22 Ocak 2021 Cuma

Geleceğe Umutla Yürüyen Kırgızistan

 Geleceğe Umutla Yürüyen Kırgızistan 

İpek Yolu,Aladağlar,Tanrı Dağları,metalurji,Zamirbek MANASOV,Geleceğe Umutla Yürüyen, Kırgızistan,Kumtor Altın Madeni, petrol,doğalgaz rezervleri,

Zamirbek MANASOV
ODTÜ Avrasya Çalışmaları Merkezi Araştırma Görevlisi



    Geçtiğimiz sene bağımsızlığının 20. yılını kutlayan Kırgızistan, Sovyetler Birliği’nin dağılma süreci içine girmesi üzerine 15 Aralık 1990’da egemenliğini, 31 Ağustos 1991’de bağımsızlığını ilan etmiştir. Bağımsızlığından bu yana 4 kere Cumhurbaşkanı, 14 kere başbakan değişikliği yaşamıştır. Bağımsızlığın ilk on yılında siyasi anlamda demokratikleşmeye, ekonomik anlamda liberalleşmeye önem vererek kıyasla başarı yakalamış olan Kırgızistan, ikinci on yıllık süre boyunca siyasi ve sosyal anlamda yeniden yapılanmakta olan sistemdeki değişimleri sorgulamış ve giderek artan çalkantılı yıllar yaşamış ve sonucunda başkanlık sisteminden parlamenter sisteme geçiş yaşamıştır. Bu anlamda
Kırgızistan çoğu alanda olduğu gibi S.S.C.B. sonrası Orta Asya’da ilke imza atmıştır.
     Piyasa ekonomisine dayalı sistemin oturtulmasında ve salt öz kaynaklar kullanılarak ülke ekonomisinin yeniden yapılandırılması Kırgızistan için kolay olmamıştır. Ekonomik yapılanma süreci nedeniyle 1991-1996 yılları arasında Kırgızistan ekonomisi iki katı yavaşlama göstermiş olup 2000'li yılların başına gelindiğinde ekonomide toparlanma yaşanmıştır.
Ekonominin tekrar canlanması ise 1996 yılında tarım üretimindeki artış ve Kumtor Altın Madeni’ne doğrudan dış yatırımın gelmesiyle mümkün olmuştur. 1999’dan itibaren tarım ve altın sektörlerine bağlı olarak büyümeye devam etmiş olup Uluslararası Para Fonu’nun analizine göre Kırgızistan 2000-2009 yılları arasında makul bir büyüme hızına ulaşmıştır. Ancak, gerek arka arkaya yaşanan siyasi istikrarsızlık ve sosyal çalkantıların getirdiği tedirginlik gerekse dünyadaki ekonomik krizin etkisi nedeniyle ekonomik anlamda gelişmeyi yavaşlamış ve dış yatırımcılar için çekiciliği sorgulanır hale gelmiştir.

    2012 yılına girerken Kırgızistan yeni cumhurbaşkanını seçmiş, dört partili koalisyon hükümetini kurmuş ileriye yönelik çalışmalarını başlatmış bulunmaktadır.
Siyasi belirsizliğini az çok çözmüş olan Kırgızistan için yeni yılda başta ekonomik ve sosyal gelişmeye engel olan sorunlara çözümün aranması,enerji sektöründeki sorunların giderilmesi, yargı reformlarının sürdürülmesi, ülkedeki petrol ve doğal gaz rezervlerinin verimli kullanılması, yolsuzlukla mücadeleye gerçek anlamda başlanması gibi sorunlarla karşı karşıyadır.
Kırgızistan bağımsızlığından bu yana ekonomi alanında yürüttüğü reformları, politikalarını ve ülkenin kendine özel ekonomik yapısını dikkate alarak
ileriye yönelik bakıldığında madencilik, enerji ve tarım sektörleri ekonominin temelini oluşturan ve güçlü olarak tanımlanan sektörler olarak karşımıza
çıkmaktadır. 
   Bunların yanı sıra, inşaat, turizm, ulaştırma ve ticaret gibi hizmet sektörü alanlarında da sağlıklı bir büyüme gözlemlenmektedir. 
Buna karşın Kırgızistan ekonomisinin henüz istikrarlı büyüme ve ekonomik çeşitliliğe ulaştığı söylenemez. 

Ancak bu demek değildir ki Kırgızistan ekonomisin uzun vadeli bir toparlanmayı gerçekleştirebilecek yatırım olanakları sınırlıdır.
Kırgızistan ekonomisine ileriye yönelik yatırım alanları ve potansiyellerine bakıldığında aşağıdaki sektörler bazında toparlanabilmesi mümkün görünmektedir.
İleriye yönelik bakacak olursak ekonomide madencilik ve enerji büyük bir potansiyele sahiptir. Kırgızistan da 400 ü aşkın değerli ve yarı değerli taş
türü vardır. Devletin bütçe gelirlerinin büyük bir kısmı altın ve civa ihracatından sağlanmaktadır. Madencilik ve metalurji sektörü, Kırgızistan’ın sanayi
üretiminin yarıya yakınını gerçekleştirmektedir.
Bu alanda özellikle altın sanayi önemli bir ağırlık oluşturmaktadır.

Kırgızistan, altın rezervinin dışında kömür, mermer, civa, bakır, uranyum, mobilya, gümüş ve antimuan yatakları ile seramik sanayisinde kullanılan bazı
mineral kaynaklara sahiptir. 



Bu alandaki en önemli alt sektör, altın çıkarma ve işleme sektörüdür. Kırgızistan’ın metalurji sektöründe yaptığı üretimin önemli bir bölümünü ihraç etmektedir.
Elektrik enerjisi üretimi Kırgızistan’da temel endüstrilerden biri olup ağırlıklı olarak hidroelektrik santrallerinde üretilmekte ve çok düşük fiyattan arz
edilmektedir. Sektörün hem üretim hem de ihracat açısından gelişme potansiyeli yüksektir. Tien Shan dağlarındaki buzulların erimesiyle hidroenerji alanında kullanıma yönelik önemli bir potansiyel oluşturmaktadır. Ancak yeterli yatırım olmaması, mevcut altyapının yetersizliği ve su seviyesinde beklenmedik değişimleri nedeniyle bu potansiyelin hâlihazırda %10’u kullanılabilmektedir. Ülkedeki yüksek hidroelektrik enerji potansiyeli de ekonomi için bir avantajdır. Bu doğrultuda devletin hidroelektrik santralleri kurma, yenilenebilir enerji üretimi ve orta ve küçük boy santrallerin rekonstrüksiyonları hususunda yabancı yatırımdan faydalanacak şekilde çeşitli çalışmaları ve projeleri bulunmaktadır. 

    Issık Göl turistik bölgesinde güneş enerjisi kolektörlerinin kurulması da bu tür projelerin bir parçasıdır. Projenin bedeli 35 milyon Dolar olarak tahmin edilmekte olup 30-50 bin metrekarelik bir alanda kolektör kurulmasını gerektirmektedir.
Issık Göl bölgesindeki sağlık merkezlerinin % 95 oranında güneş enerjisine geçişi öngörülmektedir. Uzmanlara göre proje 7 yılda kendini amorti edecektir.
Hükümet iç piyasa ihtiyaçlarının karşılanması ve enerji kesintilerinin giderilmesi gibi sosyal bir hedefin yanı sıra, mevcut potansiyeli ihracata yöneltmeyi ve ihracatı kalıcı olarak artırma hedefini de gözetmektedir.
Ülkede sanayi yeterince gelişemediğinden, ihracatta tarım ürünlerinin payı oldukça yüksektir. 
Ancak, tarımın iklim ve benzeri etkilere çok açık olması dönemlik dalgalanmaları da beraberinde getirmekte ve ekonominin istikrarlı büyümesini  zora sokmaktadır.
Kırgızistan’da çok sayıda koyun, keçi, sığır ve at yetiştirilmekte hayvansal ürünler üzerine gelişen sektörlerde et, deri, yün ve halı ihraç eden bir ekonomik yapı oluşturulabilir. Sonuçta Kırgızistan 3 milyonu büyükbaş ve at olmak üzere yaklaşık 18 milyon hayvan potansiyeline sahiptir. Sulak arazilerde buğday, pamuk, kenevir, tütün, yağlı tohumlar, şeker pancarı, üzüm, mısır gibi muhtelif meyveler ve sebzeler yetiştirilmesi de önemli bir imkândır.

Ancak bu tür imkânlardan yararlanma potansiyelini artırmak için sulama, tarımda kullanılan araç ve ekipmanların sağlanması veya finansmanların kolaylaştırılması gerekmektedir. Örneğin, tarım arazilerinin 69 bin hektarının sert toprak, 30 bin hektarının erişim zorlukları, 14,2 bin hektarının sulama imkânının bulunmaması ve sulama ağlarının bozuk olması, 9,9 bin hektarının finansman yetersizliği, 9,5 bin hektarının tuzlanma ve bataklık, 6,1 bin hektarının ise üretim girdileri eksikliği nedeniyle kullanılamamaktadır. Bu konuda Türkiye Cumhuriyeti Türk İşbirliği Kalkınma İdaresi Başkanlığı aracılığıyla tarıma yönelik projelerde destekte bulunmuştur. İleriye yönelik Kırgız hükümetinin 2012-2014 yıllarını kapsayan 40 ulusal proje hazırlamış, bu projelerin gerçekleştirilmesi için gerekli yatırımların sağlanmasında TİKA ile işbirliği yapmak istediklerini kaydetmiştir. 

Çalışan nüfusun % 34’ü tarım alanlarında istihdam edildiği düşünüldüğünde bu tarz projelerin ne kadar önem arz ettiği ortadır.
Bağımsızlığının 20. yılını kutlamakta olan Kırgızistan için ileriye yönelik düşünülecek diğer bir potansiyel yatırım alanı da konut sektörüdür. Hâlihazırda
yürütülmekte olan inşaat faaliyetleri hacmi bağımsızlık öncesi dönemle karşılaştırıldığında ¼’ün altındadır.
Diğer sanayi dallarında olduğu gibi inşaat sektörü de makine ve ekipmanın yurt dışına transferi ve satışından önemli ölçüde etkilenmiştir. Bugün
ülkede özellikle dar gelirli kesimin konut sorunu giderek ağırlaşmakta olup, 200 bini aşkın ailenin konut ve barınma ihtiyacı bulunmaktadır. 

İkinci el ev piyasasındaki daralma konut sorununu daha da ağırlaştırmaktadır. 
Bu doğrultuda Bişkek Belediyesi hazırladığı “Şehir İçinde Şehir Projesi” için
750 hektar arazi ayırmıştır. Bu kapsamda arazinin müteahhide bedelsiz olarak verilmesi, konutların %30’unun mortgage sistemiyle satışa yönelik inşa edilmesi, şehir idaresinin inşa edilecek dairelerin yaklaşık %10’unu alması ve şehir merkezinde yıkılacak eski binaların sahiplerine devredilmesi
öngörülmektedir.
   Tanrı Dağlarının ülke içerisindeki uzantısını oluşturan ve bölgede Aladağlar olarak bilinen dağ silsilesi turizmin keşfedilmesini sağlamıştır. Bu dağlar
kış turizmi ve kayak merkezi olmaya müsait bir potansiyeli barındırmakta ve yatırımcılarını beklemektedir. Turizm konusundaki bir diğer avantajı ülkenin
kuzeydoğusunda, deniz seviyesinden 1.600 metre yükseklikte bulunan Issık Göl’dür. Dağ ve deniz ikliminin karışımı olan Issık Göl iklimi, şifalı çamur
ve mineralleriyle çok meşhur bir sağlık merkezi durumundadır. 

Bu bölgede kurulan sanatoryumlar on binlerce turisti ağırlama kapasitesine sahiptir.
   Mesela 1970-80 yıllarında Kırgızistan’a yılda 1,5 milyon turist gelmekteydi. 1990 ve 2000 yıllar arasında bu rakam 200 bini geçememiştir. 

Sebep bu sektörün gelişmemesi, eskilerinin kalitesinin olmaması ve yenilenmede çekilen zorluklar, üstelik bu sektörün tamamen unutulmasıdır. Halbuki tarihi,
coğrafi ve tabiat güzellikleri açısından çok önemlidir. Büyük İpek Yolu boyunca kurulmuş olan tarihî, mimarî eserlerin hala muhafaza ediliyor olması ve pek çok tarihi imparatorluğa ev sahipliği yapan ülke olması turizm sektörünün potansiyel yönlerini ortaya koymaktadır.

EKOAVRASYA 2012 KIŞ

***

Küresel ABD Projeleri ve 23 Haziran Seçimi…

 Küresel ABD Projeleri ve 23 Haziran Seçimi…



Ali ERALP:

Bazı arkadaşlarım küresel proje uyarısı yapıyor bana. Ülkenin küresel tehlikelerle karşı karşıya olduğunu vurguluyor…

Ben bu konuya 20 yıl önce, 1999 yılında, Cumhuriyet gazetesinde, tam sayfa yayınlanan bir makalemle dikkat çekmiştim. 

Daha sonra da Çetin Yetkin ağabeyin çıkardığı “Müdafaa-i Hukuk” dergisinde aynı konuyu ele almıştım. İmamoğlu’nu topluma “Hain” tanıtan bazı kişilere ve çevrelere de bu makalede yanıt veriyorum:

“Yıllardır bu ulusun başına bir "küreselleşme", bir "Yeni Dünya Düzeni" belâsı sardırıldı. Cumhuriyet devrimleri unutuldu.
Amerika'nın öncülük ettiği bu "uluslararası soygun" projesi, tüm insanlığı tutsak almayı hedefleyen bu köleleştirme ideolojisi" ön plâna çıkarıldı.
Sovyetlerin yıkılışı ile dünya düzeninin de Amerika'nın güdümünde tek kutuplu bir yapıya dönüşmesi, bu çabalan iyice kolaylaştırdı.
Bütün bu oluşumların sonucunda ırkçı, dinci dalgalar yükselirken, devrimci rüzgârlar yavaşladı.

Hatta bazı solcular bile, "Artık tarihsel koşullar değişti" gerekçesiyle bu küreselleşme akımına omuz verdiler. Sosyal ve ulusal devlet kavramının 
anlamını yitirdiğini öne sürerek, uluslararası sermayenin dayattığı bu ideolojiyi baş tacı ettiler. Öylesine benimsediler ki bu yeni (!) düşünceyi, işi, Ulusal Kurtuluş Savaşımızı, Kemalist devrimin tüm kazanımlarını yadsımaya kadar vardırdılar…”
(Küreselleşme, Eğitim Ve Duyarsızlık, Cumhuriyet, 22 Kasım 1999)
   1923 Devrimi ve Kemalist Cumhuriyet yoğun bir saldırı ile karşı karşıyadır bugün. Ülkemiz ABD, AB ve yerli uşakları tarafından kuşatılmıştır. 
Birliğimiz, bütünlüğümüz, üniter yapımız yok edilmek istenmektedir.
Sevr gündemde dir. Ordu, yargı, tüm ulusumuz ateş altındadır. Vatanımız ateş altındadır.
Bütün bu baskıcı uygulamalar, programlar Amerika’nın yeryüzüne egemen olma ve ülkelerin enerji kaynaklarını talan etme planının bir parçasıdır.
Ortadoğu haritası ve Türkiye yeniden biçimlendirilmeye çalışılmaktadır.
Bin yıldır bir arada yaşayan insanların arasına etnik, dinsel düşmanlık tohumları ekilerek, uluslar yapay ayrılıklar temelinde bölünmek istenmektedir. 
Bütün bu sinsi, karanlık planlar “özgürlük, demokrasi” perdesinin arkasına sığınılarak yapılmaktadır.
ABD’nin hedefinde ulus devletler vardır. Çünkü ulus devlet demek bağımsızlık demektir. Ülke çıkarlarını korumak demektir.
Ulus devletlerin parçalanıp, devletçiklere dönüşmesi Amerika’nın dış politikasının temelini oluşturmaktadır. Uluslar parçalanmalı, etnik, dinsel, cemaatler temelinde yeniden düzenlenmelidir.
Bu amaçla ilk girişim Irak’ta gerçekleştirilmiştir. Sıra Türkiye, İran ve Suriye’dedir. Asya’nın merkezine, kalbine doğru bir yürüyüş… Kafkasların işgali ve yenidünya imparatorluğu…
Bu bir dünya egemenliği savaşımıdır. BOP planı hayata geçirilmeye çalışılmaktadır
Amerika ve yerli uşaklarının ülkemizde istedikleri gibi at koşturup, saltanatlarını sürdürebilmeleri için Türkiye’nin de Irak ve Yugoslavya gibi parçalanması gerekmektedir.
Çünkü bir düşmanı yok etmenin en kestirme yolu mezhepleri, dinleri, etnik grupları birbirine düşürerek, kendi kendilerini yok etmelerini sağlamaktır. 
Yugoslavya’da, Irak’ta, Afganistan’da ve şimdi Suriye’de yapılan budur. Türkiye’de de bu oyun sahnelenmektedir.

Bu bir “Böl, Yönet” oyunudur.

Yoksul ülkelerin bazı işbirlikçi Eşbaşkanları da bu oyunda figüran rolündedirler. Görevlerini büyük bir çaba ve bağlılıkla yerine getirmeye çalışmaktadırlar…
Çünkü onlar da bu planın bir parçasıdırlar. Bu savaşım, ABD ile birlikte onların da “var olma” ya da “yok olma” savaşımıdır. Gelecekleri buna bağlıdır.
Ortadoğu’dan ABD’nin elini eteğini çekip, kendi ülkesine dönmesi, yani emperyalizmin yenilgiye uğraması, onun işbirlikçilerinin de yok olması demektir. 
O zaman ne Talabani kalır, ne Barzani ne de Öcalan… O zaman AKP’nin esamisi (ad) bile okunmaz…
Bu açılımlar, saçılımlar, Ergenekon’lar ABD’nin Yeni Dünya Düzenini oluşturmak için yapılmaktadır.
Kürt açılımı bir ABD açılımıdır. Kürt açılımı, Ergenekon tertibi bir ABD tasarımıdır.
Bu tasarımın temelinde, çatısında, her noktasında Amerika vardır. Demokrasi, kardeşlik, özgürlük, “ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı” gibi kulağa hoş gelen sözler bu gerçekleri gizlemek içindir.

Kürt açılımı, Lozan’ın yadsınmasıdır. Sevr’dir.

(Emperyalizm, Malta sürgünleri ve Ergenekon, 08.02.2010 - Müdafaa-i Hukuk Dergisi)

Şimdi de gelelim günümüze: Bu “Küresel proje” uyarısı karşısında, bir değerli arkadaşıma verdiğim yanıtımı buraya yeniden alacağım:
“Sevgili Serap, küresel projeyi de görelim, Türkiye'nin şu anda içine düştüğü bataklığı da... Öncelikle vatanımızı yobazların, din satıcılarının elinden kurtaralım. Onlara MHP gibi koltuk değnekliği yapmayalım ve asla AKP genel başkanının bir BOP EŞBAŞKANI olduğunu unutmayalım.

Elbette yanlış yolda yürüyenlere, yanlış çizgi izleyenlere eleştirilerimiz olacaktır. Ki ben bunu makalelerimde defalarca yaptım. Yapıyorum. 
Ama ÖNCELİKLERİ iyi belirlemek gerekir... Her şeyin bir zamanı var...”
Bu açıdan bakılınca, ben şu anda ülkemizi bataklığa çeviren AKP ve onun uygulamalarına tek laf etmeyip, İmamoğlu’nu ve CHP’yi “Hainlikle” suçlayanları, seçimlerde “tarafsız” kalarak Binali Yıldırım’ın değirmenine su taşıyanları kınıyorum.
Din tüccarları, yobazlar, yalancılar, talancılar ve daha önemlisi BOP EŞ BAŞKANLARI ile antiemperyalist mücadele verilemez diyorum.

(alieralp37@gmail.com)
***

EMPERYALİZM, MALTA SÜRGÜNLERİ VE ERGENEKON

EMPERYALİZM, MALTA SÜRGÜNLERİ VE ERGENEKON




Ali  ERALP

(Sevgili  okuyucularım,  bu  kez  biraz  uzunca  bir  makale  yazdım.   Özellikle , “Bu  milletten  ne  köy  ne  kasaba  olur.   Öldük,  bittik,  mahvolduk…”   diyenlerin  bu  yazıyı  başından  sonuna  dek  okumalarını  hoş  görülerine  sığınarak,  rica  ediyorum. Osmanlının  son  dönemlerindeki  yargı,  yargıç  ve  politikacıların  günümüzdekilerle  benzerliklerini,  nasıl  bir  ihanet  içinde  olduklarını  ve  “Çılgın  Türklerin”  bu  ateş  çemberinden  nasıl  çıktıklarını  onurla  göreceklerdir…)
1923  Devrimi  ve  Kemalist  Cumhuriyet  yoğun  bir  saldırı  ile  karşı  karşıyadır  bugün.
Ülkemiz  ABD,  AB  ve  yerli  uşakları  tarafından  kuşatılmıştır.
Birliğimiz,  bütünlüğümüz,  üniter  yapımız  yok  edilmek  istenmektedir.
Sevr  gündemdedir.
Ordu, yargı, tüm ulusumuz ateş altındadır.
Vatanımız  ateş  altındadır.
    Bugüne değin ulusalcılara, ulusal düşünceye, Atatürk devrimlerine bu denli pervasızca, açıktan dil uzatılmadı. Bu denli yüksek perdeden sövülüp sayılmadı. Bağımsızlık düşüncesi bu denli aşağılanmadı.
Adalet, hukuk siyasallaştırılmıştır günümüzde. Bu ülkeye yıllarca hizmet etmiş generaller, politikacılar, sendikacılar, yazarlar çizerler ruh hastalarının, eski PKK’lı katillerin tanıklığı ile 25 kuruşluk CD’lerle dört duvar arasına atılmakta, çile çekmektedirler.
Bu haksızlıklara, yasa dışı uygulamalara karşı çıkan, direnen yargıçlara, savcılara, mahkemelere, basına, yurtseverlere ise çeşitli yıldırma, sindirme, korkutma yöntemleri uygulanmaktadır.
Yasama, yürütme, yargı erklerini tekeline alan AKP iktidarı, Türkiye’yi dilediği gibi yönetme sevdasına düşmüştür.
Dinci faşizm kol gezmektedir… İşbirlikçi, taraf basın “Mütareke Basını”na dönüşmüştür. Emperyalizmin ve zalimlerin sözcüsü durumundadır bugün. Giderek daha da saldırganlaşmaktadır.
Bütün bu baskıcı uygulamalar, programlar Amerika’nın yeryüzüne egemen olma ve ülkelerin enerji kaynaklarını talan etme planının bir parçasıdır. Ortadoğu haritası ve Türkiye yeniden biçimlendirilmeye çalışılmaktadır. Bin yıldır bir arada yaşayan insanların arasına etnik, dinsel düşmanlık tohumları ekilerek, uluslar yapay ayrılıklar temelinde bölünmek istenmektedir. Bütün bu sinsi, karanlık planlar “özgürlük, demokrasi” perdesinin arkasına sığınılarak yapılmaktadır.
ABD’nin hedefinde ulus devletler vardır. Çünkü ulus devlet demek bağımsızlık demektir. Ülke çıkarlarını korumak demektir. Ulus devletlerin parçalanıp, devletçiklere dönüşmesi Amerika’nın dış politikasının temelini oluşturmaktadır. Uluslar parçalanmalı, etnik, dinsel, cemaatler temelinde yeniden düzenlenmelidir.
Bu amaçla ilk girişim Irak’ta gerçekleştirilmiştir. Sıra Türkiye, İran ve Suriye’dedir.
    Şu günlerde, ekonomik krizle boğuşan ve çöküntüye giden ABD’nin elini çabuk tutması gerekiyor. Çin, Hindistan, Rusya, Latin Amerika gibi ülkeler daha da güçlenip dünya politikasına ağırlığını koymadan ve Avrasya birliği gerçekleşmeden Ortadoğu teslim alınmalıdır. Ondan sonrası kolay. Arkası çorap söküğü gibi gelecektir nasıl olsa!… Asya’nın merkezine, kalbine doğru bir yürüyüş… Kafkasların işgali ve yenidünya imparatorluğu…
Bu bir Amerikan rüyasıdır. Bu bir dünya egemenliği savaşımıdır. ABD’nin sömürgeciliğini sürdürmesi, Amerikan rüyasının gerçekleşmesi bu savaşımın kazanılmasına bağlıdır.
BOP  PLANI  HAYATA  GEÇİRİLMEYE  ÇALIŞILMAKTADIR
Amerika ve yerli uşaklarının ülkemizde istedikleri gibi at oynatıp, saltanatlarını sürdürebilmeleri için Türkiye’nin de Irak ve Yugoslavya gibi parçalanması gerekmektedir.
Çünkü bir düşmanı yok etmenin en kestirme yolu mezhepleri, dinleri, etnik grupları birbirine düşürerek, kendi kendilerini yok etmelerini sağlamaktır. Yugoslavya’da, Irak’ta, Afganistan’da ve şimdi Suriye’de yapılan budur. Türkiye’de de bu oyun sahnelenmektedir. Bu bir “Böl, Yönet” oyunudur.
Yoksul ülkelerin bazı işbirlikçi eşbaşkanları da bu oyunda figüran rolündedirler. Görevlerini büyük bir çaba ve bağlılıkla yerine getirmeye çalışmaktadırlar…
Çünkü onlar da bu planın bir parçasıdırlar. Bu savaşım, ABD ile birlikte onların da “var olma” ya da “yok olma” savaşımıdır. Gelecekleri buna bağlıdır.
Ortadoğu’dan ABD’nin elini eteğini çekip, kendi ülkesine dönmesi, yani emperyalizmin yenilgiye uğraması, işbirlikçilerin de yok olması demektir. O zaman ne Talabani kalır, ne Barzani ne de Öcalan… O zaman AKP’nin esamisi (ad) bile okunmaz…
Bu açılımlar, saçılımlar, Ergenekon’lar ABD’nin Yeni Dünya Düzenini oluşturmak için yapılmaktadır. Kürt açılımı bir ABD açılımıdır. Kürt açılımı, Ergenekon tertibi bir ABD tasarımıdır. Bu tasarımın temelinde, çatısında, her noktasında Amerika vardır. Demokrasi, kardeşlik, özgürlük, “ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı” gibi kulağa hoş gelen sözler bu gerçekleri gizlemek içindir.
Kürt açılımı, Lozan’ın yadsınmasıdır. Sevr’dir.

LOZAN,  TAM  BAĞIMSIZ  BİR  ULUS  DEVLETİN  İLANIYDI

Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyetini hiçbir zaman kabullenemeyen ABD, Kurtuluş Savaşındaki yenilgiyi hiçbir zaman içine sindiremeyen Batı, hep bir Sevr özlemi ile yaşamıştır.
Churchill, Lozan görüşmelerinden sonra duyduğu ezikliği şu sözlerle dile getirmişti:
“İngiltere’nin tarihinde bundan daha büyük hezimet yoktur. Bundan daha büyük bir başarısızlık olmamıştır…”
Lozan’da Osmanlının küllerinden yeni bir ülke yaratılmıştı. Lozan, Türkiye Cumhuriyetinin tescili, varoluşuydu. Tam bağımsız bir ulus devletin ilanıydı. O, Türk, Kürt, Çerkez, tüm yurttaşların tek çatı altında, kardeşlik temelinde oluşturduğu bir ulus devletti. İşte onun için Mustafa Kemal, “Türkiye cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” demişti.
Bu kaynaşmış, bütünleşmiş ulus devlet tüm dünyaya örnek olmuş, öncülük yapmıştı.
Çok çetin tartışmalardan sonra Türkiye, kendi koşullarını sömürgeci uluslara kabul ettirmişti. Emperyalist ülkelerin tüm direnmelerine karşın kapitülasyonlar kaldırılmıştı. Bu sonucu alana dek konferans zaman zaman ertelenmiş, durma noktasına gelmişti. Ama yine de Kemalist Hükümet, Lozan’dan başı dik, zaferle ayrılmasını bilmişti.
Bundan böyle Türkiye büyük, küçük tüm dünya devletlerinin tanıdığı, onlarla aynı haklara sahip, egemen, üniter bir ulus devlet sayılacaktı. Lozan bunu gerçekleştirmişti. İsmet Paşa, Batılı emperyalistlere karşı ikinci bir “İnönü Zaferi” kazanmıştı
Bütün bu zorlu oturumlardan sonra İngiliz dışişleri Bakanı Lord Curzon, İsmet Paşa’yı yanına çağırmış, tehdit edici bir tavırla şunları söylemişti:
“Paşa” demişti, “senden hiç memnun değiliz. Biz ne istersek reddediyorsun. Ne istersek itiraz ediyorsun. Savaş olsa bile sonunda geleceksin önümüzde diz çökeceksin ve ülkenin kalkınması için bizden borç isteyeceksin ve işte o zaman şimdi reddettiğin tavizleri teker teker cebimizden çıkarıp önüne koyacağız.”
Aynı şeyi I. Dünya Savaşından hemen sonra 1918’de Wilson da vurgulamıştı:
“Amerika’nın çok büyük bir mali gücü var ve savaştan sonra biz bu mali gücümüzden yararlanarak bütün ülkeleri istediğimiz gibi yönlendireceğiz…”
Şimdi bu sözler BOP ile yaşama geçirilmeye çalışılıyor. Türkiye’de bir “Ilımlı İslam Cumhuriyeti” kurmak isteyen Batı kolları sıvamıştır. Ortam elverişlidir. Siyasal İslamcı iktidar, bölücüler, mütareke basını bu oluşumu büyük bir şevkle desteklemektedirler.
Batı, Atatürk’lere, İnönü’lere kabul ettiremediği koşulları bugün yerli uşaklarını kullanarak tüm Türkiye’ye dayatmaktadır. Kürt açılımları, Ermeni açılımları birbirini izlemektedir.
Bu tasarımlara, emperyalizmin Ortadoğu ve Türkiye’yi ele geçirme girişimlerine direnenler ise düzmece senaryolarla, çeşitli ayak oyunları ile dört duvar arasına atılmakta, ortalık dikensiz gül bahçesine dönüştürülmeye çalışılmaktadır.
Tarih boyunca bu böyle olmuştur. Ne zaman emperyalizmin oyununu bozan birileri çıksa, ne zaman tam bağımsızlıktan, iyi komşuluk ilişkilerinden söz eden bir yurtsever grubu ile karşılaşılsa hemen tutuklamalar, tehditler, tertipler birbirini kovalamakta, antiemperyalist direniş kırılmaya çalışılmaktadır.

TAM  BAĞIMSIZ  BİR  TÜRKİYE  İSTEMEK  SUÇ
Aramalar, taramalar, baskınlar, yargıya, yargıçlara saldırılar, gözdağı vermeler, korku imparatorlukları, hep bunun içindir. Ulusalcılık lafını ağzına alanları bunun için içeriye atılmaktadırlar.
Tutuklananların geçmişte verdikleri demeçlere, yazdıkları yazılara bakarsak, neyi savunduklarını, niçin tutuklandıklarını, yani asıl gerçekleri daha iyi görebiliriz. Örneğin Hurşit Tolon, 2004 yılında yazdığı kitabının önsözünde şunları söylemişti:
“Bu kitapla, günümüzde, ülkemizin bütünlüğüne, ulusal birlik ve beraberliğine yönelik oluşumların tarihi geçmişinin anımsanmasına bir ölçüde yardımcı olmak amaçlanmıştır.
Bir başka yazısında:
“Türkiye’mizin jeopolitik konumu dolayısı ile tarihin her döneminde olduğu gibi bugün de gelecekte de birçok düşmanları olacaktır. Bu düşmanlar Kurtuluş zaferimizden sonra rafa kaldırdıkları, Sevr Barış Antlaşması`nı tekrar gündeme getireceklerdir. 
Zira bugün bölücü unsurların vatanımızı parçalama ve akabinde de ele geçirme faaliyetleri Sevr Antlaşması`nın günümüze uygulanması çalışmalarından başka bir şey değildir.`

Tuncer Kılınç Paşa da şunları söylemiş:

“Avrupa Birliği, Ermeni soykırımını ve Kıbrıs’ta Rum yönetimini tanımamızı, limanları Rumlara açmamızı, terör örgütü ile masaya oturmamızı, Kürt ve Alevi vatandaşlarımızı azınlık olarak nitelememizi istiyor. Avrupa Birliği böylece, birliğimizi, bütünlüğümüzü bozarak, kolayca teslim olmamızı bekliyor”.

Konuşmalar, yazılar, demeçler ortada. Komutanlar, tam bağımsızlıktan yana. “Birlik ve beraberliğimizi parçalamaya yönelik oluşumlardan, Sevr’in tekrar gündeme gelmesinden, terör örgütü ile aynı masaya oturma tehlikesinden söz ediyorlar ve rahatsızlıklarını belirtiyorlar. 
Hepsi bu.
Suçları anti emperyalist olmak, ABD, AB karşıtı olmak, ülkenin tam bağımsızlığını savunmak, ülkenin içişlerine başka devletlerin burnunu sokmasına engel olmak…
Bunlar Atatürk’ün kırmızı çizgileri değil miydi? Bunları savunan kişiler hain olabilirler mi? Bunlar suç sayılabilir mi?
Ya da şöyle soralım:
Bir Türk politikacısı çıkıp da ABD’ye “Sen şu eyaletlere toprak ve özgürlük vereceksin, Kızılderililere ve zencilere ayrı devlet kurma hakkını sağlayacaksın, sınırları ayıracaksın…” diyebilir mi? Bu mümkün müdür? ABD ya da AB bu türden isteklere, yönlendirmelere izin verir mi? Peki biz niye izin verelim? Türkiye Cumhuriyeti bir ulus devlet değil midir?
Kendi sınırları içerisinde böyle girişimlere asla ve kesinlikle izin vermeyen ABD’ye, AB’ye “sen de bizim işlerimize burnunu sokamazsın” demek suç mudur? Suç sayılabilir mi bu?

ERGENEKON  TERTİBİ
Elbette Sayılmaz. Yeryüzünde böyle bir suç yoktur. Yeryüzünde vatan savunmasını cezalandıracak bir yasa da yoktur. Ama Türkiye’yi bölmek, parçalamak isteyen sömürgeci devletler için bu, büyük bir suçtur!… Onun için Bağımsızlık isteyenlerin hemen engellenmesi gerekir.
Peki, nasıl olacak bu iş? Nasıl engellenecek yurtseverler? Ulus devleti ve tam bağımsızlığı savunanlar nasıl susturulacak?
Kolay. Hem de çok kolay, işin uzmanları (!) için çocuk oyuncağı…
Önce ETÖ (Ergenekon Terör Örgütü) adlı bir örgüt yaratırsın. Bu örgütü emperyalistlerin korkulu rüyası Türk Ordusu ile özdeşleştirirsin, sonra da orduyu darbecilikle suçlarsın. Amaç sindirme, halkın gözünde onu küçük düşürmektir… Ardından yargıya saldırılar düzenlersin. Yargı siyasallaştırılmaya, hizaya getirilmeye çalışılır. Gelmeyenlere korku, baskı yöntemleri uygulanır. Yargı kalesi de teslim alındıktan sonra at atabildiğin kadar yurtseveri içeri. Böl, bölebildiğin kadar vatanı. Parça parça, bölge bölge… Sat satabildiğin kadar…
Kurtların dumanlı havayı sevmesi gibi, işte tam böyle bulanık ortamlarda ve zamanlarda ABD’nin “Our Boys”ları (Bizim Oğlanlar) da çıkar ortaya, kendilerine verilen görevleri kurşun askerler gibi yerine getirirler.

Bizim tarihimiz “Our Boys”larla doludur.

Nemrut Mustafa’lar, Vahdettin’ler, Damat Ferit’ler birer İngiliz “Our Boys”u idiler. Bugünkü ABD’nin “Our Boys”ları gibi onlar da Kurtuluş Savaşını engelleyebilmek için ellerinden gelen çabayı ortaya koymuşlar, düşmanla işbirliğine kadar gitmişlerdi. Emperyalizme karşı kelle koltukta savaşan, dişe diş mücadele veren yurtseverleri bastırmak için, İngilizlerden destek ve yardım istemişlerdi.
İngiliz Yüksek Komiseri kendisinden yardım isteyen Vahdettin’i desteklemek amacıyla Londra’ya şu mesajı göndermişti:

“”(Padişah)… Uzun zamandan beri, aslında 1908’den beri, İttihat ve Terakki Komitesinin hafiyeleriyle sarılmış olduğunu, onlardan çok çektiğini söyledi. Kendisi her zaman İngiliz taraftarı olmuştur… Şimdi de bütün umudunu İngiltere’ye bağlamaktadır. Komiteye karşı en sert biçimde eyleme geçmek arzusundadır… İngiltere hükümetinin İngiliz savaşı tutsaklarına karşı barbarca davrananlar ile Kırım’dan sorumlu olanların cezalandırılmasını istediğini bilmektedir ve İngiltere’nin arzulayacağı her kişiyi, yine İngiltere’nin arzusuna göre, yakalatıp, cezalandırmaya hazırdır. Ancak geniş ölçüde bir eyleme geçince ihtilal olacağından, kendisinin belki de devrilip, öldürüleceğinden korkmaktadır. Sert biçimde eyleme geçince, müttefiklerin desteğine güvenip, güvenemeyeceğini, müttefiklerin bunu Türkiye’nin bir iç işi olduğunu, söyleyip kenarda durup durmayacaklarını öğrenmek istemektedir. İngiltere’den gerçek destek, ilerde de dostluk beklemektedir…”

Elbette İngiltere, ülkesini altın tepsi içerisinde kendisine sunan ve emrine girmeye can atan bir işbirlikçiye elinden gelen desteği verecekti.
İngiltere’den “yardım” sözü alınınca geniş çaplı bir tutuklama, işkence, yargılama eylemi başlatıldı. Ok yaydan çıkmıştı artık. Geriye dönüş olamazdı. Baskı, sindirme, korkutma hareketi sonuna dek götürülmeliydi.

İngiliz ajanları, Ermeni Patrikhanesi, İngiliz Muhipleri Cemiyeti ortaklaşa çalışarak, kara listeler hazırladı. Günümüzde yapıldığı gibi, “soyut suçlar, soyut düşmanlar” yaratıldı. Düzmece ihbarlarla, yalancı tanıklarla işgale direnenler toplanmaya başlandı.

Bugün olduğu gibi, o günlerde de İpe sapa gelmez, sudan nedenlerle insanlar dört duvar arasına atılıyor; ailesi, yakınları çoluğu çocuğu ile bağları koparılıyor, yaşamla ilişiği kesiliyordu. Amaç, vatanseverlerin susturulması, gerçeklerin gizli kapaklı kalmasıydı. Tutuklananların tümünün ortak özelliği düşmana teslim olmamaları, işgale karşı çıkmaları idi.

MALTA  SÜRGÜNLERİ
İstanbul’un yabancılar tarafından alınmasından sonra 1919-1920 yıllarında hapishanelere atılanlar arasında emekli generaller, profesörler, milletvekilleri, valiler, gazeteciler, ordu komutanları vardı. Sayıları 145 kadardı ve tümü de aydın, yönetici, liderlik özelliği olan kişilerdi. Bir İngiliz sömürgesi olan Malta’ya sürgün edilmişlerdi. Bunlara sonradan “Malta Sürgünleri” adı verildi.
Bu arada İngiltere kendisine direnen, karşı koyan komutanlar hakkında kara listeler hazırlamayı sürdürüyor ve yakalanmaları için İstanbul hükümetine emirler yağdırıyordu. Bunların adları ve suçları şöyle sıralanmıştı:
Nuri Paşa: Kafkasya’da eski İslam Ordusu Komutanı; Azerbaycan’a asker sokmak, Ermenilere zorbalık etmekten suçludur.
Mürsel Paşa (General Mürsel Bakû): Kafkasya’da Azerbaycan Kuvvetleri Komutanı. Nuri Paşayı desteklemek, Türk Ordusunun geri çekilmesini geciktirmekle suçlanmaktadır.
Yakup Şevki Subaşı Paşa: Kafkasya’da 9. Ordu Komutanı. Ermenilere, Ukraynalılara zorbalık etmek ve geri çekilmeyi geciktirmekle suçlanmaktadır.
Nihat Paşa (Anılmış): Pozantı’da 2. Ordu Komutanı. Mülki makamları ayaklanmaya kışkırtmak, Kilikya’yı boşaltmamakla suçludur.
Ali İhsan Paşa: Mezepotamya’da 6.Ordu Komutanı. Cerablus’ta (Güneydoğu) İngiliz komutanına hakaret etmekten ve yağmacılıktan suçludur.
Fahri Paşa (General Fahrettin Türkan): Hicaz ordusu Komutanı. Teslim olmamakla suçlanmaktadır.
Gazi Paşa: Yemen 40. Tümen Komutanı. Teslim olmuyor.
Tevfik Paşa: Yemen’de 7. Kolordu Komutanı. Teslim olmuyor. Asir’deki 23. Kolordu Komutanı da teslim olmuyor.

İngilizlerin kara listesinin başında Mustafa Kemal vardı. Onun yanında yaveri Cevat Bey (Gürer), Yarbay Kel Ali (Çetinkaya), Halil Paşa (Killi), Kazım Karabekir Paşa, İsmet Bey (İnönü) ve daha onlarca Türk subayı…
Ayrıca Ulusal Kurtuluş Savaşı için Anadolu’ya geçen Mustafa Kemal paşa, Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Kazım Özalp ve daha birçok komutanın yokluğunda ve arkalarından idam kararları alınıyordu. Böylece işgale karşı direnişi durduracaklarını, 100-150 kişinim tutuklanması, üç beş kişinin idam edilmesiyle Anadolu İhtilalının son bulacağını sanıyorlardı.
Ama yanılıyorlardı. Çünkü özverili halkımız, hemen tutuklananların yerine başka vatanseverler, liderler, komutanlar çıkararak, ulusal direnişin sürekliliğini sağlıyordu.

YA  İSTİKLAL  YA  ÖLÜM
Aslında onların unuttuğu en önemli şey, Mustafa Kemal Atatürk gibi yetenekli bir komutanın hareketin lideri olmasıydı. Onun “Ya istiklal, ya ölüm” parolasını duymamışlar, bu mücadeleye nasıl baş koyduğunu, bilmiyorlardı.
Tutuklamalar son sürat devam ediyordu. İngilizlere, Osmanlıya asılsız ihbarlar yağıyor, onlar da bu suç duyurularını işleme koyarak evlerden, işyerlerinden adamlar topluyorlardı. Tutuklananları mahkûm edebilmek için ilanlar yoluyla yalancı tanıklar aranıyordu. Sözün gerçek anlamıyla, yurt yüzeyinde bir yurtsever avı başlatılmıştı. Vahşet, acımasızlık, korku kol geziyordu.
İstanbul’da tutuklananlar “Bekirağa Bölüğü” denilen Harbiye Nezareti Cezaevine atılıyorlardı. Komutanlardan sonra sıra valilere, kaymakamlara gelmişti.
Boğazlıyan Kaymakamı Mehmet Kemal Bey, genç yaşında, Ermeni yalancı tanıklarının ifadelerine dayanılarak, sıkıyönetim mahkemesince idama mahkûm edilip, Beyazıt Meydanında asılmıştı. Ayağının altındaki sandalyeyi tekmelerken şöyle haykırıyordu:
– Ben bir Türk memuruyum. Aldığım emri yerine getirdim… Yabancı devletlere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer adalet buna diyorlarsa, kahrolsun böyle adalet.
Halk bir ağızdan cevap veriyordu:
– Kahrolsun böyle adalet!
– Çocuklarımı asil Türk milletine emanet ediyorum. Bu kahraman millet, elbette onlara bakacaktır. Allah vatan ve milletimize zeval vermesin, Âmin!
   Kemal Bey, iskemlenin üzerinden kendini boşluğa bırakmadan birkaç kelime daha söylemek imkânı buluyordu:
– Borcum var, servetim yok! Üç çocuğumu millet uğruna yetim bırakıyorum. Yaşasın millet!
Fertler ölür, milletler yaşar… “
Daha sonraları Mehmet Kemal Bey’in babası Arif Bey’i Konya’da kabul eden Atatürk’le arasında şu konuşma geçer:
Atatürk – “Gel bakalım devletin babası”.
Arif Bey – “Aman Paşam devletin babası sizsiniz”.
Atatürk – “Sen öyle bir evlat yetiştirdin ki oğlun bu meşaleyi tutmasaydı biz ateşi yakamazdık. Işık tutan senin oğlundur” der.
Bugün, yalancı Ermeni tanıklarının yerini PKK’lı teröristler, devlet çiftliğinden beslenen yalakalar aldı. Onların ifadelerine dayanılarak vatan severler  cezalandırılmak istenmektedir. 
Bazıları uzun bir süredir içeride yatmaktadır Malta Sürgünleri de o yıllarda, suçlarını bilmeden, mahkeme önüne çıkarılmadan aylarca, yıllarca içeride  tutulmuşlardı. 
Tutsak alınmışlardı. Amaç Kurtuluş Savaşını başsız, komutansız bırakıp, “Anadolu İhtilal”ını engellemekti.

    KÜRT  NEMRUT  MUSTAFA  PAŞA

     O yıllarda, Türkiye halkını ve Mustafa Kemal’i tanımayan, yanılgı içine düşen ve antiemperyalist direnişi korku, zorbalık, idam kararları ile kıracağını sanan hayınlardan birisi de Mustafa Nazım Paşa idi. Öteki adıyla (nam-ı diğer) Kürt Nemrut Mustafa Paşa. Beyazıt Meydanında nice yurtseveri haksız yere astırdığı için, “acımasız, can yakan” anlamına gelen bu adı ona halk vermişti. Ayrıca o, bu yargılamaların dışında, on günlük Bursa Valiliği sırasında çeşitli olaylara karışmış, I. Dünya Harbinde şehit olan askerler için, ‘Onlar şehit değil, köpek ölüsünden farkları yoktur’ diyerek tepkisini ortaya koymuştu.

Yalancı tanık ifadeleriyle, hukuksal hiçbir dayanağı olmayan gerekçelerle, Nemrut Mustafa tarafından idama mahkûm edilen Bayburt Kaymakamı Urfalı Nusret bey’in arkasından ulusumuz günlerce gözyaşı dökmüş, yas tutmuştu.
Aslında Nusret Bey, daha önce İstanbul’a getirilip yargılanmış ve beraat etmişti. Ama Patrik Zaven Efendi onun cezalandırılmasını istiyordu. Yabancıların isteklerini “emir” sayan Damat Ferit, hiç düşünmeden onu Nemrut Mustafa’ya havale etmiş o da hemen idam kararını vermişti. Böylece Patrik Zaven Efendinin dileği yerine getirilmiş, bir tatsızlığın (!) çıkması önlenmişti.
Nusret Bey, 25 Aralık 1921’de henüz Ulusal Kurtuluş Savaşı sürerken, Mustafa Kemal Paşanın başkanlığındaki TBMM tarafından “milli Şehit” ilan edilmiş, ailesine nafaka bağlanmıştı.
     O, hücresinden kardeşi Cevdet Bey’e yazdığı son mektubunda şunları söylüyordu:
“…Küçük çocuklarımı, karımı, yalnız ve fakir olarak bırakıyorum. Beş gün sonra yiyecekleri kalmayacaktır. Allah aşkına sokaklara bırakma…”
O zamanki kaymakamların yaşantıları ile bugünkü han, hamam, gemicik sahibi politikacıların yaşantılarını karşılaştırdığımızda Kurtuluş Savaşının niçin başarıya ulaştığını, nasıl bir özveri ve yoksulluk içerisinde düşmanların yurdumuzdan kovulduğunu anlayabiliriz.
Nemrut Mustafa divanında Ziya Gökalp de yargılanmıştı. Suçu Türk milliyetçiliğini savunup, bölücülük yapmaktı. Mahkeme başkanı Nemrut Mustafa ile Ziya Gökalp Arasında şu konuşma geçmişti:
“Yazılarınızda savunduğunuz Türk milliyetçiliği Müslüman veya Türk olmayan Osmanlı vatandaşlarını değişik duygulara düşürmez mi?
“Hayır, efendim, her unsur…”
Mahkeme başkanı onun açıklamalarını dinlemiyordu bile. O papağan gibi kendi görüşlerini sıralamayı sürdürüyordu.
Tarih 29 Mayıs 1919’du. Ve Ziya Gökalp milliyetçilik yaparak Ermenilerin, Rumların kalplerini kırmakla suçlanıyordu.
   NEMRUT  MUSTAFALAR,  DAMAT  FERİTLER  YOK  ARTIK
Nemrut Mustafa, Kurtuluş Savaşı zaferle sona erince yurt dışına kaçtı. Daha sonra gizlice yurda dönerek Şeyh Sait İsyanını hazırladı.
O, Atatürk ve Milli Mücadele liderlerine idam kararı veren mahkemenin reisiydi. Lozan Anlaşması gereği 150'likler listesine alınmış ve yurtdışında ölmüştü.
Türkiye’yi yabancı güçlerle birlikte bölmek, parçalamak, manda yapmak isteyen vatan satıcıları hedeflerine ulaşamadılar.
Damat Ferit’ler, Vahdettin’ler, Nemrut Mustafa’lar yok artık. Onlar tarihin çöplüğünde yerlerini aldılar. Ne İngiliz Muhipleri Cemiyeti kaldı, ne Kürt Teali cemiyetleri ne de Şeyh Sait isyanları…
Tarih çarkını geriye döndürmeye bugüne değin kimsenin gücü yetmedi.
    PKK’lar, AKP’ler de günü geldiğinde tarihin tozlu sayfalarında hak ettikleri yeri alacaklardır. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın.
Şunu da aklımızdan hiç çıkarmayalım: Günümüzde çekilen tüm acılara, haksızlıklara, ihanetlere son verecek güç halktır. Halkın örgütlü gücüdür. Nazım’ın deyişiyle onlar, “Bir şafak vakti, karanlığın kenarından, ağır ellerini toprağa basıp doğruldukları zaman” tüm kötüler ve kötülükler yaşantımızdan silinip atılacak, son bulacaktır…
    Hiçbir faşist kendini ülkenin tek egemeni, durdurulamayacak, engellenemeyecek tek gücü sanmasın. 
Nemrut Mustafalar, Damat Ferit’ler, Evren’ler, Özal’lar, Çiller’ler nasıl yok oldularsa, bugünkü zalimler de günü geldiğinde ABD’si, AB’si, liboşları ile birlikte çekip gidecek, toz olacaktır…
Tarih halk düşmanlarının kırık dökük mezar taşlarıyla doludur.
Günümüzün yandaş yargıçlarının, savcılarının ihanet öykülerini de çocuklarımız, gelecekte, tarih kitaplarından ibretle okuyup, öğreneceklerdir…

Ali  ERALP
EMPERYALİZM, MALTA SÜRGÜNLERİ VE ERGENEKON…  
İşte Türkiye! (wordpress.com)

***

21 Ocak 2021 Perşembe

ERDOĞAN VE ALİYEV, STAR RAFİNERİSİNİN TEMELİNİ ATTI

 ERDOĞAN VE ALİYEV, STAR RAFİNERİSİNİN TEMELİNİ ATTI




Erdoğan, Aliyev, Star Rafinerisi, temelini attı, İlham Aliyev, Azerbaycan ,



Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi 
Yıl: 5 
Sayı: 17 
Kış 2012 

Erdoğan ve Aliyev, Star Rafinerisinin temelini attı Petkim sahasına yapılan Socar&Turcas’ın 5 milyar dolarlık yatırımı olan Star Rafinerisi'nin temeline ilk harcı, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev koydu. 

Türkiye Özel sektör tarihinin tek noktaya yapılmış en büyük yatırımının temeli, İzmir’in Aliağa ilçesinde atıldı. Petkim sahasına yapılan Socar&Turcas’ın 5 milyar dolarlık yatırımı olan Star Rafinerisi'nin temeline ilk harcı, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev koydu. Aliyev ve Erdoğan, yaptıkları konuşmada Türkiye ve Azerbaycan’ın “İki devlet, bir millet” 
olduğunu vurguladı. 

İki lider de konuşmalarına, birbirlerine  “Kardeşim” diye hitap ederek  başladı. Başbakan Erdoğan, Van’da  meydana gelen depremden sonra Azerbaycan’ın kısa sürede gönderdiği  yardım ve enkaz altında kalanların  kurtarılması için yaptığı müdahale için  teşekkür etti. Azerbaycan’ın üç uçakla Van’a ulaştırdığı yardımların vatandaşlara  dağıtıldığını belirten Erdoğan, “Allah, Azerbaycan’ı da Türkiye’yi de  böyle afetlerden korusun. Kardeşliğimizi daim etsin.” dedi. Star Rafinerisi’nin  İzmir ve Türkiye için bir gurur kaynağı  olduğunu belirten Erdoğan, inşa aşamasında  10 bin, devreye alındığında da bin kişiye istihdam sağlayacağını kaydetti. Bu yatırımın aynı zamanda Türkiye’nin 2023 yılı hedeflerine ulaşmasına katkı yapacağını söyledi. 

Erdoğan, yatırıma verdiği destek sebebiyle Cumhurbaşkanı Aliyev’e de teşekkür etti. Azerbaycan’ın 20 yıl önce bağımsızlığına kavuştuğunu hatırlatarak, “Azerbaycan bağımsızlığını ilan ettiğinde, her bir Azeri kardeşimiz ne kadar sevindiyse biz de o kadar sevindik. 20 yıl boyunca da Azerbaycan’ın kalkınması için bir kardeş olarak samimi mücadele verdik. Aramızda çok büyük yatırımlara imza attık. Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol ve doğalgaz hattından sonra ‹Demir İpek Yolu' olarak da adlandırılan Bakü-Kars Demiryolu'nda son aşamaya geldik. Bugünkü yatırımla ise bir başka büyük yatırımı ülkelerimizin hizmetine sunuyoruz.” şeklinde konuştu. 

"Bölgede İstikrar İstiyoruz" 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye ve Azerbaycan’ın bölgelerinde barıştan, huzurdan, istikrardan ve refahtan başka hiçbir şey istemediğini söyledi. Bölgede husumetin değil, dayanışmanın hasıl olmasını istediklerini kaydeden Erdoğan, şunları kaydetti: 
“Kıbrıs meselesinde, Karabağ meselesinde, Kafkasya'nın huzura kavuşmasında, terör meselesinde Azerbaycan ile aynı yöne bakıyor, ortak hedef ve idealleri taşıyoruz. Karabağ’daki işgal, benim Azeri kardeşlerimin yüreğini ne kadar dağlıyorsa biliniz ki her bir Türkiye vatandaşımın da yüreğini o kadar dağlıyor. 

Biz iki devlet, tek millet olduğumuz kadar aynı zamanda tek yüreğiz.” 

"Bölge Ülkeleri Teröre Karşı Ortak Tavır Almalı" 

Başbakan Erdoğan, Türkiye’deki terör saldırılarının acısını Azerilerin de yüreğinde hissettiğini belirterek, “İşte onun için Karabağ’da işgal sona erinceye kadar Azerbaycan ile omuz omuza mücadeleye devam edeceğiz. Terörle mücadelemizde, dost ve kardeş ülke Azerbaycan’ın samimi desteğine her zaman müteşekkir kalacağız. Azerbaycan ile kurduğumuz bu kardeşlik ilişkisini, esasen bölgedeki tüm ülkelerle arzu ediyoruz. Azerbaycan ve Türkiye, kardeşlik içinde nasıl geleceğe yürüyor ve kalkınıyorsa istiyoruz ki bölgenin diğer ülkeleriyle de bu şekilde dayanışma içinde olalım. 
Tüm dünya, bölgemizdeki tüm ülkeler artık şunu anlamalı ki terör, bizim güvenlik güçlerimiz ve bizim sivillerimizi vurduğu kadar insanlığın ortak vicdanını da 
vuruyor. Terör her kurşun sıktığında, bizi hedef aldığı kadar bu bölgenin barışı, kardeşliği, huzuru ve dayanışmasını da hedef alıyor. Bölgemizdeki ve dünyadaki her ülkeyi teröre karşı çok net tavır almaya, insanlığın ortak sorunu terörle ortak mücadeleye davet ediyoruz. Teröre müsamaha gösteren her ülke, göz yumduğu terörün bir gün gelip kendisini de hedef alacağını artık görmeli, anlamalı. Görüyorsunuz işte, Azerbaycan ile Türkiye el ele veriyor, kardeşlik içinde çok büyük ortak yatırımlar yapıyor. Dile kolay, 10 bin kişi inşaat aşamasında iş sahibi olacak. İnşallah Aliyev ile bu kardeşliği tüm dünyaya emsal göstermeye devam edeceğiz. El ele, omuz omuza ve kalp kalbe istikrarı ve huzuru tesis edeceğiz bölgede.” şeklinde konuştu. 

"Bu Yatırım Birlikteliğimizi Gösteriyor" 

Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ise depremde ölenlere Allah'tan rahmet ve yaralılara şifa dileyerek başladığı konuşmasında, daima Türkiye ile yan yana olacaklarını söyledi. Aliyev, “Çünkü bizim birliğimiz, hem bugünü güçlendirir hem de tarihi esaslara sürüklenir. Türkiye ile Azerbaycan, bütün meselelerde aynı yerdeyiz. Bugünkü merasim, birliğimizi gösteriyor. Biz birlikte çok iş yaptık ve yapacağız.” dedi. 
Azerbaycan’ın 20 yıllık bir özgürlükten sonra kardeş Türkiye’ye yatırımlara başladığını belirten Cumhurbaşkanı Aliyev, Türk şirketlerini de kendi ülkesinde yatırıma çağırdı. Petkim’in yapacağı yatırımların, hem Azerbaycan’a hem de Türkiye’ye hizmet edeceğine dikkat çekerek, iki ülke arasındaki yatırımların kardeşliği pekiştireceğini kaydetti. Gelecekte yeni güzel yatırımların temellerinin atılacağına inandığını vurgulayan Aliyev, Türkiye’ye verdikleri doğalgazın miktarını önümüzdeki yıllarda arttırmak istediklerini de söyledi: 

“Güçlü siyasi irade olduğunda bütün meseleler halledilebilir. Bizim bağımsızlığımızı ilk tanıyan ülke Türkiye oldu. 
Bizim dünyada tanınmamızda esas rolü kardeşimiz oynadı. Azerbaycan’ın en çetin anlarında bize ilk desteği veren Türkiye oldu. Bugün Azerbaycan, öz desteğini Türkiye'ye vermeye hazırdır. Bu bizim kardeşlik borcumuzdur. Biz birbirimizden ayrılamayız.” 

Cumhurbaşkanı Aliyev, Türkiye’nin dünyada büyük bir güç olmaya başladığını ve bunun da kendilerini sevindirdiğini belirterek, “Türkiye, büyük uğurlu ve şerefli yol seçmiştir. Türkiye, dünyada güç merkezi haline gelmiştir. 
O merkez ki öz siyasetini dostluk üzerine inşa ediyor.” diye konuştu. 

Açılış Yapıp Temel Attılar İki lider, anı defterinden sonra geleceğe mektup yazıp bir kapsüle koyarak rafinerinin temeline attı. Ardından son dört yıldır Petkim’de devam eden yaklaşık 270 milyon dolarlık yatırımı temsilen AYPE-T Fabrikası’nı açtılar. Ayrıca Azerbaycan’ın kurucusu Haydar Aliyev adına yaptırılan, 720 öğrenci kapasiteli Haydar Aliyev Endüstri Meslek Lisesi’nin temelini attılar. Lisede Azeri öğrenciler de eğitim görecek. 

Star Rafinerisi, 2015 yılında üretime geçecek. Yatırımla Petkim alanında rafineri, petrokimya, enerji ve lojistik entegrasyonu sağlanarak, kümeleme modeli çerçevesinde ham petrolle başlayan ve nihai ürünle biten katma değer zinciri hayata geçirilecek. Yatırımın devreye alınmasıyla Türkiye’nin cari açığı, bugünkü rakamlarla 2 milyar dolar azalacak. 

Cari Açığı 2 Milyar Dolar Azaltacak 

* Star Rafinerisi, yıllık 10 milyon ton kapasiteli olacak. Dünyanın en ileri teknolojisi ve çevre standartlarına sahip olacak. 
* 5 milyar dolara mal olacak rafinerinin inşa aşamasında, yan sanayiyle birlikte 10 bin kişi istihdam edilecek. 
* Tek bir petrol türüne bağımlı kalmadan Ural, Azeri, İran ve Kerkük petrollerini işleyebilecek esnek üretim prosesine sahip olacak. 
* Rafineride yıllık üretilecek 1 milyon 660 bin ton nafta, Petkim’in temel hammaddesi olarak kullanılacak. 
Böylece nafta ihtiyacının yüzde 80’ini ithalatla karşılayan Petkim’in dışa bağımlılığı nı azaltacak. Bu da cari açığı yıllık 2 milyar dolar azaltacak. 
* Naftanın yanısıra 5 milyon 950 bin ton ultra düşük kükürtlü motorin, 500 bin ton jet yakıtı, 500 bin ton reformat, 630 bin ton petrokok, 240 bin ton otogaz, 415 bin ton karışık ksilen, 75 bin ton olefinik LPG ve 145 bin ton kükürt üretilecek. 

Avrasya Birliği Yolunda İlk İmzalar Atıldı

    Borç krizi ile mücadele eden Avrupa Birliği ülkelerinde yönetimler değişirken, Rusya’nın öncülüğünde Avrasya Birliği ete kemiğe büründü. 
Rusya Devlet Başkanı Dmitri Medvedev, Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev ve Belarus Cumhurbaşkanı Aleksander Lukaşenko, Avrasya Ekonomik Topluluğu’na hazırlık için çalışacak Avrasya Ekonomik Komisyonu’nun kuruluşu ile ilgili belgeyi imzaladı. 
Rusya’nın 18 yıldır müzakerelerini sür dürdüğü Dünya Ticaret Örgütü üyeliği temellerinde hazırlanan ekonomik topluluk Avrasya Birliği projesinin öncüsü 
olacak. Üç ülke arasında ekonomik konularda entegrasyon öngören yeni yapının 2012 başında aktif hale gelmesi bekleniyor. 
    Rusya Devlet Başkanı Medvedev imza töreni sonrası yaptığı açıklamada Asya-Pasifik bölgesinde ekonomik entegrasyon öngören Avrasya Ekonomik Topluluğunun 2015’den önce hazır olabileceğini kaydetti. Kazak ve Belarus liderleri ile birlikte basının sorularını cevaplayan Medvedev, 

“Ön koşullar ortaya çıkarsa çalışmalarımızı hızlandırabiliriz” dedi. 

Birçok komşu ülkenin yeni ekonomik oluşumla ilgili olduğuna değinen Rusya lideri, “Yaşam bize çok yönlü işbirliğinin önemli bir kaynak olduğunu gösteriyor. Bağımsız Devletler Topluluğu ve EurAsEc topluluğu ülkelerinin yeni ekonomik yapıya ilgi duyması bunun göstergesi” tespitinde bulundu. 
Yeni ekonomik modelin Avrupa Birliği’nin karşılaştığı sorunlarla karşılaşmayacağını ve tüm üye ülkelerin eşit ekonomik pozisyonları olacağına değinen Medvedev, “Biz entegrasyon sürecinde bu tür sorunlardan kaçınmak istiyoruz. Öncelikle biz süreci sabırlı bir şekilde götürüyoruz. Avrasya Birliğimize kimin dahil olacağını biliyoruz” şeklinde konuştu. 
Kazak ve Belarus liderleri ekonomik entegrasyon sürecinde yapıcı katkıları için Rusya’ya teşekkür ederken, Nazarbayev 4 Kasım’da Rusya’da yapılacak parlamento seçimlerde iktidar partisi Birleşik Rusya’ya başarılar diledi. 
Avrasya Birliği’ne giden süreçte hükümetler arası ortak komisyon tek bir ekonomik bölge oluşturulması yönünde çalışacak. Sovyet sonrası ilk siyasi oluşumun öngörüldüğü yapıda Komisyon’un tarafsız olması ve bir kısım ulusal yetkileri zamanla devralması planlanıyor. Kremlin Avrasya Ekonomik Topluluğu’nun kuruluş tarihi ile ilgili herhangi bir açıklamada bulunmazken, Vedomosti gazetesi 2015’i işaret etti. Medvedev’e göre ise bu süreç daha önce de tamamlanabilir. 

Avrasya Ekonomik Topluluğu’nun ilk üyeleri Rusya, Kazakistan ve Belarus. Eski Sovyet ülkeleri ise zamanla birliğe dahil olabilecek. Putin Avrasya Birliği düşüncesini ortaya attığı makalesinde Avrupa Birliği tecrübesinden istifade edileceğini vurgulamış, eski Sovyet ülkeleri için de tarihi bir adım olacağını kaydetmişti. Sovyetler Birliği’nin dağılmasını 20. yüzyılın en büyük trajedisi olarak tanımlayan Putin, basitçe eski SSCB’nin canlandırılacağı ile ilgili iddiaları reddediyor. 

Uzmanlar muhtemel krizlere karşı bölge ülkelerinin kendilerini koruyabilmeleri için birlik oluşturmalarının tek alternatif olduğuna dikkat çekerken, RT’ye açıklamada bulunan Moskova Devlet Üniversitesi’nden İgor Panarin, “Avrasya Birliği AB, ABD ve Asya arasında mal, hizmetler ve iş gücü açısın dan güvenli bir koridor olacak” dedi. Avrasya Birliği’nde iş gücü serbest dolaşımı açısından da Shengen tarzı bir oluşum öngörülüyor. 

***

AZERBAYCAN’DA MİSYONER FAALİYETLERİ VE ULUSAL GÜVENLİK

AZERBAYCAN’DA MİSYONER FAALİYETLERİ VE ULUSAL GÜVENLİK


Azerbaycanda Misyoner Faaliyetleri, Ulusal Güvenlik, Dr. Hatem CABBARLI, Avrasya Güvenlik, Strateji Araştırmalar Merkezi, Azerbaycan, Misyoner Faaliyetleri,  Ulusal Güvenlik,


Dr. Hatem CABBARLI*
*Avrasya Güvenlik ve Strateji Araştırmalar Merkezi Başkanı
Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi 
Yıl: 5 
Sayı: 17 
Kış 2012 


Azerbaycan 1991’de bağımsızlığını ilan ettikten sonra ülkeye ilk giren yabancı misyonerler olmuş ve bugüne kadar kendileri açısından başarılı sayılacak bir çok projeler uygulamışlardır. Azerbaycan’da bugün, Yehova Şahitleri, Advintistler, Nehimiya, Hayat Sözü, Hayat Verici Lütuf, Birlik Kilisesi, Krişna, Bahai, Greater Grace (Daha Büyük Zerafet), Baptistler, Katolik, Protestan ve başka kurumlar misyonerlik faaliyeti ile meşgul olmaktadır. Bu gün Azerbaycan’da yaklaşık 50 dini grup faaliyet göstermektedir ve bunların bir kısmı devlet tarafından resmi kayda alınmıştır. 
Azerbaycan’da misyoner kuruluşların faaliyeti Azerbaycan’ın ulusal güvenliğini, milli birlik ve beraberliğini ciddi şekilde tehdit etmesine rağmen, hükümet bu kuruluşların faaliyetini kontrol etmekte zorlanmaktadır. Her şeyden önce, başta Amerika olmak üzere, bir çok Avrupa ülkesi Azerbaycan’da demokrasi ve insan hakları ile ilgili hazırladıkları raporlarda, misyoner kuruluşların faaliyetinin sınırlandırılmaması için Azerbaycan Hükümetine baskı uyguladıklarından dolayı, hükümet bazı durumlarda bu misyoner kuruluşların faaliyetine göz yummak zorunda kalmıştır. Azerbaycan özellikle Avrupa Konseyine (AK) üye olduktan sonra misyoner faaliyetlerini ciddi şekilde kontrol edememiş, bu yönde yapılan girişimler de Konsey tarafından eleştirilmiştir. 

Misyonerlerin Azerbaycan’da başarılı olmasının en büyük nedenleri şunlardır: 
- Yetmiş yıllık Komünist rejimde İslam dininin öğretilmemesi sonucunda din bilgisi ve kültürünün zayıf olması, 
- Bağımsızlık sonrası ciddi ekonomik sorunlarla karşılaşan kişilerin misyonerler tarafından maddi açıdan desteklenmesi, 
- Avrupa’nın “demokrasi ve insan hakları” adına Hükümete yönelik baskısı, 
1993’te yayınlanan ve Protestan misyonerlerin el kitabı olarak kabul edilen “Operations World” adlı kitapta 1993 yılına kadar Azerbaycan’da iki binden 
fazla kişinin Hıristiyanlığı kabul ettiği bildirilmektedir. 
Azerbaycan’da ilk Katolik Kilisesi 1912’de açılmıştır. XX yüzyılın başlarında Azerbaycanda 2550 katolik yaşamıştır. Ancak Bolşeviklerin hakimiyete 
gelmesinden sonra Katoliklere karşı baskı uygulanmış ve 1931’de Katolik Kilisesi tamamam dağıtılmıştır. Azerbaycan bağımsızlığını ilan ettikten sonra Katolik cemaati yeniden örgütlenmeye başlamış, 1997’de ilk Katolik rahibin ülkeye gelmesiyle yeniden faaliyete başlamışlardır. 2000’de ise Vatikan sui iuris (hakları kullanma ehliyetine sahip olan kimse. Başka bir deyişle ‘fiil ehliyeti’) misyonunu kurmuştur. Azerbaycan’da 2000 civarında Katolik bulunmaktadır. Papa 2003 yılında Azerbaycan’ı ziyareti sırasında Hıristiyanlar/Katolikler için ibadet özgürlüğünün arttırılması yönünde görüşlerini dile getirmiş ve Bakü’de Katolik Kilisesi’nin inşa edilmesi için izin almıştır. 
Azerbaycan’da faaliyet gösteren misyonerler sadece kendi dini görüşlerini propaganda etmemekte, aynı zamanda Şii ve Sünni ihtilafını da tahrik 
etmekte ve bu konuda da başarılı olmaktadırlar. 
Azerbaycan için bir başka önemli sorun yabancı ülke diplomatlarının da özellikle de din konusunda Azerbaycan’ın iç işlerine, müdahale etmeleridir. 
Örneğin, 
Norveç’in Azerbaycan Büyükelçisi, Stenyar Gil, Şii ve Sünniler arasında yaşanan bir anlaşmazlık nedeniyle Cuma Mescidi’ne toplananlarla görüşürken “Siz kölesiniz, haklarınızı bilmiyorsunuz” diyebilmektedir. Gil’in bu tür bir açıklama yapması Azerbaycan’ın iç işlerine müdahale anlamına gelmektedir. 

Maalesef, ne Azerbaycan Dışişleri Bakanlığı yetkilileri ne de sivil toplum kuruluşları Gil’in yukarıdaki ifadeyi kullanmasıyla diplomatik yetkilerini zorladığını 
kendisine hatırlatmamıştır. 

Misyoner teşkilatları özellikle aşağıda belirtilen sosyal kesim üzerinde propaganda faaliyetlerini yoğunlaştırmaktadırlar: 

- Ciddi ekonomik sıkıntı içinde bulunan yoksul kesim, 
- Dağlık Karabağ Savaşı sonucunda göçmen konumunda olan ve sosyopsikolojik bunalım sonucu kimlik arayışı içinde bulunan kesim, 
- Rusça konuşan ve Rusça dini eğitim almayı tercih eden zengin Müslüman kesim, 
- Yurtdışında üniversite, yüksek lisans veya doktora eğitimi almak isteyen genç ve eğitimli kesim, 
- Ulusal güvenliği zayıflatmak için Azerbaycan Ordusunda subay ve erlerden oluşan kesim. 
     Misyonerlerin yaptıkları hesaplamalara göre Azerbaycan nüfusunun yüzde 25’ne Hıristiyanlık kabul ettirilebilirse, iki kuşak sonra nüfusun tamamına 
yakını Hıristiyanlaşacaktır. Bugün, Hıristiyan misyoner organizasyonları tarafından yapılan bu hesaplar üzerinde ciddi şekilde düşünmek gerekmektedir. 
Ancak bu konuda yapılan araştırmalar, misyoner faaliyetlerinin kontrol edilmesi ve karşı propaganda bağlamında ciddi bir çalışmanın söz konusu olmadığını göstermektedir. 

Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünün sağlanamadığı, milli değer ve ulusal hedeflerinin henüz milli bilince yerleşme sürecinin tamamlanmadığı bu 
ortamda yasadışı misyoner faaliyetleri durdurulmaz ve kontrol edilemezse, uzun vadede ulusal çıkarları ciddi tehlike ile karşı karşıya kalacaktır. 
Ermenistan ve Rusya’da Yehova Şahitleri’nin faaliyetinin yasaklanmasını ve başka misyoner teşkilatlarının da faaliyetlerinin büyük ölçüde sınırlanmasına sessiz kalan ABD ve Avrupa ülkeleri, Azerbaycan’da bu konuda yapılan yasal düzenlemelere de itiraz etmektedir. 
Azerbaycan’da halkın misyoner tuzaklarına düşerek din değiştirmemesi, İslam dinine sahip çıkılması ve ulusal güvenliğin korunması için aşağıdaki 
şu tedbirler alınmalıdır: 

- Okul müfredatlarına İslami bilgi veren dersler verilmeli, 
- Camilerde halka verilen dini bilgi seviyesi yükseltilmeli, 
- Misyonerleri faaliyetleri daha sıkı kontrol edilebilmeli, 
- Sosyo-ekonomik, sosyo-kültürel tedbirler arttırılmalıdır. 


**************

DOĞU ASYA’DA ÇİN-ABD REKABETİ...

DOĞU ASYA’DA ÇİN-ABD REKABETİ... 


Doğu Asyada, Çin-ABD Rekabeti ,Dr. Giray FİDAN,Obama,Vietnam savaşı, Asya – Pasifik bölgesi, Çin, Avustralya,

Dr. Giray FİDAN 
Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi 
Yıl: 5 
Sayı: 17 
Kış 2012 



ABD’nin Asya’ya Dönüşü: 

ABD, Vietnam Savaşından sonra ilk kez Avustralya’ya Asker gönderme kararı almış ve resmi ağızlardan Doğu Asya’da varlığını artıracağını açıklamıştır. 
ABD Başkanı Obama’nın Asya ve Avustralya’yı kapsayan gezisi ve alınan kararlar Asya – Pasifik bölgesinde ABD’nin etkinliğini artırmaya yönelik yeni bir politika izlemeye başlayacağının işaretlerini vermektedir. ABD, 21. Yüzyılda dünya ekonomisinin merkezi haline gelmesi beklenen bölgedeki çıkarlarının hayati önemde olduğunu görmekte ve bu bölgeye büyük önem vermektedir. Bölgenin ve dünyanın yükselen gücü Çin bölgede ABD’nin en önemli rakibi ve ortağı olarak görülmektedir. 
Bölgede önümüzdeki dönemde yaşanacak gelişmeler dünyanın geleceğini belirleyecektir. 

Afrika’dan Asya’ya Çin-ABD Rekabeti: 

ABD, Asya dışında Afrika’da da Çin ile rekabet halindedir. Son yıllarda Çin’in Afrika ile gelişen ilişkileri ABD’nin bölgede ve dünyadaki etkinliğini etkilemeye başlayan bir vakıa haline gelmektedir.[1] 
Son dönemde Çin’in Kara Kıta’daki etkinliğinin Zambiya gibi bazı ülkelerde seçim sonuçlarını etkileyecek boyuta geldiği dile getirilmektedir. 

Bölgedeki Çin yatırımları ve Çinli yatırımcılar önemli bir güç haline gelmekte ve başta ABD Batı’ya önemli bir rakip haline gelmektedirler.[2] 

Çin-ABD ilişkilerinde Avustralya: 

Çin ve Avustralya ilişkileri son özellikle son on yılda her alanda hızla gelişmektedir. Avustralya, Asya’nın en büyük ekonomisi haline gelen Çin ile ilişkilerini geliştirme ye özen göstermektedir. 

Ancak ABD Başkanının 16 Kasım’da gerçekleştirdiği ziyaretinin ardından ABD’nin Vietnam savaşından sonra ilk kez Avustralya’da gelecek yıldan itibaren asker bulundurma kararı alması ve Avustralya’nın desteği [3] bölgedeki dengeleri etkileyecek türden görülmektedir. 

Çin’in bu gelişmeyi sıcak karşılamadığı ve ABD’nin bu hamlesiyle bölge dengelerinin Çin’in aleyhine gelişeceğini düşündüğü görülmektedir.[4] 
Çin de uzun zamandır Pasifikte bulunan bazı küçük ülkelerle askeri işbirlikleri geliştirme çabası içindedir. [5] ABD’nin Avustralya ile vardığı askeri anlaşma 
Çin’in bölgede yeni işbirliklerine gitmesine yol açacaktır. 

Sonuç: 

Özellikle son bir yıl içinde Asya’da yaşanan gelişmeler ABD’nin Irak’tan asker çekmesi ve Bush döneminde Asya’ya azalan ilgilinin Obama ve 
sonrasında gelecek başkan döneminde artacağı görülmektedir. ABD Irak’tan çekilme, Orta Doğu ve Afrika’da yaşanan Arap Baharı ve politik istikrarsızlıklar ile bu bölgelerde Fransa ve NATO vasıtasıyla büyük güçler bulundurmadan kontrol etme şansına ulaşmış görülebilir. ABD Başkanı ve Dışişleri Bakanının son dönemde yaptığı açıklamalardan ABD’nin önümüzdeki dönemde Asya bölgesine daha fazla yoğunlaşacağı anlaşılabilmektedir.[6] 

Dünyanın iki büyük gücü olan ABD ve Çin sonu savaşla bitmesi çok muhtemel görülmeyen bir rekabetin içine girmiş bulunmaktadır. Bölgede bulunan ve 
son dönemde Güney Çin Denizindeki anlaşmazlıklarla gündeme gelen Vietnam, Filipinler gibi görece küçük güçler ABD’nin bölgeye ilgisini ve askeri olarak da bölgede bulunmasını Çin’i dengeleyecek bir unsur olarak görmektedirler bu sebeple de ABD ile işbirliği yapmayı tercih etmektedirler. 

Doğu Asya’da başlayan bu rekabetin hangi noktaya geleceği Washington’dan çok Pekin’in tavrına bağlı olacaktır. 

Son dönemdeki büyük ekonomik gelişmesi ve ordusunu modernleştirmesi[7], Çin’in bölge ülkeleri ve ABD için bir tehdit haline gelme potansiyelini ortaya çıkarmıştır. 
Önümüzdeki dönemde Pekin’in alacağı kararlar en az Washington kadar önemli ve belirleyici olacaktır.[8] 

DİPNOTLAR;
[1] ABD Afrika’daki etkinliğini artırmanın bir yolu olarak 2006’da için Africom’u kurmuştur. Africom’un internet sitesi için bakınız: 
http://www. africom.mil. (Erişim 21 Kasım 2011) 
[2] Zambiya’da özellikle bakır madenleri ve diğer alanlarda Çin’in 2 milyar dolara yakın yatırımının olduğu bilinmektedir. Bakınız: Peter 
Wonacott, Nicholas Bariyo, The Wall Street Journal, “In Zambia Election, The Biggest İssue is China” “Zambia Seçimlerinde en büyük mesele Çin”,
http://online.wsj.com/article/SB100 01424053111904194604576582093246107906. html (Erişim 21 Kasım 2011) 
[3] İlgili haber için bakınız BBC: 
http://www.bbc.co.uk/news/world-asia-15739995 (Erişim 21 Kasım 2011) 
[4] Çin Halk Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığının resmi açıklaması için bakınız.
http://www.mfa.gov.cn/chn/gxh/tyb/fyrbt/t877838.htm (Erişim 21 Kasım 2011) 
[5] Pasifik’te bulunan Vanuatu ile Çin’in son dönemde askeri ilişkilerini geliştirdiği görülmektedir. Çin donanması ülkeyi ilk kez 
ziyaret etmiş bunun yanında Vanuatu ile askeri yardım anlaşması imzalanmıştır. Bakınız: Len Garae, Vanuatu Post, “Vt 100m military aid to 
Vanuatu” “Vanuatu’ya 100 milyon Vt değerinde askeri yardım”, Xin Hua Haber Ajansı, “Chinese Navy Ships Makes First Visit To Vanuatu” “Çin 
Donanması Gemileri Vanuatu’yu ilk kez ziyaret etti”
http://www.dailypost.vu/content/vt100m-military-aid-vanuatu,http://www.china.org.cn/world/2010-08/27/content_20808896.htm, (Erişim 21 Kasım 2011) 
[6] ABD Dışişleri Bakanı Hllary Clinton Foreign Policy dergisine verdiği mülakatta bu konunun altını çizmektedir. “The future of politics will be 
decided in Asia, not Afghanistan or Iraq, and the United States will be right at the center of the action.” “Politikanın geleceğine Afganistan veya 
Irak’ta değil Asya’da karar verilecektir ve Amerika Birleşik Devletleri bunun merkezinde olacaktır.” Bakınız:
http://secretaryclinton.wordpress.com/ (Erişim 21 Kasım 2011) 
[7] Çin son dönemde ordusunun modernizasyonu konusunda önemli adımlar atmaktadır. Bakınız: Fidan, Giray “Çin’in Hayalet Uçağı Jian-20” 
http://21yyte.org/tr/yazi6055-Cinin_Hayalet_Ucagi_Jian_20.html, Fidan, Giray Çin’in Uçak Gemisi Shi Lang (Varyag)“ 
http://21yyte.org/tr/yazi6227-Cinin_Ucak_Gemisi_Shi_Lang_(Varyag).html. (Erişim 21 Kasım 2011) 
[8] Çin’in ABD’ye yönelik stratejisi için bakınız: Fidan Giray, “Çin’in ABD Strateijisi: Yeni Bir Soğuk Savaşa Doğru”, 21. Yüzyıl Dergisi, s. 49-57. 

***