5 Aralık 2017 Salı

ORTADOĞU’DA ABD POLİTİKALARI VE BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ BÖLÜM 3



ORTADOĞU’DA ABD POLİTİKALARI VE BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ BÖLÜM 3



 1.4. Uluslararası Politikalarda Ortadoğu: 

 İnsanların yoğun olarak ilk yerleştikleri ve uygarlıkların ilk kurulduğu bölge olan Ortadoğu; ekonomik, siyasal, kültürel ve dinsel konularda toplumlar arasında bir geçiş bölgesi konumundadır.46 Ortadoğu sahip olduğu bu çok özel değerlerden dolayı, dünya hâkimiyetine kavuşmak isteyen devletlerin bunu sağlayabilmeleri için Ortadoğu’ya hâkim olması önemli olmuştur. Ortadoğu’yu dünya politikasında önemli kılan etmenlerden biri de kıtalar arasında kültürel ve ekonomik köprü olmasından kaynaklanmaktadır. İpek, pusula, şeker, kâğıt, barut ve gibi Uzakdoğu malları Ortadoğu aracılığıyla Avrupa‘ya ulaşmıştır. Musevilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlığın doğuş yeri olmuştur. 
Komşu olduğu üç kıtada hemen her büyük fatih bölge üzerinde egemenliği kurmaya çalışmış ve Ortadoğu, sırasıyla Pers, Yunan, Roma, Arap, Moğol, Tatar ve Türk imparatorluklarının kapsamı içine girmiştir. Bu imparatorluk dönemlerin den en sakin ve huzurlu zamanı Osmanlı İmparatorluğu dönemi olmuş, Osmanlı’dan koptuğu günden bu güne değin Ortadoğu’da savaş ve karışıklık eksik olmamıştır. 

 Bölgeyi önemli kılan etmenlerin başında jeopolitik ve stratejik önemi gelmektedir. Dünyanın en önemli suyolları; Süveyş Kanalı, Hürmüz Boğazı, İstanbul ve Çanakkale Boğazı, Kızıl Deniz ve Basra Körfezi bu bölge sınırları içinde yer almaktadır. Süveyş kanalının ve 1980'den sonra da Basra Körfezi’nin kapanması söz konusu olduğu zaman çıkan savaşlar ve Paris ve Londra’ya atom bombası atabilecek kadar göze alınan büyük çapta olaylar, bunların bölge için ne denli önemli olduğunu açık bir biçimde göstermiştir.47 

 Ortadoğu’nun çağın gereği olarak günümüzde hemen her yerde ilk başta gösterilen özelliği ekonomik olarak petrol kaynaklarıdır. Bu içinde bulunduğumuz zamandan dolayı önemli özellik olarak gösterilebilir, ancak bölgeyi tarih içerisinde özellikle ekonomik anlamda petrol nezdinde değerlendirmek doğru değildir. 
Örneğin Ahmet Davutoğlu bu konuya şu şekilde dikkat çekmiştir. “Bütün medeniyet havzalarının doğduğu ılıman iklim kuşağının merkezinde bulunan bölge, antik dönemden bugüne tarım potansiyeli ve ticaret aktarım hattı olmak bakımından başlı başına önem taşımıştır.”48 

Bütün bunlarla beraber yukarıda da bahsettiğimiz gibi Ortadoğu, tarih boyunca kültürlerin buluşma yeri olmuş ve bu sayede eşi benzeri görülmemiş bir kültürel mirası da bünyesinde barındırmıştır. Bu miras bölgeye yeryüzünün en çarpıcı noktası olma özelliğini kazandırmıştır. Bu noktada vurgulanması gereken belki de en önemli farklı özellik insanlık tarihinde büyük rol oynayan semavi dinlerin bu coğrafyada ortaya çıkmış olması ve bu dinlerin üçü içinde kutsal mekânlara sahip olmasıdır.49 

1.4.1. Ortadoğu’nun jeostratejik önemi: 

 Devletlerin bulundukları bölgenin coğrafi durumu, doğal su alanları, iklim gibi şartların askeri açıdan taşıdığı öneme jeostrateji denilmektedir. Jeostrateji ülkelerin kendi içinde ve diğer devletlerarasında hedeflerine ulaşabilmek için coğrafi etmenlerin üzerinde askeri yapılarını nerede, ne zaman ve ne şekilde kullanılacağının belirlenmesine yardımcı olmaktadır.50 

 Ortadoğu bu anlamda gerçekten çok önemli bir konumdadır. Ortadoğu bölgesinin dünya çapında stratejik önemini iyi anlamak, bu bölgenin nasıl böyle evrensel bir ruha kavuştuğunu açıklar.51 Bu noktadan stratejik konum meselesine din perspektifinden de bakacak olursak, üç semavi dinin de Ortadoğu’da doğup dünyanın dört bir yanına yayılmış olması anlaşılabilir bir durum oluşturmaktadır. 

 Coğrafi olarak ise bu bölge Asya ve Avrupa’ya yönelik tüm projelerin merkezini oluşturmaktadır. Ortadoğu jeostratejik konumu nedeni ile Avrupa devletlerini deniz komşuluğuyla, Hindistan, Çin ve Balkanları karasal yollardan, Anadolu, İran ve Arap yarımadasını tümüyle etkileme potansiyeline sahiptir. 
Stratejik anlamda birçok öneme sahip olan Ortadoğu’nun içinde yaşadığı istikrarsız dalgalanmalardan fayda sağlamak isteyen Irak, İran ve Kuveyt’e, Suriye Lübnan’a karşı saldırgan politika izlemiştir. 
Bu jeopolitik önemin getireceği faydaları ve riskleri hesap eden ve bu riskleri en aza indirgemeye çalışan ABD ve Rusya gibi bölge üzerinde küresel anlamda yapılanmaya çalışan ülkeler tarafından dengeler ile oynanarak bütün tarafların bölgeye bakışı değiştirilmeye çalışılmış ve stratejik hesapların yeniden yapılması sağlanmıştır.52 

 Ortadoğu’da büyük petrol rezervlerinin olması, bu petrollere sahip olmak için güç odaklarının çıkarttığı suni çatışmalar, çatışmaların neden olduğu yüksek miktarda paralarla yapılan silah ticareti döndüğü bir bölge olması, dünyanın odak noktası olma özelliğini korumasına yol açmaktadır.53 

1.4.2. Ortadoğu’nun jeopolitik önemi: 

 Jeopolitik siyasi coğrafyadan doğan bir bilim dalıdır. Jeopolitik siyasi coğrafyanın devletlere olası fayda ve zararları inceler. Jeopolitiğe katkı sağlamış fikirlerden biri Halford John Mackinder’in Kara Hâkimiyeti Kuramı’dır. Mackinder’e göre günümüzde deniz gücünün azaldığını, kara gücünün daha önemli hale geldiğini ve dünya hâkimiyetinin kara gücü ile sağlanabilineceğini söylemiştir.54 Son olarak ilk jeopolitik teorinin sahibi olarak kabul edilen Alfred Thayer Mahan’ın Deniz Hâkimiyet Kuramı’na göre dünya hâkimiyeti denizlerde kazanılan egemenlikle sağlanabilir. Bunun için kuvvetli bir deniz gücünün oluşturulmasını gerekmektedir.55 

 Bu kuramlar ışığında jeopolitiğe ülkenin coğrafyasına bağlı olarak belirlenen politikaları ilişkilendiren bir kavram olarak bakabiliriz. Siyasette deniz yolları, su ve enerji ikmal imkânları gibi coğrafi etmenlerin güç üzerindeki etkileri kuramcıları coğrafyanın politik etkilerini araştırmaya itmiş, doğal sınırlara ulaşma, önemli deniz yollarından yararlanma ve stratejik önem taşıyan kara parçalarını denetim altında tutma gibi kaygıların ulusal politikalarda önemli olduğu vurgusu yapılmıştır.56 

 Jeopolitik üzerine ile ilgili bahsettiğimiz hususlar ışında Ortadoğu’nun jeopolitik önemi şu şekilde ifade edebiliriz; Ortadoğu, Rusya ile sıcak denizleri, Doğu ile Batıyı, Akdeniz ile Hint Okyanusu’nu birbirine bağlayan, aynı zamanda Avrupa ile Asya arasındaki bütün ticarî ve kültürel bağlantıların yapıldığı bir bölgedir. Yeryüzünün en önemli kara ve suyollarını kumanda etmesinin kendisine kazandırdığı eşsiz jeopolitik değer, Ortadoğu’yu tarihin ilk dönemlerinden bu yana dünya egemenliği peşinde koşan güçlerin ilk hedefi haline getirmiştir.57 

 Petrolün 20. yüzyılın ilk yarısından itibaren değer kazanmasıyla Ortadoğu’nun, dolayısıyla buradan geçen kara ve deniz yollarının stratejik önemi dünyanın hiçbir yeriyle kıyaslanamayacak derecede artırmıştır. Uluslararası arenada herhangi bir güç ya da ittifak, diğer güce ya da ittifaka egemenlik sağlamak zorunda ise Ortadoğu’yu kontrol altında tutmak zorundadır. Nedeni ise Ortadoğu’nun birçok kapıyı birden açan bir maymuncuk işlevinde olmasıdır.58 
Meseleye böyle bir bakış açısıyla bakıldığı zaman dünyada meydana gelen savaşların temel dayanağı, sebebi Ortadoğu’dur denebilir.59 

 Ortadoğu Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarını birleştiren bölgenin merkezinde olması özelliği ile açık denizlere inmek isteyen kara devletlerinin jeostratejilerini 
belirledikleri vazgeçilmez mekânları olmuştur.60 

1.4.3. Ortadoğu’nun dini ve kültürel önemi: 

 Din olgusu, birçok toplumda farklı zaman dilimlerinde ve farklı isimler altında tarih boyunca hep var olmuştur. İnsanlar başa çıkamayacağı durumlar karşısında ve içinde bulunduğu güçsüzlüklerden dolayı bir yaratıcıya teslim olma ihtiyacını hissetmiştir.61 Baktığımızda Ortadoğu’nun tarih içerisinde dinî haritası, dil ve etnik haritasına göre daha karışıktır. Tarihin başlangıcından bu yana çalkantılı bir yapısı olan Ortadoğu’da halklarının yaşadığı göçler ve fetihler sonucunda önemli bir gücü olan Helen kültürü, Roma yönetimi sayesinde yeni inançlar ortaya çıkarmıştır.62 

Bu tarihi süreç içerisinde Ortadoğu putperestlik, Mecusilik, Zerdüştlük, Helenizm gibi inançlar yanı sıra semavi din olan Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet dinlerinin yaşandığı bir bölge olmuştur.63 

 Büyük dünya dinleri olarak gösterilen İslam, Hıristiyanlık ve Yahudilik Ortadoğu bölgesinde ortaya çıkmış ve bölgede büyük öneme sahip olmuştur. Bu dinler Allah’ın birliği, öldükten sonra dirilme, ceza ve mükâfat gibi ortak pek çok özelliği paylaşır. Bunca ortak paydaşlıklara rağmen Ortadoğu’da çıkan anlaşmazlıkların temelinde yatan sebeplerden biri bu üç din mensuplarının birbirlerine karşı gösterdikleri haksız tutumdan kaynaklanmaktadır. Ortadoğu’da haçlı seferleri gibi büyük acılara ve gözyaşına neden olan savaşların temel nedeni dinler arasındaki hoşgörüsüzlüktür. 

 Birçok farklı inançların yaşandığı Ortadoğu’da İslamiyet bölgede kabul edilen son dindir. İslamiyet Ortadoğu’da geçmişte oluşan inanç sistemlerinin birikimleriyle beslenmiş ve kültürel aşamanın son halkasını oluşturan bir din olmuştur.64 Ortadoğu bölgesinde, İslam dininden olma ve Arap olma gibi değerler önem taşımaktadır. Lübnan, Suriye ve İsrail dışında bölge devletlerinin nüfusunun çoğunluğu Müslüman’dır. Türkiye, İran ve İsrail dışında, bölgede yer alan devletlerin hepsi Arap’tır. Buradan ortak özelliklerin artmasıyla sorunların azalacağı mantığı çıkarılmaması gerekir. Bölge ülkeleri dini yönden türdeş olsalar da, ortak din, her zaman tek başına birleştirici bir unsur olmamaktadır. Dinler aynı olsa dahi mezhepsel ayrılıklar birçok çatışmayı beraberinde getirmektedir. Yaşanan savaşlara bakacak olursak İran-Irak Savaşının iki ucunda Müslümanlar veya Irak-Kuveyt savaşında, Müslüman Araplar birbirleriyle savaşmıştı.65 Yakın tarihimizi inceleyecek olursak Suriye iç savaşında taraflar Arap ve Müslüman olmalarına ayrıldıkları tek nokta mezheplerinin farklı olmasıdır. Benzer bir örnek olarak Libya iç savaşında tarafların Müslüman, Arap ve Sünni olmalarına rağmen çok acımasız bir savaş içerisine girebildikleri görülmüştür. 

 Son olarak Ortadoğu üç büyük semavi dinin doğduğu topraklar olması açısından üç dinin mensupları için oldukça büyük manevi öneme sahiptir. Üç dinin mensupları da manevi havayı sürekli hissedebilmek için dinlerinin doğduğu topraklara sahip olma arzusu duymaktadır. Haçlı seferleri de bu kutsal toprakları ele geçirme arzusunun bir tezahürüdür. Yahudilerce vaat edilmiş topraklara sahip olma arzusu da hiçbir zaman son bulmayacak bu uğurda politikalar geliştirecek ve uygulamaya koyacaktır. Bunun neticesi olarak ta Ortadoğu’nun yer altı kaynaklarında ve sahip olduğu jeopolitik konumu üzerinde söz sahibi olmak için yaşanan çatışmalara ek olarak, din eksenli çatışmalar da yaşanmış ve yaşanacaktır. 

1.4.4. Ortadoğu’nun enerji kaynakları bakımından önemi: 

 Dünya siyasetinde son yıllarda yaşanan olaylar Ortadoğu bölgesinin öneminin artarak devam etmesine katkıda bulunmuştur.66 Geniş Ortadoğu coğrafyasında, dünya enerji kaynaklarının bulunmasının yanı sıra bu bölgede farklı uluslar, kültürler, diller ve dinler yaşamaktadır. Bahsi geçen konularda ABD merkezli bir istikrar ve düzen kurulmasının, dünya istikrarına bir dayanak ve güvence olacağına inanılmaktadır. 

 Ortadoğu dünyadaki petrol kaynaklarının yarısından fazlasına sahiptir. Petrolün kalitesinin yüksekliğinin yanı sıra maliyetinin düşük olması, sanayileşmiş petrole 
bağımlı devletlerin dikkatlerini üzerine toplamaktadır. Sanayi alanında gelişmeyen bir bölge olmasına karşın petrol rezervleri açısından zengin olması ve ulaşım yollarının kesiştiği bir noktada bulunması itibarı ile stratejik avantajları bulunmaktadır.67 

 Ortadoğu’nun doğal kaynakları ABD politikaları açısından başta petrol olmak üzere doğalgaz, su gibi temel ihtiyaç maddelerinin denetim altına alınması, nakil yollarının kontrol altında alınması, aynı zamanda olası rakip devletlerin önünün kesilmesi anlamına gelmektedir. Kendi devlet menfaatleri doğrultusunda hareket eden ve bu menfaatler için son derece büyük gayret sarf eden ABD için bölgedeki diğer devletler ile ittifak kurmak ve bu devletlerde askeri üsler kurma çabası Türkiye, Irak, Afganistan, Mısır ve Suudi Arabistan gibi devletlerin bölge ile birlikte stratejik önemlerini arttırmıştır. Bölgede siyasi aktör olmaya çalışan Rusya’nın engellenebilmesi, Türkiye- Afganistan hattı ve Kafkasya’daki siyasi gelişmelere sıkı sıkıya bağlıdır.68 

 Ortadoğu küresel enerji kaynaklarının en önemli merkezi ve ihracatçısıdır. 
Bu enerji kaynaklarının rakamsal değerlerine bakacak olursak; 

 “OECD’nin 2006 verilerine göre: Dünya petrol rezervinin % 62’si, doğal gaz rezervinin % 40’ı Ortadoğu’da, bunun da % 99’u Körfez 
bölgesinde bulunmaktadır. EIA’nın 2007 verilerine göre: Petrol rezervleri sıralamasında; Suudi Arabistan ( 262,3 milyar varil) 
birinci durumdadır. Bunu Kanada’nın ardından gelen; İran, Irak, Kuveyt ve BAE (sırasıyla: 136,3, 115,0, 101,5, 97,8 milyar varil) 
takip etmekte, Katar ise (15,2 milyar varil) on dördüncü sırada yer almaktadır. 

 Doğal gaz rezervleri sıralamasında; RF’nin ardından İran, Katar, Suudi Arabistan ve BAE (sırasıyla: 974, 911, 240, 214, 112, 59, 55 
milyar m3) gelmekte olup, dünya doğal gaz rezervlerinin sırasıyla; % 15, % 14,7, % 3,9 ve % 3,5’ini barındırmaktadırlar. Doğal gaz rezervleri bakımından ilk yirmi ülke içerisinde Irak onuncu, Mısır on sekizinci, Kuveyt yirminci sırayı almaktadır. 

 2000’li yılların başında günlük petrol üretimi 28 milyon varil olan Körfez’de bu rakamın 2020 yılında 42,2 milyon varile çıkması beklenmektedir. EIA’nın verilerine göre: 2006’da dünyada üretilen petrolde Körfez ülkelerinin payı, % 28’dir. 2004 verilerine göre ise; petrol üretiminde ilk on ülke arasında; Suudi Arabistan birinci, İran dördüncü, BAE ve Kuveyt on ve on birinci, Irak on dördüncü sırayı almaktadır. 

 Dünya ham petrol ihracatının % 38’i ile ham petrol ve işlenmiş petrol türevi ihracatının % 32’si, işlenmiş petrol türevi ihracatının % 16,5’i Orta Doğu’dan yapılmaktadır. Petrol ihraç eden ülkeler sıralamasında; Suudi Arabistan [8,73 m.v./g (milyon varil/gün)] birinci sıradadır. Bu ülkeyi sırasıyla İran (2,55 m.v./g), Rusya ve Norveç’in ardından dördüncü, BAE (2,33 m.v./g) ile Kuveyt (2,20 m.v./g) Venezüella’nın ardından altıncı ve yedinci, Irak (1,48 m.v./g) on birinci, Katar (1,02 m.v./g) on dördüncü sırayı almaktadır. 

 2006 yılında Körfez ülkeleri tarafından ihraç edilen günlük 18,2 milyon varil petrolün 17 milyon varili Hürmüz Boğazı’ndan– bu miktar dünya ihracatının 1/5’ine karşılık gelmektedir – geri kalanı ise boru hatları vasıtasıyla Kızıl Deniz ve Türkiye üzerinden uluslararası pazarlara ulaştırılmıştır.”69 

 Bunların dışında Ortadoğu bölgesinde önemli ülkelerden olan Türkiye’de yer altı ve yer üstü zenginlikleri göze çarpmaktadır. Dünya üzerinde kritik öneme sahip 
olan ve nükleer santraller ile savunma sanayinde kullanılan Bor, Toryum ve Neptünyum madenlerinin tüm dünya coğrafyasına nazaran neredeyse %70’i Türkiye’de bulunmaktadır.70 

ABD’NİN ORTADOĞU POLİTİKALARI 

 2.1. Ortadoğu’nun ABD açısından önemi: 

 Ortadoğu ABD açısından çok büyük stratejik öneme sahiptir. Özellikle Ortadoğu bölgesindeki petrolün ABD için önemi büyüktür. Ortadoğu petrollerine ABD’nin ilgisi Birinci Dünya Savaşı’nın hemen akabinde başlamıştır. Ortadoğu petrolüne rağbetin başlıca nedeni, azalmakta olan ABD rezervlerini takviye etmek ve ekonomik büyümesi petrole bağlı olan Batı için ucuz enerji kaynağı oluşturmasıdır. Bu nedenlerden dolayı Amerika’ya bağlı büyük petrol şirketleri, Suudi Arabistan’ın, Osmanlı’dan ayrılmasının hemen ardından, buralarda petrol arama çalışmalarına başlamışlardır. Petrolün dünya dengelerini değiştirecek, stratejik öneme sahip olması İkinci Dünya Savaşı döneminde olmuştur. 
Amerika’nın petrol ihtiyacının büyük çoğunluğunu Ortadoğu bölgesinden karşılamasından dolayı, ABD gibi siyasi güçler, Sovyet etkisini bölge dışında tutmanın ve petrol ihraç eden ülkelerin, petrol şirketlerini millileştirmesinin önüne geçilmesinin hayati önem arz ettiği, bu tarz kalkışmalara engel olunması gerektiğine karar vermişlerdir. Bu konuda çarpıcı bir örnek, İran şahının İngiliz petrol şirketlerini millileştirmeye kalkışması sonucu, ABD ve İngiltere’nin desteği ile 1953 yılında devrilmesi olayı gösterilebilir. Amerika Ortadoğu petrolünü elinde tutmak zorundadır. 
Bunun nedeni, ABD’nin enerji ihtiyacını karşılama noktasında, petrole alternatif bir enerji kaynağına sahip olmamasıdır. Bu yüzden, Amerika’nın politikası, Ortadoğu petrolünün akış güvenliğinin ne pahasına olursa olsun korunmasıdır. Ortadoğu’da meydana gelecek karışıklık ve çatışmalar petrol akışının istikrarına zarar vereceğinden, istikrarı sağlama yönünde adımlar atmaktadır.71 1920 yıllarında Ortadoğu bölgesinde petrolün fark edilmesi ile petrol şirketleri pay kapma yarışına girmiştir. 
Bunu sonucu olarak ABD’nin bölgeye ilgisi artmıştır. Soğuk savaş yıllarında Sovyetler Birliği’ni çevrelemek maksadıyla ABD, Akdeniz ve Hint Okyanusu’nda askeri gücünü artırmıştır. 

Yani ABD ikinci dünya savaşı sonrasına kadar bölgede ciddi bir askeri varlık göstermemiştir.72 

<  Yukarıda da üzerinde durduğumuz, ABD’nin Ortadoğu politikalarını belirlediği temellerinden biri petroldür. Bunun başlıca nedeni ABD’nin petrol rezervleridir. Bu rezervlere dönemsel göz atıldığında rezervlerinin ciddi şekilde azaldığı görülür.  >

“1980 yılında 36,5 milyar varillik bir rezerve sahip olan ABD’nin 1995 yılında petrol rezervi 29,8 milyar varile gerilemiştir. Daha sonraki dönemlerde ABD’nin 
rezervlerinde ki bu düşüş devam etmiş 2005 yılında 29,3 milyar varil olarak tespit edilmiştir. 1980 yılına göre bir karşılaştırma yapıldığında ABD’nin rezervlerinde 2005 yılı itibariyle -%19,7 oranında bir azalma olmuştur. ABD’nin rezervlerindeki bu azalmanın dünya petrol rezervi ve ABD’nin petrol tüketimi artmaya devam ederken meydana gelmesi oldukça önemlidir. Bu durum ABD’nin petrol rezervlerinin büyük bir kısmını topraklarında bulunduran ülkelere karşı harekete geçmesine neden olarak gösterilebilecek bir gerekçe olarak ortaya çıkmaktadır.”73 

Dünya petrol rezervinin yüzde %63‘ün üzerine çıkan Ortadoğu bölgesinin 88 yıllık rezervi varken, toplam rezervlerdeki payı %2,7‘ye düşen ABD’nin 11 yıllık 
rezervi kalmıştır. Bu sebepten dolayı dünyanın petrol ihtiyacının büyük bir kısmını karşılayan Ortadoğu bölgesinin ABD için ne denli önemli olduğu ortadadır. 
Bunun için ABD, dünya petrol rezervinin büyük kısmına sahip Ortadoğu’yu kontrol altında tutmak için bu bölgedeki gücünüm artıracaktır. Çünkü ABD’nin temel enerji ihtiyacının %40‘ı petrole bağımlıdır. Petrol ihtiyacının %21‘ini Ortadoğu bölgesinden olmak üzere, yarısından fazlasını ithalatla karşılamaktadır. ABD’nin petrol ithalatı için de, Ortadoğu bölgesinin payının 2050 yılına kadar yüzde 21‘den yüzde 70‘e çıkması beklenmektedir.74 

1956 yılında patlak veren Süveyş Krizi, ABD’nin Ortadoğu politikasına yeni bir boyut getirmiştir. Sovyetlerin bölgedeki nüfuzunun artması sebebiyle, İngiltere’nin önderliği ve ABD’nin desteği ile bir tür Ortadoğu Savunma Örgütü‘nün kurulmasına ilişkin planlar hayata geçirilmiştir. Bu bağlamda, Başkan Eisenhower da, herhangi bir Ortadoğu devletinin, komünizmle yönetilen bir devlet tarafından saldırıya uğraması durumunda, askeri güç kullanımı ve bu kapsamda, bölgedeki ülkelere verilebilecek askeri yardım da dâhil olmak üzere her şekilde ABD tarafından savunulacağını beyan etmiştir. Eisenhower Doktrini olarak adlandırılan politika 1960’ların sonuna kadar devam etmiştir. 1969‘da ABD’nin bölgeye doğrudan müdahalesi yerine Ortadoğu ülkelerine artan şekilde askeri ve ekonomik yardım yapılması esasına dayanan, Nixon Doktrini açıklanmıştır. Bu Doktrini‘ne göre ABD, Ortadoğu bölgesinin Sovyet tehdidine karşı savunulmasında önemli rol oynayacağı düşünülen İran ve Suudi 
Arabistan‘a çok ciddi manada önem vermiştir. Bu plan uyarınca ABD, bu devletlere 1979 yılına kadar daha silah satışını artırmıştır.75 

70’li yılların başında patlak veren petrol krizi ile Ortadoğu bölgesinin ABD için önemi, bir kez daha anlaşılmıştır. 1973 ve 1974‘deki petrol krizlerinden sonra kısa bir süre ABD‘de Ortadoğu petrollerini güç kullanarak ele geçirme senaryosu konuşulmaya başlanmıştır. Petrol krizinin yaşandığı dönemde Suudi Arabistan’daki ABD Büyükelçisi James Akins bu tartışmaların perde arkasında, dönemin Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’ın olduğunu belirtmiştir. Ancak o yıllarda Körfez bölgesinde, ABD’nin ciddi bir askeri varlığı yoktu ve bölge petrolünü güç kullanarak kontrol altına alma bu açıdan çokta mümkün değildi. Nitekim bu plan ABD yönetimince destek bulamadı ve kısa sürede gündemden düştü.76 

 1979 yılında İran’daki İslam Devrimi ve aynı yıl Afganistan’ın Sovyetler tarafından işgali, ABD’nin bölgeye daha fazla müdahale etmesini gerektirdi, çünkü bu iki gelişme bölgedeki güç dengesini Sovyetler Birliği’nin lehine değiştiriyordu. Bunun ardından, ABD bölgedeki politikasını değiştirdi ve 1980‘de Carter Doktrini’ni benimsedi. Dönemin ABD Başkanı Jimmy Carter, 23 Ocak 1980’de ABD Kongresinde yaptığı konuşmada yeni politikasını ayrıntılı olarak açıkladı. Carter konuşmasında herhangi bir yabancı gücün Ortadoğu bölgedesin de etkinlik kazanmak amacıyla yapacağı tüm girişimlerin ABD'nin stratejik çıkarlarına karşı tehdit sayılacağını, böyle bir durumda askeri güç kullanımı da dâhil her türlü tedbiri alacaklarını ilan etti.77 İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana hemen her ABD Başkanı, Ortadoğu’nun ve Körfez‘in ABD için hem ekonomik, hem siyasal, hem de stratejik olarak önemli olduğunu vurgulamış ve bu doğrultuda politikalar geliştirmiştir. Truman Doktrini, Eisenhower Doktrini, Nixon Doktrini, Carter Doktrini, Reagan, baba ve oğul Bush döneminde ABD’nin bölgeye yönelik askeri müdahaleleri bu politikanın somut ifadeleri 
olmuştur. Örneğin yukarıda bahsi geçen Carter Doktrini’nin de, Ortadoğu‘da enerji güvenliğine herhangi bir tehdit söz konusu olduğunda Amerikan askeri müdahalesi alternatifler dâhilindeydi. Dünya petrol rezervinin %65‘ine sahip Ortadoğu‘da, ABD politikasının temel unsurlarından biri, Körfez‘deki petrol kaynaklarının güvenliğinin sağlanmasıdır.78 

 Soğuk Savaş dönemi boyunca Ortadoğu ülkeleri, ABD ile yakın askeri ve siyasi ilişkilere girme konusunda çekingen davranmışlardır. SSCB’nin dağılması ve Soğuk Savaş’ın sona ermesi ile iki kutuplu sistem sona ermiş, bunun yerini yalnız ABD egemenliğinin söz konusu olduğu, tek kutuplu sistem almıştır. Soğuk Savaş’ın, kapitalist bloğun zaferiyle sona ermesinden sonra, ABD için yeni hedef, Rusya Federasyonu’nun yerine geçebilecek devletlerin bir şekilde engellenmesi dir. Bu temel politikaya göre ABD, küresel hegemonyasına meydan okumasa bile, dünyanın herhangi bir bölgesinde ABD’nin çıkarlarına ters düşecek bir bölgesel gücün ortaya çıkmasını engellemeyi amaçlamıştır.79 
Yani günümüzün uluslararası sistemi, Soğuk Savaş döneminde var olan güç dengesine göre değil, bir anlamda ABD hegemonyasına göre kurulmuştur.80 

 ABD’nin Ortadoğu’ya yönelik güttüğü çıkar politikalarını, İsrail‘in bağımsız bir devlet olarak varlığını sürdürmesi, ABD‘ye düşman bir devletin kitle imha silahları elde etmemesi, enerji kaynaklarının kendi politikaları doğrultusunda dünyaya kesintisiz ulaşması şeklinde ifade edebiliriz. Bunun yanı sıra, Körfez‘de güçlü düşman bir devletin olmaması, Ortadoğu barış sürecinin başarıyla sürmesi, ABD’nin bölgenin Batı yanlısı Arap devletleriyle iyi ilişkiler kurması ve iyi ilişki içerisinde olan devlet rejimlerinin devamının sürmesi ve bölgesel terörizmin kontrol altında tutulması son derece önemli ulusal çıkarlar olarak tanımlanmıştır.81 

 ABD’nin Ortadoğu bölgesine yönelik politikalarını toparlayacak olursak, politikaları belirleyen temel unsurlar şu şekilde sıralanabilir. Petrol ve enerji 
kaynaklarının kesintisiz dolaşımını ve fiyatlarını kontrol etmek, İsrail‘in güvenliğini garanti altına almak, İsrail‘e tehdit oluşturma potansiyeli taşıyan ülkeleri zayıflatmak, bu bağlamda Irak, Suriye, Lübnan ve İran‘ı kontrol etmek, politikalarına karşı tavır alan radikal İslam tehlikesini azaltmak. Bunlara ek olarak bölge ülkelerindeki kimyasal ve biyolojik kitle imha silahlarını ortadan kaldırma ve terörün kaynağı haline gelmelerini önleme, Amerikan karşıtı düşünceleri azaltma da ABD’nin Ortadoğu politikasını şekillendirirken belirleyici unsurlar arasında sayılabilir. Yani ABD’nin Ortadoğu politikasının amacı, bölgede egemenliğini sarsacak bir gücün ortaya çıkmasını engellemek ve petrolün Amerikan kontrolünden çıkmamasını sağlamaktır.82 


BU BÖLÜM DİPNOTLARI ;


46 Sadık Acar, “Orta Doğu’nun Dünya Ticareti Bakımından Önemi ve Körfez Bunalımı Sonrası Beklentiler”, DEÜ İİBF Dergisi, Cilt: 7 sayı:1,1992,s.147.
    http://www.deu.edu.tr/userweb/sadik.acar/dosyalar/SAD1.pdf, 22.03.2014 
47 Oral SANDER, Siyasi Tarih (1918-1990), İmge Kitapevi, Ankara, (1991), s.349 
48 Davutoğlu, A.g.e, s.332 
49 Nihat Ersin, Ortadoğu Savaşlarının Perde Arkası, Gündem yayınları, İstanbul, (2003), s.21 
50 Bilal Karabulut, Uluslararası İlişkilerde Anahtar Kavramlar Serisi, Strateji, Jeostrateji, Jeopolitik, Platin yayınları, Ankara, (2005), ss.21-22 
51 Münir Şefik, Emperyalizmin İslam Dünyasına Girişi ve Ortadoğu Sorunu,Cemil Akpınar, (Çev.), Risale Yayınları, İstanbul, (1983), s.47 
52 Davutoğlu, A.g.e, s.327. 
53 Kocaoğlu, A.g.e, s.170 
54 Erol Mütercimler, Yüksek Stratejiden Etki Odaklı Harekata Geleceği Yönetmek, Alfa Yayınları, İstanbul, (2006), s.309 
55 Alfred Thayer Mahan, Deniz Gücünün Tarih Üzerindeki Etkisi, Kerem ve Melahat Fındık (çev.), QMatris yayınları, İstanbul, (2003), s.17-19 
56 Erhan Arda, Sosyal Bilimler El Sözlüğü, Alfa Yayınları, İstanbul, (2003), s.310 
57 Ömer Turan, Tarihin Başladığı Nokta Ortadoğu, Yaydağ yayınları, İstanbul, (2002), s.16 
58 Cengiz Çandar, Ortadoğu Üzerine Aykırı Düşünceler, Bir yayıncılık, İstanbul, (1984), s.37 
59 Mujeeb R. Khan, The Tragedy of the Modern Middle East: The Systemic Basis of War and Authoritanism in The Regime, Milletlerarası Orta Doğu: 
    Kaos mu Düzen mi?, Hazırlayan: Ali Ahmetbeyoğlu, TADAV Yayınları, İstanbul, (2004), s. 15. 
60 Davutoğlu, A.g.e, s.132 
61 Ömer Faruk Harman, Yeni Ahid’de Din ve Din Anlayışı, Dinler Tarihi Araştırmaları II.sempozyumu, 20- 21 Kasım, Konya, (1998), s.71 
62 Bernard Lewis, Ortadoğu, İki Bin Yıllık Ortadoğu Tarihi, Selen Y.Kölay (Çev.), Arkadaş yayınevi, Ankara, (2000), s.28 
63 Lewis, A.g.e, s.284 
64 Suat Parlar, Ortadoğu Vaat edilmiş Topraklar, Mephisto yayınları, İstanbul, (1997), s.46 
65 Oral Sander, Siyasi Tarih (İlkçağlardan 1918’e), İmge Kitapevi Ankara, (1992), s.230 
66 Tayyar Arı, Irak, İran ve ABD, Önleyici Savaş, Petrol ve Hegemonya, Alfa yayınları, İstanbul, (2004), s.67 
67 Halis Çevik, Kadim Toprakların Trajedisi: Uluslararası Politikada Ortadoğu, İkia Yayıncılık, İstanbul (2005), s. 15. 
68 Yavuz Gökalp Yıldız, Global Stratejide Ortadoğu, Der Yayınları, İstanbul, (2000), s.28 
69 Varlık, A.g.e, s.223 
70 Armağan Kuloğlu, Türkiye’nin Stratejik Yeraltı kaynaklarının Ulusal Güvenliğe Etkisi, , Ankara, (2010), s.3, 
    www.beykent.edu.tr/WebProjects/Uploads/kuloglu-ocak%202010.pdf, 06.03.2014 
71 Tuğçe Ersoy Öztürk, “ABD’nin Yumuşak Güç Kullanımı: Barack Obama İmajı Üzerinden Amerikan Dış 
Politikasının Yeniden İnşası”, http://kamudiplomasisi.org/pdf/abdninyumusakguckullanimi.pdf,s.4, 12.03.2014 
72 Hikmet Erol, “Geçmişten Günümüze ABD’nin Ortadoğu Politikası”, 
http://www.tuicakademi.org/index.php/kategoriler/amerika/252-gecmisten-gunumuze-abdninortadogu-politikasi, 06.08.2010, 12.03.2014 
73 Mustafa Atiker, “Ortadoğu, Petrol ve ABD”, http://www.kto.org.tr/d/file/ortadogu_rapor.pdf, s.7, 12.03.2014 
74 Metin Altıok, “Uluslararası Sermayenin Krizi, Hegemonya Savaşları Ve Türkiye”, Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, C.3 sayı. 12, Bahar 2005, s. 160. 
75Güngörmüş Kona, A.g.m, s.18 
76 Mustafa Aydın, “Amerika Dünyadan Ne İstiyor? ABD'nin Yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi ve Dış Politikası”, Stradigma, Sayı 4, 2003. 
http://www.stradigma.com/turkce/mayıs2003/vizyon.html, 12.03.2014 
77 Güngörmüş Kona, A.g.m, s.18 
78 Aslıhan P. Turan, “Hazar Havzasında Enerji Diplomasisi”, 
http://www.bilgesam.org/tr/images/stories/makaleler/Hazar%20Havzasinda%20Enerji%20Diplomasisi.pdf, s.183, 28.03.2014 
79 Ümit Özdağ, Yeniden Yapılanan Ortadoğu, Irak Krizi (2002–2003), Ankara, Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi Yayınları, (2003), s. 77. 
80 Joseph Nye, Amerikan Gücünün Paradoksu, Çev. Gürol Koca, Literatür Yayıncılık, İstanbul, (2003), s.1 
81 Özlem Demirkıran, Soğuk Savaş Sonrası Ortadoğu Ekseninde Türk-Amerikan İlişkileri, Yüksek Lisans Tezi, Süleyman Demirel Üniversitesi, Isparta, (2005), s.123 
82 Ahmet K. Han, Irak Savaşı; Oyunun Adı Petrol mü?, ABD Dış Politikasında Yeni Yönelimler ve Dünya,Der. Toktamış Ateş, Ümit Yayıncılık, İstanbul, (2004), s. 362. 

4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***

ORTADOĞU’DA ABD POLİTİKALARI VE BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ BÖLÜM 2

ORTADOĞU’DA ABD POLİTİKALARI VE BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ BÖLÜM 2



 BÖLÜM 1 _ ORTADOĞU KAVRAMI VE ORTADOĞU’YA GENEL BAKIŞ 

1.1.Ortadoğu Kavramı 

 Ortadoğu kavramı Avrupa merkez kabul edilerek, dünyanın diğer bölgelerini bu merkeze uzaklıklarına göre; yakın, orta ve uzak şeklinde kategorize eder. Coğrafi bir kavramdan ziyade siyasi bir içeriğe sahip olan Ortadoğu kavramını ilk defa 1902 yılında Amerikan deniz tarihçisi Alfred Thayer Mahan, Arabistan ile Hindistan arasındaki bölgeyi ifade etmek için kullanmıştır.6 Bölgeyi haritada incelediğimiz zaman Mahan’ın, bu kavram ile Süveyş‘ten Singapur‘a kadar uzanan deniz yolunun bir bölümünü kapsayan ve sınırlarının kesin şekilde belirtmediği bir bölge karşımıza çıkmaktadır.7 

 Ortadoğu sınırlarının tanımlanması üzerine farklı pek çok görüş bulunmaktadır. Bu görüşlerin farklı olmasının temel sebebi ise çeşitli sosyal bilim dallarında 
uzmanlaşma farkının etkileridir. Bu farklı uzmanlaşma alanları kendilerine özgü şekillerde bölgeyi birbirlerinden farklı şekilde tanımlamaktadır. Coğrafyacılar coğrafi görüş açısı ile bakmakta meseleye bölgesel coğrafya yönünden değerlendirmekte ve Asya kıtasının bütününü temel alarak Ortadoğu’yu Güneybatı Asya olarak tanımlamayı uygun bulmaktadırlar.8 

Bölgeyi siyasi açıdan tanımlayan Cemal Zehir, İngiltere ve Fransa gibi geçen yüzyılın ortalarından beri yeni sömürgeler elde etmek ve yayılmacı politikalar izleyen Avrupa devletlerinin, Avrupa’yı merkez kabul ederek buranın doğusunda kalan dünyayı üçe ayırmışlardır9 değerlendirmesini yapmıştır. 
Akdeniz kıyısındaki Türkiye, Suriye, Mısır, İsrail, Lübnan devletleri ile Arabistan, Irak ve İran’ı kapsayan alan Ortadoğu içerisine alınmakta ve Ortadoğu terimi 
çoğunlukla Yakındoğu adıyla ifade edilen bölgenin tamamı için kullanılmakta dır.10 

 Ortadoğu tabir edilen bölgeyi farklı kaynaklardan incelediğimiz zaman, coğrafi bölge sınırlarının, kaynaklara göre farklılık gösterdiğini görülmektedir. Örneğin Ahmet Davutoğlu Ortadoğu’yu; Hindistan’ın batısından başlayarak Kuzey Afrika’da Mısır’ı da içine alan bir hattaki bölgeleri kapsayan alanlar için güncel alanda kullanılan bir kavram şeklinde tanımlamaktadır.11 

Başka bir kaynağa göre ise Ortadoğu, batıda Fas, Tunus, Cezayir, Libya, Sudan ve Mısır‘dan başlayarak, doğuda, körfez ülkeleri, kuzeyde, Türkiye, Kafkasya, Orta Asya Türk Cumhuriyetleri, İran, Afganistan ve Pakistan’ın güneyde, ise Suudi Arabistan ve Yemen‘in de dâhil edildiği coğrafya olarak tanımlamaktadır.12 

Bu tanımlamalar ışığında Ortadoğu coğrafyasının geniş tanımı: Türkiye, Afganistan, Suriye, Lübnan çizgisinden başlayıp Kuzey Afrika devletlerini de 
kapsayarak Uzakdoğu sınırına dayanan ve Arap Yarımadası’nı içine alan bölgedir. Dar tanımı: Kuzey Afrika ülkeleri, Afganistan ve Pakistan’ı içine almayan 
Bahreyn, Irak, Ürdün, Kuveyt, Lübnan, Umman, Katar, Suudi Arabistan, Suriye, Birleşik Arap Emirlikleri, Yemen, Filistin ve Mısır olmak üzere 
12 Arap ülkesi ile İsrail’i esas alan bölgedir.13 

 Kona’ya göre ise Ortadoğu 

“Orta Doğu terimini İngiltere geliştirmiş ve bu kavramın içine Arap devletleriyle birlikte İsrail, Kıbrıs, Türkiye ve İran’ı da eklemiştir. 
Ancak, Amerikalılar tarafından geliştirilen ‘Yakın Doğu’ terimi yalnızca İsrail ve İsrail’e komşu Arap devletlerini ifade etmektedir” şeklindedir.14 

1.2. Ortadoğu’nun Tarihi: 

 Ortadoğu diye tabir edilen bölge dünya üzerinde çok özel bir öneme sahiptir. Ortadoğu kültürel özellikleri ve coğrafi konumuyla medeniyetlere ev sahipliği yapmış ve tarihe birçok defa yön vermiştir. Tarihte insanların yaşamını etkileyen birçok gelişmenin, ilk olarak bu bölgede gerçekleştiği bilinmektedir. Örnek vermek gerekirse ilk yerleşik hayat, ilk tarım faaliyetleri, ilkyazı, ilk yazılı kanunlar ve ilk dinler hep bu bölgede ortaya çıkmış ve dünyaya yayılmıştır. Ortadoğu’nun stratejik öneminin tam olarak anlaşılabilmesi için bölgenin tarihi sürecine kısaca göz atmak faydalı olacaktır. 

 Ortadoğu’nun tarihini ve tarihi akışını belirleyen en önemli öğelerden biri de dinlerdir. Ortadoğu bölgesinde ortaya çıkan ilk semavi din Yahudiliktir. Yahudilik 
günümüzde de bölgeyi oldukça etkilemektedir. Özelikle Yahudilik temelli, laik bir anlayışla 19. yüzyıl ile birlikte ortaya çıkan Siyonizm, bugün için belki de bölgeyi en çok etkileyen unsurdur. Yahudilikten sonra ise Hz İsa ile birlikte Hıristiyanlık etkisi söz konusudur. Hıristiyanlık ancak Roma’nın resmi dini olduktan sonra bölgeyi siyasi açıdan etkilemiştir. Ancak bu din Ortadoğu bölge halkların arasında çok fazla yayılmış değildi. Örneğin Suudi Arabistan’da putperestlik hâkimdi.15 İran’da yaygın din ise Mecusilik ti. (Zerdüştlük) 16 

İslamiyet Ortadoğu bölgesini en çok etkileyen dindir. Mekke‘de ortaya çıkan İslam çok kısa bir zamanda güçlenmiş devletleşmiş ve imparatorluk kurmuştur. 4 Halife döneminden sonra ise yönetim saltanat haline gelmiştir. İslam’ın imparatorluk sınırları ise sürekli genişlemiş ve Emeviler Endülüs’e kadar yayılmıştır. Emeviler ve onların saltanatına son veren Abbasiler döneminde İslam içinde Arapların hâkim olduğu bir dönem yaşanmıştır. İslam içerisinde siyasi fikir ayrılıkları zamanla İslam‘da mezheplerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu bölünme içinde ilk ayrışma Hz Ali’nin hilafeti ile ilgili yaşanan hadiseler sonucu Şiilik ve Sünnilik şeklinde olmuştur. 

Siyasi anlamda diğer bir ayrışma da Vahhabiliktir. Bugün için Şiilik, Sünnilik ve 
Vahhabilik Ortadoğu’daki Müslüman devletleri etkileyen temel dinsel bölünmeyi ifade etmektedir.17 

 Osmanlı İmparatorluğu, Ortadoğu’da 16. Yüzyıldan itibaren dört yüz yıl boyunca İslam dini adına hüküm sürmüştür. Arap âleminde Osmanlı hâkimiyetinin 
başlangıcı 14. yüzyıla dayanmaktadır. Bağdat’tan Kahire’ye tecrit edilen Abbasi İmparatoru’nun İslamiyet’in kutsal topraklarının yönetimi ve muhafazasını Mısır 
seferinden sonra Yavuz Sultan Selim’e devretmesiyle 1517’de resmen Müslümanların liderliği Osmanlı Devleti’ne geçmiştir.18 Osmanlı hâkimiyeti zamanında, Irak, Suriye, Lübnan ve Filistin topraklarını içeren bölge İmparatorluğun doğrudan doğruya merkeze bağlı vilayetlerini kapsamaktadır. Suudi Arabistan’da ise, imparatorluğa bağlı ancak yönetimi Arap şeriflere bırakılan bazı şeyhlikler ve emirlikler bulunmaktadır. 

Bu emirliklerden en önemli olanları Necid ve Hicaz emirlikleridir.19 

Osmanlı hâkimiyeti yalnızca Hicaz’ın belirli kasabalarında ve Tihama limanında garnizonlar kurmuştur ve Türk paşalarının otoritesi bu yerlerde sınırlandırılmış tır.20 
Osmanlı Devleti Türk kökenlidir ve günümüzdeki Ortadoğu yöneticileri gibi etnik köken üzerinden hâkimiyet egemenlik kurma çabası içerisinde olmamışlardır. 
Osmanlı yönetimi başkalarının etnik kökenine ve dinî tercihlerine karşı hoşgörülüdür. Aynı zamanda bu hoşgörü hem bir dinî hüküm hem de siyasal yaşamın bir parçasıdır Osmanlı Devleti’nin uzun yıllar boyunca hükümet merkezinden çok uzak ülkelerde hüküm sürmesine getirilebilecek en mantıklı açıklama etnik kökene dayalı siyaset yapmamış olmasıdır.21 Osmanlı İmparatorluğu’nun Ortadoğu’da doğru politika izlediğini gösteren en önemli hususlardan biri de bölgeden çekilmek zorunda kaldıktan sonra, Ortadoğu’da günümüze kadar huzur ortamının tesis edilememiş olması ve sakin bir siyasi zemin oluşturulamamış olmasıdır.22 İslam dininin doğduğu topraklar 
olan Ortadoğu’nun, tarihsel bütünlük ve Osmanlı’nın bölgeye kattığı değerler açısından, Osmanlı’nın Ortadoğu’da hâkimiyet dönemi günümüzde de çok önemli görülmektedir. Ortadoğu bölgesinde Osmanlı Devleti’nin ekonomi ve toplum konularında devletin önceliği üzerine geleneksel duruşu, bölgenin yapısını anlamak üzere yapılan tartışmalarda vazgeçilemez bir delil olarak kullanılmaktadır. Osmanlı’nın son dönemlerinde bölgede açıkça gözüken olumsuz özelikler genel hatlarıyla; verimsiz yönetim, ekonominin kötü idaresi ve yolsuzluk olarak karşımıza çıkmaktadır.23 Bunlara rağmen Ortadoğu’da en rahat ve istikrarlı dönem bölgede Osmanlı hâkimiyeti olduğu devirlere rastlamaktadır. 

 1900’lerin başında Araplar İngiliz desteği ile ayaklanmış ve Osmanlı Devleti bölge üzerindeki hâkimiyetini yitirmiştir. Mekke Şerifi Hüseyin, Osmanlı ve Britanya arasında gidip geliyordu. Osmanlı’nın yaklaşan savaştan Almanya ile birlikte galip çıkma olasılığı ve Sünnilik, Halifeye karşı savaş kararını zorlaştırıyor du. Ancak dönemin sonuna doğru İttihat ve Terakki Cemiyeti iktidarının merkezi ve Türkçü politikaları Şerif Hüseyin’i Osmanlı’dan uzaklaştırdı. Arabistan’ı birleştirmeyi hedefleyen “Büyük Arabistan” isyanı hazırlıklarına, meşhur Lawrence’ın de çabalarıyla İngiltere ile bir arada girişen Hüseyin, bölgenin geleceğini şekillendiren önemli aktörlerden biri oldu.24 Savaş başlayınca İngilizlerin ayaklanmayı körükleme çabalarında artış görülmüştür. İngilizlerin Şerif Hüseyin ile yaptıkları anlaşmadan sonra Araplar Osmanlı’ya karşı saldırıya geçmiştir.25 İngiltere ile Şerif Hüseyin arasındaki görüşmeleri ve anlaşmayı öğrenen Fransa Ortadoğu’yu ele geçirme girişimine hız vermiştir. Daha sonra Fransa İngiltere’ye baskı yaparak Sovyetler birliğinin onayıyla gizli bir antlaşma imzalamıştır. 

Fransa ve İngiltere arasında Sykes-Picot 26 Planı üzerinde anlaşmaya varılmıştır. 

Bu plana göre bölge üç ülke arasında büyük oranda paylaşılmıştır. Ancak Fransa, sahiplendiği bazı bölgelerde beklediğinin üzerindeki direnişi kıramayarak, bu 
bölgelerden çekilmek zorunda kalmıştır.27 

İngiltere ve Fransa savaş sırasında Ortadoğu hakkında ortak bir bildirge yayınlamıştır. Bildirgede “Uzun zamandan beri Türk zulmü altında yaşayan halkların kurtuluşlarına yardım etmek için savaştıklarını” belirten bu iki devlet “ Ortadoğu halklarının kendi kaderini tayin hakkını” uygulayacaklarını ve Ortadoğu ülkelerinde kendi serbest seçimlerine dayanan ulusal hükümetler kuracaklarını bildirmişlerdir.28 Ancak İngiltere ve Fransa söylediklerinin aksine bölgedeki çıkarlarını korumak ve sömürgelerini sürdürebilmek için bölgenin geçmişten gelen tarihsel yapısını değiştirebilecek boyutlarda bölge ülkelerinin siyasal, sosyal ve ekonomik yapılarına müdahalelerde bulunmuşlardır. Bölgenin siyasal bütünlüğünü parçalara ayırarak bölge devletleri arasındaki dinsel ve mezhepsel ayrılıkları derinleştirmiş, küçük birimler oluşturmuş, dar bölgeci zihniyetleri aşılayarak kökleştirip parçalamaya yeni boyutlar kazandırmışlardır. Bu böl ve yönet taktiği ile bölgeyi İkinci Dünya Savaşı sonuna kadar kontrolleri altında tutmayı başarmışlardır.29 

 İkinci Dünya Savaşından sonra dünyadaki güç dengeleri yeniden şekillenmeye başlamış, eski güçlü devletler Fransa, İngiltere, Almanya ve Japonya’nın yerini SSCB ve ABD almıştır. Almanya’yı savaşta yenmek için ABD’den silah ve teknolojik destek alan SSCB bu sayede ABD’ye denk bir süper güç olmuş ve dünya iki kutuplu bir hal almıştır. 

Savaş nedeniyle askeri ve ekonomik olarak güç kaybeden İngiltere ve Fransa’nın egemenliği altındaki Ortadoğu devletleri sırayla bağımsız olmaya ve İngiltere ve 
Fransa’nın egemenliğinden kurtulmaya başladılar. 1948 yılında İsrail Devleti’nin Filistin’de kurulması, sömürge devletlerinin Araplar arasında pekiştirdiği ayrışmaları unutturmuş ve Ortadoğu’daki devletleri birleştirici etki yapmıştır. İsrail kurulur kurulmaz Arap-İsrail Savaşı patlak vermiştir. Bu savaşta İsrail kazançlı çıkmış, günümüze kadar sürecek olan sorunların ortaya çıkmasına neden olmuştur.30 

İsrail’in kurulması ile birlikte Filistin’de Araplar örgütlenmeye başlamış, Filistin Mücadelesini denetimleri altında tutmak isteyen Arap devletlerinin oluşturduğu Filistin Ulusal Konseyi, Kudüs’te Filistin Kurtuluş Örgütü’nü kurmuştur.31 Ancak bu örgütler tek ses olamamıştır. 1967‘deki Altı Gün Savaşları ile İsrail büyük başarı sağlamış ve artık bölgeye tamamen yerleştiğini ve bir daha ayrılmayaca ğını göstermiştir. Bu savaşta ABD, İsrail’i desteklemiş ve Arap devletleri ABD ile ilişkilerini kesmiş, SSCB ise Arap devletlerini desteklemiştir. Arapların İsrail ile “çözüm, görüşme ve barış yok” sloganını netleştirmiştir.32 “Takip eden yıllarda Araplar arasında ve uluslar arası arenada Filistin halkının tek ve meşru temsilcisi kabul edilen FKÖ, Arap-İsrail çatışmasına son vermek amacıyla teklif edilen fakat Filistin ulusal özlemlerini tatmin etmeyen her türlü çözüm teklifini engellemeye çalıştı.”33 

İran-Irak Savaşı, Soğuk Savaşın sonlarında yaşanan savaşlarının en önemlisiydi. Saddam Hüseyin’in nedeni pek anlaşılamayan şekilde İran’a saldırması ile savaş 
başlamış ve tam sekiz sene sürmüştür. Savaşta ABD, Irak’ı desteklemiş, Irak müttefiklerinden aldığı kimyasal silahlarla Halepçe’de binlerce sivil insanı katletmiştir. 
1988’e kadar karşılıklı füze atışlarıyla devam eden savaşta iki devlette hiçbir şey kazanmamıştır.34 İran içerde rejimini güçlendirmiştir. Suriye, İran‘ı desteklemiştir. 
ABD Irak‘ı açıktan destekleyerek İran’ın rejim ihracına karşı olduğunu ortaya koymuştur.35 Irak Savaştan zararlarını gidermek için Kuveyt’i işgal etmiş, bu hareketi karşısında dünyadan çok büyük tepkiler almıştır. ABD, BM Güvenlik Konseyi işbirliği ile Kuveyt’ten çekilmesini istemiş, çekilmeyince ABD öncülüğünde harekât başlamıştır. 

Harekât sonucunda Kuveyt kurtulmuş, Irak’a ise ağır ambargo, çevreleme politikası uygulanmıştır.36 

En nihayet 11 Eylül 2001 terör saldırılarından sonra dünya yeni bir döneme girmiş, tehdit ve güvenlik algısı yeniden şekillenmiştir. Bu süreçte ABD’nin Afganistan ve Irak’a müdahalede bulunmuştur. Günümüzde de devam eden Arap ayaklanmaları neticesinde Ortadoğu’ya ne olacağı dünyanın birinci gündemi haline gelmiştir. 

1.3. Ortadoğu’nun sosyal ve demografik yapısı: 

 Tevrat hikâye ve efsanelerinin ete kemiğe büründüğü, Musa, David, Süleyman ve Lût peygamberlerin kendi kavimlerine kıydıkları çölün bulunduğu yer olan 
Ortadoğu, nüfusu, etnik gruplar dil ve din açısından bir hayli karmaşık ve parçalıdır.37 Bu Ortadoğu’nun uzun tarihi geçmişi sonucu ortaya çıkan bir durumdur. Bölgede azınlık pek çok grupla birlikte dört büyük ve etkin etnik grup bulunmaktadır. Bunlar; Türkler, Araplar, Acemler ve Yahudilerdir.38 Bu ırklara ek olarak Çerkez ve Kürtlerin de bölgede etkili olduğunu söyleyebiliriz. Ortadoğu’da yaşayan etnik gruplar genel itibari ile farklı devletlerde birbirlerinden bölünerek ayrılmışlardır. Bunun yanı sıra aynı devlet sınırları içerisinde farklı etnik grupların birlikte yaşadığı devletler de vardır. Ortadoğu insanının birçoğu genelde geleneklerine bağlı ve muhafazakâr yapıdadır. 
Toplumlarının birçoğu genelde geleneksel ve muhafazakâr yapıdadır. Ortadoğu halkları arasında toplumsal sınıflar arasındaki uçurumlar büyüktür, okur-yazarlık oranı ise düşük seviyelerdedir.39 
Ortadoğu’nun toplumsal dokusunda göze çarpan bu olumsuz özellikler pratikte de birçok sorun yaratmaktadır. Örnek verecek olursak eğitim düzeyinin düşüklüğü insanların politik eksiklikleri kavrayamamalarına ve liderlerinin hatalarını görememelerine neden olmaktadır. Arap ülkelerindeki liderlerin uzun yıllar başta kalabilmelerinin nedenlerinden biri olarak eğitim düzeyinin düşüklüğünü sayabiliriz. Başka bir sorun da maddi imkânların orantısız dağılmasından dolayı toplumun büyük çoğunluğunun yoksul olmasıdır. Bu insanlar sıkıntısı ve gelecek kaygısı yanı sıra güvenlik gibi sorunlarla uğraşmak zorundadır. İnsanlar bu gibi sıkıntılar altında yaşam sürmek zorunda bırakılmaktadır. Böyle şartlar altında ve böyle bir ortamda Ortadoğu halklarının bölgede iyi bir şeyler yapabilmek adına projeler ve planlar üretip uygulamaya koymaları zorlaşmaktadır.40 

Bölgedeki sosyal yapı etnik ve dinî mezhepler açısından çok parçalıdır. Etnik açıdan hâkim olan unsurlar belirttiğimiz üzere İranlılar, Türkler, Araplar ve 
Yahudilerdir. Dinî açıdan, Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Museviler etkilidir. Müslümanlar da Sünni, Şii ve Vahabilerin etkin olduğu bölünmüş bir yapıya sahiptir.41 
Bölgenin dünyanın dinî merkezi olması, Ortadoğu sosyal yapısında egemen kültürolarak ruhçuluğu ağırlıklı kılmaktadır. Pek çok sayıda peygamber bu bölgede zuhur etmiştir. Bölge halklarının kendilerini anlatma alışkanlıkları Peygamberlik, nebilik, velilik gibi değerler üzerinden yapılmaktadır. Batı toplumunun fikir ve sözlerine referans ve dayanak olarak filozof, sanatçı ve düşünürleri göstermelerine karşı Ortadoğu halkları peygamberleri, velileri göstermekte, kendilerini bu şekilde ifade etmektedirler.42 

Bölgenin toplumsal yapısını anlamaya etki eden bir başka unsur ise dildir. Dil bakımından etnik yapıdaki söz konusu karmaşıklık devam etmektedir. Bölgede en çok konuşulan dil Arapçadır. İkinci önemli dil ise Türkçedir. Bölgede İran dışında az da olsa Farsça kullanılmaktadır. Bu önemli dillerin yanı sıra Ortadoğu’da: İbranice, Ermenice ve diğer azınlık dilleri de bulunmaktadır.43 Ortadoğu’da öncede belirttiğimiz gibi baskın dili Arapçadır. Bu dil Arabistan’da gelişmiştir ve Etiyopya dilleriyle Sami dillerinin güney bölümünü oluşturur. Arabistan dışında Arapçanın yayılması İslamiyet’in doğal bir sonucudur. 
Bir diğer Ortadoğu dili de Türkçedir. Türk dili Orta Asya kökenli bir dildir. 
Türk dili bölgede azınlık hâlinde İran ve Sovyet ülkelerinde de konuşulmaktadır. Bölgede konuşulan büyük diller kategorisine ekleyeceğimiz bir diğer dil de Farsçadır. 
Hint-İran dil ailesinden gelen bu dil Arapça harflerle yazılmaktadır. Dördüncü bir Ortadoğu dili Kürtçedir. Son olarak da İbranice bölgede konuşulmaktadır ve İsrail’in resmi dilidir. Bölgede sınırlı olarak Ermenice, Aramice gibi diller de bulunmaktadır.44 

Buraya kadar olan kısımda bölgenin etnik yapısı, kültür ve dil değerlendirmesini kısaca ele aldık. Bölgenin sosyal yapısında son olarak nüfusun değerlendirmesi ni de ele alacak olursak; 

“2008 itibarıyla Ortadoğu’nun nüfusunun 280.109.581 olduğu tahmin edilmektedir. 
Bu nüfus yaklaşık olarak, Türkiye’nin 4 katına, AB’nin 0,6’sına, ABD’nin 0,9’una, Güney Kafkasya’nın 18, Balkanlar’ın 5, Orta Asya’nın (Çin ve Afganistan hariç) 4,6 katına, Kuzey Afrika’nın (Mısır hariç) 3,3 katına, dünyanın 1/24’üne karşılık gelmektedir 

Bölge nüfusunun yaklaşık olarak % 66’sı Arap (181,14 milyon), % 13’ü Acem (34,6 milyon), % 7’si Türk (18,84 milyon) (Azeri, Türk, Türkmen, Kaşkari vb.), % 4’ü Kürt (11,6 milyon), % 2’si Yahudi (5,33 milyon)dir. İran, İsrail ve Lübnan dışında Araplar, yaşadıkları ülkelerde çoğunluğu oluşturmaktadırlar. Nüfusun geri kalanı Ermeniler, Asurîler, Berberiler, Lurlar, Bahaîler, Beluciler, 
Keldaniler, Afrikalılar ve diğer halklardan oluşmaktadır. 

En büyük azınlık grubunu oluşturan Azeriler (16,5 milyon) İran’da, Kürtler Irak’ta devlet yönetimini ellerinde bulundurmaktadırlar. Filistinliler (10,6 milyon)’in büyük çoğunluğu Gazze, Batı Şeria, Ürdün ve İsrail’de yaşamaktadır. Bunlardan sadece 4,2 milyonu UNHCR’ın gözetimi altındadır. Körfez Savaşı sonrasında ülkedeki terör ve istikrarsızlık nedeniyle toplam 3,4 milyon Iraklı ülkeyi terk etmiştir. Bunlardan 1,8 milyonu komşu ülkelerde, 1,6 milyonu ise ülke içerisinde yerlerinden edilmiş olarak yaşamaktadırlar. Petrol üreticisi devletlerde çalışan çoğu Asya kökenlik halk; Suudi Arabistan’da nüfusun % 10’unu, Umman’da % 17’sini, Bahreyn’de % 33’ünü, Kuveyt ve BAE’de % 60-67’sini, Katar’da % 75’ini oluşturmaktadırlar. 

Toplam nüfusun % 57’sini Sünniler, % 34’ünü Şiiler, % 5’ini Hıristiyanlar, % 2’sini Museviler, oluşturmaktadır. İran, Umman ve Bahreyn’de Şiiler, Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün, BAE, Kuveyt ve Katar’da Sünniler çoğunluktadırlar. İktidarın Sünnilerde olduğu Irak’ta Şiiler (% 60), Alevilerin elinde olan Suriye’de Sünniler (% 74) çoğunluktadır.”45 


BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

7 Davut Dursun, Ortadoğu Neresi, , İnsan Yayınları, İstanbul, (1995), s. 1. 
8 Selami Gözenç, Güneybatı Asya “Ortadoğu” Ülkeler Coğrafyası, Çantay Yayınları, İstanbul, (1999), s.5 
9 Cemal Zehir, Son Gelişmeler Işığında Ortadoğu’da Su Meseleleri, Milletlerarası Ortadoğu: Kaos mu? Düzen mi? Konferansı Bildiriler Kitabı, 
   Tarih ve Tabiat Vakfı Yayınları, İstanbul, (2004), s.278 
10 Mehmet Kocaoğlu, Uluslararası İlişkiler Işığında Ortadoğu, Genelkurmay Basımevi, Ankara, (1995), s.5 
11 Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik, Küre Yayıncılık, İstanbul, (2004), s.119 
12 Tayyar Arı, Geçmişten Günümüze Ortadoğu: Siyaset, Savaş ve Diplomasi, Alfa yayınları, İstanbul, (2007), s.25 
13 Beril Dedeoğlu, Ortadoğu Üzerine Notlar, Derin Yayınları, İstanbul, (2002), s.1 
14 Gamze Güngörmüş Kona, “Yeni Ortadoğu ve Düşündürdükleri”, Görüş Dergisi, (2003), No:54, Sayı:55, s.16 
15 İslamiyet gelmeden önce Arabistan’da hangi dinler hâkimdi?, 
http://sorularlaislamiyet.com/article/16135, 03.12.2011, 15.02.2014 
16 İslam’ın doğuşunun eşiğinde İran’ın dini ve siyasi durumu, http://farsca.blogcu.com/, 15.02.2014 
17 Sünnilik mi? Vehhabi/ Selefilik mi?, 
http://blog.milliyet.com.tr/sunnilik-mi--vehhabi--selefilik-mi- /Blog/?BlogNo=433897, 27.10.2013, 25.03.2014 
18 Ilan Pappe, Ortadoğu’yu Anlamak, Gül A.(Çev.), Ntv yayınları, İstanbul, (2009), s.19 
19 Ramazan Özey, “Jeopolitik Açıdan Akdeniz’i İkiye Ayıran Ülke: Tunus”, Altınoluk Dergisi, sayı. 137, İstanbul, (1997), s.19 
20 Borisoviç Lutskiy, Arap Ülkelerinin Yakın Tarihi, Turan Keskin (Çev.), Yordam Kitap, İstanbul, (2011), s.137 
21Pappe, A.g.e, s.19 
22 Tufan Karaaslan, Ortadoğu’nun Coğrafyası, Atlas kitapevi, Konya, (1998), s.43 
23 Pappe, A.g.e, s.24 
24 Fransa'nın Mısır'ı İşgalinden 1. Filistin İntifadası'na Kadar Ortadoğu Siyasi Tarihi 1800-1990, 
http://eski.bgst.org/keab/keab140705bol1.asp, 01.03.2014 
25 Yılmaz Altuğ, Çin, Vietnam, Çekoslovakya ve Orta Doğu Sorunları, İstanbul Üniversitesi İktisat 
Fakültesi Gazetecilik Enstitüsü Yayınları, İstanbul, (1970), s. 262. 
26 Sykes-Picot: I. Dünya Savaşı sırasında, 29 Nisan 1916'da Kut'ül Ammare Kuşatması sonrasında İngiliz 
kuvvetlerinin Osmanlı 6. Ordusu karşısında bozguna uğramasından 17 gün sonra 16 Mayıs 1916 
tarihinde İngiltere ve Fransa arasında yapılan ve Türkiye'nin Orta Doğu topraklarının paylaşılmasını 
öngören gizli antlaşmadır. http://www.osmanakbasak.com/Sayfalar/Syses_Picot.htm, 10.05.2014 
27 Ekrem Memiş, Kaynayan Kazan Orta Doğu, Çizgi Kitapevi, Konya, (2002), s.33 
28 Dedeoğlu, A.g.e , s.16-17 
29 Ömer Taşlı, Oradoğu’ya Süper Güçlerin Etkileri, Fikir Yayınları, İstanbul, (1986), s.9 
30 Oral Sander, Siyasi Tarih: 1918–1994, İmge Kitapevi, Ankara, (2002) , s.300. 
31 Yıldırım Boran, El-Fetih, Hamas, Hizbulla Ortadoğu’da Direniş, Siyah Beyaz Kitap, İstanbul, (2011), s.87 
32 Sander, A.g.e, s. 537. 
33 Zachary Lockman, Hangi Ortadoğu? Oryantalizm. Tarih. Siyaset, (Çev.), Burcu Birinci, Küre yayınları, İstanbul, (2010), ss.238-239 
34 Arı, A.g.e, s. 552 
35 A.g.e, s. 556 
36 A.g.e, s. 570 
37 Faik Bulut, Ortadoğu’nun Solan Renkleri, Berfin Yayınları, İstanbul, (2002), s.15 
38 Ramazan Özey, Dünya Denkleminde Ortadoğu, Aktif yayınevi, İstanbul, (2004), s.51 
39 Yavuz Yıldız, Ortadoğu’da Silahlanma ve Militarizm, Bağlam yayınları, İstanbul, (1993), ss.46-47 
40 Güngörmüş Kona, A.g.m, s.20 
41 A.Öner Pehlivanoğlu, Ortadoğu ve Türkiye, Kastaş Yayınevi, İstanbul, (2004), s.41 
42 Süleyman Özmen, Ortadoğu’da Etnik, Dini Çatışmalar ve İsrail, IQ Kültür Sanat yayıncılık, İstanbul, (2001), ss.109-110 
43 Özey, A.g.e, s.51-52 
44 Orta Doğu’da Etnik Yapı ve Din, http://www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php?topic=1475.0, 10.05.2014 
45 Ali Bilgin Varlık, “Küreselleşme ve Küreselleşmenin Orta Doğu’ya Etlileri”, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Siyasal Bilimler Fakültesi 
     Uluslararası İlişkiler Ana Bilim Dalı, Doktora Tezi, 2009, s.222 

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR


*****

ORTADOĞU’DA ABD POLİTİKALARI VE BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ BÖLÜM 1


ORTADOĞU’DA ABD POLİTİKALARI VE BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ BÖLÜM 1

Süveyş Krizi,Hamit ÇELİK,ortadoğu,körfez savaşı, petrol savaşı,Türkiye, Suriye, Mısır, İsrail, Lübnan,Arabistan,Irak,İran,Fas, Tunus, Cezayir, Libya, Sudan, ABD,BOP,Enerji, Afganistan,


Yüksek Lisans Tezi 
Hazırlayan 
Hamit ÇELİK 
Tez Danışmanı 
Prof. Dr. Oya AKGÖNENÇ 
Ankara, 2014 
T.C Ufuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Ana Bilim Dalı 

BİLDİRİM 

Yüksek lisans tezi olarak sunduğum “Ortadoğu’da ABD Politikaları ve Büyük Ortadoğu Projesi” başlıklı çalışmanın, kendi çalışmam olduğunu ve her alıntıya kaynak gösterdiğimi taahhüt eder, kâğıt ve elektronik kopyalarının Ufuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü arşivlerinde aşağıda belirttiğim koşullarda saklanmasına izin verdiğimi onaylarım: 

. Çalışma sadece Ufuk Üniversitesi yerleşkelerinden erişime açılabilir. 

. Çalışma 1 yıl süreyle erişime açılmasını istemiyorum. Bu sürenin sonunda uzatma için başvuruda bulunmadığım takdirde, tamamı her yerden erişime açılabilir. …..2014 
Hamit ÇELİK 

Bu tezi hazırlarken çok büyük destek ve sabır gösteren eşim Gülten’e, kızlarım Hatice Kübra, Fatıma Zehra’ya ve bebeğimiz Mehmet Faik’e çok teşekkür ediyorum. 

ÖZET 

ÇELİK Hamit, Ortadoğu’da ABD Politikaları ve Büyük Ortadoğu Projesi, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2014 

İnsanlık tarihinin en eski yerleşim yerlerinden olan Ortadoğu; coğrafyası, tarihi, zengin kültürü, semavi dinlerin doğduğu topraklar olması ve ekonomik değerleri gibi pek çok özelliği nedeniyle yüzyıllardan beri çeşitli olaylar yaşamıştır. Birçok devlet, kıtalar arasında bir köprü konumunda olan bu bölgede söz sahibi olabilmek için çok büyük mücadeleler vermiş ve politikalar geliştirmiştir. Özellikle zengin enerji kaynaklarına sahip olduğunun anlaşılması ve sanayileri gelişmiş ülkelerin enerji ihtiyaçları Ortadoğu’ya olan ilgiyi artırmıştır. 

Bu tez çalışmasında Ortadoğu Bölgesi kavramsal, coğrafi ve tarihsel açıdan incelenerek bir çok açıdan büyük öneme sahip Ortadoğu’ya ABD’nin hâkim olabilmek için uygulamaya koyduğu Büyük Ortadoğu Projesi’nin tarihsel arka planı incelenmiştir. ABD Ortadoğu’da yaşayan halkları yönetenlerin kendi halklarına karşı izlemiş oldukları antidemokratik tavır ve davranışlarını öne sürerek Ortadoğu’da yaşayan halklara sahip olmaları gereken hakların verilmesi konularından yola çıkarak, bölgede bir projenin gerekliliğine ihtiyaç duymuştur. ABD, hukuk ihlallerini önlemek, dinsel ve ulusal azınlıkların kendi yazgısını belirlemek, bütün bölgede hüküm süren ideolojileri bastırmak ve eğitimdeki gerekli gelişmeyi sağlamak maksadıyla yıllardır Ortadoğu’da yapmış olduğu faaliyetlere bir isim koyarak Büyük Ortadoğu Projesini başlatmıştır. 
ABD bu projenin amacını, özgür olmayan geri kalmış bölgelere demokrasi getirmek olarak açıklamıştır. Bu politikalarını gerçekleştirebilmeyi de, bölgede askeri üsler kurmaya ve askeri varlığını devam ettirmeye bağlamıştır. 

Bu çalışmada güdülen amaç, Büyük Ortadoğu Projesi’nin, ABD’nin iddia ettiği gibi hümanist temellere dayanıp dayanmadığını göstermeye çalışmaktır. Bu amacı gerçekleştirebilmek için Afganistan ve Irak işgal örnekleri üzerinde durulacaktır. 

Anahtar Kelimeler: Ortadoğu, ABD, Büyük Ortadoğu Projesi, Enerji, Afganistan, Irak 


İÇİNDEKİLER 

KABUL ve ONAY...……………………………………………………...………….......................i 

BİLDİRİM……………………………………………………………………………….…………....ii 

ÖZET…………………………………………………………………………………………….........iv 

ABSTRACT…………………………………………………………………………………...………v 

İÇİNDEKİLER..………………………………………………………………………….……..........vii 

KISALTMALAR…………………………………………………………………………..…...…….ix 

GİRİŞ……………………………………………………………………………….………………...1 

 1. BÖLÜM  ORTADOĞU KAVRAMI VE ORTADOĞU’YA GENEL BAKIŞ 

 1.1. Ortadoğu kavramı……………………………………………………………….…………. 5 

 1.2. Ortadoğu’nun tarihi……………………………………………………………….……….. 7 

 1.3. Ortadoğu’nun sosyal ve demografik yapısı……………………………………….………..12 

 1.4.Uluslararası Politikalarda Ortadoğu...………………………………………………………15 

1.4.1. Ortadoğu’nun jeostratejik önemi……………………………………………………………...16 

1.4.2. Ortadoğu’nun jeopolitik önemi………………………………………………………………..17 

1.4.3. Ortadoğu’nun dini ve kültürel önemi…………………………………………………….……19 

1.4.4. Ortadoğu’nun enerji kaynakları bakımından önemi…………………………………..……….21 


 2. BÖLÜM ABD’NİN ORTADOĞU POLİTİKALAR 

 2.1. Ortadoğu’nun ABD açısından önemi……………………………………………………...24 

 2.2. ABD’nin ”yayılmacı siyasetinin” Ortadoğu’da yansımaları……………………….……...29 

 2.3. 11 Eylül terör saldırısı sonrası ABD’nin yeni Ortadoğu politikası………….……….…….32 

 2.4. Kitle imha silahları ve ikinci Irak müdahalesi……………………………….…………….38 

 2.5. ABD’nin, İran nükleer programına karşı politikaları…………………………..…………..43 

 2.6. Başkan Obama dönemi ABD politikaları………………………………………..…………50 


 3. BÖLÜM BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ (BOP) 

 3.1. BOP’ un tanımı……………………………………………………………….……………55 

 3.2. BOP coğrafyasının kapsamı ve özellikleri……………………………………………...…..58 

 3.3. BOP’ un çıkış noktası ve tarihi süreci……………………………………………….….….61 

 3.4. BOP’ un hedefleri…………………………………………………………………..……...65 

 3.5. Arap ülkelerinin projeye bakışı……………………………………………………..……..70 

 3.6. BOP için destek arayışları…………………………………………………..………..…....75 

 3.7. Türkiye’nin Ortadoğu tarihi ve ABD ile Türkiye’nin BOP ilişkileri……………...…..…...79 

SONUÇ ve DEĞERLENDİRME.…………………………………………………………….………. 87 

KAYNAKÇA……………………………………………………………………………….…………..99 

ÖZ GEÇMİŞ..…………………………………………………………………………….……………111 


KISALTMALAR 

ABD: Amerika Birleşik Devletleri 

BM: Birleşmiş Milletler 

BOP: Büyük Orta Doğu Projesi 

CIA: Merkezi Haber alma Ajansı (Central Intelligence Agency) 

NATO: Kuzey Atlantik Anlaşması(North Atlantic Treaty Organization) 

BOP: Büyük Ortadoğu Projesi 

BMGK: Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 

UAEK: Uluslar Arası Atom Enerjisi Kurumu 

M.Ö: Milattan önce 

OPEC: Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü(Organization of Petroleum Exporting Countries) 

SSCB: Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği 

BAE: Birleşik Arap Emirlikleri 

OECD: Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü(Organisation for Ekonomic Cooperation and Develoment) 

RF: Rusya Federasyonu 

UNHCR: BM Mülteciler Yüksek Komiserliği(The UN Refugee Agency) 

EIA: Enerji Bilgi İdaresi(Energy Information Administration) 

UAEA: Uluslar Arası Atom Enerjisi Ajansı 

NPT: Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması 

GSMH: Gayri Safi Milli Hâsıla 

F.K.Ö: Filistin Kurtuluş Örgütü 

PKK: Kürdistan İşçi Partisi(Patîye Karkerên Kürdîstan) 

K.İ.S: Kitle imha silahı 

vb.: ve benzeri 

cc: Santi metre küp(cm3) 

bkz: Bakınız 

A.g.e: Adı geçen eser 

A.g.m: Adı geçen makale 

Çev.:Çeviren 


 GİRİŞ 

 Ortadoğu bölgesi tarih boyunca her zaman stratejik bir öneme sahip olmuştur. Roma ve Pers İmparatorlukları gibi eski uygarlıklara ev sahipliği yapan Ortadoğu, birçok medeniyetin kültür mirasını barındırmaktadır. Ortadoğu’ya bu kadar önem verilmesinin nedenleri arasında bölgesinin tarihsel, dinsel ve ekonomik olarak önemli bir konumda bulunması sayılabilir. Bu özelliklerinin yanı sıra jeopolitik öneme sahip bir coğrafyada yer alması da Ortadoğu’yu önemli kılmıştır. Karmaşık ve zengin kültürel ve sosyal yapıya sahip bölge, uluslararası alanda söz sahibi olmak isteyen ülkelerin ilgisini üzerine çekmiştir. 

 Ortadoğu’daki ilk çekişme sebebi, üç büyük din olan “Yahudilik”, “Hıristiyanlık” ve “İslamiyet”in bu topraklarda doğmuş olması ve üç dine mensup 
insanların da kendileri için kutsal olan bu topraklara hâkim olma isteği olarak bakılabilir. Kutsal topraklarda egemen olabilmek ve peygamberlerinin doğduğu 
topraklara sahip olmak her üç dinin mensuplarının ortak amacı olmuş, bu uğurda birçok savaşlar yapılmış, karşılıklı bedeller ödenmiştir. 

 Ortadoğu’da yaşanan bu güç mücadelesine bölgenin coğrafi olarak kıtalar arası köprü olma özelliği ve jeopolitik konumu eklenince bölge daha kritik bir hal aldığı görülmüştür. 

Özellikle Cebeli Tarık, Süveyş, Aden, Hürmüz gibi boğaz ve körfezlerin bölgede olması egemen güçlerin bu bölgeye hâkimiyet hırsını daha da artırmaktadır.1 
Tarihe ve günümüze baktığımız zaman dünya devletlerinin jeopolitik konuma ne kadar önem verdiğini ve bu konuma hâkim olabilmek için neleri göze alabilecek lerini birçok örnekte görülebilmektedir. Örnek vermek icab ederse Süveyş krizi, jeopolitik konumun öneminin anlaşılması ve devletlerin bu konuda neleri göze alabileceğinin anlaşılması adına önemli bir örnek sayılabilir. 

“Süveyş Krizi, 1956 yılında İsrail, İngiltere ve Fransa'nın oluşturduğu gizli ittifak ile Mısır arasında yapılan savaştır. Mısır lideri Nasır'ın Süveyş Kanalını 
millileştirdiğini açıklamasından sonra çıkan savaş, Sovyetler Birliği'nin Londra ve Paris'e atom bombası atma tehdidi karşısında İngiltere ve Fransa'nın geri adım 
atmasıyla sonlanmıştır. 
Süveyş Krizi, İkinci Dünya Savaşı öncesinde dünyaya egemen olan Batı Avrupalı devletlerin mutlak egemenliğinin son bulduğunu ve artık Amerika'nın desteği 
olmadan hareket edemeyeceklerini göstermiştir”.2 Burada Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’nin yaptığı tehdit, jeopolitik konuma verilen önemin anlaşılması açısından önemli bir gösterge sayılabilmektedir 

 Ortadoğu’nun önemi bu saydığımız hususlar yanında özellikle 20. Yüzyılda sanayileşmenin gelişmesi ile birlikte önemi artan karbon yakıtları dolayısı ile artmıştır. 
Ortadoğu petrol rezervleri bakımından dünya rezervinin yaklaşık %60’ına, doğalgaz rezervi bakımından ise %43’üne sahiptir.3 Bu özelliğinden dolayı sanayileşmiş enerji ihtiyacı duyan ülkelerin Ortadoğu ile ilgili politikalar geliştirdikleri görülmüştür. 

Ortadoğu yukarıda belirttiğimiz petrol ve doğal gaz gibi zengin enerji kaynaklarına sahip olması, hem deniz ve kara yollarının geçiş noktası üzerinde olması hem de dini ve kültürel yapısıyla bir odak noktası olması bölgeyi dünya üzerinde çok özel ve değerli bir konuma geçirmektedir. Soğuk Savaş sonrasında devletlerin karşılıklı olarak güvenlik endişelerinden kurtulup, ekonomik atılımlara yöneldikleri görülmüştür. 

Bu durum sanayi ve teknoloji üreten devletleri yeni kaynak bulmaya itmiştir. Bu sanayileşmiş devletler enerji ihtiyaçlarını karşılayabilecek kaynağı Ortadoğu 
bölgesinde bulmuşlardır. Bu dönemde Amerika Birleşik Devletleri ile Avrupa’nın güçlü devletlerinden İngiltere ve Fransa başta olmak üzere, sanayileri gelişen egemen güçlerin, Ortadoğu bölgesi üzerinde hâkimiyet kurmak ve kontrol sağlamak için politikalar ürettiği ve çeşitli faaliyetlerde bulundukları görülmektedir. 

 Egemen güçlerin Ortadoğu üzerindeki bu politika ve faaliyetleri bölge ülkelerini derinden etkilemiştir. Bölge üzerinde uygulanan politikaların, günümüzde de pek çok örneğine tanık olunan terörist faaliyetlere, güvensizlik ortamına, can kayıplarına ve savaşlara neden olduğu görülmektedir. Bütün bunlar bölge ülkelerinin güvenliğini ve istikrarını tehdit etmektedir. 

 Büyük devletlerin politikaları ile ilgili diğer bir konu ise, bu devletlerin bölge üzerindeki asıl amaçlarını gizleyerek, politikalarını demokrasi getirmek, insan hakları, bireysel hakların ve modern yaşamın yaygınlaştırılması perdesi altında yürütmeleridir.4 

 Ortadoğu’da, ABD’nin politikalarının bu çerçevede şekillendiği görülmektedir. ABD Ortadoğu’da yaşayan halkları yönetenleri halklarına karşı izlemiş oldukları 
demokratik olmayan tavırları, kadınların bir eşya gibi görülüp kadın haklarını hiçe sayan tavır davranışlarını öne sürerek Ortadoğu’da yaşayan halklara sahip olmaları gereken hakların verilmesi konularından yola çıkarak bir politika geliştirmiş ve geliştirmiş olduğu bu politikaları projeye dönüştürmüştür. ABD, hukuk ihlallerini önlemek, dini ve etnik azınlıkların kendi kaderlerini belirlemek, terörü bastırmak ve eğitimdeki gerekli atılımların yapılabilmesini sağlamak amacıyla geçmişten beri Ortadoğu’da yapa geldiği faaliyetlerin bütününü bir isim altında birleştirmiş ve Büyük Ortadoğu Projesini (BOP) başlatılmıştır. ABD, Büyük Ortadoğu Projesi’nin ana amacının özgür olmayan geri kalmış bölgelere demokrasi getirmek olduğunu açıklanmış, yüzyılın medeniyet ve uygarlık projesi olarak takdim edilmiştir.5 

 Ortadoğu ile politik olarak ilgilenen ABD'nin ilk yaklaşımı daha çok hukuk, insan hakları ve özgürlükler üstünden olmuştur. Bu ülkelerde en çok bu hususlarda 
eksiklikler olduğunu tespit eden çalışmalar sonucunda, ABD bu konulara yönelmiştir. Bu sosyal tavsiyeler ve vaatler daha sonra gerçekleştirilen askeri müdahaleler için de bir zemin hazırlamıştır. Bu daha sonraki politik ve askeri gelişmelerden anlaşılmaya başlamıştır. 

 Bu tez çalışmasının araştırma konusu, ABD’nin Ortadoğu’da başlattığı Büyük Ortadoğu Projesi ile aslında neyi amaçladığı, projenin arka planının ne olduğudur. Çalışmada ABD’nin Ortadoğu’ya neden üstler kurarak yerleşmeye çalıştığı, Büyük Ortadoğu Projesi ile aslında neyi hedeflediği, projenin Ortadoğu’da demokrasi ve insan haklarını yaygınlaştırmak dışında bir nedenin olup olmadığı, gizli bir arka planı varsa bunların neler olduğu sorularına cevap aranacaktır. Bu araştırmanın amacı derinlemesine kaynak taraması yaparak, ABD’nin politikalarının yıllardır değişmediğini ve her zaman asıl hedefi gizleyerek politikalarını yürüttüğünü göstermektir. 

Bu araştırma, ABD’nin değişmeyen politikasının anlaşılması açısından önemlidir. Araştırma, ABD’nin yalnız Ortadoğu Bölgesi’ndeki belli başlı politikaları ile 
sınırlandırılmıştır. Bu bağlamda Büyük Orta doğu projesi kapsamında yalnız Afganistan ve Irak işgal örnekleri incelenecektir. 

Bu çalışmada tüme varım yöntemi ile derinlemesine kaynak taraması tekniği kullanılmıştır. Araştırma için gerekli veriler kitaplardan, bilimsel makalelerden, 
gazetelerden, yüksek lisans tezleri, doktora tezleri ve İnternetten elde edilmiştir. 

Tez çalışmasının birinci bölümünde Ortadoğu Bölgesi’nin, tarihten günümüze neden önemli olduğunun anlaşılabilmesi için, bölge’nin tarihi, coğrafyası, doğal 
kaynakları, sosyal ve etnik yapısı ve hakkında bilgi verilecektir. İkinci bölümde BOP’un ne olduğu, nereleri kapsadığı, çıkış noktası ve hedefleri verilerek projenin arka planı göz önüne çıkarılmaya çalışılacaktır. Çalışmanın üçüncü bölümünde ABD’nin Ortadoğu politikaları üzerinde durulacaktır. 
Üçüncü bölümde özellikle Afganistan ve Irak işgal örnekleri ve sonuçları üzerinde tüme varım yapılarak ABD’nin bu proje ile gerçek maksadının bölge ve enerji 
kaynaklarının hâkimiyeti olduğu aydınlatılmaya çalışılacaktır. 


BU  BÖLÜM DİPNOTLARI;

1 Dünya üzerindeki önemli boğazlar ve kanallar, http://www.dünyabülteni.net, 27.04.2011, 12.02.2014 
2 Arap İsrail savaşları, http://forum.lotr.oasgames.com/viewtopic.php?f=105&t=80004, 28.02.2014 
3 Dünya Ham Petrol ve Doğal Gaz Rezervleri, 
http://www.pigm.gov.tr/dunya_ham_petrol_ve_dogalgaz_rezervleri.php, 07.05.2014 
4 İlker Alp, Şark Meselesi veya Emperyalizmin Türk Meselesi, Eser Matbaacılık, Edirne,(2008), s.114 
5 Ali Yaşar, “Büyük Ortadoğu Projesi ya da paylaşımın yeni adı", http:www.ozgurlukdunyasi.org/arşiv,   12.02.2014 
6 Serkan Çelik ve Anıl Gürtuna, Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye’ye Etkileri, Global Strateji Enstitüsü, Ankara , (2005), S.17 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


***

4 Aralık 2017 Pazartesi

Borsalar ve Bombalar- Suriye Bu Gece Bombalanacak mı?

Borsalar ve Bombalar- Suriye Bu Gece Bombalanacak mı? 



21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü 
Borsalar ve Bombalar- Suriye Bu Gece Bombalanacak mı?
Bahar Aşcı, tarafından yazıldı.
29 Ağustos 2013 Perşembe

Borsalar ve Bombalar- Suriye Bu Gece Bombalanacak mı?


Dünya günlerdir Suriye’de kullanıldığı iddia edilen kimyasal silahla ilgili görüntülerle olayı anlamaya çalışırken Birleşmiş Milletler yetkilileri kimyasal 
silah kullanımı ile ilgili araştırmalarına devam etmektedir. Kimyasal silah kullanımı uluslararası anlaşmaların kınadığı bir yöntemken kullanılmış ise kimin 
kullandığından bağımsız insanlık suçu işlendiğini söylemek öncelikle yanlış olmayacaktır. Henüz kimyasal silahın Suriye Ordusu mu yoksa muhalifler 
tarafından mı kullanılıp kullanılmadığı konusunda tarafsız bir araştırma yapılıp sonuçlanmamış iken hatta Stratfor’a göre kimyasal silah kullanılıp 
kullanılmadığı belli değil iken ABD-Fransa-Türkiye-İngiltere’nin öncülüğünü yaptığı bir grup ülke Suriye’nin askeri bir operasyon ile vurulması konusunda 
anlaşmışlardır. Daha doğrusu diğer üç ülke ABD’nin aldığı kararı takip edecektir. 

Bu yazının konusu ‘Şam’dakiler başta olmak üzere Suriye Ordusu’nun bazı stratejik merkezlerine saldırı yapılır mı yapılmaz mı?’ gibi bir soruya yanıt 
aramaktan ziyade  “ne zaman yapılır?” sorusunun cevabı ile ilgilidir.

Küresel boyutlu sonuçlar ortaya çıkaracak askeri hareketler özellikle küresel piyasalar için son derece önemlidir. Sermaye piyasaları için oluşabilecek her 
tür olay ya negatif ya da pozitif olarak algılanır ve borsalar fiyatlanır ya da satış baskısını üzerinde hissetmeye başladığı anda düşüşe geçer. Bununla birlikte borsalarda “boğa” ve “ayı”[1] olarak adlandırılan iki tür formasyon vardır ki bu da borsa takipçilerinin yakından bildiği üzere; düşerken alımların olduğu ya da yükselirken satışların olduğu dönemleri ifade eden terimlerdir ve mesela şu an Türkiye borsası için boğa formasyonun oluştuğunu söylemek de hata olmayacak tır. Bu durumda Türkiye sermaye piyasası için alım fırsatları doğduğu teknik analizlerin önemli bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Bunlar Türkiye ile ilgili olasılıklarken Merkez Bankası Başkanı’nın açıklamaları da dikkat çekicidir ancak gelecek için borsamızın tehlike altında olmadığı yorumunu da içerdiği için rahatlatıcıdır.

Tüm bunları bir kenara bırakırsak dünya borsaları için önemli bir döneme girmiş bulunmaktayız. Aşağıda paylaştığımız üzere küresel anlamda işlem gören önemli piyasalar 29 Ağustos 2013 akşamı itibariyle yaklaşık 1 hafta süreliğine tatile girmektedir. Borsalar için olağan olan bu durum Orta Doğu’da özellikle Suriye ile ilgili karışıklıklar gündemdeyken çok daha farklı bir boyut kazanmakta dır. Türkiye saati ile 23:00’den sonra Amerikan borsaları 3 Eylül Salı tarihine kadar tatile girerken Tel Aviv borsası da 4 Eylül Çarşamba itibariyle tatile girecektir. Ayrıca 30 Ağustos Zafer Bayramımız münasebetiyle yarın Borsa 
İstanbul’da da tahta kapalıdır. Dolayısıyla, küresel borsa tatilleri incelendiğinde, bu akşam itibariyle 1 haftalık süre olası operasyon için önem taşımakta dır.

“Borsa ile operasyonun ne ilgisi var?” diye düşünülebilir. Sermaye hareketinin en ufak bir tedirginlikten etkinlendiğini dolayısıyla şirket kârlılıklarının bu duruma tepki verdiğini söylemekte fayda vardır. Sonuç olarak Suriye’de henüz netlik kazanmamış kimyasal silah kullanımı ile ilgili herhangi bir müdahale 
olacaksa bu kuvvetle muhtemel caydırıcılık amaçlı olacaktır. ABD, Suriye savaşında dengelerin başını El Kaide ve müttefiklerinin çektiği muhalefet 
cephesi yararına değiştirecek şekilde radikal bir saldırı düzenlemeyeceğini açıklamıştır. Ancak öte yandan Başkan Obama’nın kırmızı çizgi olarak ilan ettiği 
kimyasal silahların kullanılmasından sonra Washington’ın herhangi bir adım atmaması durumunda ABD süper güç olarak caydırıcılığını yitireceği için askeri 
bir harekât gerçekleştirmek zorundadır. Ancak Amerikan kamuoyu Orta Doğu’da büyük  ölçüde yeni bir savaşa karşıdır. Savaş yorgunu olan Amerikan Ordusu da 
Suriye’de yeni bir savaşa girmek istememektedir. Bu dört unsur ABD’yi Suriye’de kısa süreli dar kapsamlı bir hava ve deniz harekâtına zorlamaktadır. ABD de bu “cezalandırma operasyonu” için borsaların tatilde olduğu günleri değerlendirebilir.

Bu durumda Türkiye saati ile 23:00’te son işlemini yapacak olan Amerikan borsaları için operasyonun getireceği finansal risk yaklaşık 1 haftalığına 
ortadan kalkacaktır. Ayrıca bölge borsaları için de (Türkiye ve İsrail gibi) küresel sermayenin müdahaleden etkilenmesi çok da mümkün görünmemektedir ki 
zaten Türkiye borsası 64.000 teknik desteğini 28-29 Ağustos 2013’te zorladıysa da kıramadığı için bundan sonraki hareketler yine yüksek olasılıkla yukarı yönlü 
olacaktır.

Birleşmiş Milletler yetkililerinin 31 Ağustos 2013 öğleden sonra bölgedeki çalışmalarına son verecekleri belirtilmiştir. Dolayısıyla müdahale BM heyetinin 
raporu çıkmadan yapılacaksa başlama saati Türkiye saati ile 29 Ağustos 23:00’den sonra olmalıdır. Eğer operasyon için taraflar kendilerini kuvvetlendirmek istiyorlarsa ve üzerinde çalışılan rapordan kimyasal kullanımı ile ilgili pozitif sonuç çıkacağı istihbaratına sahiplerse kamuoyunun tepkisini çekmemek için operasyonu 31 Ağustos 2013 Cumartesi öğleden sonra da yapabilirler. Eğer müdahale 29 Ağustos 2013 gecesi başlayacaksa 72 saatlik bir süre Amerikan borsaları açılana kadar finansal risk taşımayan zaman dilimi olarak değerlendirilebilir, 31 Ağustos 2013 öğleden sonraya bırakılacaksa da 36 saat içinde hedeflenen noktaların vurulması gerekmektedir ya da en geç 4 Eylül 2013 tarihine kadar operasyon sonlandırılmalıdır.

Küresel Borsalar Tatil Takvimi

30 Ağustos Cuma Turkey BIST

30 Ağustos Cuma Abd Cme-E-Mını

30 Ağustos Cuma Abd Cme

30 Ağustos Cuma Kanada Montreal Futures Exchange

31 Ağustos C.Tesı Malezya Bursa Malezya

01 Eylül Pazar Abd Cme-E-Mını

01 Eylül Pazar Abd Cme

02 Eylül Pazartesı Abd Nasdaq

02 Eylül Pazartesı Abd Chıcago Board Optıon Exchange Cboe (Opra Feed)

02 Eylül Pazartesı Abd Btds Trace

02 Eylül Pazartesı Abd Cboe C2

02 Eylül Pazartesı Abd Dırect Edge (Edga)

02 Eylül Pazartesı Abd Otc Markets (Was Pınksheets)

02 Eylül Pazartesı Abd Dırect Edge (Edgx)

02 Eylül Pazartesı Abd Chıcago Stock Exchange

02 Eylül Pazartesı Abd Ise

02 Eylül Pazartesı Abd Bats Exchange Inc

02 Eylül Pazartesı Abd Bats-Y

02 Eylül Pazartesı Abd Otc Bb

02 Eylül Pazartesı Abd Natıonal Stock Exchange (Former Cıncınnatı Se)

02 Eylül Pazartesı Abd Global Indıces Feed (Gıf)

02 Eylül Pazartesı Abd Ny Commodıty Exchange (1315 Et-Tradıng Halt)

02 Eylül Pazartesı Abd Ny Mercantıle Exchange (1315 Et-Tradıng Halt)

02 Eylül Pazartesı Abd Mge

02 Eylül Pazartesı Abd Kcbt

02 Eylül Pazartesı Abd Cme-E-Mını

02 Eylül Pazartesı Abd Cme

02 Eylül Pazartesı Kanada Toronto (Tmx)

02 Eylül Pazartesı Kanada Montreal Futures Exchange

02 Eylül Pazartesı Kanada Ice Wce (Wınnıpeg)

02 Eylül Pazartesı Kanada Cnsx

02 Eylül Pazartesı Abd Lıffe Fınancıal Derıvatıves İngiltere

02 Eylül Pazartesı Abd Nyse Euronext Parıs Equıtıes

02 Eylül Pazartesı Iran Tahran Stock Exchange

02 Eylül Pazartesı Afrıka Bermuda Stock Exchange

03 Eylül Salı Abd Cme-E-Mını 03 Eylül Salı Abd Cme

03 Eylül Salı Avustralya Sydney Fe - Nıght Sessıon Early Close

03 Eylül Salı Abd Nyse & Nyse Arca

04 Eylül Carsamba Israıl Tel-Avıv Exchange

05 Eylül Persembe Israıl Tel-Avıv Exchange

06 Eylül Cuma Balkan - Bulgarıstan Bulgarıstann Stock Exchange

06 Eylül Cuma Israıl Tel-Avıv Exchange

[1] Hisse senedi piyasasında sıkça duyulan “boğa” ve “ayı piyasası” terimleri, piyasadaki çeşitli kesimlerin gelecek hakkındaki beklentilerinin yönünü 
belirtir. Bu iki terim, Londra Borsası’nda 18. yüzyıl başlarında da kullanılıyordu.

“Boğa piyasası” (bull market) terimi, gelecek hakkındaki iyimserliği belirtir. “Boğa”lar, piyasanın yükseleceği beklentisi içindedirler. 
Bu düşünceye sahip kişiler, piyasa yükselmeden, ellerinde yeterli para bulunmasa bile bir yere borçlanıp, hisse senedi satın alır, daha sonra da yüksek fiyattan satarlar. 
Bu terimin kökeninin boğaların boynuzları ile herşeyi yukarı kaldırması olduğu inancı yaygındır.

“Ayı piyasası” (bear market) terimi ise, piyasanın genel olarak gelecek hakkında karamsar olduğunu ve düşüş beklendiğini belirtir. “Ayıyı yakalamadan derisini 
satmak” (To sell a bear’s skin before one has caught the bear) deyiminin “ayı piyasası” teriminin kökeni olduğu rivayeti vardır. Bu beklentiye sahip olan 
kişilerin risk alma dereceleri yüksekse, sahip oldukları hisse senetlerini daha sonra düşük fiyattan geri alma beklentisiyle satarlar. Bu işlemde amaç, satış 
ile alış fiyatları arasındaki pozitif farktan kâr elde etmektir.

Uzman Hakkında
Bahar Aşcı
İş Geliştirme ve Stratejik Yönetim Araştırmaları Merkezi
baharasci@gmail.com

Stratejik Yönetim, Stratejik Analiz, İş Geliştirme, Savunma Yönetimi, İktisat 
Tarihi, Askeri Tarih, Konvansiyonel Olmayan Silahlar, Oyun Teorisi

Uzmanın Diğer Yazıları

  Soma’da Can Pazarı ve Maliyet Hesabı 
  Medeniyetler İçin Coğrafya’nın Önemi ve Bereketli Hilal 
  Borsalar ve Bombalar- Suriye Bu Gece Bombalanacak mı? 
  Örtülü Ödenek Tartışması 
  Borsa Nereye Kadar Düşer? 
  O Gaz Portakal Gazı Mıydı? 
  IMF'ye Borç Bitti Ama... 

http://www.21yyte.org/tr/arastirma/suriye/2013/08/29/7181/borsalar-ve-bombalar-suriye-bu-gece-bombalanacak-mi

***

Borsa Nereye Kadar Düşer?

Borsa Nereye Kadar Düşer? 


21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü     
Ekonomik Araştırmaları Merkezi
Bahar Aşcı tarafından yazıldı.
24 Haziran 2013 Pazartesi


ABD Merkez Bankası Başkanı Ben Bernanke, tahvil alımını sınırlandıracağı sinyalini verince küresel piyasalar çalkalandı. ABD'de faizler yüzde 2.47'yi 
görürken borsa yüzde 1'i aşan kayıp yaşadı. Asya borsalarında düşüşler yüzde 3'lere, Avrupa borsalarındaki düşüşler ise yüzde 2'lere yaklaştı. Ancak en büyük 
kayıp Türkiye’de Borsa İstanbul’da yaşandı. BIST Endeksi 5.372 puan birden geriledi ve 73 bin 462 puanla haftayı kapattı. Hisse senetleri yüzde 6.8 
gerilerken, banka hisselerindeki kayıplar yüzde 10'u aştı. 10 yıllık tahvil faizi uzun bir aradan sonra yüzde 8'i gördü.

FED “piyasaya dolar pompalanmasının sonuna gelineceği” açıklamasını yapınca, uluslararası piyasalarda dolar değer kazandı ve bu durum iç piyasada doların, 
tüm zamanlar içinde gördüğü en yüksek seviye olan 1.9320 TL'ye kadar yükselmesine sebep oldu.

Dolar tarihi zirveyi görünce Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası piyasaya birkaç kez müdahale etmek zorunda kaldı. Günün ilk yarısında; önce 75 milyon, sonra 50 milyon dolar döviz satan Merkez Bankası, öğleden sonra 25 milyon, 125 milyon ve günün son müdahalesi olarak 50 milyon dolarlık döviz satış ihalesi açtı. Müdahalelerle doların yükselişi kontrol altına alınmaya çalışılsa da başarılı olunamadı ve dolar yeniden yükselişe geçti.

Sarsılan piyasalarda altın da hızlı düştü. Bir süredir uzmanlar tarafından kritik destek olarak gösterilen 1.320 dolar seviyesini kıran ons, uluslararası 
piyasalarda 1.286 doları gördü. Bu, son 3 yılın en düşük değeri olarak kayıtlara geçerken, iç piyasada Cumhuriyet altını 544 liraya kadar değer kaybetti.

Borsa Gezi Parkı’ndan Etkilendi Mi?

Borsa, elbette ki Gezi Parkı protestolarından etkilenmedi. Her ne kadar olayların başında Başbakan Erdoğan, düşüşe geçen borsaya protestocuları ve ardından “faiz lobisi”ni sorumlu olarak gösterse de Bakan Şimşek, borsadaki düşüşün global etkiye tepki olduğu açıklamasını yapmıştı.[1]

Herşeyden önce belirtmek gerekir ki siyasi ve sosyal istikrar, kaydi bir piyasa olan borsanın en sevdiği ortamdır. Küçük ve de büyük tüm yatırımcılar güven 
ortamında yatırım yapmak isteyeceklerdir. Nasıl insanlar sisli yolda araç kullanmakta zorlanıyorlarsa istikrarsız bir ortamda hisse seçimi yapmak da bir o 
kadar güçtür. Ancak burada kastedilen istikrar da mutlak bir istikrardır. Halka güzel görünmek için yükselen rakamları sunup düşen grafiklerden bahsetme mek sözde istikrardan başka hiçbir şey değildir ve politikacılar söylemlerinde kulaklarına hoş gelen rakamları sunsalar da politikacılar tarafından yaratılan pembe tabloların istatistiki olarak izahı mümkün değildir. Ancak nasılsa halk anlamaz, oturup o kadar rakamı araştırmaz diye de olmayanı olan gibi göstermek de maalesef etik değildir.

Hal böyle olunca yıllardır ekonomimiz çok iyi, istikrar sağlandı, borçlar ödendi, yabancı yatırımcı ülkeye akın ediyor, yatırımcının yüzü gülüyor, enflasyon düşüyor, faizler kontrol altında, gerekirse IMF’ye borç bile veririz gibi söylemler halkın kulağına hoş gelse de global sermayenin inandığı söylemler olamıyor.

Borsa Nedir? Endeks Nedir? 

Değerli evrakların (menkul kıymetlerin) ticaretinin yapıldığı kurumsal piyasalardır borsa. Genelde bu değerli evraklar hisse senetleri olmaktadır. Bir 
piyasadır, çünkü menkul kıymetlerin ticaretinin yapıldığı yerlerdir. 

Kurumsaldır, çünkü kendine özgü kuralları ve standartları varır. Borsalar, sadece hisse senetlerinin değil, başka tür emtiaların (ticari malların) ve 
enstrümanların da ticaretinin yapıldığı yerlerdir. Döviz ticareti için döviz borsaları (Forex) veya türev araçlar için VOB (Vadeli Opsiyon Borsası) vardır.[2]

Borsa; alıcı ve satıcıların yüz yüze gelmediği kaydi bir piyasadır aslında. Alıcı, aracıya talebini bildirir ve arzu ettiği fiyat hisse için oluşursa satıcıdan alır ve talebi iletenin hesabına alış fiyatından hisse adedini kaydeder. 

Fiyat yükseldiğinde ya da düştüğünde veya alıcı ne zaman hissesini nakde çevirmek isterse de o zaman tekrar alıcıya talebini gönderir ve bu sefer de satış için emir girer. Alıcı, aracı ve satıcı arasında gelişen işlemler zinciridir borsa ve tüm dünyada en yüksek getirili yatırım araçlarından birisidir. Kazancın yüksek olmasının tek sebebi de riskin diğer yatırım araçlarına oranla oldukça yüksek olmasındandır.

Birçok tekniğin ve terimin kullanıldığı ve analizlerin yapıldığı borsa küçük yatırımcıların da her zaman dikkatini çekmiştir. İnternetten bile alış ve satış 
emirlerinin verilebildiği borsalar alım ve satım açısından değil ancak özellikle istikrarın bozulduğu dönemlerde analiz açısından teknik bilgiye ihtiyaç duyar.

Türkiye’de borsacılık faaliyetleri çok eskiye dayanır. 1838’de imzalanan Baltalimanı Anlaşması’na kadar gider bu faaliyetler. Dünya borsalarının 
oluşumuna paralel bir seyir izleyen Türk Borsası bugünkü haline 1983’te çıkartılan yasayla gelmiştir ve 26 Aralık 1985’te bugünkü anlamıyla işlem 
görmeye başlamıştır. Lira’dan altı sıfır atılmadan önce 1997’de 6 haneli rakamlara ulaşan borsa endeksinden 2 sıfır atılmıştır. Hem psikolojik algının 
yönünü değiştirmek hem de dünyadaki örnekleriyle uyum halinde olabilmek için atılmış olan bu adım 16 sene sonra bu sene ocak ayında tekrar gündeme 
getirilmiştir ve değişiklik önce isimle başlamıştır. IMKB Endeks olarak bildiğimiz borsa, Borsa İstanbul olarak değişmiş ve uluslararası kısaltması BIST olmuştur. Borsa İstanbul özel bütçesi ve gelir kaynakları olan özerk nitelikli, tüzel kişiliğe sahip bir mesleki kuruluştur.

Spekülasyonun ve manipülasyonun en yoğun yapılabildiği bir piyasa olan borsanın doğru tablolara bakıldığında ne zaman gerçekten yükseldiğini ne zaman da spekülasyonlara hedef olduğunu anlamamız çok da zor değildir aslında. Aşağıdaki grafikte 1997 senesinden yani endeksten 2 sıfırın atıldığı yıldan günümüze endeks kapanış değerlerini ve şirketlerin hisse adetleriyle piyasada oluşan fiyatların çarpılması sonucunda elde edilen şirket kapitalizasyon değerler 
toplamını 2 farklı eğri olarak görüyoruz. Bu iki değer birbirlerinden farklı rakamsal büyüklükler olabilirken yükseliş ya da alçalmalarının paralellik 
göstermesi beklenir. Yani bir eğri yükselirken diğerinin burnunu aşağıya çevirmesi anlamlı değildir.

Şekil 1.Türk Sermaye Piyasası Şirket Kapitalizasyon Değerleri ve Borsa Performansı Karşılaştırması (1997 – 2013/3)



Kaynak:Grafikte yer alan kapanış değerleri için İ.Ü. Sermaye Piyasaları Araştırma ve Uygulama Merkezi, Türkiye Sermaye Piyasası 2011 Yılı Raporu, s.35.

Piyasa kapitalizasyon değerleri çin İ.Ü. Sermaye Piyasaları Araştırma ve Uygulama Merkezi, Türkiye Sermaye Piyasası 2011 Yılı Raporu, s.29.

Grafikteki kırmızı eğrimiz 1997 senesinden itibaren borsa endeks kapanış değerlerini göstermektedir diye daha önce ifade etmiştik. Grafiği dikkatli bir 
şekilde incelediğimizde menkul kıymetler borsamızın 10 senede 50.000 bandına ulaştığını görebiliyoruz. 2008 senesinde dünyadaki krizden etkilenen piyasa 
50.000 bandından aşağı doğru çekilmeye başlamış ve 55.000’lerden 26.000’lere kadar gerilemiştir. 1997’den günümüze günlük bazda en büyük kayıp 21.02.2001’de yüzde 18 olarak gerçekleşse de yıllık kapanış değerleri açısından en yüksek değer kaybı 2008 – 2009 arasında olmuştur. 2009 ilk çeyreğinden sonra kendisini toparlamaya başlayan menkul kıymetler piyasamıza Başbakan Erdoğan’ın müdahalesi gecikmemiş ve Mayıs 2009 itibariyle endeks tekrar 50.000 bandını geçmiştir. 

Borsa takipçilerinin hatırlayacağı gibi Erdoğan o tarihlerde “sermaye piyasasına güvenin, endeks 60.000’i görecek” diyerek yatırımcıya teminat vermişti ve 
gerçekten de endeks mayıs ayı sonunda 60.000’i görmüştü. Aslında bir siyasinin yapmaması gereken spekülasyon o tarihlerde kimseler tarafından dikkate 
alınmamıştı ancak ne zaman ne yapacağı belli olmayan endekse önemli bir siyasi ismin bu şekilde müdahalesini de teorik olarak doğru değildir.

Endeks sözle belli bir düzeyde tutulabilecek bir değere sahipken şirketlerin kapitalizasyonu daha gerçekçi değerlendirme yapmamızı sağlar çünkü bu rakamsal değerler şirketin hisse adedinin piyasa değeri ile çarpımı sonucu elde edilir ve işlem gören tüm şirketlerin değerlerinin toplamının şirket sayısına bölünmesi de endeks değerine bizi götürür. Aynı grafiği incelemeye devam edersek Türkiye ekonomisini değerlendirmede kullandığımız parametrelerden birisi olan borsa, 2007’ye kadar hızlı ve istikrarlı bir yükseliş göstermiştir. Piyasada işlem gören şirketlerin değerleri özellikle 1999’dan 2002’ye kadar gerilerken 2002’de Kemal Derviş’in uygulamaya koyduğu ekonomi politikalarının[3] bir sonucu olarak yükselişe geçmiştir. 1999’dan 2002’ye, gerileyen endekste işlem gören şirketlerin bazıları kapanmış, bazıları da satılmıştır. Sermayenin el değiştirmesi ve AKP hükümetinin dış pazarlara yönelimi 2007’ye kadar süren yükselişin sebepleri olmuştur. 2008’de yaşanan mortgage krizi ise yabancı oranı yüzde 60 seviyelerinde olan borsamızı da etkilemiş ve yabancı yatırımcının çekilmesiyle 26.000 seviyesine kadar gerilemiştir. Yabancının tamamen olmadığı diyemeyeceğimiz ama belki de endeksimizin şirketlerimizin değerleri göz önüne alındığında en olması gereken 26.000 – 30.000 bandı bazen spekülasyonlarla bazen de geri çekilen yabancı paranın yerini yeni sermaye sahibine bırakmasıyla 1 sene içinde tekrar 60.000 bandına yükselmiştir. 100 kiloluk bir insanın 1 sene içinde 50 kilo verip takip eden senede tekrar 100 kiloya çıkması nasıl sağlıklı değilse endeksimizin de bu dalgalanması aslında sağlıklı değildir. Özellikle Türkiye gibi borçla büyüyen ekonomilerin en kaçınması gereken sermaye hareketliliği o yıllarda yaşanmış ve bu durumdan özellikle küçük yatırımcı çok etkilenmiştir. Kredi çekerek borsa oynayan yatırımcıların varlığını düşünürsek ciddi kayıplar ve hatta bunalımlar yine bu dönemde yaşanmıştır.

2011 itibariyle endeks bandı 100.000’e zorlarken şirketlerin piyasada oluşan değerleri aynı tepkiyi verememiştir. İşte tam da bu noktada grafiğe tekrar 
dikkatle bakmak gerekir. Yazının başında bu iki eğrinin paralel bir dalgalanma göstermesi gerektiğini yazmıştık. En azından mantıken öyle olması beklenir ancak 2012 senesinde şirketlerin piyasa değerlerinde düşüş gözlemlenirken endeksin aynı yönde gerçekleşmeyen hareketi ilgi çekicidir. Endeksin 78.000’lerden geri çekilmesi beklenirken 2013 ilk çeyreğinde 86.000 bandına hareketlenmesi beklenti dışındadır. Şirketlerin değerleri yüzde 9,5 düşerken endeksin değerinin yüzde 10 artmasının iktisadi bir açıklaması yoktur. İşlem gören şirketlerin piyasa değerlerinin toplamından elde edilen endeks değeri matematiğe karşı çıkarcasına nasıl yükselmiştir? Yüzde 10’a yakın değer kaybıyla 2013 mart sonunda 70.000 – 75.000 bandında olması gereken endeks nasıl 86.000 seviyesine tutunmuştur?

İşte bu sorular yanıtlarını iktisatla ve matematikle artık veremeyeceğimiz sorulardır ancak ekonomimiz çok iyi, herşey mükemmel söylemlerinin büyük bir 
kısmının şişirilmiş bir borsayla açıklanmaya çalışılması kriz planlamaktan başka birşey değildir.

Şekil 2.Borsa İstanbul’un Son Altı Aylık Performansı



Kaynak:www.finans.mynet.comadresindeki program ile oluşturulmuştur.


Gelelim bu grafiğe. Endeksin Mart sonunda 70.000 – 75.000 bandına oturması gerektiğini bu grafikten önce söylemiştik ve grafiğe baktığımızda 22 şubatta 
endeksin 75.900’le kapandığını görüyoruz. 2011 ile 2012 arasında 50.000 – 75.000 bandında paralel hareket eden borsa 2013 mart ayıyla birlikte şirketlerinin değer kaybına rağmen yükselmeye devam etmiş ve 22 mayıs 2013 tarihinde 93.400 seviyesine ulaşmıştır. 22 şubat ile 22 mayıs arasındaki bu yükselişi endekste işlem gören şirketlerin piyasa değeri düşerken matematikle açıklamak gerçekten mümkün değildir. Ancak bu yükselişin bir cevabı vardır ve o da SICAK PARA’dır. Buna “Faiz Lobisi[4]”, “Çıkar Grubu”, “Rantiyeciler” ya da “Ana Sermaye” ne derseniz deyin Türk ekonomisi üzerindeki etkisiyle zaman zaman siyasete de yön veren mekanizmadır. Gerilemesi gereken endeksi 76.000’lerden 94.000’lere çıkartarak ardından 3 ayda geldiği noktayı 1 ayda sıfırlatıp endeksi tekrar 74.000’lere gerileten işte bu yabancı sermayedir. Mayıs 2012’de payı yüzde 61 olan yabancılar mayıs 2013’te yüzde 67’ye ulaşmışken Gezi Olaylarını fırsat bilip geldikleri gibi gitmişlerdir ve payları tekrar yüzde 62’ye gerilemiştir. Burada önemli olan 61’den 67’ye çıkmak ya da 62’ye inmek değildir. Önemli olan bu yabancıların portföy büyüklüğüdür ve endeksteki gerileme bize o portföyün ne kadar da büyük olduğunu göstermektedir. 28 mayıstan 20 hazirana kadar geçen sürede şirketlerin piyasa değeri 107 milyar TL erimiş gibi görünse de aslında o erime çok daha önceleri başlamıştı ve borsa söylemlerle ayakta kaldığı için hükümet gerilemeyi Gezi Parkı Olayları ile açıklama çabası içine girmiştir. 

Ancak daha sonra grafiklere bakmış olacak ki “Faiz Lobisi”ne bunun hesabını sorma kararı almışlardır. Şirketlerin piyasa değeri düşerken, endeks, mart 
itibariyle yükselişe geçmişti ve burada en öngörülmesi gereken husus bu yükselişin sebebiydi. Endeks şişerken ses çıkartmayanların ve hatta 100.000’e 
gidiyor diye sevinenlerin endeks, en düşmesi gereken zamanda gerilediğinde sinirlenmesi normal değildir.Neticede birileri 3 ayda piyasayı pompalamış, 
vatandaşın cebindeki parayı piyasaya çekmiş ve Gezi Parkı Olayları’nı da fırsat bilerek çekip gitmiştir. Giderken de vatandaşın borsaya yatırdığını kendisine 
faiz olarak ödettirip gitmiştir. Bu nedenledir ki bu olaydan da her zaman olduğu gibi yine küçük yatırımcı zararlı çıkmıştır. Büyük şirketlerdeki değer düşüşleri 
şirketler batmadığı sürece önemli değildir. Onlar dalgadır. Bugün düşer yarın yükselir ama mühim olan vatandaştır. Üç kuruş parasını biraz değerlensin diye 
borsaya yatırandır ve serbest piyasa ekonomisi bu insanları ne yazık ki korumamaktadır. Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler mottosuyla yıllardır 
sömürülen vatandaş, cebindeki parasından olduğu gibi evindeki huzuru da kaybetmektedir.

Bu durumda FED’in açıklamasına kadar Başbakan’ın Gezi Olaylarını tırmandırması da anlamlıydı çünkü o endeksin nereye kadar gerilemesi gerektiğini en başından 
itibaren biliyordu.

Şekil 3.Küresel Piyasalar Borsa Performanları (2012/12 – 2013/03)



Kaynak:Sermaye Piyasası Kurulu, Uluslararası Ekonomik ve Finansal Göstergeler, Araştırma Dairesi Raporu, Güncellenme Tarihi: 09.05.2013, 
Bölüm 1 Uluslararası Sermaye Piyasası Göstergeleri, I.3. Borsa Performansları.

Bu grafik de dünya borsalarındaki değişimleri göstermektedir. Kırmızıyla gösterilen sütun Türkiye’nin performansıdır ve 3 aylık değişimde şirketlerinin 
kapitalizasyonu düşerken yüzde 10’a yakın yükselen tek borsa Türkiye’dir. Arjantin’deki şirketlerin değeri 34.255 milyon dolardan 39.388 milyon dolara 
yükselerek borsada en yüksek performansı gösteren endeks olabilmişken ve Türkiye’ye kadar olan tüm piyasalarda işlem gören şirketlerin piyasa değerleri 
yükselirken Türkiye’deki şirketlerin değeri 2012 sonunda 315.198 milyon dolarken mart 2013’te 285.185 milyon dolar olmuştur ve 20 haziran itibariyle de 275.600 milyon dolar olmuştur.  Bahsi geçen 107 milyar liralık değer kaybının sebebi Gezi Parkı Olayları kesinlikle değildir ancak 100.000’e kadar şişirilen endekse düşürücü etki yaratması için sürekli körüklenen iyi bir bahanedir Gezi Parkı Protestoları. 31 mayısta 87.000 olan endeks olayların 1 haziranda durulacakken Başbakan’ın açıklamaları ve polisin sert müdahalesiyle tırmanmasıyla matematikle açıklayabileceğimiz bir  seviye olan 73.000’lere gerilemiştir.

Borsa daha ne kadar düşer?

Endeks olması gereken yere hızla inmiştir. Olaylar kızıştırılmaya devam ederse 65.000’lere doğru geriler ve bu durumda içerideki faizciler de biraz para 
kazanır. Zaten mayıs sonu ile normal olan yabancı sermayenin çekilmesi eylül itibariyle tekrar girişle endeksi biraz yükseltir. Bu arada komşu ülkelerde 
herhengi bir savaş çıkmazsa da kolay kolay 50.000 seviyelerine tekrar gerilemez. Ancak civarda bir savaş olasılığı varsa ve Türkiyede bu savaşta taraf olsun istiyorsa o “Faiz Lobisi” o zaman endeksi 50.000’lere geriletmeden kimseyi rahat bırakmaz. Bu durumda ülke içindeki gerginlikler önemlidir. Bu saatten sonra yaşanacak her olay savaş hesaplaması yapanların ekmeğine yağ sürmekten başka birşey olmayacaktır. O nedenle demokratik hak arayışı içinde olanların arasına karışan sermaye yanlılar maalesef meydanlarda istenmeyen görüntülerin oluşmasına sebep olabilirler. Eğer senaryo bir savaş üzerine kurulduysa demokratik hakkını arayan halkın bunu görebilmesi ve hızla meydanları terk etmesi gerekir. Başbakan’ın misilleme yapar gibi gerçekleştirdiği mitingler ve özellikle güçlü olduğu bölgelerde bu mitingleri düzenleyerek gövde gösterisi yapıyor olması ve ülkede belirginleşen ayrımlar, savaş tamtamları çalanların gözlerini döndürmekte ve iştahını kabartmaktadır.

Ekonomisi üretime dayanmayan, istihdamsız bir şekilde borçla büyüyen, büyümesini özkaynak yerine SICAK PARA’yla gerçekleştiren ve istihdam yaratmayarak özellikle üniversite mezunu işsizlik oranını tırmandıran bir ekonomi politikasının uygulayıcıları ülkenin iplerini yabancı sermayenin eline çoktan vermiştir. O nedenle belki de artık onların da yapabilecekleri manevralar sınırlıdır çünkü alan daralmıştır. İşte bu nedenle birileri iplerimizi çekmeden borsadaki ve dolayısıyla ekonomideki dalgalanmayı iyi okumalı ve yıllarıdır ekonomik krizine sebep arayan bu ekonomi politikasının maşası olmamalıyız. Halk, tepkilerini hem hükümete hem de dünyaya göstermiştir. Hatta dünyaya Türk’ün sarıklı, cübbeli, siyah çarşaflı olmadığını da göstermiştir. Tarihte belki de organize olmadan en büyük kitleyi ayaklandırmış bu hareket 4 canını kaybetmiş ve şimdiden yaralanmıştır. Bundan sonra tepkiler seçim sistemine yönlendirilmeli dir. 

Bilgisayar destekli bir seçim sistemi yerine eski usule geri dönülmeli ve herkes sandığına sahip çıkmalıdır. Tatillere, bayram öncesine ya da sonrasına denk 
gelen seçimlere karşı hazırlıklı olunmalı ve oy kullanmanın en önemli vatandaşlık görevi olduğu unutulmamalıdır. Şu anda ise vatana yapılacak en büyük 
hizmet bir an önce meydanları ve parkları terk edip toplu hareketlere son vermek olacaktır. Aksi taktirde müdahale şiddetini artırma emri almış olan polisle halk arasında tedavisi mümkün olmayan yaralar açılacak ve ülkede saflar netleşecektir.

Sonuç olarak borsa teknik olarak 70.000 seviyesinin altına düşmemelidir. Ancak 65.000’den itibaren aşağı doğru hareket tehlikelidir ve meydanlar terk 
edilmedikçe endeksin yönünü aşağı çevirmesi kuvvetle muhtemeldir. Savaş fısıltılarını alan yabancı şirketler hızla piyasadan çıkmaya başladıklarında da 
muhtemelen endeks tekrar 50.000leri görmüş olacaktır.

Bir son olasılık da borsayı 100.000’in üstüne taşımak, ardından 2  sıfır atmak ve yatırımcının psikolojik algısını değiştirerek endeksi ve dolayısıyla şirketleri değersizleştirmek de mümkündür. Bu hareket eğer yabancı sermaye tarafından yapılıyorsa da savaş senaristlerinin planlarını ertelediğini, müdahale için doğru zamanı beklediklerini aklımıza getirebiliriz.

[1]http://ekonomi.milliyet.com.tr/simsek-borsadan-cikis-sinirli 
oldu/ekonomi/detay/1722014/default.htm

[2]İ.Ü. Sermaye Piyasaları Araştırma ve Uygulama Merkezi, Türkiye Sermaye 
Piyasası 2011 Yılı Raporu, s.24.

[3]Türkiye Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı, 
http://www.tcmb.gov.tr/yeni/duyuru/eko_program/program.pdf

[4]Aslı “interest rate looby” olan terim Türkçe’ye “faiz lobisi” olarak 
çevirilmiştir. Ancak Interest hem faiz oranı, hem de ilgi ve çıkar anlamına 
geldiği için aslında ifade edilmek istenen “çıkar grupları”dır. Lobicilik 
faaliyetleri yapan şirketler kastedilmektedir. Bunlar faiz geliri elde ediyorsa 
faiz lobisi olabilir. Daha çok ihale alımlarında ve politikacıları yönlendirme 
konularında etkili olan bu gruplar çıkarları doğrultusunda siyasete yön vermeye çalışırlar.

Uzman Hakkında
Bahar Aşcı
İş Geliştirme ve Stratejik Yönetim Araştırmaları Merkezi
baharasci@gmail.com


Stratejik Yönetim, Stratejik Analiz, 
İş Geliştirme, Savunma Yönetimi, 
İktisat Tarihi, Askeri Tarih, Konvansiyonel Olmayan Silahlar, 
Oyun Teorisi
Uzmanın Diğer Yazıları

  Soma’da Can Pazarı ve Maliyet Hesabı 
  Medeniyetler İçin Coğrafya’nın Önemi ve Bereketli Hilal 
  Borsalar ve Bombalar- Suriye Bu Gece Bombalanacak mı? 
  Örtülü Ödenek Tartışması 
  Borsa Nereye Kadar Düşer? 
  O Gaz Portakal Gazı Mıydı? 
  IMF'ye Borç Bitti Ama... 


http://www.21yyte.org/arastirma/ekonomik-arastirmalari-merkezi/2013/06/24/7078/borsa-nereye-kadar-duser

***