Bağdat Paktı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bağdat Paktı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Ekim 2018 Salı

II. KÖRFEZ SAVAŞINDAN SONRA IRAK EKONOMİSİ VE IRAK PETROLLERİNİN IRAK EKONOMİSİNDEKİ YERİ VE GELECEĞİ., BÖLÜM 5

II. KÖRFEZ SAVAŞINDAN SONRA IRAK EKONOMİSİ VE IRAK PETROLLERİNİN IRAK EKONOMİSİNDEKİ YERİ VE GELECEĞİ., BÖLÜM 5



2.6 Irak–İran Savaşı Sonu ve Kuveyt’in İşgali 

   Temmuz 1988 tarihinde savaşın sona ermesiyle birlikte Saddam Hüseyin Irak içinde pozisyonunu sağlamlaştırmaya başlamıştır. Özellikle Irak gizli servisinin
uygulamalarıyla insan hakları ihlalleri yaygın hale gelmiştir. Kasın 1988 tarihinde Irak politik reform ilan ederek çok partili sisteme geçmiştir. Ocak 1989 tarihinde komitenin yeni anayasa taslağı ilan edilmiştir.57 Irak ile Kuveyt arasında gerginliğin, Kuveyt’in petrol fiyatında oynaması, Bağdat’ın ihtiyacı olan 10 milyar ı vermemesi ve Irak’ın talebi üzerine Irakla Kuveyt arasında Bubyan ve Vearba adalarını kapsayan sınır anlaşması imzalamayı reddetmesi sonucunda başlamıştır.58

   Ağustos 1990'da, Saddam Hüseyin, sınırlı sayıda askeri güçle Kuveyt'i aniden istila etti. Saddam’a göre Kuveyt'in, Irak'ın Körfez'e açılmasını mümkün olduğuncaengellemek İçin Britanyalı sömürgeciler tarafından kurulduğunu iddia etmiştir. Bu iddiaya dayanarak Irak, Kuveyt’i ilhak etmiştir. Birleşmiş Milletler, kendi üyesi birdevletin yok olmasını kabul etmeyerek; İsrail gibi kendisini tehdit altında hisseden Arabistan'ı da korumak için, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi bir uluslararasımüdahale gücü oluşturulmasına kararlaştırılmıştır. 

   Bu güç Amerika Birleşik Devletleri komutası altında, İngiliz, Fransız, Suudi, Mısırlı ve Suriyeli birliklerden oluşmaktaydı.59 Bütün ihtarlara aldırış etmeyen Saddam Hüseyin, BM tarafından ekonomik ambargoya tabi tutulmuştur. Ağustos 1990 ile Ocak 1991 tarihleri arasında yapılan diplomatik ve siyasi baskılar sonuç vermeyince, Çöl Fırtınası Operasyonu başlamıştır.60 Amerika hava güçleri operasyona başlayarak kısa sürede Irak ordusunu ezmiştir. Ama başkan Bush (baba), BM kararına uygun biçimde, koalisyonun kara güçlerinin büyük kısmını Irak'ın güney sınırı üzerine durdurma ve Saddam'a düşman hareketleri (güneyde Şiiler, kuzeyde Kürtler) desteklememe kararı alarak, Saddam’ın yönetimde kalmasına izin vermiştir.61 Böylece, 16-17 Ocak 1991 tarihinde Kuveyt özgürlüğüne kavuşmuştur.62

3. I. KÖRFEZ SAVAŞI VE SONUÇLARI 

3.1 I. Körfez Savaşının Doğurduğu Yeni Koşullar 

1991 Körfez Krizi sonrasında dünyada ve Orta Doğu'da yaşanan gelişmeler gerek uluslararası alanda gerekse bölgede dengelerin yeniden oluşmasına yol açarkenbazı aktörler siyaset sahnesinden silinmiş, bazıları ise siyasetin merkezine oturmuştur. Özellikle Sovyetler Birliği'nin ve Doğu Bloğu’nun dağılması iki kutuplu yapıyı sona erdirirken, bölgede ABD'yi uluslararası ve bölgesel politikanın belirleyicisi veya aktif öğesi konumuna getirmiştir. Aynı şekilde Körfez Krizi Irak'ı bölgede etkin bir güç olmaktan çıkarırken, Filistin sorununu ve Yaser Arafat'ı dengeleri etkileyen ve bölgede politik gündemi tayin eden bir konuma getirmiştir.63
ABD’deki Clinton yönetiminin Irak'ın potansiyel bir tehdit unsuru olduğunu göstermesi, İran ve Irak'ın kuşatılmasını öngören ‘Çifte Kuşatma’ politikasını
uygulamaya koymuştur. Bu politik; BM vasıtasıyla kitle imha silahların denetlemesi ve ekonomik yaptırımlar uygulayarak sürdürmüştür.64

3.2 BM. Yaptırımları ve Irak’ın Kitle İmha Silahları 

Körfez Harekâtından sonra, Irak'ın Askeri gücü sıfırlanarak bütün nükleer ve kimyasal tesisleri yok edilmiştir. Ayrıca, BM Güvenlik Konseyinin, 3 Nisan 1991
tarihinde kabul ettiği 687 sayılı kararı ile belirlenen ateşkes koşulları uyarınca, Irak'a uygulanan ekonomik yaptırımlar devam edecekti. Buna göre, Irak'ın sahip olduğu nükleer, kimyasal ve biyolojik silahların tamamen ortadan kaldırılacağı gibi, Irak'ın bu tür silahlar geliştirip geliştirmediği de BM Özel Komisyonu (United Nations Special Commission: UNSCOM) ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (International Atomic Energy Agency: IAEA) tarafından sürekli denetlenip imha edilecektir.65 Ekonomik yaptırımların Irak ekonomisini ciddi biçimde yıpratmıştır. Özellikle komşuları ile olan ekonomik münasebetlerin sınırlandırılması Türkiye gibi komşu ülkelerin Irak pazarından mahrum kalması ve maddi kayıplara neden olmuştur. Irak’a uygulanan 12 yıla aşkın ambargodan dolayı Türkiye’nin yaklaşık 50 milyar Amerikanı kaybına neden olmuştur.66

3.3 Çekiç Gücü ve Keşif Gücü 

Güvenlik Konseyi'nin 2982 oturumunda kabul edilen S/RES/688 (1991) sayılı  kararla, kurtarma ve yardım ile sınırlı olan ‘Huzur Operasyonu’nun birinci aşaması  devreye girmiştir. Bu kararla, güvenli bölge oluşturulması (her ne kadar kararda böyle  bir kavramdan söz edilmemiş olsa da) ve Çekiç Güç veya Huzur Operasyonu gibi  uygulamaların temel dayanağını oluşturulmuş.67 




Harita 3: Uçuşa Yasak Bölgeler. 

Kaynak: Mustafa Aydın, Nihat Ali Özcan, Neslihan Kaptanoğlu, Riskler ve Fırsatlar Kavşağında Irak'ın Geleceği ve Türkiye, Tepav Ortadoğu Çalışmaları, Ankara; 2007, s.27. 

Nisan 1995’de Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 986 sayılı kararıyla  Irak’ın gıda ve ilaç satın almasına olanak verecek şekilde kısmen petrol ihracatına başlamasına onay verilmiştir. “Petrol karşılığı gıda programı” olarak adlandırılan bu  uygulamayla Körfez Savaşı’ndan sonra uygulamaya konan Birleşmiş Milletler ambargosu yumuşatılmıştır O sırada, Irak’ın kuzeyinde, kendi aralarında çatışmakta  olan Kürt gruplardan KDP’nin (Barzani) davetiyle Irak askeri güçleri Ağustos 1996’da kuzeydeki uçuşa yasak bölgeye girerek Erbil’i almıştır. Bundan dolayı, ABD, kuzeydeki  uçuşa yasak bölgeyi Bağdat’ın hemen güneyine 33. paralele kadar genişletmiştir.68 

Saddam kuvvetleri, Talabani’den aldıkları Erbil’i, Barzani’nin peşmergelerine  devrederek geri çekilmişlerdir. Bu durum Kürtler arası dengeleri Barzani lehine 
bozmuştur. Ancak, ABD, Saddam Hüseyin’e karşı Kuzey Irak’ta oluşturduğu ve eğittiği  muhalif Irak’lılardan oluşan silahlı grupların bir kısmı Saddam Kuvvetlerinin eline geçmiştir. ABD, geri kalan oluşturduğu muhalif grubu aileleri ile birlikte Türkiye  üzerinden önce Hint okyanusundaki Guam adasına, oradan da ABD’ye götürmüştü. Türkiye bu sürecin başında Kuzey Irak’ta inisiyatifi geçici olarak ele geçirmiş olup,  Barzani ve Talabani güçleri arasındaki çatışmaları durdurmak için Türkmenler ve Asurilerden oluşan “Ateşkes İzleme Gücü”nü kurdurmuş ve eğitmiştir. Bu oluşturulan  gücün masraflarını İngiltere ve ABD üstlenmiştir.69 

Körfez Savaşı ardından, Irak’ın BM silah denetçileriyle ilişkileri de inişli- çıkışlı seyir göstermiştir. Nisan 1991’de kurulan UNSCOM’un çeşitli gerilimler ve 
zorluklar sonunda, 1998’de ülkeden çekilmesini takiben “Çöl Tilkisi” operasyonuyla  ABD ve müttefik güçler yaygın hava bombardımanıyla Irak’ı BM’yle işbirliğine zorladılar ve 1999’da BM Silah Denetleme Komisyonu (UNMOVIC) kurularak  denetlemelere yeniden başladı. Clinton yönetimi bu süreçte “Irak Kurtarma Yasası”nı çıkartarak bazı askeri ve politik hazırlıklara başladı. Bu hazırlığın en önemli ayağını,  Talabani ve Barzani’yi bir araya getirmek ve Saddam’a karşı ittifak kurmak oluşturdu.70 

Türkiye'de kamuoyunda oluşan rahatsızlık dolayısıyla Çekiç Güç'ü tamamen  kaldıramayan Refah yol Hükümeti, 1997 başında adını Keşif Güç olarak değiştirerek görev süresini, altı aylığına uzatmıştır. Ancak, Keşif Gücünün, İncirlik’te üslenmekle  beraber Kuzey Irak'taki Kürtlere yardım amacı taşımamaktan ziyade Irak'ın BM kararlarına uyup uymadığını denetlemek amacıyla görev yapmıştır.71 

3.4 Irak’ın Kitle İmha Silahları ve Savaş Hazırlığı 

Irak, BM denetlemelerine her fırsatta direnmesi, ABD’ye önemli bir fırsat  vermiştir. Temmuz 2002’de, Irak’ın BM Genel Sekreteriyle görüşmeleri sonunda, nihai olarak silah denetçilerinin ülkeye gelişlerini reddetmesi dönüm noktası oldu. ABD  Kongresi, Ekim 2002’de, Başkan Bush’a Irak’a karşı savaş açma yetkisi tanınmıştır. 8 Kasım 2002’de BM Güvenlik Konseyi’nin 1441 sayılı kararıyla silah denetçilerinin  yetkileri arttırılırken, Irak’a da işbirliği yapmaması durumunda “ciddi sonuçlarla karşılaşacağı” uyarısı yapılmıştır. Takiben denetçiler Irak’a dönerken, süreci fırsata  çevirmek üzere harekete geçen ABD, savaş hazırlıklarına hız verdi. Başkan Bush, 17 Mart’ta, Saddam Hüseyin ve oğullarına ülkeyi terk etmek için kısa süre tanıyan bir  kesin uyarı vermiştir. 20 Mart’ta ABD öncülüğündeki koalisyon güçleri “Irak’ı kitle imha silahlarından arındırmak, Saddam Hüseyin’in teröre verdiği desteği kesmek ve  Irak halkını özgürleştirmek” gerekçeleriyle saldırıya geçti. 9 Nisan’da başkent Bağdat'a 
giren koalisyon güçleri Saddam Hüseyin iktidarını devirmiş ve 15 Nisan’da Irak’ın  tümünü ABD önderliğinde koalisyon güçlerinin denetimine geçmiştir.72 

4. II. KÖRFEZ SAVAŞINDAN ÖNCE IRAK’IN EKONOMİK YAPISI 

Irak devleti kurulduğunda, tarım ve hayvancılık ekonomik yapının temeliyken, petrolün ülke ekonomisinde sınırlı bir rolü vardır. 1950’lilerde petrol, Irak için 
vazgeçilmez bir ekonomik kaynak haline gelmiştir. Irak’ın ilk kurulduğu yıllarda, içine kapalı tarım toplumu iken, Süveyş Kanalı'nın açılmasından sonra buharlı taşımacılığın Fırat ve Dicle nehirlerinde kademeli bir şekilde uygulanmıştır. Irak, Körfez Bölgesi ve Hindistan'a tahıl ihraç etmeye başlamıştır. İhracattaki bu artışın, ekilen tarımsal arazilerin kıymetlenerek, artmasına neden olmuştur. Bunun sonucunda da Irak, sadece kendine yeten bir ekonomi olmaktan çıkarak dünya ekonomisine eklemlenmeye başlamıştır.73 

Merkezî planlamaya göre yönetilen Irak ekonomisi, petrolden elde edilen gelirlere bağımlı durumunu sürdürecektir. Geleneksel olarak döviz kazançlarının 
%95'ini petrol gelirlerinden sağlamaktadır. Ayrıca petrol sektörü Gayri Safi Millî Hasılanın %60'nı oluşturmaktadır. 1980'li yıllar boyunca Irak'ta finansal sorunlar yaşanmaya başladığı gibi, yaşanan finansal krizlerin başlıca nedeni İran'la 8 yıl süren savaşın kaynakları tüketmesi gösterilmektedir. Ayrıca bu süreçte Irak petrol ihracatı yapamadan borçlanmak zorunda kalmıştır.74 

4.1 Krallık Döneminin Ekonomik Yapısı 

İngiliz Mandası ve monarşi dönemlerinde büyük toprak sahipliği rejimin, Irak’ın sosyal tabanını oluşturmasının yanı sıra, büyük toprak sahipleri Irak’ın güney 
bölgelerinde yoğunlaşmışlardır. Bu bölgedeki topraksız köylüler geçim sıkıntısı yaşamalarından dolayı Bağdat gibi büyük şehirlere göç etmişlerdir. Irak, dünya 
ekonomisine önce tahıl ihracatçısı sonra da petrol ihracatçısı olarak eklemlenmiştir. Kırsal alandaki, arazilerin, şehirlerdeki ticaret ve endüstriyel üretimin gelirleri belli ellerde toplanmıştır. 
Bu durum, Irak halkında memnuniyetsizlik yaratarak, 1936-1941 yılları arasında kabile ayaklanmalarına neden olmuştur. İngiltere, İkinci Dünya Savaşı 
sırasında ülkeyi kontrol altında tutarak, tüccarlar ve büyük toprak sahiplerine servet ve güç kazandırmıştır. Petrol Endüstrisinin Irak ekonomik üzerindeki etkisinin 1950'li yıllara kadar sınırlı olmuştur. Irak'ın petrolden elde ettiği gelir 1940 yılında 6.44 milyon dolaylarındayken 1958 yılında 224 milyona yükselmiştir.75 

4.2 Cumhuriyet Dönemi Ekonomik Yapı 

1958 darbesini yapan Abdülkerim Kasım önderliğinde askerlerin orta sınıf kökenli olup sosyal eşitliğe önem verenlerdendiler. Darbeden 1968'e kadar olan on yıl içerisinde Irak'ta uzun süreli istikrarlı bir yönetim ortaya çıkmamıştır. Çünkü bu on yıllık süre içinde Abdülkerim Kasım'ın (1958-1963), Abdüsselam Arifi’in (1963-1966) ve Abdurrahman Arif’in (1966-1968) dönemlerinde farklı ekonomik uygulamalar gerçekleşmiştir. Ancak, bu alanda en önemli uygulamalar arasında, Ekim 1958 tarihli tarım reformu olmuştur. Bu reformda Mısır örneğinin takip edilmesi çeşitli zorluklara neden olmuştur. Bunun yanında tarımda uzman sıkıntısı, toprak sahiplerinin ciddi muhalefeti ve üst üste iki yıl yaşanan kuraklık sıkıntılar arasındadır. Bunun yanı sıra yine aynı dönemde hizmet sektörünün kalitesinin artırılması ve petrol endüstrisinin geliştirilmesi için de ciddi miktarda para harcanmaya başlamıştır. Toprak reformu 1970'li yıllarda Irak’ın Kuzey bölgelerine de uygulanmış ve bu reform, büyük toprak sahipliğini sona erdirme ve onların siyasetteki etkinliğini kırmayı amaçlamıştır.76 

1958'de tarımda çalışan nüfusun %15'i toprak sahibi iken, 1971 'de bu oran %95'e ulaşmıştır. Bu dönemde yönetimin en büyük başarısı olarak büyük toprak sahibi sınıfın gücünün kırılması gösterilmektedir. Böylece siyasi ve ekonomik yapı şehirli orta sınıf lehine düzenlenmiştir. Yönetimi ele geçiren Abdülkerim Kasım ve arkadaşlarının, diğer önemli çalışması da endüstriye verdiği önem olmuştur. Bu çalışma için beş yıllık planlar yapılmış ve endüstrileşme ile birlikte, tarım ve diğer sosyal hizmetler için petrol gelirinin %50'si ayrılmıştır. 1966'ya kadar devam eden bu planlamalar, 1966'da petrol gelirlerinde ortaya çıkan düşüşle zarar görmüştür. Petrol gelirlerindeki düşmenin yanı sıra kuzeydeki Kürt isyanlarını bastırmak amacıyla yapılan harcamalar, yönetimi temel harcamaları kısmak ve vergileri artırmak zorunda bırakmıştır. Bu ise orta sınıfın yönetime olan desteğinin azalmasına neden olmuştur. 1968 yılında Baas Partisi'nin kansız bir darbe ile yönetimi ele geçirmesine giden süreçte bu gelişmelerin önemli rolü olmuştur.77 

4.3 Irak-İran Savaşı Dönemi Irak Ekonomisi 

1968'de yönetimi ele geçiren Baas Partisi, 1973'e kadar parti üyesi olmayan kişilere destek sağlayabilmek için yönetimde söz sahibi olma hakkı verse de, bu tarihten itibaren kontrolü tamamen ele almıştır. Yönetimini sürdürebilmek için baskı ve korku politikaları uygulamıştır. 1968 sonrasında Ahmed Hasan El-Bekr Devlet Başkanı, Başbakan ve Ordu Komutanı olarak siyasi ve askeri gücü elinde tutmuştur. Saddam Hüseyin ise, parti içerisinde en etkili kişiydi. Saddam Hüseyin 17 Temmuz 1979'da Bekr'in İstifasıyla Devlet Başkanı olarak yönetime gelmiştir.78 

Baas yönetimi sanayileşmeye öncelikli bir önem vermiştir. İran-Irak Savaşı'na kadar olan dönemde Baas yönetimi demir, çelik, alüminyum ve Petro-Kimya gibi sermaye yoğun alanlara yatırım yaptı. Yapılan yatırımlar endüstriyel bir büyüme sağlamıştır. Ekonomik anlamda ise yatırımlar ciddi bir işgücü istihdamı sağlamamıştır. Tarımda çalışan nüfusun azalmasıyla birlikte ortaya çıkan işgücü fazlası büyük ölçüde inşaat sektöründe çalışmaya yönlendirilmiştir. 
Bu bağlamda, devlet hizmetlerinde çalışan nüfusun oranı da gitgide artmıştır.79 

Irak Yönetimi, 1973 tarihinde Irak’taki Petrol Şirketi'ni millileştirerek petrolden elde ettiği gelirden devlete fon sağlamıştır. Buna da 1973 petrol krizi 
eklenince petrol fiyatlarını ciddi oranda artmıştır. Böylece, Irak'ın petrolden elde ettiği gelirin artırmasına neden olmuştur. Bu gelişmeler, tarım ve ihracat artışı, Irak’ı temel maddeler ihracatında zengin olan ülkeler listesinde yer almasını sağlamıştır Bu dönemde, Irak ekonomisindeki büyümede petrol gelirlerinin yansıra ekonomik politikanın da büyük rolü olmuştur.80 Millileştirme ve petrol şoku öncesinde Irak'ın 1968'de 488 milyon Dolar olan petrol geliri, 1974'te 5.7 milyar Dolardan, 1980'de 26.5 milyar Dolara ulaşmıştır. Elde edilen gelirin bu kadar fazla olması, Baas yönetimine istediği her alanda harcama yapabilme imkanı vermiştir. Bu anlamda endüstri, tarım, eğitim, altyapı hizmetleri ve savunma harcamaları artmıştır.81 

İran-Irak Savaşı sırasında Irak ekonomisi açısından çok ciddi sonuçları doğurmuştur. Savaş sırasında silahaltındaki insan sayısı 950.000'i bulmuş, bir başka deyişle işgücünün %20'si savaşmak zorunda kalmıştır. Ekonomik kaynaklar sekiz yıl boyunca savaşa harcanarak, hizmet sektörününde kalitesi düşmüştür. Ayrıca uzun vadeli ekonomik planlar yapılamadığından ekonominin petrole olan bağımlılığının giderek artmasına neden olmuştur. Savaş sırasında Irak'ta kişi başına düşen milli gelirin %40 oranında azaldığı belirlenmiştir. Bütün bu olumsuzlukların yanında; petrol fiyatlarının düşmesi ve Şattülarap suyolunun, batan tankerlerden dolayı kullanılamaz hale gelmesi de diğer olumsuz etkenlerdir. Bundan dolay, Irak'ın petrol ihracatı azalmıştır. Böylece, Irak’ın petrolden elde ettiği gelirde büyük düşüşler yaşanmıştır. Savaş sırasında Irak'ın petrol ihracatı 3,5 milyon varilden 700.000 - 900.000 varile düşmesi, sorunların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Irak'ın savaşı devam ettirebilmesi için gerekli kaynakları sağlamada Irak’ı başta Kuveyt ve Suudi Arabistan olmak üzere Arap ülkelerinin yanı, sıra Batılı ülkelerden borç almaya zorlamıştır. Savaş sonrasında bu borçların ödenmesi konusu Kuveyt'in işgaline zemin hazırlayan konulardan biri haline gelmiştir.82 

4.4 Ekonomik Yaptırımlar ve I. Körfez Savaşı Dönemi Ekonomik Yapı 

1990-1991 yıllarında Irak'ın yeni bir savaşa girişmesi ekonomiyi derinden etkilemiş ve ekonomik faaliyetlerin durmasına neden olmuştur. Bu dönemde Devlet Başkanı Saddam Hüseyin'in ekonomik kaynakları kendi rejimini ayakta tutabilmek amacıyla kullanması, Irak'ta 10 yıllık bir ekonomik gerileme dönemi yaşanmasına neden olmuştur. Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin'in Kuveyt'i işgali kısa sürmüş ABD önderliğindeki uluslararası güç Irak'ı bölgeden çıkardığı gibi, 661 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararıyla da bu ülkeye ambargo uygulanmaya başlanmıştır. 1997 yılında yürürlüğe giren "BM Petrol Karşılığı Gıda, İlaç ve İnsani İhtiyaç Maddeleri Programı Memorandum of Understanding: MOU" kapsamında uygulanmakta olan bu ambargo yürürlüğe girmiştir.83 

Irak'ın Kuveyt'i işgali sonrasında BM kararıyla uygulamaya konulan uluslararası ambargo, Irak ekonomisini iyice kötü hale getirmiştir. Ambargo sunucu, en 
önemli gelir kaynağı olan petrol satışından mahrum kalan Irak'a ambargo zaman içerisinde yumuşatılmıştır. BM tarafından alınan karala, gelirin, gıda ve sağlık 
hizmetlerinde kullanarak Irak'ın sınırlı miktarda petrol satışına izin verilmiştir. Irak ise, komşularına kaçak yollardan petrol satışına devam ederek elde ettiği geliri Saddam yönetimi güvenliği sağlamlaştırmak için kullanmıştır.84 


BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

57 David Seddon, a.g.e.,s.264. 
58 Neda Kordestani, The Political Role Of Oil İn The Middle East, (In Partial Fulfilment Of The Requirements For Degree Of Master Of Art In International Relations), 
San Diego, 1998, s.56. 
59 Yves Lacoste, Büyük Oyunu Anlamak Jeopolitik: Bugünün Uzun Tarihi, NTV Yayınları, İstanbul 2007, s.78. 
60 David Seddon, a.g.e.,s.264. 
61 Yves Lacoste, a.g.e.,s 78. 
62 David Seddon, a.g.e.,s.264. 
63 Tayyar Arı, a.g.e., s.458. 
64 a.g.e., s.458. 
65 a.g.e., s.452. 
66 a.g.e., s.455. 
67 a.g.e., s.455.- s.459. 
68 Mustafa Aydın,Nihat Ali Özcan,Neslihan Kaptanoğlu, a.g.e.,s.7. 
69 a.g.e.,s.7. 
70 a.g.e.,s.7. 
71 Tayyar Arı, a.g.e., s.462. 
72 Mustafa Aydın,Nihat Ali Özcan,Neslihan Kaptanoğlu, a.g.e., s.8. 
73 Fulya Atacan , a.g.e., s.162. 
74 Ümit Özdağ, Sedat Laçiner, Serhat Erkmen, Irak Krizi (2002-2003), Asam Yayınları, Ankara, 2003, s.351. 
75 Fulya Atacan, a.g.e., ss.162-163. 
76 a.g.e., s.164. 
77 a.g.e., s.164. 
78 a.g.e., s.164. 
79 a.g.e., s.165.
80 Alrubaie Falah. An Evaluation to Industrial Development in Iraq “During 1975-1990”. MPRA Paper No:8331, 19. Nisan 2008. 
http://mpra.ub.uni-muenchen.de/8331/1/MPRA_paper_8331.pdf (02.03.2009). 
81 Fulya Atacan, a.g.e., s.165. 
82 Fulya Atacan , a.g.e., s.166. 
83 Ümit Özdağ, Sedat Laçiner, Serhat Erkmen,a.g.e., s.352. 
84 Fulya Atacan, a.g.e., s.167. 


6 Ci BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***

II. KÖRFEZ SAVAŞINDAN SONRA IRAK EKONOMİSİ VE IRAK PETROLLERİNİN IRAK EKONOMİSİNDEKİ YERİ VE GELECEĞİ., BÖLÜM 4

II. KÖRFEZ SAVAŞINDAN SONRA IRAK EKONOMİSİ VE IRAK PETROLLERİNİN IRAK EKONOMİSİNDEKİ YERİ VE GELECEĞİ., BÖLÜM 4



2.3 Abdulrahman Arif Dönemi 

Abdulrahman Arif Irak yönetimine gelince, İngilizlere bağlılığıyla ünlü olan Abdulrahman Bezzaz’ı başbakanlığa getirmiştir. Bezzaz yönetim bakımdan çok zayıf görünümdeydi, 1966-68 yılları arasında iktidar zaafı, ABD ve İngilizleri Irak’ta kendi çıkarlarını koruyacak daha güçlü iktidar aramaya itmiştir. Bu dönemde Baas partisini destekleyerek yönetime gelmelerine yardımcı olmuşlardır.41. 

2.4 1968–1991 Baas Rejimi ve I. Körfez Savaşı 

Arap milletinin tekrar doğuşu anlamına gelen Baas düşüncesinin Irak içinde yayılmasında en çok Michel Aflaq rolünden söz edilebilir. Sosyalizmle ile milliyetçilik arasındaki ideal model olarak gören Alman Nasyonal Sosyalistlere hayranlığını gizlemeyen Aflaq, sıkı bir yandaşı olan Salahadin el-Bitar’ ile beraber 1940’larda Suriye’de Baas Partisine dönüşecek Hareketin temelini atmışlardı. Ancak 1966’da Baas karşıtı bir darbeyle Aflaq ve Bitar yönetimden uzaklaştırılmıştır. Bu darbeyle Irak ve Suriye’deki Baas yönetimleri arasında görüş ayrılığı doğmuştur. 1968 yılında Aflaq, Bağdat’a giderek Baas partinsin onursal başkanı olarak hayatının sonuna kadar yaşamıştır.42 1968 yılında, Ahmed Hasan El-Bekir liderliğindeki Baas partisi darbe yaparak Irak yönetimi ele geçtirmişlerdir. Bekir’in yardımcılığını yapan ve parti içinde etkili olan Saddam Hüseyin, 1979 tarihinde yönetimi ele geçirmiştir.43 

2.5 Saddam Hüseyin ve Irak–İran Savaşı 

2.5.1 Saddam Hüseyni’nin yönetime gelişi ve Irak 

Saddam Hüseyin, Bağdat’ın kuzey batısında bulunan Tikrit kentinde doğmuş; 1979-2003 tarihleri arasında Irak’ın Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık görevini 
yürütmüştür. 19 yaşındayken 1956 tarihinde Baas Partisinde katılarak iki yıl sonra hüküm yemiştir. Daha sonra rejim aleyhine çalıştığından dolayı altı aylık askeri hüküm yemiştir. 1959’da başbakan Abdülkerim Kasım’a başarısız suikast girişiminde bulunarak 1960 yılında gıyabında idam hükmüne çarptırıolarak önce Suriye, daha sonra Mısır’a kaçmıştır. Daha sonra 1963 tarihinde gerçekleşen Ramazan devriminden sonra Irak’a dönerek Baas partisinin liderlik kademesine katılmıştır. Fakat aleyhtar Baas Partisi üyeleri yanında yer almasından dolayı tutuklanmıştır. Hapishanedeyken Genel Sekreter pozisyonuna seçilmiştir. 1967 tarihinde hapishaneden kaçmıştır. Kasım 1967 tarihinde Devrim Komuta Konserliği Başkanlığı (Rvolutionary Command Council: RCC) sözcülüğüne seçilmiştir.44 

Saddam Hüseyin, Haziran 1972 Batılı şirketlerin kontrolünde olan Irak petrol kaynaklarını millileştirdiği gibi İran ile 1975 tarihinde Cezayir anlaşmasını imzalayarak sınır sorununa geçici bir çözüm getirmiştir. Haziran 1979 tarihinde Irak’ın Suriye ile birleşmeyi kabul etmesini gerekçe göstererek, dönemin Cumhur Başkanı Ahmed Hasan Al-Bakiri yönetimden alarak tüm yetkilerinden alıkoyduğu gibi ev hapsine de çarpıtmıştı.45 

Irak’ın Devrim Komuta Konseyi, Temmuz 1969 tarihinde kurulmuştur. Devrim Komuta Konseyi üyeleri, Baas rejimi süresince sayıca (örnek olarak 1988 tarihinde bu sayı on kişiden oluşmaktaydı) değişiklik gösterse bile Irak devletinin yönteminde kilit rol oynamıştır. Kurulduğu tarihinden itibaren yasama ve yürütme erkini elinde bulundurmuştur.46 1969 tarihinde kurulmuş olan Irak Devrim Konseyinin beş üyesinden üçü Tikrit kentinden olup akrabalık bağıyla ülkenin kilit pozisyonlarında görev almışlardır.47 

 2.5.2 İran-Irak Savaşı 

1979’da Gerçekleşen İran devrimi, İslam’ın Şii yorumu ile ve anti-Amerikancı söylemlerle kendilerini göstermiştir. Bu durum, bölgedeki Batı çıkarlarını ciddi biçimde zedelemiştir. Nitekim 4 Kasım 1979 Tarihinde yürüyüşe geçen kızgın üniversite öğrencileri Amerikan Elçiliğini basarak elçilik mensuplarını rehin almışlardır. Bu da rehine krizine yol açmıştır. İran’ın Devrim ihracı söylemleri, Suudi Arabistan gibi bölge ülkelerini oldukça tedirgin etmiştir.48 

Irak’ın 1970’li yıllarda SSCB ile iyi ilişkiler geliştirmesi ise İngiltere ve ABD’yi tedirgin etmiş, Irak’a şüpheyle yaklaşmalarına neden olmuştur.49 Oysa 20 
Aralık 1969’ta Bağdat’taki İngiliz Büyük Elçisinin, İngiliz Dışişleri Bakanlığı, Milletler Topluluğu Yakın Doğu Bölümüne gönderdiği bir belgede; Saddam Hüseyin’le yaptığı görüşmede, Irak ile SSCB arasındaki yakınlaşmanın Irak yönetimine uluslararası alanda destek vermesidir. Ancak, SSCB’nin Irak’taki Komünist Partiyle yakın ilişki kurmasından dolayı Irak yönetimi için tehlikeli bulunduğunu söylemiştir. Saddam Hüseynin diğer bir düşüncesi de Batının Filistin konusundaki tutumundan dolayı bir tepki olarak SSCB’ye yaklaşmasıdır.50 

İran’ın Şii tehdidini en çok ciddiye alan Irak olmuştur. Bunun en önemli nedeni; Irak’ın içindeki Şii nüfusun ağırlığı ile Irak’ın güneyindeki Şii dini merkezleri 
gösterilebilir. Bundan dolayı, Necef, Kerbela ve Bağdat’ta 1979 Şubatında ve 1980 başında yer yer olaylar çıkmıştır.51 Diğer yandan, Mısır’ın Camp David Anlaşması'yla birlikte Arap dünyasındaki liderliğinin ve Üçüncü Dünya ülkeleri arasındaki itibarının sarsılması ve İran’da Şah'ın düşmesi de Saddam'ın gerek Arap dünyasının ve gerekse Üçüncü Dünya'nın liderliğini yapma ve bölgede ortaya çıkan güç boşluğunu doldurma yönündeki isteklerini önemli ölçüde uyandırmıştır.52 

Baas döneminin en önemli sınır anlaşmasından bir tanesi Cezayir Anlaşmasıdır. İran-Irak arasındaki ilişkilerden daha ziyade İran’ın Kürtlere ve Şiilere 
yardımından dolayı Baas yönetimi bundan dolayı rahatsız olmaktaydı. İran’ın Kürtlere o zamana kadar yapmakta olduğu desteğe son vermesine karşılık Irak, 6 Mart 1975 Cezayir Antlaşmasını imzalayarak kabul etmiştir. Böylece Irak, Thalweg hattını kabul ederek Şatt-ül Arap'ın doğu yakasını İran'a bırakmaya razı olmuştur. Anlaşmaya göre: 

- Sınırların, daha önceden Osmanlı ile İran arasından gerçekleşen 1913 İstanbul sınır Anlaşması'na ve 1914'te oluşturulan sınır komisyonunun önerisine göre çizilmesi, 
- Nehir sınırlarını Thalweg hattına göre belirlenmesi, 
- Ortak kara sınırları boyunca güvenliğin ve karşılıklı güvenin yeniden oluşturulması ve her iki taraftan bölücü nitelikteki geçişlerin engellenmesi, 
- Her bir konunun, sorunun çözümünde vazgeçilmez şartlar olarak kabul edilmesi.53 


Harita 2: Cezayir Anlaşmasına Göre Şattülarap Sınırı. 
Kaynak: Mesut Özcan, Sorunlu Miras Irak, Küre yayınları, İstanbul 2003, s.138. 

Irak, Thalweg prensibini kabul ederek Şattülarap’ın yarısı üzerinde egemenliğini kaybetmiştir ancak 1975 Anlaşmasını imzalayarak güvenlikle ilgili
konularda oldukça rahatlama imkânı vermiştir. Bunu fırsat bilen Saddam yönetimi, Sovyetler Birliği ve Fransa’dan aldığı yardım miktarını artırarak bir güç haline gelmeyihedeflemiştir.54 Cezayir anlaşması, tartışmalı bir bölge olan Zeynü’l-Kavs üzerine ihtilaf sonucunda Irak tarafından, 17 Eylül 1980 tarihinde artık tanınmadığı ilanedilmiştir. İki ülke arasındaki sıcak çatışmalar 22 Eylül 1980’de Irak ordusunun 300 millik bir cephe boyunca İran’a karşı harekete geçmesiyle başlamıştır. 55

Sekiz yıl süren savaş sonunda ne Irak ne de İran amaçlarına ulaşabilmiştir. Savaşın başında Irak, İran topraklarının içlerine doğru ilerlemişse de, İran daha sonrakendini toparlamış ve savaş bir yıpratma savaşına dönüştürmüştür. Sonunda taraflar ateşkesi neredeyse savaşa başladıkları bir noktada kabul etmişlerdir. İran-Irak savası,İran'ın 18 Temmuz 1988'de BM'nin 598 sayılı kararını kabul etmesiyle son bulmuştur.56

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

41 Mustafa Çaykuş, a.g.e., s.25.
42 Robert Benewick, Philip Green, 20.Yüzyıl Politik Düşünceleri, Timaş Yayınları, İstanbul, 2000, s.19-20. 
43 Fulya Atacan, a.g.e., s.161. 
44 David Seddon, A Polıtical And Economic Dictionary Of The Middle East, Europa Publications, London, 2004,s.263. 
45 a.g.e.,s.263. 
46 The Revolutionary Command Council, http://lcweb2.loc.gov/cgi-bin/query/r?frd/cstdy:@field(DOCID+iq0071) (22.02.2009). 
47 The Emergence Of Saddam Husayn, 1968-79. http://lcweb2.loc.gov/cgi-bin/query/r?frd/cstdy:@field(DOCID+iq0023) (22.02.2009). 
48 A brief Modern Political History Of Iraq. http://www.e-book.com.au/iraqhistory.htm (16.01.2009). 
49 Mustafa Aydın, Nihat Ali Özcan, Neslihan Kaptanoğlu, Riskler ve FırsatlarKavşağında Irak'ın Geleceği ve Türkiye, Tepav Ortadoğu Çalışmaları, Ankara, 2007, s.12. 
50 Saddam Hussain, http://www.gwu.edu/~nsarchiv/NSAEBB/NSAEBB107/iraq02.pdf (26.01.2009). 
51 Mesut Özcan, Sorunlu Miras Irak, Küre yayınları, İstanbul, 2003, s.22. 
52 Tayyar Arı, Irak, Iran, ABD ve Petrol, 2.Baskı, Alfa Yayınları, İstanbul, 2007 , s.397. 
53 Mesut Özcan, a.g.e., ss.97-98. 
54 a.g.e., s.99. 
55 a.g.e., s.101. 
56 a.g.e., s.102. 

5 Ci BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***

II. KÖRFEZ SAVAŞINDAN SONRA IRAK EKONOMİSİ VE IRAK PETROLLERİNİN IRAK EKONOMİSİNDEKİ YERİ VE GELECEĞİ., BÖLÜM 3

II. KÖRFEZ SAVAŞINDAN SONRA IRAK EKONOMİSİ VE IRAK PETROLLERİNİN IRAK EKONOMİSİNDEKİ YERİ VE GELECEĞİ., BÖLÜM 3



İşgalci güçlerin yönlendirmesi doğrultusunda, Osmanlılara karşı müttefiklerin yanında savaşan Araplar ifşa edilen anlaşma koşullarını öğrenince şaşırmışlardır ama kendilerine bırakılacağı vaat edilen Suriye ve Irak bölgesinin müttefikler tarafından paylaşılmasını da kabul etmişlerdir. 7 

Sykes-Picot anlaşması, taraflar arasında onaylanmasına rağmen, petrol meselesinden dolayı anlaşamıyorlardı. Petrol ihtiyaç duyan İngiltere için meselenin bir an önce çözülmesi gerekiyordu. Petrol ihtiyacı teminini sağlama bağlamak isteyen İngiltere, petrol talebini karşılayan şirketleri birleştirmeyi düşünmeye başlamıştı.8 Bu kaygılar sonucunda İngiltere, petrolle ilgili bütün çalışmalarda genel koordinatörlüğü devralmıştı.9 

Yukarıdaki bu anlaşmayla, Osmanlı imparatorluğu topraklarının Arabistan bölümü parçalanmıştır. Batılılar ve özellikle İngiltere, Fransa ve Çarlık Rusya 
parçalanan Arap Yarımadası Ortadoğu denilmiştir. Böylece yeni bir coğrafi parçanın adı ve politikası belirlenmiştir. 

Bugünkü Irak topraklarının Büyük Britanya Mandater statüsüne girmiştir. Büyük Britanya’nın esas amacı bölgedeki zengin petrol kaynaklarıydı. Ayrıca tarımsal 
potansiyelinin gücünü de biliyordu. Irak’ta ham petrol ve gıda, İngiliz imparatorluğunun gücünü arttırabilecek kaynaklardandı. Büyük Britanya, ekonomik yoldan finansal baskı altında olduğundan, Irak’a ucuz yoldan sahip olmak istiyordu, para ve askeri sevkiyat tasarrufu sağlamak için ordu, geçimini Irak’tan sağlayabileceği gelirle karşılayabileceğini düşünüyordu. Bu düşünce ile gıda üretiminin canlandırması için her türlü çabanın gösterilmesini sağlamış ve kısmen başarıya ulaşılmasına neden Büyük Britanya, yukarıdaki beklentilerinin aksine; Türklerle fiilen savaştıkları sürede, mali bakımdan yıprandı ve bu yıpranma sonucu 30 Ekim 1918’de ateşkes yapmaya zorunda kaldı.11 İngiliz işgal ordusu, Irak’ta halk tarafından istenmiyordu ve yoğun olmasa da geniş çaplı direnişle karşılaşmışlardı. Savaş dönemindeki Irak Ahdi adlı gizli dernek adına hareket eden küçük milliyetçi grup, Mayıs 1920’de Musul’u almaya çalışmışlardı. İşgalci güçlere, küçük ölçekli yenilgi tattı

Halk öfkesinin yoğunlaşması üzerine, İngiliz silahlı güçlerine tepki göstermişlerdir. Bu daha önce birbirlerine husumet duyan Sünniler ve Şiiler arasında yakınlaşmaları sonucunu doğurarak, Ramazan ayında düzenlenen ortak Sünni-Şii toplantılarında İngilizlere karşı birlik çağırıları dile getirilmiştir. Tehlike zamanlarında başvurulan geleneksel yöntemle, çarşılar kapamış; İngiliz askerler saldırılara uğramış; Şii cemaatinin önderleri başta güney aşiretler olmak üzere mezhep mensuplarını İngilizlere karşı ayaklanmaya çağırmıştır

Haziran 1920’de Rumeyse’de meydana gelen bir olay, ayaklanma hareketini su yüzüne çıkarmıştır. 4 Temmuz’dan itibaren genel bir ayaklanmaya dönüşen başkaldırı, Irak’ın birçok bölgesine sıçradı. Olayları bastırmak üzere İngilizlerin aldığı önlemler sonuçsuz kalınca, ayaklanma Irak’ta genel bir milli şahlanış görünümü kazandı. Rumeyse 20 Temmuz’da bastırıldı. Bu ayaklanmalar, Irak’ın öteki şehirlerine sırayla sıçramaya başladı. Türk yurdu olan Hanekin ve Kızlarbat’ta başlayan ayaklanmalar 14 Ağustos’a kadar sürdü.14 Musul’da faaliyet gösteren Türk Cemiyeti’nin fikri hazırlığını yaptığı ayaklanma, Irak’ın en büyük ilçesi olan Telafer’de milli dayanışma ve vatanseverliğin örnek sahneleri ile doludur. Telafer’in ileri gelen liderleri, kentin dışında toplanarak, ayaklanmanın planını ve hareket hatlarını kararlaştırdıktan s

İngiliz kışlasına yapılan baskın ile harekete başlayan Telaferliler, amansız bir mücadeleye girerek, İngiliz subay ve askerlerini öldürdüler. Daha sonra İngiliz 
ordusunun ayaklanmayı bastırmak üzere büyük birlikler hazırlığı haberi alınınca, Telafer halkı, yalnız yatalak ve yürüyemeyecek kadar yaşlı olan kimseleri bırakarak, çoluk-çocuk, kadın-erkek Telafer’i boşalttılar. Karaçuk Dağları’nın eteklerine sığınan halk, üç ay süreyle burada mevzilenmiş ve büyük sıkıntılar çekmiştir. Telafer’e giren İngilizler, kentin boşaltıldığını görünce, buradaki evlerin bir kısmını top ateşleriyle yıktılar; başta buğday ambarları olmak üzere, halkın gıda depoladıkları zahire ambarlarını ateşe verdiler.

   Daha sonra şartlı olarak yurtlarına dönen Telafer halkının ileri gelen lider ve aydınlarının birçoğu, tutuklanmış, bazıları işkence görmüş ve bir kısmı sürgün edilmiştir. Halkın arasında derin izler bırakan, bölge halkına acı günler yaşatan ve tarihe ‘Kaçakaç Yılı’ olarak geçen 1920 ayaklanması, Telafer Türkleri nin ölümsüz bir kahramanlık destanını günümüze kadar yaşatmıştır.15 1920 olayları bilançosu; yaklaşık 6,000 Iraklı ve 500 İngiliz askerinin hayatına mal olmuştur. 

Böylece, bu olaylardan elde edilen en önemli sonuç ise, İngilizler Milletler Cemiyetinden Irak için Mandater 1920 Ayaklanmasından sonra Wilson’un yerine Irak siyasi kimliğine asaleten atanan Sör Percy Cox, 1 Ekim 1920’de Bağdat’a geldi. Daha önce İngilizlerle anlaşan Şerif Hüseyin, bir Arap devleti kurulmasını ve bu devletin krallı olarak ta oğlu Emir Faysal’ın getirilmesini istiyordu. Suriye’de tutunamayan Faysal’ın İngiliz Sömürge Bakanlığı tarafından Irak’a Kral olması isteniyordu. Görevine başlayan yeni bir hakim Sör Percy Cox ise, bunun ancak halk oyuna başvurularak, durumun güçlendirileceğine inanıyordu. Yapılan halk oylamasında Irak’ın Kuzeyindeki Kerkük, Musul, Erbil ve Süleymaniye halkı, Emir Faysal’ın aleyhinde oy kulandı. Hatta Kerkük’te büyük tepki gösteren halk, oy sandıklarını dağıtarak, Emir Faysal’ın Türk toprakları üzerinde kral olmasının ve esasen bu bölgede böyle bir halk oylamasının düşünülemeyeceği yolunda itirazlarda bulundu. Böyle olmasına İngiltere Faysal ile ilişkisini sürdürürken onun bir İngiliz kuklası olduğu gibi bir görüntünün ortaya çıkmasından da (halkın tepkisine göstermesine yol açmasından korktuğu için) özenle kaçınmaktaydı. Manda yönetiminde değişiklik yapma gereği duyan İngiltere, Irak'la biri 1922'de diğeri 1930'da olmak üzere iki önemli antlaşma imzalamıştır. Bunlardan 1922'deki antlaşmayla özellikle Faysal'a içişlerinde özerk hareket edebilme olanağını tanımışsa da Irak'ın dış politikası ve savunması İngiltere tarafından gerçekleştirilmeye devam edilmiştir. 

1930'da yapılan antlaşma, 1922 antlaşmasına göre, Irak için çok daha fazlasını öngörmekle beraber yine de Irak'ın bütünüyle bağımsız olacağı anlamına gelmiyordu; ancak İngiltere (Mısır ile 1936'da yapılan antlaşmada olduğu gibi) Irak'taki askeri ve güvenlikle ilgili ayrıcalıklarını sürdürecekti. Bu şartlar altında 1932'de kağıt üstün de olsa bağımsız hale gelen Irak, Milletler Cemiyeti üyeliğine de kabul edilmiştir.18

1.3 Irak’ta Krallık Dönemi.,

   İngilizler, Suriye’den kovulan Emir Faysal’ı 1921'de Irak'a getirilerek Irak Kralı olarak tahta çıkarttı. 1925'te yapılan Anayasa da hükümet biçimi, seçimle oluşmuş çift meclisli bir parlamentoya sahip anayasal monarşi olarak tanımlanmıştır. 
Anayasaya göre İslâm, devletin resmi dini olarak kabul edilmekte;   Şeriat mahkemesinin hem bireysel davalarda, hem de vakıf davalarında yetkili kurum olmasına yer verilmiştir. 1921'de oluşturulan ve bu tarihte 7,500 dolayındaki İngiliz askerine Irak dayanan ordu 1932'deki bağımsızlıktan itibaren sayıları artırılmış ve 1930'ların sonlarına doğru bu sayı Irak halkının katılımı ile 26,000'e ulaşmıştır.19 Nitekim 1930‘da İngilizler Irak hükümetini bağımsızlığı karşılığında 25 yıllık (Anglo-Iraqi Treaty) anlaşmaya ikna etmiştir. Bu anlaşma ile İngilizler, Irak içinde bir takım ekonomik ve askeri ayrıcalıklar elde etmişlerdir.20 Bu yüzden söz konusu anlaşma İngilizler için çok önemliydi.21   

   İngiltere'nin Irak'taki ayrıcalıklı konumunu devam ettirmeye çalışmasının temel nedenlerinin başında, petrolden kaynaklanan çıkarları gelmektedir. 
Bu doğrultuda 1925'te İngiltere'nin baskısıyla Irak'la Türkish Petroleum Company (Türk Petrol Şirketi) ile 75 yıl süreli bir imtiyaz anlaşması yapılmıştır. 
Anlaşmayla Irak'ta çıkarılan petrole karşılık belli bir bedel ödenmekle beraber, Irak’ın şirket üzerinde herhangi bir şekilde hak sahibi olması söz konusu değildi. Irak’ın bağımsızlığını kâğıt üzerinde kazanan Faysal’ın 1933 tarihinde ölümünden sonra 21 yaşındaki oğlu Gazi tahta geçmiştir. 22

Ancak Gazi babasının politikalarından hoşnut değildi ve Irak halkı için daha fazla bağımsızlık özlemi taşımaktaydı.23  Gazi, devlet yönetimi konusunda fazla deneyimli   olmayan bir grup tarafından yönlendirilmekteydi

Kral Gazi'nin 1939'da bir otomobil kazasında ölümü üzerine yerine geçen üç yaşındaki II. Faysal'ın ülkeyi yönetemeyecek kadar küçük yaşta olması, ülkenin 
denetiminin Haşimi hanedanından Kral Naibi Prens Abdulilah ile ona en yakın politikacı olarak Nuri Said'in eline geçmesine yol açmıştır. Savaş çıktığında beşinci defa başbakanlık göreviyle işbaşında bulunan Nuri Said, savaşta İngiltere'yi desteklemenin ülkenin yararına olduğunu savunması dolayısıyla ordu ile ters düşmüş ve 1940'ta istifa ederek yerini bir koalisyon hükümetine bırakmak zorunda kalmıştı. İngiltere, İkinci Dünya savaşında Almanya’nın cephelerindeki ilerlemesinden hoşnut olmamış; üstelik Irak’taki konumu belirsizleştiğinden beri, ülke siyasetinde etkin bir şekilde rol oynamaya başlayan Raşit Ali, Albaylarında desteğini arkasına alarak başbakan olmuştur. Raşit Ali, İngilizlerin Irak topraklarını kullanma karşılığı askeri destek sağlama teklifine ret ettiği gibi Basra’daki İngiliz askerlerinin de ülkeyi terk etmesini istemiştir.24

İngiltere’nin çok geçmeden 1941 Mayısında duruma müdahale etmesi üzerine, İngiliz güçleri ile Raşid Ali'ye bağlı güçler arasında çatışma çıkmıştır. Aslında 
çatışmanın iki önemli nedeni vardı: Birincisi, Raşid Ali hükümetinin mihver yanlısı olması; ikincisi ise, 1930 Antlaşması'nın taraflarca farklı yorumlanması idı. Kısacası, Irak'ın tam bir bağımsızlığa (üslerin kullanımı da dahil) sahip olup olmadığı tartışmaya açılmıştır. İngiliz hükümetini, Raşid Ali hükümeti ile bu konuları tartışmaya bile gerek duymadan, Basra'daki üslere kuvvet yollamıştır. Böylece, Irak ordusunun 2 Mayıs 1941'de Bağdat yakınlarında bulunan İngiliz üssünü kuşatması üzerine İngiltere ile Irak arasında savaş başlamıştır. 1941 Mayısının sonuna gelindiğinde ise Raşid Ali hükümeti savaşı kaybetmiş, darbeciler ve Raşid Ali ülkeyi terk etmiş ve Irak yeniden İngiltere'nin denetimine girmiştir.25

Bu olayın arkasından tekrar Nuri Said tarafından kurulan hükümetle ülke İngilizlerin etkisi altında yönetilmeye devam etmiş, fakat muhalefet edebilecek siyasiliderler sürgünde olduğundan Irak'ta ciddi bir muhalefet boşluğu doğmuştur. Kral Naibi Prens Abdulilah ve Nuri Said bu ortamda ülkeyi 1958'e kadar yönetmişlerdir.26

1.4 Bağdat Paktı 1955

Bağdat Paktı 1955 yılının Şubat ayında kurulmuştur. Bağdat Paktı, Sovyetler Birliğinin Ortadoğu’ya sızmasını engellemek amacıyla NATO’nun küçük bir modeli olarak oluşturulmuştu.27 Başlangıçta Türkiye ile Irak sonra İngiltere ve Pakistan. Daha sonra İran’ın katılmasıyla oluşturulmuştur. 

Paktın kurulmasıyla birlikte diğer Arap ülkelerin katılmaları için yoğun baskı ve propaganda yapılmış, buna rağmen  Arap ülkeleri, bu çabaya karşılık vermemişler dir.28  İran, 3 Kasım 1955'te Pakta katılmıştır. Bağdat Paktı  böylece Arap devletlerinin muhalefetlerine rağmen, kurulmuştur. 

Irak'ta 14 Temmuz 1958'de ihtilal olması üzerine, Irak hariç diğer pakt üyelerinin Dışişleri Bakanları 28-29 Temmuz 1958'de Londra'da toplanmışlardır. Toplantı sonunda,Paktın merkezinin geçici olarak Ankaraya taşınmasına karar verilmiştir.  24 Mart 1959'da Irak, Bağdat Paktı'ndan çekildiğini resmen açıklanmıştır. Irakın ayrılmasından sonra Pakt'ın merkezi, Ankara olmuştur.29 

Bu ittifak için başlangıçta düşünülen, bütün Arap ülkelerini bu kurulan ittifak içinde girmeleridir. Bu ittifaka sadece Arap ülkelerinden Irak dahil olmuştur. Kurulan Pakt ile bölgede üç grup ülke belirlenmiştir. Bunlardan birincisi, Pakta üye olan ülkeler  (Türkiye, İran, Irak ve Pakistan), ikincisi ise pakta karşı olan ülkeler (Mısır, Suriye, Yemen ve Suudi Arabistan), üçüncü ise her iki gurubun dışında kalan Ürdün ve Lübnan gibi ülkelerden oluşmuştur. Yukarıdaki bölgesel bölünmeler Sovyetler Birliğinin Ortadoğu’ya girişini kolaylaştırmıştır. Halbuki Bağdat Paktı Ortadoğu’yu Sovyetlere karşı birleştirmek ve korumak amacıyla kurulmuştur.30 

2. 1958–1968 IRAK’TA DARBELER DÖNEMİ VE BAAS REJİMİ 

2.1 Krallık Yönetimin Sonu ve General Abdülkerim Kasım Darbesi 

Krallık döneminden, 1958 ihtilalına kadar birçok başarısız darbe girişiminde bulunulmuştur. Bu başarısız darbelerin hepsi İngilizler tarafından engellenmiştir.31 1958 tarihinde Lübnan da iç çatışmalar olmuştur. Bunun üzerine ABD ve müttefikleri yardım için Irak’tan Lübnan’a asker yollama talebinde bulunmuşlardır. Bunu uygun bulan Nuri Sait paşa 19. ve 20. tugaylara hareket emri vermiştir. Ancak Lübnan’daki Müslüman- Hıristiyan çatışmasında Hıristiyan yanlısı iktidara yardım etmesi Irak içinde tepkilere neden olmuştur. Bu kızgınlığı fırsat bilen askerler, yani Lübnan’a yollanılması için emir verilen tugaylar, Bağdat hükümeti üzerine yürümüşlerdir.32 

14 Temmuz 1958 tarihinde Radyo istasyonu devrimci askerler tarafından işgal ederek Cumhuriyeti ilan etmişlerdir. Darbe sırasında, veliaht Prens Abdülilah ve Kral II. Faysal öldürülmüş, kaçmaya çalışan Nuri Sait Paşa ise yakalanarak linç edilmiştir.33 Darbe ile Abdülkerim Kasımın yönetime gelmiş ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) ile gecikmeden ilişki kurmuştur. Bunun üzerine, 16 Temmuzda SSCB Irak Cumhuriyetini resmen tanıyarak pozitif ilişkiler kurmaya başlamıştır. Khrushchev Yönetimindeki Sovyetler, Batılı ülkelerin Irak’a müdahalelerine karşı ihtiyatlıydı.34 Buna uygun olarak çatışmasız ve problemsiz bir Irak’ın Moskova’nın öncelikli politikası haline gelmiştir. Bu bağlamda, Sovyetlerin destekledikleri Kürtler ile Irak yönetimi arasındaki problemleri çözme yönünde önemli adımlar atmışlardır. Abdül Kerim Kasım, Barzani’ye bir heyet göndererek, Irak’a dönmesini istemiştir. Ayrıca, Barzani’nin partisi olan IKDP’yi tanıyarak meşruiyet kazandırmıştır. Öte yandan Kerkük’te Türkmen ailelerin sahip olabileceği toprak büyüklüğü 1000 dönümden 300 dönüme düşürülmüştür. Bununla yetinmeyip, Kerkük’e Arap göçünü teşvik ederek demografik yapının Türkler aleyhine değiştirilmesine çalışmıştır.35 Bu düşmanca politika 1959 Kerkük’te Türkmen katliamıyla sonuçlanmıştır. 

2.2 Abdulselam Arif Dönemi 

İngilizlerin ve Baas partisinin desteğiyle 8 Şubat 1963’ta Tuğgeneral Abdulselam Arif, A. Kasım yönetimine bir darbeyle son vermiştir.36 Arif, 1963 sonunda 
kendisini destekleyen Badasçıları yönetimden tasfiye etmiştir.37 Abdulselam Arif’in ilk icraatlarından biri, 14-16 Temmuz 1959’da Kerkük’te Türkmen katliamı yapan ve A.Kasım Hükümeti’nin oyalamalarla cezalandırmaya yanaşmadığı guruptan 28 kişinin Kerkük meydanlarında idamı etmiştir. Başlangıçta Türkmenlere iyi davranan Arif, daha sonra Kürtlere de Türkmenlere de mesafeli olmuştur. Özerklik isteyen Kürtleri ve Kürtlere verilen hakların aynısını isteyen Türkmenlere oyalama ve sindirmeye yönelik bir politika izlemeye başlamıştır.38 Aynı zamanda, Arap ve İngiliz desteğiyle iktidara gelen Arif, Irak’ta beş binden fazla komünist katletmiş ve binlercesini hapsetmiştir. Komünistlere karşı bu denli düşmanca tavrın arkasında birkaç nedenlerden biri, Baas Partisi’nin kurucusu olan Mişel Aflak’ın komünizme olan muhalefetinin yanı sıra  İngiltere gibi Batılı ülkelerin bölgede bir figüranı oynamaktı. Nitekim Sovyetler Birliği, Arif hükümetinin bu tarz uygulamalarını bahane göstererek tüm siyasi gücünü Irak devletine karşı kullanmıştır. 
ABD ve İngiltere ise, Irak’a daha önceden durdurulan silah ihracını yeniden başlatarak Irak ordusunu yeniden güçlendirmeye başlamışlardır. 

Böylece Irak, küresel güçlerin hesaplaşma sahası haline gelmiştir.39 Bu hesaplaşmanın merkezindeyse, Kürt gurupları olmuştur. Öyle ki, yapılan hesaplar ve bölgedeki çekişmelerin odağında Irak devletinin merkezi denetimi dışı özerk bölge ve petrol gelirlerinden yüzde ellilik pay gibi talepleri vardır. 40 Abdulselam Arif, 13. Nisan 1966 tarihinde geçirdiği bir helikopter kazasıyla hayatını kaybetmiştir. Yerine ise kardeşi Abdulrahman Arif gelmiştir. 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

7 a.g.e., s.47. 
8 Erol Umut, Musul Meselesinde Petrol Faktörü, (Ankara üniversitesi, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara, 2007, s.46. 
9 a.g.e, ss.46-47. 
10 William R. Polk, a.g.e, s.80. 
11 a.g.e., s.81. 
12 a.g.e., s.84. 
13 a.g.e., s.85. 
14 Suphi Saatçi, Tarihi Gelişim İçinde Irak’ta Türk Varlığı, Tarihi Araştırmalar ve Dokümantasyon Merkezleri Kurma ve Geliştirme Vakfı, İstanbul, 1996, s.185. 
15 a.g.e., s.186. 
16 A brief modern political History of Iraq. http://www.e-book.com.au/iraqhistory.htm (16.01.2009). 
17 Suphi Saatçi, a.g.e., s.189. 
18 Tayyar Arı, Geçmişten Günümüze Ortadoğu Siyaset, Savaş ve Diplomasi, İstanbul, 2007, ss.172-173. 
19 a.g.e.,s.172. 
20 A brief modern political History of Iraq. http://www.e-book.com.au/iraqhistory.htm (16.01.2009). 
21 Yusuf Turan Çetiner, The Baghdad Pact: An Anglo-American Quest For Policy İn The Middle East, (Bilkent Üniversitesi, Sosyal Bilimler ve Ekonomi Enstitü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi) Ankara, 1996, s.13. 
22 Tayyar Arı, a.g.e., s.173. 
23 A brief modern political History of Iraq. http://www.e-book.com.au/iraqhistory.htm (16.01.2009). 
24 Tayyar Arı, a.g.e., s.175. 
25 a.g.e., s.175 
26 a.g.e., s.176. 
27 a.g.e., s.42. 
28 a.g.e., s.43. 
29 Osman Nuri Özalp, a.g.e., s.63. 
30 a.g.e., s.43. 
31 Suphi Abdulhamit, Asrar Thawrat 14 Tammuz 1958, İkinci baskı, Dar Al-Arabiya Bi-Mawsuaat, Lübnan 1994, ss.13-30. 
32 a.g.e, s.80. 
33 a.g.e, s.80. 
34 Aslıhan Anılar, Russian Foreign Policy Towards Iraq In The Post-Cold War Era, (Ortadoğu teknik Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara, 2006, s.11. 
35 Mustafa Çaykuş, Kuzey Irak’ın Yapısı, Bölgedeki Oluşumlar, Bölge İçi ve Bölge Dışı Devletlerin Amaçları ve Etkileri, (Atılım Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara, 2005, s,18. 
36 a.g.e., s.20. 
37 Fulya Atacan(hzl.), Değişen Toplumla Değişmeyen Siyaset: Ortadoğu, Bağlam Yayınları, İstanbul, 2004, s.161. 
38 Mustafa Çaykuş, a.g.e., ss.20-21. 
39 a.g.e., s.22. 
40 a.g.e., s.21. 

4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***

II. KÖRFEZ SAVAŞINDAN SONRA IRAK EKONOMİSİ VE IRAK PETROLLERİNİN IRAK EKONOMİSİNDEKİ YERİ VE GELECEĞİ., BÖLÜM 2

II. KÖRFEZ SAVAŞINDAN SONRA IRAK EKONOMİSİ VE IRAK PETROLLERİNİN IRAK EKONOMİSİNDEKİ YERİ VE GELECEĞİ., BÖLÜM 2


BİRİNCİ BÖLÜM 

 II. KÖRFEZ SAVAŞI ÖNCESİ IRAK TARİHİ VE EKONOMİK YAPISI 

1. 1916-1958 IRAK’IN KRALLIK DÖNEMİ VE IRAK’IN GENEL TARİHİ 

Iraklılar üzerinde yaşadıkları toprakların kalıntılarından büyük ölçüde etkilenmişlerdir, Bu geçmişte farklı etnik, dinsel ve kültürel yapılardan Asurlu Naram ‘Sin’in M.Ö. 2000’lerde, Bütünlük Kralı gibi gösterişli bir unvan aldığı, II. Sargon’un daha sonra Babil Kralı Kyros’un kendilerini Dünya Kralı ilan etmeleri bu topraklarda olmuştur.1 Irak’ın adı çeşitli kaynaklara göre değişik anlamlar taşımaktadır. Türkçe anlamı olarak ‘Irak’, merkezden uzak olarak tanımlanan yer olurken; aslen ‘Irak’ın isim anlamı Farsçadaki ‘erag’ yani ‘düzlük’ anlamına gelmektedir.2 

Irak’ın bulunduğu Mezopotamya bölgesi dünyanın ilk önemli yerleşim merkezlerinden biridir. M.Ö. 7. yüzyıla kadar Sümer, Akad, Babil ve Asurların elinde kalmış, bu tarihten sonra Perslerin eline geçmiştir. Bölgede İslamiyetten önceki Araplar da Main, Sebai ve Himyeri devletlerini kurmuşlardır. İslamiyetin doğuşu ve hızla gelişmesi ile birlikte Müslümanlar uzun süre bölgeye hakim olmuşlardır. Müslümanların dördüncü halifesi Hazret-i Ali’nin kabri Necef’te yer almaktadır. Oğlu Hazret-i Hüseyin de burada Kerbela’da şehid olmuştur. İmam-ı A’zam Ebu Hanife, Ahmed bin Hanbel, Abdülkadir Geylani gibi büyük alim ve veliler Bağdat ve Kufe’de yetişmişler, insanlığa ilim ve hikmet yaymışlardır. Bu üç zatın türbesi halen Bağdat’ta yer almaktadır.3 Bağdat 762’den itibaren yeni baştan imar edilerek Abbasilerin yani, İslam dünyasının başşehri ve dünyanın en önemli kültür merkezlerinden biri haline gelmiştir. Bilhassa 786-809 seneleri arasında halifelik yapan Harunürreşid ve oğlu Me’mun zamanında Irak dünyanın en parlak ilim ve kültür merkezi haline gelmiştir. Ancak 1258’de Irak’a giren Moğol hükümdarı Hülagü Han, şehirleri yakıp yıkmış, binlerce Müslüman öldürmüştür. Daha sonraki tarihlerde de eski günleri bulamayan Irak, sırasıyla Celayirliler, Timuroğulları, Karakoyunlular, Akkoyunlular ve Safevilerin 
hakimiyeti altında kalmıştır. 

  1515’te Kuzey Irak’ın Osmanlı topraklarına katılmasını takiben Kanuni Sultan Süleyman Han 1534’te ülkenin tamamını fethetmiştir. Irak, Osmanlı hâkimiyetinde kaldığı yaklaşık beş asırlık süre zarfında en parlak dönemlerini yaşamıştır. Bilim dünyasında kıymetli âlimler İstanbul’a götürülerek, çalışmaları için her türlü imkan temin edilmiştir. Osmanlı Sultanı Dördüncü Murad Han zamanında, Bağdat ikinci defa fethedilmiştir. Bu fetihte Padişah bizzat harbe iştirak ederek, kale kapısı yıkılırken elindeki gürz ile o da yardım etmiştir. Kalenin fethinden sonra Şiilerin yıktığı İmam-ı A’zam türbesini yeniden inşa ettirmiştir. Irak’a göz koyan İngilizler, Birinci Dünya Savaşı sırasında, 20 Kasım 1914’te Basra’ya girdiler. Ancak, 29 Mayıs 1916’da Irak ve Osmanlı Kuvvetleri ‘Selman Pak’ meydan savaşında İngilizleri yenerek tamamını esir almışlardır. Birinci Dünya Savaşından sonra, İngiltere ve Fransız ve Arap baskıları sonucu Osmanlılar bölgeden çekilmeye zorlanmıştır Çekildikten sonra İngiltere 1918’de Musul’u ve Irak’ı işgal etmiştir.4 

1.1 Sykes-Picot (1916 ) Anlaşması 

Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalara ayrılmasını dönemin güçlü ülkeleri tarafından (İngiltere, Fransa ve Çarlık Rusya) karşılıklı diplomatik notalarla teati 
edilerek, Arabistan Bölgesini parçalanmasını, İngiltere, Fransa ve Çarlık Rusya tarafından karar verilmiştir. Arabistan Bölgesini İngilizlere, Fransız ve Çarlık Rusya tarafından üçlü olarak yaptıkları Sykes-Picot Gizli Anlaşma ile parçalamışlardı. Ancak, 1917’de Çarlık Rusya’da meydana gelen ihtilal ile Bolşeviklerin iktidara gelmesi ile birlikte, daha önce yapılan İngiliz, Fransız ve Çarlık Rusya arasındaki anlaşmayı Bolşevikler açıklamışlardır. Böylece, Osmanlılar gizli anlaşmadan haberdar olmuştu. Arabistan Yarımadası bu şekilde parçalanmıştır. Yapılan Sykes-Picot gizli antlaşmasına göre: 5 

(1) Büyük Britanya ve Fransa, ilişikteki haritada (A) ve (B) olarak işaretlenmiş alanlarda, bir Arap başkanın yönetiminde bağımsız bir Arap Devletini veya bir Arap Devletler Konfederasyonunu tanıyarak korumayı amaçlamıştır. Ekte (A) haritada belirlenen alanında Fransa, (B) alanında da Büyük Britanya işletim ve yerel bölgelerde öncelikli kullanım hakkına sahip olacaktır. Arap Devletinden veya Arap Devletler Konfederasyonundan talepler gelmesi halinde; (A)Fransa ve (B) Büyük Britanya da alanlarında yabancıların isteği üzere Arap Devleti ya da Arap konfederasyon Devletleri danışmanlık yapılacaktır. 

(2) Arzu ettikleri ya da Arap Devleti veya Arap Devletler Konfederasyonu ile mutabakatın ardından tesis edilebilir gördükleri takdirde; mavi alanda Fransa, kırmızı alanda da Büyük Britanya, doğrudan veya dolaylı olarak yönetim ve kontrolü tesis edeceklerdir. 

(3) Kahverengi alanda kurulacak olan uluslararası yönetimin şekli, Rusya ile müzakerelerin ardından ve diğer müttefikler ve Mekke Şerifi’nin temsilcileri ile yapılan anlaşmaları müteakip karar verilecektir. 

(4) Büyük Britanya’ya verilenler 

(a) Hayfa (Haifa) ve Akabe (Aqaba) limanları; 

(b) (B) alanı için, (A) alanındaki Dicle ve Fırat’tan su ikmal garantisidir. 

Majeste’nin Hükümeti, kendi hesaplarına, Fransız Hükümetinin onayını almadan herhangi bir üçüncü bir güçle Kıbrıs’ın devri ile ilgili müzakerelere girmeyeceğini taahhüt ederler. 

(5) İskenderun limanı İngiliz İmparatorluğu’nun ticareti söz konusu olduğunda serbest bir liman olacaktır. İngiliz taşımacılık ve ticaretini etkileyen özel imtiyazların genişlemesinde veya liman harçları dikkate alındığında, muamelelerde herhangi bir ayrımcılık yapılmayacaktır. İngiliz mallarının 
İskenderun’dan ve demiryolu üzerinden Mavi alandan, bu mallar Kırmızı alan; (A) veya (B) alanlarından geliyor ya da o alanlara gidiyor da olsa, geçişi serbest olacaktır. Söz konusu alanlarda hizmet veren herhangi bir limandaki İngiliz taşımacılık ve mallarında veya herhangi bir demiryolundaki İngiliz 
mallarının giderlerinde, doğrudan ya da dolaylı olarak, muamelelerde herhangi bir fark olmayacaktır. 

Hayfa (Haifa) Fransa’nın, himayesindekilerin ve kolonilerinin ticareti söz konusu olduğunda serbest bir liman olacaktır. Fransız taşımacılık ve ticaretine yönelik liman harçları dikkate alındığında uygulan imtiyaz ve muamelelerde herhangi bir ayrım yapılmayacaktır. Hayfa’dan (Haifa)ve İngiliz demiryolları üzerinden Kahverengi alandan; bu mallar Mavi, (A) veya (B) alanlarından geliyor ya da o alanlara gidiyor da olsa, geçişi serbest olacaktır. Söz konusu alanlarda hizmet veren herhangi bir limandaki Fransız taşımacılık ve mallarında veya herhangi bir demiryolundaki Fransız mallarının giderlerinde, doğrudan ya da dolaylı olarak, muamelelerde herhangi bir fark olmayacaktır.  

(6) Fırat havzası boyunca Bağdat ve Halep’i birleştiren demiryolu tamamlanıp iki hükümetin de muvafakatiyeti alınana kadar; Bağdat Demiryolları (A) alanından güneye doğru Musul’un ötesine, (B) alanında kuzeye doğru Samarra’nın ötesine kadar genişletilmeyecektir. 

(7) Büyük Britanya’nın Hayfa ile (B) alanını birleştirecek bir demiryolu inşa etmeye, yönetmeye ve tek sahibi olmaya hakkı vardır. Bunun yanında, bu hatta daima asker taşıma ve daimi haklara sahiptir. Bütün hükümetler tarafından bu demiryolunun Bağdat ve Hayfa arasındaki iletişimi kolaylaştırmayı amaçladığı kabul edilir. Bunun ötesinde Kahverengi alandaki bu hattın bakımında karşılaşılan masraflar ve teknik zorluklarla kullanışsız hale gelmesi durumunda, Fransız Hükümeti Baniyas-Umm Qais-Sakhad-Tall ‘Osda-Mismieh’den oluşan çokgeni (B) alanına ulaşmadan aşmayı sağlayacak planları düşünmeye hazırlanacaktır. 

(8) 20 yıl boyunca mevcut Türk gümrük tarifeleri (A) ve (B) alanında olduğu gibi bütün Mavi ve Kırmızı alanlarda da yürürlükte kalacaktır. İki gücün anlaşması hali dışında, nispi vergi oranlarından sarih oranlara artış ya da değişiklik yapılmayacaktır. 6 Atilla Uğur, Geçmişten Günümüze Kuzey Irak’ın Beşeri Coğrafyası ve Sosyal Yapısı, (Fırat üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Elazığ, 2002, ss.48-49. Üstte belirtilen alanlar arasında dâhili gümrük engelleri olmayacaktır. Bölgeye yönlendirilmiş gümrük vergisine tabi mallar limanın girişinde toplanacak ve varış alanlarındaki idareye kadar aktarılacaktır. 

(9) Fransız Hükümeti’nin Mavi alandaki olası haklarından feragat etmesi ve haklarını devretmesi ile ilgili Majeste’nin Hükümetinin onayını almadan, Arap Devleti veya Arap Devletler Konfederasyonu dışında herhangi bir üçüncü güçle müzakereler başlatmayacağı kabul edilir. Majeste’nin Hükümeti de Kırmızı alan konusunda Fransız Hükümeti’ne benzer taahhütleri verir. 

(10) İngiliz ve Fransız Hükümeti Arap Yarımadasında üçüncü bir gücün toprak elde etmesine rıza göstermeyecekleri ve bundan kaçınacakları yönünde anlaşmışlardır. Bunun gibi, herhangi bir üçüncü gücün Kızıldeniz’in doğu kıyılarındaki adalarda bir deniz üssü inşa etmesine onay vermeyecektir. Ama bu durum gerekli görülmesi halinde, Türk saldırılarına karşı Aden çevresinde yapılacak düzenleme çalışmalarına engel olmayacaktır. 

(11) Arap Devleti veya Arap Devletler Konfederasyonu’nun sınırlarına dair Araplar ile yapılacak müzakereler de, iki güç adına geçmişteki gibi aynı kanaldan takip edilecektir. 

(12) Bunun dışında, Arap bölgesine yapılan silah dışalımlarındaki kontrol tedbirleri de iki hükümet tarafından düşünülecektir. 

Böylece, Sykes-Picot gizli anlaşması ile İngiltere, Musul hariç bütün Irak’ı 
kendine ayırmıştır. Anlaşmaya 19-21 Nisan 1917’de İtalya’da katılmış ancak, Musul sorunu ile ilgili İngiltere ve Fransa arasındaki ihtilaflara karışmamayı uygun bulmuştur 


Harita 1: 1916 Sykes-Pıcot Anlaşması 

Kaynak: The Sykes-Picot Agreement.1916. http://www.mideastweb.org/mesykespicot.htm (06.01.09). 


BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

1 William R. Polk, Irak’ı Anlamak, Nurettin Elhüseyni (çev.), NTV Yayınları,2007, s.xi. 
2 a.g.e., ss.36-37. 
3 Irak Tarihi. 2007. http://www.webhatti.com/tarih/54371-irak-tarihi.html (06.01.2009). 
4 Irak Tarihi. 2007. http://www.webhatti.com/tarih/54371-irak-tarihi.html (06.01.2009). 
5 The Sykes-Picot Agreement 1916. http://www.bu.edu/mzank/Jerusalem/tx/Sykes-Picot.htm (06.01.2009). 
6 Atilla Uğur, Geçmişten Günümüze Kuzey Irak’ın Beşeri Coğrafyası ve Sosyal Yapısı, (Fırat üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi),    Elazığ, 2002, ss.48-49.

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***

II. KÖRFEZ SAVAŞINDAN SONRA IRAK EKONOMİSİ VE IRAK PETROLLERİNİN IRAK EKONOMİSİNDEKİ YERİ VE GELECEĞİ., BÖLÜM 1

II. KÖRFEZ SAVAŞINDAN SONRA IRAK EKONOMİSİ VE IRAK PETROLLERİNİN IRAK EKONOMİSİNDEKİ YERİ VE GELECEĞİ., BÖLÜM 1



T.C. MARMARA ÜNİVERSİTESİ ORTADOĞU ARAŞTIRMALARI ENSTİTÜSÜ ORTADOĞU İKTİSADI ANABİLİM DALI 
Yüksek Lisans Tezi 
CHATEN MAHDİ 
2009 İSTANBUL 


DANIŞMAN YARD. DOÇ. DR. KAMİL USLU 
2009 İSTANBUL 


ÖZET 

II. KÖRFEZ SAVAŞINDAN SONRA IRAK EKONOMİSİ VE IRAK PETROLLERİNİN IRAK EKONOMİSİNDEKİ YERİ VE GELECEĞİ 


Irak gibi petrol rezervi bakımından zengin olan ülkelerin güvenliği ve istikrarı, uluslararası petrol piyasası açısından önem arz etmektedir. 
Dünyanın %10 rezervi gibi büyük bir miktara sahip olan Irak; dünya ekonomisi, endüstrisi ve kalkınması açılarından çok önemli bir pozisyona sahiptir. 
2003 yılında, Amerika ve müttefikleri bir takım gerekçelerle Irak’ı işgal etmişlerdir. Bu işgalin en büyük nedeni ise, Irak’ın petrol kaynaklanın Batı orijinli şirketlerce değerlendirmesi hedefidir şeklide özetlenebilir. Bu müdahale sonucunda, Irak ve bölgesi, istikrarsızlık ve terör tehlikesi bakımından kritik dönemlerden geçmiştir. Bu çalışmada, İkinci Körfez Savaşından sonraki Irak ekonomisinin durumu, Saddam rejimi öncesi ve sonrası şeklinde ele alınmakla beraber, petrolün Irak ekonomisi içindeki yeri ve geleceği de değerlendirilmeye çalışılmıştır. Irak petrollerinin geleceği; OPEC, ABD ve Müttefikleri, Körfez bölgesinin güvenliği ve Irak Devletinin iç istikrarı açılarından ele alınmaya çalışılmış ve değerlendirilmiştir. 

ÖNSÖZ 

Son zamanlarda petrolünün artan önemiyle beraber, ülkeler açısından da hayati önemi artmıştır. Ülkelerin kalkınması ve gelişmesi, petrol ve petrol türevlerine bağlı bir şekilde gerçekleşmektedir. Böylece, petrol rezervi bakımından zengin olan ülkelerin güvenliği ve istikrarı, uluslararası petrol piyasası açısından önem arz etmektedir. Böyle bir ortamda, dünyanın %10 rezervine sahip Irak gibi bir ülkelerde, dünya ekonomisi ve kalkınması için önemli yere sahiptir. 2003 yılında, Amerika ve müttefikleri bir takım gerekçeyle Irak’ı işgal etmişlerdir. Bu işgalin en büyük nedeni ise, Irak’ın petrol kaynaklanın Batı orijinli şirketlerce değerlendirmesi hedefidir şeklide özetlenebilir. Bu müdahale sonucunda, Irak ve bölge istikrarsızlık ve terör tehlikesi bakımından kritik dönemlerden geçmiştir. Çalışmamız ise, 2003 yılı öncesi ve sonrası, Irak’ın ekonomik yapısının yanı sıra, Irak petrollerinin önemini ve geleceğini ele almak ve değerlendirmek şeklindedir. Bu çalışmayı sonuçlandırmamda görüşleri ile katkıda bulunan değerli hocam Yard. Doç. Dr. Kamil Uslu’ya ve bana maddi ve manevi destekte bulunan Anne ve Babama çok teşekkür eder, çalışmanın tüm ilgililere yararlı olmasını dilerim. 

İstanbul, 2009 Chaten MAHDİ 


İÇİNDEKİLER 

Sayfa No. 
ÖZET…………………………………………………………………………………... i 
ABSTRACT…………………………………………………………………………... ii 
ÖNSÖZ………………………………………………………………………………… iii 
İÇİNDEKİLER …………………………………………………………………. vi 
TABLO LİSTESİ……………………………………………………………………… vii 
GRAFİK LİSTESİ ……………………………………………………………………. viii 
HARİTA LİSTESİ………………………………………………………………….… ix 
KISALTMALAR LİSTESİ…………………………………………………………… x 
GİRİŞ…………………………………………………………………………………… 1 

BİRİNCİ BÖLÜM 

II. KÖRFEZ SAVAŞI ÖNCESİ IRAK TARİHİ VE EKONOMİK YAPISI 
1. 1916-1958 IRAK’IN KRALLIK DÖNEMİ VE IRAK’IN GENEL TARİHİ…. 3 
1.1. Sykes-Picot (1916 ) Anlaşması. ……………………………………… 4 
1.2. Mandater Statü ve Irak Yönetimi. ……………………………………. 10 
1.3. Irak’ta Krallık Dönemi. ………………………………………………. 12 
1.4. Bağdat Paktı. …………………………………………………………. 14 

2. 1958 – 1968 IRAK’TA DARBELER DÖNEMİ VE BAAS REJİMİ…...…… 15 

2.1. Krallık Yönetimin Sonu ve General Abdülkerim Kasım: Darbesi. …… 15 
2.2 . Abdulselam Arif Dönemi. …………………………………………….. 16 
2.3 . Abdulrahman Arif Dönemi. …………………………………………… 17 
2.4 . 1968 – 1991 Baas Rejimi Ve I. Körfez Savaşı………………………… 17 
2.5. Saddam Hüseyin ve Irak – İran Savaşı. ………………………………. 18 
2.5.1. Saddam Hüseyni’nin Yönetime Gelişi ve Irak. ………………. 18 
2.5.2. Irak-İran Savaşı. ………………………………………………. 19 
2.6. Irak – İran Savaşı Sonu Ve Kuveyt’in İşgali. ………………………… 22 

3. BİRİNCİ KÖRFEZ SAVAŞI VE SONUÇLARI…………………………….. 23 

3.1. I. Körfez Savaşının Doğurduğu Yeni Koşullar. ……………………… 23 
3.2. BM. Yaptırımları ve Irak’ın Kitle İmha Silahları. ………………….… 24 
3.3. Çekiç Gücü ve Keşif Gücü. …………………………………………... 24 
3.4. Irak’ın Kitle İmha Silahları ve Savaş Hazırlığı. ……………………… 27 

4. II KÖRFEZ SAVAŞINDAN ÖNCE IRAK’IN EKONOMİK YAPISI……. 27 

4.1. Krallık Dönemi Ekonomik Yapı. ……………………………………… 28 
4.2. Cumhuriyet Dönemi Ekonomik Yapı. ………………………………… 29 
4.3. Irak-İran Savaşı Dönemi Irak Ekonomisi. ………………………….…. 30 
4.4. Ekonomik Yaptırımlar ve I. Körfez Savaşı …………………………… 31 

İKİNCİ BÖLÜM 

II. KÖRFEZ SAVAŞINDAN SONRA IRAK EKONOMİSİ 

1. BAAS YÖNETİMİNDEN KALIN EKONOMİ………………………………… 33 
1.1. Milli Gelir ve Üretim. …………………………………………………… 35 
1.2. Dış Ticaret yapısı. …………………………………………………… 42 
1.3. Para Politikaları…………………………………………………………... 43 
1.4. Borçlar. ………………………………………………………………….. 44 
1.5. Fiyatlar. …………………………………………………………………... 48 

2. TEMEL İKTİSADI SEKTÖRLER. ……………………………………………. 50 

2.1. Tarım ve Hayvancılık……………………………………………………. 50 
2.2. Sanayi …………………………………………………………………… 53 
2.3. Petrol…………………………………………………………………….. 58 
2.4. Bankacılık……………………………………………………………….. 61 

3. BAAS DÖNEMİ SONRASI IRAK EKONOMİSİ…………………………….. 63 

3.1. Milli Gelir ve Üretim…………………………………………………….. 63 
3.2. Dış Ticaret Yapısı……………………………………………………….. 66 
3.3. Para Politikaları…………………………………………………………. 67 
3.4. Fiyatlar………………………………………………………………….. 67 

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 

II. KÖRFEZ SAVAŞINDAN SONRA IRAK PETROLLERİ VE GELECEĞİ 

1. II. KÖRFEZ SAVAŞI ÖNCESİ IRAK PETROLLERİNİN 

GENEL DEĞERLENDİRMESİ……………………………………………….. 69 

1.1. II. Körfez Savaşı Öncesi Irak Petrollerin Genel Değerlendirmesi…….….. 69 
1.2. Irak Petrol Rezervi Ve Ham Petrol Üretimi…….……………………….. 70 
1.3. Irak’ın Petrol Rafinerileri…………………………………………… 72 
1.4. Irak’ın Petrol Taşıma Kapasitesi……………………………………… 73 
1.5. Irak Ve OPEC’in Kuruluşu…………………………………….……… 74 

2. II. KÖRFEZ SAVAŞI SONRASI IRAK PETROLLERİNİN GENEL DEĞELENDİRMESİ…….. 76 

2.1. II. Körfez Savaşından Sonra Irak Petrollerin Genel Değerlendirmesi….. 76 
2.2. Petrolün Silah Olarak Kullanılması…………………………………….. 78 
2.3. Irak Petrolünün Bölge Açısından Önemi……………………………….. 80 

3. IRAK PETROLLERİNİN GELECEĞİ…… ………………………….……… 82 

3.1. OPEC Yönünden ……………………………………………………… 82 
3.2. ABD ve Müttefikleri Yönünden ……………………………………..... 83 
3.3. Körfez Bölgesinin Güvenliği Yönünden ……………………………… 85 
3.4. Irak içi İstikrar Yönünden …………………………………………….. 85 

SONUÇ………………………………………………………………..………….. 87 
KAYNAKÇA……………………………………………………………….…… 90 


TABLO LİSTESİ 

Tablo 1 Sektörler İtibariyle Reel GSYİH (%) ………………………… 33 
Tablo 2 Irak’ın Temel Ekonomik Göstergeler………………………… 34 
Tablo 3 Tahmini Olarak 2004-2010Yılları Irak Dış Borç 
Stoku (Milyar Amerikan oları)...……………………………………………… 44 
Tablo 4 Alınacak Miktara Göre Irak’ın Borcu………………………… 47 
Tablo 5 2003-2009 Yıllları Arasında Irak’ın Reel GSYİH Büyüme Oranı…. 64 
Tablo 6 Irak’ta Sektöre Göre GSYİH (%) Payı………………..………. 66 
Tablo 7 Irak’ın Petrol Çıkarma, Rafineri ve Taşıma Kapasitesi… 73 

GRAFİK LİSTESİ 

Grafik 1 Brüt Sermaye Bilgisi (1980-200)……………………..................…………….. 36 
Grafik 2 Irak Dinarının Değiş Tokuş Oran……………………..................…………….. 37 
Grafik 3 1968-2001 Yılları arasında Irak’ın Kişi Başına Düşen GSYİH………… 40 
Grafik 4 Tüketici Fiyatlar Endeksi……………………………………......................…….. 48 
Grafik 5 Haziran 2005 ile Eylül 2008 Yılları Arasında Şiddet Göstergeleri… 65 
Grafik 6 Irak’ın Petrol Üretimi ve Kaynak Kapasitesi……………………............… 71 
Grafik 7 1980 – 2007 Yılları arasında Irak’ın Petrol Üretimi ve Tüketimi... 77 

HARİTA LİSTESİ 

Harita 1 1916 Sykes Picot Anlaşması …………………………………….... 8 
Harita 2 Cezayir Anlaşmasına göre Şattülarap Sınırı……………………….. 21 
Harita 3 Uçuşa Yasak Bölgeler …………………………………………….. 25 
Harita 4 Irak’taki Ekonomik Faaliyetler…………………………………….. 52 
Harita 5 Irak’taki Fabrikalar ……………………………………………..… 57 
Harita 6 Irak’ın Petrol Endüstrisi…………………………………………… 59 


KISALTMALAR LİSTESİ 

a.g.e. Adı geçen Eser 
a.g.m. Adı Geçen makale 
a.g.r. Adı Geçen Rapor 
ABD Amerika Birleşik Devletleri 
BM Birleşmiş Milletler 
CBI Irak Merkez Bankası 
DB Dünya Bankası 
EPCA Avrupa Ödemeler Danışmanlığı 
GSMH Gayri Safi Milli Hasıla 
GSYİH Gayri Safi Yurt İçi Hasıla 
IAEA Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı 
IMF Uluslararası Para fonu 
KDP Kürdistan Demokrat Partisi 
KOBİ Küçük ve Orta Büyüklükteki İşletmeler 
MOU Mutabakat Anlayışı 
mv/g Milyon Varil/Günlük 
NATO Kuzey Atlantik Anlaşması Teşkilatı 
NID Yeni Irak Dinarı 
OFFP Birleşmiş Milletler Petrole Karşı Gıda Programı 
OPEC Petrol İhraç Eden Ülkeler Birliği 
RCC Devrim Komuta Konserlik Başkanlığı 
SSCB Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği 
UNCC Birleşmiş Milletler Konferans Merkezi 
UNMOVİC Birleşmiş Milletler Silah Denetleme Komisyonu 
UNSCOM Birleşmiş Milletler Özel Komisyonu 
USGS Birleşik Devletler Jeoloji Etütler 

GİRİŞ 

Arap bölgesi, XVI. yüz yılın başlarında Osmanlı yönetimine katılmış, 1916’da İngiliz–Fransız (Sykes-Picot) gizli anlaşması gereği Osmanlı toprakları parçalanmış ve suni devletçikler oluşturulmuştur. Osmanlı İmparatorluğu; fiili olarak 1917, hukuki olarak ise 1920 yılına kadar varlığını sürdürmüştür. Adı geçen gizli anlaşma gereği, Irak ortaya çıkmış ve İngiliz Mandater yönetimine geçmiştir. Bu süreç II. Dünya Savaşı sonuna kadar da devam etmiştir. Irak da Osmanlı yönetimine karşı, İngilizlerin desteğiyle öne çıkarılan Mekke şerifi Hüseyin’e dönemin İngiliz hükümeti tarafından bütün bölge yönetimi vaat edilmiş, vaadin gerçekleşmemesi üzerine Mekke şerifi Hüseyin’e sus payı olarak büyük oğlu Faysal’ın Suriye’ye kral olması istenmiştir. Suriyelilerin ve Fransızların Faysalı istememeleri üzerine, İngilizler Irak’a Faysal’ı kral 
ilan etmişlerdir. Bu dönemde oldukça karışık ve istikrarsız bir yapıya sahip olan Irak, ahali ayaklanmaları ve çatışmalar yaşamıştır. Sonucunda halk ile yönetim arasında dini, etnik ve kültürel alanlarda uçurumlar oluşturulmuştur. 

Irak’taki olumsuz ve stratejik yapı bu şekilde çatışmalarla bütünleşmiştir. Bunun neticesinde sıkça oluşan ihtilaller ile Kral Faysal’ın öldürülmesi bunların bir 
neticesi sayılabilir. 

Irak’ın sürüp giden ihtilaller ve istikrarsızlıklar dönemi, 1970’lerde Saddam Hüseyin’in Irak’ın ‘İhtilal Komuta Konseyi’ başına gelmesiyle, Irak da yeni bir oluşum ve bir dönüşüm dönemine neden olmuştur. Baskıcı dönemi sürdüren Saddam rejimi I. ve II. Körfez Harekâtlarının yapılmasına neden olmuştur. II. Körfez Savaşı’nın bitmesinden bugüne kadar, Irak’ta gerek yönetim gerekse halk arasında bir uyum sağlanamamıştır. Ekonomik yönden Irak’ın en büyük geliri olan petrol gelirlerinin paylaşımı sorunu, yeni bir istikrarsız dönemi beraberinde getirmiştir. 

Çalışmamızın amacı; II. Körfez Savaşı sonrası Irak’ın işgali ile ekonomik yapıyı ve ekonomideki petrol gelirinin rolünü, petrolün Irak kalkınmasındaki etkisini 
araştırmaktır. Çalışmamızda önemli bir sınırlama olan 36. paralelin kuzeyi, yani oluşturulmaya çalışılan Kürt Bölgesi, kapsam dışında bırakılmıştır. 

Çalışmamız bu amaç doğrultusunda, üç ana bölümden oluşmaktadır. Çalışmamızın birinci bölümünde; II. Körfez Savaşı öncesi, Irak’ın tarihi ve ekonomik yapısı incelenmektedir. Bu incelemede, 1916-1958 yılları arasındaki Irak’ın Krallık döneminin genel tarihi ele alınmış, özellikle 1916’da ‘Sykes-Picot’ gizli anlaşması ve İngiliz mandater yönetimi özel bir önem taşımaktadır. Gizli anlaşmanın (Sykes-picot) önemli olduğu kanısıyla maddeleri ayrıntılı olarak verilmiştir. Tarihi dönem içerisinde, 1958–1968 yılları arası darbeler dönemi ve Baas rejimi ele alınmış, I. Körfez Savaşı ve II. Körfez Savaşı öncesinde Irak’ın ekonomik yapısına değinilmiştir. 

Çalışmamızın ikinci bölümünde; II. Körfez Savaşı’ndan sonraki Irak ekonomisi incelenmiştir. Burada Baas rejimindeki ekonomik yapı ile Baas dönemi 
sonrası Irak’ın ekonomik yapısı karşılıklı olarak verilerek, Irak’ın ekonomik yapısı hakkında bilgiler sunulmaya çalışılmıştır. 

Çalışmamızın üçüncü ve son bölümünde ise; II. Körfez Savaşı’ndan sonra, Irak petrollerinin geleceği incelenmiştir. İncelemede II. Körfez Savaşı öncesi petrol 
gelirleriyle, sonrası petrol gelirlerinin değerlendirilmesi ve Irak petrollerin geleceği üzerinde bilgiler verilmiştir. Burada, OPEC, ABD ve müttefiklerin, Körfez Bölgesi güvenliği yönünden bilgileri incelenerek verilmeye çalışılmıştır. 

Çalışmamızda uyguladığımız araştırma metodu konu ile ilgili literatür taraması şeklinde olmuştur. Bunlar; Kitaplar, Bültenler, Raporlar, Bilimsel Tezler, güvenilir internet kaynakları ve değerlendirmeler olarak sıralanmıştır. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***

2 Nisan 2017 Pazar

SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİ TÜRKİYE’NİN GÜVENLİK STRATEJİLERİ BAĞLAMINDA BAĞDAT PAKTI VE TÜRK DIŞ POLİTİKASINA ETKİLERİ


SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİ TÜRKİYE’NİN GÜVENLİK STRATEJİLERİ BAĞLAMINDA BAĞDAT PAKTI VE TÜRK DIŞ POLİTİKASINA ETKİLERİ 



SUNUŞ 
ON BİRİNCİ ASKERî TARİH SEMPOZYUMU BİLDİRİLERİ II
( SUNULMAYAN BİLDİRİLER )

Genelkurmay ATASE Başkanlığı tarafından düzenlenen ‘’XVIII. Yüzyıldan Günümüze Orta Doğu’daki Gelişmelerin Türkiye’nin Güvenliğine Etkileri’’ konulu On Birinci Askerî Tarih Sempozyumu 04 - 06 Nisan 2007 tarihleri arasında İstanbul’da yapılmıştır. 

On Birinci Askerî Tarih Sempozyumu’na üniversitelerin değerli öğretim üyeleri ile Silahlı Kuvvetlerde muvazzaf ve emekli personel katılmış, salonda iki gün süreyle 20 adet bildiri sunulmuştur. 

Bugün Orta Doğu’da meydana gelen kültürel, toplumsal, siyasi, askerî ve iktisadi her sorun, jeopolitik konumundan dolayı Türkiye’yi yakından ilgilendirmektedir. Tüm bu gelişmelerin ve Türkiye’ye olan etkilerinin kavranabilmesi açısından Birinci Dünya Savaşı öncesinden XXI. yüzyıl başlarına kadar Orta Doğu‘daki siyasi, askerî, ekonomik ve toplumsal gelişmeler ve Orta Doğu’ya yönelik politikalar tarihsel süreç içerisinde yeniden ele alınmıştır. Sempozyumda yer alan bildiriler konuları itibarıyla önemli bir boşluğu doldurmaktadır. 

Eser, On Birinci Askerî Tarih Sempozyumu’nda zaman yetersizliği nedeniyle sunulamayan 16 bildiriden oluşmaktadır. Bu bildiriler, Genelkurmay ATASE Başkanlığı Türk Askerî Tarih Komisyonu (TATK) Genel Sekreterliğince düzenlenerek yayıma hazırlanmıştır. 

Ziya GÜLER 
Hava Korgeneral 
ATASE ve Dent. Başkanı 


SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİ TÜRKİYE’NİN GÜVENLİK STRATEJİLERİ BAĞLAMINDA BAĞDAT PAKTI VE TÜRK DIŞ POLİTİKASINA ETKİLERİ 

Öğr. Gör. Dr. Fahri YETİM
* Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü. 


Modern zamanlar içinde, XX. yüzyılda yeni sömürgecilik (neo colonyalism) dönemi olarak adlandırılan 1914-1945’ten sonra başlayan yeni 
döneme “Soğuk Savaş” (cold war) dönemi (1945-1991) adı verilmişti. Temelleri Yalta’da (1945) atılan ve Amerikan-Sovyet dengesine dayanan bu 
çift kutuplu dönem 1960’larda başlayan ve “detente” (yumuşama) dönemini de kapsayarak 1991’e kadar devam etmiştir. Yeni bir dehşet dengesinin 
kurulduğu ve hemen hemen tüm dünyanın etkilendiği bu yeni jeopolitik algılamadan Türkiye de payına düşeni almıştır. Aradan yaklaşık altmış yıl 
geçtikten sonra, İkinci Dünya Savaşı sonrası konjonktürünün belirleyici olduğu bu dönemin Türkiye açısından doğru okunup okunmadığı yönündeki 
tartışmalar sürmektedir. Türkiye’nin, özellikle Sovyet tehdidinin etkisiyle Batı dünyası içinde yer aldığı bu süreçte dış politikası da yeniden biçimlenmiştir. 

Türk dış politikasında Cumhuriyet tarihi boyunca bir süreklilik, bir gelenek oluştuğu yönünde birçok gözlemcinin ortak kanaati bulunmasına 
rağmen tarihsel olarak bunun aksini gösteren sapmalar olduğu da bir gerçektir. Bu noktada değişmeyen; Türkiye’nin Batı modeli bir devlet, 
ekonomi, toplum ve kültür oluşturma çabasıdır. Ancak bu devamlılığın Atatürkçü dış politika ilkeleri ve yönelimleri alanında olduğunu söylemek pek 
mümkün görünmemektedir. Antiemperyalist bir mücadele sonucu kurulan Türkiye Cumhuriyeti ve yine bu nitelikteki bir devlet adamı özellikleriyle 
bilinen Atatürk, kuruluştan itibaren bağlantısız bir dış politika izlemeye çalışmıştır. Osmanlı Devleti’nin son yıllarındaki politikalarına bir tepki olarak 
özellikle her türlü ikili ve çok taraflı askerî ittifaklar kurulmasına devletin bağımsızlığı ve egemenliği ilkeleriyle çeliştiği inancıyla karşı çıkmıştır. Türk 
Bağımsızlık Savaşı’nın ilk antikolonyalist bir zafer olduğuna ve bu zaferin diğer ulusların bağımsızlık savaşını izleyeceğine inanan Atatürk, Türk dış 
politikasının bu yöndeki ilkelerinin bağımsızlığın korunması temelinde sürdürülmesini istemiştir. Ancak sözünü ettiğimiz bu yeni dönemde bu 
tutumun devam ettiğini söylemek imkânsızdır. İkinci Dünya Savaşı sonrası bu yeni dönemde Atatürkçü dış politika ilkeleri ya unutulmuş ya da farklı bir 
şekilde yorumlanarak mevcut ittifakları meşrulaştırıcı bir şekilde ele alınmıştır. Bu yallarda Türkiye’nin NATO’ya katılması, kendisinin örnek oluşturduğu bağımsızlık hareketlerine ve bağlantısızlar hareketine gösterdiği negatif tepki ve hatta 1960’larda Cezayir’in bağımsızlık savaşında Fransa’dan yana tavır koyması Atatürkçü dış politikadan ilkesel düzeyde sapmaların somut göstergeleridir.1 

Soğuk Savaş Döneminde Türkiye’nin Orta Doğu Politikası 

Türkiye’nin bu yeni dönemde Orta Doğu’ya yönelik politikasının şekillenmesinde tarih faktörü, Batı faktörü, Kıbrıs sorunun etkisi ve Sovyetler Birliği’nin etkisi gibi parametreler etkili olmuştur. 

Tarih açısından bakıldığında Türklerin XI. yüzyılda Anadolu’ya yerleşmesinden itibaren, özellikle XVI. yüzyılda bu bölgenin Osmanlı egemenliğine girmesinden bu yana siyasal ve jeopolitik anlamda Türkiye tam bir Orta Doğu ülkesi olmuştur. Birinci Dünya Savaşı sonucunda Osmanlı Devleti’nin Arap topraklarını kaybetmesi ve emperyalist devletlerin bölgeye hâkim olmalarıyla yeni bir durum ortaya çıkmıştır. Türk bağımsızlık savaşının kazanılmasıyla daha sonraki dönemde Arap dünyasının da aynı devletlere karşı benzer bir süreci yaşaması bölgede yeni devletlerin doğmasına yol açmıştır. Uzun tarihsel sürece bakıldığında Türkiye’nin karşılaştığı her yeni durumda, Orta Doğu’nun jeopolitiğinde etkili bir aktör konumunda bulunduğu görülmektedir. 

Batı faktörü açısından bakıldığında ise Türkiye özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Batı ittifakına yönelmesi sonucu bu dönemde bölge üzerindeki politikalara bu seçiminden dolayı Batı yanlısı bir yaklaşım içinde bulunmuştur. Ancak bu durum 1960’lardan itibaren değişmeye başlamıştır. 

Dış politikada 1963’te patlak veren Kıbrıs sorunun bu dönemde aldığı durum, Türk yöneticileri ve kamuoyunda Batı’ya bağlılığın yararı konusunda 
kuşkulara yol açmıştır. 1965’in Aralık ayında konuyla ilgili Birleşmiş Milletlerde yapılan oylamada Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı yalnızlık, özellikle Orta Doğu’ya izlenen dış politikanın revizyona tabi tutulmasına yol açmış ve Türkiye bu tarihten itibaren bölge ülkelerine karşı daha yakın bir politika izlemeye yönelmiştir. 

Sovyet faktörü ise yeni dönemde Türkiye’nin Orta Doğu politikasında müstakil belirleyici etkenlerden biri olmuştur. Türk dış politikasını etkilemesi her zaman söz konusu olan Sovyet faktörü; bu dönemde Türkiye üzerinde oluşturduğu tehditler ve bunların yanı sıra SSCB’nin 1950’lerin ortalarından itibaren Mısır’ın yanında yer alarak Orta Doğu’ya girmeye başlaması Türkiye’nin Orta Doğu politikasını doğrudan doğruya etkileyen bir unsur hâline gelmiştir. Sovyet etkisi, daha önceleri Türkiye’nin Orta Doğu politikası üzerinde dolaylı olarak görülürken 1945’ten itibaren Stalin kaynaklı Sovyet talepleri2 sonucunda daha yakın bir tehlike arz etmeye başlamış ve bu nedenle Türkiye’nin kendisini Batı dünyasına yakınlaştırmasıyla Türk-Arap ilişkilerini de olumsuz etkileyen bir faktör hâline gelmiştir.3 Genel olarak bakıldığında İkinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye’nin Orta Doğu politikası, büyük güçlerin etkilerine dayanan konjonktürel dalgalan malar gösterirken bunun zamanla bir normalleşme eğilimine girdiğinden söz etmek mümkün görünmektedir. 

Bağdat Paktı’nın Kuruluşu ve Türk Dış Politikası 

İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Orta Doğu’da ilk aşamada Batılı devletlerin çekilmesiyle oluşan hegemonya boşluğu bir süre sonra Sovyet etkisinin yeniden ortaya çıkmasıyla yeni bir boyut kazanmıştır. Güvenliğin ön plana çıktığı bu dönemde Sovyet yayılmacığına karşı NATO ittifakı kurulmuş (1949), Türkiye de kendi güvenliği açısından 18 Şubat 1952’de bu ittifaka katılmıştır.4 1950 sonrası dönemde Türk dış politikasının uygulayıcısı konumunda bulunan iktidardaki Demokrat Parti açısından bakıldığında şu dört görüş, Türk dış politikasında temel belirleyici olmuştur: 

1- Dünya barışı bölünmez bir bütünüdür. Bir ülkenin kendi güvenliğini tek başına sağlaması mümkün olmadığı gibi bunu içinde bulunduğu bloğun genel güvenliğinden bağımsız olarak düşünmesi de mümkün değildir. 

2- “Barış içinde bir arada yaşama düşüncesi” Sovyet dış politikasında bir strateji değil, bir taktik değişikliğidir. 

3- Sovyetlerin amacı değişmediğine göre iki blok ülkeleri arasında ikili görüşmeler yapılması ve ikili anlaşmalara gidilmesi dünyanın durumunu 
düzeltmeyeceği gibi Batı’nın zayıflamasına, parçalanmasına yol açar. Bu nedenle bu gibi anlaşmalar söz konusu olamaz. 

4- Sovyet amacı değişmediğine göre tarafsızlık diye bir dış politika yöntemi de olamaz. Eğer bu yöntem uygulanırsa her şeyden çok ortak savunma güvenliğinde gedik açacağından bu gedik her şeyden çok Sovyetler Birliği’nin işine yarar5. 

Türk dış politikasında geleneksel açıdan kırılma ve sapma olarak değerlen dirilebilen uygulamaların görüldüğü 1950-1960 yılları arasındaki dış politikaya bu dört nokta ışığı altında bakmak yerinde olacaktır. 

Soğuk Savaş dönemi bölgesel güvenlik stratejileri bağlamında düşünülen Bağdat Paktı’nın kuruluşunun temelleri 1953’lere kadar iner. 

Dönemin ABD Dışişleri Bakanı John Foster Dulles, 1953 ilkbaharında tüm Orta Doğu’yu kapsayan gezisi sonunda, Orta Doğu için kolektif savunma sisteminin olanaklı görülmediğini, bunun yerine Sovyetler Birliği’ne yakınlıkları dolayısıyla komünist tehdidini gayet iyi bilen “Kuzey Seddi” ülkeleri arasında bir paktın kurulması gerektiğini ileri sürmüştür. Ancak böyle bir sistem dışarıdan empoze edilmemeli, içeriden oluşup biçimlenmelidir. 

Bunun nedeni, Orta Doğu devletlerinin sömürgeci devletlerden duyduğu kuşkuydu. Bundan dolayı Batılı devletler, Orta Doğu’daki böyle bir savunma 
sistemini kendilerinin başlatamayacaklarını ve önderlik rolünü bir Orta Doğu devletinin oynaması gerektiğini düşündüler. Birçok nedene göre bunu 
başaracak en iyi devlet Türkiye idi. Bir kere, Batı’ya göre Türkiye, hem Batı ittifakının bir üyesiydi hem de Arap devletleriyle iyi ilişkiler kurma amacında ydı. Ayrıca daha önce kurulan Balkan Paktı’nın6 da baş mimarıydı. Diğer taraftan Türkiye, Avrupa’nın gücüne karşı başarılı bir mücadele vermiş ilk Asya devleti olarak bütün Doğu komşularında hayranlık ve saygı uyandıran bir devletti. Bütün bunlara, bölgesel paktların öncülüğünü yapmak suretiyle dünya çapında bir devlet adamı olarak kendisini kabul ettirmek isteyen Başbakan Menderes’in kişiliğini de eklemek gerekir. 

Kuzey Seddi’nin Oluşumu 

Soğuk Savaş’ın ilk yıllarından itibaren Sovyet yayılmacılığına karşı Amerikalı diplomat George Kennan’ın geliştirdiği “Komünizme set çekme” (Containment) planı 1950’li yılların ortalarına gelindiğinde “Kuzey Seddi” (Northern Tier) açılımıyla yeni bir boyut kazanmıştır. Bu çerçevede 1954’ün en önemli siyasal gelişmelerinden biri, Türkiye ile Pakistan arasında yakın siyasal iş birliği temeline dayanan ilişkiler sonucunda “Kuzey Seddi”nin oluşmaya başlamasıdır. Pakistan’ın ihtiyaç duyduğu ABD yardımının karşılığı olarak bu oluşumu başlatması, İran ile Batılı devletler arasındaki anlaşmazlığın giderilmiş olması ve Irak’ın da Amerikan yardımını alabilmesi için bu ülkelere yaklaşması Kuzey Seddi oluşumunu hızlandırmıştır. Nihayet, Dulles’in telkiniyle 2 Nisan 1954’de Türkiye ile Pakistan arasındaki Dostluk ve İş Birliği Anlaşması’nın Karaçi’de imzalanması bu oluşumu resmen başlatmıştır. 

Diğer taraftan İngiltere’nin Süveyş üssü konusunda Mısır’la 19 Ekim 1954’de anlaşmaya varması tüm Orta Doğu’da Dulles Projesi olarak nitelendirilebilecek “Bağdat Paktı” için de müsait zeminin oluşmasını sağlamış bulunuyordu. Türkiye açısından Orta Doğu’da oynanan bu etkin rolün arkasında; Türk, Amerikan ve İngiliz yetkilileri arasında 23 Ocak 1955’te Londra’da başlayan ve yapılacak askerî yardımın artırılmasını öngören görüşmelerin de itici güç oluşturduğunu belirtmek gerekir.7 

Böylesi bir ortamda Orta Doğu’nun liderlik rolünü üstlenmek isteyen Başbakan Menderes, bu amaçla 1955 yılı başlarında kalabalık bir heyetle Irak, Suriye ve Lübnan’ı kapsayan bir geziye çıktı. 6 Ocak’ta başlayan Türkiye-Irak görüşmelerinde Menderes’le Irak Başbakanı Nuri Es Said arasında Orta Doğu’da güven, istikrar ve iş birliği konusunda büyük ölçüde mutabakat sağlandı. Daha sonra gerçekleşen Suriye görüşmeleri ise bu açıdan beklenen sonucu vermemiştir. Menderes’in ziyareti öncesinde pakt girişimleri büyük protesto gösterilerine neden olmuştur. Kısa süren Suriye ziyaretinden sonra gidilen Lübnan’da da beklenen olmamış ve Mısır’ın etkisiyle bu ülke Bağdat Paktı’na sıcak bakmamıştır. Çünkü Mısır’daki, Nasır yönetimi Türkiye ile Irak arasındaki Bağdat Paktı’nın kurulmasını Arap Birliğine karşı ciddi bir darbe olarak görüyordu. Nasır’ın bu şekilde düşünmesinin iki temel nedeni vardı: Türkiye’nin İsrail ile olan ilişkileri, Türkiye’nin Orta Doğu’daki bir savunma paktının İngiltere’nin, ABD’nin ve Fransa’nın etkisiyle önderliği üstlenmesi.8 Suudi Arabistan’ın da Mısır gibi düşünmesine rağmen Türkiye ile Irak arasındaki savunma paktı 24 Şubat 1955’te Bağdat’ta imzalandı9. 

Bağdat Paktı, 26 Şubat 1955’te TBMM’de onaylandı. Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü paktın kuruluşuyla ilgili olarak Meclis’te yaptığı konuşmasında; 
“Bu anlaşma ile Türkiye yalnız kendi emniyetini değil, aynı zamanda OrtaŞark’ın sükûna, huzura, istiklale muhtaç olan vaziyetini nazarı itibara almış ve burada bir sulh cephesi, taarruza karşı bir mukavemet cephesi kurabilmek için adım atmış bulunuyor.” diyerek paktın kuruluşunu içeren sekiz maddeyi 
Meclis’e sunmuştur10. 

Pakt’ın kuruluşu konusunda Meclis’te iktidar ve muhalefet arasında tam bir fikir birliği olduğu görülmektedir. Bu konuda Cumhuriyetçi Millet Partisi grubu adına söz alan Osman Bölükbaşı, bu konuda hükûmeti tebrik ederek “Bu vesileyle bir kere daha belirtmek isteriz ki, dış politikamızın millî bir mahiyet almış olan prensiplerinde iktidarla aramızda bir görüş farkı yoktur.” Demiştir.11 

Muhalefet konumundaki CHP’nin görüşlerini dile getiren Kars Milletvekili Turgut Göle; hükûmetin bu noktadaki icraatını tasviple karşıladıklarını, halk efkârında da bunu bir defa daha teyit ettiklerini belirtmiştir.12 

Pakt’ın imzalanması Türk basınında da bütünüyle çok olumlu karşılanmıştır. Falih Rıfkı Atay, Dünya gazetesinde yazdığı başyazısında, bu paktı Atlantik Paktı’ndan sonra Batı demokrasisi ve barışı destekleyenlerin bu amaçla attığı başlıca adım olarak nitelemiştir.13 

Ahmet Emin Yalman ise Vatan gazetesinde yazdığı başyazısında, bu oluşumu “Şerre karşı maç” olarak ele alarak “her türlü engellemeye rağmen bunu başarmakla kendi hesabımıza da, bölge hesabına da, dünya hesabına da bu çok mühim olan bir maçı şanlı, şerefli bir şekilde kazandık” şeklinde yorumlamış tır.14 

Nadir Nadi, konuyla ilgili olarak Cumhuriyet’te yazdığı yazısında; bu gelişmenin uzun yıllardır devam eden şuurlu gayretlerin bir sonucu olduğunu belirterek bu paktı, Büyük Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” politikasını benimseyen DP iktidarının enerjik adımlarının bir sonucu olarak değerlendirmiştir.15 

Bağdat Paktı’nın imzalanmasından kısa bir süre sonra İngiltere de bu oluşum içinde yer aldı. İngiltere’yi bu pakta iten temel neden, 1936 yılında Irakla imzalanan anlaşmanın 1957 yılında süresinin dolacak olmasıydı. Bundan dolayı bölgede etkinliğini kaybetmek istemeyen İngiltere, 4 Nisan 1955’te Bağdat Paktı’nın resmen üyesi oldu. İngiltere’nin Bağdat Paktı’na üye olması, Sovyetler Birliği’nin büyük tepkisine neden olmuştur. Sovyet Dışişleri Bakanlığı, paktı; ABD ve İngiltere’nin bölgeyi kendi egemenlikleri altına alma amacına dönük bir oluşum olarak görmüş ve “Türk-Irak ittifakının kurulması ile kurucular, Irak’ın diğer Arap ülkelerinden ayrılmasını başardılar ve bu ülkeler arasındaki gerginliği arttırdılar ki bu durum bölgedeki ülkeler arasında anlaşmazlık çıkarmaya çalışan ve kendi stratejik menfaatlerine uygun fırsatlar bekleyen ülkelerin çıkarlarına hizmet edecektir”16 şeklinde değerlendirmiştir. Uluslararası komünizmin Yakın ve Orta Doğu’da önlenmesi Başbakan Menderes’in aktif dış politikasının önemli bir unsurunu teşkil ediyordu. Türkiye’nin Irak’ı ve diğer Arap devletlerini Batı için kazanma girişimi Türkiye’nin Orta Doğu’da şimdiye kadar takındığı tutumda önemli bir değişikliğe işaret ediyordu. Batılı devletler açısından bakıldığında ekonomik çıkarlar ön planda görülürken Türkiye için önemli olan sadece ekonomik ve askerî çıkarlar değil, her şeyden evvel Doğu’daki sınırların güvence altına alınması idi. Bu açıdan Türkiye’nin Sovyetler Birliği ile Orta Doğu’da karşı karşıya gelmesi kaçınılmazdı. Bunun için Batı ile iş birliği yapılarak Orta Doğu’daki konumunun güçlendirilmesi gerekiyordu. Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü, bu yöndeki politikayı açıklarken Meclis’te yaptığı konuşmasında; tarafsızlık politikasını eleştirerek tarafsızlığı zararlı bir politika olarak gösteriyor, bunun sadece Sovyetler Birliği’nin yararına olacağını ileri sürüyordu.17 

IV. Menderes Hükûmetinin kurulması üzerine yeni hükûmetin dış siyasetini açıklayan Köprülü: “Harici siyasetimiz şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da müşterek emniyet ve topyekûn sulh esaslarına istinad edecektir. Sulh ve emniyet cephesinin müdafaasını sağlamak üzere dâhil bulunduğumuz paktların gittikçe daha kuvvet bulmasına matuf gayretlerimize hızla devam edeceğiz”18 derken bu yöndeki politik kararlılığı gösteriyordu. Başbakan Menderes ise bu vizyonu genişletmek amacıyla 1955’in Haziran ayında Yakın ve Orta Doğu’daki tüm büyükelçileri Ankara’ya çağırarak onlarla bölgedeki gergin durum hakkında tartışmak istemiştir. Başbakanın bu açılımı modern Türk tarihinde “Bölge Politikası”nın ortaya çıkarılması yönünde atılan ilk adım oluyordu19. 


1 Temmuz 1955’te Pakistan’ın katılma kararı alması, 3 Kasım 1955’te de İran’ın katılmasıyla Bağdat Paktı en geniş ölçekteki sınırlarına ulaşıyordu.20 Bu gelişmeler Türkiye’de muhalefet basın tarafından da olumlu karşılanmıştır. Muhalefetin başlıca gazetesi olan Ulus bu gelişmeyi, “Türk- Irak Paktı Kuvvetleniyor, Amerika ve Pakistan da pakta katılacaklar. Bu suretle sarf edilen gayretler iyi sonuç veriyor” haberiyle vermiştir.21 

Ancak kuruluş düşüncesinin arkasında temel dinamik olan ABD pakta resmen katılmıyor, pakt üyesi ülkelere yakın duruşuyla bunu gösteriyordu. 
ABD’nin bu tutumu, Mısır’ı kışkırtmamak ve İsrail ile özel ilişkilerinde pürüz yaratmama düşüncesinden kaynaklanıyordu. Bununla beraber ABD, Paktın 
Bakanlar Konseyine gözlemci olarak katılmış, ayrıca Konseyin 1956 Nisanındaki Tahran toplantısı sırasında Paktın, Ekonomik ve Yıkıcı Eylemlerle Savaşım Komitelerine, 1957 Haziran’ında da Karaçi toplantısı sırasında Askerî Komitesine üye olma kararı almıştır. Böylece ABD, komünizm tehlikesine karşı kurmak istediği Atlantik’ten Pasifik’e uzanan bir savunma zincirinin son halkası olan (1949 NATO-1955 Bağdat Paktı, 1954 Güneydoğu Asya bölgesi için Manila Anlaşması (SEATO) ve Pasifik Bölgesi için 1951 Avustralya-Yeni Zelanda ABD, kısaca ANZUS) grubu da oluşturmuş oluyordu.22 

1956’da patlak veren Süveyş krizi, İngiltere’ye yakın bir tutum izleyen Türkiye’nin durumunu, başta Mısır olmak üzere Arap ülkeleri arasında 
güçleştirmiştir. Bağdat Paktı’nın kurulmasıyla başlayan Mısır-Sovyet yakınlaşması, bu kriz sırasında İsrail’in İngiltere ve Fransa ile birlikte Mısır’a 
saldırısı ile daha üst düzeye çıkmıştır.23 Sıkıntılı geçen bu sürecin ardından Bağdat Paktı ve tüm Orta Doğu politikaları, ABD Başkanı Eisenhower’ın 9 
Mart 1957’de ilan ettiği “Eisenhower Doktrini”24 temeline oturmuştur. Türk dış politikasında Orta Doğu’ya ait mevcut temel yaklaşımı derinleştiren bu 
doktrin Türk basını tarafından olumlu karşılanmıştır.25 O kadar ki Zafer gazetesinde doktrinin geleceği konusunda; “…Eisenhower Doktrini’nin 
doğruluğu veya sakatlığını tarih huzurunda tayin edecek nokta… 

Amerika’nın bu planda ve bu hesapta Türkiye Cumhuriyeti’ne vereceği mevki ve ehemmiyet tayin edecektir”26 denilerek Doktrin’in kaderi adeta Türkiye’ye 
biçilen role indirgenmiştir. 

Diğer taraftan Türkiye’nin Bağdat Paktı içindeki rolü ilerleyen dönemde İngiltere tarafından daha da önemli gösterilmiştir. İngiltere’de yayımlanan ve Zafer gazetesinde bir bölümü iktibas edilen makaleye göre Türkiye’nin bu pakt içindeki konumundan yararlanarak bölgedeki petrolden daha fazla istifade edebileceği belirtilmiştir.27 Bundan dolayı Türkiye sadece doktrini desteklemekle kalmıyor, aynı zamanda Doktrin’i bölgede gerçekleştirmek için hazır olduğunu da açıklıyordu. Türkiye’nin bu tutumu üzerine Eisenhower’in Orta Doğu’ya yolladığı Büyükelçi James P. Richards, 22 Mart 1957’de Ankara’da Menderes ile yaptığı istişare sonucundaki açıklamasında; ABD’nin Bağdat Paktı’nı Orta Doğu’da uluslararası komünizme karşı en güçlü savunma hattını oluşturan bir gruplaşma olarak gördüğünü söylemiş ve Türkiye’nin mevcut olanaklarıyla bu grubun temel unsuru olduğunu belirtmiştir.28 Bu ziyaret Türk basınında Amerika’nın Bağdat Paktı’nın askerî kanadına girmesi şeklinde yorumlanmış ve çok olumlu karşılanmıştır.29 

1957’de Sovyetler Birliği ile Suriye arasındaki yakınlaşma Orta Doğu’da yeni gelişmelere sebep olmuştur. Mayıs başlarında yapılan seçimleri solun kazanması, komünist tehlikenin büyümesi olarak algılanmıştır. Başbakan Menderes, 1957 Temmuz’unda verdiği bir demeçte Suriye’deki gelişmelerden kaygı duyduğunu belirtmiştir.30 Kuzeydeki Sovyetler ve batıdaki Bulgaristan’dan sonra güneyde de Sovyet peyki bir ülke tarafından çevrilmesi tehlikesi karşısında Türkiye, Suriye sınırında askerî manevralar yapmış bu durum da Sovyetler Birliği’nin tepkisine yol açmıştır. Sovyetler’in Suriye’ye olan silah satışını hızlandırması gerginliği daha da artırmış ve bunun sonucunda Amerikan 6. Filosu İzmir Limanı’nı ziyaret etmiştir. Daha sonra konunun Birleşmiş Milletler’de görüşülmesiyle bir yumuşama dönemine girilmiş, 1958 yılı Şubat başında Mısır ile Suriye’nin birleşmeleri ortamı daha da normalleştirmiştir. Türkiye; B.A.C. (Birleşik Arap Cumhuriyeti) adını alan yeni devleti 11 Mart’ta resmen tanımış böylece Türkiye ile Suriye arasındaki ilişkilerde bir sayfa kapanmıştır. 
Suriye buhranının atlatılmasıyla ABD, Pakt içindeki etkinliğini artırmış ve Dışişleri Bakanı Dulles’in 23 Ocak’taki Pakt’ın Ankara’daki toplantısında yaptığı 
değerlendirme, ABD’nin Bağdat Paktı’na resmen üyeliği şeklinde nitelendirilmiş tir. Bu şekilde ABD’nin Orta Doğu’ya girişi, Suriye buhranından sonra daha kesin bir görünüm kazanmış oluyordu. 

14 Temmuz 1958’de Irak’ta gerçekleştirilen askerî darbe Bağdat Paktı açısından sonun başlangıcı oldu. Aynı tarihte İstanbul’da gerçekleştirilecek Bağdat Paktı’nın “İslam ülkeleri” başbakanlarının katılacakları zirve konferansı sırasında meydana gelen bu darbe Türkiye’de de büyük tedirginlik yaratmıştır. Başbakan Menderes’in en yakın dış politika müttefiklerinden olan Irak Kralı Faysal ve Başbakan Nuri Es Said’in bu darbe ile öldürülmeleri Türk hükûmetini büyük bir şaşkınlığa düşürmüştür. Bu darbeden sonra ilk defa Türk dış politikasında iktidar ile muhalefet arasında ayrışma olmaya başlamıştır. Bu aynı zamanda İkinci Dünya Savaşı’ndan beri devam eden bî-partizan dış politikanın sonu anlamına geliyordu. Türk hükûmeti 31 Temmuz’da Irak’taki yeni yönetimi tanıdıysa da yeni Irak yönetimi 24 Mart 1959’da Bağdat Paktı’ndan ayrılıyordu. Kurucu iki isimden biri olan Irak’ın bu teşkilattan ayrılmasıyla pakt, CENTO (Central Treaty Organization)= (Merkezi İş Birliği Teşkilatı) adını aldı. Türkiye’nin CENTO 
içindeki Orta Doğu politikası ise 1960’larda başlayan “Detente” (yumuşama) dönemine paralel bir çizgide devam etmiş ve 1979 yılında önce İran’ın 11 
Mart’ta, Pakistan’ın 12 Mart’ta ve ardından da Türkiye’nin 16 Mart’ta bu teşkilattan ayrılmasıyla CENTO dönemi de sona ermiştir. 

Bağdat Paktı’nın Türk Dış Politikası Açısından Sonuçları 

Bağdat Paktı Türk dış politikası ve Türk-Amerikan ilişkileri açısından önemli sonuçlar doğurmuştur. Her şeyden önce pakt içinde, İngiltere’nin de 
bulunması Arap milliyetçiliğinin düşmanlığını çekmiştir. Orta Doğu’da izlenen bu aktif politika Arap dünyasında Sovyet yanlısı Pan-Arap ve Baasçı 
rejimlerin tepkisine yol açtı. Nasır’ın gözünde bu pakt Arap dünyasını parçalamış ve birleşme yolundaki çabalara engel olmuştur. Diplomaside Londra, Ankara ve Bağdat ekseninin güçlenmesi Mısır ve Suriye’yi rahatsız etmiş ve bu ülkelerin Sovyetler Birliği’ne yaklaşmasına sebep olmuştur. Bu ülkeler Bağdat Paktı’nı Batı emperyalizminin bir vasıtası, İsrail’e hizmet eden bir alet olarak görmüşlerdir. Bundan dolayı pakt Arap dünyasının önemli bir bölümünün desteğinden mahrum kaldı. Arap dünyasındaki muhalefet karşısında ABD’nin pakta girememesi paktın ikinci büyük zaafı olmuştur. Bunun sonucunda da Pakt, gerçekleştirmek istediği hedefler karşısında çok zayıf temeller üzerine kurulmuş garip bir bina oluyor du.31 Sovyetler Birliği ise paktı, Orta Doğu’da zayıflayan İngiliz etkisinin yerine Amerikan gücünün perdeli bir şekilde geçmesi olarak görmüş ve cephe almıştır. Uzun yıllar Batılı ülkelerin politik tekelinde bulunan Orta Doğu, Pakt etkisiyle Sovyetler Birliği’nin de devreye girmesiyle yeni bir görünüm kazanmış oluyordu. Bu yönüyle pakt amacın ve beklenilenin tam tersini vermiş, Orta Doğu’yu emperyalist devletlerin bir çatışma alanına dönüştürerek soğuk savaşı derinleştirici bir etki yapmıştır. Genel olarak paktın gerek Arap devletlerinde ve gerek İsrail’de yarattığı huzursuzluk Türkiye ve ortaklarının, Londra ve  Washington’un politikalarına alet olduğu kanısının giderek yaygınlaşmasına yol açmış ve Orta Doğu’da zamanımıza kadar gelecek uluslararası ve çatışmaları besleyen önemli bir kaynak olmuştur. 

DP hükûmetinin 1950’ler boyunca izlediği Orta Doğu politikası içinde ele alındığında Bağdat Paktı’nın belirgin bir kazanç sağlamadığı söylenebilir. 
Tüm çabalara rağmen Bağdat Paktı, Arap desteğini kazanamadığı gibi Sovyetlerin bölgedeki popülaritesinin artmasını engelleyemedi. Bunun da 
ötesinde, Türkiye’nin Arapları pakta katılmaya ikna etmek için takındığı ısrarcı tavır da Araplar arasında büyük tepki yaratarak Türkiye ile Arap dünyası arasındaki ilişkilerde uzun vadeli bir soğukluğa neden oldu.32 

Türk dış politikası açısından başta ABD olmak üzere İngiltere’nin de etkisiyle paktın kurulmasında önemli rol oynayan Türkiye, gösterdiği bu etkinliğin karşılığını göremediği gibi tam tersine büyük sorunlarla karşılaşmıştır. Bu süreçte yaşanan gelişmeler Türk dış politikasını kötü yönde etkilemiştir. Mısır ve Suriye ile ilişkilerin gerginleşmesi, Bandung Konferansı’nda (18 Nisan 1955) Türkiye’nin tutumunun eleştirilmesi ve yukarıda belirttiğimiz SSCB’nin Orta Doğu’ya girmesi bunlardan başlıcalarıdır.33 

Türkiye’nin Bağdat Paktı’nın kurulmasından sonra izlediği dış politikanın temeli, çok işlenmiş olan komünizm tehlikesine karşı bir tedbir almak ve bölgede önderliğe oynamak yanında ve belki bunlardan da önemli olarak Mısır’ı uluslararası politikada yalnız bırakarak “olumlu tarafsızlık” politikasının o günkü koşullarda geçersizliğini ispatlamak olmuştur. Bandung Konferansı’nda Türkiye, bunu anlatmaya çalışmış; ancak inandırıcı 
bulunamamıştır. 

Bağdat Paktı, zaten köksüz doğmuş olan Balkan İttifakı’nın da ortadan kalkmasına yol açmıştır. Mareşal Tito, Bağdat Paktı’na şiddetle karşı çıkmış 
ve paktın bölgede parçalanmaktan başka bir işe yaramayacağını ileri sürmüştür.34 

Kuruluş aşmasında ve 1958’deki Irak ihtilaline kadar olan dönemde Türkiye’nin Bağdat Paktı eksenindeki Orta Doğu politikaları, meclis içindeki 
siyasal muhalefet ve basın olmak üzere tam bir konsensüs içinde olumlu görülerek desteklenmiştir. İlginç olarak sonraki dönemlerde dış politika 
yazarları ve tarihçilerin hemen hepsi ise bu dönem politikalarını eleştirmişler ve adeta bu dönemi tarihsel bir yanılgı olarak değerlendirmişlerdir. Hatta bu 
konuda; o dönemde İran’la pakt içinde sağlanan birlikteliğin (günümüz Türk dış politikasına da ışık tutacak şekilde) yararından söz edilirken Türkiye’nin 
sömürgeci devletlerin bölgedeki stratejik ortağı olması yoluyla anti sömürgeci söylemi ve politikaları konusunda itibar kaybettiği şeklindeki çelişkili bakış 
açıları içeren görüşler de mevcuttur35. 

Bu bakımdan uluslararası ilişkilerde politikaları belirlerken tarihsel açıdan daha geniş perspektifli ve uzun vadeli bir yaklaşım içinde hareket 
edilmesi gereği ortaya çıkmaktadır. Yaşanılan dönemde doğru, yararlı ve başarılı gibi görülen politika uygulamaları tarihselleştiğinde ise farklı anlamlar 
kazanabilmektedir. Bu noktada konjonktür ile reel-politik arasında sıkışıp kalmamak için ilkesel yaklaşım gereği kendiliğinden ön plana çıkmaktadır. 
Sözü edilen ilkesel yaklaşımın esasları ve bu yöndeki uygulama örnekleri ise Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinde ve Atatürk döneminde görülmektedir. 


254 EK;

Türkiye İle Irak Arasındaki Karşılıklı İş Birliği Anlaşması 1 (Bağdat Paktı) 
1 Düstur; III. Tertip, C. 36, s. 422-425. Ayın Tarihi; Şubat 1955, s. 185-188. 

(Treaty of Mutual Coorperation Between Turkey and Irak) 

Türkiye ile Irak arasındaki dostluk ve kardeşlik ilişkilerinin sürekli olarak gelişme içinde bulunması nedeniyle ve iki ülke arasındaki barış ve güvenliğin bütün dünya uluslarının, özellikle Orta Doğu uluslarının barış ve güvenliğinin ayrılmaz bir parçasını oluşturduğunu kabul ederek ve Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ile Majeste Irak Kralı arasında Ankara’da 29 Mart 1946’da Bağıtlanan Dostluk ve İyi Komşuluk Anlaşması’nı bütünlemek amacıyla hareket ederek ve bunun her iki ülkenin dış politikalarının temelini oluşturduğuna inanarak. 

Bundan başka, Arap Birliği Devletleri arasındaki Ortak Güvenlik ve Ekonomik İş birliği Anlaşmasının 11.Maddesinde, Anlaşmanın herhangi bir hükmünün bağıtlı tarafların Birleşmiş Milletler Anayasası’ndan doğan hak ve yükümlülüklerinden hiçbirini herhangi bir biçimde zedelemeyeceği ya da onları etkilemeyeceği yazılı olduğundan, Bu iş birliğinin Ve Birleşmiş Milletler Yasasının 51. Maddesi uyarınca uygun önlemlerin alınmasını gerektiren Orta Doğu bölgesinin barış ve güvenliğinin korunması yolunda BM üyesi sıfatıyla üstlendikleri büyük sorumlulukların bilinci içinde olarak, gerçekleşmesi için almağı kararlaştıracakları önlemler arasında özel anlaşma konusu olabilir. 

Türkiye ve Irak, bu amaçların gerçekleşmesi için, bir Anlaşma bağıtlamak gereğine inanmışlar ve bunun için aşağıda adları yazılı tam yetkili temsilcileri atamışlardır. 

Ekselans Celal Bayar, Türkiye Cumhurbaşkanı: 
Başbakan Adnan Menderes, 
Dışişleri Bakanı Ekselans Prof. Fuat Köprülü 
Majeste II. Faysal, Irak Kralı: 
Başbakan Ekselans Nuri Es Said 
Dışişleri Bakanı Ekselans Burhanettin Başayan 
Temsilciler yönetime uygun yetki belgelerini sunduktan sonra aşağıdaki hükümleri kararlaştırmışlardır: 

Madde 1 

Bağıtlı Taraflar, güvenlik ve savunmaları için BM Yasasının 51. Maddesine uygun bir biçimde iş birliği yapacaklardır. 

Madde 2 

İşbu Anlaşma yürürlüğe girer girmez Bağıtlı Yüksek Tarafların yetkili makamları 1. Maddede öngörülen iş birliğinin gerçekleşmesi ve uygulanmasını sağlamak üzere, 
alınması gereken önlemleri belirleyip saptayacaklardır. Bu önlemler Bağıtlı Tarafların Hükûmetlerince onaylanınca derhâl yürürlüğe girmiş sayılacaktır. 

Madde 3 

Bağıtlı Yüksek Taraflar birbirlerini iç işlerine herhangi bir biçimde karışmamağı yükümlenirler. Taraflar, arasında çıkacak bütün anlaşmazlıkları BM Yasası gereğince barışçı yollardan çözeceklerdir. 

Madde 4 

Bağıtlı Yüksek Taraflar, bu Anlaşma hükümlerinin, içlerinden bir tarafından üçüncü bir devlet ta da devletlerle üstlenilen uluslararası yükümlülüklerden hiçbirisi ile çelişmediğini açıklarlar. Bu hükümler Bağıtlı Tarafların yukarıda anılan uluslararası yükümlülüklerine aykırı değildir ve söz konusu yükümlülük lere aykırı biçimde de yorumlanamaz. Bağıtlı Yüksek Taraflar işbu Anlaşma ile bağdaşmayan herhangi bir uluslararası yükümlülük üstlenme meyi yükümlenirler. 

Madde 5 

İşbu Anlaşma Arap Birliği üyesi devletlerden herhangi birisinin ya da bu bölgenin güvenlik ve barışı ile aktif biçimde ilgili olan taraflarca kesinlikle tanınan herhangi bir devletin katılmasına açık bulunacaktır. Katılma belgesinin ilgili devlet tarafından Irak Dışişleri Bakanlığına sunulmasıyla katılma gerçekleşmiş sayılır. İşbu Anlaşmaya katılan herhangi bir devlet, Anlaşmaya taraf olan bir ya da daha çok devletlerle 1. Madde uyarınca özel anlaşmalar yapabilir. 

Katılan devletin yetkili makamı 2. Maddeye göre önlemleri belirleyip saptayabilir. Bu önlemler ilgili Tarafların Hükûmetlerince onanır onanmaz yürürlüğe girmiş sayılır. 

Madde 6 

Bağıtların sayısı en az dördü bulunca Anlaşmayı ilgilendiren amaçlar çerçevesinde çalışmak üzere Bakanlar seviyesinde bir Sürekli Konsey 
kurulacaktır. Konsey çalışma yöntemlerini kendisi saptar. 

Madde 7 

Bu Anlaşma, beşer yıllık sürelerle yenilenebilmek üzere beş yıl için geçerlidir. Tarafların herhangi biri işbu Anlaşmaya son vermek isteğinde bulunduğunu öbür taraflara yazılı olarak yukarıda öngörülen sürelerden herhangi birinin sona ermesinden 6 ay önce bildirmekle bu Anlaşmadan çekilebilir. Bu durumda Anlaşma öbür taraflar için yürürlükte kalır. 

Madde 8 

İşbu Anlaşma Bağıtlı Taraflarca onaylanacak ve belgeleri en kısa zamanda Ankara’da verişilecektir. Anlaşma onay belgelerinin verişimi gününden başlayarak yürürlüğe girecektir. 

Yukarıdaki hükümleri kabul ederek, adları geçen yetkili Temsilciler işbu Anlaşmayı, her üç metin de aynı düzeyde geçerli olmak üzere ve anlaşmazlık durumunda İngilizce metin geçerli sayılmak üzere, Türkçe, Arapça ve İngilizce olarak imza etmişlerdir. 

İki örnek olarak Bağdat’da 1374 Hicri yılının 2 Recep günü (24 Şubat 1955) Perşembe günü yapılmıştır. 

Türkiye Cumhurbaşkanı adına 
Adnan Menderes 
Fuat Köprülü 

Irak Kralı adına 
Nuri Es Said 
Burhanettin Başayan 

DİPNOTLAR;

1 İhsan Dağı, Orta Doğu’da İslam ve Siyaset, Boyut Kitapları, İstanbul 1998, s. 164. 
2 17 Temmuz - 2 Ağustos 1945’de Potsdam’da Stalin tarafından dile getirilen; Boğazlarda üs, Kars ve Ardahan bölgelerinin Sovyetlere geri verilmesini içeren istekler. 
Fahir Armaoğlu; 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi 1914-1980, Türkiye İş Bankası Kültür Yay., Ankara, 1983, s. 403-430. 
3 Ömer Kürkçüoğlu; Türkiye’nin Arap Orta Doğusu’na Karşı Politikası (1945-1970), AÜSBF Yay., Sevinç Matbaası, Ankara, 1972, s. 11-12. 
4 Kuruluşundan bu yana Türk dış politikasının güvenlik açısından ana mihverini oluşturan bu ittifaka Türkiye’nin girmesini etkileyen unsurlar için bk. 
Oral Sander; Türk-Amerikan İlişkileri 1947-1964, AÜ SBF Yay. Ankara, 1979, s. 62-67. 
5 Haluk Ülman-Oral Sander; “Türk Dış Politikasına Yön Veren Etkenler II, 1923-1968”, AÜSBF Dergisi, C. 27, nu. 1 (Mart 1972), s. 7-8. 
6 28 Şubat 1953’te Türkiye, Yunanistan ve Yugoslavya arasında Ankara’da imzalanan 10 maddeden oluşan bir iş birliği anlaşması. 
7 Sander; s. 131. 
8 Hüseyin Bağcı; Demokrat Parti Dönemi Dış Politikası, İmge Yay., Ankara, 1990, s. 67. 
9 İsmail Soysal; Türkiye’nin Uluslararası Siyasal Bağıtları (1945-1990), TTK Yay., Ankara, 1991, s. 489-490. Anlaşmanın tam metni için bk: Ek 1. 
10 TBMM Zabıt Ceridesi; Devre X, C. 5, İçtima 1, s. 807-810. 
11 TBMMZC; D.X, C. 5, s. 811. 
12 TBMMZC; D.X, C. 5., s. 812. 
13 Falih Rıfkı Atay; “Bağdad’ta İmzalanan Pakt”, Dünya, 26 Şubat 1955. 
14 Ahmet Emin Yalman; “Şerre Karşı Maç, Vatan, 27 Şubat 1955. 
15 Nadir Nadi; “Bağdat Paktı”, Cumhuriyet, 27 Şubat 1955. 
16 Bağcı; s. 69. 
17 TBMMZC; D.X, C. 5, s. 810. 
18 Kemal Girgin; T.C. Hükûmetleri Programlarında Dış Politikamız (70 Yılın Panoraması) 1923- 1993, Ankara, 1993, s. 29. 
19 Hüseyin Bağcı; “Demokrat Partinin Orta Doğu Politikası”, Der: Faruk Sönmezoğlu, Türk Dış Politikasının Analizi, Der Yay. İstanbul, 2001, s. 114. 
20 Mehmet Gönlübol-Haluk Ülman ve diğerleri; Olaylarla Türk Dış Politikası, C. 1, (1919-1973), AÜSBF Yay., Ankara, 1987, s. 265. 
21 Ulus; 2 Temmuz 1955. Pakistan 23 Eylülde bu pakta resmen katılmıştır. 
22 Soysal; s. 490. 
23 İsmail Soysal; “Türk-Arap İlişkileri (1918-1997)”, Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç Sempozyum Bildirileri, TTK Yay. Ankara, 1999, s. 519. 
24 Eisenhower Doktrini, ABD’nin Orta Doğu’da giderek artma eğilimi gösteren Sovyet etkisine karşı özellikle Bağdat Paktı üyesi ülkeleri ve genel olarak 
Orta Doğu’nun bütününü korumak amacıyla bu bölgenin askerî ve ekonomik yönlerden güçlendirilmesini öngören jeopolitik yaklaşımını ifade eder. 
Bu konularda başkanın yetkili kılınmasını öngörür. Türk Dış Politikası, Ed: Baskın Oran, C. 1, İletişim Yay., İstanbul,2002, s. 566. 
25 Feroz Ahmad; Demokrasi Sürecinde Türkiye, Hil Yayın, İstanbul, 1996, s. 397. 
26 Zafer; 4 Ocak 1957. 
27 Zafer; 6 Ağustos 1957. 
28 Sander; s.154. 
29 Havadis; “Amerika Bağdat Paktı’na Girdi”, 24 Mart 1957; Zafer, “Parantez Kapanmıştır”, 27 Mart 1957. Hüseyin Cahit Yalçın; “Orta Doğu’da Emniyet”, 
Ulus, 28 Mart 1957. 
30 Zafer; 25 Temmuz 1957. 
31 Armaoğlu; s. 527. 
32 Ayşegül Sever; Soğuk Savaş Kuşatmasında Türkiye, Batı ve Orta Doğu 1945-1958, Boyut Kitapları, İstanbul, 1997, s. 259. 
33 Kürkçüoğlu; s. 73-80. 
34 Sander; s. 133. 
35 Ahmet Davudoğlu; Stratejik Derinlik, Küre Yay., İstanbul, 2001, s. 354, 410.