28 Nisan 2020 Salı

TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN ULUSAL GÜVENLİK POLİTİKALARI VE GÜVENLİK STRATEJİLERİN GELİŞİMİ. BÖLÜM 1

TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN ULUSAL GÜVENLİK POLİTİKALARI VE GÜVENLİK STRATEJİLERİN GELİŞİMİ. BÖLÜM 1 





Giriş 

Konuya iddialı bir sözle başlamak gerekirse, Türkiye Cumhuriyeti’nin daha başından itibaren güvenliği merkeze alan bir devlet olarak kurulduğunu söylemek abartılı olmayacaktır. Türkiye’nin resmi politikalarının temel dinamiklerinin tespit ve tayininde güvenlik faktörü her zaman vurgulanan bir anlayışın temelini oluşturmuştur. Güvenlik kavramı devamlı bir şekilde birbirine bağlı ve birbirlerini tamamlayan ve birbirlerinden etkilenen iç ve dış faktörler olarak algılanmıştır. Türkiye’nin sürekli olarak bir güvenlik sarmalında içten ve dışarıdan geldiği iddia edilen tehditlerle karşı karşıya kaldığı söylenegelmiştir. Başka bir ifadeyle ne Türkiye’nin toprak bütünlüğünü ve güvenliğini tehdit 
eden dış düşmanları ne de bunların içerdeki uzantıları azalmıştır. 

Türkiye’nin geleneksel yönetici elit sınıfının1 Türkiye’nin güvenliği hususunda 
algılama ve kaygıya sahip olmasında gerçekçi olan veya olmayan, ama mutlaka açıklanması gereken nedenleri olması gerekir. Türkiye’nin bir dış politikası, kırmızıçizgileri, “casus belli”si vardır. Dış politika genel anlamda dışa yönelik bir eylemler bütünü olmasına rağmen, günümüzde karşılıklı bağımlılık anlayışı çerçevesinde dış politikadaki ve uluslararası düzeydeki gelişmelerin iç politikadaki gelişmeler üzerindeki etkinliği herkes tarafından kabul edilen bir gerçektir. Günümüzde dış politika ile iç politikanın etkileme/ekilenme sınırları 
belirsizleşmiş, adeta iç içe geçmiştir. Güvenlik politikası için aynı söylemin geçerli olduğunu ifade etmek mümkün olduğu gibi güvenlik politikası daha fazlasını talep etmektedir. 

Dünya’nın bir örümcek ağı gibi birbiri ile karşılıklı olarak bağlandığı günümüzde ülkelerin birbirleri geliştirmeye çalıştıkları ekonomik, siyasi ve kültürel ilişkiler de güvenlik kavramının altında değerlendirilmektedir. 

Bu çalışmada Türkiye’nin Güvenlik politikasının temel dinamikleri bunların arkasında yatan tarihsel, siyasi, ideolojik ve kültürel dinamikler, Türkiye’nin güvenlik politikaları/stratejileri ve bu politikaların dayandığı kökenler, teme analiz düzeyinde incelenmeye tabi tutularak, bu değerlendirme çerçevesinde Türkiye’nin güvenlik politikalarının değişimi ve değişmelerin temel gerekçeleri açıklanmaya çalışılacaktır. 

I. Güvenlik Kavramının Çözümlenmesi 

İnsan varoluşundan bu tarafa kendi güvenliğini garanti altına alma ve bu durumu sürdürmenin yollarını aramıştır. Çevresinde gelişen, açıklayamadığı nedenlerini açıklayamadığı olaylara, doğaüstü güçlere ve kendinden üstün olan güçlere karşı insan, sürekli bir şekilde kendi güvenliğini sağlamanın yollarını aramıştır. Başka bir ifadeyle, kişi aile veya toplum kendi yaşamlarının tehlikede olmadığı, var oluşlarının garanti altına alındıklarına inandıkları bir ortamda yaşamak için çaba harcamışlardır. Güvenlik kavramı bu itibarla insanların kendilerini ve yaşamlarını sağlayan araçların tehlikelerden uzak bir ortamda olma durumunu ifade etmektedir. Geniş anlamda bireyin başkasına karşı zor ve 
şiddet kullanmadığı, bir barış ortamını ifade etmektedir. 

