9 Ocak 2016 Cumartesi

AB Perspektifinin Anlamı,




AB Perspektifinin Anlamı,


EROL MANİSALI,
03 Şubat 2014 Pazartesi


Başbakan’ın Brüksel ziyaretinin sonrasında Türkiye-AB ilişkilerini değerlendiren ler ağırlıklı olarak “günlük konjonktür sınırları içinde” kaldılar. Medya haber başlıkları ve yorumlarda “fazla güncel” bakıldı. Oysa AB çevreleri Türkiye’yi uzun vadeli perspektifle değerlendirir ve konjonktürel politikalarını ona göre belirler. 
AB, Türkiye ile ilişkilerini kendi açısından “çok olumlu bir zemine oturtmuştur” ve bundan da çok memnundur;
- 1995 Gümrük Birliği ile Türkiye’yi içine almadan onun üçüncü ülkelerle ticari ilişkilerini kendi denetimi altına almıştır.
- 1999 Helsinki Zirvesi ile, “diğer adaylardan farklı bir aday olduğunu” anlaşmaya koymuştur. 
- 2005 görüşme süreci koşulları ile, “koşulları tek taraflı olarak kendisinin belirleyeceği, ucu açık (sonu olmayan) bir anlaşma yapmıştır.” Türkiye diğer adaylardan tamamen farklı, özel bir statüye oturtuldu.
- Son olaya gelince; “geri kabul anlaşmasını”, 3.5 yıl sonra vizeyi konuşabiliriz diyerek Ankara’ya imzalatmıştır. Artık Türkiye üzerinden AB’ye kaçak giden tüm üçüncü ülke insanları Türkiye’ye iade edilebilecektir. Türkiye bunları kabullenmek zorunda olacaktır. 
1995’ten bugüne kadar Ankara ile Brüksel arasında imzalanan “üyelikle ilgili tüm anlaşmalar hem tek yanlıdır hem de hepsinin ucu açıktır.” Üyelikle ilgili olarak AB hiçbir somut yükümlülük altına girmemiştir. Bütün kozlar Brüksel’e ve tek tek üye ülkelerin insafına bırakılmıştır.

AB perspektifi, 

- Evet, ben de Avrupa perspektifinden yanayım; çağdaş demokratik değerlerin, Avrupa yaşam biçiminin Türkiye’nin hedefi olması gerektiğini yıllardır savunan bir akademisyenim.
- Ama Avrupa’nın çağdaş değerlerine ulaşmak hedefi yerine ucu açık ve tek yanlı yükümlülükler getiren anlaşmalarla “Avrupa perspektifini” sağlayamayız. En son yaptığımız “geri kabul anlaşması”nda olduğu gibi başımıza işler açarız. 
- Öte yandan “ Türkiye, Avrupa Konseyi ”nin üyesidir. Onun olanaklarından, AİHM’den ve diğer hususlardan yararlanabilmektedir. Ama AB ile kurduğumuz ilişki yapısı farklıdır.

İmam nikâhı yerine medeni nikâh 

AB ile ilişkilerimiz diğer aday ülkelerden farklı bir biçimde düzenlenmiştir. AB perspektifimiz bozulmasın diye bu sakat ilişki düzenini görmezlikten gelemeyiz. 
Ben sokaktaki insanın bu teknik meseleleri anlayabilmesi için, “Avrupa evine kuma olarak girmeyelim, medeni nikâhla girelim” ifadesini 25 yıldır kullana kullana dilimde tüy bitti.
AB ile ilişkilerimizle ilgili olarak 30 dolayında kitap yazdım. Bugün geldiğimiz noktada Türkiye’nin içine sokulduğu “özel statü ve ucu açıklık konusunu” görmezlikten gelemeyiz. 
“Beterin beteri varmış” diyerek kumalığa razı mı olalım? Türkiye maalesef bu noktaya gelmiştir. 
Yıl 2014; 1964’ten beri Avrupa (ve AB ile) ilişkiler üzerinde çalışan bir akademisyenim. Prof. Eberhart’tan Prof. Neumark’a, Edward Heat’ten Demirel ve Ecevit’e bu ilişkileri tartışmadığım kişi kalmadı. İsmet İnönü ve Erdoğan hariç bütün başbakanlarla AB’yi görüştüm. 
Erdoğan’ın Brüksel ziyaretinden sonra Türkiye’deki yansımaları görünce şaşırdım. Bu kadar günlük olaylar sınırları içinde kalması bir anlamda “Türkiye’nin içine sokulduğu özel statünün artık kabullenilmiş olduğunun kanıtıdır.” 
Türkiye’nin, “yalnız bu haliyle değil öbür haliyle de AB’ye alınmayacağını” iyi bilmemiz gerekiyor. Kendi kendimizi kandırmayalım. Bizim esas amacımız “demokratik ve çağdaş bir toplumsal yapıya ulaşmak olmalıdır.” 
Bu amacı sağladığımız zaman üye olmasak da Avrupa’nın bir parçası zaten oluruz; ama karşılıklı çıkarlarını dengeli bir biçimde koruyan bir uygar ülke olarak; Norveç ve İsviçre gibi. 
Onlar da AB üyesi değiller ama Avrupa’nın bir parçası durumundalar. Türkiye ise AB ile ilişkilerinde, İsviçre ve Norveç’e göre asimetrik bir durumdadır. AB’nin avucunda ama antidemokratik bir düzende.

http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/36685/AB_Perspektifinin_Anlami.html


..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder