10 Ocak 2016 Pazar

Gerçek Türkiye ve Naylon Türkiye





Gerçek Türkiye ve Naylon Türkiye 


EROL MANİSALI
21 ARALIK 2001 CUMA 

Son 20 yılda gerçek Türkiye'den naylon Türkiye'ye 200 milyar dolar civarında " Kaynak aktarıldı ". 
Nasıl mı? Teşviklerin çoğu " haksız kazancı beslemenin bir vasıtası " oldu. 
Kamu ihaleleri yolu ile belirli gruplara kaynak aktarıldı. 
İşletme imtiyazları ve özelleştirmeler yolu ile " iç ve dış çıkar çevrelerine " kamudan kaynak aktarıldı. 

İç pazar ÇUŞ'un tekeline açıldı ve onların yerli ortakları ile bırlikte, " haksız rekabet kazançları " elde etmeleri sağlandı. 

Ve bu yabancı şirket egemenliği (tekelciliği), rekabet adına verilmiş oldu! 
Bankacılıkta ve mali sıstemde, bazı gruplara, dolaylı yoldan kaynak aktarılmış oldu. 
Ekonomik istikrar programı adı altında yürütülen operasyonların hemen hepsinde, " Bazı büyük gruplara " haksız kazanç sağlanmıştır. 

Kaynak aktarmanın kurumsal bir altyapısı da, 6 Mart 1995'te Avrupa Birliği'ne verılen tek taraflı imtiyazlarla ortaya çıktı; Türkıye'den dış dünyaya (ve AB'ye), 
dış ticaret açıkları yolu ile " Haksız kazanç sağlama ortamı " hazırlandı. 
Kaynak transferı ile belirli çevrelere sağlanan haksız kazancın, yurtdışına çıkarılmasına imkân yaratıldı, 100 milyar dışarıya gitti. Kurtarıcı mucize yaratamadı,

 Türkiye'deki dar bir sermaye çevresine ve dış ortaklarına bu bedel, " Gerçek Türkiye'nin sırtından" yapıldı. Işte bu nedenle sanayi ve tarım geriledi, yabancılar iç pazara egemen oldular; bu nedenle dış borç 120 milyar dolara dayandı, Kamu dengeleri altüst oldu: Işsizlik bu nedenle büyüdü, ekonomi bu nedenle Cumhuriyet tarihinin en büyük daralmasını ve krizini yaşar hale geldi. 
   _ Naylon Türkiye'nin, koskoca gerçek Türkiye'yi kendi yararına, kendi çıkarına ıdare etmesi yüzünden Türkiye bugün de dar bir büyük sermaye grubu ile bunların dış ortaklarının güdümündedir. 

Bunların güdumünde olmasa idi, 1995' te bir sömürge belgesı imzalanır mıydı? 1999 ve 2000 yıllarında " Ağır Ön koşullarla " donatılmış Katılım Ortaklığı Belgesi'ne, göstermelik adaylığa evet denebilir miydi? Bugün de, Türkiye AB ilişkilerinde, tam üyelik konusunda hiçbır ciddi ilerleme olmamasına rağmen aynen 6 yıl, 10 yıl, 15 yıl öncesinde olduğu gibi siyasiler ve medya, gerçek Türkiye'yi yanıltabilmek tedirler. Bu da, " Sahte Türkiye'nin gerçek Türkiye 'yı halen yönetmekte olduğunu " Göstermiyor mu? 
Naylon Türkiye'nin Türkiye ile bir ilgisi bulunmuyor; bu sahte Türkiye dışardaki güç odaklarının Türkiye'ye uzanan bir eli durumundadır. Son yirmi yıl içinde gelişiyoruz derken, " Türkiye'nin Cumhuriyet tarihindeki en büyük Ekonomik Krizin içine sürüklenmesinin arkasında, Sahte Türkiye'nin eli " bulunmaktadır.

Naylon Türkiye'nin gündemindekiler... 

Sahte Türkiye'nin gündeminde İşçi, Çiftçi, Memur yoktur; Esnaf da yoktur, Ulusal Sanayici de bulunmaz. 

Buna karşılık ÇUŞ'un Türkiye Piyasasında egemenliği vardır. Türkiye'nin, " İçerideki bazı büyük sermaye çevreleri ve dışarıdaki güç odaklan ile ortak yönetimi vardır". 

Özelleştirmeler, Büyük ihaleler gündemdedir. Naylon Türkiye'de gerçek Türkiye'nin sorunları yer almaz. 
Zaten bu nedenle Türkiye büyük bir ekonomik krizin içine gelmiştir; daha doğrusu Naylon Türkiye'nin yönetimi tarafından getirilmiştir. 
    İçerdeki dar bir güç odağı ve dış ortakları yavaş yavaş büyük bunalımın alt yapısını hazırlamışlardır. 

Sahte Türkiye, yani Azınlıktaki güçler egemen oldukları için gerçek Türkiye kaybetmiştir. 

Naylon Türkiye ise hep kazandı. 

Çıkış yolu toplumsal demokrasidir. Yani gerçek Türkiye'nin iktidara gelmesidir. Yeni bir uyanış gerçek Türkiye'yi iktidara getirmez ise Türkiye Örtülü bir Sömürge olmaktan kurtulamaz.

EROL MANİSALI
CUMHURİYET..
21 ARALIK 2001


..

KAFESTEKİ CUMHURİYET VE KEMALİZM



KAFESTEKİ CUMHURİYET VE KEMALİZM


EROL MANİSALI
Haziran 2004
MÜDAFAA - I HUKUK


Atatürkçü düşüncenin (veya Kemalizm) içini doldurmaz boş bırakırsak, işte o zaman Kemalizm ve Cumhuriyete ihanet etmiş oluruz.

Biz laikiz, biz Cumhuriyetçiyiz, biz halkçıyız, biz ulusalcıyız demek yetmez. 21. yüz yılın başındaki Türkiye için bu ifadelerin içini işlemek, somuta indirgemek, boş çuval gibi bırakmamak gerekir.

Boş çuval gibi bıraktığımız zaman birileri alır o boş çuvalı bizim kafamıza Süleymaniye’de olduğu gibi geçiriverir.

Bugün Kemalizmin anlamı, bir taraftan Türkiye’nin Batı? kapitalizminin postmodern sömürgesi haline getirilmesini önlemek için çaba göstermek, öte yandan, 
" İçimizdeki İşbirlikçileri " Tasfiye edecek politikalar üretmek ve uygulamaya sokmaktır.

Bu iki " Temel hedef " ortaya konmadan ve anlaşılmadan Laikiz, Çağdaşız, Cumhuriyetçiyiz, Halkçıyız, Atatürkçüyüz söylevleri, " Gardrop Atatürkçülüğü " olmaktan öteye gitmez. Kemalizmi " Esas mesele " ile birlikte, " Esas sorun " ile birlikte algılamak ve çağdaşlık, laiklik, özgürlük gibi hedefleri " Esas mesele " ile birlikte çözmek gerekir. 

Çünkü, " Esas mesele" halledilemez ise ne laiklik, ne özgürlük, ne de demokrasi hedefine ulaşılır. .

Batı kapitalizminin Türkiye üzerindeki sömürgeci dayatmaları engellenmeden ve uzantıları tasfiye edilmeden hiçbir şey yapılamaz. .
Bu iki sorun ilerlerken, biz laikiz, biz halkçıyız, biz Cumhuriyetçiyiz, biz özgürlüklerden yanayız demenin anlamı yoktur. Sadece bu ifadelerde kalmak, bir kafesin içindeki kuşun " Uçma özgürlüğü " ile eşanlama gelir. Kuşu kafese koyduktan sonra, " Sen kafesin içinde istediğin kadar uçabilirsin, Uçmakta özgürsün " diye alay ederler.


’' Esas Meseleyi ’' anlamak...


Bugün Batıdaki odaklar, kısaca Batı kapitalizmi soğuk savaş sonrasında Türkiye’yi parçalayıp denetimi altına almak istiyor. Yavaş yavaş, sindirte sindirte. 

"Kuşun etrafına kafes örülürken", tabii, uçmakta.özgürsün istediğin kadar uç deniyor Türkiye’ye.

Avrupa Birliği, yarın da içine alamayacağı Türkiye’yi " Himayesi altına " alıp sömürgeleştiriyor. Onun için önce Kıbrıs’ ver, Ege’yi ver, Patrikhane’yi
devletleştir, Ermenilere soykırım yaptım de, KADEK’le masaya otur diyor. Ve alay edercesine, " Önce Kıbrıs ’' , Ege’yi ver ki masaya oturalım" diyebiliyor. Bu gayri ciddi  tutumu, içimizde kimileri bile bile ciddiye alıyorlar.

Ve işin daha da vahim yanı, AB’nin ve ABD’nin içimizdeki uzantııları olan bazı büyük sermaye çevreleri ve bazı siyasi parti liderleri Batı kapitalizminin bu emperyalist oyununu onlarla birlikte oynuyorlar. Bu oyunu ulusalcı ve anti - emperyalist siyasi partilerin, işçi sendikalarının, üniversitelerin, memurun, köylünün, esnafın, meslek örgütlerinin ve tabii Ordunun engellemesi gerekir.

Yani 70 milyon insanın ortak ses vermesi gerekir.

Çünkü bu hareket, Batı kapitalizminin Türkiye’yi yeniden sömürgeleştirmek için giriştiği bir harekettir. Bu harekete karşı çıkmadan ben laikim, ben Cumhuriyetçi yim, ben Atatürkçüyüm demek, " Kafesin içinde uçma talimi yapmaktan başka bir şey değildir ".

" Kimileri " bunu özellikle yapıyorlar. 70 milyon insanı kafesin içine sokulurken, kendilerinin kafesin içine sokulurken, kendilerinin kafesin dışında kalacaklarını? 
düşünüyorlar:

 " Efendilerinin icazeti ile" tabii...

- 1995’te bazı büyük sermaye çevreleri ve bazı " Liberal " Politikacılar, Batı kapitalizmi adıına Gümrük Birliği ile, " Türkiye’yi kafesleme " operasyonu’nun ilk adımını attılar.  Bu soğuk savaş sonras?nda Türkiye üzerindeki Batı, operasyonu nun ilk önemli kurumsal hamlesi idi.

- 2000’ li yıllarıda kimi büyük sermaye çevrelerine köktenci siyasiler de " Aynı Misyon " doğrultusunda katıldılar. Irak’a asker gönderilmesi 1995’ ten sonraki ikinci önemli gelişmedir. Başlattıkları işi tamamlamak, istiyorlar.

Türkiye Irak’a Asker göndermiyor; Irak’ işgal eden ABD’nin emrine kuvvet tahsis etmiş oluyor. Eğer asker gönderilirse " Askerlerimiz, işgalci ülke ABD komutasında, Irak ( ve Arap ) halk ile çatışmaya itilecektir ". Türkiye Batı’nın bizim için hazırladığı kafesin içine tamamen sokulmuş olacaktır.

Türkiye’nin Batı kapitalizmine tek yanlı bağlanmasına karşı çıkmadan ve içimizdeki işbirlikçileri tasfiye etmenin önceliğini anlamadan, " Ben laiklikten yanayım, ben demokrasiden yanayım, ben Cumhuriyetten ve çağdaş uygarlıktan yanayım " Söylevlerinin hiçbir anlamı? yoktur.
Kendi kendini aldatmaktan ve işbirlikçilerin ekmeğine yağ sürmekten başka...


http://mudafaai-hukuk.com.tr/arsiv/haziran04_04.pdf



..

İnsan Hakları, Üsler ve Sırtlanlar..,



İnsan Hakları, Üsler ve Sırtlanlar..,



BIÇAK SIRTI 
EROL MANİSALI 

İnsan Hakları, Üsler ve Sırtlanlar..,

 ABD ve İngiltere; Hak, Hukuk, Birleşmiş Milletler kararı tanımıyoruz, Irak'ı işgal ediyoruz dediler ve işgal ettiler. 

Üstelik kendi halkına, kendi insanına da yalan söylediler, Sadece dünyayı kandırmadılar. İnanın , İngiltere içinde " Demokrasinin Beşiği " bilinir. 

İçerde Güvercin, Dışarıda " Canavar " bir yaratık gibi. 

İngiltere Avrupa Birliğı içinde, Üç büyük devletten bir tanesi. ingiltere (ve ABD) Irak'ı bir haydut edası içinde, tarihteki ünlü cani Kaptan Blake gibi işgal ederken Ispanya, Portekiz, italya, Danimarka, Belçika ve Polonya işgale destek veriyorlar. 

Avrupa Birliği'nin yansı " Haydutluk " yapıyor, hukuku ayaklar attına alıyor. İnsan haklarını ve insanlığı yıkıyor. Ve aynı Avrupa, Türkiye'ye " Kopenhag kriterieri, insan hakları "  diye dayatıyor. 

Bu işte bir Terslik, bir Gariplik yok mu? 

Üstelik 40 yıldır kapıda tuttuğu, benim deyişimle " Bekleme Odasında İğfal etmekte olduğu ", kandırdığı Türkiye'den 6. Paket, 7. Paket, 10. Paket neyse bunları istiyor. 

Kendisi bir Haçlı Seferi zihniyeti içinde Korsan Blake'ten farksız bir biçimde bir ülkeye 380 bin ton bomba yağdırıyor. 

Bu Haçlı Seferi'ne Avrupa Birliği'nin yarısı katılıyor, İngiltere de baş Aktör oluyor. Ve ardından, Utanmadan Kopenhag Kriterleri diyor. 

Üstelik bekleme odasında iğfal ettiği ve bir kuma gibi tek yanlı bağladığı; San Marino ve Andora kasaba devletlerinin durumuna soktuğu Türkiye'ye, Kopenhag kriterleri diyor. 

Kabahat kimde ? 

Avrupa, karşısında enayi bulursa kandıracaktır. Ancak, İçimizde birileri Avrupa'nın gerçeğini görmezlikten gelip " Kapitalizmin, Emperyalizmin ve Haçlı Seferi'nin " Truva Atı olur iseler bizim sorunumuz " İçimizde " demektir; 

Avrupa'nın tamamen tersi; 

- Avrupa'nın içerde sorunu yok, sorunları dışarda; içerde demokrasi, dışarda emperyalizm diyor ve sömürüyor; 

Türkiye de dahil olmak üzere... 

- Buna karşılık bizim sorunumuz içerde, içimizde  Batı kapitalizminin çıkarları ile kendi çıkariannı bütünleştiren dar bir çevrede. 
  BunlarTürk halkının değil emperyalizmin sözcüleri ve temsilcileri. 
  Hep yaşamadık mı, görmedik mi? 
  Bunlarbugünün İngiliz muhipleri, Emperyalizmin Hizmetkârları... 
   
  Ve Kıbrıs'taki Askerler... 

  - Irak işgal edilirken Kıbrıs'taki iki büyük Ingiliz (ve ABD) Üssü Askeriere, Bombalara, Füzelere, Roketlere yataklık ettiler; Ada'nın yüzde dokuzunu kapsayan bu üsler ağzına kadar dolu: Saldırı için, savunma değil. Saldırı, İşgal, Öldürme amaçlı kullanılan dev üslere diğerleri de eklendi. 

  - Kıbrıs'ta Yunanlılar iki büyük hava ve deniz üssüne Sahip, askerleri var, Modern Silahları var. 

  - Rumlar uzun yıllardan beri her yıl ortalama 400 milyon dolar harcayarak adayı Silahla Doldurmuşlar, en gelişmiş silahlar ile. 
Bütün bu üsler ve silahlar çevredeki Arap Ülkelerine, Iran'a ve " Türklere " yönelik. Ve halen kullanılmakta olan silahlar. 

  - Ada'da Türk Askeri de var. Onlar 20 Temmuz 1974' te Niçın çıkmışlardı? Türklere karşı soykırımı engellemek ve faşist lider Nikos Samson'un adayı Yunanistan'a ilhakını önlemek için. Yani savunma için çıkmışlar, İşgalcileri ve Katilleri durdurmak için oradalar. 
    Ada'da Ingiliz, Amerikan, Yunan ve Rum üsleri ve askerleri var. 
    Bunlar saldırgan olanlar, soykırım yapanlar; Emperyalizmin emrindeki güçler, aynen İstanbul'daki, İzmir'deki mütareke güçleri gibi. 

   Türk Askerleri ise savunma için çıkmışlar. 

   Avrupa ve ABD adayı ağzına kadar Asker, Silah, Bomba, Roket ve Füze ile dolduranlara ses çıkarmıyor, 

Türk Askerine git diyor. 

Daha doğrusu, Kurtla Kuzu Masalında olduğu gibi, " Suyumu kirletiyorsun " diyor aşağıdaki Kuzuya, Tepedeki Kurt Ve içimizdeki Birileri de " Kurt haklıdır " diyor. 
Bunlar saldırgan kurdun kaptığı avlardan kemik ve artık bekleyen Sırtlanlar... Leş Kargaları... 
www.istanbul.edu.tr/iktisat/emanisali

http://www.cumhuriyetarsivi.com/katalog/192/yazar/131/2003/8/1.xhtml

..

ASLANLAR, SIRTLANLAR VE LEŞ KARGALARI





ASLANLAR, SIRTLANLAR VE LEŞ KARGALARI


Prof.Dr.Erol MANİSALI
Temmuz 2004

Bir tarafta, avını pençesi ile yere indirip parçalayan Et oburlar var. Vahşi ormanın kralları bunlar.
Yan tarafta ise sırtlanlar, çakallar ve dallara tünemiş akbabalar bekliyorlar. Onlara da bir şeyler düşecek.
Aslanların gerisinde çakallar, akbabalar olağan manzaradır. En geri planda duran leş kargalarını unutmamak gerekir. Arta kalan kırıntları bekliyorlar. Kendi leşlerini bile hiç 
aldırmadan’ midelerine indirirler.
Orman kanunu bu, güçlü olanın hep üstün geldiği bir düzen; hayvanlar dünyası. Sırtlanları var, akbabaları var, leş kargaları var. Ormanın düzeni bu, orman faşisttir; 
güçlü olan ayakta kalır, güçsüz ise yok olup gider.

Bu sahneleri hep biliriz, belgesellerde hep görürüz. Aslan ya da sırtlan öküzü, karacayı nasıl parçalar biliriz: Akbabalar artıkları nasıl didikler, görmüşüzdür. 

Ya Leş kargaları, aradan hırsızlık yaparak nasıl yürütürler artıkları  Ormanın kanunu bu milyonlarca yıldır öyle gelir öyle gider, doğal denğe denir, hayvanlar aleminin düzeni
budur.

Ya insanlar âlemi

Ya insanlar âlemi Bilgileri var, akılları var, zekaları var; hatta insanlıkları bile. Onlar düşünürler, hissederler, gülerler, ağlarlar; acıma duyguları vardır, inançları vardır. 
Hatta erdem adını verdikleri kendilerine özgü üstünlükleri bile...

Sade vatandaş, sokaktaki insan, toprağın kokusunu tatmış olanlar bunları iyi bilirler. Bildikleri için de hoşlanmadıkları Şeyler olunca tepkilerini gösterirler.
Savaşlara, soygunlara, uygunsuz şeylere karşı çıkarlar. Coşkuludurlar, insand?ırlar; acı çekenle birlikte üzülürler; ellerini uzatıp yardım etmeye çalışırlar.

İnsanlardan söz ediyorum; orman kanunlarına karşı çıkanlardan; çıkarları için insanlara, ülkelere bomba yağdıranlara karşı koyup bütün dünyada yollara
dökülenlerden söz ediyorum; Gerçek İnsanlardan...

Amerikan, İngiliz mallarına ve hizmetlerine boykot diye çırpınan gençlerden, düşünürlerden söz ediyorum.

Ya bunlar kimler?

Ya bunlar kimler İnsanlar arasında orman kanunu uygulamaya kalkanlar, Irak’ta bir savaş yapılmıyor. Savaş değil, sadece saldırı, işgal, hatta soykırım; 
İnsanlığa karşı soykırım...
- 100 kiloluk bir adam 40 kiloluk birine karşı ringe çıkarsa bunun adı boks olmaz..
- Yılanın kafesine bir fare attığımzda, " Fare yılanla savaşıyor " diyemeyiz. ,
- Real Madrid’in karşısınd a da 5 kişi ile oynayan Çengelköy futbol takmını seyretmek, Futbol maçı seyretmek olmaz.. Televizyonlarda, medyada biz ne izliyoruz? 

Bir savaş mı Sıralayalım:

1) ABD’nin ( ve İngilterenin ) Irak’ı ve bölgeyi işgalini izliyoruz.
2) ABD’nin dünya imparatorluğunu kurma yolundaki saldırılarını seyrediyoruz; yani, ABD’nin, " Önce İslam dünyası olmak üzere, dünyaya karşı yürüttüğü" savaşı izliyoruz. 
    Bir bakma Şimdilik ABD ile İslam Dünyası arasında adı konmamış bir savaş ile karşı karşıyayız.
3) Bir vahşeti, bir toplu cinayeti izliyoruz... Sivillerin, Masum insanların, önce aç, susuz, ilaçsız bırakılıp sonra da üstlerine bomba yağdırıldığı bir soykırımı izliyoruz...

4) Ve bu vahşetin çevresinde sıralanmış akbabalar leş kargalarını izliyoruz...

Akbabalar İspanya, İtalya, Kuveyt gibi bize de bir şey düşer diye tünemiş bekleyenler. Ya leş kargaları Onlar fazla uzakta değil, çok yakınımızda;
savaş çığırtkanlığı yapan, her gün baz gazete sayfalarında ve televizyon ekranlarında gördüğümüz yaratıklar. Aslanlar ve sırtlanlardan arta kalan leşleri
midelerine indirmek için bekliyorlar. Irak’ta masum insanların cesetlerini de bunların '' Menü’süne ekleyebiliriz.''
Churchill, " Bir Damla petrolün bir damla ’ Kandan daha değerli olduğu bir dünyada yaşıyoruz " demedi mi Bugün aynı şeyi Bush söylüyor. Hem de, gözünü bile kırpmadan.

İşte size ispatı; Amerika’nn Irak’ı işgali... Her Iraklı çocuğun kan karşılığında elde edilen petrol! Dünya bu vahşeti durdurmak zorunda; Şöyle ya da böyle.

www.istanbul.edu.tr/iktisat/emanisali

..


İktisat, Şirketler, Irak derken



İktisat, Şirketler, Irak derken


 Prof. Dr. EROL MANİSALI
 08.04.2003/Sayı:27



İktisatçılar, firma teorisini anlatırken maliyet yapısı ile satış ve pazarlama yöntemleri ile içinde çalışacakları pazar yapısı ile öyle bir şirket anlatırlar ki Aya bile gönderseniz orada bile çalışacak sanırsınız. Halbuki kazın ayağı öyle değildir. İşin içine iktisadın (ve işletmenin) fiziği ve matematiği yanında kimyası da girer. Bazen A+B’den C diye bir şey çıkar, şaşırıp kalırız. Veya iki artı iki dört değil de üç ediverir. Matematik ve fizik kuralları işlemez hale gelir.

İktisatçılar (ve işletmeciler) işin genellikle Türkçesini değil de Latincesini söylerler; “ Ceteris Paribus ” deyiverirler. Ne olduğunu anlamamız için ya iktisat teorisi okumuş olmak veya Latince bilmek gerekir. İktisat okuyanların içinden de bilmeyenlerin çıktığı olur. “Diğer şartlar eşit, diğer şartlar değişmez” anlamına gelen bir iktisat terimidir. Ancak diğer şartlar firmalar için hiçbir zaman eşit değildir.

Amerika Irak’ı ve Ortadoğu’yu işgal edip üstün silahlarını bölgeye yığdığı için ABD Petrol şirketleri, Alman veya Japon karşısında üstünlük sağlarlar. Alman şirketinin işletmecilik açısından sağlayacağı üstünlükler hç bir anlam taşımaz hale gelir. Amerika ve İngiltere silahı çeker Almana “ Eller yukarı deyiverir”

Ya az gelişmiş ne yapsın

Almanın petrol şirketi Amerika ve İngiltere karşısında dünya üzerinde yarışamaz. Çünkü Amerikan, İngiliz ya da Fransız şirketlerinin önlerinde tankları, yanlarında muhripleri, tepelerinde de destekçi füzeleri vardır. Alman ve Japon iktisadi olarak çok güçlü olsalar bile altyapıları yeterli olmadığı için joker çıkaramazlar. Güçlü ordu, nükleer silah, denizaşırı bölgelerde üsler, dünyada iki-üç ülkeye özgüdür.

Batı dışında az gelişmiş dünya ise perişan vaziyettedir. Şirketlerinin arkasında ordular güvenlik konseyi üyesi devletler, nükleer silahlar yoktur. Azgelişmişlerin şirketleri giderler Batıda güçlü bir ÇUŞ’un peşine takılırlar, onun uydusu olurlar.

Batı öğretisi Batıya yarar

Princeton’da, L.S.E.’de, U.C.L.A.’da... M.I.T.’de öğrendiğiniz şirket işlerinin (firma teorilerini),

a) Ya Batıda kapitalizmin içinde yer alan bir şirkette Batıya hizmet etmek için

b) Ya Batıdaki ÇUŞ’a bağımlı hale gelmiş azgelişmiş ülkedeki bir şirkette para kaçırmak için

c) Veya devleti soymak için kurulmuş bir az gelişmiş ülke şirketinde uygulayabilirsiniz.

(a) şıkkında mikro-makro maksimizasyonlar örtüşür. Yani öğrendiğiniz teoriler amacına ulaşmıştır. 
Ancak (b) ve (c) şıklarında kitabına uydurulmuş bir soygun vardır. 

Firma teorisi yine uygulanmış olur, ancak mikronun kendini maksimize etmesi makrodan aşırarak meydana gelir.

Bütün bu gerekli gereksiz şeyleri niye anlatıyorum ki? Bush ve yönetimindeki ortaklarının Irak’ı işgal ederken bunu bir özgürlük savaşçısı olduğu için değil petrol ve silah şirketlerindeki stratejik ortaklarının kazanmasına yardım etmek için yaptığını anlatmak için.

Bir de İran, Kuzey Kore, Pakistan gibi Bush’un serseri dediği devletlerin Nükleer silah geliştirme hobilerinin “Irak misali bir büyükten sopa yememek niyetinden kaynaklandığını anlatabilmek için”

Firma teorisine belki de hiç gerek yoktu. Ancak Batı kapitalizmin şirketlerinin işi nerelere kadar götürebildiklerini gösterebilmek için bir iki laf etmek gerekli oldu.


http://www.turksolu.com.tr/27/manisali27.htm


..

AVRUPA YA YAKLAŞIRKEN YOK OLMAK ?,






AVRUPA YA YAKLAŞIRKEN YOK OLMAK ?,


 Prof. Dr. EROL MANİSALI
 MAYIS 2004 - SAYI - 69  



- Türk halkının çoğunluğu Avrupa Birliği’ni istiyor.
- AB’den başka bir yolumuz olamaz.
- Tek hedefimiz AB.

      Bunlar son yedi sekiz yıldır gazetelerde, televizyonlarda her gün insanların önüne konuyor. Bir tutku yaratıılmış, kendini yakacak kıpkızıl  Işı ğa gitmekten kendini kurtaramayan Pervane böceği misali Türkiye’yi bölerek, parçalayarak AB’ye yönelttiriyor, hem de hiçbir zaman içine alınmayacağı  bir birliğe iteliyorlar.

Pervane böceği Işığa yaklaşır, yaklaşır ve sonunda yanar, yok olur. Türkiye’de insanların kafasında bir Avrupa tutkusu yaratlmış, bir hayal dünyası gibi, bir cennet gibi sanal bir dünya beyinlere işlenmiş.  İnsanlar devşirilmiş; olmayan bir şey kafalara soyut olarak yerleştirilmiş.

Oysa böyle bir şey yok, bu büyük bir oyun. Türkiye yaklaştığını sanıyor. Bu arada eli, kolu, kanadı yavaş yavaş koparılıyor. Yaklaştığını sanan Türkiye çözülüyor, gevşetiliyor, dağıtılıyor ve bölünüyor. Yarın AB’ye katılacak bir Türkiye olmayacak, eğer bu süreç devam ederse...


Türkiye’nin damar ve sinir sistemine giriyorlar; pazarını  tekelleri altına alıyorlar, siyasetçisini, bürokratını, işadamlarını yanlarına çekiyorlar. 
Artık bazı çevreler Türkiye’nin değil AB’nin yanında duruyorlar. İşadamı, gazetecisi, öğretim üyesi, bürokratı, siyasetçisi AB’li olmuş, devşirilmiş. Kendi halkına, toprağına karşı AB ile birlik olmuş sanki.

- Kıbrıs, Ege, Ermeni tasarıları, KADEK, Güneydoğu, Patrikhane, 

  Ateşe yaklaşan pervane böceğinin Şimdilik yolunan tüyleri oluyor.

- AB’ye alınacağını sanan Türkiye yavaş yavaş çözülüyor. Bazı vakıf üniversiteleri ve sivil toplum örgütlerine sızmışlar, istedikleri gibi oynuyorlar.
- Gayri milli sermaye çevreleri ile birlik olmuşlar. Artık onlar Brüksel, Berlin, Londra ve Paris ile birlikte Türkiye’yi yönetiyorlar. İşçiyi, köylüyü, memuru, esnafı yani halkı karşılarına almışlar.

Sömürgeleşen bir ülke...

Türkiye yaklaştığını  sanırken..,  Uzaklaşıyor, Onun sömürgesi, arka bahçesi oluyor. Siyasi, iktisadi ve kültürel olarak AB’nin denetimi altına giriyor.
Daha da kötüsü Türkiye parçalanıyor, bölünüyor. Aldatılan Türkiye bir yandan bölünürken öte yandan da tek yanlı bağlanıyor. Hesaplar çoktan yapılmış. Daha Soğuk Savaş biterken Türkiye’yi " Kazığa bağlama " İhtiyacı duyan birkaç siyasi ile gayri milli sermaye çevreleri, bir hayal dünyası  yaratmaya başladılar.

Boynumuza ilk halkayı  '' Gümrük Birliği '' Belgesi ile taktılar. Türkiye AB’ye, hiçbir uygar ülkenin yapmadığı bir biçimde bağlandı?.
- Bağlandı? çünkü artık AB’nin içimizdeki uzantıları  " Batı adına "  Türkiye’yi yöneteceklerdi. Türkiye, içine alınmayacağı  Batı kapitalizminin yönetimine veriliyordu.
- Türkiye’nin artık Avrupalı ve Kuzey Amerikalı Ülkeler gibi ulusal politikası  olmayacaktı. Türkiye, güdülen bir ülke durumuna gelecekti.
- Türkiye’nin iktisatta, siyasette, kültürde politikası olmayacak ama Brüksel, Washington, IMF, Türkiye’ye ne yapacağını söyleyeceklerdi.
- Türkiye’nin dış ticaret politikası bile olmayacaktı. İçine alınmadığı ( ve alınmayacağı ) AB, Türkiye yerine kuralları koyacaktı. Tabii kendi çıkarları? doğrultusunda.
- Türkiye 2001’de Cumhuriyet tarihinin en büyük krizine sokulacak ve denetimi daha kolay olacaktı. 2003’te dış ticaret açığı 22 milyar dolara ulaşırken dış borcu daha da yükselecekti.


Arkamıız Sağlam mı ?


Ve hayal Tacirleri işbaşındaydı. Schröder arkamızda, Chirac arkamızda, Berlusconi, Tony Blair ve diğerleri hep arkamızdadır. Tabii Bush da arkamızda, bu Şerefi kimseye bırakamazdı?. Bir tanesi de önümüzde olsa bari.

Ve arkamızdaki Batı kapitalizmi sayesinde Türkiye iktisadi, siyasi ve kültürel olarak çökertiliyor ve çözülüyordu. Türkiye yarın da içine alınmayacağı AB’ye doğru itelenirken AB’nin içine götürülmüyor. Bölünmeye ve bir sömürgeleşmeye götürülüyor.

Ama eli kolu koparılmış, üçe dörde, bölünmüş bir Türkiye olarak. Bu parçalardan belki bir tanesini AB içine almayı düşünebilirler. Aynen Yugoslavya modeli gibi:
Hırvatistan’ın, Slovenya’nın alınması gibi.

Evet Türkiye bir pervane böceği gibi yavaş yavaş kendisini mahvedecek olan Işığa doğru itilmektedir. Bu gidiş devam ederse Türkiye kesinlikle parçalanır. Yarın Ordunun bile bunu önlemeye gücü yetmez.

Kendi kendimizi aldatmayı daha ne kadar sürdüreceğiz

İçimizdeki uzantılar, Danimarka’yı tasfiye etmediğimiz sürece bunun imkanı yok. Ahtapotun kollar kesilmeden çözülme ve dağılma durdurulamaz.
Ulusal cephe gayri millilere karşı kazanmak zorunda, bunun başka yolu yok...



http://mudafaai-hukuk.com.tr/arsiv/mayis04_03.pdf


..

TÜRKİYE’Yİ KİMLER SÜRÜKLÜYOR?





 TÜRKİYE’Yİ KİMLER SÜRÜKLÜYOR?



 Prof. Dr. EROL MANİSALI
 NİSAN 2004 - SAYI - 68   

 2000’li yılların başlarındayız ve Türkiye inanılmaz biçimde sürüklenmektedir. 10-12 yıl öncesinde aklımızın ucundan geçmeyen, düşünülemez olaylar gerçekleşmektedir.

- Türkiye, kendi içinde ve çevresinde ulusal inisiyatif alamayacağı, ulusal çıkarlarını koruyamayacağı bir noktaya doğru itiliyor. Yalnız dışarıdan değil, içimizde dış güçlerle işbirliği halinde çalışan gayri milli çevreler tarafından da sürükleniyor.

- Irak’ta Türkiye’nin etkisi kalmamıştır. 1980’li yıllarda ikinci büyük ticaret ortağımız Irak bugün Amerika ve İngiltere’nin müdahale ve işgali sonucu, Türk kamyonlarının giremeyeceği bir duruma sokuldu. Kuzeyde fiilen ayrı bir yönetim, yapay bir biçimde oluşturuldu ve Irak üzerinde “söz sahibi” duruma getirildi.


 Irak, Türkiye’nin siyasi, iktisadi ve askeri etkisi dışına çıkarıldı. Ortadoğu, ile ilişkilerimiz ipotek altına alındı. Bütün bunları ABD, İngiltere ve onları destekleyen Avrupa Birliği ülkeleri yaptı.

- Batı, Türkiye’yi Kafkasya bölgesinden de yavaş yavaş uzaklaştırıyor. Azerbaycan ve diğer Türk cumhuriyetleri ile eskisi kadar yakın değiliz. ABD, Gürcistan üzerinde oynadığı “darbe oyunu” ile Ermenistan - Gürcistan beraberliğini (veya federasyonunu) gerçekleştiriyor.

 Ermenistan Karadeniz’e uzatıldıktan sonra, AB ve ABD’nin güvencesi altına alınacak. Hatta, AB üyesi yapılacak.

- Böylelikle bölgede İsrail-Kürdistan-Ermenistan (ve Gürcistan) hattı, ABD ve Avrupa tarafından kuruluyor. İsrail Kuzey Irak’ta bu yüzden faaliyetlerini yoğunlaştırdı. Bu hat bölgedeki Araplara, Türklere ve İran’a karşı oluşturuluyor. Uzun vadede İsrail’in ve Ermenistan’ın “Kürdistan” üzerinden genişlemeye yönelik politikalar uygulamaya konulacak. Batı kapitalizminin bölgedeki Hıristiyan uzantıları; Müslümanlara karşı bölgede kurulmuş olacak.

- Kıbrıs’tan Türk askerlerinin (ve sivillerinin) çıkarılması ve Türkiye’nin Kıbrıs adasından tasfiye edilmek istenmesi, “ABD ve AB’nin bölge politikalarının bir parçası”. Ortadoğu ve Kafkasya’da ABD’nin ve AB’nin izlediği politikalar ile Kıbrıs politikaları bütünleşiyor.

- İçimizdeki Danimarka, Batı’nın bu projesine karşı çıkmıyor. Hatta, ona yardım ederek Türkiye’nin dağıtılması karşılığında kendisi ayakta kalmak istiyor, “Bölünmüş bir Türkiye’de bile Danimarka’ya yer vardır; çünkü içerdeki Danimarka, Batı’nın buradaki uzantısı ve temsilcisidir; işbirlikçileri olmadan Batı bile işlerini yürütemez” diye değerlendiriyor.

-Hatırlıyorum: İçimizdeki gayri milli çevreler, “Ermenistan ile ABD’nin istekleri doğrultusunda işbirliği yapalım” demediler mi? 1990 sonrasında ASALA destekçilerini bile Ankara’ya getirip bürokrasiye sunmadılar mı? Irak’a, ABD ile birlikte girelim demediler mi? Türki cumhuriyetlere son 10 yılda Amerikalıları yanlarında götürüp Türk cumhuriyetlere yerleştirmediler mi?

         
 Kıbrıs’ta işbirliği yapanlar...

 Batı’daki emperyalist çevrelerin bölgemizdeki politikalarına işbirliği yaparak aracı olan içimizdeki gayri milli işbirlikçiler, Kıbrıs’ta da Brüksel’in ve Washington’un planlarının bir parçası oluyorlar.

-Irak’a ABD’nin yanında girelim, Ermenistan’da ABD’nin dediklerini yapalım diyenler ile “Kıbrıs’ı verelim” diyenler aynı gayri milli çevreler. Yani içimizdeki Danimarka. Bunlar Türkiye içinde de, bölgede de Batı emperyalizminin bir parçası oldular. Şimdi Kıbrıs’ta ve Ege’de Batı’nın taleplerini karşılıyorlar.


- ABD’nin ve AB’nin bölgede soğuk savaş sonrası kurmaya başladıkları İsrail-Kürdistan-Ermenistan cephesinde, Batı’nın yanında yer alıyorlar. Bu cephenin Türkiye’ye, Araplara ve İran’a karşı kurulduğunu görmezlikten geliyorlar ve karşı tarafta yer alıyorlar.

 Batı kapitalizminin ve saldırganlığının bölgemizdeki bir uzantısı oluyorlar.

- Yine bu çevreler, Türkiye’yi AB’ye tek yanlı bağlayıp 6 Mart 1995’te gümrük birliğini, imzalattırmadılar mı? Türkiye’yi ilelebet bekleme odasına hapsettirip AB ipoteği altına sokmadılar mı?

Eğer Verheugen bu kadar küstah ve saldırgan konuşmalar yapabiliyorsa bütün bunları, “içimizdeki işbirlikçilere olan güveni sayesinde” başarabilmektedir. Onlardan destek aldığı için Türkiye’ye saldırmaktadır.

 Türkiye bugün, gelişmelere ulusal bakan büyük çoğunluk ile gayri milli bakan küçük azınlık arasın da bölünmüştür. Ancak bu azınlık, Brüksel ve Washington ile işbirliği halinde bulunduğu için etkili görünmektedir.

 Halkın gerçekleri görmeye başlaması bu gayri milli çevreleri korkutan en önemli faktördür. Terazinin bir kefesinde 70 milyonluk halk vardır; öte yanda da küçük bir işbirlikçi grup, yani ahtapotun içimizdeki uzantıları...

Mustafa Kemal’in “ Ey Türk Gençliği...” diye başlayan sözlerini bir daha okumak ve gerekenleri yapmaktan başka yol kaldı mı?


 http://mudafaai-hukuk.com.tr/arsiv/nisan04_04.htm


..

ELİT VE YABANCILAŞMA



 ELİT VE YABANCILAŞMA


Prof. Dr. EROL MANİSALI
MART 2004 SAYI 67   

 Türkiye’de “ Elit ” kendi toplumuna, halkına dayanarak gelişemiyor. Ne demek gelişemiyor? Beklentilerine ulaşamıyor, ayakta kalamıyor. İçerde darboğazlar var.

 Halk ile elit arasında uçurum var. Gelir, ortak dil, kültür mesafesi fazla. Türk eliti çoğunlukla Avrupa elitinin özentisi içinde ve onun güdümünde. Hatta bir kısmı onların ayrılmaz bir parçası. Bir kısmı da yavaş yavaş Amerika’ya bağlanıyor.

 Uluslararası nitelik kazanmış “ Yerli Sermaye Çevreleri ”, bir kısım bürokrasi ve siyaset çevreleri, 

• hem içerde aralarında bütünleşmişler,

• hem de dışarıdakilerle bütünleşmişler.

 Avrupa’da “ İç bütünleşme ” esastır. Fransa’da, Almanya’da, İspanya’da, İngiltere’de işin ağırlık merkezini iç bütünleşme meydana getirir. Fransız hükümeti için sanayicisini ve çiftçisini gözetmek “kutsal bir siyasal görevdir”! Alman sanayicileri ve büyük sermaye çevreleri, “önce kendi hükümet ve bürokrasi çevreleri ile anlaşıp sonra Brüksel dekilerle pazarlığı yaparlar”.

Peki, Türkiye de “niye bazı büyük sermaye çevreleri, önce Brüksel’dekilerle veya” Schröder ile görüşüp sonra Ankara da pazarlıklarına başlarlar? Ulusal bütünleşme derken bunu kastediyorum. Neden “bazı büyük sermaye çevreleri için öncelik dış odaklardır”? Brüksel dir, Vaşington dur?

 Gelişmişlik ile azgelişmişlik arasındaki esas ayırım galiba burada; Batı kapitalizminde, yani iktisaden gelişmiş dünyada; ABD de olsun, Kanada’da, Fransa’da veya Almanya’da olsun kritik konular “#içerde” belirlenir. Çünkü içerdeki halkın, toplumun iktisadi ve sosyal çıkarları için bu gerekir. Hatta, demokrasinin de kaçınılmaz bir sonucudur bu.

 Türkiye de ise, at ile arabanın yeri değişmiştir. Bazı büyük sermaye çevreleri, “dışardakilerle daha yakındırlar”. Önce dışarıda anlaşırlar, sonra da bu anlaşmaları içerde uygularlar.

 Yalnız sermaye çevreleri değil, sermaye çevreleri kadar olmasa bile bazı siyasi ve bürokratik çevreler de, önce dışarısı ile bazı konularda anlaşıp sonra içeriye dönmeye başladılar.

 Çözülmenin başlaması...

İşte çözülme burada başlar. Ülke, ulusal insiyatif alamaz hale gelir.

 Ülkenin bir dış politikası yoktur: Çünkü iktisadı, siyaseti, bürokrasisi, “içeride bütünleşemeden, parça, parça dışarıdakilerle bağlantılara girerler”. Bunlar ya ABD veya Batı Avrupa ülkeleridir. Ancak, Batı’dakiler bizim gibi hareket etmeyip, “#önce kendi çıkarları doğrultusunda ulusal karar mekanizmalarını çalıştırabildikleri için” hep onlar kazanır, Türkiye ise kaybeder.

 Pamukta, tütünde, şekerde, ulusal sanayide, dış ticarette, istihdamda, teknolojik gelişmede, Kıbrıs’ta, Ege’de, Kuzey Irak’ta saymakla bitmeyen birçok şeyde...

 20-30 yıl önce tanıdığım arkadaşlarım akademisyen, gazeteci, işadamı vs. “sınıf atlamak için” ya Brüksel’e, ya Vaşington’a, ya bir çokuluslu şirkete gidip sırtlarını onlara dayayarak “yükseldiler”.

Kendi halkı, insanı, toplumu ile değil “dış odaklar ile bütünleşip onlara hizmet vermeye başladılar”. Birkaç örnek:

 1) Bazıları Vaşington veya Brüksel çevrelerinin “muteber kişisi” oldu. Daha 10, 20 yıl veya 30 yıl önce idealizminden, kendi insanına hizmetinden kuşkum olmayan yakın arkadaşlarımın bazıları dış çevrelerin sözcüsü durumuna bu bazı eski dostlarımla konuşamıyoruz, dünyaya çok ayrı yerlerden bakıyoruz.

 2) Bazıları “dışa bağımlı büyük sermayenin bir parçası oldu”; akademisyen, gazeteci, bürokrat kökenli eski dostlar bunlar. Bunlar için artık Türkiye yok; toplum, işçi, çiftçi, hak, hukuk diye bir şey yok. 

 Bunlar dünyaya, Bush yönetiminin baktığı gibi bakıyorlar. Madem güçlüyüz, her istediğimizi elde ederiz diyorlar. Veya Schröder’in gözlüğü ile görüyorlar.

 3) Bazıları da medya, eğitim, hukuk, iktisat gibi alanlarda yabancı dev tekellere hizmet sunuyorlar. Ve bu dev tekeller de Türkiye’yi sömürüyorlar.

 Örnekleri çok uzatabilirim. Sonuçta şu resim çıkıyor: Elit ya da değil, iyi eğitim gören insanımız “ ancak, Türkiye aleyhine çalışan bir sistemde (ve işte) yükselebilir hale geliyor”.

Bu çelişkinin tersine çevrilmesi, azgelişmişlikten kurtulmak anlamına geliyor. Yolu da ulusal politikalardan geçiyor.


-Çiftçimizi, tarımımızı geliştirecek politikalar,

-Ulusal sanayimizi, işçi sendikalarımızı geliştirecek  politikalar,

- İktisadi ve siyasi hayatımızın, “ Yabancı tekelinden çıkarılarak, ulusallaştırılmasına yönelik politikalar ”,

Eğitim sisteminde Ulusal Politikalar,

 Ve başarabilirsek, bunlar üzerine oturtulmuş bir toplumsal demokrasi.

‘ EIit’imizin, elin uşağı, elin sözcüsü durumuna düşmeden, kendi halkı ile yükselebileceği bir düzenin rüyası bu. O kadar zor mu? 70 milyon insanın yararına olan bir düzeni 70 milyon insan neden başaramasın? 

Karşısındaki sadece küçük bir azınlık; 70 milyonun nefesi bile bunları silip süpürmeye yeter.


http://mudafaai-hukuk.com.tr/arsiv/mart04_05.htm

..

KIBRIS, BUZDAĞININ SADECE GÖRÜNEN UCU



 KIBRIS, BUZDAĞININ SADECE GÖRÜNEN UCU



Prof. Dr. EROL MANİSALI
 ŞUBAT 2004  SAYI 66  

 Kıbrıs’taki seçimlerde Amerika’nın ve AB’nin doğrudan doğruya taraf olarak Türkiye’nin (ve Denktaş’ın) karşısına dikilmeleri iki şeyin de kanıtlanması anlamını taşır:

- Batı (ABD ve AB), Türkiye’yi adadan tasfiye etmek istemektedir.

- AB, Türkiye’yi hiçbir zaman içine almayacağı için onu adadan tamamen çıkarmak istemektedir.

İçimizdeki Danimarka ” bu tasfiye planında AB’nin ve ABD’nin yanında yer alıyor. İçimizdeki Danimarka bu topraklarda mekân tutmasına karşın “Batı kapitalizminin ve onun çıkarlarının Türkiye’deki uzantısı olduğu için” bu durumu doğal karşılamak gerekir.

 KKTC seçimlerinin bir cephesinde ABD, AB, Türkiye’deki Danimarka, Rumlar ve Atina yer aldılar. Seçimlerin diğer cephesinde ise Türkiye ve Türkiye’ye yakın durmak isteyen insanlar vardı.


 KKTC’deki bölünmenin gerisinde, Türkiye’deki bölünmeler yatmaktadır. Türkiye’deki ulusal cephe ile “gayri milliler” arasındaki ayrışma, KKTC’ye yansıdı. Türkiye’deki ve KKTC’deki “AB muhipleri” aralarında işbirliği yaptılar. Hem de Brüksel’i ve ABD’yi arkalarına alarak gerçek amaçlarını ortaya koydular. Brüksel’e ve Washington’a pazarlanan aslında Kıbrıs değil Türkiye’dir.

 Esas sorun Türkiye’de

 Kıbrıs’ta ortaya çıkan zaaf ve kilitlenmenin temelinde Türkiye’nin yönetimindeki zaaflar ve tutarsızlıklar yatmaktadır. Nedir bunlar?

-Türkiye-AB ilişkileri yanlış bir zeminde yürüyor. Ulusal politika belirleyip kullanamayan yönetimler, AB’nin boyunduruğu altına giriyorlar. Bu gidişi “gayri milli sermaye-köktendinci ittifakı” destekliyor. Aynen Kıbrıs seçimlerinde görüldüğü gibi bu kutsal ittifak, kendi çıkarları için Türkiye’nin AB boyunduruğu altına girmesini istiyor. Kıbrıs, “ilk taksit” olarak sunulmak isteniyor.

- Türkiye’deki yönetimlerin ulusal inisiyatif almak istemediğini gören AB, Türkiye’ye baskıyı giderek arttırmaktadır. AB tarafından Türkiye üzerinde baskıların artmasına karşın Ankara’dan ciddi bir tepki gelmiyor.

 AB’nin KADEK’ten Güneydoğu’ya, Kıbrıs’tan Ege’ye kadar uzanan ağır itham ve taleplerine TBMM’den ve hükümetten gereken ağırlıkta bir yanıt ve tepki çıkmadı. Türkiye’nin, ulusal çıkarların korunması konusunda gösterdiği zaaf, karşı tarafın baskıyı arttırmasına yol açıyor.

 Acaba içimizdeki Danimarka’nın yönetim üzerindeki etkisi mi bu cesareti kendilerine veriyor? Yoksa, bizi Danimarka yönetiyor da biz mi farkında değiliz?

 Medyanın karartma ve sis perdesi arkasına gömdüğü gerçekler, ancak “toplumsal demokrasi ve ulusal politikalar” ile gün ışığına çıkarılabilir. Kıbrıs’ta Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı ve giderek derinleşen sorunlar, Türkiye içindeki sorunların bir yansımasıdır.

 Türkiye iktisadi, siyasi ve güvenlik konularında ulusal inisiyatif alıp çıkarlarını koruyamayan bir noktaya doğru hızla sürükleniyor.

- Ya bu gerçeği görüp toplumsal (ve toplumcu) bir demokratik yapı konusunda gerekenleri yapacağız,

- veya zaman içinde yavaş yavaş bölünüp kaybolacağız.

 Taraflar açık açık yerlerini almış bulunuyorlar. Esas mesele, “ Türkiye’nin tarafında olanların ” birleşmelerinde görülen yetersizliktir. “ Karşı tarafta” olanlar çoktan bir araya gelmiş, harıl harıl çalışıyorlar, aynen eski günlerdeki gibi.


 http://mudafaai-hukuk.com.tr/arsiv/subat04_03.htm


..

SESSİZ ÇOĞUNLUĞUN AYAK SESLERİ





 SESSİZ ÇOĞUNLUĞUN AYAK SESLERİ

Prof. Dr. EROL MANİSALI
KASIM 2003 - SAYI 63



İnsanlar arayış içinde... Heyecanlı, duygulu, vatandaşlık bilinci içinde yoğrulmuş dopdolu insanlar: Bunlar Türkiye’nin güzel insanları, temiz insanları, yürekleri yurt sevgisi ile taşan aydınlık insanları... Telefon ediyorlar, yolda çeviriyorlar, mektup yazıyorlar, katıldığım toplantılarda etrafımı sarıyorlar... İçleri yanık, bir şeyler yapmak için çırpınan, arayış içindeki insanlar... Bunlar bu toplumun sağlam dokusu, çürümemiş, zihnen devşirilmemiş, Özallaşmamış, Dervişleşmemiş, Amerikalılaşmamış... gönlü, kafası, ayakları bu topraklarda olan insanlar...

- Kemalist,
- Ulusalcı.
- Kendi halkını düşünen.
- Aydınlık kafalı ve yürekli insanlar.

 Her mekânda, her ortamda, telefonda, mektupta, söyleşide hep aynı soruları yöneltiyorlar;




- Hocam bu kadar sağlam, idealist insan var, Türkiye’yi seven insan var, ama ortalıkta kimler egemen? IMF’den gelen, dışarıdan gelen, Türkiye ye Amerika’dan, Avrupa’dan bir sömürgeci gibi bakan insanlar ve yerli ortakları...

- Ne yapacağız, bir şeyler yapmak istiyoruz... Parti mi? Hangi partiye oy vereceğiz, hangi partide görev alacağız şaşırdık... DSP dedik, ne oldu, gördük, CHP ise apayrı bir âlem; yeni oluşumlar var, Mümtaz Soysal’ın -partisi, İP var... Ne yapacağız?

 Sağlam insanlar arayış içinde, bir umut ışığı bekliyorlar, inanacakları, güvenecekleri, arkasından gidebilecekleri... Meclis teki siyasi partilere hiç güvenleri kalmamış...

- Ben solcuyum, sosyal demokratım, işçinin, köylünün yanındayım diyen en büyük kazığı işçiye, köylüye, memura atmış, dışardaki güç odakları ile işbirliği yapmış.

- Milliyetçiyim diyen gayri milli gelişmelerin uygulayıcısı olmuş, direnememiş...

Çıkış arıyorlar...

 Bu toplumda sağlam insanlar büyük çoğunlukta... Bunlar sessiz çoğunluk, henüz sesini duyuramayan, medya tekeline, örgütlenme engeline, yanlış örgütlenmelere takılıp kalan sessiz çoğunluk... Bunlar çıkış arıyorlar...



 http://mudafaai-hukuk.com.tr/arsiv/kasim03_04.htm


..

AB MUHİPLERİ’NİN SEVR RÜYASI MI?






 AB MUHİPLERİ’NİN SEVR RÜYASI MI?



 Prof. Dr. EROL MANİSALI
  EKİM 2003  -  SAYI 62

 Mondros’tan sonra Sevr’i hazırlayan Avrupa devletleri, Anadolu’yu İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunan, Ermeni, Kürt diye bölmüşler, kendilerine göre masa başında bir harita çizmişler.

 Ancak, bu masa başındaki işgal i sonuçlandıramamışlardı. Anadolu’yu işgale kalkan Avrupalılar, Yunanlılar ve Ermeniler, geldikleri gibi gitmek zorunda kaldılar.

 Attila İlhan, ısrarla bana hep şunu tekrarlar; “Anadolu’da halkın tepkisini en çok, Yunanın İzmir’i işgali çekmiştir, bu bir dönüm noktası olmuştur” der.

 Tarihin tozlu sayfalarındaki eski Sevr haritalarına baktığım zaman, üzerinde İngiliz, Fransız, İtalyan ve uzantıları olan Yunan bayraklarını görürüm. Gel zaman git zaman, Avrupalılar aralarında anlaşmaya karar vermişler. Hele Berlin Duvarı 1989’da yıkılıp, soğuk savaş sona erince, Amerika’ya inat “ Avrupa Birleşik Devletleri”ni kurmaya Maastricht’te karar kıldılar.

 Birinci ve İkinci Dünya savaşlarının “ Mağlubu ” Almanya, bu sefer aralarında, hem de en başta, en tepede göründü.

İngiliz, Fransız, Alman, İtalyan ve diğer “ Avrupalılar ” kendi bayraklarının yanına, 12 yıldızlı Avrupa Birliği bayrağını koymuşlar, İngiliz’in, Almanın, Fransızın, İtalyanın dünya karşısındaki “çıkarları” artık bu 12 yıldızlı Avrupa Birliği bayrağı altında savunulacak demişler. Açıkça söylemeseler bile bunu kafalarının içine Grek ve Latin harfleri ile kazımışlar. Halkın hatırlaması için de paraları olan Euro’nun üzerine ve içine “nakşetmişler”.

Ya Truva Atları!

Her şey çok iyi de niçin “Bize ne deyip geçemiyoruz”. Nasıl geçiştirebiliriz ki! Adamlar eski dönemlerde topla, tüfekle kalkıştıkları işgali bu sefer topsuz tüfeksiz bir biçimde sessizce yürütüyorlar. Türkiye’yi AB kapısında içeri almadan oyalarken eski işgal planlarını gündeme getirdiler.

 Bölgemiz çok eskilerden beri “ Truva Atları ” ile ünlüdür. Eski hesapların bu sefer en eski alışkanlıklarla yürütülmesini kafalarına koymuşlar. Ancak yeni yöntemleri uygulamakta kusur etmiyorlar. Aynen Karen Fogg’un e-postalarında görüldüğü gibi.

 Birinci Dünya Savaşı sonrasında, İngiliz Muhipleri’nin, Fransız sevenlerin, Amerika ya da Alman yandaşlarının yerini bu sefer Avrupa muhipleri ve Amerika muhipleri almış. Türkiye’yi Sevr haritasında olduğu gibi İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunan bölgeleri diye ayırmaya gerek kalmamış. Haritalar üzerinde 12 yıldızlı AB bayraklarının İzmir’de, Kars’ta, Samsun’da dalgalandırılması, halkta tepki yaratmasın diye işler alttan alta yürütülmüş. Nasıl mı?

- Bazı gazete patronları ve bazı gazeteciler resmen satın alınmış; belgelerle ortaya çıktı.

- Televizyonlara “el atılmış”, hatta kendileri için özel televizyon kurmuşlar.

- Büyük sermaye çevrelerinin bir kısmı, “ Muhipleri olarak ” AB ve ABD’ye ortak yapılmış. Bu çevreler artık tam bir Truva Atı durumuna gelmişler. Dış çıkarların Türkiye’deki savunucusu olmuşlar.

 - Siyasiler satın alınmış; “hem iktidara çıkabilmek, hem de iktidarda kalabilmek” için Truva Atı  lisansı şart olmuştur.

- Üniversitelerde hocaların ve öğrencilerin maddi olarak AB imkanlarından yararlanabilmesi için AB muhipleri derneklerine dahil olmaları, onlara sazlı-sözlü destek vermeleri gerekir hale gelmiş. Öyle ya, Sokrates bursu almak için Atina’nın Truva’daki atı olacaksın; “ Ne kadar ekmek, o kadar köfte ”. Fullbright ya da Soroz bursu alacaksan, Türkiye’de Yunanistan’ı sempatik gösterecek bir konu seçeceksin. Yani; psikolojik savaşın Truva Atı olacaksın.

 Aynen tarihteki gibi, “Sizle dostuz, size armağan veriyoruz” deyip Truva Atı’nın içine askerlerin, yerleştirilmesi gibi. Cephede yenemedikleri Türkleri ‘Truva Atları aracılığı ile” yenmek istiyorlar.“ Küçük Sahne ” Kıbrıs’ta kurulmuş. Oyunun adı ise, “Satılık İnsan Manzaraları”!

Sevr ve yeni ‘ Muhipleri ’

Dün Avrupa bizi silahla işgale kalkmıştı. Bugün, yöntem değişti, işgal iktisadi, siyasi, kültürel ve medyatik silahlarla yapılıyor.

- Bazı sermaye çevrelerinin kendilerine bağlanması,

- Bazı siyasi çevrelerin ve adamların kendilerine hizmet vermek için iktidara getirilmesi,;

- Kültürel, dini ve etnik öğelerin en etkin biçimde emperyalizmin araçları olarak kullanılması. 

Türkiye gizli bir İşgalin altına yavaş yavaş sokulmaktadır. 

 Ekonominin işgali ve yaratılan krizlerle çökertilen altyapı üzerine siyasi ve kültürel öğeler oturtulmaya başlanmıştır. Bunlar, Lozan’dan Sevr’e gidişin ayak sesleridir. Hâlâ görmemekte ve duymamakta direnecek miyiz? Nereye kadar?



http://mudafaai-hukuk.com.tr/arsiv/ekim03_07.htm


..