5 Nisan 2020 Pazar

DEVLET VE İSTİHBARAT., BÖLÜM 1

DEVLET VE İSTİHBARAT., BÖLÜM 1




Prof. Dr. Ümit Özdağ*
* Prof. Dr., Gazi Üniversitesi İİBF, Uluslararası İlişkiler Bölümü. 
uozdag@21yyte.otg


ÖZET

Politikacıları ve karar alıcıları (his ve kanaatlerinden hareket ile değil de) kanıt ve
analize dayanan bir düşünce ve çalışma tarzına ancak bilgi yeterliliği, istihbarat itebilir.
İstihbaratı dikkate almayan bir devlet yönetiminin gözleri bağlı maraton koşmaktan hiçbir farkı yoktur. İstihbarat, Millî Güvenlik politikasının temel parçasıdır. Devlet yönetiminin, operasyonların, savaşların sadece doğasını değil sonucunu da belirleyen istihbaratın sadece bir sosyal bilim olmakla kalmayıp aynı zamanda bir sanat olduğunu söyleyebiliriz.

İstihbarat, Türk toplumunda yanlış anlaşılan, yanlış bilinen, yanlış tanınan,
korkulan, sık sık olumsuz anlamda kullanılan, uzak durulması gerektiği
düşünülen bir faaliyettir. Bu bir çelişki gibi görünür. Çünkü Türk toplumunun
“dedikodu” gibi bir tür istihbarat şeklini günlük yaşamın her anına ve
uzantısına sokmuştur ve dedikoduyu sever. Bir yandan istihbarattan
korkmanın, diğer yandan günlük yaşamında dedikoduyu seviyor olmanın
çelişkili olduğu gibi görünse de aslında görünümün aksine hiçbir çelişkisi
yoktur.

İstihbaratı, dedikodu gibi algılamanın, yaptığı şeyin, yani dedikodunun iyi bir
şey olmadığını bilmenin bir sonucu olarak yapılan bir yansıtma sonucu
istihbarata olumsuz gözle bakılır. Böylece yansıtma yapılarak istihbaratta
“resmî dedikodu” şeklinde algılanır. Öte yandan istihbaratın ve istihbaratçının
kötü algılanmasının ardındaki bir diğer gerçek de, istihbaratı etkisiz hâle
getirmek için yapılan bilinçli ve bilinçsiz olumsuz propagandadır.
İstihbarat kelimesi Arapça “istihbar”, “haber” ve “bilgi alma” kelimesinin
çoğuludur. Bu açıdan eşinin kendisini aldatıp aldatmadığını öğrenmek için
araştırma yapan bir kadının yaptığının, bir istihbaratçının yaptığından pek bir
farkı yoktur. Biraz sonra üzerinde daha ayrıntılı duracağımız gibi, teknik
anlamda ilk bakışta bazı benzerliklerin olduğu da şüphe götürmez bir gerçektir.
İngilizcede istihbarat kelimesinin karşılığı olan kelime “intelligence” ve akıl,
zekâ, anlayış haber, bilgi ve istihbarat anlamına geliyor. İngilizcede vurgu,
haberin toplanmasında değil, toplananların birleştirilmesinde ve
değerlendirilmesindedir. Belki de Türkçede toplum “malûmatın
derlenmesine” daha fazla ağırlık verdiği için istihbarat; Amerikalı, İngiliz
“malûmatın değerlendirmesine” ağırlık verdiği için intelligence sözcüğünü
ile aynı faaliyeti nitelendirmekte kullanmışlardır.

Bu iki yaklaşımı basit bir etimolojik farklılık olarak görmek mümkün değildir.
Bu iki yaklaşım bunun çok ötesinde politik ve sosyal sonuçları ortaya
koymaktadır. Bu noktada vurgulanması gereken önemli bir hususun da
istihbarattaki başarı ile genel olarak araştırmacı ve keşifçi ruh arasında önemli
bir bağ olduğu hususudur. Dünyayı her türlü bilimsel veya sportif merak ile
araştıran ve onun üzerinde hâkimiyet kurmaya çalışan toplumlar ile kayıtsız
toplumlar arasında istihbaratta başarı açısından önemli bir fark vardır.
Güney Kutbuna ilk erişen kâşif olmak, ilk kez DNA’yı bulan bilim insanı
olmak, batık bir uygarlığın arkeolojik kazılarını yapan arkeolog olmak ile
istihbaratı yaşamın olumlu bir parçası olarak görmek arasında bir iç bağ vardır.
Türk toplumunun ne yazık ki keşfedici, diğer bir anlamda bilimsel/sportif
merakı 400 yıl kadar önce gerilemeye başlamıştır. Bu gerileme Oryantalist
bakış açısı ile yazılmış ve Türk’e karşı gizli bir nefreti taşıyan modern
araştırma tekniklerini izah eden kitaplar da alay konusu hâlini almıştır.
Barzun ve Graff, “Modern Araştırmacı” adlı kitaplarında “araştırma ruhunun
ölümünü göstermek için” tarihsel bir anekdotu aktarmaktadırlar: “İngiliz
Arkeolog Layard bir Türk görevlinin bir İngiliz’in sorusuna verdiği yanıtı
içeren şu mektubunu yayımlamıştı, “Meşhur dostum, Ciğerparem! Benden
istediğin hem zor hem yararsız. Bütün zamanımı burada geçirdiğim halde, ne
evleri saydım ne de yaşayanların sayısını araştırdım. Kimin katır yüküyle ne
kaçırdığıyla, kimin neyi gizli saklı idare ettiğiyle hiç ilgilenmedim. Hepsinden
öte, şehrin tarihine gelince, İslâm’ın kılıcı buralara gelmeden önce gâvurların
ne haltlar yediğini, ne işler karıştırdığını ancak Allah bilir. Bunları
araştırmanın size bir yararı olmaz. Ruhum, canım! Sizi ilgilendirmeyen işlere
karışmayınız. Sefa geldiniz hoş geldiniz. Selametle gidiniz.” (Barzun ve Graff,
1999: 3).

4000 seneden bu yana tarih sahnesinde var olan ve bu süre içinde hiçbir
milletin yayılamadığı ölçüde yer küreye yayılarak egemenlik tesis eden, devlet
ve düzen oluşturan bir millet, dünyanın en düzenli takrir defterleri sistemi ile
dağın başında hangi köylünün kaç tavuğu olduğunu kayda geçiren bir düzenin
kurucuları, yukarıdaki mektupta tanımlanan zihniyete bir gün içinde
gelmemişlerdir, ancak bu aşamaya ulaştıktan sonra da uzun süre kemiklerimize
sinmiştir.

Eğer Osmanlı memuru bu mektubu yazdığından 200 yıl önce kaleme alsaydı,
karşımıza çok başarılı ve alaycı bir karşı-istihbarat çalışması çıktığını
düşünürdük. Belki hakikaten öyledir. Ancak çöküş döneminin genel karakteri
göz önünde tutulduğunda bu pek mümkün görünmemektedir. Ne yazık ki
bugünde Türk siyasetinin istihbarata gereken önemi verdiğini söylemek
mümkün değildir.

İstihbarata gizli bir dedikodu yansıtması ile bakan ve istihbaratçı ile bir araya
gelmesi durumunda istihbaratçının kendisini baskı altına alacak bilgilere
ulaşacağını düşünen Türk politikacısı mümkün olduğunca istihbaratçılardan ve
istihbarattan uzak bir yaşamı tercih etmekte, karar sürecine istihbarat
analizlerinin sonuçlarını mümkün olduğunca az dâhil etmektedirler. Oysa
politikacıları ve karar alıcıları (his ve kanaatlerinden hareket ile değil de)
kanıt ve analize dayanan bir düşünce ve çalışma tarzına ancak bilgi
yeterliliği, istihbarat itebilir.

Milli politikanın oluşturulmasında istihbarat ile siyasal yapı ilişkisi, daha geniş
bir çerçeveden bakıldığında “bilgi-eylem ilişkisi” kadar önemli bir faktör
yoktur. İstihbarat, diplomasinin, askerî gücün, propagandanın, psikolojik
savaşın, örtülü savaşın, ekonomik baskının alacağı yönü belirler. İstihbarat
sadece üst düzey politika yapımcıları için değerlendirmeler biçimine sokulmuş
casusluk ürün değil, aynı zamanda pozitif değerlendirme ve karar almanın
vasıtası olan bilimdir.

Ancak sadece Türkiye’de değil, istihbarat alt yapılarının gelişmiş olduğu ABD,
İngiltere, Fransa, Rusya ve İsrail’de de “istihbarat-devlet adamı” kopukluğu
yoğun şekilde yaşanmaktadır. Örneğin Amerikan istihbarat teşkilatı CIA’nın
1970’lerin başında AIDS hastalığının bütün dünyada yayılarak büyük bir tehdit
oluşturacağı doğrultusundaki raporu Amerikan yönetimleri tarafından dikkate
alınmamıştır. “Önemsenmiyor ise en iyi istihbarat raporunun dahi hiçbir
önemi yoktur” diyen istihbarat dehalarından Alman istihbaratçısı General
Gehlen çok önemli bir noktayı dile getirmektedir.

İstihbaratı dikkate almayan bir devlet yönetiminin gözleri bağlı maraton
koşmaktan hiçbir farkı yoktur. Nereye gittiğini, rakiplerini, önünde mi
arkasında mı olduğunu, ne kadar koştuğunu, özetle hiçbir şeyi bilmeden koşar.
Oysa siyasi karar alıcılar uluslarının karşı karşıya olduğu fırsatları ve
tehditleri öngörmekle yükümlüdürler. Bir millet için mevcut olan fırsat ve
tehditler sadece askerî nitelikli değildir ve çok geniş bir alana yayılmıştır.
İstihbarat, millî güvenlik politikasının temel parçasıdır ve onun doğru
kullanıldığında düşmanın diğer hatlara ulaşmasını engelleyecek ilk
savunma hattı olduğu sürekli akılda tutulmalıdır.

İstihbarat, bütün bilinmesi gerekenleri, gelecek ile ilgili sorularımızı doğru
olarak cevaplandırıp karar alıcıları “karanlıkta el yordamı ile” ilerlemekten
kurtarır mı? Bu soruya her istihbaratçı, istihbaratın temel amacının bu olmak
ile birlikte böylesine yüksek bir performansın her zaman mümkün olmadığı
cevabını verecektir. Ancak istihbarat her zaman gelecek için kesin doğru
analizler/öngörüler üretemese dahi gelecek ile ilgili genel çerçeveler çizerek ve
alternatif senaryolar üreterek geleceğin mutlak belirsizliğini ortadan kaldırıp,
ölçülmüş belirsizlikler üretip, geleceği daha kolay anlaşılır hâle getirecektir.
Oysa çoğu politikacılar ve karar alıcılar, “ölçülmüş belirsizlikler içinde
yaşamaktansa, sahte kesinlikler içinde yaşamayı” tercih etmektedir.
Üstelik, istihbaratçılar çoğu kez siyasi ve askeri karar alıcıların “Kassandra
Kompleksi” ile de uğraşmak zorundadırlar. Kassandra Kompleksi, karar
alıcıların beğenmedikleri düşünceleri, ön kabullerine uymayan bilgi ve
istihbaratı kabule yanaşmamalarıdır. Bu iki husus, istihbarat-devlet
ilişkisindeki en önemli sorunlardan birisidir.

Bir İngiliz istihbaratçısı olan M. Herman’a göre, istihbarat rasyonaliteyi
temsil eder ve istihbarat kullanmayı reddeden devlet adamı
Aristoteles’den beri Batılı insanının bilgi ufkunu genişletmek için
kullandığı iki araca sırtını döndüğünü bilmek zorundadır. Bunlar, akıl ve
bilimsel yöntemdir. Bu şekli ile istihbarat modern devletlerin başarı
kazanmasında veya başarısızlığa uğramasında çok önemli bir faktördür.
İstihbarat faaliyetleri ve demokrasi arasındaki ilişki antidemokratik rejimlerin
istihbarat ile olan ilişkisinden daha farklıdır. Bir yandan demokrasiler
varlıklarını korumak için istihbarata bağımlıdırlar. Öte yandan bazı istihbarat
uygulamaları anayasal hakların ve özgürlüklerin zedelenmesini beraberinde
getirebilir. Örneğin bilgi toplama amacı ile yapılan teknik istihbaratın,
yurttaşların temel özgürlüklerini yok etmesine izin verilmemelidir. Türkiye
bugün bu tür bir süreçten geçmektedir. Demokrasi insandan daha değerli hale
gelmiştir. Oysa demokrasi insan için vardır, tersi değil. Demokratikleştikçe
korkular artmaktadır. Oysa demokrasi korkulardan arınmış bir toplum inşa
etmeyi hedeflemektedir.

Karşı-istihbaratçılar, bir yurttaşın bir başka devlet hesabına çalışıp
çalışmadığını araştırırken hangi teknikleri kullanır ise anayasanın sınırlarını
zorlamış olur? İstihbarat servisleri, kendi halklarına veya yurttaşlarına karşı
örtülü operasyon düzenleyerek, anayasal haklarını çiğnemiş olmazlar mı?
Özetle demokrasilerde de vazgeçilmez olan istihbaratın, üstün bir anayasal
bilinç ile gerçekleştirilmesi çok büyük önem arz etmektedir.
İstihbarat bir bilim ve aynı zamanda sanattır. İstihbarat yarım yüzyıldan bu
yana uluslar arası ilişkiler biliminin bir alt dalı olarak akademik bir disiplin
olarak da kabul edilmektedir. Batı dünyasında istihbarat ile ilgili yaygın bir
bilimsel literatür 1975 sonrasında oluşmaya başlamıştır. 2000’li yılların
başında Batı’da bir çok üniversitede lisans, yüksek lisan ve doktora düzeyinde
stratejik istihbarat, aldatma operasyonları, örtülü operasyonlar ders olarak
incelenmektedir. 11 Eylül’den sonra Batı üniversitelerinde istihbarat eğitimine
daha da ilgi gösterilmeye başlanmış ve yeni sınıflar açılmaya başlanmıştır.
İstihbarat analizcisi, eksik, yanlış veya yönlendirilmiş bilgileri doğrularından
ayıklayarak, rakibin düşünce sistematiğini çözmeye çalışan, rakibin hareketlerini öngörmeye çalışan insandır. Bu çok zor bir uğraştır. Uzun çalışma ve çabayı gerektirir. Her ne kadar istihbarat bilimi bir sosyal bilim olarak tespit ve öngörülerinde fizik bilimlerinin kesinliğine ulaşamasa da karar alış süreci için genel bir çerçeve oluşturacaktır. Bazen sosyal bilimciler, tarihçiler, siyaset bilimciler, en gelişmiş istihbarat teknoloji ve tekniklerini kullanan, en geniş bütçe imkânlarına sahip olan istihbarat servislerinden daha sağlıklı ve doğru tespitlerde bulunabilirler. Ancak bu durum istihbarat biliminin yetersizliğinden değil, ilgili analizcilerin “yöntemsel yetersizliklerinden” veya söz konusu sosyal bilimcinin keskin zekâ ve olağan dışı sezgisinden kaynaklanır.

Yaşadığımız “bilgi çağında” analiz ve değerlendirmenin önemi azalmayacak
aksine artacaktır. Çünkü bilgi çağı beraberinde büyük bir veri-malumat ve bilgi
bombardımanını getirmekte ancak bu bombardıman bize gerçeği iletmemekte
aksine çoğu kez gerçeği gizlemekte hatta gerçeği gizlemekle görevli olabilmekte dir. İşte bu noktada analizcinin doğru analiz/değerlendirme yöntemlerini deneyimle birleştirerek, bu bombardımanla yüzleşmesi, daha da önemli hale gelmiştir.

I. İSTİHBARAT NEDİR?

İstihbarat, deyince birçok insanın aklına ilk ve son olarak gelen, filmlerden
veya romanlardan aktarılan imajlar çerçevesinde silâhlı adamlar, suikastlar,
entrikalar ve sofistike silah ve ölüm teknikleri dünyasıdır. Oysa bu örtülü
operasyonlar istihbaratın çok küçük bir parçasını oluşturur. Nasıl ölüm
hastanelerin bir parçası ise yukarıda sayılanlar da istihbaratın o kadar
parçasıdır. Ancak hastane deyince akla ölüm değil, tedavi gelir. İstihbaratta
durumun böyle olması onun tanınmamasının, diğer bir deyişle talihsizliğinin
bir sonucudur.

“Oysa” demektedir M. Atay “istihbarat, yabancı bir hükümetin veya siyasî
partinin yıkılması, yabancı devlet adamları veya hedeflerinin ziyana
uğratılması, kişi veya ajanların kaçırılması veya öldürülmesinden ayrı olarak
bir ülkenin rakiplerinden daha fazla avantaj sağlamasını veya en azından
yaşamaya devam etmesini sağlayan bilginin toplanmasıdır.” (Atay, 2001: 80)
İstihbarat, örtülü operasyon diye de tanımlanan operatif faaliyetlerden
ziyade bilginin toplanması ve analizidir. Hatta bazı istihbaratçılar ve
istihbarat bilimciler örtülü operasyonları istihbaratın değil, politika yapım
sürecinin bir parçası olarak görmektedirler.

İstihbaratın tek bir tanımını yapmak mümkün değildir. Hemen hemen herkesin
kabul edeceği birçok farklı tanımlama yapılabilir. Ancak istihbaratın teknik
boyutta yapılan aşağıdaki tanımı üzerinde anlaşmak kolay görünmektedir. Bu
tanım “istihbarat çarkı” denilen çarkın açılımına dayanmaktadır. Yani
istihbarat malûmatın toplanması, karşılaştırılması, değerlendirilmesi,
analizi, birleştirilmesi ve yorumlanması sürecinin sonunda ortaya çıkan
üründür. (OPSEC, 1996: 2,1)

T. W. Procyshy’nin “istihbarat, insan düşüncesinin mantıksal ilerlemesinin ve
çözümlemesinin nihaî ürünüdür.” şeklindeki tanımı, yukarıdaki izahı kısa ve
özlü bir teorik çerçeveye oturtmaktadır; ancak istihbarat literatürüne yabancı
olan bir kişiye pek bir şey ifade etmemektedir. (Procyshy, 1991: 1)
İstihbaratın içeriğini açtığımızda, bir milletin karşı karşıya olduğu fırsat ve
tehlikeleri önceden görebilmesi için stratejik, operasyonel ve düzeyde taktik
olaylarla, gelişmelerle, kişiliklerle, kurumlarla ilgili olarak bilgi toplama
karşılaştırma, değerlendirme, analiz, birleştirme ve yorumlama faaliyeti
şeklinde ifade edebiliriz. (Johnson, 1989: 1)

Muazzez Şenel ve Turhan Şenel’in aşağıdaki tanımı da konuya uzak olanlar
için dahi devlet istihbaratını ifade etmek noktasında yeterince izah edicidir:
“İstihbarat, hasım veya hasım olması muhtemel devletlerin niyetleri, plânları
ve bu plânları gerçekleştirme kapasiteleri hakkında her şekilde haber toplama
veya bilgi sahibi olmadır.” (Şenel, 1997: 32) İstihbarat bilimi konusunda
yaptığı çalışmaları ile haklı bir şöhrete sahip olan Prof. Dr. Adda Bozeman,
istihbaratın, politik olarak birleşmiş toplumların çevrelerindeki toplumlar ile
ilgili güvenilir malûmat, bilgi ve istihbarat ihtiyacına dayanan, devlet
yönetiminin bir parçası olan eylem şeklinde tanımlanabileceğini ifade eder.
(Bozeman, 1992: 1)

İstihbaratın büyük ölçüde yorum ve kaçınılmaz olarak da spekülâsyon
gerektirdiğini söyleyen McDowell, (McDowell, 1998: 11)1 “İstihbarat,
bilinenin, ona eklenilen yeni bilginin ve sonunda bunların karışımının
yorumunun tümüdür.” (McDowell, 1998: 12) derken daha önce verilen
tanımlarda uyum içinde istihbaratı veriden çok verinin yorumu şeklinde
tanımlamaktadır. Nitekim Şenel ve Şenel de haberin istihbarat olmadığını,
istihbarat olması için işlenmesi gerektiğini belirtmektedir. (Şenel, 1997: 40)
Ertuğrul Güven ise istihbaratı, haber değeri taşıyan bilgilerin toplanması,
değerlendirilmesi sonucunda ulaşılan bilgi olarak tanımlamaktadır. 

 Devlet istihbarat için ise Güven karar alıcıların istemleri doğrultusunda, haber ve bilgilerin açık, yarı açık ve gizli olarak toplanması, bunların değerlendirilmesi  (analizi-sentezi) sonucu elde edilen bilgidir, demektedir.

Özetle istihbarat eyleme yönelik, toplanan veri/malumat/bilginin analiz
edilmesi sonucunda ulaşılmış bilgi veya stratejik bilgidir.
Kavramın derinliklerine girdikçe istihbaratın tanımı ile ilgili başka özellikler
de ortaya çıkar. İstihbarat, muhafazakâr bir yoruma göre, “Kamuya açık
olmayan bilgiler, en azından veya kısmen bu tür bilgilere dayanılarak yapılan
analizlerin siyasal karar alıcılar veya hükümet içindeki diğer aktörler için
hazırlananlarıdır. İstihbaratı ayrıcalıklı yapan şey, gizlice toplanan bilgiyi
kullanması ve karar alıcıların taleplerini zamanında karşılayacak şekilde
hazırlanmasıdır.” (CFR, copi.com)

Bu tanımda istihbaratın alanında bir daraltmaya gidilerek istihbaratta
kullanılması gereken bilgilerin en azından bir kısmının gizli olması gerektiği
vurgulanmaktadır ki, böyle bir gereklilik zorunlu değildir ve günümüzde
istihbarat büyük ölçüde açık kaynaklardan toplanmaktadır.
Özetle, istihbarat ulaşılabilen bütün açık, yarı açık ve/veya gizli
kaynaklardan her türlü aracın kullanılması sonucunda elde edilen her

1 Mc Dowell’ın bu çalışması özellikle polis istihbarat çalışmalarına çok önemli bir teorik ışık tutmaktadır.

türlü veri, malûmat ve bilginin ulusal genel veya ulusal özel plândaki
politikaların gerçekleştirilmesi ve ulusal politikalara zarar verilmesinin
engellenmesi amacı ile toplandıktan sonra önemine ve doğruluğuna göre
sınıflandırılması, karşılaştırılması, analiz edilerek değerlendirilmesi süreci
sonucunda ulaşılan bilgidir.

Abram Shulsky’in, “İstihbarat, her tür politik, ekonomik, sosyal ve askerî olayı
anlamayı ve gelişmeleri öngörmeyi amaçlayan evrensel bir sosyal bilimdir”
ifadesi istihbaratın yapılmış en iyi tanımlarından birisidir. (Herman, 1996: 116)
Yukarıda verilen tanımlardan hareketle yola çıkarak, istihbaratın temel
amacının, rakip devletin/kuruluşun/birliğin,
a) Mevcut ve potansiyel rakiplerin kısa ve uzun vadeli niyetlerinin;
b) Kısa ve uzun vadeli niyetlerini gerçekleştirmek için ne tedbirler aldıklarının,
c) Bu tedbirleri uygulama güç/yeteneklerinin olup olmadığının tespiti ile
yeteneklerin kabul ihtimal derecesinin ne olduğunun belirlenmesidir. (Şenel, 1997: 22-23)

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder