8 Ocak 2021 Cuma

Dağlık Karabağ Uyuşmazlığında Self-Determinasyon Tezlerinin Göreceliği BÖLÜM 1

Dağlık Karabağ Uyuşmazlığında Self-Determinasyon Tezlerinin Göreceliği BÖLÜM 1



Dağlık Karabağ Uyuşmazlığı, Self-Determinasyon, Tezlerinin Göreceliği, Av. Dr. Deniz AKÇAY,




AVİM 
AVRASYA İNCELEMELERİ MERKEZİ 
Rapor • No: 18 • Eylül 2020 
Av. Dr. Deniz AKÇAY 
Ankara • 2020 
AVİM Rapor No: 18 
Dağlık Karabağ Uyuşmazlığında Self-Determinasyon Tezlerinin Göreceliği 
Av. Dr. Deniz AKÇAY 
Avrasya İncelemeleri Merkezi 
Eylül 2020 
Ankara 
AVİM Rapor No: 18 
TERAZİ YAYINCILIK 
Terazi Yayıncılık Bas. Dağ. Dan. Eğt. Org. Mat. Kırt. Ltd. Şti. 
Abidin Daver Sok. No. 12/B Daire 4 06550 Çankaya/ANKARA 
Tel:0 (312) 438 50 23-24 •Faks:0 (312) 438 50 26 
E-mail:teraziyayincilik@gmail.com 
Avrasya İncelemeleri Merkezi (AVİM) 
ISBN:978-605-69199-5-4 
YAZAR 
Av. Dr. Deniz Akçay 
EDİTÖR 
Selim Seçkin 
REDAKSİYON 
Mehmet Oğuzhan Tulun 
TASARIM 
Ruhi Alagöz 
BASKI 
Sonçağ Yayıncılık Matbaacılık 
İstanbul Cad. İstanbul Çarşısı No: 48/48-49 İskitler / ANKARA 
Tel:+90 312 341 36 67 
Sertifika No:47865 
BASKI TARİHİ 
Eylül 2020 
© Avrasya İncelemeleri Merkezi - 2020 
Her hakkı saklıdır. Bu yayının hiçbir bölümü izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz ya da çoğaltılamaz. 
Bu ve diğer AVİM yayınlarına ulaşmak için: www.avim.org.tr adresini ziyaret Ediniz. 

İÇİNDEKİLER 
Sunuş.............................................................................................................................................................V 
Yazar Hakkında.......................................................................................................................................VII 
Giriş 
Dağlık Karabağ İhtilafının Kısa Tarihçesi...................................................................................1 
Dr. Turgut Kerem TUNCEL 
Dağlık Karabağ Uyuşmazlığında Self-Determinasyon Tezlerinin Göreceliği.......21 
A) Hocalı Katliamı, Birleşmiş Milletler Üyeliği, Güvenlik Konseyi Kararları........21 
1) Minsk Grubu: BM İlkelerinin Görecelileşmesi...............................................................23 
2) Minsk Grubuʼnun Çözüm Arayışı:  “Ortak Devlet” Formulü ̈ve Devam Eden Görecelilik..................................................26 
3) BM Genel Kuruluʼnun Dağlık Karabağ Sorununun Çözuümüne İlişkin Çizdiği Çerçeve: 14 Mart 2008 tarihli ve 62/243 sayılı Karar....................28 
4) Minsk Grubuʼnun Çözü Yönelik Mevcut Eğilimi: ve 9 Mart 2019 tarihli Açıklama.................................................................................................29 
B) Self-Determinasyon İlkesinin Dağlık Karabağ  Uyuşmazlığında Uygulanabilirliği.........................................................................................31 
1. Self-Determinasyon İlkesinin Devletler Hukukuʼnda Uygulanma Koşulları.......31 
1.1. Birleşmiş Milletler Genel Kuruluʼnun 1514 (XV) sayılı  Bildirisinin Uygulanma Koşulları ve Sınırları......................................................32 
1.2. Self-Determinasyon ve BM Genel Kuruluʼnun  2625(XXV) sayılı Bildirisi............................................................................................34 
1.3. UADʼnin 22 Temmuz 2010 Tarihli Kosova Kararı.............................................37 
2. Dağlık Karabağ Açısından Self-Determinasyon Tezlerinin Geçerliliği................39 
2.1. Self-Determinasyona İlişkin Koşullar.....................................................................39 
2.2. Chiragov Kararı Işığında Dağlık Karabağ Hakkındaki  Selfdeterminasyon Tezlerinin “Gerçekliği”...........................................................41 
Sonuç..........................................................................................................................................................44 
Kaynakça...................................................................................................................................................46 
**********

Dağlık Karabağ Uyuşmazlığında Self-Determinasyon Tezlerinin Göreceliği., 

Av. Dr. Deniz AKÇAY, Alev KILIÇ, Dağlık Karabağ Uyuşmazlığı, Self-Determinasyon, Tezlerinin Göreceliği, Berlin Duvarı,
 

AVİM Rapor No: 18 
• Eylül 2020 
Dağlık Karabağ Uyuşmazlığında Self-Determinasyon Tezlerinin Göreceliği

SUNUŞ 

Kasım 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılması ve Aralık 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla, yaklaşık kırk beş yıl süren iki bloklu Soğuk Savaş dönemi sona ermiş, önce tek kutuplu, kısa bir süre sonra çok kutuplu dünya düzeni olarak adlandırılan yeni bir döneme girilmiştir. Tarihte yaşanan en önemli ideolojik ve jeopolitik dönüşümlerden biri olan bu sürecin, yaşanan değişimlerin boyutlarına kıyasla görece istikrarlı ve çatışmasız bir şekilde yaşanmış olması dikkat çekicidir. Bu anlamda, Doğu Blokunun dağılması ideolojik ve siyasi bir ‘medeni boşanma’ olarak tanımlanabilir. SSCB’nin dağılmasının, Rusya Federasyonunun kimliğini korumasının da, bu sürecin fevkalade sonuçları düşünüldüğünde, aynı şekilde, göreceli olarak oldukça ‘yumuşak bir geçiş’ olduğu söylenebilir. 

Bu süreçte, ‘medeni olmayan’ boşanmalar da yaşanmıştır. Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti’nin dağılması ile bu federatif yapıyı oluşturan altı anayasal sosyalist cumhuriyetin ve Kosova’nın bağımsız devletler olarak ortaya çıkması sürecinde yaşanan etnik çatışma, savaş ve katliamlar, ‘medeni olmayan’ boşanmaların dramatik bir örneği olarak görülebilir. Eski Sovyetler Birliği’nde ise Çeçenistan (Rusya), Transdinyester (Moldova), Abhazya ile Güney Osetya’da (Gürcistan) ve Karabağ’da (Azerbaycan) yaşanan çatışmalar diğer örnekler olarak karşımızda durmaktadır. 

1989-1991 yıllarındaki büyük altüst oluşun bir sonucu olarak ortaya çıkan bu çatışmaların bir kısmı çözüme ulaşmışken, diğer bir kısmı halen süregelmektedir. Yaklaşık otuz yıldır çözüme kavuşmamış bu sorunları bir kısım yazar ‘donmuş çatışma/ihtilaf’ olarak adlandırmaktadır. Ancak bu adlandırmanın var olan durumu tanımlamakta yetersiz olduğu da görülmektedir. Bu çatışmalar ‘donmuş’ olmak bir yana sürekli evrilmekte, tarafların iddiaları şekil değiştirmekte, yeni çözüm önerileri gündeme getirilmekte ve dünya siyaseti dönüştükçe bu çatışmaların niteliği de farklılaşmakta, bunun bir sonucu olarak üçüncü tarafların tutumları da değişmektedir. Bu nedenle, bu çatışmalar için ‘sürüncemede kalmış  çatışma / ihtilaf’ adlandırması günümüzde daha çok kabul görür hale gelmiştir. 

Ermenistan’ın mücavir alanlarıyla işgal ettiği Dağlık Karabağ (Azerbaycan) 
bölgesi böyle bir çatışmanın önde gelen örneğini oluşturmaktadır. 
1989-1991 sürecinde ortaya çıkan sürüncemede kalmış çatışmaların tümünün Türkiye’nin de içinde bulunduğu bölgede yer alan ülkelerde olması Türkiye 
açısından ayrı bir önem arz etmektedir. 
Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki Karabağ çatışması kapsamında ortaya çıkan ve çatışmanın farklı boyutlarını ve tarafların iddialarını şekillendiren temel hususlardan birisi, çatışmanın özüne dair farklılaşan iddialardır. Ermeni tarafı çatışmayı kendi kaderini tayin hakkı – self-determinasyon ilkesi çerçevesinde tanımlarken, Azerbaycan ülkesel bütünlük – toprak bütünlüğü ilkesine dayandırmaktadır. Bu iki ilkenin uluslararası hukuktaki temel ilkelerden olması, çatışmanın hukuki boyutu konusunda kavram karışıklıklarına ve fikir ayrılıklarına neden olabilmektedir. 

Avrupa Konseyinde Daimi Temsilcilik dönemimde beraber çalışmakla üstün niteliklerini yakından gözlemlediğim, Avrupa Konseyi ve bünyesinde bulunan 
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi nezdinde Bakanlar Kurulu Kararnamesi ile iki ortak hükümet ajanından biri olarak atanan, değerli hukukçu Dr. Deniz Akçay, daha önce Ermeni Araştırmaları dergisinin altmış beşinci sayısında aynı başlıkla Türkçe, Review of Armenian Studies dergisinin kırk birinci sayısında “The Relativity of Self-Determination Conceptions Regarding the Nagorno-Karabakh Conflict” başlığıyla İngilizce yayınlanan, “Dağlık Karabağ Uyuşmazlığında Self-Determinasyon Tezlerinin Göreceliği” başlıklı çalışmasında, uluslararası anlaşmaları, mahkeme kararlarını ve tavsiye görüşlerini, Birleşmiş Milletler kararlarını inceleyerek, Karabağ çatışmasında kendi kaderini tayin hakkı – self-determinasyon tezinin ne ölçüde uygulanabilirliğini değerlendirmektedir. 

Bu değerlendirmenin, çatışmanın özüne dair aydınlatıcı bir çalışma olduğu kanaatindeyiz. 

Karabağ çatışmasının izini sürmeye en az iki yüz yıl öncesinden başlamak mümkündür. Son otuz yıldır çözülememiş bir çatışma olarak uluslararası 
gündeme yerleşmiştir. Bu ihtilaf, yukarıda belirtildiği üzere ‘sürüncemede kalmış’ ve otuz yılı aşkın süre boyunca farklı boyutlar edinmiştir. 
Bu süreçte sürdürülen barışçı bir çözüm sağlama görüşmelerinde maalesef arzulanan sonuç sağlanamamış, işgalin cezalandırılması bir yana, Ermenistan’ın işgali kalıcı bir statüye dönüştürme girişimlerine sessiz kalınmıştır. 
Barış görüşmelerinin sürdürülmesi sorumluluğunu üstlenen AGİT Minsk Grubunun 
çalışmalarında da değişimler gözlemlenmiştir. Karabağ ihtilafının tarihsel köklerinin ve barış süreci de dâhil olmak üzere bu ihtilaf kapsamdaki gelişmelerin genel hatlarıyla okuyucuya sunulması maksadıyla, elinizdeki rapora Merkezimizin kıdemli uzman analisti Dr. Turgut Kerem Tuncel’in kaleme aldığı “Dağlık Karabağ Sorununun Kısa Tarihçesi” başlıklı bir giriş bölümü de dâhil edilmiştir. 

Değişen küresel jeopolitik ve evrim içinde bir Avrasya oluşumu bağlamında, hem Avrupalı hem Asyalı olan ve Avrasya’nın bağlantısını oluşturan Türkiye’nin karşı karşıya olduğu sorun ve fırsatların anlaşılmasına katkı sağlamak amacıyla Avrasya bölgesindeki gelişmeler hakkında çalışmalar yapan bir düşünce kuruluşu olarak, elinizdeki bu raporu, Karabağ ihtilafıyla ilgili önemli bir kaynak oluşturduğu inancıyla sunmaktan mutluluk duyuyoruz. 

Alev KILIÇ 
E.Büyükelçi 
AVİM Başkanı 
AVİM Rapor No: 18 • Eylül 2020 


Av. Dr. Deniz AKÇAY 

1982 yılında Nancy Üniversitesi’nden Devlet Doktorası (Doctorat d’Etat en Droit Public) diploması alan Deniz Akçay, 1986-1988 yılları arasında BNP-AK 
Bankası’nda hukuk müşaviri olarak görev yapmış, 1988 yılında Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Avrupa Konseyi Nezdindeki Daimi Temsilciliği’nde uzman hukukçu statüsünde çalışmaya başlamıştır. 1998 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla Ortak Hükümet Ajanı unvanına layık görülülen Deniz Akçay, 2005 yılında Avrupa Konseyi İnsan Hakları Yönetim Komitesi’nin (CDDH) yardımcı başkanlığına, 2007’de de aynı Komitenin başkanlığına seçilmiştir. Deniz Akçay, 2010 yılında emekli olmuştur. 

***

6 Ocak 2021 Çarşamba

ALEVİ-BEKTAŞİ ŞİİR GELENEĞİNİN BİLİNMEYEN BİR TEMSİLCİSİ: SAMSUNLU ÂŞIK HULUSÎ. BÖLÜM 4

ALEVİ-BEKTAŞİ ŞİİR GELENEĞİNİN BİLİNMEYEN BİR TEMSİLCİSİ: SAMSUNLU ÂŞIK HULUSÎ. BÖLÜM 4


Alevi-Bektaşi, Aşık Hulusi, Samsun, Aşık edebiyatı, gelenek, Alevi-Bektaşi şiiri, Amasya, Çorum, Tokat,

5. Sonuç

   Alevi-Bektaşi toplumu, geleneklerini, inanç sistemlerini ve sahip oldukları değerleri yaşatmak, gelecek nesillere aktarabilmek amacıyla özellikle Âşık edebiyatının çeşitli biçim ve türlerinden, temel dinamiklerinden faydalanmışlardır. Bu bağlamda söyledikleri şiirlerle hem geleneği yaşatmışlar hem de sahip oldukları değerleri günümüze kadar ulaştırabilmişler dir. Samsunlu Âşık Hulusî de bir Alevi önderi ve mürşidi olarak sahip olduğu inanç sistemini irticalen şiirler söyleyerek yaşatmaya çalışmıştır. Şiirlerinde işlediği konulara ve temalara baktığımızda, Alevi-Bektaşi şairlerinin izinden giderek hem kendisinden önceki âşıkların şiirlerinden ilham almış hem de inanç sistemine bağlılığın ve sahip olduğu aşkın tezahürü olarak etkileyici buluşların ve orijinal ifadelerin olduğu şiirler söylemiştir.

   Özelde Samsun yöresinde genelde Orta Karadeniz bölümünde ikâmet eden Alevi toplumu içinde çok sayıda âşık bulunmaktadır.

Bunların tespit edilerek şiirlerinin bir araya getirilmesi ve tanıtılması, Türk toplumunun geçmişten getirdiği değerlerin yaşatılması ve edebiyat sanatının zenginleşmesi bakımından büyük önem arz etmektedir. Sözlü geleneğin tekrar yaşatılması ve Türk toplumunun bir bütün olarak varlığını devam ettirmesi açısın dan üzerinde önemle durulmalıdır. Âşık Hulusî örnekleminde rüya motifi gibi toplumsal hafızada yaşayan bir unsurun yakın tarihimizde mevcudiyeti, bunların hala yaşanılabilir olduğu konusunda toplumda bir inanç oluşturacaktır. Şairlerin şiirlerinin tespit edilmesi ve yaygınlaşması Alevi toplumunun tanınmasına da olumlu katkı sunacaktır.

6. Şiirlerinden Örnekler

Aşağıda Âşık Hulusî’nin daha iyi tanınabilmesi için taşlama, nasihatname, güzelleme ve duvaz türünde örneklere yer verilmiştir.

1.

El uzattım gonca gülün dermeğe
Yıkılmış bahçende gülün kalmamış
Fehmeyle kendini iyice gözle gel
Cevap söylemeye dilin kalmamış

Sinek gibi cızır cızır edersin
Haksız iş olursa pekçe gidersin
Söylersin yalanı haram yutarsın
Senin yapışmaya kolun kalmamış

Hakka doğru gitmez senin yuların
Katran gibi kokuyor hemen tenlerin
Şeytana teslim olmuş tatlı canların
Helalinden senin malın kalmamış

Hulusî’yem böyle seviyor canı
Boşuna bekliyor dünyada hanı
Uymuşsun nefsine dönmezsin geri
Yüzüne bakmaya nurun kalmamış 

(Gül, 2018: 125).

2.

O yanı bu yanı bakıp gözetme
İçerini pekle dışın düzeltme
Her taşın altına elini uzatma
Belki yılan çıkar sokarlar seni

Her yerlere varıp suları içme
Mahlûkata uyup yolundan şaşma
Arifler yanında sohbetten düşme
Tutar lisanından döverler seni

Her insana varıp sırrını deme
İzinsiz lokmayı alıp da yeme
Konuşma yalancıyı yanına koyma
Eğri söyler sana incidir seni

Varıp her yerlere matahın açma
Müşteri olmayınca güherler saçma
Ali’yi sevmeyenin peşine düşme
Yol bulaman oradan kovarlar seni

Hulusî’yem der ki her sırrı açma
Benliği edenin yanına düşme
Emsalini bulmayınca konuşma
Alır bir pula satarlar seni 

(Gül, 2018: 125-126).

3.

El uzatıp gonca gülün aldılar
Aslı şahtır Şahı Merdan Ali’nin
Al kanlar içinde onu koydular
Aslı şahtır Şahı Merdan Ali’nin

Hutbeye çıktı da vaaz eyledi
Bilendi kılıcım diye kendi söyledi
Ali Abbas ile Zeynep ağladı
Aslı şahtır Şahı Merdan Ali’nin

Aylar, seneler hep onun işi
Bazen üç gün, bazen otuzdur yaşı
On sekiz bin âlemin serçeşme başı
Aslı şahtır Şahı Merdan Ali’nin

İkiyi aldı da bire bağladı
Kandiller içinde sıra bağladı
Candan seven uğrun uğrun ağladı
Aslı şahtır Şahı Merdan Ali’nin

Dört kapının kırk makamın imamı
Horasan’dan geldi işin tamamı
Rum diyarında pir Bektaş Veli
Aslı şahtır Şahı Merdan Ali’nin

Çıktı arşıâlâya seyran eyledi
Ayetleri hep Kur’an’dan söyledi
Necef deryasında kılıç oynadı
Aslı şahtır Şahı Merdan Ali’nin

Hulusî’yem böyle söyledi sözü
Kendi cenazesini kendisi yudu
Yükledi deveye tabutu koydu
Aslı şahtır Şahı Merdan Ali’nin 

(Gül, 2018: 154-155).

4.

Muhammed Ali’ye talip olursan
Sır içinde gizli sırdır musahip
On iki imamları tamam görürsen
Dört kapı içinde vardır musahip

Musahibi olmayanın zayidir emeği
Erenler deminde alamaz payı
Deliktir küleği tutmuyor suyu
Erenler deminde vardır musahip

Eğer bu sırlara ereyim dersen
İmam Hüseyin’i göreyim dersen
Sorgusuz Cennete gireyim dersen
Cennette Rıdvan vardır musahip

Halil’i nara attılar dilek diledi
Gökte yıldız yerde insan meledi
İsmi şah olanlar musahip oldu
İsmi şah olanda vardır musahip

Hulusî’yem der ki ikrar dilimiz
Bir mürşide bağlı bizim belimiz
Cebrail Mikail hem rehberimiz
Azrail İsrafil’in vardır musahip 

(Gül, 2018: 237)

5.

Arif olan sohbetini dilemiş
İnce elekten yedi kere elemiş
Aslan yatağına baykuş tünemiş
Ne kuşlar tünese ondan sana ne

Kuru yerde yatmış yatıp paslanmış
Kalbi çürük imiş siyah işlemiş
Âdem gibi döşeklere yaslanmış
Ne kadar yaslansa ondan sana ne

Çok sarılma şu dünyanın malına
Hiç bakmıyor dönüp kendi halına
Doğru giden Cehennem’in yoluna
Ne kadar sarılsan ondan sana ne

Hulusî’yem böyle deyip bağırır
Dellal olmuş cümlesine çağırır
Kastinde gezenler belasın bulur
Bulur belasını ondan sana ne 

(Gül, 2018: 129)

6.

Çok yoruldum kalkamıyorum yerimden
El içinde gezemiyorum arımdan
Cüda kızı yandım senin elinden
Allah sen sakla karı şerrinden

Söylüyorum bu sözlerin doğrusu
Pek çok olur kadınların eğrisi
Karnı dolu yılanların yavrusu
Allah sen sakla karı şerrinden

Yüzüne bakarsan hemen aldanın
Sözünü tutarsan geride kalın
Hürmetini kıymetini elinde alın
Allah sen sakla karı şerrinden

Şeytanı alıp yanına çeker
İnsanı birbirine her zaman takar
Nice yiğitlerin belini büker
Allah sen sakla karı şerrinden

İkisinin adın beraber kodu
Peygamber Ayşe’ye pek gönül kodu
Elini yüzünü yıkadı yudu
Allah sen sakla karı şerrinden

Hulusi’yem bunu söylüyor hemen
Karına sırrını deme sen hemen
Başına çıkar hemen her zaman
Allah sen sakla karı şerrinden.

KAYNAKÇA

Güzel, Abdurrahman. (2009) Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı El Kitabı, Ankara: Akçağ Yayınları.
Çelik, Ali. (2008) Türk Halk Şiiri Antolojisi, İstanbul: Timaş Yayınları.
Gül, İbrahim. (2018) Aleviliğin Temel Esasları ve Alevi Erkanı. Samsun: Ceylan Ofset.
Günay, Umay. (2005) Türkiye’de Âşık Tarzı Şiir Geleneği ve Rüya Motifi. Ankara: Akçağ Yayınları.
Göngür, Zeki. (1969) 12 İmam Övgüsü. İstanbul: Dilek Matbaası.
Tatcı, Mustafa. (2008) Yunus Emre Divân, Risâletü’n-Nushiyye, İstanbul: H Yayınları.

Kaynak Kişiler

Mercan GÜL, 1938 doğumlu, Sarıgazel Köyü, Âşık Hulusî’nin kızı (Hakk’a yürüdü)
Sadık ÖZTÜRK, 1942 doğumlu, Kayadüzü Köyü, Âşık Hulusî’nin ocağına bağlı talip
Zeliha GÜL, 1924 doğumlu, Sarıgazel Köyü, Âşık Hulusî’nin kızı (Hakk’a yürüdü)
Turgut Gül, 1957 doğumlu, Sarıgazel Köyü, Âşık Hulusî’nin torunu (Hakk’a yürüdü)

DİPNOTLAR;

1 Doç. Dr., Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Türkçe ve Sosyal Bilimler Eğitimi Bölümü, 
   cafer.ozdemir@omu.edu.tr, ORCID: 0000-0002-57945828. 
2 Doç. Dr., Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, 
   igul@omu.edu.tr., 
3 İsmail Özmen tarafından hazırlanan ve içerisinde çok sayıda Alevi-Bektaşi şairinin tanıtıldığı 5 ciltlik “Alevi-Bektaşi Şiirleri Antolojisi” adlı eser taranmış ve Âşık Hulusî ile ilgili bir bilgiye ulaşılamamıştır.
4 Çalışmada Âşık Hulusî’nin hayatı ile ilgili bilgilerin büyük bir kısmı âşığın torunu İbrahim Gül’den alınmıştır.
5 Niza: Kargaşa çıkarmak 
6 Malya çölü: Halk arasında "Çöl" ya da "Seyfe Ovası" olarak da adlandırılan Malya Ovası, Kırşehir'in kuzeyinde yer almaktadır. 

EKLER










***

ALEVİ-BEKTAŞİ ŞİİR GELENEĞİNİN BİLİNMEYEN BİR TEMSİLCİSİ: SAMSUNLU ÂŞIK HULUSÎ. BÖLÜM 3

ALEVİ-BEKTAŞİ ŞİİR GELENEĞİNİN BİLİNMEYEN BİR TEMSİLCİSİ: SAMSUNLU ÂŞIK HULUSÎ. BÖLÜM 3


Alevi-Bektaşi, Aşık Hulusi, Samsun, Aşık edebiyatı, gelenek, Alevi-Bektaşi şiiri, Amasya, Çorum, Tokat,Hacı Bektaş Veli Türbesi,



4. Şiirlerinde Temalar 

Âşık Hulusî, felsefî bir bakış açısıyla söylediği bir şiirinde içinde bulunduğu durumu tabiatta yer alan bazı varlıkların doğal hallerini örnekleyerek anlatır. İnsanların kötü davranış ve yargılarına rağmen muhatap olduğu kişilerden ve maruz kaldığı olumsuz davranışlardan alınmaması gerektiğini kendisine telkin eder:

Her şeyin aslını sonunu ararlar
İnce elekten yedi kere elerler
Elma ile narı bahçe överler
Elma alma ile nar incinir mi 

(Gül, 2018: 121).

Ölümü bir Hak emri olarak niteleyen, ölüm anını ve ölüm sonrasını betimleyen âşık, haksızlık yapıp kötü yolda olanların hak ettiklerini  ölümle bulacaklarını dile getirir. Bu yüzden ölüm gelmeden önce verilen sözde durulmalı ve “ölmeden önce ölmek” sırrına mazhar olunmalıdır:

Hulusî’yem bir ikrara duralım
Ölmeden evvelce burada ölelim
Hatıra değmeyelim gönül alalım
Ölüm sana niçin çare bulunmaz 

(Gül, 2018: 122).

Yaşadığı toplumun aksak yönleri, insanların davranış bozuklukları ve insanların millî ve dinî değerlere önem vermemesi onun şiirlerinde ele aldığı konulardandır. Bir taşlamasında ifade ettiğine göre haramiler çoğalmış, devir yalancı ve hırsızın devri olmuştur. İnsanlar büyüğünü, küçüğünü bilmemekte ve anne babaya hürmet etmemektedir. Fakat bu olumsuz davranışlar cezasız da kalmayacaktır:

Hak deyip de doğrulayıp bakmıyor
Ahreti gözleyip gayret çekmiyor
Bizi yaratandan niçin korkmuyor
Ya katran kazanı nerede kaldı 

(Gül, 2018: 123).

Misafirliği anlattığı bir şiirinde misafirliğin kültürel bağlamından inançsal bağlamına kadar önemli noktalara değinmiştir.

Bu misafirlik muhtemelen onun taliplerini ziyaret ettiği bir cem töreninde gerçekleşmiştir. Ona göre misafirin rızkı fazlasıyla gelir, misafirler asla geri çevrilmemelidir, aç ise doyurulmalı, gönlünü kazanmak için elbiseler giydirilmelidir. Şiirin şu dörtlüğünde ise cem törenlerinde On iki imamların hepsinin bilinmesi gerektiği ve kültürel hafızamızda yer alan “Her geleni Hızır bil” anlayışı vurgulanmıştır:

On iki imamların tamamın görün
Doldurun göheri yükleri alın
Kim gelirsen gelsin Hızır bilin
Misafir gelince sizin ellere 

(Gül, 2018: 127-128).

Alevi inanç sisteminin gereklerini yerine getirmeyen, verdiği sözden dönen insanların hem bu dünyada hem de ahirette yüzü kara olacaktır. 
Çünkü mürşide verilen söz Hakk’a verilen söz olarak algılanır:

Âşığın sözünde olamaz hile
İkrardan dönene bulunmaz çare
Dünyada ahrette hem yüzü kara
Kara oldu zindanda kalır bir zaman 

(Gül, 2018: 129).

Tasavvuf yolunda ilerlemek isteyen kişiye yol gösterici olarak mürşit gerekir. Bunun yanında taliplerin alçak gönüllü olması, nerede, ne söyleyeceğini çok iyi bilmesi gerekir. Çünkü tasavvuf yolu düşünme ve manayı görme kabiliyeti ister:

Fehim eyle kendini iyice gözle gel
Kırklar meclisinde şaşarsın kardeş
Usta olmayınca yolda yorulun
Ârifler yanında düşersin kardeş 

(Gül, 2018: 134).

Alevi-Bektaşi şairlerinin şiirlerinde en sık karşımıza çıkan temalardan biri de On iki imamların isimlerinin ve çeşitli özelliklerinin dile getirildiği duvazlardır. Âşık Hulusî de bu konuda şiirler söylemiştir. Özellikle Hz. Ali ve Hz. Hüseyin ile ilgili çok sayıda şiiri mevcuttur. Hulusî onların yolundan gitmekte ve bu yolu ölümsüzlük çeşmesi olarak görmektedir:

Hulusî’yem dolu içti elinden
Abu (ab-ı) hayat çeşmesinin gölünden
Cennetin içinden zemzem suyundan
Yaradan’a çağıralım sabahtan 

(Gül, 2018: 140-141)

   Hz. Ali ile ilgili şiirlerin lirik bir tarzda söylendiği görülür. Onun kahramanlığı ve din yolundaki mücadelelerinin övüldüğü sözlere sıkça rastlanır. 
Şiirlerinde sıklıkla Hz. Ali’nin Haydar ismini zikretmektedir.
Onun çeşitli vasıflarının anlatıldığı bir şiirde kahramanlığına şöyle vurgu yapılır:

Hayber’in kapısını göklere attı
Tutup ejderhayı bez gibi yırttı
Kul edip kendini pazarda sattı
Sailin borcunu verendir Haydar 

(Gül, 2018: 145-146).

İnsan, üstün yaratılışı ve içindeki manalarla derin anlamlara sahiptir. Ona göre dünyanın ucu insanda tükenmekte, aranılan her şeyin cevabı insanda bulunmaktadır:

Eğer bu sırlara ereyim dersen
Hakkın cemâlini göreyim dersen
Sorgusuz Cennet’e gireyim dersen
Sakın bir kimseye bulma bahane 
(Gül, 2018: 173-174).

Hacı Bektaş Veli Hulusî’nin sıklıkla zikrettiği şahsiyetlerden biridir. Hacı Bektaş Veli’nin hayatı etrafında şekillenen 
Velâyetname’de anlatılan bazı kerametlerin onun şiirlerinde dile getirildiği görülür. Bu durum onun bu eseri bildiğini göstermektedir:

Darı çec üstünde çıkıp oturan
Kerametin belli Bektaş merhaba
Alıç ağacında elma bitiren
Kerametin belli Bektaş merhaba 

(Gül, 2018: 183-184).

Alevi inanç sisteminin okulu ve öğretim merkezi cem törenleridir. Bu yüzden bir Alevi dedesi olarak Âşık Hulusî de şiirlerinde cem törenlerine değinmiştir. Ona göre cem törenleri “Hak cemi”dir ve dertliler burada derman bulur. 
Burası Hakk’ın didarını bulma yeridir, lokmalar yenilir ve sazlarla birlikte pervane gibi dönülmektedir. Cem törenlerinin adaleti temsil etmesini şu dörtlükte dile getirir:

On iki imamların çırağı yanar
Selman’ın keşkülü meydanda döner
Şahmerdanın kılıcı düşmanı kırar
Doğrulayıp hak cemine gelince 

***

ALEVİ-BEKTAŞİ ŞİİR GELENEĞİNİN BİLİNMEYEN BİR TEMSİLCİSİ: SAMSUNLU ÂŞIK HULUSÎ. BÖLÜM 2

 ALEVİ-BEKTAŞİ ŞİİR GELENEĞİNİN BİLİNMEYEN BİR TEMSİLCİSİ: SAMSUNLU ÂŞIK HULUSÎ. BÖLÜM 2


Alevi-Bektaşi, Aşık Hulusi, Samsun, Aşık edebiyatı, gelenek, Alevi-Bektaşi şiiri, Amasya, Çorum, Tokat,Hacı Bektaş Veli Türbesi,



   Kendisinden edinilen diğer bilgi ise şöyledir: “Hacı Bektaş dergâhından geldikten sora babam annemle birlikte hiç yatmamıştır.

Ancak kedisine destur verilip iki tane çocuğu olacağı müjdelenmiştir. Ondan sonra ben olmuşum. Ben babamın beşinci çocuğuyum.
Benden sonra da Fadime adında bir kızı olmuş. Şu anda ikimiz hayattayız.” Başka bir anısında, “Babam bir gün eski evimizde (oğlu Mehmet Gül’ün evi) birisiyle sohbet ediyormuş. Ali abimin hanımı Satı içeri girince bir güvercin uçuvermiş. Babam, “Kızım ne yaptın? Niye içeriye girdin?” demiş ama iş işten geçmiş. 

Bir daha o güvercin geri gelmemiş. Babama çok hizmet ettim. Bana arada bir ne olup bittiğini anlatırdı. Ancak çoğunu unuttum. Ölürken yanında idim. Sanki uyuyor gibi uçtu gitti.”
   Diğer kızı Zeliha Gül ise şunları aktarmıştır: “Babam aynı zamanda bir Alevi inanç önderi olduğu için Tokat ilinde bulunan taliplerinin yanına gider. Ulaşım şartlarının çok zor olduğu bu dönemde Tokat’a varır. Tokat ilinin merkezinde gezerken bir beyefendiye rastlar. Adam Hulusi’ye nereli olduğunu sorar. Ancak söz konusu dönemlerde dedelik, şeyhlik ve müritlik gibi unvanların yasak olduğu dönemlerdir. Hulusi “Oğlum ben Havza ovasındanım” der.

   Adam babamı misafir etmek ister ve kendisini zor bela evinde kalmaya razı eder. Bir çiftlik sahibinin ağası olan kişi babamı alır ve çiftliğine götürür. Buradaki zenginliği gösterir ve derdini dökmeye başlar: “Baba benim Allah’a şükür her şeyim var. Çok zenginim ancak hiç çocuğum yok.” diye dert yanar. Babam kişiye hanımını yanına alıp gelmesini söyler. Hanımı ile birlikte bir duaya durmalarını söyler. Eşiyle birlikte Dar-Mansur olan bu canlara babam dua eder ve her ikisine birer dilim elma verir. Bunların başlarını dizine koymalarını söyler ve kadının
sırtına eliyle bir defa vurur. Buna Alevi inancında “Pençe Çalma” denir. Bir başka isimle “Pençe-i Ali Aba” olarak nitelendirilir. “Allah isteğinizi dileğinizi versin.” dedikten sonra çiftlik ağası beyefendinin bir oğlu olur. Bu çocuğun sırtında babamın beş parmağının izi vardır.

(Bu doğumdan olan kişi için bakınız Fotoğraf 1.) Yıkarlar, silerler ama bir türlü beş parmağın izini çıkaramazlar. Bunun üzerine beyefendi müftüye gider. Müftü bu kişinin ermiş bir adam olduğunu söyler.
   Bunun üzerine babama haberler gelmeye başladı. Herhalde İstanbul müftüsüne kadar olay duyulmuştur. Babam İstanbul’a gittiğinde İstanbul müftülüğünde kendisine bazı sorular sorulmuştur. Babama İstanbul’u bir anlat dediklerinde babam bir şiirle İstanbul’u öyle bir anlatmış ki müftü bunu doğru matbaaya götürün bu adam ermiş demiş.”
Hulusî’nin talibi Âşık Sadık şunları anlatmıştır: “Dedem Sadık Gül, Hacı Bektaş dergâhına vardığında dergâhta hizmetçilik yapanlar “Derviş niye geldin?” diye sormuşlar. Dedem “Ben Veli efendimi görmeye geldim.” deyince içlerinden birisi “Benim.” diyerek onu kandırmış. Sadık dedeme odun kırdırmışlar ve birkaç gün onunla eğleşmişler. Bir aralık Çilehane Tepesi’nde “Delikli Taş”a gitmişler.
Dedem eğer sen Veli efendim isen şu taştan geçelim diyor ve kendisi besmele çekerek geçiyor. Hizmetçi geçerken taş bunu belinden yakalayıp salmıyor. Dedem Allah’a yalvarıyor ve adamı delikten çıkarıyorlar.” Başka bir anısında yine ilginç bir olay Amasya’nın Merzifon ilçesinin Kayadüzü (Belvar) Köyü’nde geçmektedir: “Kışın köydeydik. “Hulusî dede geldi.” dediler, herkes koştu, yanına geldiler.
Hoş sohbetten sonra cem ibadetine geçildi. Cem yürütülürken bir örümcek tavandan aşağıya doğru sallandı. Gözcü “Bakın bir örümcek, öldürün.” dedi. Hulusî dedem dedi ki “Durun öldürmeyin o posta niyaz etmek için geliyor, o gördüğünüz örümcek değil.” dedi. Gerçekten o örümcek posta niyaz ettikten sonra tekrar yukarı doğru çıktı gitti. Bu kerameti görenler dedemin eline ayağına sarıldılar.”
Kendisi bir Alevi dedesi olduğu için Amasya’nın Merzifon ilçesi ve Tokat ilinde bulunan taliplerini sık sık ziyarete gitmiş, bu ziyaretler hem bağlı olduğu inanç sistemini hem de âşıklık sanatını yaşatmasında önemli bir işlev görmüştür.

Âşık Hulusî 1974 yılında Hakk’a yürümüş olup mezarı köyündeki Sivri denilen bir mevkidedir. Sadık Gül’ün söylemiş olduğu deyiş, duaz ve mersiyeler Alevi cemlerinde söylenmektedir. Kaynak kişilerin aktardığı bilgilere göre kendisinin bir sazı olmasına rağmen saz çalmayı bilmemektedir. Bu bilgiyi âşığın şiirlerinde de tespit etmek mümkündür: “Âşık oldum ama çalamam sazı/Misafir gelince sizin
ellere” (Gül, 2018: 127) mısralarında âşık saz çalamadığını kendisi de dile getirmiştir. Sadık Gül’ün bütün çocukları vefat etmiş olup hayatta Fadime isimli bir kızı kalmıştır. Ancak diğer evlatlarından torunları bulunmaktadır.

Hulusî ilk kitabını 69 yaşında bastırmıştır. Okuma yazması olmadığı için bunları bir başkasına yazdırmıştır. Bütün bu şiirleri ezberinde tutan Sadık Gül’ün “12 İmam Övgüsü” adlı bir kitabı Zeki Güngör tarafından Dilek Matbaasında bastırılmıştır. Kitabın basım tarihi 1969 yılı olup, Hulusi’nin iki binden fazla şiir söylediği, bunları ezberinde tutup bir başkasına yazdırdığı belirtilmiştir (Güngör, 1969: 10). 
   Ancak kitabında 150 şiir bulunmaktadır. Sadık Gül’ün şiirleri, 2018 yılında torunu İbrahim Gül’ün yazmış olduğu “Aleviliğin Temel Esasları ve Alevi Erkânı” kitabının ikinci bölümünde yeniden basılmıştır. Bu incelemede beş şiirin aynı olduğu fark edilerek çıkarılmıştır. Kalan şiirlere numara verilerek sayılmış ve yüz kırk beş tane olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca Âşık Hulusî yaşadığı zaman 16
dörtlükten oluşan “İstanbul” ve altı dörtlükten meydana gelen “Allah sen sakla karı şerrinden” olmak üzere iki şiir daha söylemiştir. 

Bu şiirleri torunu Turgut Gül, âşığın sağlığında kayda geçirmiştir. İstanbul şiiri bulunamamıştır, fakat diğer şiiri aşağıda örnek şiirler bölümüne 6. şiir olarak eklenmiştir.
Zeki Güngör kitabında Hulusî’nin söylediği şiirlerin bir kısmının bulunduğunu, Hulusî söylemeye devam ederse bu şiirlerin altıncı kitaba kadar sunulacağını belirtmiştir (Güngör, 1969: 10). Fakat âşığın kitabının basılmasından ölümüne kadar geçen altı yıllık süre içerisinde başka bir şiir kitabı yayımlanmamıştır.

   3. Âşık Hulusî’nin Sanatı

Mahlaslar âşıkların fiziksel özelliklerine, değer verdikleri kavramlara ve bağlı oldukları soya göre vb. verilir. Gördüğü rüyanın sevkiyle Hacı Bektaş dergâhına giden Sâdık Gül’e “Hulusî” mahlası Hacı Bektaş Veli postnişini Velayettin Çelebi tarafından verilmiştir.
Velayettin Çelebi kendine hürmet eden, şiirler söyleyen âşığın dergâha gelişindeki samimiyeti anlar ve hizmetçisine bir kahve yaptırır.
Kahvenin yarısını kendisi içer, diğer yarısını Sadık Gül’e içirir. “Hulusi bir kalp ile köyünden buraya derdinin dermanını aramaya geldin, bundan sonra adın “Hulusî” olsun.” diyerek ona bu mahlası verir. “Söylediğin şiirlerin sonunu “Hulusîyem” diyerek bitir.” diyerek beratını vermiştir (Güngör, 1969: 9). Hulusî dergâhta beş gün süreyle ziyaretini devam etmiştir. Şiirlerinin sonunu hep bu şekilde bitiren
Âşık Hulusî’nin mahlas alması ile ilgili iki farklı durum vardır. Rüyada kendisine bade içirildikten sonra söylediği ilk şiirinde de aynı mahlası kullanan âşığın, daha sonra Hacı Bektaş dergâhını ziyareti esnasında da mahlas alması çelişki olarak durmaktadır. 

Ortada bir şiiri olduğu ve rüya motifi gerçekliği bağlamında düşünüldüğünde mahlasını daha önce kullandığı görülür. Dergâhta mahlas alması muhtemelen âşığın hayatı etrafında şekillenmiş ve onun derecesini artırma kaygısıyla üretilmiş izlenimi vermektedir. Kaldı ki Velayettin Çelebi kendisine mahlas vermeden önce de onun Hulusî mahlaslı şiirler söylediği ifade edilmektedir.

   Bade, Âşıklık geleneğinde âşık adayının sade kişilikten sanatçı kişiliğe geçişinde önemli bir hareket noktasıdır (Günay, 2005: 139).

   Âşık Hulusî kaynak kişilerden ve şiirlerinden edindiğimiz bilgilere göre badeli bir âşıktır. Otuz beş yaşlarında bir gece Hızır’ı rüyasında görür.
Uykudan uyanan Sadık Gül içinde bir eziklik ve kalbinde bir ferahlık hisseder. Hızır’ın elinden bade içen Sadık Gül’e Kırşehir’deki Hacı Bektaş Veli Türbesini ziyaret etmesi söylenir. O da rüyasında gördüklerini yerine getirir. Rüya onun için bir hareket noktası olmuştur. Âşıklık geleneğinde rüyadan uyanınca söylenen ilk şiirde rüyada kimin, ne şekilde görüldüğü ve hangi olayların yaşandığı âşıkların bakış açısı ile anlatılır. Sanatçı kişiliğin ilk şiiri de diyebileceğimiz bu şiir gelenek açısından önem taşır. Âşık Hulusî’nin hayatını ve eserlerini yeniden kitaplaştıran İbrahim Gül de bunu ilk şiir olarak kitaba alır. Şiir yedi dörtlükten oluşmaktadır ve hecenin 11’li kalıbıyla söylenmiştir. Âşık Hulusî, bu şiirde sabahın erken saatinde uyandığını söyler. Dolayısıyla rüyayı gece vakti görmüştür.

Rüyadan kendi kendine uyanmıştır. 
Rüyada Boz atlı Hızır’ı, Hz. Muhammed’i ve Kırklar’ı görmüştür. 
Şiirin ilk dörtlüğünde “Badenin tasını verdiler aldım” ve üçüncü dörtlükte yer alan “Doldurduk doluyu al yut dediler.” (Gül, 2018: 119) mısralarından kendisine bade içirildiği açıkça görülmektedir. Fakat bu şiirde badenin kim tarafından verildiğine dair net bir bilgi yoktur. Bu şiirde açıkça zikretmese de bir başka şiirde badeyi Hacı Bektaş Veli’den içtiğini dile getirmektedir: “Atam Muhammed aslım Ali’den/Eriştik Kırklara içtik doludan/Bade yuttum Hacı Bektaş Veli’den/Şu fani dünyada gezdik bir zaman.” (Gül, 2018: 151). 

   Burada da rüya sonrası söylediği ilk şiirinde de “bade ve dolu” kelimelerini birlikte telaffuz etmektedir. Halk kültüründe dolu’nun yaygın bir kullanımı vardır, fakat bade, yazılı kültürün bir yansıması olarak kabul edilebilir. Bu yüzden Âşık Hulusî’nin rüya görmeden önce bu motife aşina olduğunu söylemek mümkündür.
   Âşıklık geleneğinin ve Alevi Bektaşi inanç sisteminin vazgeçilmez değerlerinden biri de sazdır. Fakat bâdeli âşık olarak niteleyeceğimiz Hulusî’nin saz çalamadığını görmekteyiz. Yine de kendisinin bir sazı vardır. Badeli olduğu için irticalen şiir söyleme yeteneğinin güçlü olduğu kaynak kişiler tarafından belirtilmiştir.
   Alevi-Bektaşi inanç sisteminin temel değerleri büyük çoğunlukla Âşık tarzı şiir geleneği ile geleceğe taşınmıştır. 

Âşık Hulusî bu şiir geleneği ile sanatını icra eden âşıklardan biridir. Bu geleneğin temel özelliklerine uygun olarak anlaşılır halk dili, dörtlük nazım birimi ve hece vezniyle toplam 145 şiir söylemiştir. 17 şiirde 8’li, 128 şiirde 11’li hece veznini kullanmıştır. 
Vezinde yer yer tutarsızlıklar görülmektedir. Bunun nedeni âşığın irticalen söylediği şiirlerin daha sonra yazıya geçirilmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Şiirlerinde abab/cccb/dddb veya abcb/dddb/eeeb şeklindeki koşma nazım biçiminin kafiye örgüsünü tercih etmiştir. Şiirlerindeki dörtlük sayısı 4-15 arasında değişkenlik göstermekle beraber büyük çoğunluğu 5-8 dörtlükten oluşur. Şiirlerinde dörtlük nazım birimini kullanmıştır.
   Fakat Gül’ün kitabında yer alan 30, 54 ve 90 numaralı şiirlerde dörtlük nazım birimi kullanılmakla birlikte her dörtlüğün sonuna nakarat halinde mısralar eklenerek şiirler beşlikler haline getirilmiştir.
    Âşığın mevcut 145 şiirinin doksanının son mısralarının aynı şekilde tekrar ettiği görülür. Diğer şiirlerde de rediflerin genellikle birkaç kelimeden oluştuğu göze çarpmaktadır. Bu durum âşığın kafiye bulma zorunluluğunu ortadan kaldırmakta, dolayısıyla şiirleri irticalen daha kolay söyleyebilmektedir.

    Akıcı bir üslûba sahip olan Âşık Hulusî’nin şiirlerinde lirik ve didaktik yön daha ağır basar. Sahip olduğu Alevi inanç sistemine bağlılığı onun lirik yönünü besler, bir Alevi dedesi olarak taliplerine sahip olduğu inanç sisteminin değerlerini aktarma kaygısı, onun didaktik yönüne katkı sağlar. 
Genel anlamda Alevi-Bektaşi şairlerinin büyük çoğunluğu bu kaygıyla öğretici yönü ağır basan şiirler söylemişlerdir. Bu bağlamda onların Âşık edebiyatı şiirini bir araç olarak gördüklerini söylemek mümkündür. Şiirlerinde yaşadığı toplumdaki aksaklıklar ve bozulmalar, on iki imam ve ehli-beyt sevgisi, toplumsal değerler, ilahî aşk, oruç, namaz, Alevi-Bektaşi düşüncesi, ölüm, ahiret inanışı gibi konular üzerinde durmuştur.
Âşık Hulusî’nin şiirlerini incelediğimizde yöresel olarak nitelendirebileceğimiz, Türk dilinin çok anlamlı ve derin bir geçmişi olan kelimeleri de kullandığı görülür. “Bir gün olur seçerler sağmaldan yozu” (Gül, 2018: 127) mısrasında geçen “sağmal” ve “yoz” kelimeleri örnek olarak gösterilebilir. Sağmal kelimesi “verimli, bereketli, ürün veren” anlamına gelirken “yoz” kelimesi de bunun zıddı bir anlam taşımakta dır. “Erenlerin erlerin ağzının yarı” (Gül, 2018: 128) dizesinde ise “ağız suyu” anlamına gelen “yar”; “Dertliler dermanı yaralar emi” (Gül, 2018: 140) dizesinde “ilaç” anlamına gelen “em”; “Candan seven uğrun uğrun ağlıyor” (Gül, 2018: 149) dizelerinde ise “gizlice” anlamı taşıyan “uğrun uğrun” ve “Küpelerin aldı kulakların yirdiler” (Gül, 2018: 167) mısrasında “yırtarak almak” anlamına gelen “yirmek” kelimeleri kullanılmıştır.

    Şiirlerinde Kaygusuz Abdal’ın üslubunu hatırlatan mısralara da rastlamak mümkündür. Özellikle İbrahim Gül’ün kitabında 11 numarada gösterilen şiirde söyleyiş tarzı, ifade benzerlikleri ve üslûp açısından Kaygusuz Abdal’ın “Âdemi balçıktan yuğurdun yaptın/Yapı da n’eylersin bundan sana ne” (Çelik, 2008: 66) dizeleri ile başlayan şiirinden etkilendiği görülmektedir. 40 numaralı şiirde Azmî’nin “Yeri göğü ins ü cinni yarattın/Sen ey mimar başı eyvancı mısın” (Güzel, 2009: 395) mısraları ile başlayan şathiyesinin yoğun izlerine rastlanır.

44 numaralı şiirde Sefil Ali’nin “Yasla matem günü doldu dolunur/Ağla gözler İmam Hüseyn aşkına” (Öztelli, 1985: 84)

mısraları ile başlayan şiirinin tesiri vardır. 45 ve 47 numaralı şiirlerde Âşık Sıtkı’nın “Müminlerin yaşın yaşın ağlatan/Ah senin dertlerin İmam Hüseyin” (Öztelli, 1985: 91-92) mısraları ile başlayan şiirinin tesiri vardır. 48 numaralı şiirde Yunus Emre’nin “Rum’da Acem’de âşık olduğum/Yemen illerinde Veyse’l-Karanî” (Tatcı, 2008: 601-602) mısraları ile başlayan şiirinin tesiri vardır. Bu örneklerden hareketle Hulusî’nin kendinden önceki tasavvuf kültürüne ait eserleri bildiği ve etkilendiğini söylemek mümkündür.  


***

ALEVİ-BEKTAŞİ ŞİİR GELENEĞİNİN BİLİNMEYEN BİR TEMSİLCİSİ: SAMSUNLU ÂŞIK HULUSÎ. BÖLÜM 1

 ALEVİ-BEKTAŞİ ŞİİR GELENEĞİNİN BİLİNMEYEN BİR TEMSİLCİSİ: SAMSUNLU ÂŞIK HULUSÎ. BÖLÜM 1

Alevi-Bektaşi, Aşık Hulusi, Samsun, Aşık edebiyatı, gelenek, Alevi-Bektaşi şiiri, Amasya, Çorum, Tokat,

Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi 
ORCİD: 0000-0002-0501-8221.  (2019) 
Cafer Özdemir 1 
İbrahim Gül 2 

1 Doç. Dr., Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Türkçe ve Sosyal Bilimler Eğitimi Bölümü, 
   cafer.ozdemir@omu.edu.tr, ORCID: 0000-0002-57945828. 
2 Doç. Dr., Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, 
   igul@omu.edu.tr., 
 
ÖZET: 

Samsunlu, Âşık Hulusî, Alevi, toplumunun bir temsilcisi olarak hem mürşitlik makamında oturmakta hem de irticalen söylediği şiirlerle Âşık edebiyatı 
geleneğini yaşatmaktadır. 
Ayrıca badeli bir âşık olması onu geleneğe sıkıca bağlamaktadır. Fakat şiirlerinde kullandığı hece vezninde bazı hatalar göze çarpmaktadır. Saz çalmayı bilmemesi gelenek açısından büyük bir kayıptır. 
    Fakat kendisinden önce yaşamış Alevi şairlerin şiirlerinden ilham alarak orijinal şiirler söylemesi, kendi inanç sistemine büyük bir aşkla bağlılığı, diğer Alevi şairlere göre Ehlibeyt, Hz. Ali ve Hz. Hüseyin’e çokça yer vermesi, onun geleneği yaşatan bir âşık olarak değerlendirilebileceği izlenimi vermektedir. 

    Çalışmamızda şiirlerinin neşriyatından başka hakkında daha önce bir çalışma yapılmayan Âşık Hulusî konu edilecektir. 

Âşığın hayatı, sanatı ve şiirlerindeki temalar örneklerle açıklandıktan sonra bazı şiirlerine yer verilecektir. 

1. GİRİŞ 

     Alevi-Bektaşi kültürü ve buna bağlı olarak varlığını devam ettiren Alevi-Bektaşi edebiyatı, Anadolu coğrafyasında belirli bölgeler başta olmak üzere yoğun şekilde varlığını devam ettirmektedir. 
Samsun, Amasya, Çorum ve Tokat illerini kapsayan Orta Karadeniz bölümü bu kültürün ve edebiyatın yaşatıldığı, üzerinde araştırmalar yapılan ve yapılması gereken önemli bir yerleşim alanıdır. 
Bu illerin birbirlerine komşu olmaları nedeniyle Alevi toplulukları arasındaki dinsel ve kültürel etkileşim devam etmekte, dolayısıyla önemli farklılıklar ortaya çıkmamaktadır. Kültürel etkileşim sayesinde ortaya çıkan bu az farklı yapılaşmanın edebiyata da olumlu yansıdığı görülür. 

Bölgede yetişen âşıkların şiirlerinin yapı, tema ve üslûplarına, biçim özellikleri ve dil hususiyetlerine bakıldığında birbirine benzer ürünler ortaya konulduğu görülmüştür. 
Ozanlık geleneği, İslâm dininin kabulünün getirdiği yenidünya görüşü ve hayat tarzı ile yeni coğrafyaya uygun olarak bir değişim ve dönüşüme uğrayarak Âşıklık geleneği adı altında yeniden filizlenmiş ve gelişmiştir. 
Tarihsel süreçte yapısal özellikler muhafaza edilse bile özellikle içerik bağlamında önemli değişimler yaşanmıştır. 
Bu durum Âşıklık geleneğinde yeni türlerin ortaya çıkmasını sağlamıştır. 
Alevi-Bektaşi edebiyatı ürünlerinin büyük çoğunluğu manzumdur ve Âşıklık geleneğinin etkisi altında ortaya konulmuştur. 
Bu yüzden Alevi-Bektaşi şiiri ile Âşık edebiyatını birbirinden ayırmak neredeyse imkânsız dır. 
Ayrıca bu edebiyatın kendi inanç ilkeleri bağlamında tasavvuf düşüncesi terimlerini de kullanmaları bu edebiyatın anlam evrenini iyice genişletmiştir. 
Bu nedenle AleviBektaşi şiiri, Âşık edebiyatı ile tasavvuf edebiyatının harmanlanması neticesinde ortaya çıkan; geleneğin ve inanışın çeşitli aşamalarında işlevsel bir yapıya bürünen mahiyete sahiptir. 

Örneğin cem törenlerinde saz eşliğinde Âşık edebiyatı biçim ve türleriyle şiirler söylenmesi bu düşünceyi desteklemektedir. 

Sanatın bir inanışın ortaya konulmasında araç olarak kullanımı ve bunun müzikle desteklenmesi, göz önüne alınması gereken bir noktadır. 
Bu durum değerlerin ve fikirlerin benimsetilmesi ve insanlara bazı duygu ve düşüncelerin aktarılmasında önemli bir yere sahiptir. 
Alevi toplumunda bu aktarımın temelinde “dede” yer alır ve dedeler tasavvuf kültürünün aktarıcısı olan mürşidin görevlerini üstlenirler. 
Bu bağlamda dedelik, bir makamın adıdır ve Alevi toplumunun inanç değerlerini ve dinî anlayışlarını taliplerine öğretmekle sorumludur. 
Üzerinde durulması gereken noktalardan biri de dedelik makamında oturan kişilerin büyük çoğunlukla saz çalmayı bilmesi ve Âşıklık geleneğinin temel kurallarından haberdar olmasıdır. 
Bu durum onların hem dinî hem de sanatsal bağlamda icracı olarak görülmelerini gerektirmektedir. 
    Aşağıda biyografisini sunacağımız ve sanat anlayışı hakkında bilgi vereceğimiz Âşık Hulusî de bir Alevi dedesidir, saz çalmayı bilmese de geleneğin kuralları çerçevesinde irticalen şiirler söyleyebilmektedir. Hakkında pek az malumatımız olan âşığın Alevi-Bektaşi şiirine önemli katkılar sağladığını, 20. yüzyılda Samsun yöresinde ve çevre illerde yaşayan Alevi topluluklarında bir iz bıraktığını söylemek mümkündür.

2. Âşık Hulusî’nin Hayatı.

    Asıl adı Sadık Gül olan âşık, Samsun’un Lâdik kazasının Sarıgazel Köyü’nde 1316 (1900) yılında dünyaya gelmiştir.4 

Babasının adı Yusuf, annesinin adi Dudu’dur. Dedesi Gül Ali olup, Horasan erenlerindendir. Hacı Bektaş dergâhına ağlayarak giden Gül Ali bir süre dergâhta hizmet ettikten sonra postnişin kendisine, “Ağlayarak geldin, gülerek gidesin” anlamına gelen Gül Ali lakabını vermiştir. Gül Ali’nin Tokat’ın Almus ilçesi Çilehane Köyü’nden geldiği rivayet edilmektedir. Sadık Gül köyünde okul olmadığı için okula gidememiştir. 
Köyünde çiftçilik yapmış, bunun yanında hayvancılık ile uğraşmıştır. Yaşadığı dönemde tarımda makineleşme olmadığı için o da çağdaşları  gibi çok çileli bir hayat sürmüştür.
Sadık Gül Lâdik’e bağlı Eğnekaraca Köyü’nden Mustafa’nın (Deli Mıstık) kızı Şehriban (Şamdan) hanım ile evlenmiştir. Bu evlilikten üçü kız, üçü erkek altı çocuğu dünyaya gelmiştir. Çocukların dört tanesi âşık Hızır’dan badeyi içmeden önce doğmuştur. Bade içtikten sonra eşine yaklaşmayan Sadık Gül’e iki tane çocuğu daha olacağı müjdelendikten sonra iki tane kızı daha dünyaya gelmiştir.
Çocuklarının isimleri büyükten küçüğe doğru Ahmet, Ali, Zeliha, Mercan, Mehmet ve Fadime’dir.
Hızır’ın elinden bade içen Sadık Gül’e Kırşehir’deki Hacı Bektaş Veli türbesini ziyaret etmesi söylenir. Uykudan uyanan Sadık Gül içinde bir eziklik ve kalbinde bir ferahlık hisseder. Rüyasında söylenen türbeyi ziyaret için hazırlanır. Köyü ile türbenin arası on iki günlük yol iken beş günde gitmiştir. Sadık Gül’ün gidişine karşı çıkılmış ve kayınbabası Mustafa’ya (Deli Mıstık) haber gönderilmiştir.
Kayınbabasının karşı çıkması üzerine Âşık Hulusî bir şiir söyler.

Kaynak kişi Zeliha Gül’ün naklettiği bu şiirde âşık, dergâha gitme konusundaki kararlılığını açıkça ortaya koymuştur: 

Deli Mıstık derler nizanın 5 gözü
Yıktı hatırımı söyledi sözü
Hemen çağırırlar eğletmen bizi
Dostlar bizi safa ile gönderin

Merzifon’a vardım Çorum’da kolu Pir 
Hacı Bektaş‘tan tutmuşum eli 
Malya çöllerine 6 uğruyor yolum 
Dostlar bizi safa ile gönderin 

Karacam der ki “ağam geri gelin mi?” 
Ali’m akıllıdır tuttu elimi 
Mehmet’im küçüktür çeker bu zulmü 
Dostlar bizi safa ile gönderin. 

Eş dostlarıyla vedalaşıp köyün üst kısmında yer alan ormanlık alana doğru yürüyen Sadık Gül bir aralık görünmez olmuştur. 
Sonunda ayakkabılarını eline alan Sadık Gül sırra kadem basarak gözden kaybolmuştur. Bundan sonrasını Amasya’nın Merzifon ilçesine bağlı Kayadüzü (Belvar) köyünden talibi Sadık Öztürk şöyle anlatmaktadır: 
“Dedem bizim köyün yanından geçerek Merzifon’a, oradan Çorum’a doğru giderken yolda bir atlıya rastlar. 
Atlı ona nereye gittiğini sorar. Sadık Gül Ankara’ya gittiğini söyler. Atlı “Yalan söyledin.” diyerek sözünü keser. 
Bu sefer “Çorum’a gidiyorum.” der. Atlı “Yine yalan söyledin.” der. Tekke ve zaviyelerin kapatıldığı döneme rastlayan o günlerde dede, şeyh, hoca olanlar kendisini gizlediğinden Kırşehir’deki Hacı Bektaş dergâhına gittiğini söylemek istemez. 

Ancak sonunda ne olursa olsun doğruyu söylemeye karar verir. 
Kırşehir’e dergâhı ziyarete gittiğini söyler. Atlı “Bu sefer doğru söyledin.” der. 
Atlı Sadık Gül’e kendisinin de o tarafa gittiğini söyleyerek  ata binmesini söyler ve ilave eder. 

“Baba bu at çok hızlı gider, miden bulanabilir, en iyisi sen gözlerini kapa.” der. 
Sadık Gül gözlerini açtığında kendisini Hacı Bektaş Veli dergâhının kapısında bulur. 
Hacı Bektaş Veli sülalesinden olan Velayettin Çelebi Sadık Gül’e niçin geldiğini sorar. 

Sadık Gül, 

“Âşık oldum haki payına yüz sürmeye geldim, destur” diyerek Velayettin Çelebi’ye aşağıdaki ilk dörtlüğünü verdiğimiz şiiri söylemiştir: 

Yüz sürmeye geldim haki payına 
Derdimin dermanı sensin efendim 
Ezeli ezelden dertler dermanı 
Derdimin dermanı sensin efendim 

(Güngör, 1969: 6) 

Hacı Bektaş Veli dergâhı postnişini Velayettin Çelebi’dir ve Âşık Hulusî onun cömertliğini ve çeşitli niteliklerini dile getirdiği, kısaca onu öven bir şiir söyler. Şiirin son dörtlüğü şöyledir: 

Hulusi’yim sarhoş idi ayıktı 
Elinden badeyi içti de kandı 
Derdinin dermanını aradı buldu 
Cömertler cömerdi sensin efendim 

(Güngör, 1969: 8) 

Âşık Hulusî’yi daha iyi tanıyabilmek için onunla ilgili iki çocuğunun görüşlerine / bildiklerine başvurmak da faydalı olacaktır. 
Bu anlatılanlar âşığın daha çok olağanüstü şahsiyetini, sahip olduğu inanç sistemindeki samimiyetini destekler mahiyettedir. 
Sadık Gül’ün kızı Mercan Gül babasıyla ilgili olarak şu bilgileri nakletmiştir: 
“Babam Hacı Bektaş Veli dergâhına gittiğinde biz hayatta değildik. Annemin anlattığına göre, babam sabaha kadar dua okurmuş. 
Bir gece göğsünden sürekli sesler geliyormuş. Rüyasında Hızır’ı görmüş ve on iki günlük yolu üç günde alarak dergâha varmış. 
Dergâhta bir kömürlüğe girmiş. Velayettin Efendi hizmetçisine bir misafir geldiğini söylemiş ancak hizmetçi  “Efendim şimdi kömürlükten odun getirdim kimse yok.” diyerek olayı geçiştirmek istemiş ancak ısrar üzerine kömürlüğe giden  hizmetçi babamı ağlar vaziyette bulmuş.” 

4 Ocak 2021 Pazartesi

SPORDA Yükselen Değerler

 SPORDA Yükselen Değerler


24.06.2000 

   Ne muazzam bir sahne bu!.. Avrupa; Türkiyeyi Konuşuyor!.. 
Portekiz Maçı, Futbol...  Hepsi bahane... 

Avrupalı; Türk İnsanının yükselişindeki sırrı araştırıyor.

Ne Muazzam bir sahne bu!.. Avrupa; Türkiyeyi konuşuyor!.. Portekiz maçı, futbol... Hepsi bahane... Avrupalı; Türk insanının yükselişindeki sırrı araştırıyor. 

* * * 
Amsterdam Malum; Avrupa nın Ekonomik ve Sosyal etkinlik merkezlerinden. 
Seksen kilometreyi bulan kanalları, müzeleri, galeri, bar ve cafeleriyle cıvıl cıvıl bir turizm şehri. Oteller boy boy... 

Türk Milli Takımı; o meşhur otellerden birinde; beş yıldızlı Hilton da kamp yapıyor. 

Ama Hilton Hilton olalı böyle bir ilgi ve çosku görmemiş. İngiliz, Alman, Fransız, İspanyol, İtalyan, Portekiz ve Hollandalılar başta olmak üzere; 
100 aşkın gazeteci ve televizyoncu oteli abluka altına almış. Hepsinin de maksatları; Avrupa futbolunun yükselen yıldızı Türkiye nin hocası Mustafa Denizli 
ve ekibindeki oyuncularla bir röportaj yapabilmek. 

Bir manşet çıkarabilmek. Türk futbolundaki değişim, gelişimin ve büyümenin sırrını doğru ağızlardan anlatabilmek. 

UEFA yoğun ilgi karşısında Mustafa Denizli nin programına ekstradan bir basın toplantısı koymuş. 

Toplantı yeri bir hafta önceden Hilton Oteli diye ilân edilmiş. Bir otel için bundan daha iyi bir reklam olabilir mi? 
Ama hayır! Otel yetkilileri çaresiz ?bu toplantıyı yapabilecek kapasitede salonumuz yok diye el ovuşturuyor. 
Milli takım meneceri Can Çobanoğlu, basın müşaviri Turgay Vardar, genel sekreter Aydın Torunoğlu ve genel koordinatör 
Metin Kazancıoğlu nun telefonları susmak bilmiyor. Arayanların hepsi de yabancı basın mensubu.  

Ne olur bir röportaj  diye rica ediyorlar. 

Aynı gazeteciler UEFA?yı da sıkıştırıyorlar. UEFA yetkilileri Hilton da gerçekleşemeyen bu toplantıyı Arena Stadı nın en büyük salonuna alıyor. 
UEFA basın sözcüsü Yunanlı Alex hınca hınç dolu salonu Ben böyle bir ilgi görmedim? diye ifade ediyor. Tablo görülmeye değer. 

Mustafa Denizli bir kramponlu diplomat... Kürsü de alabildiğine rahat; Mutlu ve güler yüzlü. Bir baba gibi öğüt veren, bir arkadaş gibi rahatlatan, 
bir hoca gibi aba altından sopa gösteren örnek bir insan. Ama asla Avrupalı?nın beklediği, görmek istediği ?asık suratlı Türk değil. 
Türkçe başlayıp İngilizce ve Almanca devam eden açıklamalarıyla etkileyici bir teknik adam Mustafa Denizli. 
İngiliz gazetecinin küstahça , 8-0 lık mağlubiyeti hatırlatarak sorduğu tuzak soruya bir filozof gibi cevap veren Mustafa Denizli nin şahsında Türkiye ve Türk insanı daha da büyüyor. 20 dakika sürmesi gereken toplantı bir saatte bitirilemiyor. 
Avrupalılar ilk defa bir Türk teknik adamına bu kadar ilgi ile yaklaşıyor. 

Toplantı bitiyor. 

Bu defa Türk gazeteciler abluka altına alınıyor. Bir mikrofan uzanıyor. Ardından bir mikrofon daha. Alışık olmadığımızdan mıdır nedir; kameranın ışıkları gözlerimizi kamaştırıyor. BBC, Alman ZDF ve İtalyan RAI televizyonu sipikerlerinin soruları yükselen değer Türkiye üzerine. 

Hepsinde de ortak nokta  ne oldu da Türk futbolu bu kadar yükseldi, Ara soru ise ?Türkiye grubunda mağlup edilemeyen Portekiz i nasıl yenecek.

* * * 
Dilimizin döndüğü kadarıyla herbirine ayrı ayrı anlatıyoruz. Türkiye sadece futbolda büyümedi diye. Sanatta, ekonomide, uluslararası ilişkilerde ve 
sporda büyüyor diye anlatıyoruz. Ve Türkiye?nin Portekiz?i bugünkü maçta farklı bir oyun anlayışı ile yeneceğini öne sürüp bu takımın disiplin,  kazanma azmi, inancı ve mücadele gücüne dikkat etmeleri tavsiyesinde bulunuyoruz. Portekizliler in Rui Costa, Luis Figo, Sa Pinto, Sergio, 
Jonceicao
gibi yıldızlarının hatırlatılmasına karşılık da yabancı meslektaşlarımıza bir tavsiyede bulunuyoruz: ?Unutmayın Türkiye yükselen bir değer  olarak bu turnuvaya imzasını atacak. Sizlerde bu saydıklarınızın çok ötesinde çok, daha yetenekli yıldızları yazacaksınız. 

İşte o yıldızlar Türk futbolcuları olacak. 
Hakan Şükür ün yanına Okan ı, Sergen i, kaleci Rüştü yü ve diğerlerini koyacaksınız.,


**

Yükselen Değer ASELSAN

Yükselen Değer ASELSAN
   


Yükselen değer 'ASELSAN'
Türk Savunma Sanayisi'nin Uluslararası Markası olan ASELSAN’ın cirosu son bir yılda 5 milyar lirayı aştı.
Yükselen değer 'ASELSAN'
27/04/2019 14:31

Güncelleme: 27/04/2019 15:00


ASELSAN  Şirketinin son bir yıllık Yönetim Kurulu Faaliyet Raporu, ASELSAN’ın savunma sanayisindeki sorumluluğu ile ekonomik hacminin arttığını bir kez daha gözler önüne serdi. ASELSAN’ın uzun vadeli planlarla hareket eden ve bu doğrultuda imza altına alınmış sözleşmeli yıllara yaygın proje tutarı, 2017 sonu itibarıyla 6,8 milyar dolar oldu.

Şirket, bilanço tarihinden sonra da yaklaşık olarak 932 milyon dolarlık sözleşme imzaladı. ASELSAN’ın elinde 2015 sonunda 4,3 milyarlık, 2016 sonunda 6,2 milyar dolarlık sipariş bulunuyordu.

ASELSAN, yıl boyunca ‘’haberleşme ve bilgi teknolojileri, savunma sistem teknolojileri, radar ve elektronik harp sistemleri, mikroelektronik güdüm ve elektro-optik ile ulaşım, güvenlik, enerji ve otomasyon’’ alanlarında askeri ve sivil çözümleriyle yurt içi ve dışından gelen talepleri karşıladı.


ASELSAN’ın yıl sonu itibarıyla personel sayısı 5 bin 440 oldu. Şirket çalışanlarının yüzde 59’u mühendis, yüzde 29’u teknisyen, yüzde 7’si idari personel, yüzde 3’ü büro personeli, yüzde 2’si ise işçi olarak kayıtlarda yer aldı.

ANKA’nın üreticisi TAİ dünyada çok az ülkede olan havadan sinyal istihbaratı toplayabilen yeni ANKA’yı geliştirerek MİT’e teslim etti. ANKA-İ olan yeni İHA’lar Türkiye’nin gücüne güç katacaktır. Uçağa ASELSAN tarafından geliştirilen elektronik görüntü istihbaratı toplayan sistemler yüklendi. Uçak elektronik istihbarat görevini yaparken radarlardan ve füze kılavuz sistemlerinden gelen sinyalleri algılayarak analiz edecek, hedef bölge üzerinde uçarken telsizler ve veri linklerinde gerçekleşen haberleşmeleri dinleyecek. Böylece bir tehdit durumunda güvenlik ve askeri birimler erkenden uyarılacak.

Türkiye’nin ilk Milli Hava füzeleri.,


   GÖKDOĞAN ve BOZDOĞAN’ın yerden balistik ilk atışları başarıyla gerçekleştirilirken, bu yılın son çeyreğinde testler yeni bir boyut kazanacak. 
Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) ile Savunma Sanayi Araştırma ve Geliştirme Enstitüsü'nün (SAGE) 13. Uluslararası Savunma Sanayii Fuarı’nda (IDEF) görücüye çıkardığı GÖKTUĞ hava-hava füze sistemleri ailesi üyeleri GÖKDOĞAN ve BOZDOĞAN’a yönelik çalışmalar sürüyor.


IDEF’teki tanıtımın ardından geçen sürede her iki füzenin de yerden ilk balistik atışları gerçekleştirildi. Bu testler kapsamında güdüm olmadan roket motorunun performansı ve havada füzeyi gerekirse imha edebilmeyle ilgili fonksiyonlar denendi. Sinop’taki test alanında gerçekleştirilen testler başarıyla tamamlandı.
SAGE’nin, hava füzelerine yönelik çalışmaları 2013’te başladı. Bu çerçevede, kısa menzilli yüksek manevra kabiliyetine sahip, kızılötesi görüntüleyicili arayıcı başlıklı GÖKDOĞAN ile uzun menzilli, aktif radar arayıcı başlıklı BOZDOĞAN geliştirildi.
GÖKDOĞAN, gelişmiş karşı-karşı tedbir ve her açıdan atış yeteneklerine sahip bulunuyor. 

BUZDOĞAN, at-unut özellikli akıllı güdüm, veri bağıyla hedef bilgisi güncelleme, çoklu her açıdan atış ve çoklu hedefe angajman, atıldıktan sonra kilitlenebilme gibi nitelikler taşıyor.

Füzelerde, yüksek itki-az dumanlı katı yakıt teknolojisi, elektronik roket motoru emniyetli kurma ve ateşleme sistemi, yüksek güvenlik ve güvenilirlik sağlayan kesintisiz tapa kullanıyor.

***

Fare Yılından Öküz ve Kaplan Yılına Doğru Çin

Fare Yılından Öküz ve Kaplan Yılına Doğru Çin





Prof. Dr. Sema Kalaycıoğlu

Çocuk  kitaplarının  fantastik  dünyası  hoştur.  

Bunları  da  yetişkinlerin  yazdığını  düşünecek olursanız her yaşa hitap etmelerine hayret etmemek gerek. Hele etrafınızda kitap önereceğiniz veya hediye edeceğiniz çocuklar varsa, çocuk edebiyatını izlemek iyi bir şeydir. Bu kitapların güncel yansımasını değerlendirmek, geçmiş için anlatılan gerçek veya hayali hikâyeleri bugünkü olaylarla ilişkilendirmek başka bir düşünsel boyut. Allison Llyod tarafından yazılan “Kaplan Yılı”(Year of the Tiger) adlı kitap işte böyle bir eser. Sanki geçmişi, bugünü ve yakın geleceği ile Çin’i, masal ve gerçek arasındaki bir köprü üzerinde yürürken gözleme imkânı gibi.  Bilindiği gibi Han hanedanı döneminde Çin dört yüzyıl boyunca altın çağını yaşadı. Hatta İpek Yolu bile bu dönemde açıldı ve Çin imparatorluğunun etki alanı genişledi. Ancak Hanedan ikinci yüzyılın sonunda büyük bir kargaşaya sürüklenip sona erdi.  Llyod’un hikâyesine göre o sırada, harabeye dönen Çin Seddi, Çin’i dışardan gelen pek çok tehlike ile karşı karşıya bıraktı. Çin ordusu duvarı onarmaya gelse bile verilen talimata göre duvarın dışındaki yabancı güçlere saldırmadı.  

Hatta  imparator  Xiand’e  haber  vermeden  mukabele  bile  edemedi.Her  şey merkezileşmiş, girişim ruhu törpülenmeye başlamıştı. Oysa “düşman”giderek güçleniyordu.İşte  böylesine  vahim  koşullarda  iki  çocuk  birlikte  hem  yaşadıkları  kasabayı,  hem  de imparatorluğu  tüm  tehlikelere  ve  sinsi  planlara  karşı  kurtarma  planı  yapmaya  başladı. Aralarındaki  ilişki  aslında  hiç  dostane  başlamamıştı.  Hayattan  beklentileri  ve  hedefleri  de farklıydı. Ama konu vatan olunca gerisi teferruattı. Tabii kitabın referans aldığı Han dönemi gerçekte sona erdikten sonra Çin çeşitli badireler atlatarak günümüze kadar geldi. Şimdi bakımlı seddin dışına kara, demir ve hava yolu ile salgının imkân verdiği kadar açık. Etki alanı geçmişte 2 olmadığı kadar geniş. Çin,benim diyen ülkeler için bile korkulu rüya. Ama onun da korku ve endişeleri var.

Fare Yılından Öküz Yılına Hızla İlerlerkenÇin takviminde 2020 Fare yılı. Yılın başında Çin, adına Covid 19 denilen bir başka vebanın etkisi altına girdi. Fare ve Domuz yıllarının zaten hep felaketler getireceğine inanan kadim Çin kültürü, belki  böyle  bir  felakete  hazırdı.  Önce  büyük  kaybetti.  Ama  çabuk  toparlandı.  Onmilyon kilometre karelik geniş alan içinde karantina hiç kolay olmadı. Ama felaketlerin fırsatlarla birlikte geldiği konusundaki iyimserlikle Çin yılmadı. 

Fare yılının başında Wuhan’ı Çin’e, Çin’i dünyaya bir süreliğine kapadı. Bunu belki sadece otoriter ama teknolojik yeteneği üstün olan bir ülkenin yapacağı  düşünüldü.  Ama  Çin  halkının,kapanmayı  kolay  kabul  edebilen  bir  halk  olduğu dikkatlerden nedense kaçtı. Bu arada “ulusal  askerler”denilen  sanayi  dalları,azami salgın önlemleri altında hız kesmeden çalıştı. Dünya ilaç sanayi devleri ile Covid aşısı yarışı hâlâdevam ediyor.Çin Fare yılının ikinci çeyreğinde yüzde 3,2,  2019 ve 2020 yıllarının ikinci çeyreği arasındaki mukayeseye göre yüzde  54,6 büyümeyi başarmış gözüküyor. Salgına rağmen Fare yılını yüzde 1,7 büyüme ile bitirme hedefi şimdi cebinde. En kötü yılda en son enflasyon oranı olan yüzde 2,4 ve yılsonu fiyat artışı beklentisi yüzde 3,5 ile dünyadaki durgunluğa meydana okuyor. Fare yılında işsizlik oranı sadece yüzde 3,8. Çin,diğer ülkeler nal toplarken Öküzyılıolan 2021’e işte bu tablo ile hazırlanmakta. Gücü var, azmi var, inadı, inancı ve imkânı var. Merhamet tanrısı Guan  Yin’in inayeti ile salgını defedipBereket ve Zenginlik tanrısı Bi  Gan’ın yardımı ile verimliliği arttırmaya devam edecekgibi gözüküyor. 

3“Su Kaplanı” Yılına Kadar Yù Huáng ( Her şeyin, herkesin hâkimi Çin Tanrısı) KerimDünyanın salgınla ivmelenen durgunluktan çıkmasına yine Çin katkıda bulunacak. Bu nedenle Öküz yılı Çin için diğer büyük ekonomik güçlerle rekabet yılı olacak. ABD’nin Trump yönetimi süresince, Çin’e karşı yürüttüğü ticaret, yaptırım ve teknoloji gerilimini, Han hanedanı yani ikinci yüzyıl sonunda Çin seddi dışındaki düşman güç etkisi ile mukayese edersek, arada birkaç önemli fark var: Bunlardan bir tanesi, o dönem Han hanedanının çöküş dönemi olması. Oysa 2021 ve 2022 Çin’in yükselme dönemi olacak. Ayrıca o zamanlar seddin ötesindeki dış düşmana yardım eden iç odaklar şimdi ortak bir refah çizgisi yakalama azmindeki Çinliler arasında yok gibi. “Konu  vatan  olunca  gerisi  teferruat”felsefesi o iki küçük çocuktan miras ve hâlâgeçerli. Şimdi seddin ötesine giden OBOR (One Belt-One Road) katarları dünyayı her yönden sarmalamaya devam. İpek yolunun yerini OBOR rayları, deve kervanlarının yerini ise trenler almış durumda. Çin’de Han Hanedanından bugüne Sarı Nehrin altından çok su, kenarından çok insan seli aktı. Ama kadim kültürün geleneksel takvimi gibi inanç sistemi de Maoizm’e, Leninizm’e ve Piyasa Leninizm’ine direndi. 

Çin, 2021 Öküz yılından sonra 2022 Su Kaplanıyılına hazırlanırken, Yù Huáng’ın yardımı ile yine dünyayı peşinden sürükleyecek. Ama eğer Yù Huáng“her şeyin ve herkesin hâkimi” ise Beijing yönetiminin aşırı merkeziyetçiliği yavaş yavaş yumuşatması gerekir. Bir de, eğer Çin gücünü, Hong Kong, Taiwan, Tibet, Sincan ve Keşmir gibi seddin dışında bulunan bölgelere baskı için harcarsa bu adalet tanrısıGao Yao’yurencide edebilir ve Su Kaplanıyılında Çin rekabete girmeye devam edeceği dünya güçleri ile başını iyice derde sokabilir. 

Bu da 2023 yılı olan Tavşan yılında Çin’e sadece ürkeklik vaad edecektir.


***

Salgınla Sıkılan Kemerler ve İstikrar Paketi İhtiyacı

Salgınla Sıkılan Kemerler ve İstikrar Paketi İhtiyacı


Devlet, Ekonomi, ideolojik, TASAM, ulusal eğitim, Amerika, piyasa, Hukuk, Japonya, Federal, Japon, bankacılık, para, kamu, inşaat,
Prof. Dr. Sema KALAYCIOĞLU, Salgınla Sıkılan Kemerler, İstikrar Paketi,




Prof. Dr. Sema KALAYCIOĞLU  23 Eki 2020
Salgınla Sıkılan Kemerler ve İstikrar Paketi İhtiyacı
Makale

Salgın öncesinde dünyanın durgunluk tehlikesi ile karşı karşıya bulunan ülkelerinde, bireyleri ve kurumları, harcamaya teşvik edecek gevşek para politikaları zaten başlamıştı. Miktar kolaylaştırma (Quantitative easing) denilen ve tahvil alımına dayanan aktif para politikası, Japon Merkez Bankasının icadı olarak tarihe geçti. ...

Salgın öncesinde dünyanın durgunluk tehlikesi ile karşı karşıya bulunan ülkelerinde, bireyleri ve kurumları, harcamaya teşvik edecek gevşek para politikaları zaten başlamıştı. Miktar kolaylaştırma (Quantitative easing) denilen ve tahvil alımına dayanan aktif para politikası, Japon Merkez Bankasının icadı olarak tarihe geçti. Ama bu “İlk borç veren“ (Lender of the First Resort) politikası olarak ABD Federal Rezerv’e (FED), AB (ECB) ve Kanada Merkez Bankalarının öncelikli, İngiltere ve İsveç Merkez Bankalarının selektif tercihi olarak 2019 öncesindeki yaklaşık on bir yıla damgasını vurdu. Nitekim bir örnek olarak FED’in 2008’den itibaren ilan ettiği fonlama faizlerine bakacak olursak o yıl yüzde 0,22 den başlayıp, yüzde 0,18’e kadar inen, 2009 ile 2015 arasında yüzde 0,12 oranında durağan seyreden oranlarda kaldığını görürüz.

FED, 2015 yılından sonra istihdam ve enflasyon rakamları nispeten makul düzeylere yükselme eğilimi gösterince, 2016’dan itibaren fonlama faizlerini tedricen yükseltmeye başladı. Tahvil satın alma yolu ile piyasaya sürülen bol para, borsa endekslerini yükselttikçe hisse, yenileme ve sabit yatırıma kayarak, ABD ekonomisinin durgunluk ile bağını koparmaya ve işsizliği yüzde5’in altına düşürmeye başladı. ABD ekonomisinde FED faiz tercihleri 2017 yılından itibaren yükseltme yönünde bir görüntü arz etti ve 2017 yılında yüzde 0,91’den 2018 başında yüzde 1,41’e, yıl sonunda yüzde 2,20’e, 2019 başında yüzde 2,41’e kadar yükseldi. 2019 FED’in yine yavaş yavaş faiz oranları ile piyasaya fiske fiske destek vermeye gerek duyduğu bir dönem oldu. Oranların 2019 yılı boyunca düşürülerek, yılın sonunda yine yüzde 1,58 gibi bir değere geri dönüşü, dünyanın bir numaralı ekonomisinde salgın öncesinde bile piyasa takviye edilmedikçe durgunluğa geri savrula bileceği endişesiyle, parasal genişletmenin sürdürüleceğinin ilanı oldu.



Dünya Şahtı Şahbaz Oldu

Anlaşılacağı üzere dünya salgına böyle bunalımlı bir durumda yakalandı. Şimdi 2020 sonuna hızla yaklaşılırken ABD ve AB’de faiz oranları nominal ve reel olarak artık negatif faiz alanında. Bunlar ABD de yüzde 0,7, AB de -yüzde 0,6, Kanada’da yüzde 0,6 düzeyinde. Çin’de ise yüzde 3. İşsizlik oranlarına bakacak olursak ABD’de yüzde 7,9, Kanada’da yüzde9, AB ortalaması olarak ise yüzde 8,1 düzeyinde. Geleneksel olarak işten çıkarmanın pek olmadığı Japonya’da yüzde 3, Çin’de ise yüzde 3,8. Resmî rakamlara hemen hiçbir yerde güven yok. Ama işsizlik mutlaka hemen her yerde ilan edilenden daha yükseklerde seyrediyor.

Bu arada tabii durgunluk pençesindeki ülkelere karşılık Türkiye gibi çift haneli enflasyonun patladığı ve para politikasının gevşemesine izin verilmemesi gereken ülkeler de var. Bunlar şu sıralar, hem işsizlik, hem yüksek ve yükselen enflasyon, hem takati aşan kamusal ve bireysel borçlanma, hem de devlet ve aile bütçesi açıkları ile mücadele etmek zorunda. İşte zaten dar politika koridoru bu noktada tıkanıyor. Bu tür ülkelerde yine devlet bir şekilde piyasayı nakde boğmak mükellefiyetinde olmakla birlikte, birkaç hata yapılıyor. Özellikle Merkez Bankaları para (faiz) ve kredi politikalarını siyasî araç olarak kullanmaktan vazgeçememe sığlığına düşünce, asıl görevleri olan fiyat ve makro ekonomik istikrarı gözetme hedeflerinden sapıyorlar. Hele faizin “ideolojik“ bir saplantı olarak muamele gördüğü ülkelerde, birden fazla faiz (ve birden fazla döviz kuru) ortaya çıkınca, para politikasının basitliği, anlaşılabilirliği ve en önemlisi keyfi olmaması özelliği aşınıyor. Para politikası dışındaki teşvik paketlerinin de keyfi, yandaş tercih eder ve “dostlar iş başında görsün“ mantığı ile ve “bakın işte devran dönüyor“ izlenimi veren inşaat sektörüne yönlendirilmesi ise sistem güvenini aşındırıyor. Açılan kredi musluklarına karşılık, bunların geri ödenememe riskinin doğması, bankacılık sisteminin disiplini için önemli bir tehdit.

Değer yitiren ulusal para yerine yabancı para ile değer saklama alışkanlığının geri gelmesiyle gün be gün yaşanan kur patlamaları “rekabetçi kur“ diye takdim edilse bile kimse buna kanmıyor. Çünkü genel küresel durgunluk, pandemik salgın, bölgesel savaşlar ve yaptırımlar nedeni ile kapanan piyasalar olduğu için ihracatı arttıramıyor. Pahalılaşan ithalat ise enflasyona katman katman ekleniyor. Eş anlı olarak gelen güven aşınması, ahlâkî bozulma ve bedavacılık da işin cabası. Ancak, bir yerlerde insanlar hâlâ “biz bedava ekmek istemiyoruz. Bize ekmeğimizi kazanacak iş ve onurla yaşayabileceğimiz kazanç kapısı bulun“ veya “bizim istediğimiz, iç hukuk-dış hukuk yollarını tüketmek değil. Hakkımız olan parayı istiyoruz“ diye haykırıyorsa, bu seslere kulak vermek kamu otoritesinin önemli ve tarihi bir görevi olarak düşünülmeli.

Acı Reçeteler ve Salgınla Değişen Tüketici Davranışı Dolayısı ile salgın ile gelen dalga dalga etkiye kamu politikalarının verdiği tepki en iyi ihtimal ile 2021 sonrasında Türkiye gibi birçok ülkeyi, daha kalın kemerlerle uygulanması gerekecek olan sıkı istikrar politikalarının insafına bırakıyor. Acı reçeteler, 2021-23 yılları arasında tüm ülkeler için geçerli olacak. Ama kamu politikalarını salgın öncesinden başlayarak keyfi uygulamalara, kamu harcamalarını boyunu aşan bölgesel güç olma heveslerine kurban eden ülkeler daha büyük sıkıntılar yaşayacak. Bu bağlamda eğer bir sıkıntı kaçınılmaz olarak yaşanacaksa bunun adil dağıtılması, zam yapılmayacaksa, meclis üyeleri ve muhterem zevat dâhil kimseye zam yapılmaması, kamu kurum bütçelerinde israfın önlenmesi insanlara iyi gelecek. Unutmayalım birçok ülkenin artık “yeni ekonomi politikası paketi“ine veya paketlerine değil, istikrar programı paketlerine ihtiyacı var ve 2021 sonrasında daha fazla ihtiyacı olacak.

Bütün bunlara karşı tek ve destekleyici ümit varsa, az da olsa değişen tüketici davranışlarında olabilir ki, salgın kendi başına yeni tüketim kalıpları yaratarak yaşantımıza bireysel düzeyde sıkılan yeni yeni alışkanlıklar yarattı. Giyim kuşam, ayakkabı, eğlence, taşımacılık, ulaştırma ve tatil harcamalarındaki israf boyutunu toplum, salgınla fark etti. Bu alışkanların törpülenmesi ile bu tüketim kalemleriyle ilgili sektörlerin keyfi fiyat ve etiket davranışlarını gözden geçirmeleri destek taleplerinden önce gelmeli.

Eğitim ve sağlık harcamalarında ciddi bir değerlendirme yapılması ve özellikle ikincisi ile ilgili sigorta harcamalarının durumun ne olacağı gözden geçirilmeli. Batıda bile derin kriz dönemlerinde aileler bir arada yaşamaya başlıyor. 
Gençler anne ve babaları ile oturmaya başlıyor. Bu davranış değişimi kira masrafları ile ilgili bir bireysel kemer sıkma tercihi olarak tebarüz ederken, inşaat sektörüne aşırı destek verme eğilimini de caydırması gerek. Yoksa yaptıkları binalar ellerinde kalan müteahhitler bu defa aldıkları krediyi geri ödememeye başlarsa, bu bankaları ya konut zengini ama nakit fakiri yapar veya zaten çoğu hepten iflas eder.

Öyle veya böyle salgın sonrası dünyanın birçok ülkesi, ekonomik daralmanın yaratacağı ekonomik salgınla, bir kısmı da durgunluk, işsizlik ve bu ikisi ile bir arada tırmanmaya devam edecek enflasyonla boğuşacak. 

Depresyon ve Slumpflasyon (Durgunluk ve Enflasyon) 2021- 2023 arasında gündemde olacak. 

***