehte hükümlerin yer almasını sağlamayı hedeflemiştir. Barzani'nin bu açgözlülüğü ve bilinç altındaki "ya yine kandırılırsak, hazır avantajlı bir konjonktür yakalamışken bunu kendi lehimize kullanalım" güdüsüyle reelpolitiği zorlayan bir tutum içine girmesi Barzani'nin kaybetmeye başladığı nokta olmuştur.

Kürdistan'ın Kudüs'ü Kerkük Olmadan Olmaz

Barzani karşındaki cephe şimdilik bu blöfü ve açgözlülüğü görmüştür. Bu karşılıklı restleşme nedeniyle de arazide de durum Barzani aleyhine, bölge ülkeleri ve Türkmenler lehine  gelişmektedir. Kerkük'te Türkmenlerin ve Arapların referandumu boykot edecek olmaları, Türkmenlerin direneceklerini göstermeleri, Bağdat/İran destekli Haşdi Şabi'nin Kerkük'te Peşmergeye karşı pozisyon alması, Kerkük Valisinin görevden alınması ancak bunun tanınmadığın hem vali hem de Barzani yönetimince açıklanması nedeniyle oluşan siyasi boşluk Kerkük'te referandumun yapılmasını fiziken neredeyse imkansız hale getirmektedir. Dolayısıyla Kerkük'te şu anda oluşan askeri politik durum referandumunun yapılmasına izin vermeyecek durumdadır. Bu da Barzani'nin sadece mevcut yasal sınırları içinde yapacağı bir referandumu anlamsız hale getirecektir. Çünkü hep söylediğimiz gibi bu referandumun amacı bağımsızlık istendiğini göstermekten çok Kerkük ve diğer sözde tartışmalı toprakları Barzanistan ya da Kürdistan sınırlarına dahil etmektir. Bu nedenle Kerkük konusu bu referandumun ağırlık merkezini oluşturmaktadır. Onun içindir ki bütün gruplar aktörler orada pozisyon almakta üslenmektedir ve hatta ilk sıcak çatışmalar da orada yaşanmıştır.

Kerkük'ün dahil olmadığı bir bağımsızlık referandumu hem Barzani'nin kişisel siyasi hedeflerinden hem de bölge insanının büyük hedefleri olan bağımsız büyük Kürdistan hayalinden vazgeçmek zorunda kalmalarından başka birşey değildir. Çünkü Kerkük ile bağımsız bir Kürdistan'ın sürdürülebilmesi için gerekli ekonomik kaynağı sağlaması hedeflenmektedir. Bunun yanında bölge insanı üzerinde oluşturulan algı itibariyle "Kürtlerin Kudüs'ü" olarak sunulmaktadır. Bu anlamıyla da Kerkük Kürtler için etnik/dinsel açıdan kutsal bir sanal davayadönüştürülmüştür. Ancak Kerkük'ün bir Türk şehri olarak kurulduğu ve yüzlerce yıllık Türk kimliğini yok sayan, gerçeklere dayanmayan bir davadan sonuç almak mümkün olmayacak, Kerkük'ün gerçek sahipleri buna izin vermeyecektir.

Ayrıca IKBY meclisinde görüşülmüş ancak halk oyuna sunulamamış yani henüz yasallaşmamış taslak Kürt Bölgesel Yönetimi Anayasasında çizilen sınırlar içine edilmiş ve sözde Kürdistan'ın başkenti yapılması hedeflenen Kerkük'ün referanduma dahil edilemeyecek olması büyük Kürdistan hayalinin de suya düşeceğinin en önemli işareti olacaktır. Burada bağımsız bir Kürdistan kurulmasına açıktan destek veren tek ülke olan İsrail'in durumuyla hedeflenen Kürdistan arasındaki ilginç bir benzerliği de ifade etmekte fayda var. Bilindiği üzere İsrail Kudüs'ü kendi başkenti olarak ilan etmiş fakat BM ve uluslararası toplum Kudüs'ü değil Tel Aviv'i başkent olarak kabul etmiştir. IKBY de başkent olarak Erbil'i ilan etmiş ancak bahsedilen taslak anayasasında başkentin değiştirilebileceği ifadesi yazılmıştır. Bundan muradın birgün Kerkük'ün başkent olarak ilan edilmesidir. Barzani bir şekilde referandumu şimdi ya da ertelenmiş haliyle yapsa ve sonrasında da bağımsızlığı ilan edip Kerkük'ü başkent ilan etse İsrail ve Kudüs'ün durumuna düşmesi büyük ihtimaldir.

Barzani'nin pazarlık çıtasını çok yüksekte tutarak kendisine yapılan alternatif önerisini uygun ve yeterli görmemesi, karşısındaki cephenin genişlemesine ve tutumlarının sertleşmesine neden olmuştur. Daha önce sürekli ertelemeden bahseden ABD'den ilk defa referandumun iptal edilmesi sesleri gelmeye başlamış ve artık iptalden bahseder olmuştur. İran'ın en baştan buyana olan sert tutumu, sahada yapacaklarını (sınırın kapatılabileceği, anlaşmaların gözden geçirileceği vs) somut olarak açıklamasıyla devam etmiştir. Baştan buyana sanki Türkiye'yi ilgilendirmiyormuş gibi davranan Türk hükümeti, özellikle ABD'nin tavrını sertleştirmesiyle birlikte, referandumun Türkiye'nin ulusal güvenlik meselesi olduğu değerlendirmesine ulaşmış, 22 Eylül'de sert somut tedbirler açıklayacağını bildirmiştir. İngiltere ve Fransa gibi ülkeler de referandumun yapılmasını uygun görmediklerini açıklamak durumunda kalmıştır. İsrail ise bilinen pozisyonunu yani bağımsız Kürdistan'ı destekleyeceklerini bir kez daha açıklamış, hatta referandum etkinlerine destek olmak üzere IKBY'ye İsrail'den yetkililerin geldiği haberleri medyaya yansımıştır.

Rusya'dan siyasi destek ve Rus ruleti

Barzani, kendisinin ve makamının hiçbir yasal dayanağı olmadığı gibi referandum kararının da yasal dayanağının olmadığını, yapılacak bir referandumun uluslararası gözlemciler gözetiminde yapılmayacak olmasının referandumun ölü doğmasına yol açacağını, bölgesel ölçekte İran veya Türkiye, küresel ölçekte ABD veya Rusya'dan birinin tam desteğini almadan direnişini sürdüremeyeceğini, bağımsızlık yolunda ilerleyemeyeceğini çok iyi bilmektedir.

ABD, Türkiye ve diğer ülkelerin Barzani'nin referandum yapılacağını açıkladığı 07 Haziran'dan sonraki süreçte yumuşak bir tepki göstermesi bölgede bugün oluşan gergin ve yer yer çatışmalı ortamın oluşmasına neden olmuştur. Az sayıda uzmanın aylar öncesinden söylediği "referandumun bölgede çatışmalara yol açacağı öngörüsü ve Türkiye'nin güvenlik ve bekasıyla yakından ilgili olduğu tespiti" o zamanlar Türk hükümetince gerektiği gibi karşılık bulmamış, ancak ABD'nin son sert çıkışı sonrasında Türk hükümeti de rol kapma görüntüsü veren benzer sertlikte ve iç politika hesapları nedeniyle bir politika değişikliğini yapmak zorunda kalmıştır
Tabi bu arada şu noktayı akılda tutmakta fayda vardır. Görünürde Barzani tek başına kalmış, diğer tüm aktörler karşısında cephe almış gibi gözükmektedir. Bu görüntüye çok da kanmamak gerekir. Çünkü hiçbir güce dayanmayacak Barzani'nin böyle bir duruş sergilemesi pek de mümkün değildir. Aksine, acaba Barzani bu sözde tavizsiz duruşunu korurken dayandığı güç nedir sorusunun belki de cevabını içeren bir görüntü olabileceği fark edilmelidir. Örneğin, Rusya'nın bu cephe içinde pozisyon aldığını gösteren bir belirti yoktur. Evet, Rus yetkililer referandum konusunun Erbil-Bağdat diyaloguyla çözülmesi fikrini ifade eden standart açıklamalar yapmışlardı ancak daha ileri giden bir çıkışı olmamıştı. Kremlin Sözcüsü Dimitri Peskov, 20 Eylül'de Moskova’da düzenlenen basın toplantısında ülkesinin referanduma ilişkin tutumunun sorulması üzerine Rusya'nın bölge ülkelerinin toprak bütünlüğünden yana olduğunu söyledi. Peskov, Rusya'nın referandum sonucunu tanıyıp tanımayacağı yönündeki sorunun karşısındaysa, şu an için bu konuda yorum yapmak istemediğini ifade etti.

Bununla birlikte Barzani'nin dörtlü heyetin kendisine sunulan öneriyi yetersiz gördüğünün açıklamadığı günlerde Rus şirketi Rosneft'in Barzani yönetimiyle bölgeden çıkan doğal gazın hem bölgesel yönetim sınırları içinde kullanımı hem de Türkiye üzerinden Avrupa'ya ihracı için boru hattı anlaşması imzalamaya hazırlandıklarını açıklaması Barzani'nin sırtını dayadığı güç Rusya mı şüphelerini kuvvetlendirecek bir gelişme olmuştur. Rusya'nın hem İran hem de Bağdat yönetimiyle karşılıklı çıkarlara dayanan iyi ilişkileri olduğu, referandum krizinin çözülmesinde Rusya'nın kritik bir rol üstlenebileceği de gözardı edilmemelidir.

Hodri meydan, yapabiliyorsan yap

Şu andaki aktörlerin pozisyonları dikkate alındığında belki de yapılması gereken husus Barzani'ye "haydi hodri meydan, eğer yapabiliyorsan referandumu yap" restinin çekilmesidir. Tabi ki Kerkük'ü içermeyen öyle veya böyle yapılacak bir referandumun da kritik etkileri olacaktır. O bölgede yaşayan gruplar arasındaki düşmanlıkların daha da artması ve çatışmaların yaşanması kaçınılmaz olacaktır. Ancak, Barzani Kerkük'ü içine almayan, hiç bir somut sonuç getirmeyecek referandumu yapmak istemeyecektir. Böylece Barzani'nin bir süredir sanki söyledikleri mutlaka yapılması gereken bir güç merkeziymiş şeklinde oluşturduğu algının boş olduğu ortaya çıkacaktır. Barzani kaybedecektir. Bu şartlarda Barzani direnişini devam ettirecek olursa intihar etmeyi seçmiş demektir. Her ne kadar referandum krizinin en kritik günlerinde açıklanan Rusya-IKBY doğal gaz boru hattı anlaşmasının enerji ve ekonomik getirisinin hemen yansımayacağı bilinmesine rağmen referandum sürecinde Barzani'ye yönelik önemli bir siyasi destek anlamına geldiğini ve belki de Barzani'yi sert duruşa iten ve tabiri yerindeyse Barzani'yi Rus Ruleti oynamaya yönelten bir etken olduğu görülmelidir.

Her ne kadar Rusya gibi bir ülkeden önemli bir siyasi destek almış olan Barzani'nin Rus ruletine devam etmemesi ve ABD liderliğindeki dörtlü grubun önerisini ya da onun güncellenmiş halini, ki Türkiye-Fransa-BM öncüğünde yeni bir öneri hazırlandığı da konuşulmaktadır, kabul etmesi beklenebilir. Çünkü Rus ruleti Barzani'nin Kerkük'ü tamamen kaybetmesine yol açabilecektir ve Barzani'nin kendileri için intihar anlamına gelecek Kerkük'süz bir çözümü kabul etmesi mümkün değildir. Çünkü ABD'nin referandumun bu haliyle meşru olmadığını gündeme getirmesi ve hatta iptal edilmesinden bahsetmeye başlaması, iptal talebin dillendiren ülke ve kuruluşların sayısının artması,  Barzani'ye aklını başına topla mesajıdır ve Barzani'nin uluslararası camianın önerdiği alternatifi kabul et dayatmasıdır. Son 24 saatte gelen bilgiler bile Barzani'nin belli şartları içeren bir anlaşmayla referandumu ertelemeyi kabul edeceği olasılığının arttığını göstermektedir. Ancak Barzani'nin Rusya'nın açıktan görülmeyen siyasi desteğinin etkisinde kalması ve referandumu yapmakta ısrar etmesi sürpriz sayılmamalıdır.

IKBY'nin garantörü olmak ve Kürdistan'ı Türkiye'ye kurdurmak

Barzani'nin referandumun ertelenmesini kabul etmesi birçok medyada yer aldığı gibi geri adım falan değildir.Aksine,Barzani'ye önerilen ve uluslararası meşruiyetin kapısını aralayarak bağımsızlığın önünü açacak erteleme alternatifi Barzani'yi uçurumun kenarından alacağı gibi gerçekten bir güç merkezi olarak yeniden doğması ve bağımsızlık hayalinin gerçekleşme garantisi olacaktır.
  Böyle bir sonuç tam da Barzani'nin istediği gibidir ve Barzani'nin "şartlı tuzağının" hayat bulmasıdır. Bu durum bölgeye yönelik küresel hedefleri olan bölge dışı aktörlerin işine gelebilir. Ancak bölge ülkeleri İran, Irak, Suriye ve Türkiye için tek doğru seçenek referandum seçeneğinin tamamen ortadan kaldırılması yani yaptırılmaması ve uluslararası camianın Barzani'ye güvence verecek herhangi bir anlaşma metininin hayata geçirilmemesidir.

Bu bağlamda Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu'nun IKBY'ye alternatif öneri verilmesine yönelik yeni çalışmaya katılmakta çok istekli davranması ve hatta Türkiye'nin IKBY'nin anayasal çıkarlarının garantörü olabileceğini açıklaması ta en baştan buyana yanlışlarla dolu Suriye-Irak-IKBY politikasına eklenen yeni halkalar olacaktır. Ve Türkiye'nin ulusal güvenliğine yönelik tehditler artarak devam edecektir. Çünkü referandumu erteleme adına IKBY'nin bağımsızlığının önünü açacak, Barzani'ye meşruiyet sağlayacak uluslararası bir belgeyi desteklemek ve bu belge çerçevesinde IKBY'nin garantörü olmak IKBY'ye abilik yapmak, haklarını koruyup kollamak değil çok açıkça bağımsız Kürdistan'ı kendi ellerimizle kurup başımıza bela etmekten başka bir şey değildir.



***

“ Kürt Devleti ” İsrail Projesi mi ?

“ Kürt Devleti ” İsrail Projesi mi ?








20 Eylül 2017 Çarşamba
DOC.DR. KÜRŞAT ZORLU,
“Bağımsız Kürdistan’a evet mi hayır mı?” sorusunun oylanacağı referanduma sadece 5 gün kaldı. İrdelenen hususlardan birisi de İsrail’in kurulması düşünülen Kürt Devletinin neresinde olduğu…Kimi yazarlar Türkiye’nin referanduma ve hatta Kürt devletine karşı çıkmasını İsrail’in çıkarlarına hizmet ettiğini söylüyor.
Acaba gerçekten böyle mi?
Tarihsel sürece bakıldığında İsrail’in (1) Yahudi Kürt lobisi (2) 1950’lere dayanan istihbarat ve asker desteği (3) 90’lı yıllarda ve 2003 sonrası ABD ile fiili durum yaratma hamlelerin odağında olduğu görülüyor.
MOSAD ajanı Tsafrir 1963-1975 yılları arasında Irak’taki Kürtlere yoğun destek sağladıklarını gizlemiyor. Hatta MOSSAD’ın K.Irak’a olan ilgisini 1934 yılına kadar götürmek mümkün. Daha İsrail’in kurulmadığı o tarihte bölgeye gönderilen R.Shiloah (daha sonra MOSSAD’ın özel operasyonlar biriminin sorumlusu oldu) buradaki Yahudi Kürtlerin Filistin’e gelmesi için görüşmeler yapmış. İsrail’de bulunan Kürtlerin 150 binin üzerinde olduğu belirtiliyor. ABD’deki Yahudi lobisinde de etkililer.İşte bu süreçte Mesut Barzani’nin babası Molla Mustafa Barzani’nin birkaç kez MOSSAD’la görüştüğü biliniyor.
1965 sonrası İsrail ve İran’ın Irak’taki rejimin zayıflaması için peşmergeye silah ve eğitim desteği verdiği belirtiliyor. 1963’ten itibaren İsrail tarafından Kürtlere her yıl 500 Bin dolar destek sağlanırken 1975’e kadar ABD tarafından 16 milyon dolarlık yardım yapılıyor. 1970’e gelindiğinde bazı petrol sahalarının tahrip edilmesi ile rezervleri düşen Irak yönetimi Kürtlere geniş haklar tanıyan bir anlaşma imzalamak zorunda kalıyor. Bununla birlikte K.Irak’ta PARASTİN adlı istihbarat örgütünün kurulmasında da İsrail’in verdiği destek önemli. Bu yapı MOSSAD’la güçlü bilgi alışverişinde bulunmuş.
Bu destek süreci Irak ve İran arasında imzalanan Cezayir anlaşması ile kesilmiş ve İran üzerinden gönderilen yardımlar durmuştur. Irak ordusu Kürt isyanını oldukça sert bir şekilde bastırmış ve Mustafa Barzani İran’a sığınmak zorunda kalmıştır. Bir süre sonra da ABD’ye gitmiştir.
90’lı yıllara gelindiğinde bu bölge Kuveyt’in işgali sonrasında ABD ve İngiltere tarafından 36’ncı paralelin kuzeyini güvenli bölge ilan etmesi ile de facto bir nitelik kazanmıştır. 
2003 sonrasında ise Türkiye, İran, Arap ülkelerinin tepkisi dikkate alınarak ilişkiler genellikle kapalı devre sistemi ile sürdürülmüştür. Türkiye-İsrail yakınlaşması ve MOSSAD’la işbirliği artışı İsrail’i ikili bir çevreleme politikasına götürmüştür. İsrail K.Irak yönetimine verdiği desteği Türkiye’yi rahatsız etmeyecek bir içerik ve üslupla yürütmüştür. Ancak 2003 sonrası verilen destek belirginleşmiş ve DAVOS’un ardından gerilen ilişkiler İsrail’in giderek Bölgesel Yönetime açıktan desteğine evrilmiştir.
Bugün daha da uygun koşullar söz konusudur. ABD bölgeye konuşlanmış ve DEAŞ’a karşı Suriye’de YPG’yi, Irak’ta Peşmerge’yi kullanmaktadır. Arap ülkelerinin bölünmüşlüğü ve iç savaşlar gölgeleme politikasını bir gereklilik olmaktan çıkarmıştır.
26 Haziran 2014’te ABD’ye giden İsrail Devlet Başkanı Simon Peres Irak’ta savaşan grupların birleşemeyeceğini ve Kürt Devleti’nin fiilen kurulduğunu ifade etmesi en üst düzeyden yapılan açıklamadır.
Peres’in “IKBY’nin petrol satışına yardımcı olan Türkiye’nin de bu durumu kabul etmişe benzediği” yönündeki açıklaması dikkat çekicidir. 2014 sonunda Aljazeera’ya konuşan eski Dışişleri Müsteşarı AlonLiel’de açıktan böyle bir söyleme yönelişlerinde Türkiye’nin K.Irak politikasındaki değişmeyi gerekçe göstermesi önemlidir.
Çok açık ki Irak’ta bir Kürt devleti Arap dünyasının çevrelediği İsrail’in yalnızlığına son verebileceği gibi İran’ın istikrarsızlaşmasını sağlayabilir. Bu sebeple Türkiye-İsrail ilişkileri ve referandum sürecine olası etkileri ciddiyetle irdelenmeye muhtaçtır.

***

1 Ağustos 2017 Salı

12 MART 1971 MUHTIRASI BÖLÜM 2


12 MART 1971 MUHTIRASI BÖLÜM 2


İlginçtir ki; TİP listesinden parlamentoya giren bu 15 isimden üçü sendikacı, on ikisi ise aydınlardan oluşuyordu. Tam anlamıyla işçi olup ta parlamentoya giren TİP’li yoktu. Bu durumun Genel Başkan Mehmet Ali Aybar tarafından dillendirilen “eli nasırlılar meclise” şiarıyla ne kadar örtüştüğü tartışmalıdır. TİP’in meclise girişi karşısında sol çevrelerde ve sağdaki tepkiler incelenmeye değer gözükmektedir. Sağdaki bir kesime göre; aldığı oy ve kazandığı sandalye sayısı dikkate alındığında, Türk solunun gücü belli olmuştur ve hiçbir 
şekilde endişeye mahal yoktur. Lakin özellikle yetmişli yıllar boyunca parlamento dışı muhalefet olgusunun silahlı çatışmaya dönüştüğü esnadaki hasımlaşmada taraf olan radikal sağ cenah açısından durum, endişe edilecek boyuttadır. TİP, bu kesime göre ülkeyi kızıl bir ihtilale sürüklemekle vazifelidir.879 
Soldaki tepkiler de iki ana eksen üzerinde cereyan ediyordu. Bir grup sol aydına göre sosyalistlerin parlamentoya girmesi son derece önemliydi. Bu yeni vaziyet, senelerdir illegal zeminde mücadele etmek zorunda bırakılan; bu nedenle dar kadrosu arasında bile parçalanmışlık içinde bulunan Türk soluna toparlanma imkânı verecek; geniş halk kitlelerine ulaşma olanağı çerçevesinde belki de ihtilalsiz, kavgasız bir sosyalizme geçiş imkânı bulunacaktır. 
TİP’in meclise girmesiyle birlikte soldaki bölünmeler bambaşka bir mecraya doğru akmaya başlamıştır. Problemin kaynağında: TİP’in ülke sorunlarının çözümünde yegâne mercii olarak parlamentoyu görmesi yatıyordu. Parti tüzüğünde yer alan özellikle şu maddeler birçok sol çevre tarafından sosyalizm yönteminden sapma olarak görülüyordu: “TİP’in amacı, anayasa ve kanunların tanıdığı hak ve hürriyetlere dayanarak, programında açıkladığı esasları 
gerçekleştirmektir (madde 2, fıkra 1). Halkın oyu ile kanun yolundan iktidara gelen TİP, halkın oyunu kaybedince, yine kanun yolundan iktidardan çekilir (madde 3, son fıkra)”.880 1965–1969 yılları arasında TİP’in parlamentoda ortaya koyduğu muhalefet, gerçekten de etkindir. Ülkenin tabuları arasında yer alan birçok sorun (özellikle Kürt meselesi ve Amerikan üsleri gibi) meclis kürsüsünden dile getirildiği gibi;881 parlamento dışında sergilenen mitingler, açık hava toplantıları, bir sonraki seçimler için umut aşılamaktadır. 
Bu arada, seçimlerden 1 yıl sonra cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, hastalığının ilerlemesi sonucu görevini yapamaz duruma gelmiş; kısa bir müddet sonra ise vefat etmiştir. Gürsel’in yerine kim gelecek? Sualinin cevabı iktidar partisindedir ve Demirel bu konu hakkındaki kararını nasıl verdiğini şu şekilde aktarmaktadır: 

Biz 69’u bulduk, 65’te tek başımıza iktidar olduk, 69’u bulduk, 70’i bulduk ve 
ismimizi koyduk ortaya, siyasi parti olarak söylüyorum. 60’a geldik, 60’ta böylece Gürsel Cumhurbaşkanı oldu. Ben sonra 65’te Başbakan oldum. Yalnız, ben 64’te Başbakan Yardımcısıyım, Meclise girmeden, parti başkanıyım, Başbakan Yardımcısıyım. Sonra, 65’te seçim oldu, seçimi biz kazandık, ben Başbakan oldum. 66’da Gürsel öldü. Şimdi, Cumhurbaşkanı adayı arıyoruz. 
Cumhurbaşkanlığı hep oldum olası asker menşeli insanlarla gelmiş, Celal Bey 
dışında ve o zaman ne yapacağız biz? Biz, barış yapacağız. Barış yaparken o 
günkü asker nezdinde itibarlı olan kişi Sunay’dı. Ben üç-dört senelik tatbikatta da mülayim bir duruşu vardı. Biz, Sunay’ı Cumhurbaşkanı seçme kararı verdik, 
İsmet Paşa’ya haber gönderdim “Buna razı olur mu?” dedim, “Olurum.” dedi. 
Onu Cumhurbaşkanı seçtik, yatıştı ortalık. Sunay zaten ordunun içerisinde, millî 
birlikçilerin dışında, başka bir grubun da başkanıydı.882 O, onları durduruyordu, 
baba rolü oynuyordu, önemli rol oynamıştı. Ben, Sunay’la aşağı yukarı 1971’e 
kadar çalıştım. Sunay aslında şöyle: Yani ağırbaşlı, ona buna karışmayan, icrayı 
rahatsız etmeyen, düzgün bir insandı.883 

2 Haziran 1968'de Senato yenileme seçimleri yapılmıştır.884 Bu seçimler diğer seçimlere göre çok gergin geçmiştir. Çıkan olaylarda 15 kişi ölmüş, 26’sı ağır 47 kişi de yaralanmıştır. Olaylar 20 ilde yaşanmıştır. Isparta Şarkikaraağaç’ta AP ve CHP’liler arasından meydan kavgası çıkmıştır. Bu kavgada 40 kişi yaralanmıştır. Yine Malatya, Tarsus, Mardin, Hakkari, Amasya, Konya, Afyon gibi illerinde ölümlü tartışmalar yaşanmıştır. Bu kavgaların çoğu AP’li ve CHP’li seçmenler tarafından çıkartılmıştır.885 Bu durum toplumsal gerginliğin boyutlarını göstermesi bakımından anlamlıdır. 

1969 Seçimleri 

Katılım oranının % 64,35 olduğu barajsız d'Hondt sisteminin uygulandığı 1969 seçimlerinin Türk solu üzerinde yarattığı hayal kırıklığıyla birlikte TİP’e karşı soldan yöneltilen eleştiriler daha yüksek sesle dile getirilmeye başlandı. Mevcut başarısızlığın sebeplerini teşhis etme yönünde başlatılan tartışmaların başını Mihri Belli ve grubu çekiyordu. Bu gruba göre parti, sosyalist düzenin tesisi yönündeki bilimsel yönteme ihanet etmekteydi. Bir kere parlamentarizm yolu benimsenemezdi; Türkiye işçi sınıfı hem sayı hem de bilinç olarak 
yeterli seviyede değildi. Yapılacak iş: İçinde milli burjuvazinin de bulunduğu geniş tabanlı bir antiemperyalist blok oluşturmaktan geçiyordu. Tarihi boyunca en ilerici ve örgütlü kurum olan ordu da bu bloğa dâhil edilmeliydi. Belli ve ekibinin isimlendirmesiyle çözüm: Milli Demokratik Devrim Tezinin886 hayata geçirilmesinde yatmaktaydı. Ülkeyi 12 Mart dönemine götürecek siyasi tabloyu ortaya koyan 1969 seçimlerinin arz ettiği manzara ise şöyleydi: 

1969 Yılı Genel Seçim Sonuçları 

PARTİ LİDER ALDIĞI OY (%) MİLLETVEKİLİ 
AP Süleyman Demirel 46,55 256 
CHP İsmet İnönü 27,37 143 
GP Turhan Feyzioğlu 6,58 15 
YTP Yusuf Azizoğlu 2,18 6 
MP Osman Bölükbaşı 3,22 6 
MHP Alparslan Türkeş 3,03 1 
BP (Birlik Partisi) Hüseyin Balan 2,80 8 
TİP Mehmet Ali Aybar 2,68 2 
Bağımsızlar 5,62 13 

Kaynak: http://www.konrad.org.tr/secim/ayrinti.php?yil_id=6 (Erişim: 07.10.2012) 

Görüldüğü gibi bu seçimlerde tatbik edilen seçim sisteminin de etkisiyle AP, oyları azalmasına rağmen sandalye sayısını arttırıyordu.887 Demirel’in 1969 seçimleriyle ilgili yorumu ise şu şekildedir: 

Sonra 69’da, 68’de öğrenci hareketleri başladı ve işçi hareketleri başladı. 68’de 
dünya karıştı. 68’de Berlin’de üniversitede okumak mümkün değildi, Fransa’da 
Sorbonne’da da okumak mümkün değildi. De Gaulle’ün nasıl düştüğünü 
hatırlıyorum. Bizim de burada sıkıntılarımız vardı. Onlardan bir zarar gördük. 
Sonra, iktidar olup da yıpranmamak çok nadir iştir. İktidarın en güçlü zamanı 
seçildiği gündür. Ondan sonra yıpranmıyorsanız, şansınıza güvenin yani. Bu 
kuraldır. Biz yüzde 6 kadar oy kaybettik, yüzde 46,5’a indik. Gene çok iyi bir oy 
ve seçim sistemini değiştirdik. Seçim sistemi, bakiye sistemiydi. Adam 
Kocaeli’nden milletvekili adayı oluyor, Mardin’den milletvekili çıkıyor. Biz ona 
“tünel” dedik, tünel sistemi. Değiştirdik onu, nispi sisteme geçtik, bugün 
kullanılan sistem odur, baraj kısmı hariç. Oyumuz azaldı ama milletvekili sayısı 
arttı, 239 milletvekilinden 259 milletvekiline çıktık, daha rahatladık, 226’yla 
mesafeyi aştık ve kabine değişikliği yaptık.888 

1969 seçimlerinin bir diğer önemli özelliği de: Bağımsız 13 milletvekilinin meclise girmesiydi. Bunlardan biri de Türk siyasetinde uzun süre rol oynayacak Necmettin Erbakan’dı. Erbakan AP listesinden aday olmak istemiş, Demirel’in vetosuyla karşılaşınca Konya’dan bağımsız aday olmuş ve kazanmıştı.889 Bir süre önce olaylı bir biçimde Türkiye Odalar Birliği Başkanlığından uzaklaştırılan Erbakan’ın AP listesine alınmaması karşısındaki basının tavrı ise, aşırı sağın AP’ye musallat olmasına engel olunduğu şeklindedir.890 Meclise bu şekilde 
giren Erbakan, bir süre sonra 26 Ocak 1970’te, kendi partisini de kuruyordu: Milli Nizam Partisi (MNP).891 Siyasete yepyeni bir üslup getiren Erbakan, partinin kapısının Siyonist ve masonlar dışında herkese açık olduğunu düzenlediği basın toplantısında açıklıyordu.892 

Partinin kuruluş hikâyesiyle, Erbakan’ın partinin başına getirilişi hakkında Süleyman Arif Emre’nin anlattıkları şunlardır: 

Erbakan Hoca’yla karşılaştık, Turan Güngen… Onun bürosunda. Ben tabii, 
Hoca’yı inceliyorum, bizim aradığımız bütün vasıfları haiz. Ne yapalım da bu işi 
halledip, Hoca’yı devreye sokalım. Aradan birkaç ay geçti, ben direkt Hoca’nın 
yanına gittim, o zaman Odalar Birliği Genel Sekreteriydi Ankara’da. Direkt 
konuyu açtım, sonra dedi ki: “Beni fazla sıkıştırma, bu çok önemli bir şey. Uzun 
bir hazırlık yapmam, istişareler yapmam, netice almam gerekir. Eğer müspet 
netice alırsam, sizi arar buluruz.” Bu şekilde aradan birkaç ay geçtikten sonra 
Turan Güngen Bey’in yanında 7 kişi buluştuk, biri Hoca, birisi Hasan Aksay, 
birisi Arif Hikmet Güner, eski Rize Milletvekili, rahmetli oldu, ben, bir de Nevzat 
Yalçıntaş vardı. “Arif Bey’in böyle bir teklifi oldu, ben de çok uzun istişarelerden, 
araştırmalardan sonra…” O zaman da Demirel’le Erbakan’ın arası açılmıştı. 
Çünkü Erbakan diyordu ki: “Üç holdinge bütün illerden toplanan banka kredileri 
tahsis ediliyor. Hâlbuki Anadolu’da genç, yeni filizlenmiş müteşebbis, enerjik 
sanayiciler var yahut da ticari kabiliyeti olan insanlar var. Her ilin bankalara 
verdiği mevduatın evvela o ilde harcanması lazım, sonra artarsa başka taraflara 
transfer edilsin.” Önce Demirel bunu kabul ediyor, sonra “Hayır, öyle şey 
olmaz.” diyor. Sonra işte mahkemeleştiler. Demirel, Odalar Birliği Büyük 
Kongresinde Hoca’nın çekilmesini tekrar seçilmesini, Genel Başkanlığı ele 
geçirmesini önlemek için “Odalar Birliği kongresinin gündemindeki seçim 
maddesinin iptaline” diye bir Bakanlar Kurulu kararı aldı, hatırladığım kadarıyla. 
Ondan sonra, Hoca dedi ki: “Ne yapalım bu durum karşısında.” Avukat olarak 
hep beni çağırırdı, ben dedim ki: “Bu Anayasaya aykırı, böyle bir karar alınamaz. 

Sen seçimini yap, makamına otur, müdahale ederlerse Danıştay var, Yargıtay 
var.” O şekilde mücadeleler başladı ve bu mücadeleler, Demirel-Erbakan 
çekişmesi bütün memleketin kamuoyunu harekete geçirdi. Yani, millet bizim 
yapacağımız hareketi de, Erbakan’ı da daha yakından, net olarak tanımış oldu. 
Velhasılıkelam, o hazırlıklarla işimiz geçti ama 69 seçimine kadar partiyi 
yetiştiremedik. Ondan sonra Milli Nizam kuruldu Hoca’nın başkanlığında.893 
1969 seçimleri, sol açısından tam bir başarısızlık oldu. Aybar ve Boran ekibinin parlamenter yöntemlerle Türkiye’de sosyalizmin inşa edilebileceği yönündeki telkininin inandırıcılığını kaybetmesi, kısa yoldan iktidarın ele geçirilmesine yönelik yeni arayışları da beraberinde getirdi. Yüzyılların kemikleştirdiği toplumsal altyapı değişmediği takdirde seçimle iktidara gelmenin bir düş olduğu hususundaki karamsarlığı perçinleyen 1969 seçimleri, Türk solu açısından bir dönüm noktasıdır.894 

Milletvekilliklerinin % 56.89’unu alan AP, seçimi kazanmış ancak oy oranı 1965 
seçimlerindeki % 52.9’dan % 46.3’e düşmüştür. 895 1965 seçimleri öncesinde “Ortanın Solu” söylemini benimseyerek politik çizgisini değiştirmiş olan CHP, 1969 seçimlerinde de arzuladığı çıkışı elde edememiş ve 1950 seçimlerinden beri aldığı en az oy oranı olan % 27,36 ile 1965 seçimlerindeki % 28,7’lik oy oranının dahi % 1,34 aşağısına düşmüştür. 1969 seçimlerini AP’nin bir kez daha tek başına kazanmış olması parlamento dışı muhalefeti hızlandırmıştır. Öğrenciler parlamento dışı muhalefet düşüncesinden büyük ölçüde etkilenmişlerdir. Öğrenci grupları arasında çekişmenin ortaya çıkışı gerek üniversite içinde gerekse dışında patlamaya hazır bir ortam oluşturmuştur.896 Parti içindeki bu hizipleşme eski 
DP’liler ve onların yakınlarının öncülüğünde “41”ler olarak adlandırılan bir gruba 
dönüşmüştür. “Demokratik Parti”nin (DP) kuruluşuna yol açacak bu bunalım 1970 bütçesinin oylamasında kendisini göstermiş ve Süleyman Demirel, kendi partisinden milletvekillerinin olumsuz oyları ile oldukça zor durumda kalmıştır.897 

13 Şubat 1970’te yapılan oylamada 41 milletvekili CHP ile birlikte hareket ederek olumsuz oy kullanmışlardır. Henüz 100 gününü yeni doldurmuş hükümeti istifaya mecbur etmişlerdir. Bu tarihten itibaren yaklaşık 10 yıl sürecek bir tartışma da başlamış olacaktır.898 

Bu durum Türk siyasal hayatında ilk defa görülen bir olaydır. Bir partiye dahil parlamenterlerin kendi partilerinin hazırladıkları bütçe programı taslağını reddetmeleri özünde parti disiplinine de aykırıdır. 

Bu süreçte Demirel, en az 7-8 bakanın değişmesi beklenen eski kabineyi hiç değiştirmeden, III. Demirel Hükümeti kabinesini 6 Mart 1970'te ilan etmiş ve Cumhurbaşkanı’na sunmuştur.899 Tüm bu siyasi gerginliğin yanında üniversitelerde de şiddet eylemlerinde ciddi bir tırmanış yaşanmaktadır. Ülke genelinde süren boykotlar, yaşamını kaybeden öğrenciler ve tatil edilen üniversiteler eşliğinde III. Demirel Hükümeti kurulmuştur. 

Bu dönemin en çok tartışılan konularının başında eski DP’lilere af çıkarılması meselesi vardır. 27 Mayıs sonrası dönemin en tartışmalı konularından olan ve TBMM’de sürekli olarak tartışmalara neden olan af sorunu, Celal Bayar ve eski DP'li arkadaşlarının siyasal haklarına hukuken kavuşmalarıyla önemli bir aşama kaydetmiştir. 900 Bu af sorunun iki önemli sonucu daha olmuştur. Birincisi, 12 Mart 1971 askeri müdahalesinin, resmen ifade edilmeyen nedenlerinden biri bu af konusu olacaktır. İkincisi, Celal Bayar'ın da desteğiyle AP bölünecek, Demirel bütçesine kırmızı oy veren 41 milletvekilinden 26'sı partiden ihraç edilecek ve bazı senatörlerle birlikte Demokratik Parti’yi (DP) kuracaktır.901 

DİPNOTLAR;

851 Cumhuriyet, 27.6.1964, s.1. 
852 Metin Toker, Demokrasimizin İsmet Paşalı Yılları: İnönü’nün Son Başbakanlığı, 1961-1965, İstanbul, Bilgi Yayınları, 2. 
Bs, 1992, s.36. 
853 Milliyet, 14.12.1964, s.1. 
854 Bilgiç, Anayasanın 68’nci maddesinin ve değiştirilmesi ve geçici 11’nci maddenin yürürlükten kaldırılması hakkındaki değişikliğin, 
TİP tarafından esastan iptali için Anayasa Mahkemesine götürüldüğünü; mahkemenin ise usulden, söz konusu değişiklilik ve ilgayı iptal ettiği bilgisini veriyor. Konu hakkında Sadettin Bilgiç’in anlatımı için bkz. Sadettin Bilgiç, Hatıralar, İstanbul: Boğaziçi Yayınları, 2002, ss.185–191. 
855 9’ncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in 07.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 14.45–18.55]. 
856 Hasan Celal Güzel’in 13.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 11.00– 14.08]. 
857 1961 Anayasası ile 1982 Anayasasını bu bağlamda tartışan bir eser için bkz. Bülent Tanör, İki Anayasa 1961–1982, İstanbul: Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş. 1986. 
858 Niyazi Berkes, Unutulan Yıllar, İstanbul: İletişim Yayınları, 2006, s.349 vd. 
859 Ergun Özbudun, Türk Anayasa Hukuku, Ankara: Yetkin Yayınları, 2000, s.356. 
860 Ali Ülkü Azrak, “Türk Anayasa Mahkemesi”, İÜHFD, Cilt 28, Sayı 3–4 (1962), 649–700. 
861 Muharrem Balcı, MGK ve Demokrasi (Hukuk-Ordu-Siyaset), İstanbul: Yöneliş Yayınları, 1998. 
862 Hikmet Özdemir, Türkiye Cumhuriyeti’nde Rejim ve Asker İlişkisi Üzerine Bir İnceleme, İstanbul: İz Yayıncılık, 1993, s.261. 
863 9’ncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in 07.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 14.45–18.55]. 
864 Turhan Dilligil, (Sokaktaki Adam), Allahsız Gardiyan, Ankara: Güneş Matbaacılık, 1966, s.34. 
865 Bayar, siyasi hakları iade edildikten sonra kendisine yapılan tabii senatörlük teklifine reddetmiş; gerekçesini ise şöyle açıklamıştır: “Tabii senatörlük ve benzeri sıfatların gerçek demokrasi esasları ile telifini güç buluyorum. Bu konuda samimi olarak bağlı bulunduğum görüş, düşünce ve inancıma sadık kalma kararındayım”, Milliyet, 5 Temmuz 1974. 
866 Orhan Aldıkaçtı, Anayasa Hukukumuzun Gelişmesi ve 1961 Anayasası–II, İstanbul: Hüsnütabiat Matbaası, 1966, ss.116–120. 
867 Bkz. Muammer Aksoy, Partizan Radyo ve DP, Ankara: Ayyıldız Matbaası, 1960. 
868 Cem Eroğul, Anatüzeye Giriş, Ankara: İmaj Yayıncılık, 1993, s.217 vd. 
869 Hikmet Özdemir, Türkiye Cumhuriyeti, İstanbul: İz Yayıncılık, 1995, s.374. 
870 Milliyet, 1 Nisan 1975. 
871 Bedii Faik’in 26.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 11.30–13.15]. 
872 Erol Tuncer, Osmanlı'dan Günümüze Seçimler 1877-1999, Ankara, TESAV Vakfı, 2002, s.213-218. 
873 Parti disiplini konusundaki teorik yaklaşımıyla güncelliğini koruyan şu çalışmaya bkz. İlter Turan, “Parti Disiplini” 
[Kapsam, Tarihçe, Teşvik Eden Sebepler], İÜİFM, Cilt 28, Sayı 1–4 (1968), 79–102. 
874 Ali Gevgilili, Yükseliş ve Düşüş, 2. Bs, İstanbul, Bağlam Yayınları, 1987, s.322. 
875 Celal Ertuğ, Çözümsüz Demokrasi, İstanbul, Bilgi Yayınevi, 1997, s.107. 
876 9’ncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in 07.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri 
Başkanlığı [Saat: 14.45–18.55]. 
877 Sadun Aren, TİP Olayı 1961–1971, İstanbul: Cem Yayınevi, 1993, s.105. 
878 13 Kasım 1960’da tasfiye edilen 14’ler grubuna dahildir.
879 İlhan Darendelioğlu, Türkiye’de Komünist Hareketler, İstanbul: Toker Yayınları, 1979, s.499. 
880 Çetin Yetkin, Türkiye’de Soldaki Bölünmeler 1960–1970 (tartışmalar, nedenler, çözüm önerileri), Ankara: Toplum 
Yayınları, 1970, s.101. 
881 Genel Başkan Mehmet Ali Aybar’ın Meclisteki faaliyetleri ve TİP’in tek senatörü Fatma Hikmet İşmen’in Cumhuriyet Senatosundaki çalışmaları için bkz. Mehmet Ali Aybar, 12 Mart’tan Sonra (meclis konuşmaları), İstanbul: Sinan Yayınları, 
1973. Fatma Hikmet İşmen, Parlamento’da 9 Yıl (TİP Senatörü Olarak 1966-1975 Dönemi Parlamento Çalışmaları), Ankara: Çark Matbaası, 1976.
882 Silahlı Kuvvetler Birliği. 
883 9’ncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in 07.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 14.45–18.55]. 
884 A grubu yenileme seçimleri Adıyaman, Aydın, Bilecik, Bolu, Çankırı, Çorum, Edime, Gaziantep, İçel, İzmir, Kastamonu, Kırklareli, Kırşehir, Malatya, Konya, Manisa, K. Maraş, Nevşehir, Ordu, Sinop, Sivas, Zonguldak. DİE, Cumhuriyet 
Senatosu Üyeleri Kısmi Seçim Sonuçları, Ankara, 1969, s.20. 
885 Cumhuriyet, 3.6.1968, s.1. 
886 Yıldız Sertel, Türkiye’de İlerici Akımlar ve Kalkınma Davamız, İstanbul: Cem Yayınevi, 1978, s.87.
887. “AP İktidarda”, Milliyet, 13 Ekim 1969. 
888 9’ncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in 07.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 14.45–18.55]. 
889 “AP, Erbakan ve 13 adayı veto etti”, Milliyet, 19 Ağustos 1969. 
890 Abdi İpekçi, “AP ve Aşırı Sağ”, Milliyet, 19 Ağustos 1969. 
891 Ecvet Güresin, “Yeni Parti”, Cumhuriyet, 27 Ocak 1970. Doğan Duman, “İslamcı Gençliğin Serüveni”, Birikim, Sayı 95 Mart 1997, s.63. 
892 “Milli Nizam Partisi kuruldu”, Cumhuriyet, 27 Ocak 1970.
893 Süleyman Arif Emre’nin 26.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 12.00– ?]. 
894 Attilâ İlhan, Hangi Sol, Ankara: Bilgi Yayınevi, 1980, s.146. 
895 Milliyet, 13.10.1969, s.1. 
896William Hale, Türkiye’de Ordu ve Siyaset, 1789’dan Günümüze, Çev.Ahmet Fethi, İstanbul. Hil Yayınları, 1994, s.156. 
897 Feroz Ahmad, Demokrasi Sürecinde Türkiye 1945-1980, Çev: Ahmet Fethi, 3. Bs, İstanbul, Hil Yayınları, 2007, s.308, 
Arsev Bektaş, Demokratikleşme Sürecinde Liderler Oligarşisi, CHP ve AP (1961-1980), İstanbul, Bağlam Yayınları, 1993, s.161, 
898Cüneyt Arcayürek, Demirel Dönemi 12 Mart Darbesi 1965-1971, 2.Basım, Ankara, Bilgi Yayınevi, 1985, s.324.