Güvenlik (security) kavramına etimolojik olarak baktığımızda Latince iki kelimenin birleşmesinden meydana geldiğini görüyoruz. Se (siz- sız olumsuzluk takısı) ve cura (dert). Latince iki kelimenin birleşmesinden dertsiz anlamının çıktığını görüyoruz. 2 Bu bağlamda dertsiz olan birisinin herhangi bir şekilde kaygısı ve endişesi yok demektir. Kavramın bu yönüyle birisinin dertsiz olması yani kendisini güvenlikte hissetmesi, sübjektif bir değer olarak da karşımıza çıkmaktadır. Çünkü her bireyin, grubun, toplumun ve siyasi birliğin kendini güvende hissetmemesi, geçmiş ve tarihsel tecrübelerden kaynaklanan farklı algılamalara ve değerlendirmelere dayanabilir. Güvenlik endişesi gerekçeli ve haklı nedenlere dayandığı gibi kurgulanmış da olabilir. Son tahlilde sübjektif ve objektif nedenlere dayanan güvenlik kaygısı ferdin, grubun veya toplumun yaşam tarzını oluşturan değerlerin kaybolmasına karşı duyulabilir. Herhangi bir değerin savunulmaya değer olup olmaması, onun bir değer olarak kabul edilmesi ile yakından ilgilidir. 3 Her fert veya toplum sonuç 
olarak onun yaşamının bir parçası olan ve kendini güvende hissetmesine neden olan ve kendi güvenliğinin garantisi olarak gördüğü çevresindeki bütün varlıkları muhafaza etmek isteyecektir. 

A- İnsanın Doğa Durumundaki Güvenlik Algılaması 

Ünlü İngiliz düşünürü Thomas Hobbes, hiç bir şeye ve hiç kimseye karşı sorumlu olmayan egemen devlet konumundaki Leviathan’ın neden gerekli olduğunu anlatırken, bunu doğa durumundaki insanın davranışlarına dayandırmaktadır. Hobbes, insanı üç ana başlık altında ele alır: 

(1) İnsanın davranışlarını belirleyen tutkuları; 

(2) mutlak olan ölüm karşısında takındığı tavır ve 

(3) doğa durumunda eşit konumda olan insanların, aynı şeyi elde etme uğruna yaptıkları mücadeledir. 

Tüm bu özellikler aynı zamanda insanların güven içinde yaşamalarının temelini dinamitleyen ve insanın doğasında var olan özelliklerdir. Hobbes’e göre bir bütün olarak ele alınması gereken, bireyin davranışlarını belirleyen özelliği üç temel 
tutkuya dayanır: Birincisi, insanların birinci tutkusu ahlaktan bağımsız olarak bencil olmalarıdır. Bu özellik insanın kendi arzuları ve fiziksel istekleri tarafından 
yönlendirilmelerine neden olur. İkincisi insanların kendi mallarını korumak, yani kendi mal ve değerlerini güven altına almak için ötekilere karşı güç ve üstünlük peşinde koşmalarıdır. 

Bireyin davranışlarını belirleyen üçüncü unsur ise şan ve şöhret peşinde koşmasıdır. Hobbes’e göre insanlarda tatmin edilmişlik durumu söz konusu değildir. Onların arzuları, istekleri sürekli bir şekilde yenilenir. İnsanın mutlu olması, gelecekte de bu arzularını tatmin edecek bir ortamın oluşmasının garanti altına alınmasına bağlıdır. Kısaca insan bunu ister.4 
Yine Hobbes’e göre insanın en korktuğu şey mutlak olan ölümdür. Ölüm korkusu içinde yaşamak en büyük mutsuzluk nedenidir. Ölüm korkusundan uzak ve güven içinde olmak insanın mutlu olmasının zorunlu şartlarındandır.5 

İnsanlar fiziksel anlamda eşit değildir. Fakat insan fiziksel anlamdaki zayıf yönlerini kendinde var olan başka özellikleri ile dengeleyebilme yeteneğine sahiptir. İnsanların birbirlerine karşı dengelenebilir yeteneklerinin olması, onları eşit konum getirir. İşte iki eşit kişiden sadece birinin sahip olabileceği bir amaç veya değer için yapılan rekabet giderek, tarafların birbirine düşman olmalarına ve esas olarak da varlıklarını korumak için birbirlerini yok etmeye veya egemenlikleri altına alma nedenini oluşturmaktadır.6 Buna en iyi örnek 20. 
Yüzyıl boyunca en önemli sorunlardan biri olan ve 21. yüzyıla da damgasını vuracak olan İsrail ile Filistinlilerin karşılıklı olarak birbirlerine karşı duydukları güvensizliktir. Çünkü her iki halk ta aynı toprak parçasını sadece kendilerine ait olduklarını ileri sürmekte ve bunu var oluş nedenlerinin en önemli unsuru olarak görmektedirler. İnsanların birbirlerine karşı mücadeleyi belli kurallara bağlayan üstün ve egemen bir gücün olmadığı doğa durumunda anarşik bir ortam hâkimdir. Süreğen olan ve devamlı tekrarlanan güvensizliğin kol gezdiği 
bu çatışma ortamında, insanlar birbirlerini tahakküm altına almaya çalışırlar. İnsanlar arasında başlayan bu şekilde bir mücadele, bireyleri toplumları ve devletleri birinin diğerini mutlak anlamda varlığına kast ettiği veya onu tahakküm altına alma endişesi taşıdığı bir güvenlik sarmalı ile karşı karşıya bırakır. Hobbes’in ifade ettiği gibi güvenlik her dönemde bir mutlak olan ölümden kaçış, insanın kendi var oluşunu garanti altına alan top yekûn bir 
mücadele ve başkalarına tahakküm etmenin veya başkalarının egemenliğinden kurtularak kendi yaşam tarzını oluşturma çabasını ifade etmektedir. 

Bu bağlamda ister ilk çağlarda olsun ister ortaçağda veya isterse modern 
dönemde olsun, insan kendi var oluş mücadelesini vermekte ve var olması için gerekli olan araçların güvenliğini garanti etmenin yollarını aramaktadır. Günümüz dünyasında güvenlik kavramı altında askeri, siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel ve çevresel faktörlerin değerlendirilmesinin nedeni bu unsurların bireylerin, toplumların ve devletlerin yaşamlarını devam ettirebilmelilerinin temel ve vazgeçilmez unsurları olmasındandır. 

İnsan önce salt kendi varlığı için mücadele etti. Sonra buna eşi ve çocukları dahil oldu. Artık sadece kendini değil, kendi yaşamı için bir anlam ifade eden eşi ve çocuklarının güvenliğini sağlamak için mücadeleye girişti. Ailenin güven içinde yaşaması için korunacak bir eve ve yaşamlarını devam ettirebilmeleri için yiyecek teminine ihtiyaç duydular. Aile üyeleri korunmaları için gerekli olan barınağı ve hayatlarını devam ettirmeleri için gerekli olan yiyecek ve giyeceklerini temin ettikleri evcil hayvanları ve toprağı ellerinden zorla 
almaya kalkışanlara karşı korumaya çalıştılar. Zamanla varlığını devam ettirmek, var oluşunu güven altına almak için uğrunda mücadele etmek zorunda kaldığı değerler çoğaldı. Bunları ailenin tek başına koruması mümkün değildi. Bu defa aynı değerlerin savunulmasında ve güvenliğinin sağlanmasında ortak fayda gören gruplar bu değerleri ortak olarak savunmaya başladılar. Çünkü bu ortak olan değerler bu değerleri savunanların var oluşlarını garanti altına almaktaydı. Önce herkesin eşit bir şekilde katıldığı bu ortak değerler giderek birilerinin daha 
fazla fayda sağladığı ve dolayısıyla bunların güven altına alınmasında diğerlerine oranla daha fazla önem verdiği değerler, savunulması gereken ortak ve mutlak değerler olarak ifade edilmeye başlandı. 

Soğuk Savaş döneminde her iki kutbun da diğerini tehdit olarak algıladıkları, her ikisinin de varlıklarının devamı için mutlak olarak savunulması gerektiğine inandıkları kapitalist veya sosyalist temelde şekillenen ideolojik dünya görüşleriydi. Sovyet Komünist Partisi içinde örgütlenmiş yönetici sosyalist sınıf, Batılı demokratik değerleri kendi varlıklarının meşruluğuna bir tehdit olarak görmekteydi ve aynı şekilde Batılı kapitalist elit sınıf da sosyalist bir sistemin egemen olması halinde bunun kendileri için bir yok olma 

anlamına geleceğini biliyordu.7 Dolayısıyla her iki taraf ta kendi varlıklarının devamını sağlayan ve onları meşru yapan değerlerin güven altına alınması için, siyasi, sosyal, ekonomik ve askeri tedbirleri almaktan geri kalmıyordu. Soğuk Savaş sonrası tek kutuplu uluslararası sistemde uygulanan strateji bu anlamda Soğuk Savaş döneminden farklı değildir. 

Değişen sadece araçlar ve yöntemler olmuştur. Soğuk Savaş’ın bitmesinden sonra terörizm ve terörü desteklediği iddia edilen “haydut devletler” “Batının temel değerlerinin tehdit eden küresel düşmanlar olarak Sovyetlerin yerine geçti. 

B- Diğerinden Emin Olma Durumu Olarak Güvenlik 

Güvenlik, sosyolojik açıdan sosyal bir değer ve politik hedefler için kullanılan çok anlamlı bir kavramdır. Değer ifade eden boyutu ile güvenlik kavramı dış güvenlik (korunma ve tehlikede olmama durumu) ile iç güvenliği (emin olma ve güven duygusu) bir bütün olarak almakta kapitalist toplumun güvenlik imkânları ile psikolojik güvenlik şartlarını yansıtmaktadır. 8 
Farklı birey ve grupların veya devletlerin karşılıklı olarak birbirlerinin değerlerine tehdit oluşturmayacağı inancı, diğerine karşı duyulan güvenin bir işareti 
olmaktadır. Emniyet kavramı, emin olma, tehlikenin olmayışı ile aynı anlamda 
kullanılmaktadır. Objektif bir kavramdır. Fransızca seurte, seürte kelimelerinden türetilerek kullanıla gelmiştir. Bu kavramın koruma, kurtarma, gizleme, emin olma gibi kelimelerle ilişkisi vardır. Emin olma kavramı bu bağlamda “Kendisiyle bir kişinin diğerinden ya da bir şeyden emniyette olduğu, hukukta ise bir yükümlülüğün icrasında sağlanan garanti” 9 (...) şeklinde tanımlanmaktadır. 

Karşılıklı güven kavramı, tarafların karşılıklı olarak oyun kurallarının gerektirdiği 
biçimde hareket edeceğinden emin olunmasını gerektirmektedir.10 Emin olma ve güven duyma, uluslararası sistemde genel olarak realist bir anlayışın hüküm sürdüğü ortamda ulus devletler açısından itibar görmemesine rağmen, gerek toplumsal barışın korunmasında gerekse dış politikada barış ve istikrarın sağlanmasında kurumsal birlikteliklerle sağlanabilecek bir durumdur. Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği ve ABD ideolojik olarak birbirlerine karşı güven duymadıkları için Senghaas tarafından güvenlik dilemması olarak ifade edilen bir silahlanma yarışına girdiler.11 
 Birbirlerine karşı sürdürdükleri karşısındakini caydırmaya yönelik olarak başlatılan silahlanma yarışı, uluslararası düzenin daha güvensiz ve barış ortamından yoksun olmasını beraberinde getirdi. Diğer taraftan 1952 
yılında kurulan Avrupa Kömür Çelik topluluğu (AÇTK) ile başlayan Avrupa’nın 
bütünleşmesi sürecinde üye olan devletlerin kendi aralarında toprak talebinde 
bulunmayacakları konusunda karşılıklı bir güven duygusu oluştu. Başka bir ifadeyle, birliğe üye olan her devletin toprak bütünlüğü, birliğin diğer üyeleri tarafından garanti altına alınmaktadır. Mesela Fransa ve Almanya’nın tarihsel siyasi çekişmelerinin en önemli konusunu oluşturan ve Fransa toprakları içinde olan Elsas-Loren (Elsass-Lotringen) sorunu vardı. Fransa kendi sınırları içinde olan bu toprak parçasının artık Almanya tarafından talep edilmeyeceğinden emindir. 

Türkiye’de yönetici elitler uzun yıllar Kurtuluş Savaşı ve ardından Cumhuriyetin 
kuruluş aşamasında yaşanan politik sorunların psikolojinden kurtulamamış ve kendilerinden başka hiç kimseye güven duymamışlardır. Türkiye’nin merkezi iktidarını oluşturan sivil asker yönetici elitler, bireylere ve topluma hiçbir zaman güvenmemişler bu da onların toplumu sürekli olarak potansiyel tehdit olarak algılamalarına neden olmuştur. Bundan dolayıdır ki Türkiye’deki ter türlü dini, siyasi, sosyal muhalif hareket rejimi ve ülkeyi bölmeye matuf hareketler olarak görülmüştür. Yönetici elit kesimin toplumdaki muhalif hareketleri kabul etme, onları anlama ve onları sorumluluk verme yerine onlara karşı uygulanan politikayı en iyi şekilde Nihat Erim ifade etmektedir. 1945 yılında Ulus 
gazetesinde yazdığı bir yazıda “Ama şu noktayı belirtmeliyiz ki sosyal bünyede derin rahatsızlıklar müşahede edildiğinde bunu gidermenin yolu, bir müddet için “hürriyet ilahının üzerine bir şal örtmek” ve yukarıdan aşağı bir otorite tesis eylemektir” diyordu. 

2.Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder