6 Ocak 2016 Çarşamba

Mandacı Teslimiyetin Şerefi ( BUGÜNE UYARLAYIN )




Mandacı Teslimiyetin Şerefi




Serdar ANT..,

09 10 2002


"Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Önerisi" adı altında sunulan bu belge,
öncelikle Türkiye Cumhuriyeti'nin egemenlik ve bağımsızlığını ortadan 
kaldırmaya kapı açacak temel yasal olanaklar sağlaması ile dikkati
çekmektedir.

AKP'nin Siparişi üzerine 5 kişiden oluşan bir " Bilim kurulu " tarafından
hazırlanan Anayasa Taslağı açıklandı. (Taslağın gerekçeli tam metni için bkz 
13.9.2007 tarihli günlük basın) " Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Önerisi " adı
altında sunulan bu belge, öncelikle Türkiye Cumhuriyeti'nin egemenlik ve
bağımsızlığını ortadan kaldırmaya kapı açacak temel yasal olanaklar 
sağlaması ile dikkati çekmektedir. Bu yöndeki en belirgin değişiklik Anayasa
Taslağı'nın Genel Esaslar bölümünde yer alan 5. maddesindedir. 5.madde,
taslak metinde şöyle kaleme alınmıştır:


"Madde 5 – 


(1) Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir.

(2) Türk milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre yasama,
yürütme ve yargı organları eliyle kullanır.

(3) Egemenliğin kullanılması hiçbir surette, Hiçbir Kişiye, zümreye veya 
sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ, kaynağını Anayasadan almayan
bir Devlet yetkisini kullanamaz.

(4) '' Milletler arası ve milletler üstü kuruluşlara üyelikten kaynaklanan
sınırlamalar saklıdır." 

Bu çerçevede artık egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olduğunu söylemek
olası değildir. Taslak bu şekilde yasalaşırsa, Türkiye Cumhuriyeti'nin bu
temel ilkesi, kâğıt üzerinde geçerli olsa bile,
fiiliyatta artık tarihe karışacaktır. 

Gerçi Taslağının 5. Maddesinin birinci fıkrasında hâlâ " Egemenlik kayıtsız
şartsız Milletindir " denilmektedir. Ne var ki, aynı maddenin son fıkrası
Milletler arası ve Milletler üstü kuruluşlara üyelikten kaynaklanan 
sınırlamalar saklıdır " diyerek egemenliğin " Kayıtsız" ve " Şartsız " olma
halini ortadan kaldırmaktadır.

Daha açık ifade etmek gerekirse, kâğıt üzerinde "egemenlik kayıtsız şartsız 
milletin" olacaktır. Ama milletlerarası ve milletlerüstü kuruluşlara
üyelikten kaynaklanan yükümlülükler karşısında milletin olan egemenlik
sınırlanabilecektir. Hem de kayıtsız ve koşulsuz bir sınırlama!

Milletler arası kuruluşları biliyoruz. BM, Avrupa Konseyi vb… Peki,
Milletler-Üstü kuruluşlar Hangileridir?


İlk akla gelen AB'dir. Zaten Anayasa taslağının 5. maddesinin gerekçesinde
bu açıkça ifade edilmektedir: 
"Türkiye'nin Avrupa Birliğine üyelik statüsü elde etmesi halinde, Türkiye
Cumhuriyetinin sahip olduğu bazı yetkilerin Birliğin yetkili organ ve
makamlarına devri kaçınılmaz olacaktır. Nitekim Birlik üyesi olan ülkeler, 
anayasalarında değişiklik yapmak suretiyle egemenlik yetkilerini kısmen
Birliğin yetkili organlarına devretmişlerdir."

Anayasa taslağı açıklanmadan günler önce basına sızan haberlerden birinde
(Vatan, 22.8.2007) "Türkiye'nin AB'ye üye olması halinde "egemenliğin"
kullanımı konusunda yaşanabilecek tartışmaların önünü kesecek düzenleme de
taslak metinde var. Yeni Anayasa'da egemenlik bölümünde "Türkiye'nin taraf 
olduğu uluslararası sözleşmeler istisnadır" ibaresi eklenecek" denilerek
kamuoyu oyalanmaya çalışılmıştı.

Oysa şimdi görüyoruz ki, "Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler
istisnadır" ibaresi yerine "milletler arası ve milletler üstü kuruluşlara 
üyelikten kaynaklanan sınırlamalar saklıdır" fıkrası ile egemenliğin
kısıtlanması neredeyse sınırsız hale getirilmiştir.

Öncelikle vurgulanmalıdır ki, ne şekilde olursa olsun egemenliği sınırlamak,
kavramın özü ile çelişen bir eylemdir. Çünkü egemenlik, tanım gereği 
bölünemez, devredilemez, sınırlanamaz en üst iktidardır. Bu niteliği ile
herhangi bir " İstisna î " durumla sınırlandırılamaz. İşin doğasına aykırıdır
bu.

Ayrıca AB ile imzalanacak tek bir sözleşme de yoktur ortada. Siyasetten 
ekonomiye, ticaretten kültüre, turizmden spora, ulaştırmadan tarıma,
eğitimden dış politikaya, kısacası devletin siyasi-hukuki-ekonomik
yapısından vatandaşın kokoreç yemesine kadar yaşamın her alanının AB
yapısına uyumlu hale getirilmesi "uluslararası sözleşme" ifadesi kapsamında 
değerlendirilemez.

Uluslararası sözleşmelerde taraflar vardır, her tarafın hak ve
yükümlülükleri, talepleri ve beklentileri olur. Türkiye'nin AB'ye üyelik
sürecinin bu kapsamda değerlendirilemeyeceğini görmek için, her şey bir yana 
Müzakere Çerçeve Belgesi'ne bakmak bile yeterlidir.

Örneğin Türkiye ile AB arasındaki müzakerelere esas teşkil eden Çerçeve
Belgesi'nin 11. Maddesinde "Türkiye'nin bir üye devlet olmasının getireceği 
tüm hak ve yükümlülükler, Türkiye ve topluluk arasındaki mevcut tüm ikili
anlaşmaların ve Türkiye tarafından akdedilmiş üyelik yükümlülükleriyle
bağdaşmayan diğer tüm uluslararası anlaşmaların sona erdirilmesini 
gerektirir" denilmektedir ki, bu bağlamda Lozan Anlaşması'ndan Montrö
Boğazlar Sözleşmesine kadar Türkiye'nin taraf olduğu birçok temel anlaşmanın
sona ermesinin söz konusu olabileceği açıktır. Yine aynı Belge, tam üyeliği 
önceden garanti edilmeyen ucu açık bir süreç" olarak tanımlarken, "Türkiye
nin üyelik yükümlülüklerini tam olarak üstlenecek durumda olmaması halinde
Avrupa yapılarına mümkün olan en güçlü bağlarla kenetlenmesi"nin (madde 2) 
sağlanmasını şart koşmaktadır.

Türkiye ile AB arasındaki birlik ilişkilerinin bu şekilde tanımlandığı
koşullarda söz konusu olan, anayasa taslağının 5. maddesinin gerekçesinde
vurgulandığı gibi "Türkiye Cumhuriyetinin sahip olduğu bazı yetkilerin 
Birliğin yetkili organ ve makamlarına" devrinin kaçınılmazlığı değildir!
Çünkü bu koşullarda bir üyelik, ortada ne Türkiye ne de bir Cumhuriyet
bırakmaktadır!

Öte yandan maddenin gerekçesinde yer alan 
"Birlik üyesi olan ülkeler, anayasalarında değişiklik yapmak suretiyle
egemenlik yetkilerini kısmen Birliğin yetkili organlarına devretmişlerdir."
gibi bir yaklaşım da bu egemenlik devrini meşru ve kabul edilebilir kılmaz. 
Zira egemenliğin, tanımı gereği devredilemez bir üst iktidar olmasının yanı
sıra diğer Birlik üyesi ülkeler üyelik sürecinde Türkiye'ye dayatılan
Müzakere Çerçeve Belgesi gibi bir metinle karşı karşıya bırakılmamış, bu 
koşullar altında Birliğe üye olmamışlardır.

Kısacası söz konusu olan hukuki-siyasal anlamda egemen ve bağımsız olan
Türkiye Cumhuriyeti' nin bir ulus-üstü oluşum, milletler-üstü bir kuruluş
olan AB potasında eritilmesi dir. Bu nedenle de açıklanan taslakta 
milletlerarası ve milletlerüstü kuruluşlara üyelikten kaynaklanan
sınırlamalar saklıdır" ifadesi ile egemenliğin AB kurumlarına
devredilmesinin anayasal dayanağı yaratılmaktadır. Dolayısıyla taslağın 5.
maddesinin birinci fıkrasında yer alan "egemenlik kayıtsız şartsız
milletindir" ifadesi bu koşullar altında artık bir süstür, eğer taslak bu
şekliyle kabul edilirse süs olmaktan öte hiçbir anlamı da olmayacaktır. 

Böylece yeni Anayasa taslağı birkaç yıl önce "ulus devletin egemenliğine de
bakmak lazım. Artık ulus egemenliği paylaşılacaktır. XXI. yüzyılda egemenlik
paylaşımına hazır olmalıyız…"
(Cumhuriyet, 19.2.2004) diyen Kemal Derviş'in temsil ettiği zihniyetin ve bu
zihniyetin ardında olan yerli ve yabancı güçlerin isteklerini yerine
getirecek içerikte bir yapılanmayı amaçlamaktadır.

Yine bu Anayasa ile yaklaşık iki buçuk yıl önce Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in 
TBMM'de, İstanbul bağımsız milletvekili Emin Şirin tarafından kendisine
yöneltilen bir soru önergesini yanıtlarken vurguladıklarının gereği yerine
getirilmektedir. Adalet Bakanı Çiçek, soru önergesini yanıtlarken "özellikle 
yetki devri açısından Türkiye'nin AB'ye katılıma hazır hale gelebilmesi için
Anayasa'nın, başta "egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğunu"
güvence altına alan 6'ıncı ve "yasama, yürütme ve yargının yetkilerini" 
düzenleyen 7, 8 ve 9'uncu maddeleri olmak üzere, 10 maddesinin
değiştirilmesi gerektiğini belirtmişti. (Cumhuriyet, 16.2.2005)

O gün istenenler, AKP'nin Sipariş Anayasası ile bugün geçerlilik
kazanacaktır. Bu taslağı tartışıp yasalaştıracak olan da henüz bir ay önce 
…milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma namusun ve şerefim
üzerine ant içerim" şeklinde yemin ederek göreve başlayan
milletvekillerinden oluşan bugünkü Meclis olacaktır!

Bu " Namus " ve " Şeref " sahiplerini, önümüzdeki yıllarda, 23 Nisan'larda, 29 
Ekim'lerde yine " Egemenlik, Bağımsızlık, Cumhuriyet…" diye nutuk atarken
görürseniz Şaşmayın!

Mandacı Teslimiyetçiliğin " Namusu " ve " Şerefi " budur çünkü!


http://www.heddam.com/index.asp?H=6670


..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder