4 Nisan 2020 Cumartesi

Kanıtlar Çürükse…

Kanıtlar Çürükse…

Melih Aşık

Napolyon “Toplar neden sustu” diye sormuş... “Generalim 6 sebep var, birincisi barut bitti”, demişler... Napolyon “Barut bittiyse toplar zaten ateş etmez ötekileri saymanıza gerek yok” demiş... Bir mahkeme kararı da o misal... Eğer kanıtlar sahteyse gerisini konuşmaya gerek yoktur...

Erdoğan Hükümeti, 2010 yılında AB ve ABD ile birlikte “Convention on Cybercrime” başlıklı bir mutabakat imzaladı... Henüz TBMM’den geçmemiş olmakla birlikte... Bu mutabakatta, dijital bir belgenin kanıt olarak kullanılabilmesi için, “kaynağının tam ve doğru olarak tesbit edilmesi ve her türlü dış müdahaleden korunmuş olması gerektiği” belirtiliyor.
Balyoz davasında kanıt olarak yalnızca dijital belgeler vardır. Tek bir imzalı kağıt yoktur.

Dijital belgelerin hiçbiri, sanıkların bilgisayarlarında bulunmamıştır.
Meçhûl ellerce bir gazeteci aracılığıyla yargıya iletilmiştir.
Belgelerin kimlerin bilgisayarında, kimler tarafından üretildiği araştırılmamış, ilginci, araştırılması yönündeki talepler de mahkemece kabul edilmemiştir. Yargıtay kararında dijital kayıtlar için:“Ele geçirildikten sonra değiştirilmemiştir” demekle yetiniyor. Öncesiyle hiç ilgilenmiyor...
Bu durumda deliller geçersiz olduğu gibi onları imal edenler yargının da dahliyle gizlenmiş görünüyor.

Kanıtlar çürük ve sahte ama karar doğru, denebilir mi?

Hava’da ne var?

CHP milletvekili Atilla Kart yaklaşık bir yıldır vahim bir iddiayı dillendirip duruyor. İddia özetle şu;

“Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nda ‘inançlar ve özel hayatlar’ üzerinden ihraç ve tasfiye operasyonları yapılıyor. Tasfiye edilmek istenen subay ve astsubaylar, özel hayatları yasa dışı özel takiplere alındıktan sonra şantaj ve tehditle emekliliğe veya istifaya zorlanıyor.”
Kart, geçenlerde verdiği soru önergesiyle son altı ayda 224’ü subay, 450’si astsubay olmak üzere toplam 674 kişinin Hava Kuvvetleri’nden ayrıldığını öğrendi.

İyi de Atilla Kart neye dayanarak bu ayrılmaların gönüllü değil zorlama sonucu olduğunu iddia ediyor? 

Dinliyoruz.:

“Bir disiplinsizlik olayı varsa soruşturmaların normal olarak sıralı sicil amirleri tarafından yapılması gerekir. 
Ama sözkonusu soruşturmaların izaha muhtaç şekilde İstihbarat Daire Başkanlığı tarafından yapıldığını... 
Dahası soruşturmalarda Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı ile MİT istihbarat birimlerinin yer aldığını görüyoruz... 
En acıklı olan ise Genelkurmay’ın kendi mensuplarına yönelik operasyon karşısında suskun kalmasıdır.”

Ruhban,

Başbakan Ruhban Okulu’nu neden açmadıklarını izah ederken diyor ki:
“Atina’da bizim 2 tane tarihi camimiz var. Hadi gelin biz o camileri yapalım, diyoruz. Yunanistan izin vermiyor.”
Sol gazetesinde Ahmet Abakay diyor ki:
“Aslında Başbakan’ın bu duruma şükretmesi gerekir.
Ya o iki tarihi camiyi Yunanistan kiliseye çevirse ve Hıristiyanların ibadetlerine açsa ne olurdu?”
AKP iktidarı Türkiye’de bunu yapıyor.
Son iki yılda İznik ve Trabzon’daki Ayasofya müzeleri camiye dönüştürüldü.
Hem de tarihi iç dekorlarının tahribi de göze alınarak...
Neden? Siyasi çıkar uğruna... Evet... Ya Yunanistan camileri, kiliseye çevirip Hıristiyanlar içinde ayin yapmaya başlasaydı...
Laiklik kötü  bir şey olsa “şeriatla yönetilen ülkelerin vatandaşları” laik ülkelere değil,

“Laik ülkelerin vatandaşları” şeriatla yönetilen ülkelere iltica ederdi...

*

AKP’nin “ Demokratikleştirme Paketleri” devam edecekmiş. 
Allah sonumuzu hayır etsin! 

ABD de Irak’ı “demokrasi ve özgürlük getiriyorum” diye yerle bir etmişti...


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder