Cezayir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Cezayir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Aralık 2017 Salı

ORTADOĞU’DA ABD POLİTİKALARI VE BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ BÖLÜM 8

ORTADOĞU’DA ABD POLİTİKALARI VE BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ BÖLÜM 8


 ABD’nin bölgeye demokrasi getirmesiyle beraber, sonlarının, Soğuk Savaş’ın sona ermesinde büyük role sahip bir dönemler SSCB dış işleri bakanlığı yapan, 
Gürcistan eski Cumhurbaşkanı Eduard Şevardnadze veya Irak devrik lideri Saddam Hüseyin gibi olacağını çok iyi bilen Mısır ve Suudi Arabistan’ın liderleri, 
ABD’nin bu projesine direnç gösteren önemli simalar olmuşlardır. Hüsnü Mübarek, “Kapıları açarsak karışıklık çıkar” şeklindeki ifadesiyle, iktidarı kolay 
kolay terk etmeyeceğinin sinyallerini vermiş ancak kaçınılmaz sondan kendini kurtaramamıştır. Suudi Arabistan yöneticileri ise, ABD’ye duyulan kini ve nefreti 
azaltarak ABD’ye yaranmaya çalışmakta, bu şekilde iktidardaki ömürlerini uzatabilmeyi hedeflemektedirler. Kral demokrasi gelmesi halinde yetkilerinin 
daralacağı ve rahatlıkla kullanabildiği ülke gelirleri üzerinde istediği gibi tasarruf edemeyeceğini bilmektedir.200 

 ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin bölgedeki Suudi Arabistan, Mısır gibi ülkelerin demokratikleşmesi için çaba içinde olmaması ciddi bir çelişkidir. ABD 
demokrasiye olan doktrin-er bağlılığı ile dış politika gerekleri arasına sıkışınca demokrasiyi feda edebilmektedir.201 Bölge ülkeleri dışarıdan dayatmayla 
demokrasi ve siyasi reformun gerçekleşemeyeceğini düşünmekte, bu nedenle BOP‘a çok sıcak bakmamaktadırlar. Böyle bir projenin bölge ülkeleriyle hiç 
tartışılmadan dayatılmış olması, birçok kültürün ve toplumun iç içe yaşadığı karmaşık bir coğrafyanın tamamı için aynı yöntemin benimsenmesi ve İsrail’in 
saldırgan tutumuna karşı hiçbir çözüm sunulmamış olması tepkilere neden olmuştur. 

 Ortadoğu ülkelerine demokrasinin gelmesinde üç sınıf, kilit rol oynayacaktır. Bunlar: demokrasinin gelmesini isteyen veya istemeyen despot 
liderler, şimdiye kadar despot liderlere karşı verdikleri demokrasi mücadelesinde, daima ABD tarafından yalnız bırakılan ve dolayısıyla ABD’ye kırgın olan laik aydınlar ile İslamcılardır. Amerika’ya kırgın olan laik aydınların tavrının, demokrasi mücadelesi başlayınca değişeceği ve Amerika’nın demokrasi projesine destek olacağı değerlendirilmektedir. 

“Al Hayat gazetesinde yayımlanan Daha Büyük Ortadoğu Ortaklık Projesi taslağına göre, Büyük Ortadoğu’nun tehdit olmaktan çıkarılmasının yolu reforma gidilmesidir. 
Nitekim iki Arap Beşeri Kalkınma Raporu da bunun için zorlayıcı ve acil çağrılar niteliğindeydi. 
Bu çağrılar bölgede bazı aktivist, akademisyen ve özel sektör nezdinde yankı buluyordu. 
Bölgede bazı liderlerde bu çağrılara kulak vermiş ve siyasi, sosyal ve ekonomik reformlara yönelik adımlar atmıştı”202 bu adımları atılmasına öncülük eden gruplar, Amerika’nın demokrasi projesine destek olacağı düşünülen laik aydınlar ve İslamcılardır. İslamcılara gelince, her ne kadar, herkes İslam’ın tek olduğunu söylese de Ortadoğu halkının algıladığı üç tür İslam anlayışından söz edebiliriz. Bu üç grup İslam anlayışı: geleneksel İslam anlayışı, demokratik İslam anlayışı, radikal İslam anlayışıdır. Geleneksel ve demokratik İslam anlayışına sahip olanların, ABD’nin Ortadoğu’ya getirmeyi düşündüğü demokrasi konusunda destek olacakları, bununla birlikte asıl hususun, 11 Eylül 2001 saldırıları sonrasında ”Küresel Terörizm” adı altında düşman olarak kabul edilen “radikal İslam” anlayışına sahip kişilerin takınacakları tavrın olacağı düşünülmekte dir.203 

3.6. ABD’nin BOP için destek arayışları: 

 BOP kapsamında, ABD’nin kendi çıkarları doğrultusunda tek başına Ortadoğu’da yürüttüğü politikalar hem Avrupa ülkelerinde, hem Asya ülkelerinde hem 
de Müslüman ülkelerde rahatsızlık meydana getirmektedir. Bu sebeple ABD, BOP’ u sorunsuz yürütebilmek için destek arayışı içindedir. ABD’yi destek aramaya iten diğer bir sebep ise BOP’ un mali ve askeri yükünün fazla olmasıdır. Savaş sonrasında beş yüz milyar dolarlık borç yükü ABD’yi ciddi zorlamaktadır.204 

 Bu konuda Özlen Çelebi 

“ABD’nin 2003 yılında Irak’a saldırmasının ardından Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) olarak da adlandırılan Genişletilmiş Orta Doğu ve Kuzey Afrika Projesi ABD tarafından yeni kamu diplomasisi yöntemleri de kullanılarak gündeme getirilmiştir. Bu geniş coğrafyada bulunan farklı ülkelerin ekonomik, sosyal ve siyasal sorunlarına çözüm olarak demokratikleşmeyi, insan haklarına, sivil 
topluma saygıyı, serbest seçimler ve medyanın bağımsızlığını sunan proje BM Binyıl Projesine de denk düşen şekilde kadınlara özel bir önem verdiğini iddia etmekteydi. AB ile ABD’nin çıkar farklılıklarının ve çatışmalarının su yüzüne çıktığı bu dönemde, NATO kimlik ve yeni misyon arayışına da denk düşen şekilde NATO da BOP’u desteklemeye başlamıştır”205 değerlendirmesinde bulunmaktadır. 

Aynı konuyu Altuğ Günal ise şu şekilde değerlendirmektedir. 

“BOP’ un mali yükünün oldukça fazla olacağını ve zaman zaman da askeri müttefiklere gereksinim duyulacağını hesaba katan ABD, son aylarda kendine ortak bulma çabasına girmiş gözükmektedir. Ancak yük paylaşımı demek, hâkimiyet paylaşımı da demek olduğundan, geleneksel ABD politikaları bu konuda hep “sınırlı paylaşımı” esas almış; dolayısıyla kendi payını hep yüksek 
tutmuştur. Bu konuda ilk adım, 2004 yılının Haziran ayında ABD’nin Georgia eyaletinde yapılan G-8 Zirvesi’nde atılmıştır. BOP Zirvenin gündemine konduğu gibi, BOP çerçevesinde yapılacak reformları konuşmak üzere Türkiye (demokratik ortak sıfatıyla) ve hedef ülkeler (bölgesel ortak sıfatıyla) davet edilmiştir. Bu davete Türkiye, Afganistan, Irak, Yemen, Ürdün, Bahreyn ve Cezayir olumlu yanıt vererek katılırken; basında yer alan bilgilere göre, başta Mısır, Suudi Arabistan ve Tunus olmak üzere birçok Arap ülkesi ise, “Arapİsrail 
sorunu gibi kilit bölgesel konulara çözüm bulmadan reformların dayatılmaya çalışıldığı” gerekçesiyle olumsuz yanıt vererek katılmamışlardır.206 

Buradan hareketle ABD’nin BOP için destek arıyor olması kesinlikle bir yük paylaşımı olarak anlaşılmalıdır. ABD, sınırlı ve Ortadoğu’daki çıkarlarına zarar 
vermeyecek bir paylaşım hedeflemektedir. Başlangıçta BOP, ABD’nin tek başına yürüttüğü bir proje idi. Ancak ABD gördüğü tepkilerden dolayı artık BOP’ u tek başına yürütme fikrinden vazgeçmiş görünüyor. Daha önce de bahsedildiği gibi ABD dünya genelinde herkesin kabul edebileceği ortak bir terörizm düşmanı yaratarak, güvenlik gerekçesi ile diğer ülkeleri yanında yer almaya davet etmektedir. ABD bu konuda o kadar ısrarlı görünüyor ki yanında yer almayan ülkeleri başarısız ülkeler olarak kabul ediyor.207 

Mahir Kaynak bu projeye başka devletlerin ve kuruluşların dâhil olmasını şu ifadelerle anlatmaktadır. 

“Şu doğru değildir; sadece Amerika Birleşik Devletleri dünyada hesap yapıyor, başkaları hiç hesap yapmıyorlar. Burada iki temel soru var. Avrupa ile Amerika Birleşik Devletleri'nin ilişkisi ne olacak? Başlangıçta bu proje Amerikan projesi idi, tek başına yapıyordu. Şimdi baktı ki mukavemetler var, NATO diyor. NATO dediği zaman şunu anlamak lazım; NA TO bir askeri ittifak olmaktan 
çıktı, dünya tarihin en büyük askeri ittifakı ama karşısında güç yok. Buradan anlıyoruz ki, NATO aslında Batının uzlaşmasının adıdır. 
Eğer bu iş NATO tarafından yapılıyor diyorsanız buradan şu mana çıkar; Amerika ile Avrupa ülkeleri anlaştılar birlikte hareket ediyorlar. Mesela Afganistan'a gidiş odur. Derlerse ki, NATO olarak Ortadoğu'ya hâkim olalım, buradan şunu anlayacağız; Amerika Birleşik Devletleri ile Avrupa anlaştılar, herkes kendi rolünü biliyor. Ama şu andaki durum o kadar çok berrak değil”.208 

Kaynak, ABD’nin projesine ortak arama çabalarını, savaşlar sonrası yaşadığı sıkıntıları paylaşmaya bağlıyor ve gelinen noktada ABD’nin kendisini mecbur 
hissettiğini şu şekilde ifade ediyor. 

“Amerika Birleşik Devletleri de artık Büyük Ortadoğu Projesi'ni tek başına yapmak ve dünya üzerinde tek başına egemen olma fikrinden vazgeçmiş gibi görünüyor. Ve Avrupa'ya iş birliği teklif ediliyor çok açık bir şekilde. İngiltere'nin zaten Avrupa'ya yanaşmasından da anlıyoruz bunu. İngiltere bu manevraları çok rahat yapar ve en hassas koku alan ülke de orasıdır. İngiltere kokuyu aldı, Amerika Birleşik Devletleri'nin tek başına bu işi başaramayacağını gördüğü için, Avrupa ile bütünleştirmek için de bir aracı rolü oynuyor”.209 

Buradan da anlaşılacağı üzere, ABD’ye destek konusunda en yakın görülenler Avrupa devletleridir. 11 Eylül’den terör saldırılarından sonra Avrupa devletleri açıkça ABD’yi terörizmle mücadelesinde desteklerini ifade etmişlerdir. Bu devletler terörizmle mücadelenin kendilerinin de öncelikli hedefleri olduğunu söylemişlerdir. 
İngiltere ve Fransa gibi bazı devletler ABD’nin müttefiki olmuş ve bu mücadelede ABD ile birlikte hareket etmişlerdir. AB küreselleşen dünyada, dünyanın her hangi bir noktasındaki problemlerin, diğer bölgeleri de etkilediği bildiğinden dolayı Ortadoğu bölgesinde yaşanan güvenlik sorunlarının kendi güvenlik ve ekonomilerini etkilememesi için ABD’nin yanında olacağını belirtmiştir. Avrupa ülkelerinden aldığı destek yanında, diğer dünya devletlerinin ve Müslümanların desteğini almak isteyen ABD, 2004 yılında Amerika’da yapılan G-8 zirvesine BOP kapsamında bulunan ülkeleri de davet etmiştir. BOP’a desteklerini belirtmek niyetiyle toplantıya katılan G-8 üyeleri ve BOP kapsamındaki ülkeler, ortak açıklama yapmış ve BOP’ un resmi hedeflerini benimsediklerini ifade etmişlerdir. ABD G-8 Zirvesi ile Batılı devletleri BOP’a ortak etmeyi başarmış ancak Müslüman coğrafyasından henüz arzuladığı desteği sağlayamamıştır.210 

ABD, BOP’ un kendisi üzerindeki askeri ve mali yükünü azaltmak için de belli başlı çalışmalar yapmıştır. ABD bu çalışmalarını NATO üzerinde yoğunlaştır mıştır. 

ABD’li yetkililer verdikleri beyanatlarda NATO’nun ABD’nin yanında yer alması gerektiğini vurgulamışlardır. NATO genel sekreteri seçilerek Ocak ayında görevi 
devralan Hollandalı Jacop Gijsbert de Hoop Scheffer Amerika Birleşik Devletleri Başkanı George W. Bush'la birlikte yaptıkları basın toplantısında şunu söylüyordu; 

"NATO, Afganistan'daki olaylara tarafsız kalamaz". 

NATO bundan sonra hattı müdafaayı bırakıp sathı müdafaaya geçmek zorundadır. NATO’nun yeni görevi Ortadoğu’da ABD menfaatlerini korumak olmuştur.211 

3.7. Türkiye’nin Ortadoğu tarihi ve ABD ile Türkiye’nin BOP ilişkileri: 

Türkiye, coğrafi olarak bölgeye yakın olması ve uzun yıllar iç içe yaşamın neticesi olarak meydana gelen ortak kültürel değerlere sahip olması nedeniyle, hem Ortadoğu ülkeleri, hem de Ortadoğu’yla ilgilenen dünyanın diğer ülkeleri için önemli bir devlet olmuştur.212 Avrupa veya Amerika’nın Ortadoğu coğrafyası gibi bir bölgeye Türkiye’yi kullanmadan el atmaları kolay bir iş değildir.213 “NATO üyesi Türkiye’nin, Avrupa birliği ve İsrail ile yürüttüğü iyi ilişkilerin yanı sıra bölgedeki en büyük askeri güce sahip olması BOP’taki katkısını daha da önemli kıldı.”214 Türkiye’nin önemi özellikle SSCB’nin Afganistan’ı işgali, Birinci ve İkinci körfez savaşları sırasında artmıştır. Soğuk Savaş döneminde “Yeşil Kuşak Projesi” içinde yer alan Türkiye, BOP’ ta da büyük stratejik öneme sahiptir. Türkiye, halkının yüzde 99’unun Müslüman olmasına rağmen laikliği benimsemiş olması, aksaklıklara rağmen 80 yıldır demokrasi ile yönetilmesi, modernleşmeyi hedef alması ve yüzünü Batı’ya çevirmiş olması  sebebiyle ilgi odağı olmuştur.215 

BOP’ un geçmişi birkaç aylık bir çalışmaya dayanmamaktadır. Bu proje üzerinde son yirmi yıldır ABD ve İsrail çalışmaktadır.216 Günümüzde ise, Türkiye 
Büyük Ortadoğu Projesinin en önemli ülkelerinden biri olarak gösterilmektedir. Bu görüş Batılı çevrelerde, özellikle Amerikan yetkilileri arasında yaygın olarak 
paylaşılmaktadır. Bu bağlamda Türkiye’nin İslam dünyası için İslam ile liberal demokrasiyi birleştiren bir örnek olabileceği düşünülmektedir.217 Batı Türkiye’yi model ülke görse de, Arap dünyası tarihsel sürecin de etkisiyle bazı fikir ayrılıklarına düşmüştür.218 Türkiye’nin Ortadoğu’daki öneminin anlaşılabilmesi için, tarihsel süreçte Türkiye’nin bu bölgedeki dış politikasının incelenmesi gerekmektedir. Osmanlı imparatorluğu, uzun yıllar hüküm sürdüğü Ortadoğu’da, İngiltere’nin kışkırttığı ulusçu akımlar neticesinde topraklarını kaybetmiştir. Cumhuriyet’in ilanıyla Türkiye komşuları ile iyi ilişkiler geliştirdiği gibi, bölgeye dışarıdan yapılan müdahalelere karşı da, bu durumu benimsemediğini gösteren bir tutum takınmıştır. 
Atatürk, Suriye ve Irak’ta, İngiltere ve Fransa gibi devletlerin zorba bir uygulama yürüttüklerini ve bu uygulamalar neticesinde de bahsi geçen ülkelerde sürekli karışıklık olduğunu ifade etmiştir. Bu ifade ile Atatürk, İngiltere gibi sömürgeci devletlere karşı bu devletlerin yanında olduğu mesajını veriyor ve bu tutum o dönemde Türk dış politikasının Ortadoğu’daki izlediği siyasetin de genel çerçevesini oluşturuyordu.219 
Cumhuriyet kurulduğu dönemde Ortadoğu merkezli iki sorun olarak Musul ve Hatay sorunu ortaya çıkmıştır. 
I. Dünya Savaşı'ndan önce Osmanlı hâkimiyetindeki Musul ve çevresi petrol varlığı sebebiyle, İngiltere, Fransa, Almanya arasında rekabet konusu oldu. 
Bölge, 1916 tarihli Sykes- Picot Antlaşması ile Fransa'ya bırakılmıştı. Nisan 1920 San Remo Konferansında Fransa, kendisini Ortadoğu’daki menfaatlerini 
desteklemesi sebebiyle, Musul bölgesini İngiltere’ye bıraktı. İngiltere bölgedeki Hıristiyanların güvenliği, İngiliz savaş esirlerine kötü muamele edilmesi gibi 
sebepler ile Mondros Mütarekesinin 7. maddesine göre Musul'un kendilerine terk edilmesini istediler. Sonuç olarak Musul Irak’a bırakılmış, Hatay da 1939 yılında Türkiye’ye katılmış böylece bu meseleler çözüme kavuşturulmuştur. Türkiye komşuları ile iyi ilişkiler kurmaya ve Ortadoğu bölgesinde yapılacak operasyon ları onaylamama politikalarını ikinci dünya savaşına kadar sürdürmüştür. Soğuk Savaş’ın başlaması ile birlikte Türkiye’nin Sovyetler Birliği’nden çekinmesi ve Amerikan Başkanı Truman’ın Türkiye’yi desteklemesi ve yanında yer alması neticesinde Türk-Amerikan ilişkisi ittifaka dönüşmüştür. Türkiye, bu dönem de Ortadoğu’da çatışmalardan uzak durmaya çalışmış, güvenlik politikasının bir gereği olarak Batı ile ittifak halinde olmaya özen göstermiştir. Türkiye Batı ile sıkı münasebetlerine rağmen, İsrail’in kurulmasına sebep olan taksim kararının görüşüldüğü 1947 BM Genel Kurulunda aleyhte oy kullanmıştır. 
Türkiye, Filistin görüşmelerinde Arap ülkelerini desteklemiş, Arap ülkelerinin Filistin’e bağımsızlık verilmesi yönündeki karar tasarılarını desteklemiş ve lehinde oy kullanmıştır.220 

Bunun yanında İsrail’in 

Sovyetlerin güdümünde bir ülke olmadığını anlamasından sonra, Türkiye, İsrail’i ilk tanıyan devletlerden biri olmuştur. Aynı tarihte Harry Truman Kongre’de Türkiye’nin Komünizme karşı korunması için desteklenmesi gerektiği ile ilgili bir konuşma yapmıştır.221 

1955’te Batının teşviki ile oluşturulan Bağdat Paktı projesi içinde Türkiye’nin İngiltere ile birlikte yer alması, Türkiye ile bölge devletleri arasındaki politik farkları derinleştirmiştir. Bu nedenle Bağdat Paktı her ne kadar Türkiye’nin Ortadoğu’daki etkisini arttırma düşüncesiyle yapılmış bir girişimse de Ortadoğu’dan biraz daha uzaklaşmasına neden olmuştur.222 Türkiye 1956 yılındaki Süveyş Krizi’nde İsrail ile diplomatik ilişkilerini sınırlandırmasına rağmen, yine de Arap ülkeleri tarafından Batının bölgedeki temsilcisi olarak görülmüştür. Türkiye’nin Ortadoğu meseleleri ile ilgili konularda Batıyla yakınlaşması 1964 yılındaki Johnson mektubu223 olayına kadar devam etmiştir. Uzun bir geçmişe sahip Türk-Amerikan ilişkilerinde ilk ve en büyük sarsıntıyı oluşturan Johnson mektubuna karşılık Başbakan İsmet İnönü, ‘yeni bir dünya 
kurulur, Türkiye orada da yerini alır’ diyerek mektuba gereken cevabını vermiştir.224 Bu mektup olayı Türkiye’nin dış politikasını değiştiren önemli bir etki oluşturmuştur. 

Süveyş Krizi ile birlikte Sovyetlerin Birliği’ne bazı Arap ülkelerinde sempati ile bakılmaya başlanmıştır. 

Özal hükümetinin 1980’den sonraki dönemde göreve gelmesiyle, Türkiye’nin Batıyla ilişkileri tekrar düzelmeye başlamıştır. Özal döneminde Türkiye’yi Ortadoğu açısından ilgilendiren en önemli olay, Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i işgali sonrası patlak veren 1. Körfez Savaşı olmuştur. Türkiye, Irak’ın PKK’ya verdiği destek, güneydoğu Anadolu’daki projesine karşı takındığı tutum ve aşrı silahlanması gibi sebeplerden dolayı, körfez krizinin ilk gününden itibaren Irak karşıtı cephede yer almıştır.225 

Kuveyt’in işgalinde ABD ve Batılı ülkelerin tutumda, bölgedeki petrol kaynaklarının büyük bir çoğunluğunun Irak’ın eline geçmesi ile petrolün Batıya güvenli ve sürekli akışının aksayacağı endişesi önemli rol oynamıştır. Türkiye’nin tutumunun nedeni ise, bölgedeki dengenin Türkiye aleyhine bozulacağı endişesiydi.226 

Özal’ın aktif taraflılık politikası ile Türkiye, Johnson mektubundan sonra Batıya ve Ortadoğu’ya karşı uyguladığı dengeli politikaları bu savaşta terk etmiştir. 
Özal bu aktif politikasını ‘bir koyup üç alacağız’ şeklinde açıklayarak bir fırsat olarak değerlendirmiş, ancak olası bir savaşta ne kadar askerin kaybedileceği 
konusunda yapılan uyarılar neticesinde bu tutumu bırakmıştır.227 


BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

200 Şahin, A.g.e, ss.123-124 
201 Güney, A.g.e, s. 10 
202 Hakan Akyol, “Büyük Ortadoğu Projesi ve Projenin Demokratikleşme Yaklaşımları Açısından”, Bahçeşehir Üniversitesi, Değerlendirilmesi, 
      Uzmanlık Projesi, İstanbul, (2008), s.46 
203 Mustafa Erceylan, Büyük Ortadoğu Projesinde İran’ın Önemi, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Kocaeli, (2007), s.17 
204 Anıl Çeçen, Türkiye’nin B Planı, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul, (2006), s.43 
205 Özlen Çelebi, 1990’lardan 2000’lere Türk Dış Politikası ve ABD İle İlişkiler: Stratejik Ortaklık, Model Ortaklık Ve sonrası, Türk Dış Politikası Son On Yıl, 
Palme yayıncılık, Ankara, (2011), s.54 
206 Günal, A.g.m, s.160 
207 Gökbaş, A.g.m, s.4 
208 Kaynak-Gürses, A.g.e, ss.20 
209 A.g.e, s.23 
210 Günal, A.g.e, s.160 
211 Kaynak-Gürses, A.g.e, s.45 
212 Deniz, A.g.m, s.179 
213 O. Metin Öztürk- Yalçın Sarıkaya, NATO Büyük Ortadoğu ve Türkiye, POLSAR, Ankara, (2004), s.72 
214 Hüseyin Latif, ABD’nin Türkiye’ye Biçtiği Rol, Bizim Avrupa Yayınları, İstanbul, (2007), s.83 
215 Gültekin Avcı, Doğu’nun İstilası Medeniyetler Savaşı’na Doğru, Birey Yayıncılık, İstanbul, (2006), s.56 
216 Hakan Türk, Türkiye Ateş Çemberinde, Akademi TV Yayın, İstanbul, (2004), s.9 
217 Bağcı-Sinkaya, A.g.m, s.24 
218 Ulvi Keser, Dünyanın Kaynayan Kazanı Ortadoğu, Motif Matbaacılık, Ankara, (2012), s.378 
219 Toktamış Ateş, Türk Devrim Tarihi, Der Yayınları, İstanbul, (1998),S.116 
220 Arı, A.g.e, s.305 
221 Talat Turhan, Küresel İhanetin İçyüzü ve Arap Baharı, Destek Yayınları, İstanbul, 2012, s.29 
222 Arı, A.g.e, s.306 
223 Johnson mektubu, Haziran 1964’te ABD Başkanı Johnson tarafından Başbakan İnönü’ye Türkiye’nin 
 Kıbrıs’a askeri müdahalede bulunma ihtimali üzerine gönderilmiştir,    http://www.akintarih.com/turktarihi/cumhuriyetdonemi/johnson_mektubu/johnson_mektubu.html, 11.05.2014 
224 Sayim Türkman, ABD, Ortadoğu ve Türkiye, Nobel Yayınevi, Ankara, (2007), s.266 
225 Faruk Sönmezoğlu, Uluslararası ilişkiler Sözlüğü, İstanbul, (2000), Der Yayınları. s.453 
226 Arı, A.g.e, s.584 
227 Vedat Yenerer, Düşman Kardeşler: ABD İşgalindeki Irak’ta Arap, Kürt ve Türkmen Çatışması, Bulut Yayınları, İstanbul, (2004) s.229 

9 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR


***

ORTADOĞU’DA ABD POLİTİKALARI VE BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ BÖLÜM 7

ORTADOĞU’DA ABD POLİTİKALARI VE BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ BÖLÜM 7


 3.3. BOP’ un çıkış noktası ve tarihi süreci: 

 ABD 20.yüzyılın ikinci yarasından itibaren dünya siyaset sahnesinde baş aktör olarak rol almaktadır. ABD’nin bölgede etkin bir rol üstlenme çabalarının başlaması ve bölgede dengelerin değişmesi 1945 sonrasına denk gelmekte dir.176 İkinci Dünya Savaşı’ndan galip çıkan ABD, savaşın yaralarını da sararak ekonomik ve siyasi alanlarda atılımlar yapmıştır. O yıllarda dahi ABD’nin Ortadoğu petrolleri üzerinde aktif rol oynama çabaları bulunmaktadır. 1945 yılında, ABD Suudi petrolleri üzerinde kontrol sağlayabilmek amacı ile ilk Anlaşmasını Başkan Roosevelt ve Suudi Kralı arasında imzalamıştır. İran petrollerinin kontrolünü sağlamak için ise kendilerine mani olan Musaddık yönetimini devirip kendi kontrolündeki Şah rejimini ihdas etmişlerdir. Şah yönetimindeki İran’da ABD, ülke petrollerinin büyük çoğunun yönetimini eline 
geçirmiştir. Sonraki 20 yıl içerisinde Orta Doğu petrollerinin %65’ini Amerikan şirketleri yönetir duruma gelmiştir.177 

 Soğuk Savaş yıllarının yaşandığı sonraki dönemlerde ABD zorunlu olarak bölgede faaliyetlerini azaltmak durumunda kalmıştır. Bu dönemde ABD ve SSCB olmak üzere iki kutuplu bir dünya olduğu için politikalar bu iki güç arasındaki soğuk savaşa göre belirlenmek durumunda kalmıştır. Bu ortamda ülkeler politikalarını askeri, ekonomik, ideolojik ve siyasal temellere dayanan güvenlik algılarına göre belirlemek zorunda kalmışlardır. Ülkeler savunmalarını artırmak için bu iki güçten birinin yanında yer almak durumunda kalmış ve NATO veya Varşova Paktı gruplarından birine dâhil olmuşlardır. BM gibi uluslararası barışı kurumak amacı ile kurulan örgütlerde bu dönemde pek etkili olamamışlardır.178 

 Büyük Ortadoğu Projesi Amerika’nın küresel terörizm nedeniyle duyduğu güvensizlik ve buna ilişkin aldığı önlemlerden kaynaklanmaktadır. ABD’nin 11 Eylül saldırılarının ardından elde ettiği meşru dayanak, uluslararası sisteme hâkim olma anlamında daha aktif politikalar izlemesine neden olmuştur. “Bu yeni strateji, dünyayı jeostratejik fayda maliyet analizlerine bağlı olarak bölen ve eskiden Amerikan yönetiminin stratejik çıkarları açısından önemli görevler üstlenen bazı devletlerin düşman ilan edilmesi şeklinde formüle edilmiştir.179 

 Kırmızı Çizgi isimli aylık derginin haberinde Amerika’nın küresel terörle mücadele politikası olarak biçimlendirdiği Büyük Ortadoğu Projesinin kökenlerinin 1978 yılında Princeton Üniversite’sinde düzenlenen bir konferansta atıldığı iddia edilmektedir. Ancak proje 11 Eylül saldırıları sonrasında kamuoyunda geniş yer bulmuştur. Bu proje ile Ortadoğu için yeni bir siyasal, ekonomik, toplumsal yaşam tarzını öngörmektedir. Büyük Ortadoğu Projesi adı verilen bu biçimlendirme, 11 Eylül saldırılarından sonra Amerika’nın uyguladığı ve uluslararası alanda meşrulaştırmaya çalıştığı bir dizi önlemi içermektedir. 11 Eylül saldırıları küresel terörizmin ulaştığı noktayı açık bir şekilde gözler önüne sermekteydi. ABD’nin bu döneme kadar olan terörizme karşı savunmacı politikasının ile yaramadığını göstermekteydi. ABD’nin bu olaydan sonra terörizm konusundaki tavrı da savunmadan saldırıya doğru geçiş şeklinde olmuştur. 11 Eylül öncesinde terörle mücadele bakımından izlenen strateji daha180 

 ABD 11 Eylül terör saldırısıyla, Afganistan ve Irak’a saldırı ve ele geçirme planı için çok gerçekçi bir gerekçe bulmuştur. 

“ABD stratejistlerinden Anthony Lake, George Washington üniversitesinde yaptığı bir konuşmada, Ortadoğu’nun işgal edilmesi için bir kısım gerekçeler ileri sürüyordu; 

1) Ortadoğu’da barışın düşmanları, 
2) Etnik ve dini şiddet şeklindeki eski tehditler, 
3) Haydut devletlerin saldırganlığı, 
4) Kitle imha silahlarının yayılması, 
5) Terörizm, 
6) Örgütlü suç. 2. Bush yönetimi söz konusu olan bu maddeleri gerekçe gösterip, Afganistan ve Irak’ı işgal ederek BOP’u fiilen uygulamaya koymuş oldu.”181 

 ABD yukarıda sıralanan gerekçelere uyan ortak düşmana karşı, etkili mücadele edebilmek için sivrisineklerle tek tek uğraşmaktansa bataklığı kurutmaya karar vermişti. 
Bu bataklık ise ABD’ye göre Moritanya’dan Endonezya’ya kadar uzanan coğrafyada bulunan 50 kadar Müslüman ülkelerdi. BOP bu coğrafyadaki Müslüman ülkeleri büyük oranda kapsamaktadır.182 

 RAND Cooperation isimli düşünce kuruluşu 88 sayfalık Sivil Demokratik İslam: Ortaklar, Kaynaklar ve Stratejiler başlıklı bir rapor hazırlayarak Bush yönetimine 
Müslüman ülkeleri nasıl kontrol edeceğini anlatıyordu. Raporda, Amerika’nın siyasal İslam’a karşı üç amacının olduğundan söz edilmektedir. Bunlar; İslam’ın 
radikalleşmesini ve yayılmasını önlemek, bunu yaparken Amerika’nın İslam’a karşı olmadığını kamuoyuna anlatmak, İslami ülkelere ekonomik, sosyal ve politik olarak yardım ederek onların gelişimine ve demokratikleşmesine katkı sağlamak. Raporda dünya Müslümanları köktendinciler, gelenekçiler, ılımlı İslam ve laikler olmak üzere dört gruba ayrılmıştı. Bu grupların insan hakları, demokrasi, özgürlükler, kadın hakları, Ceza hukuku, eğitim, dinde reform ve batı dünyası gibi konulara karşı bakış açıları incelenmiştir. Rapor özetle şunları söylemektedir; 

 “Köktendinciler: İslam’ın şiddetten kaçınmayan, yayılmacı ve saldırgan yorumunun temsilcileridirler. Demokratik değerleri ve Batı kültürünü reddederler. Batı’ya, özellikle ABD’ye, düşmanlık hisleri beslemektedirler. Katı İslam yasa ve ahlak değerlerini uygulayacak otoriter bir devlet yönetiminden yanadırlar. Geçici taktik düşünceler hariç, bu grubu desteklemek bir seçenek olamaz. 

Gelenekçiler: İslam dininin kurallarına sadakatle bağlı olmakla birlikte, saldırgan ve şiddet yanlısı değildirler. Köktendincilere kıyasla daha ılımlı görüş 
taşırlarsa da, çağdaş demokrasileri ve Batı değerlerini gönülden kucakladıkları söylenemez. Bu gurup da, demokratik İslam’ın örneği ve geçiş vasıtası olmak için uygun düşmez. Bu grupla ilişkilerde, barışçı bir görüntü vermek en iyisidir. 

Modernistler (Ilımlı İslam); 
İslam’ın günümüzdeki katı anlayış ve uygulamalarında kapsamlı değişiklik yapılması konusunda eylemli bir arayış içerisindedirler. 
Hz. Muhammed dönemindeki uygulamaları değişmez esas olarak kabul etmekle birlikte, o günlere ait sosyal ve tarihi koşulların bugün artık geçerli olmadığının da farkındadırlar. 
Temel değerleri; Bireysel vicdanın üstünlüğünün yanı sıra, eşitlik ve özgürlüğe dayalı toplum anlayışıdır. Bu değerler çağdaş demokratik esaslarla bağdaşmaktadır. İslam dünyasının, küreselleşmenin bir parçası olmasını da arzu ederler. 
Bu nedenlerle ılımlı İslam, demokratik İslam’ın örneği ve esas vasıtası olmak için en uygun olanıdır. 

Laikler: Batı demokrasileri tarzında “din ile devlet işlerinin ayrılmasından yana olup, din olgusunu kamusal alandan özel alana indirgemişlerdir. Politika ve değerler açısından Batı’ya en yakın olan gruptur. Bu olumlu özelliklerine karşılık, genellikle yarı demokratik görünümlü otoriter bir yapıyı esas alan laik guruplar, çoğunlukla solcu ve saldırgan milliyetçi ideolojileri benimsemişlerdir. 
Bu nedenle de ABD’yi dost olarak görmez; hatta içlerinde aşırı ölçülerde Amerikan düşmanlığı besleyenler bile vardır. 
Ayrıca İslamcı kitlelerce sözü dinlenebilir bir grup da değildirler. Bu nedenlerle laikleri sürekli müttefik olarak kabul etmek uygun olmaz.”183 

 Bu rapor Amerika’nın Ortadoğu ülkeleri üzerindeki amaçlarını ve BOP’un içeriğini açık bir şekilde ortaya koymaktadır. ABD proje ile doğu bloğu ülkelerini kendine hedef seçmiştir. Batı’da Ortadoğu coğrafyası, köktenci akımlar, terör örgütleri, kitle imha silahları, uyuşturucu, silah ve insan kaçakçılığı gibi özellikleri vurgulanarak ön plana çıkarılmakta ve buradaki rejimlerin demokratik olmadığına, insan haklarının ihlal edildiğine vurgu yapılmaktadır. Ancak bu sayılan sebeplerden dolayı müdahale edilen hiçbir ülkede, ne demokrasi tesis edilmiş, ne de insan haklarına saygılı bir anlayış oluşturulabilmiştir. Sonuç olarak insan hakları, özgürlük, demokrasi gibi ifadelerin, ABD’nin politikalarını perdelemek için kullandığı argümanlardan öteye gitmediği görülmektedir. 

3.4. BOP’ un Hedefleri: 

 Büyük Ortadoğu projesi geniş kapsamlı bir yeniden yapılandırma projesidir. Büyük Ortadoğu Projesi’nin amaçları Hüseyin Erdönmez’e göre; 

“1) Enerji kaynakları üzerinde denetimi sağlamak ve kendine yeni Pazar alanları yaratmak, 
2) İsrail in güvenliği sağlamak, 
3) Kendi küresel egemenliği kalıcılaştırmak ve yeni rakip ülkelerin doğmasını engellemek, 
4) Radikal İslam’ı saf dışı bırakıp yerine küresel sermayeyle uyumlu, Hıristiyan kültürüne olumlu bakan bir ılımlı İslam anlayışı getirmek, 
5) Ulus devleti yıkıp yerine küçük, parça devletlerin olmasını, yani özerk yapıyı getirmek amacındadır” şeklindedir.184 

 “BOP’ un asıl maksadı, bölgeyi uluslar arası kapitalizme açarak daha fazla sömürebilmek, açıklanan resmi maksadı ise, bölgede 
özgürlük, demokrasi ve refahı artırma gayretlerini desteklemektir.”185 

Taşkın Deniz ise BOP’ un hedeflerini “görünürdeki hedefler” ve “gerçek hedefler” olarak kategorize etmiştir. Görünürdeki hedefler; 

“1) Ortadoğu’ya serbest piyasa ekonomisini getirerek, bölge ekonomisinin uluslararası ekonomi ile entegrasyonunu sağlamak. 
 2) Enerji kaynakları güvenliğinin sağlanmasına bağlı olarak, güvenlik için duyulan askeri güce ihtiyacın azalması, askeri harcamaların 
düşmesi ve böylece elde edilecek gelirlerin sosyo-kültürel gelişmeye yönelik alanlarda kullanılmasını sağlamak. 
 3) Yöneticilerin sınırlı süre ve yetkiler ile iktidarda kalmasını sağlamak. 
 4) Devlet gelirlerinin ve bu gelirlere kaynaklık eden unsurların yöneticilerin değil de devletin ve halkın çıkarları için kullanılmasını sağlayarak, halkın refah 
    düzeyini artırmak. 
 5) Dine dayalı hukuk sistemlerini kaldırarak laik hukuk sistemi getirmek. 
 6) İnsan hakları ve hukuk üstünlüğünün kabul edilmesi ile kadın erkek eşitliğini sağlamak. 
 7) Serbest ve hür seçimlerin yapılabildiği demokrasi sistemini getirerek kalıcı kılmak. 
 8) Eğitim, okullaşma, bilgi teknolojilerinin kullanımı, basın medya özgürlüğü ve özellikle kız çocuklarının okullaşma oranını artırmak. 
 9) Kitle imha silahlarına, etnik çatışmalara, uyuşturucu yapım ve satımına, insan kaçakçılığına, ağır insan hakları ihlallerine engel olmak ve terörü kaynağında kurutmak. 
 10) Batı değerlerini, düşünce tarzını ve yaşayış şeklini bölge insanlarına getirmek. 
 11) Bu amaçların gerçekleşmesini sağlayarak Ortadoğu’ya istenen siyasi ve sosyo-ekonomik düzeni getirebilmektir.”186 

Gerçekleştirileceği ifade edilen tüm değişiklikler Ortadoğu ülkelerinin yararına gibi gösterilmekte ise de temel yaklaşım ABD çıkarlarının korunması ve ABD ulusunun refahını sağlayacak kaynakların kontrol altında bulundurulmasıdır.187 ABD ve müttefikleri, bu görünür hedefleriyle bazı noktalarda örtüşen ancak 
tamamen aynı olmayan, gerçek hedeflerle BOP’ u uygulamaya koymuşlardır. Taşkın Deniz BOP’ un gerçek hedeflerini şu şekilde ifade etmektedir; 

“Ortadoğu‘da enerji kaynaklarının denetimini sağlamayı, silah ticareti için yeni pazar alanları oluşturmayı, Suriye ve İran üzerinden Rusya ve Çin’e karşı bölgedeki nüfuzunu etkili kılmayı planlamaktadır. Yine İsrail’ in bölgedeki güvenliğini sağlamak ve büyük bölümü Müslüman olan coğrafyada ‘Ilımlı İslamiyet’i’ yaymak diğer asli amaçlardandır.”188 

 Bu hedefler içerisinde ön plana çıkan ve bekli de diğer amaçların bunun sağlanmasına bir araç olarak kullanıldığı ABD’nin bölgedeki zengin petrol ve diğer enerji kaynaklarını denetim altına alma isteğidir. ABD zengin petrol ve enerji kaynaklarını kontrol etmek ve elde etmek amacıyla Ortadoğu Bölgesi ile her zaman ilgilenir konumdadır. 1967 yılında ABD Savuma Bakanı Mc. Namara verdiği demeçte Ortadoğu’nun kendileri için çok stratejik bir öneme sahip olduğunu, bu bölgenin kendileri için siyasi, askeri ve iktisadi menfaatlerin odak noktası olduğunu ve Ortadoğu petrollerinin kendileri için hayati önem taşıdığını ifade etmiştir.189 

 BOP’ un yukarıda sayılan gerçek hedefleri dünya genelinde bilindiği ve bu şekilde olduğu kabul edildiği halde, proje uygulayıcıları demeçlerinde her zaman görünürdeki hedeflere vurgu yaparak, insanlar üzerinde bir algı çalışması yürütmektedirler. Yapılan bu algı çalışmasında ne kadar başarılı oldukları bilinmez ancak proje uygulayıcıları bu taktiklerinden hiçbir zaman vaz geçmemektedir. Örneğin ABD Başkanı George W.Bush böyle bir proje ile Ortadoğu’ya yönelmelerinin en önemli gerekçesini birçok Ortadoğu ülkesinde var olan yoksulluğun derinleşmesinde görmektedir. Ona göre; bu ülkelerde kadın hakları bulunmamaktadır. Kadınların okula gitmesi engellenmektedir. 

Bütün dünya ilerlemekteyken, Ortadoğu toplumları yerinde saymaktadır. 

Başkan Bush’a göre; Ortadoğu, özgürlüğün yeşermediği bir yer olarak kaldığı sürece, bölgede durgunluk sürecek ve şiddet, ihraç edilmek üzere her zaman var olacaktır.
190 BOP’ un mimarlarından kabul edilen ABD başkan yardımcılarından Dick Cheney yukarıda ifade ettiğimiz asıl hedeflere hiç değinmeden, BOP’un hedeflerini sıralamıştır. 
Cheney Büyük Ortadoğu Projesi’nin ana fikrinin, bütün bölgeye demokrasiyi yayarak bölgeyi geliştirmek ve barışı garantilemek olduğunu söylemektedir. 
Cheney’e göre bu kapsamda demokrasiyi sağlamak için sağlanması gereken öncelikler; hukuk ihlallerini önlemek, dinsel ve ulusal azınlıkların kendi yazgısını belirlemek, bütün bölgeyi zehirleyen yanlış ideolojileri bastırmak için eğitimdeki büyük ilerlemeyi sağlamaktır.191 
Daha önceleri ABD Başkanı Ulusal Güvenlik Danışmanı, Condoleezza Rice ise, bu konuda daha dürüst davranmış ve asıl hedefleri hakkında ipucu sadedinde projeyi dünya kamuoyuna, “Fas’tan Basra Körfezi’ne kadar 22 ülkenin siyasi ve ekonomik coğrafyasının değiştirilmesi” olarak tanıtmıştır.192 

Büyük Ortadoğu Projesi’nin resmi olarak ilan edilen ana amacı, özgür olmayan geri kalmış bölgelere demokrasi getirmek olarak açıklanmıştır. Demokrasi getirme veya demokratikleşme kavramının genel olarak zihinlerde yaptığı ilk çağrışım, demokrasi dışındaki bir rejimin farklı nedenlerle kendiliğinden veya zorlayıcı etkenler vasıtasıyla demokrasi rejimine dönüşmesi veya geçişi olmaktadır.193 Burada demokrasi getirmek diye açıklanan hedef asıl amacı perdelemek maksadıyla yapılmıştır. 

“1980’lerin başında CIA’ in başındaki Colby “Artık bunları örtülü değil açık açık yapacağız, adına da demokrasi diyeceğiz.” demiştir. Bu demokrasi projesi tüm dünyada, özellikle Ortadoğu’da devrededir. Nitekim ya tank, top, tüfekle işgal ediyor, ya da içerden bir grup aydını satın alarak, ülkelerde yönetimler, yetiştirilmiş özel insanlarla değiştiriyor. Son derece sistematik çalışıyorlar. Aynı şeyi Ukrayna’da denediler, şimdi de Kosova. Kosova günümüzde bir Amerikan üssüdür. Yüzde doksanı Müslüman olan Kosova’da Katolikleştirme çalışmaları sürdürülüyor. Kosova’da hiç bir Katolik yokken Priştina’nın ortasına kocaman bir kadetral oturtuluyor. Nitekim mesela, Batı Trakya’da pek çok cami yıkıma terk edilmişken, Akdamar Kilisesi onarılıyor ya da Urfa’nın göbeğine haç biçiminde 
bir park yapılıyor, ortasına da bir kilise konulabiliyor. Bunları hep kendi yönetime getirdikleri adamlar vasıtası ile yapıyorlar. Bizimki gibi çoğunluğu Müslüman olan ülkelerde de İslam’ı bozma teşebbüsleri yine demokrasi projesi çerçevesinde geliştirilmektedir.”194 

Bush ve Cheney her ne kadar resmi söylemlerinde demokrasi ve insan hakları gibi evrensel kavramları gündeme getirseler de Büyük Ortadoğu Projesinin hedefleri yukarıda belirttiğimiz gibi, bunlardan çok farklıdır. Amerikan dış politikasının değişmez stratejisi olan petrol ve enerji kaynaklarını kontrol altına almak, bu hedeflerin başında gelir. Ortadoğu bölgesi ülkelerinin liberal ekonomiye geçmeleri ile kendi pazar şansını artırmakta BOP’ un hedefleri arasında sayılabilir. Bölge ülkelerinin demokrasiye geçmelerini, bu vesile ile her yıl 2 milyar dolar yardımda bulunduğu öne sürülen güvenliğini sağlamak, Irak Savaşı sonrası, dünya kamuoyunda yükselen Anti- Amerikancı söylemleri demokrasi söylemiyle bertaraf etmek, demokratik söylemleri sıklıkla kullanarak bölge ülkelerinin radikal İslamcı örgütlerle mücadele etmesini sağlamak, gibi hedefler sayılabilir.195 

3.5. Arap ülkelerinin projeye bakışı: 

 BOP ’a göre Ortadoğu’da mevcut otoriter ve totaliter devlet yapıları ürettikleri istikrarsızlıkları küresel sisteme yansıtmaktadırlar. Batı dünyası soğuk savaş tan günümüze bu devlet yapılarını destekleyerek bölge halklarının küresel teröre varan nefretini kazanmıştır. Yapılması gereken bu devlet yapılarının yeniden yapılandırarak küresel sistemle bütünleştirilmeleridir. “Zbigniew Brzezinski “Avrasya’nın Balkanlaştırılması” diye adlandırdığı bir projede Avrasya kıtasının ABD tarafından kontrol edilmesinin dünya liderliğini sürdürmek için hayati önemde olduğunu söylemiştir.”196 Bu süreç Irak örneğinde olduğu gibi dışarıdan şiddet uygulanarak da denenebilir. Bu dönüşümü zorlaştıran direnç faktörlerinin başında demokrasiyle uzlaşması zor, batı karşıtlığının kimlik 
formu haline getiren İslam dini gelmektedir. Dolayısıyla İslam’ın “Ilımlı” hale getirilerek demokrasiyle uzlaştırılması ve batı karşıtlığından arındırılması 
hedeflenmektedir. Denenmiş bir model olarak Türkiye’yi örnek alan bu yaklaşım laik sistemle ilişkisi sorunlu olması muhtemel bir “Ilımlı İslam” modeli ortaya 
atmıştır. “Ilımlı İslam” fikri İslam dinin özünün şiddete, totalitarizme eğilimli olduğu düşüncesinden hareket etmektedir. Bu düşünce yanlış bir İslam tarihi 
yorumuna dayanmaktadır. İslam’da devlet toplum ilişkilerinin tarihini saltanat doktrini üzerinden okuyan çoğulculuğu vazeden kelam ve inanç geleneği 
modeline dâhil etmeyen bu projenin gerçekleşmesi güç görünmektedir.197 

 ABD’nin, BOP’ ta başarılı olmak için neler yapması gerektiğini eski Ulusal Güvenlik Danışmanı Zbigniew Brzezinski, New York Times gazetesine yazdığı 
makalede Amerika’nın Projeyi anlatırken yaptığı hatalıları şu şekilde ifade etmektedir. 

“Bush yönetimi, uzun vadede Ortadoğu'yu demokratikleştirme kararlılığı bakımından övgüyü hak ediyor. Fakat en iyi fikirler bile, beceriksiz uygulamaların kurbanı olabilir. Daha da kötüsü, bu fikirler geri tepebilir. Özellikle de insanlar işin içinde gizli niyetler olduğundan kuşkulanmaya başlarsa. Plan taslağının geçen ay Londra merkezli Arap gazetesi El Hayat'ta yayımlanmasının 
ardından, Arap liderleri sert (ve huzursuz) biçimde tepki gösterdi; Amerika'nın bu yöndeki çabalarını, değişim dayatması olarak eleştirdiler. Eski Mısır Devlet Başkanı Hüsnü mübarek planı Hayalci diye niteleyecek kadar ileri gitti. Eğer samimi bir biçimde kabul edilmez ve anayasallığın gelenekleriyle desteklenmezse, demokrasi, aşırılıkçılığa ve otoriter eğilimlere meşruiyet kazandıracak bir halkoyu biçiminde yozlaşabilir. Soruna eşlik eden bir başka mesele de, demokrasi üzerinde böyle aniden yoğunlaşılmasının, İsrail ve 
Filistin arasında kalıcı bir barış anlaşmasına yönelik herhangi ciddi Amerikan çabasını erteleme niyetindeki Beyaz Saray yetkililerinin marifeti olduğu şüphesi; üstelik bu şüphe, sadece Araplar arasında değil, ABD'nin destek görmeyi umduğu Avrupalılar arasında da mevcut. Söz konusu şüphecilik, Başkan Yardımcısı Dick Cheney'in geçenlerde İsviçre'nin Davos kentinde düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu'nda yaptığı açıklamalarla da güçlenmiş durumda. Cheney, demokrasinin yayılmasının, İkinci Dünya Savaşı sonrasında 'Batı 
Avrupa'da barış ve refahın önkoşulu olduğunu' söyledi. Ardından vurgulu bir biçimde ekledi: "Demokratik reform, uzun yıllardır devam eden Arap-İsrail çatışmasına barışçı bir çözüm bulunması bakımından da merkezi öneme sahip. Cheney'in, demokrasinin barışın önkoşulu olduğu yaklaşımı, birçokları tarafından İsrail- Filistin çatışmasını çözme çabalarının ertelenmesinin bahanesi 
olarak anlaşıldı. Dahası, Cheney'in yaklaşımı, demokrasinin ancak bir siyasi itibar atmosferinde serpilip gelişebileceği yönündeki tarihsel gerçeği de görmezden geliyordu. Filistinliler İsrail kontrolünde yaşadığı ve her gün aşağılandığı sürece, demokrasinin erdemlerine dair vaazları cazip bulmayacaktır. Aynısı, Amerikan işgali altındaki Irak için de geçerli.” 198 

 Aynı makalede Brzezinski atılması gereken adımları şu şekilde sıralamıştır. 

“Birincisi, program Arap ülkeleri tarafından hazırlanmalı; sadece onlara ne yapmaları gerektiğini söylemek yetmez. Mısırlılar ve Suudiler, dinsel ve kültürel geleneklerinin küçümsendiğini hissederlerse, demokrasiye kucak açmaz. Yanı sıra Avrupalılar işin içine tam anlamıyla katılmalı; planlanan işlerin tarifi ve neyi hedefleyeceği konusunda bölge ülkeleriyle kendi diyaloglarını sürdürmeli. G-8 zirvesindeki muhtemel yaklaşım farklılıklarının üstesinden ancak bu şekilde gelinebilir. İkincisi, girişim, kendi kendini yönetmekten kaynaklı siyasi itibar olmaksızın demokrasiden söz edilemeyeceğini kabullenmeli. İkinci Dünya Savaşı'nın ardından Almanlar siyasi itibarlarını nispeten kısa bir süre içinde geri kazandılar ve bu itibar, Nazi sonrası dönemde demokratik kurumları 
canlandırmaları için onlara yardımcı oldu. Eğer Filistinlilere ve Iraklılara egemenlik tanıma çabalarıyla birleştirilebilirse, Arap demokrasisi programı çok daha başarılı olacak ve daha yaygın kabul görecek. Aksi durumda demokrasi, Arap dünyasındaki birçok çevre tarafından, süre giden yabancı egemenliğinin maskesi olarak algılanacak. Son olarak ABD Ortadoğu'daki bir barış anlaşmasının özünü tarif etmeli ve ardından anlaşmayı hayata geçirmek için enerjik bir biçimde çalışmalı. Böyle yapmak, demokrasi girişiminin ardındaki yapıcı niyetlere yönelik daha güçlü bir güven sağlayacak; yanı sıra Ortadoğu ülkelerine, demokratik Batı ile samimi birortaklık için paylaşılan bir zemin olduğunu gösterecek. 

Ortadoğu'nun dönüşümü, savaş sonrası Avrupa'nın yenilenmesinden daha karmaşık bir süreç olacak. Ne de olsa sosyal yenileme, tabiatı gereği, sosyal dönüşümden daha kolay. İslami geleneklere, dini inançlara ve kültürel alışkanlıklara, sabır ve saygıyla yaklaşmak gerekiyor. Ancak bunun ardından Ortadoğu'da demokrasinin vakti gelecek.” 

 Bu durumda Büyük Ortadoğu Projesi’nde yer alan ülkelerin önünde üç seçenek bulunmaktadır. Bu seçenekler; planı kabul etmek, planı kabul etmemek 
ve kendilerine uygun hale getirmek. BOP ile ilgili 2004 yılında ki G-8 zirvesine İran, Suriye, Suudi Arabistan, Ürdün, Lübnan ve Mısır projeye karşı olduklarını 
duyurarak protesto ettiler. Bölge gazetelerinde ve televizyonlarında altı ay boyunca yoğun şekilde BOP’ u eleştiren yazılar ve programlar yayımlanmıştır. 

Bu yazı ve programlarda, “Dışarıdan dayatılacak düzenle bölge haklılarının ifadesinin hiçe sayıldığı” belirtilmiştir. Davete hayır diyen ülke yönetimleri biliyorlardı ki bir süre sonra davet sahipleri tarafından tasfiyeleri söz konusu olacaktı.199 


BU BÖLÜ,M DİPNOTLARI;

176 Çelik ve Gürtuna, A.g.e, s.21 
177 Haluk Gerger, Ortadoğu’da Düş Ve Karabasan: Ortadoğu Nereye?, 
      http://forum.memurlar.net/konu/615441/, 19.03.2014 
178 Seval Gökbaş, “Çok Kutuplu Yeni Dünya Düzeninde ‘Güvenlik’ Algısı”. , 
      http://www.tasam.org/tr-TR/Icerik/1113/cok_kutuplu_yeni_dunya_duzeninde_%E2%80%98guvenlik_algisi, 30.07.2009, 19.03.2014 
179 Murat Yeşiltaş,. ABD’nin Uluslararası Terörizme Yaklaşımı, ABD’nin Haydut Devletleri, Ed. Kemal  İnat, Değişim Yayınları, İstanbul, (2004), s.21 
180 Şadiye Deniz, Ortadoğu’nun Yeniden İnşaasının Yapı Bozumu: Büyük Ortadoğu Projesi Üzerine Bir Analiz, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 
      (2012), Cilt:5, Sayı:20, s.176 
181 Mustafa Peköz, Küresel Güçlerin Ortadoğu Stratejisi, Kalkedon Yayınları, İstanbul, , (2007), s.51 
182 Günal, A.g.m, s.158 
183 Günal, A.g.m, s.158. Daha detaylı bilgi için bkz. 
      http://www.rand.org/pubs/monograph_reports/MR1716.html 
184 Hüseyin Erdönmez, “Avrupa Devletlerinin Orta Doğu Politikası İle ABD’nin Büyük Orta Doğu Projesi”, 
      Yüksek Lisans Tezi, Trakya Üniversitesi, Edirne, (2010), ss.63-64 
185 Cihangir Dumanlı, Ulusal Güvenlik Sorunlarımız, Bizim Kitaplar Yayınevi, İstanbul, (2007), s.68 
186 Taşkın Deniz, Mekânsal Paylaşım Açısından Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye, Marmara Coğrafya Dergisi, Sayı:26, İstanbul, 2012, ss.157-158 
187 Nazmi Çelenk, Amerika’nın İslâm’ı, İlgi Yayınları, İstanbul, (2006), s.173 
188 Deniz, A.g.m, s.158 
189 Erol Bilbilik, NATO-İstanbul Zirvesi ve Geniş Ortadoğu Stratejisi, Otopsi Yay. İstanbul, (2004), s. 111- 112 
190 Hüseyin Bağcı- Bayram Sinkaya, “Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye:AK Parti’nin Perspektifi”, 
http://www.akademikortadogu.com/belge/ortadogu1%20makale/huseyin_bagci_bayram_sinkaya.pdf, ss.21-22, 20.03.2014 
191 Evcioğlu, A.g.e, s.116 
192 Rice, sekiz yıl önce ‘22 ülkenin sınırı ve rejimi değişecek’ demişti! 
      http://haber.gazetevatan.com/rice-sekiz-yil-once-22-ulkenin-siniri-ve-rejimi-degisecekdemisti/361082/4/yazarlar, 23.02.2011, 26.02.2014 
193 Hüseyin Akdoğan-Yavuz Kahya-Nurullah Altun, Ortadoğu’daki Siyasal Gelişmeler ve Güvenlik, Polis Akademisi Yayınları, Ankara, (2012), ss.21-22 
194 Serpil Sedef, “Genişletilmiş Ortadoğu Projesine karşı uzman aydınların tutumu”, Yüksek Lisans Tezi, , Marmara Üniversitesi, İstanbul, (2009), s.136 
195 Şahin, A.g.e, s.99 
196 Eenesto Gomez Abascal, Ortadoğu’da İmparatorluğun Sonbaharı, (Çev.) Süleyman Altunoğlu-Barış Yıldırm, NoteBene Yayınları, Ankara, (2013), s.144 
197 Çetin Güney, Büyük Orta Doğu Çerçevesinde İslam ve Demokrasi, 
      http://dusuncetarihi.files.wordpress.com/2010/01/buyuk-orta-dogu-cercevesinde-islam-vedemokrasi.pdf, s.6, 22.03.2014 
198 Zbigniew Brzezinski,Büyük Ortadoğu’ya Dikkat, 
      http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=109124, 10.03.2004, 26.02.2014 
199 Bush G-8 zirvesine Erdoğan’ı neden davet etti, 
      http://eski.bianet.org/2004/05/28/35726.htm,    29.05.2004, 22.03.2014 

8 Cİ BÖLÜ,M İLE DEVAM EDECEKTİR


***

ORTADOĞU’DA ABD POLİTİKALARI VE BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ BÖLÜM 6

ORTADOĞU’DA ABD POLİTİKALARI VE BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ BÖLÜM 6

2.6. Başkan Obama dönemi ABD politikaları: 

 2009 yılında ABD başkanlığını George Bush’tan devralan Barack Obama’nın ABD’nin dünyada sarsılmış imajını düzeltebileceği umulmaktadır. Seçim kampanyasını değişim sloganıyla yürütmüş olan Obama’nın değişimin mimarı olma yolunda attığı ilk adımlardan biri Ortadoğu’daki belli başlı sorunların çözümüne yönelik olmuştur. 
Kahire ve TBMM’de yaptığı konuşmalar da bölgedeki bu kötü imajı düzeltme sürecinde atılmış olan ilk adımlar olarak değerlendirilebilir.147 
Obama, dünyanın Bush iktidarı süresince unutmuş olduğu yumuşak güç kavramını, seçim kampanyası sırasında ve seçildikten sonra verdiği demeçlerde, yeniden dünya gündemine taşımıştır. Obama’nın bu unutulan yumuşak gücü kullanarak atacağı her adım, ABD’nin Afganistan ve Irak’ta yaptığı katliamlar ve söylediği yalanlar yüzünden sarsılan imajını düzeltebilmesi için büyük bir öneme sahiptir. Bu bağlamda Obama’nın ilk röportajını Suudi kanalı olan El- Arabiya’ya vermesi, Amerika’nın İslam dünyasının bir düşmanı olmadığını vurgulaması, Filistin İsrail sorununun çözümünde iki tarafı da dinleyeceğinin altını çizmesi ve işbirliğinden bahsetmesi yumuşak gücü devreye sokmasının bir göstergesi olarak değerlendirilebilir.148 

 Obama’nın Kahire Üniversitesi’nde yaptığı konuşma medeniyetler çatışması zihniyetiyle sekiz yıldır yürütülmüş olan muhafazakâr politikaların artık değiştiğinin sinyallerini vermiştir. Obama gerek TBMM’deki konuşması olsun gerekse Kahire’deki konuşması olsun her ikisinde de, ülkesinin barışçı yüzünü göstermeye çalışmıştır. 
Obama’nın konuşmasının ana temasını Amerika’nın ikna etme yeteneğini, yani yukarıda belirttiğimiz yumuşak gücünü yeniden inşa etme çabaları oluşturmuştur. 
Kahire konuşması boyunca Obama, İslami kültür ve tarihe olan saygısına ve kendisinin Müslüman dünya ile olan bağlarına vurgu yapmıştır. Kahire’ye gelme nedenini yeni bir başlangıç yapmak olarak açıklayan Obama, bu sözleriyle de farklı bir politika izleyeceğinin güvencesini vermiş oluyordu. 

Obama Kahire’deki konuşmasında Arap-İsrail ihtilafını ve ülkesinin İran’la sürtüşmesini, şiddet yanlısı aşırılıkçılıkla mücadelenin yanı sıra demokrasi, inanç 
özgürlüğü ve kadın haklarını güçlendirmeyi içeren bir gündemin parçası olarak çözmeyi de vaat etmiştir. Obama konuşmasında şu ifadelere yer vermiştir; 

 “Ben Kahire’ye Amerika Birleşik Devletleri ile dünyadaki Müslümanlar arasında karşılıklı çıkar ve karşılıklı saygıya dayanan, Amerika ve İslam’ın birbirleriyle zıt olmadığı ve rekabete gerek bulunmadığı gerçeğine dayanan yeni bir başlangıç arayışı ile geldim. Aslında onlar birbirini tamamlar, adalet ve gelişim, hoşgörü ve bütün insanların saygınlığı gibi ortak ilkeleri paylaşır. 
George W. Bush’tan farklı olarak Barack Obama konuşmasında küresel karşılıklı bağımlılığın da altını çizdi: Birbirimizi dinlemek, birbirimizden öğrenmek, birbirimize saygı göstermek ve ortak bir zemin bulmak için devamlı olarak çaba göstermeliyiz. Mukaddes Kuran’ın bize söylediği gibi, Allah’ı aklından çıkarma ve daima gerçeği söyle. Benim bugün yapmağa çalışacağım şey, insan olarak 
paylaştıklarımızın bizi ayıran güçlerden çok daha kuvvetli olduğu yolundaki inancımdan şaşmadan, önümüzdeki fevkalade görevin önemini bilerek, elimden geldiği kadar gerçekleri yansıtmaktır”. 149 

Obama, TBMM’deki konuşmasında da Bush’un “ya bizdensiniz ya karşımızdasınız” kuralını bir kenara bıraktığının sinyallerini vermiştir. Geçmişteki 
ilişkilere vurgu yapmasının ve Türkiye ile işbirliğinin Amerika’nın yararına olacağını dile getirmesinin yanı sıra Obama, iki ülkenin birbirini dinleyip ortak bir zemin aramasının gerekliğinin altını çizmiştir. Obama Türkiye’de Türklerin dahi kendilerine söyleyemediği şeyleri, Türklere söylemesi açısından güzel bir konuşma yapmıştır.150 
Obama bu konuşmasında Türkiye ile bozulan ilişkilerin onarılmasına ilişkin atılacak ilk adımın yanlış anlaşılmaları ortadan kaldırmak olduğu üzerinde durmuş ve Türkiye’den tüm Ortadoğu’ya şu şekilde seslenmiştir; 

 “Türkiye ve ABD günümüzün sorunlarına, tehditlerine ve tehlikelerine karşı yan yana olmalı, birlikte çalışmalı. Karşılıklı çıkarlara dayanmamız ve farklılıklarımız üzerinde yükselmemiz gerekiyor. Birlikte hareket edersek daha güçlüyüz. Birleşik Devletler ile Türkiye’yi birbirine bağlayan güvenin zorlandığını, sarsıldığını biliyorum. Bu zorlanmanın, sarsılmanın İslam inancının yaşandığı 
pek çok yerde paylaşıldığını da biliyorum. Becerebildiğim kadar açıkça şunu söylemek isterim ki, Birleşik Devletler, İslam ile bir savaş halinde değildir ve asla olmayacaktır”.151 

ABD Başkanı Obama’nın bu söylemleri ve bir ölçüde de Genel prensipler ve yöntemler açısından Obama yönetiminin güç kullanımı yerine müzakere ve diyalogu tercih ettiği, tek taraflı değil çok taraflı politikaları savunduğu, müttefikleri ile birlikte çalışıp, ABD’nin düşmanlarına karşı daha ince ayrım bir politikayı ön plana çıkardığı söylenebilir. 

Hüsnü Mahalli Obama’nın Türkiye ziyaretini ve meclis konuşmasını şu şekilde yorumlamıştır; 

 “Bu sürecin bence en önemli aşaması Başkan Obama’nın ilk Müslüman ülke olarak 6 Nisan 2009’da Türkiye’ye gelmesidir. 
Türkiye’yi öve öve bitiremeyen Barack Hüseyin Obama ülkesi ile Türkiye arasında ilk kez “Model Ortaklık” tan söz etti. Bu ortaklığın ne anlama geldiği daha sonra “Arap Baharı” ile anlaşılacaktır”.152 

Bu yeni çerçevenin uygulamasına baktığımızda bazı sonuçlar ortaya çıkmak tadır. Öncelikle ABD Barack Obama’nın seçim sürecinde birçok kez vurguladığı gibi Irak’tan çekilme takvimini uygulama koydu. Senatörlüğü döneminde Irak Savaşına karşı çıkan Obama birçok kez bu savaşın ABD’yi gerçek hedefi olması gereken el- Kaide’ye karşı savaşında zayıflattığını iddia etmişti.153 

Obama yönetimi daha önceki politikanın aksine İran ve Suriye ile sorunları öncelikle diyalog yoluyla çözmeye çalışacağını ilan etti. Bush yönetimi döneminde tamamen kesilen Suriye ile diyalog yeniden başlatıldı. İran ile ancak Hasan Ruhani’nin cumhurbaşkanlığından sonra ilişkiler gelişmeye başladı. 
Diğer taraftan Filistin-İsrail uyuşmazlığında Obama barış sürecinin yeniden başlamasını ve bu çerçevede İsrail’in yeni yerleşimler inşa etmeyi durdurması gerektiğini vurguladı. 
Müslüman dünyasına seslenmek için yaptığı Kahire konuşmasında da dikkat çektiği ana tema ise ABD’nin Müslümanlarla bir savaşta olmadığını vurgulayarak diyalog, hoşgörü ve bir arada yaşama mesajları verdi. Ortadoğu politikası konusundaki değişimi henüz daha çok söylem düzeyi ile sınırlıdır. 

Bu anlamda en önemli değişim siyaset tarzı ile ilişkilidir. 

Bu anlamda ABD’nin bu bölgede uzun yıllar içinde oluşturulmuş çıkarları değişmemiştir. Ancak yeni yönetim bu çıkarların nasıl korunacağı konusunda farklı yaklaşım geliştiriyor gibi görünmektedir. 

“Obama gerçekten, İslam dünyası açısından kulağa hoş gelen şeyler söyledi. Seleflerinin dile getiremediği, önemli bazı gerçeklerin de altını çizdi. Geçmişte 
yaşananlarla mevcut durumu kıyaslayarak tutarlı olmaya gayret etti.”154 Obama döneminde ABD’nin Ortadoğu politikasını ve ilişkilerini bölgesel aktörlerin önemli ölçüde etkileyeceği söylenebilir. Bölgedeki devletler ve devlet dışı aktörlerin kendi çıkarları ve ajandaları ABD’nin politikalarını uyguladığı bağlamı oluşturacaktır. 

Örneğin, Irak’taki çeşitli grupların ilişkileri, İran’ın iç politikası ve dış politikasına yansımaları, İsrail hükümetinin politikaları, Filistin’de el-Fetih ve Hamas arasındaki ilişkiler zaman zaman ABD politikalarından etkilense de kendi dinamiklerini yaratacaklardır. Soğuk Savaş yıllarında olduğu gibi, Soğuk Savaş sonrası dönemde de ABD’nin Ortadoğu’da düzen oluşturma çabaları bu gerçekle yüz yüze gelmiştir ve gelmeye de devam edecek görünmektedir.155 

Bu bölümde ABD’nin Ortadoğu bölgesinde yürüttüğü politikaların belli başlı örnekleri üzerinde durulmuştur. Özellikle Afganistan ve Irak işgalleri neden ve 
sonuçları ile incelenmiş, işgal öncesi yapılan söylemlerle, sonradan ortaya çıkan sonucun çeliştirildiği gösterilmeye çalışılmıştır. Bu örneklerle ABD’nin Ortadoğu’da yürüttüğü politikalarında gösterdiği nedenlerin dışında, gizli bir arka planının olduğu ispatlanmak istenmiştir. 


3.BÖLÜM  BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ (BOP) 

 3.1. BOP’ un tanımı: 

 Başkan Bush ve Yeni Muhafazakâr grup tarafından hazırlanan ve Genişletilmiş Ortadoğu coğrafyasında demokrasi yönünde rejim değişikliğini öngören Büyük 
Ortadoğu Projesi, önceleri Türk karar vericileri dâhil, bölgenin demokratikleş mesini arzu eden devletler tarafından açık bir şekilde desteklenmiştir. Demokratik Barış Yaklaşımına dayanan Büyük Ortadoğu Projesi (BOP), aslında bölgenin iç siyasi, ekonomik ve sosyal yapılarında radikal dönüşümü öngörmektedir. Başkan Clinton’dan farklı olarak Başkan Bush ve ekibi, askeri yöntemleri kullanarak, kısa sürede bölgenin demokratik dönüşümünü sağlamayı hedeflemiştir.156 Atilla Akar BOP için şu değerlendirmelerde bulunmuştur; 

    “Büyük Ortadoğu Projesi, aslında çok eski bir projedir. Ortadoğu’da yer alan bölgelerin bir bütün olarak görülmesi ve bu bölgede otorite sağlayan bir siyasal 
yapılanmanın gerçekleştirilmesi doğrultusunda her dönemde ve her siyasal güç tarafından Ortadoğu’yu genel olarak büyük sınırlar içerisinde ele alan bazı yaklaşımlar ve projeler geliştirilmiştir.”157 

 BOP, Soğuk Savaş sürecinin ardından ABD’nin ortaya attığı Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi’nin bir alt başlığıdır. 1990’lı yılların başlarında ABD Tanzanya’da ve Kenya’da büyükelçiliklerinin bombalanması ile uluslararası terörizme karşı politikalar üretmesi gerektiğini anlayarak bu projeyi başlatmıştır.158 
Bu Kuzey Afrika’nın Akdeniz sınırlarından başlayıp Hindistan’ın batı sınırlarına kadar uzanan geniş bir coğrafyada çoğu Müslüman olan ülkelerin siyasi, hukuki, bilgi, eğitim, ekonomi, sosyal ve güvenlik boyutlarında değişim ve dönüşümlerini hedefleyen kapsamlı bir projedir159. 

Ancak BOP’ un hayat bulması ve uygulanması, bütün dünyayı sarsan ve yeni bir dönemin başlamasına sebep olan 11 Eylül terör saldırılarının ardından olmuştur. 
Küresel terörizmin ile mücadelede, klasik terörle mücadele yönteminin etkili olmadığı anlaşılınca, ABD küresel terörizmin kaynağı olarak gördüğü Ortadoğu bölgesine müdahale etmek amacı ile BOP’ u canlandırmıştır. Afganistan ve Irak’ın işgalleri ile uygulamaya konmuş olan projenin resmi ağızlardan ilk ilanı İsviçre’nin Davos şehrinde yapılan Dünya Ekonomik Forumu’nda ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney tarafından 24 Ocak 2004 tarihinde yapılmıştır.160 

 Başkan Bush dönemine yön veren Yeni Muhafazakârlar, ABD tarafından uygulanan demokrasinin bütün ülkeler açısından en ideal bir yönetim tarzı olduğunu, dünyaya demokrasinin, özgürlüğün yayılması gerektiğini ve bu görevin Tanrı tarafından, ABD’ye verildiğini savunmaktadırlar. 

Bunun yanı sıra bir zamanlar Almanya ve Japonya’ya nasıl özgürlük götürdülerse, şimdi de aynı görev, başta Ortadoğu olmak üzere diğer bölgelere götürülmesinin gerektiğin, SSCB’nin yıkılmasından sonra, ABD’ye meydan okuyacak bir gücün kalmamasından dolayı, ABD liderliğinde tek kutuplu bir dünyanın kurulması gerektiğini söylemektedirler. Yeni Muhafazakârlar, diktatör rejimlerin askeri müdahalelerle değiştirilmesini başta İsrail olmak üzere, müttefiklerine her türlü desteğin verilmesini ve ABD’nin dış politikada aktif, müdahaleci bir rol üstlenmesi gerektiğini, savunmaktadırlar. 
Yeni Muhafazakârlar, İsrail’in sağcı politikalarını da desteklemektedir. Filistin’e verdiği destekten dolayı sorun çıkaran Suriye, İran ve Suudi Arabistan’daki rejimlerin devrilmesini istemektedirler.161 

 Bush’un iktidar döneminde ABD dış politikasına yön veren muhafazakâr kesime karşı yeni liberal fikirlerin savunucusu olan Ronald Asmus’un Kenreth Pollack ile 
birlikte kaleme aldığı makalesinde BOP ile ilgili önemli bilgiler mevcuttur. Washington 

Post gazetesinde 22 Haziran 2003’te yayımlanan “Ortadoğu’nun Neoliberal Açıdan Ele Alınışı” (The Neoliberal Take on the Middle East) isimli makalede, Ortadoğu’nun tehditlerden arındırılarak istenilen şekle gelebilmesi için uygulanması gereken proje NATO’nun soğuk savaş döneminde SSCB’ye uyguladığı projenin bir benzeri olmak zorundadır. Uygulanması gereken bu proje uzun vadeli olmakla beraber kuvvet uygulaması içermemelidir. Çünkü Ortadoğu’yu kuvvet uygulayarak istenilen seviyeye getirmesi imkânsızdır. Ancak ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasi açılardan geliştirilmiş bir proje Avrupalı müttefiklerle beraber uygulandığı takdirde Ortadoğu’da sonuç alınabileceği ifade edilmiştir.162 

 Irak’ın işgalinin ardından gündeme gelen ve çok geniş bir alanı etki altına alması hedeflenen bu proje ile petrol, su ve doğal gaz gibi maddelerin hem kaynaklarını hem de nakil yollarını kontrol altında tutulması amaçlanmıştır. Bu sayede ileride rakip olması ya da tehlike arz etmesi muhtemel olan güçlerin önü kesilecek bu şekilde de hangi devletin güçlenip hangisinin güçlenmeyeceğine bizzat kendileri karar verebileceklerdir. Barındırdığı bunca avantajın yanı sıra enerjiye artan ihtiyaç, devletlerin istikrarsızlıkları, petrol kaynağı ülkelere ulaşmadaki artan zorluk derecesi ve dünyanın tamamına hükmetme arzusuna sahip çeşitli güçler Ortadoğu’da söz sahibi olmanın önemini oldukça arttırmıştır. 163 

 ABD’nin bu projesinde işi organize edecek devlet İsrail, model devlet ise Türkiye olacaktır. ABD ise sadece gerektiği anlarda tetikleme ya da organize etme gibi 
müdahalelerde bulunacaktır. Bu şekilde ABD’nin 90’lı yıllarda sıkça telaffuz ettiği Yeni Dünya Düzeni ile elde edeceği küresel hâkimiyetin bölgesel alanda tatbiki 
sağlanmış olacaktır. 
ABD 1990’lı yıllarda Sovyet Birliği’nin yıkılmasından sonra dünya sahnesinde yalnız kalmış ve Ortadoğu bölgesindeki faaliyetlerini artırarak, bölgede hâkimiyet sağlamak için elde ettiği bu fırsatı yaygın politikalar üreterek kullanmıştır. Bu politikalar BOP’ u oluşturmuştur.164 

 Benzer olarak Bill Clinton 1997 yılında “Yeni bir Yüzyıl için Ulusal Güvenlik Stratejisi” adı verilen belgeyi imzalamıştır. Belgenin özü ABD çıkarlarına dayanan ekonomik milliyetçiliğin, gerekirse silah gücüyle dünyaya egemen kılınması üzerine bina edilmiştir. Aynı belgede şu cümleler yer almaktadır; 

“200 milyon varillik petrol rezerviyle Hazar Denizi bölgesi (Türkmenistan, Kazakistan, Özbekistan, Kafkasya, İran, Kuzey Irak, Doğu ve Güneydoğu Anadolu) dünyanın artan enerji talebini karşılamada önemli bir rol oynamaya adaydır... Kendi petrol kaynaklarımız tükeneceğinden bu bölgedeki kaynaklara ulaşmak, ABD'nin yaşamsal çıkarlarından biridir.”165 

Bu belgeyle ABD’nin Ortadoğu’daki her faaliyetinin petrole egemen olma maksatlı olduğu anlaşılmaktadır. 

 Görüldüğü üzere BOP’ un asıl hedefi ABD’nin Ortadoğu bölgesindeki tüm petrol kaynaklarına hâkim olma isteğidir. Buna rağmen ABD projeyi hümanist temellere oturtmaya çalışarak, projenin maksadının bölgeye daha fazla demokrasi ve özgürlük getirmek olduğunu iddia etmektedir. ABD, aynı zamanda proje kapsamında eğitim, terör ve ekonomik sorunlarında halledileceğini ifade etmektedir. Gelinen noktada proje kapsamında işgal edilen Irak’ta ve Taliban tasfiyesi için müdahaleye maruz kalan Afganistan’da bir milyonun üzerinde can kaybı ve milyonlarca insanın mülteci durumuna düştüğü görüldü. ABD’nin demokrasi söylemlerine inanan ve müdahaleleri destekleyen bu ülkelerin vatandaşlarının, yaşam güvencelerinin eskiye nazaran kötüye gittiği günümüzde daha iyi anlaşılmaktadır.166 

3.2. BOP coğrafyasının kapsamı ve özellikleri: 

 Büyük Ortadoğu Projesi yüzölçümü çok geniş alan bir alandaki ülkeleri kapsamaktadır. Sınırları doğuda Orta Asya ve Moğolistan, batıda Fas, Moritanya, kuzeyde Kafkasya ve Türkiye, güneyde Arap dünyasından Somali'ye kadar uzanır. Bu sınırlar içindeki ülkelerin büyük çoğunluğu Müslüman olsa da proje bütün İslam ülkelerini kapsamamaktadır. BOP bu geniş coğrafyada 23 ülkeyi kapsamaktadır. Bu ülkeler şunlardır: Moritanya, Fas, Cezayir, Tunus, Libya, Mısır, Sudan, Lübnan, Filistin, Ürdün, Suriye, Türkiye, Irak, Kuveyt, Suudi Arabistan, Bahreyn, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Umman, Yemen, İran, Pakistan ve Afganistan. Bütün bu ülkelerin ya petrol ve doğal gaz gibi enerji kaynaklarına sahip olması ya da bu enerji kaynaklarının nakil hattı üzerinde bulunuyor olması dikkat çekicidir.167 



 BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ HARİTASI168 

 Projenin orijinal halinde Türkiye hedef ülke olarak kapsam dâhilinde iken Türkiye’nin tepki göstermesi ve NATO üyeliği, AB adaylığı, laik ve demokratik bir ülke olma özellikleri dikkate alınarak Türkiye kapsam dışına çıkartılıp model ülke konumuna getirilmiştir.169 Eski CIA Ortadoğu Masası uzmanı Graham Fuller Türkiye’nin model ülke olası hususunda şu açıklamayı yapmaktadır; 

“ Ben çok umutluyum. Çünkü bu bölgede genel olarak Türkiye kadar demokratik bir ülke yok. Arap ülkelerinde yoktur. Kafkaslarda yoktur. 
Balkanlarda çok zayıftır. Yunanistan hariç çok zayıf demokrasiler vardır. O bakımdan Türkiye kedini çok iyi bir model olarak görebilir.”170 

Ünlü ekonomist ve düşünür Francis Fukuyama Türkiye’nin model olması konusunda “Türkiye öteki Müslüman ülkelere karşı başarılı bir model oluşturmuştur. İslam dünyası için en iyi model Türkiye’dir.” açıklamasını yapmıştır.171 

 Büyük Ortadoğu projesinin coğrafyasını inceleyecek olursak bölge, tarihin başlangıç noktası sayılan yazının bulunmasından bu yana bir yandan insanoğlunun meydana getirdiği medeniyetin beşiği olmuş, diğer yandan dünyanın diğer bölgelerinde gelişen medeniyetlerin yayılmasında kavşak noktasını teşkil etmiştir. Atlas Okyanusu'ndan Akdeniz'e, Akdeniz'den de Hint Okyanusu'na açılan önemli geçiş yollan bu bölgededir. Güney Avrupa, Kuzey Afrika ve Orta Doğu'ya kıyısı olan Akdeniz, dünyanın en önemli jeostratejik denizlerinden birisidir. Akdeniz, dünyanın neredeyse merkezinde yer almaktadır ve enerji kaynaklarının güvenliği için büyük önem arz etmektedir. Ayrıca, hem doğu hem de batı ile ilgili yapılan ticaretle ilgili olarak gemilerin büyük bir çoğunluğunun bu bölgeden geçmesi bölgenin İktisadi ve siyasi açıdan önemini bir kat daha arttırmaktadır.172 

 Büyük Ortadoğu Projesi kapsamındaki ülkelerde yaşayan insanlar çoğunlukla İslam’a inanmaktadırlar. Müslümanlar, Sünni, Şii ve Vehhabi olmak üzere üçe 
bölünmüştür. Bölgede sayıca fazla olan Müslüman nüfusun yanı sıra İsrail, Lübnan, Irak ve Suriye’de Yahudi ve Hıristiyanlar da yaşamaktadır. Musevilik, Hıristiyanlık ve İslam için kutsal kabul edilen ve üç din için de büyük önem arz eden Kudüs bu bölgede bulunmaktadır.173 

 Bölgenin sergilediği genel özellikler eğitimsizlik, hızlı nüfus artışı, göç, antidemokratik yönetimler, teröre kaynaklık etme, süregelen anlaşmazlık ve 
çatışmalardır. Bölgedeki despot yönetimler nedeniyle bölge geri kalmıştır ve gelir dağılımı oldukça düşüktür. Bölgede yaşayan halkın üçte biri günde iki dolarda daha az bir gelire sahiptir. Bölgedeki çatışma ve savaşlar hala devam etmekte; Akdeniz'in iki tarafındaki ekonomik farklılık giderek daha da artmaktadır.174 

 Bölgenin öne çıkan eksiklerden biri de demokrasi ve insan haklarıdır. Büyük Ortadoğu Projesinde yer alan ülkeler incelendiğinde tam anlamı ile Batılı anlamda demokrasi ile yönetilen ülke bulunmamaktadır. Bugün dünyayı kasıp kavuran Arap ayaklanmalarının da temel nedeni olarak insanların demokrasi talepleri olarak gösterilmektedir. 

 ABD’ye göre, bölgede devam eden olumsuzluklar, bölgenin kötü yönetilmesin den kaynaklanmaktadır. Politik ve ekonomik durum açısından kötü durumda olan Büyük Ortadoğu ülkelerine rağmen İsrail, var olan bütün kötü örneklere karşı bünyesinde farklı özellikleri barındıran iyi bir örnektir. Yüzeysel alan olarak bütün bölgenin yüzde 0,1’i olan İsrail, yalnızca 20 bin kilometrekare ve 6 milyon insanıyla, GSMH’nın yüzde 10’unu oluşturmaktadır. Kökene inildiği zaman Musevilerin de, Araplar gibi Sami kavminden oldukları görülür. Eski zamanlarda Araplar gibi kabileler halinde yaşayan Musevilerin günümüzde Araplarla aralarında büyük farklılıklar oluştuğu görülmektedir. Özellikle Din, eğitim, demokrasi ve daha çok da kültürel alışkanlıklar açısından farklılıklar öne çıkmaktadır.175 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI


147 Yalım Eralp, Obama’nın Konuşması: Ankara-Kahire Farkı, 
 http://www4.cnnturk.com/Yazarlar/YALIM.ERALP/Obama.nin.Konusmasi.Ankara.Kahire.Farki/39.490/index.html, 08.06.2009, 25.02.2014 
148 Dünya Bülteni, Barack Obama’nın ilk röportajı, 
http://www.dunyabulteni.net/index.php?aType=haber&ArticleID=64993, 30.01.2009, 25.02.2014, 
149 Barack Obama’nın Kahire konuşması, 
http://xa.yimg.com/kq/groups/17875166/445506459/name/Barack+Obama%26%2339%3Bs+Cairo+speech.doc, 04.06.2009, 25.02.2014, 
150 Aydoğan Vatandaş, Arabulucu Amerika Konuşmaları, Kara Kutu Yayınları, İstanbul, (2012) , s.52 
151 Başkan Obama’nın TBMM’deki Konuşması, 
http://www.yenidenergenekon.com/98-baskanobamanin-tbmmdeki-konusmasi-turkce-tam-metin/#sthash.GWHxrEo0.dpuf, 07.04.2009, 25.02.2014, 
152 Hüsnü Mahalli, Ortadoğu’da Kanlı Bahar, Destek Yayınevi, İstanbul, (2012), s.106 
153 Altunışık, A.g.m, s.79 
154 İsmail Kapan, Irklar, Dinler ve Mezhepler Mozaiği Ortadoğu’da Bahar Sancısı, Babıali Kültür yayınları, İstanbul, (2012), s.225 
155 Altunışık, A.g.m, s.80 
156 Neziha Musaoğlu ve Ertan Efegil, “ Ortadoğu’da Büyük Ortadoğu Projesi uygulanabilir mi?”, s.2, 
http://www.akademikortadogu.com/belge/ortadogu2%20makale/neziha_musaoglu_ertan_efegil.pdf, 18.03.2014 
157 Atilla Akar, Büyük Ortadoğu Kuşatması, Timaş yayınları, İstanbul, (2004), s.101 
158 Günal, A.g.m, s.157 
159 Salim Cöhce, Büyük Orta Doğu Projesi Bağlamında Hindistan ile Orta Doğu Arasındaki Tarihi Bağlar ve Güncel İlişkiler, Gazi Akademik Bakış, Cilt. 2, Sayı 3, 
      (2000), s.65,  http://ataum.gazi.edu.tr/posts/download?id=46822 
160 Cöhce, A.g.m, s.66 
161 Abdullah Şahin, Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye,İstanbul, (2004), s.65 
162 Şafak, A.g.e, s.36 
163 Şafak, A.g.e, s.37 
164 Kaynak-Gürses, A.g.e, ss.12-13. 
165 Büyük Ortadoğu Projesi, http://trtr.facebook.com/note.php?note_id=154231004611127&id=104439666258769, 18.03.2014 
166 Babür Pınar ve Recai Ulutaş, Ortadoğu Yalancı Bahar, Nitelik Kitap Yayınevi, Ankara, (2012), s.199 
167 Günal, A.g.e, s.159 
168 Büyük Ortadoğu Haritası, 
      http://bopnedir.blogspot.com.tr/2013/03/buyuk-ortadogu-projesiharitasi.html, 10.05.2014 
169 Meclis araştırmaları önergesini metni, 
      http://www2.tbmm.gov.tr/d24/10/10-163458gen.pdf,   12.12.2012, 19.03.2014 
170 Hikmet Çetinkaya, Amerikan Mızıkacıları, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul, (2008), s.109 
171 Hikmet Çetinkaya, Soros’un Çocukları, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul, (2007), s.219 
172 Atilla Sandık ve Kenan Dağcı, Büyük Ortadoğu Projesi: Yeni oluşumlar ve değişen dengeler, İstanbul, 2006, s.179 
173 Din dağılımı dünya haritası, 
      http://aygunhoca.com/cografi-haritalar/76-dinsel-haritalar/511-dindagilimi-dunya-haritasi.html, 19.03.2014 
174 A.g.e, s.185 
175 Kemal Evcioğlu, Amerika Birleşilk Devletleri’nin Büyük Ortadoğu Projesi, Umay Yayınları, İzmir, (2005), ss.116-119 

7 CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR




 ***

ORTADOĞU’DA ABD POLİTİKALARI VE BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ BÖLÜM 5

ORTADOĞU’DA ABD POLİTİKALARI VE BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ BÖLÜM 5


2.5. ABD’nin, İran nükleer programına karşı politikaları: 

 Kendine özgü siyasi tarzı, tarihi, zengin enerji kaynakları ve kültürü ile İran; dünyanın tek Şii teokrasisidir. Hem devrimci bir rejime hem de oldukça geleneksel ve muhafazakâr bir topluma sahiptir. Bu yönleriyle İran emsalsiz bir örnektir ve Batı siyasi analizlerinin standart ölçütlerine uymamaktadır. İran dünyada iç dinamikleriyle ön plana çıkmasıyla birlikte jeostratejik önemiyle de ön plana çıkmaktadır. Orta Asya, Hazar Havzası ve Ortadoğu üçgeninin tam ortasında bulunması da İran’ı önemli kılmaktadır. 
İran’ın içinde bulunduğu bölge, enerji kaynakları bakımından, dünyanın kalbi konumundadır.124 İran, yüzyıllar boyunca bulunduğu coğrafyada önder ülke olma iddiasını hiç bırakmamıştır. İmparatorluk, monarşik ya da fundamentalist bütün İran rejimleri Büyük İran sevdasından kurtulamamışlardır. İranlı yöneticiler, özellikle nükleer güç olmak yolunda ilerledikleri sürece, sonuçta gerçekleşmese dahi, Körfez ülkeleri, Kafkasya ve Orta Asya cumhuriyetleri üzerinde önemli bir nüfuza sahip olacakları inancını taşımaktadırlar.125 İran’ın nükleer enerji politikası dış politikasının bir uzantısıdır. İran dış politik tutumunu bölgesel ve küresel tehdit ve fırsatları da göz önünde bulundurarak belirlemektedir. İran nükleer çalışmalarının politik tutumlarla beslemekte ve politik yöntemleri kullanarak geliştirmektedir. 
İran’ın konuya dair tutumu savaşa varmayan bir çatışma örneği olarak varlığını sürdürmektedir. Dış politikasının belirlenmesindeki en etkili unsurlardan biri ABD ile olan ilişkileridir. ABD ve İran arasında 1970’li yıllara kadar iyi ilişkiler söz konusu iken 1979 devrimi ile Humeyni’nin iktidara gelmesi ve ardından İran-Irak Savaşı’nda ABD’nin Irak’ı desteklemesi ilişkilerin adeta kopmasına neden olmuştur.126 

Şah Rıza Pehlevi döneminde, İran-ABD arasında zorunlu bir stratejik birliktelik söz konusuydu. Şah, ABD’nin SSCB’yi gözetlemesine ve Basra Körfezinde ABD 
çıkarlarının korunması için topraklarının kullanılmasına izin vermekte ve buna karşılık ABD, İran’ı bölgesel güç haline gelebilmesi için tüm modern askerî teçhizat ve silahları sağlamaktaydı.127 O dönemlerde ABD’nin Orta Asya'da ilgisini çeken yegâne hedef olan SSCB’nin bu bölgede nükleer silah denemeleri yapmasıydı. 
Bu denemeleri izlemek için uzun süre, İran ve Pakistan'daki üslerden kalkan casus uçaklar Orta Asya üzerinde uçuşlar yaparak bilgi toplamışlardır.128 

Muhammet Rıza Pehlevi, 1973 yılında Arap İsrail savaşı sonrasında Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) kurulmasıyla, dört katına çıkan petrol fiyatları sonucu büyük bir gelir akışına sahip olmuştur. Avrupalı Devletlerin bu alanda sundukları teklifler sonucu, bir açıklama yaparak “gelecek yirmi yılda 20.000 megavatlık nükleer enerji elde etmeyi” hedeflediğini belirtmiştir.129 
İran’ın Basra Körfezi ve Hürmüz Boğazı’ndaki jeopolitik ve stratejik konumu, “nükleer devlet” olmanın ötesinde bir anlam kazandırmaktadır. Gerçek şu ki İran, nükleer reaktörlere ihtiyaç duymayacak durumda olmasına rağmen nükleer alandaki teknolojik gelişmelerden yararlanmak istemiş ve 1960'lı ve 70'li yıllarda ABD dâhil olmak üzere birçok batılı devletten yardım görmüştür.130 Bu alanda, Avrupa ve Amerikan firmaları ile ortak projeler yürütülmüştür. Başkan Jimmy Carter döneminde, ABD firmaları piyasalardaki avantajları kaybetmemek için, ”İran’ın geniş petrol ve doğal gaz rezervleri olmasına karşın, bu kaynaklardan tasarruf yapması ve daha temiz ve daha ucuz enerji olarak sunulan nükleer teknolojiden azami oranda faydalanması” konusunda İran yönetimi nezrinde lobi faaliyetlerinde bulunmuştur.131 

Şah 1979’da, Humeyni yandaşları tarafından devrilmiş ve ülkeden uzaklaştırılmıştır. Bu uzaklaştırmayla birlikte İran'ın bölgedeki rolü de değişmiştir. 
Süreç içerisinde İran ABD ile ilişkilerini koparmış, İsrail için bir tehdit haline dönüşmüş, adeta bölgede dışlanan bir konuma gelmiştir.132 Devrim sonrası İran her hareketi izlenir bir ülke konumuna gelmiş ve gerek coğrafi konumu gerekse dış politikadaki duruşu ile Ortadoğu’nun önemli aktörlerinden biri konumuna gelmiştir. 
Saddam Hüseyin’in bölgedeki karışıklıktan faydalanmak isteğiyle İran’a saldırması ve savaşta kimyasal silah kullanmasıyla başlayan İran-Irak Savaşı’nda 1 milyon civarında insan hayatını kaybetmiş ve yaklaşık 150 milyar dolar tutarında maddi kayıp meydana gelmiştir. Bu savaşta Irak, Batı’dan açık bir destek görmesine rağmen savaşın bir galibi olmamıştır.133 
İslam Devrim sonrasında gerek başa gelen liderlerin politikaları olsun, gerekse sekiz yıl süren İran-Irak savaşı olsun, İran’ın nükleer çalışmaları olumsuz yönde 
etkilenmiştir. Şah döneminde başlatılan nükleer çalışmalar, İslam rejimi yöneticileri tarafından din açısından sakıncalı bulunmuş ve savaş sürecinde yaşanan ekonomik sıkıntılarının da etkisiyle bu alandaki çalışmalar durdurulmuş tur. Bu dönemde, nükleer araştırma faaliyetleri üzerinde herhangi bir gelişme elde edilemediği gibi yarım kalan tesislerin inşasına devam edebilmek için bir girişimde de bulunulmamıştır. İran’ın sahip olduğu rejimin, ABD ve Batı karşıtı olması nedeniyle, nükleer çalışmalar ile ilgili bütün anlaşmalar Batılılar tarafından iptal edilmiştir.134 

İran İslam Devrimi, ABD’yi özellikle iki açıdan güç durumda bırakmıştı. ABD, bir yandan Sovyetlere yönelik en önemli istihbarat alanlarını kaybederken, bir yandan da Basra Körfezi’ndeki petrol kaynakları risk altına girmişti. Öte yandan İran’ın devrim ihracı politikaları Basra Körfezinde istikrarsızlığı tetiklemişti. Hem petrol hem doğalgaza sahip olan bir ülkenin nükleer enerji de üreterek bir enerji merkezine dönüşmesi ABD'nin Bölge'deki çıkarlarına tehdit olarak görülürken, İsrail tarafından da varoluşsal bir tehdit olarak algılanmaktadır. Öte yandan, ABD'nin Basra Körfezi'ndeki Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelerle kurduğu stratejik ilişkiler, İran nezdinde tehdit olarak algılanmakta, İran Bölge'de yalnızlaştırıldığını düşünmekte ve bu psikoloji içinde daha sert söylemlere girme eğilimi taşımaktadır.135 

Enerji kaynaklarının küresel alanda homojen dağılmaması enerjiyi stratejik bir güç yapmakta, bulunduğu coğrafyayı sadece bölgesel değil, küresel güçlerin mücadele alanına dönüştürmektedir. Bu çerçevede, Avrasya coğrafyasının sahip olduğu zengin petrol ve doğal gaz rezervleri, bu bölgenin hayati ve stratejik önemini daha da ön plana çıkarmaktadır. 
Dünyanın en büyük ekonomilerden birine sahip olan ABD’nin, bu enerji kaynaklarına sahip olması, ekonomik üstünlüğünü koruyabilmesi için bir gerekliliktir. 
ABD’nin özellikle İran ile ilgilenmesinin sebebi, İran’ın küresel enerji dengeleri içindeki önemli bir yere sahip olması ve giderek artan enerji ihtiyacını bu geniş 
bölgeden karşılamak istemesidir.136 

Kitle imha silahlarının yayılması, terör örgütlerin elini de güçlendirmektedir. Terörizmle mücadele, kitle imha silahlarının denetim mücadelesi ile iç içe geçmiştir. 
Özellikle 2. Dünya Savaşı sonrasında Orta Doğu bölgesinde kontrol edilemeyen silahlanma yarışı, dünyayı ciddi anlamda endişelendirmektedir. Bu durum, ABD 
şemsiyesinde himayesini sürdüren İsrail’in varlığına ve güvenliğine de büyük bir tehdit oluşturmaktadır. Kitle İmha silahlarının özellikle bu bölgeden bertaraf edilmesi ABD dış politikasının öncelikli hedefleri arasında gelmektedir. 11 Eylül’de Dünya Ticaret Merkezi ve Pentagon’a düzenlenen terörist saldırıları, kitle imha silahlarının terör örgütlerince kullanıldığında ne gibi zararlar doğurabileceğini açıkça göstermektedir. Dolayısıyla, İran’ın bölgesel güç olabilmek amacıyla edindiği başta nükleer silahlarını taşıyabilecek balistik füze sistemleri olmak üzere diğer konvansiyonel silahları uluslararası camiada büyük bir tehdit olarak algılanmaktadır.137 

ABD ve Batı, İran’ın nükleer hesaplarının irrasyonel bir ideolojiden kaynaklandığı nı düşünmektedir. Oysaki İran’ın nükleer hesaplamalarının kaynağı irrasyonel   ideolojiden öte, kendisine yönelik çeşitli tehditlerden kaynaklanmaktadır. İran’ın bölgesel güç olma stratejik doktrininin bir taraftan bağımsızlığına diğer taraftan uluslararası yaşamsal kabul edilen çıkarlarının korunmasına yardım edeceği kabul edilmektedir. Bu durumun sağlanmasının bir yolu olarak da nükleer hesaplar kullanılmaktadır.138 

İran-ABD ilişkilerine son dönemde damga vuran konu İran’ın nükleer faaliyetleri olmuştur. İran’ın nükleer programı neredeyse on yıldır uluslar arası 
gündemin ilk sıralarında yer almaktadır. Bu durum büyük ölçüde İsrail, Batı Avrupa ülkeleri ve ABD’nin İran’ın nükleer programının silah yapmaya dönük olduğu iddiasından kaynaklanmaktadır.139 Bu sorun için UAEK dışında BM’ye bağlı diğer organlar eksenli süreçte ise yaptırım kararları ve bununla ilgili çalışmalar dikkati çekmektedir. BM nezdinde yürütülen çalışmalarda ABD, İran’a yaptırım uygulanmasını en güçlü şekilde destekleyen BMGK üyesi iken Çin ve Rusya ise aynı platformda İran’a ağır yaptırımlar uygulanmasına yanaşmamakta, hatta karşı çıkmaktadırlar. 

Silahsızlandırma ya da KİS’lerin ortadan kaldırılması, BM’nin öncelikli hedeflerindendir. BM’nin desteği ile nükleer silahlardan arınmış bölgelerin kurulması üzerine antlaşma, genişletilmiş nükleer denemeleri yasaklayan antlaşma ve nükleer silahların sınırlandırılması anlaşması gibi geniş çaplı antlaşmaların yapılması sağlanmıştır. Hatırlanacağı üzere 1963’de nükleer denemelerin kısmen yasaklanması antlaşması ile nükleer denemelerin atmosferde, uzayda ve su altında yapılmasının 
yasaklanması ve 1968’de NPT anlaşması yapılmıştır. Süreci takiben 1992’de, Kimyasal Silahlar Anlaşması ile kimyasal silahların kullanımı, stoklanması ve üretilmesi yasaklanmıştır. 1996 yılında ise nükleer denemeleri yasaklayan antlaşma ile tüm yeraltı nükleer denemelerinin yapılmasını yasaklayacak şekilde kapsam genişletilmiştir.140 

Bu bağlamda, BM’nin İran’a yönelik politikasının birtakım kilometre taşları vardır ve bunlar BMGK’nın kararlarıyla atılmıştır. Bu kararların önemlilerinden bazıları 
şunlardır. İran’ın uranyum zenginleştirme çabalarıyla bağlantılı ve yeniden işleme faaliyetlerini durdurmasını talep eden BMGK’nın UNSCR 1737(2006) sayılı kararıyla; 
İran’a hassas nükleer materyal, teknoloji ve balistik füzelerin doğrudan veya dolaylı olarak satışı yasaklanmış ayrıca UAEK tarafından tespit edilecek olan hassas nükleer çalışmaların derhal askıya alınmasını amaçlanmıştır.141 

BMGK’nın UNSCR 1747(2007) sayılı kararıyla; Tahran üzerindeki ekonomik ve ticari yaptırımlar genişletilmiştir. Dönemin İran Cumhurbaşkanı söz konusu kararı, geçersiz bir kâğıt parçası olarak tanımlamıştır. BMGK, ilave yaptırımlar öngören UNSCR 1803(2008) sayılı kararı ile UNSCR 1835(2008) ve UNSCR 1887(2009) sayılı kararları, genel olarak İran’dan uranyum zenginleştirme faaliyetlerine son vermesini, NPT antlaşmasının Ek Protokolü’nü imzalamasını ve UAEK ile işbirliğini artırmasını talep etmektedir. Haziran 2010 tarihinde, UNSCR 1929(2010) sayılı BMGK kararı ile İran’ın nükleer faaliyetleri ve nükleer silah sistemi geliştirme çabaları hedef alınmakla birlikte daha sıkı mali kısıtlamalar, genişletilmiş kargo kontrolleri ve genişletilmiş silah ambargosunu da içeren yaptırımlar kabul edilmiştir.142 

2002 yılında Ulusal Direniş Konseyi’nin eski bir üyesi ve Tahran‘da önde gelen muhaliflerden Alireza Jafarzadeh, İran rejimi içerisindeki sağlam kaynaklardan edindiği bilgilere dayanarak Natanz ve Arak’taki iki gizli nükleer tesisin olduğunu ifşa etmiştir. 

Bu açıklamaların ardından ABD, İran’ı nükleer silah yapmaya teşebbüs etmekle suçlamış ve nükleer kriz süreci başlamıştır. Haziran 2003 tarihinde Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) Başkanı Muhammed El Baradey, İran’ın belirli nükleer materyaller ve faaliyetlerinin raporunu vermediğini açıklamış ve ülkeden işbirliğinde bulunmasını istemiştir. Ancak hiçbir noktada İran’ın NPT’den doğan yükümlülüklerini ihlal ettiğini açıklamamıştır.143 

2005 yılında Ahmedinejad’ın cumhurbaşkanı olarak seçilmesinin hemen ardından İsrail haritadan silinmelidir ifadesi ile beraber gerek dış politikası gerekse 
nükleer politikasında İran, sert ve uzlaşmadan uzak bir tutum sergilemeye başlamıştır. Ahmedinejad dönemi ile İran, 1989‘da Rafsancani ile başlayan ve 1997 ve 2005‘e kadar Hatemi ile pekişen Batıyla pragmatist uyum geleneğinden kopmaya başlamıştır. 

Hatemi tarafından uygulanmaya çalışılan ve Batı dünyası ile diyalog kurarak Batıyla yakınlaşma düşüncesi Ahmedinejad döneminde terk edilmiştir. 
Ahmedinecad’ın bu tutumu ve politikaları ile nükleer silah meselesi İran-ABD arasında adeta bir düello malzemesi haline gelmiştir. 
Eylül 2005’te Ahmedinecad BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada, ülkesinin barışçıl amaçlı nükleer enerji çalışması yürütme hakkından vazgeçmesinin söz konusu olmadığını söylerken Amerikalı yetkililer de İran konusunu, UAEA’nın oyuyla BM Güvenlik Konseyi‘ne taşımayı öngördüklerini açıkladılar. 

Mart 2006‘da açıklanan Amerikan Ulusal Güvenlik Strateji Belgesinde, İran öncelikli tehdit olarak tanımlandı ve İran NPT’nin Güvenlik Denetimi yükümlülüklerini ihlal etmekle ve nükleer programının tamamen barışçıl amaçlar için olduğunu objektif bir şekilde kanıtlayamamakla suçlanmıştır.144 

 İran ile Batı dünyası arasındaki gerilim 2006 yılından sonra her geçen gün giderek tırmanmaya devam etti. ABD yönetimi İran’ın yükümlülüklerini yerine 
getirmediğini ileri sürerek İran‘a karşı yaptırımlar uygulanması konusundaki tezini Obama döneminde hayata geçirdi. Ancak yaptırımlar konusunda BM çatısı altında ABD adım atmadan önce 17 Mayıs 2010 tarihinde Brezilya ve Türkiye’nin katılımı ile Tahran 

Deklarasyonu adı verilen bir anlaşma imzalandı. Anlaşma, İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad ile Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ile Brezilya 
Cumhurbaşkanı Luis İnacio Lula Da Silva tarafından Tahran'da imzalandı. Anlaşma uyarınca, İran bir hafta içinde UAEK’ya bilgi verecek, Viyana Grubu'nca onaylanırsa 1.200 kg düşük düzeyde zenginleştirilmiş uranyum Türkiye’ye nakledilecektir. Bu malzeme Türkiye'de kaldığı süre içinde İran’ın malı olmaya devam edecek, Tahran ve UAEK güvenliği denetlemek üzere gözlemci gönderilebilecek, Viyana Grubu 1 yıl içinde İran'a 120 kg nükleer yakıt sunacak, İran, Türkiye'den uranyumu hızla ve koşulsuz olarak iade etmesini isteyebilecek.145 

Ancak Tahran Deklarasyonu ABD’yi memnun etmedi ve ABD Haziran 2010‘un başında BM Güvenlik Konseyi’nde Çin ve Rusya’yı da ikna ederek İran‘a tarihinde dördüncü kez yaptırımları uygulamaya başladı. 2013 yılında cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturan Hasan Ruhani katıldığı Davos Dünya Ekonomi Forumu’nda, Kasım ayında Birleşmiş Milletler Nükleer Dairesi ile yaptığı anlaşma uyarınca ülkesindeki uranyum zenginleştirmesini %20 azalttığını duyurmuştur. Hasan Ruhani’nin ılımlı tutumu ve müzakerelere açık duruşu neticesinde AB İran’a uyguladığı yaptırımları 6 ay süreyle askıya almıştır.146 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

124 Zafer Akbaş ve Adem Baş, “İran'ın Nükleer Enerji Politikası ve Yansımaları”, History Studies, 
http://www.historystudies.net/DergiPdfDetay.aspx?ID=594 , 2013, 16.03.2014 
125 Mustafa Kibaroğlu, “İran Bir Nükleer Güç Mü Olmak istiyor?”, Avrasya Dosyası-İran Özel Sayısı, (1999), Cilt. 5, Sayı.3, s.13 
126 Zafer Akbaş, Irak Sorununun Uluslararası Boyutu ve Türkiye, Barış Kitap, Ankara, (2011), s. 65 
127 Dilek Aydın ve Arif Tekbıyık, “İran Nükleer Programının Türkiye’nin Güvenliğine Etkileri”, Güvenlik Stratejileri Dergisi, (2007), s. 109 
128 Akbaş-Baş, A.g.m, s.26 
129 Mustafa Kibaroğlu, “İran’daki Gelişmelerin Türkiye’nin Güvenliğine Etkileri ve Alınabilecek Tedbirler”, 
      http://www.mustafakibaroglu.com/sitebuildercontent/sitebuilderfiles/Kibaroglu-HarbAkademileri-Sempozyum-Iran-Mart2006.pdf     s.2, Mart 2006, 16.03.2014 
130 Kibaroğlu, A.g.e, ss.271-282. 
131 Aydın-Tekbıyık, A.g.m, s.109 
132 Tuğçe E. ÖZTÜRK, “Yeni Dönem Türkiye - ABD İlişkileri: Fırsatlar ve Riskler”, 
       http://www.tasam.org/Files/PDF/abdsonucraporu.pdf, s.29, 16.03.2014 
133 Ali Bülent Uşaklı, “Savaşın Dönüşümünde Teknolojik Gelişmelerin Etkisi”, Atılım Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, (2007), s.121 
134 Arif Keskin, İran’ın Nükleer Çabaları: Hedefler, Tartışmalar ve Sonuçlar, TURKSAM, 
       http://akademikperspektif.com/2012/01/10/iranin-nukleer-cabalari-hedefler-tartismalar-ve-sonuclar/,   10.01.2012, 16.03.2014 
135 E. Öztürk, A.g.m, s. 31 
136 Aydın-Tekbıyık, A.g.m, s.115 
137 A.g.m, ss.115-116 
138 Akbaş-Baş, A.g.m, s.31 
139 Bayram Sinkaya, “İran’ın Nükleer Programına Arap Ülkelerinin Yaklaşımı”, Ortadoğu Analiz, Cilt: 2 Sayı: 15, 2010, s. 88 
140 Birleşmiş Milletler Kamusal İletişim Dairesi, Birleşmiş Milletler Hakkında Her şey, 
      http://www.unicankara.org.tr/everything_Turkish_final.pdf, s.36, 16.03.2014 
141 Arzu Celalifer Ekinci, İran Nükleer Krizi, USAK Yayınları, Ankara, (2009), s.115 
142 Akbaş-Baş, A.g.m, s.30 
143 Ekinci, A.g.e, ss.15–20 
144 Talha Köse, “İran’ın Nükleer Programı ve Orta Doğu Siyaseti Güç Dengeleri ve Diplomasinin İmkanları”, SETA Yayınları, Ankara, (2008), s. 23, 
       http://file.setav.org/Files/Pdf/iran-nukleer-programive-orta-dogu-siyaseti-guc-dengeleri-ve-diplomasinin-imkanlari.pdf, 16.03.2014 
145 Türkiye, İran anlaşmasının neresinde? 
      http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2013/11/131126_iran_turkiye.shtml, 26.11.2013, 15.03.2014 
146 Hasan Ruhani: Nükleer program konusunda gerekli tüm adımları atmaya hazırız, 
      http://tr.euronews.com/2014/01/23/hasan-ruhani, 23.01.2013, 24.02.1024 

6 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR



***