5 Nisan 2020 Pazar

TÜRKİYE NİN GÜVENLİK ALGILAMALARI VE ABD POLİTİKALARININ GÜVENLİĞİMİZE ETKİLERİ, BÖLÜM 2

TÜRKİYE NİN GÜVENLİK ALGILAMALARI VE ABD POLİTİKALARININ GÜVENLİĞİMİZE ETKİLERİ, BÖLÜM 2




Yunanistan.,

İki ülke arasındaki sorunlar, geçici olarak gündem dışı tutulmaya çalışılsa da,
ulusal çıkarlar söz konusu olduğundan sürekli bir barış ortamının yaratılması
mümkün görülmemektedir. İki ülke de NATO üyesi, biri AB, diğeri AB aday
ülkesi olmasına rağmen Yunanistan’ın sorumsuz ve doyumsuz davranışları her
an için bir çatışma ortamı yaratabilecek niteliktedir. Yunanistan Türkiye’nin
zayıf duruma düştüğü durumlarda, üstünlük sağlamak maksadıyla
“Düşmanımın düşmanı dostumdur” anlayışı ile hareket edebileceğini,
Türkiye’nin terörle mücadelesindeki en yoğun olduğu zamanda Suriye ile de iş
birliği yaparak göstermiştir. Türkiye’yi zayıf duruma düşürebilmek için PKK
terörüne destek veren ülkeler arasındadır. Kıbrıs konusu, karasuları, kıta
sahanlığı, FIR hattı, adaların silahlandırılması, aidiyeti belli olmayan adalar ile
ilgili tutumu, münhasır ekonomik bölge konusundaki davranışları ve GKRY
ile bu konudaki dayanışması, sürekli olarak Türkiye aleyhine genişleme ve etki
sahasını arttırma çabaları konularında Türkiye’ye problem çıkarmaktadır.
Yunanistan hangi şartlar içinde olursa olsun tehdittir. Sürekli üstün durumda
bulunmamızı gerektirir.

Bulgaristan.,

Soğuk Savaş sonrası Varşova Paktı’nın ortadan kalkmasını müteakip
NATO’ya ve AB’ye üye olan Bulgaristan’ın oluşan şartlar itibariyle tehdit
olma durumu ortadan kalkmıştır. İyi ilişkiler içinde olduğumuz dost bir ülke
konumuna dönüşmüştür. Ancak eski husumetlerin yeniden ortaya çıkabilme
potansiyeli olduğundan dikkatli olunmasında yarar görülmektedir.

İç Tehditler.,

Bölücülük Tehdidi.

İç tehditlerden önemli olanlardan biri “Bölücülük”tür. Türkiye’de cereyan
eden etnik esaslı bölücülük/Kürtçülük hareketinin, Ortadoğu kaynaklı bölgesel
ve aynı zamanda küresel bir hareket olduğu göz ardı edilmemelidir.
Küreselleşmenin politik hedefi, ulus devlet üzerinde hegemonya yaratmak,
milliyetçilik duygularını yok ederek emperyalizmin ve dolayısı ile büyük
sermayelerin önündeki engelleri kaldırmaktır. Dolayısı ile küreselleşme,
bölücülük tehdidinin dolaylı bir nedeni olarak görülebilir. Ayrıca insan hakları,
özgürlükler ve demokrasi kavramları, küreselleşme adına hâkim unsurların
dünyayı kontrol edebilmesinin bir aracı, bir paravanı olarak kullanılmaktadır.
Avrupa Birliği (AB) tarafından, azınlık olarak kabul edilmesi imkânsız olan,
hatta bu toplumların büyük bir bölümü tarafından dahi reddedilen, Türkiye
Cumhuriyeti’nin asli unsurları Kürtler ve Aleviler gibi vatandaşlarımızı
bütünden koparmaya yönelik sözde haklarının verilmesi talepleri gündeme
getirilmiştir. Devleti oluşturan onurlu kurum ve kuruluşların ve Türklüğü
aşağılayıcı ifadelere karşı korumayı esas alan kanunun kaldırılması istenmiştir.
Bunlar insan hakları, özgürlükler ve demokrasi maskesi ile küreselleşme
oluşumunun, Türkiye’yi zayıflatmaya yönelik yaklaşımları olarak
değerlendirilmektedir. AB’nin bu yaklaşımları da bölücülük tehdidinin bir
parçası olarak değerlendirilmektedir.

Diğer taraftan bölgesel ve aynı zamanda küresel bir hareket olan, etnik esasa
dayalı bölücü ve Kürtçü hareketin Irak’taki ayağını teşkil eden kuzeydeki
yapının, bağımsız “Kürdistan Devleti”ne dönüştürülmesi amacı, geçerliliğini
korumakta ve bu oluşum Türkiye’ye tehdit teşkil etmektedir. ABD, kuzeydeki
bu yerel yönetimi korumaktadır. Türkiye’yi bağımsız bir Kürt Devleti’nin
kurulması yönündeki oluşuma hazırlamak için iç ve dış basında çıkan yazılar,
yapılan yorumlar ve konuşmalara dikkat edilmesi gerekmektedir. Türkiye’nin
bu durumu kabullenmesi için hamilik, iyi ilişkiler gibi söylemlere itibar
etmemesi ve kamuoyunun da bu konuda aydınlatılması önleyici tedbirler
olarak faydalı olacaktır.

Bölücü terör hareketinin hedefi, öncelikle ulus devlet ve bilahare üniter devlet
yapısının ortadan kaldırılmasıdır. Etnik kimliklerinin anayasal güvenceye
kavuşturulması talebi, doğrudan ulus devlet yapısını hedef almaktadır. Sonraki
hedef de üniter devlettir.

Etnik esasa dayalı bölücülük yapanlar, silahlı propaganda aracı olarak
kullanılan terörü, siyaseti veya her ikisini birbirini destekleyecek şekilde
kullanmakta ve konuyu kamuoyuna kabul ettirmeye ve ortamı uygun hale
getirmeye çalışmaktadır. Siyaset yolu ile yapılan bölücülük, terörden çok daha
tehlikelidir. Bu tehlike hem iç siyaset, hem de dış siyaset açısından geçerlidir.
Konunun boyutları siyasi dış müdahaleden, ekonomik, sosyal ve fiili dış
müdahaleye kadar uzanabilir. Halen yerel yönetimlerin bölgede etkili duruma
gelme çalışmaları, hatta bu yönetimlerin merkezi devlet yönetimine alternatif
olma çabaları gözden kaçmamaktadır. Hareket, etnik esaslı siyaset yapan bir
siyasi parti ile de desteklenmektedir. Irak’ın kuzeyindeki yerel yönetim de
Türkiye iç siyasetini etkileme çabasındadır. Bu nedenle “terör yapma, siyaset
yap” anlayışının ne kadar yanlış bir yaklaşım olduğu aşikârdır. Türkiye, hem iç
hem de dış gelişmelerden etkilenen ve birinci derecede tehdit oluşturan
bölücülüğe karşı tedbir almalıdır. Bu kapsamda; siyasi kararlılık en önemli
faktördür.

Bölücülük tehdidine karşı yapılan mücadelede dış tedbirler olarak; ABD ile
ilişkilerde, müttefiklik anlayışına uygun, birbirlerinin menfaatlerine zarar
vermeyen sahalarda al-ver ilişkisine dayanan bir iş birliği gerçekleştirilmelidir.
Zarar veren konularda ise verimkâr olunmaması, egemen bir ülke olarak hareket
edilmesi esas alınmalıdır. AB ile ilişkilerde, Türkiye’nin güvenliğine doğrudan
ve dolaylı etki eden her konuya sınırlama getirilmelidir. Çevre ülkelerle diyalog
içinde olunmalıdır. Bölgedeki istikrar için ortam yaratma teşebbüslerine,
aşırılığa kaçmadan ve muhtemel sonuçlarını değerlendirerek devam edilmelidir.
Niyet ve maksadımız net olarak anlatılmalı, güvenliğimizin hiçbir ülke veya
yönetimin inisiyatifine bırakılamayacağı açıkça belirtilmeli ve bunun da
arkasında kararlılıkla durulmalıdır.

Yine bu kapsamda yapılacak müdahalede iç tedbirler olarak; devlet otoritesi her
yerde kayıtsız ve şartsız sağlanmalıdır. Küreselleşmenin paravanı olarak
kullanılmak istenen demokrasi, insan hakları ve özgürlüklerin güvenliği ve
devlet otoritesini sarsmasına müsamaha edilmemelidir. Kritik olarak tanımlanan
bölgelere tecrübeli bürokratlar atanmalı ve devletin varlığını göreceli olarak
hissettirecek imkânlar götürülmelidir. Yargının caydırıcı olacak şekilde hukuk
devleti anlayışından sapmadan süratli hareket etmesi de bu konuda önemli bir
etkendir. Güvenlik güçlerinin terörü önlemede yetkili ve etkili olabilmesi için
bir takım hukuki düzenlemelere ihtiyaç duyulduğu da bir gerçektir. Bu konuda
tedbir alınmasından çeşitli düşüncelerle imtina edilmemelidir. Bölgede askeri
tedbirlerin yanında eğitim seferberliği ve nüfus kontrolü tedbirlerinin alınması
zarureti de bulunmaktadır. Bu tedbirleri ekonomik ve sosyal tedbirlerin takip
etmesi de gerekmektedir. Mücadeledeki en etkin faktörün, kamuoyu desteği
olduğu, halk tarafından benimsenmiş ve devletin tüm organları ile koordineli
olarak desteklenmiş bir mücadelenin mutlaka başarıya ulaşacağı bilinmelidir.
Kamuoyu desteği kazanmanın ve hareketin halk tarafından benimsenmesi için
de karşı propaganda ve psikolojik harekâtın etkili olacağı değerlendirmektedir.

İrtica Tehdidi.,

Diğer bir iç tehdit de “irtica"dır. Toplumun önemli bir kesiminin; eğitim
düzeyinin düşük olması, modern yaşam tarzının dışında bulunması, geleneklere
bağlı olması, değişime adapte olamaması veya çarpık adaptasyona tabi olması,
açık ve gizli işsizliğin yaygınlığı ve fakirlik, istismara müsait bir ortam
yaratmaktadır. Bu durumda din olgusu etken bir faktör olarak ön plana
çıkmaktadır. Din konusu Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan bugüne kadar
bazı çevreler ve oluşumlar tarafından istismar edilmiştir. İktidar olabilmek ve
çıkar sağlamak amacıyla kullanılmıştır. Siyasete alet edilmiştir. Fırsat buldukça
devletin kadrolarına sızmış ve genişleme temayülü göstermiştir. Demokrasi adı
altında laik sistem erozyona uğratılmaya çalışılmaktadır. İrticai unsurlar laiklik
karşıtı faaliyetlerini; vakıf, dernek vb. isimler altında bir takım yasal oluşumlar
vasıtasıyla yurt içinde ve dışında sürdürmeye devam etmektedirler. Ülkemizdeki
etnik ve dini yapı ve bu konudaki kültürel zenginliğimiz, bazı dış destekli
çevreler tarafından istismar edilmeye çalışılmaktadır. Anayasal bütün
kurumların laik, demokratik, sosyal hukuk devletinin koruyucusu durumunda
olması, demokratik sistem içinde irtica ile mücadele etmesi gerekmektedir. Bu
konuda yapılacak mücadele, samimi dindarların, maneviyata önem verenlerin
ve genel anlamda toplumun duygu ve düşüncelerini rencide etmemelidir.
ABD’nin Yeni Politikalarının Türkiye’nin Güvenliğine Etkileri
ABD’nin yeni Başkanı Obama’nın açıklamalarından ve Dışişleri Bakanı
Clinton’un Türkiye ziyaretinden ve yine Başkan’ın Türkiye’ye yaptığı
ziyaretteki ifadelerinden anlaşılacağı üzere, ABD’nin Türkiye hakkındaki
düşüncelerine ilişkin ana politikasında bir değişiklik olmadığı sonucuna varmak
mümkündür. ABD’nin bölgeye ilişkin ana politikasının, Türkiye ile iyi ilişkiler
kurarak Türkiye’nin jeopolitik durumundan yararlanıp bölge üzerinde kontrol
sağlamak olduğu değerlendirilmektedir. Önceki dönemde bu politikayı
gerçekleştirmek için “ılımlı İslam” anlayışının hâkim kılınması strateji olarak
benimsenmiş, ancak tepki çektiği anlaşılınca, yeni yönetim tarafından bu
yaklaşımdan vazgeçilerek, “laik anayasa ve demokrasi” tabirine vurgu
yapılmıştır. ABD Başkanı’nın ziyaretinde kullandığı “Model Ortaklık” tabirini
değerlendirmekte fayda görülmektedir. ABD ile “Stratejik Ortak” olmadığımız
ve olamayacağımız bilinmektedir. İlişkilerimiz, ikili ve NATO çerçevesinde
“Stratejik Müttefiklik” düzeyindedir. Bu durum, belirli sahalarda müşterek
hareket etmeyi öngörür. Ancak ilişkilerin tek taraflı değil karşılıklı menfaat
ilişkisine oturtulmasını, al-ver durumunu birbirine zarar vermeden
gerçekleştirmeyi gerektirmektedir. “Model Ortaklık” tabirinin “Stratejik
Müttefiklik” ile eşdeğer kabul edilebileceği düşünülebilir. ABD’nin Türkiye’ye
olan davranışlarında değişiklik yapmasının, değişik bir strateji ile yaklaşmasının
altında birçok beklentisinin olduğu kıymetlendirilmektedir. Bu beklentilerinin
neler olabileceği hususunda aşağıdaki değerlendirmeleri yapmak mümkün
olabilecektir.

ABD, Türkiye’nin önemli tehdit algılamalarından olan PKK bölücü terör örgütü
ile sınır ötesindeki mücadelesine, 5 Kasım 2007 tarihindeki Erdoğan-Bush
görüşmesinden sonra, Irak’ın kuzeyindeki yerel yönetimi kabullenmesi ve
onunla iletişim kurması, iyi ilişkiler oluşturması ve muhatap olarak kabul etmesi
karşılığında müsaade etmiş ve yardımcı olmaya başlamıştır. Yeni ABD
yönetimi de önceki yönetimin son zamanlardaki politikası yönünde davranış
göstermiş ve Irak’ın kuzeyindeki yerel yönetimle başlayan diyalogun devam
ettirilmesi ve güçlendirilmesine destek veren bir yaklaşım içinde olmuştur.
Türkiye’nin de bu anlayış içinde hareket etmesi ve PKK terörünün
sonlandırılması için her çareye başvurulabileceği yönündeki davranış tarzı,
Irak’ın kuzeyindeki yönetim, Irak merkezi yönetimi ve ABD tarafından olumlu
karşılanmıştır. Ülke içinde, hatalı bir yaklaşım da olsa, zaman zaman “Kürt
Sorunu” olarak adlandırılan konuya, çözüm adı altında birtakım açılımlarda
bulunabileceği yönünde çalışmalar yapıldığına ilişkin, devlet yetkililerinin
ifadelerine de rastlanmaktadır. Bu durum “Terörle bir yere varılamaz”
anlayışına ters düşmektedir. Terör yerine siyaset yapılması, bu maksatla PKK
teröristlerine af çıkarılması yönünde isteklerle karşılaşılmaktadır. Bu konu
ABD’nin bazı devlet yetkilileri tarafından da sık sık dile getirilmiştir. 

Bölücü terör hareketinin ara hedefinin konuyu siyaset alanına taşımak, hatta kendisinin siyaset sahnesinde rol almak olduğu dikkate alınmalıdır. Siyaset yolu ile yapılan bölücülük faaliyetinin bölücü terörden daha tehlikeli olduğu unutulmamalıdır.
Obama, Türkiye ziyaretinde, Kürtçe TV’nin açılmasını olumlu karşıladığını, Eğitim dahil Kürtlere tanınan hakların arttırılmasını beklediğini söylemiştir. 

Bu konunun aynı zamanda terör örgütünün taleplerinden olduğu ve bölücülüğe
hizmet ettiği unutulmamalıdır. Siyaset yolu ile bölücülük yapılmasına asla
müsaade ve müsamaha edilmemelidir.
  ABD’nin Kürt konusundaki yaklaşımlarında, iç hassasiyetler de dikkate alınarak ihtiyatlı olunması zarureti bulunmaktadır.

ABD’nin Irak’tan askeri kuvvetlerini bir plan dâhilinde çekeceği ve 2011 yılı
sonuna kadar bu işlemi tamamlayacağına ilişkin iki ülke arasında yapılan SOFA
antlaşmasında hüküm bulunmaktadır. Yeni yönetimin, kuvvetinin önemli bir
kısmını erken çekme arzusunu gerçekleştirecek bazı değişiklikler olabileceğini
dile getiren açıklamaları olduysa da, bu plana ana hatları ile uyum göstereceği
anlaşılmıştır. ABD, Irak ordusunun yeniden yapılandırılması, organizasyonu,
lojistik desteği için istekte bulunmuştur. Bu maksatla Türkiye ile Irak arasında
bir protokol imzalanmıştır. Önümüzdeki dönem için de ABD, askeri
kuvvetlerinin Irak’ı tamamen terk etmesi veya mevcudunun azalması halinde
çeşitli şekillerde ortaya çıkabilecek kuvvet zafiyetini Türkiye vasıtasıyla
giderme konusunda ön talepte bulunabilecek, doğabilecek bir çatışma ortamında
Türkiye’den destek isteyebilecektir.

ABD’nin, kuvvetlerinin önemli bir kısmının Irak’tan çekilmesini Türkiye
üzerinden yapma talebinde bulunduğu düşünülmektedir. Böyle bir talebin, bir
işgale son verme anlamını taşıması itibariyle olumlu karşılanmasında mahsur
olamayacağı değerlendirilebilir. Ancak bunun şartlarının uygun planlanması,
zaman, mekân, çekilme süresi ve kuvvet değerlendirmesinin iyi yapılması ve
kontrolünün tam sağlanması zarureti bulunmaktadır.

ABD, Irak’ın kuzeyindeki yönetim ile ilişkilerimizi geliştirme, tehdit olarak
algılamamıza engel olma, bir noktada bu yapıya hamilik yaparak yaşamasına
imkân sağlama konusunda garantiler alma ve destek olma isteklerinde
bulunabilecek, Kürtlerin yaşam sahasının olgunlaştırılmasını talep edebilecektir.
Nitekim Obama Türkiye’ye yapmış olduğu ziyarette bu çerçevede ifadelerde
bulunmuş. Hatta PKK ile mücadelede Türkiye’nin, Irak’ın kuzeyindeki yapı ile
de işbirliği yapmasını öngörmüştür.

ABD, İran ile diyalog kurma ve müzakere etme konusunda yaklaşımlarda
bulunmaktadır. İran ise rejimin devamının, ABD ve Batı ile yakınlaşmamasına
bağlı olduğuna inanmaktadır. Bu konuda sertlik yanlıları ile orta yolu izlemek
isteyen siyasetçiler arasında çekişme yaşanmaktadır. ABD, İran ile münasebet
konusunda bölge ülkesi olan Türkiye’nin, İran ile iyi olarak nitelendirilen
ilişkilerinden istifade etmek istemektedir. Ancak Obama Türkiye ziyaretinde,
İran’ın nükleer teknoloji çalışmaları konusunda BM tarafından uygulamaya
konabilecek yaptırımlara Türkiye’nin uyması ve batı bloğu içinde yer almasını
çağrıştıran ifadelerde bulunmuştur. Bu konu önem arz etmektedir. Ayrıca
ABD’nin son tahlilde askeri müdahale gerektiğinde yine Türkiye’nin desteğini
talep edebileceği de göz önünde tutulmalıdır.

Aynı şekilde ABD, Suriye konusunda da politika değişikliğine gitmiş ve bu
ülkeyi de şer ekseninden çıkararak diyalog kurma, ehlileştirme ve uluslararası
sisteme monte etme niyetini belli etmiştir. Bu konuda da Suriye ile iyi ilişkiler
içinde olan Türkiye’den istifade etmek istemektedir.
ABD, Türkiye’nin, son yaşanan gerilimler dışarıda tutulmak kaydıyla, İsrail ile
uzun bir dönemdir kurduğu olumlu diyalogdan ve ilişkilerden istifade ile
Suriye-İsrail barış sürecine katkısının devamını talep etmektedir.
ABD, Türkiye’nin Hamas üzerindeki etkisinden istifade ile Hamas’ı ehlileştirme, Filistin Kurtuluş Örgütü ile Hamas arasında bir anlaşma sağlanmasına katkıda bulunma ve dolayısı ile İsrail-Filistin anlaşmazlığında olumlu rol oynama konusunda isteklerde bulunabilir.

Afganistan konusu NATO açısından başarılı veya başarısız olma durumuyla
eşdeğer tutulmaktadır. Bu nedenle ABD Afganistan konusuna önem vermekte
ve kendisi askeri katkısını arttırdığı gibi müttefiklerinden de destek vermelerini
ve mevcut desteklerini de arttırmalarını talep etmektedir. Bu konuda
Afganistan’a önemli katkılarda bulunan Türkiye’den de desteğini arttırmasını
talep etmektedir. 3-4 Nisan 2009’da yapılan NATO Zirvesi’nde yine dile
getirilmiş ve müttefiklerin 5000 asker daha göndermeleri kararlaştırılmıştır.
Tarihi boyutta Türk-Afgan ilişkilerinin seyrine bakıldığında dostluk ve
yardımlaşma söz konusudur. Afgan halkı Türkiye’ye sempati duymakta ve
güvenmektedir. ABD Türkiye’nin Afganistan’daki sempatik ve kabul görme
durumundan istifade etmek istemektedir. Ayrıca Türkiye, güvenlik sağlama
faaliyetine ilave olarak Afganistan’da istikrarın sağlanmasına, ülkenin yeniden
inşası ve yapılanmasına parasal destek de dâhil önemli katkılar sağlamakta,
ülkeye ve ülke halkına çeşitli yardımlarda bulunmaktadır. ISAF’ın komutasını
da iki defa üslenmiştir. Komutayı yeniden üstlenmesi de gündemdedir. Komuta
Türkiye’ye geçtiğinde 750 kadar olan asker sayımızın doğal olarak bir miktar
artacağı 1000 civarına çıkacağı düşünüldüğünde, NATO’nun 5000 asker
arttırma isteğinden payımız düşenin karşılandığı kabul edilebilir. Ancak
görevlendirme yine Kabil ve civarının güvenliği çerçevesinde olmalı, çatışma
sahasında Türk askerinin bulunmamasına özen gösterilmelidir. Bu çizginin
dışına çıkmak, her iki toplum için de sakınca doğurur. Ayrıca Türkiye-
Afganistan- Pakistan arasında bir müddettir yapıla gelmekte olan üst düzeydeki
temas ve toplantıların da, hem Afganistan’da, hem de Pakistan’da istikrara
hizmet ettiği dikkate alınmalıdır. Taliban, çıkış noktası olan ve Afganistan’da
olduğu kadar Pakistan’da da problem yaratmaktadır. Taliban’ın militan olmayan
kanadının siyasete çekilmesi, terörle mücadelede kolaylık sağlayacağı
düşünülmekte, bu konuda Türkiye’nin Afganistan ile birlikte Pakistan ile olan
dostluk ve kardeşliğinin de önemli rol oynayacağı değerlendirilmektedir. Bu
gelişmede elde edilecek olumlu sonuçlar, Türkiye’ye uluslararası ortamda
prestij sağlayacak, bölge üzerinde sevgi, sempati ve hoşgörüye dayanan bir
etkinlik oluşturulmasına imkan yaratacaktır. Bu durum, Afganistan’daki
istikrarın sağlanmasına hizmet edeceğinden, aynı zamanda NATO ve
müttefiklere de katkı sağlama, yardımda bulunma anlamına gelecektir.
Türkiye’nin Afganistan konusundaki katkılarını sadece muharip asker katkısı ile
ölçmek mümkün değildir. Türkiye’nin bu konudaki girişimleri son derece etkin
ve olumlu sonuç almaya yöneliktir.

Genel olarak ABD, Arap ve Müslüman dünyası ile ilişkilerde Türkiye’nin bir
bölge ülkesi olmasından, nüfusunun büyük bir kısmının Müslüman olmasından
ve göreceli olarak muhafazakâr yaklaşımlar sergileyerek bölgede sempati
toplamasından, ancak aynı zamanda laik ve demokratik yapısı ile Batı
değerlerini taşımasından istifade etmek istemektedir. ABD ölçüsüz güç
kullanarak kontrol sağlama konusunda netice alınmayacağını idrak etmiş
durumdadır. Ayrıca yaşanan küresel ekonomik krizden en fazla etkilenen, hatta
krizin kaynağı olan ülke konumundadır. Bu nedenle bir müddet için daha
yumuşak politikalar uygulayarak zaman içinde yeniden politik, ekonomik ve
askeri alanlarda güç toplamayı tercih etmektedir. Bu nedenlerle uygulayacağı
politika ve stratejilerde Türkiye’nin jeopolitik durumuna, tarihi ve kültürel
değerlerine önem veren bir anlayışla hareket etmektedir.
Kırgızistan, ABD’ye ait Manas askeri üssünü kapatma kararı almıştır. Manas,
Afganistan’daki Amerikan üslerine lojistik destek sağlaması açısından önem
taşımaktadır. Bu durumda ABD’nin, ikmal konusunda Türkiye’den de talepte
bulunabileceği değerlendirilmektedir. Ancak Kırgızistan, Manas üssü
konusunda, ABD’nin girişimi ile bu konuyu yeniden görüşmeye niyetli
görünmektedir.

Diğer önemli bir konu da “Sözde Ermeni Soykırımı” ve “Ermenistan ile
ilişkiler” meselesidir. Obama’nın seçim kampanyalarında güçlü şekilde dile
getirdiği konulardan biri de Ermeni soykırımını tanıyacağı sözüdür. Obama her
ne kadar Türkiye ile stratejik ilişkileri geliştireceği ve güçlendireceğini ifade
etse de bu durum, Türkiye-ABD ilişkilerini olumsuz yönde etkileyebilir.
Diaspora bu durumda etkisini arttırabilir, Ermenistan bundan güç alabilir.
Tanınmadan sonra sırada olduğu nitelendirilen tazminat ve toprak konuları
zaman içinde gündeme getirilebilir. Bu durum Türkiye’yi politik açıdan
meşgul ve rahatsız edebilir. Aslında bu konu ABD’de birçok eyalette kabul
görmüşse de, merkezi yönetimde böyle bir karar alınması, önemli olarak
mütalaa edilmektedir.

Seçim döneminde söylenenlerle, icraatta karşı karşıya gelinen gerçeklerin
birbirini tutmadığı geçmişte yaşanmıştır. Bu konudaki beklenti, başkanların
tutumlarında değişiklik olabileceği yönünde olmasına rağmen, bu kadar güçlü
bir vaatten nasıl vazgeçileceği bilinmemektedir. Yeni ABD yönetimi bir
taraftan bölgede istikrar sağlanmasını arzu ederken, diğer taraftan da
seçmenine ve genel olarak halkına karşı, sözde Ermeni soykırımının ABD
Meclisi’nde kabulü sözünden vazgeçmeyi nasıl savunacağının hesabını
yapmaktadır. Vazgeçmenin Türkiye açısından bedelinin olabileceği
düşünülmektedir. Ermenistan ile olan ilişkilerde yeni ve karşılanması zor
taleplerde bulunulabilir. Bu nedenle tasarının çıkmasını önleyici, çıkması
durumunda da karşı koyucu önlemler konusunda değerlendirmeler yapılması
gerekli görülmektedir. Bu konuda Obama’nın Türkiye ziyaretinde TBMM’de
yaptığı konuşma şüpheler yaratmıştır. Tarihle yüzleşmekten çekinilmemeli
demiş, 1915’de arzu edilmeyen olayların yaşandığını ifade etmiştir. Ancak
diğer taraftan da bu meselenin Türkiye ile Ermenistan arasında çözümleneceğini, ABD olarak karışılmaması gerektiğini de belirtmiştir.
Türkiye ile Ermenistan arasındaki yeni açılımları desteklediğini ve ilerlemesini
arzu ettiğini de açıklamıştır. Ancak bu gelişmelerin Azerbaycan’ı gücendirdiği
de dikkate alınmalıdır. Azerbaycan’dan hiçbir temsilcinin İstanbul’da yapılan
Medeniyetler İttifakı toplantısına katılmaması manidardır.
Ermenistan’ın soykırım iddiasından vazgeçmeden, sınırlarımızı tanıdığını ve
Doğu Anadolu topraklarında iddiası olmadığı açıklamadan ve bunu teyit
etmeden, Azerbaycan’da işgal ettiği topraklardan çıkmadan Türkiye’nin tek
taraflı açılım yapması durumu, yeniden değerlendirmeye ihtiyaç gösteren bir
konu olarak karşımızı çıkmaktadır. Batı, AB, ABD istedi diye karşılıksız
açılımda bulunulması prestij kaybına, dostları kaybetmemize, zaman içinde
tehdit oluşmasına yol açacağından üzerinde tekrar tekrar düşünülmesini zaruri
kılmaktadır.

Obama, seçim konuşmaları esnasında Türkiye’yi, Kıbrıs’ta işgalci güç olarak
nitelendirmiştir. Bu durum, hem Kıbrıs Rum Yönetimi’nin, hem
Yunanistan’ın, hem de AB’nin yaptırımlar ve tavizler kapsamında Türkiye’ye
karşı elini güçlendirmektedir. Esas itibariyle ABD’nin Kıbrıs politikasına
baktığımızda ABD; Türk-Yunan ilişkilerindeki gelişmeleri, Doğu Akdeniz
güvenliğinin bir parçası olarak algılamaktadır. Dolayısıyla Kıbrıs’a ilişkin bir
çözüm, ABD için ikinci önceliktedir. ABD, Türkiye-Yunanistan arasında
meydana gelebilecek bir çatışmayı, sadece NATO müttefikleri olmaları
açısından değil, aynı zamanda ABD için hayati öneme haiz bölgelerin güvenlik
ortamını doğrudan etkilemesi ve kendi çıkarları açısından önlenmesi gereken
bir durum olarak da görmektedir. Diğer taraftan İngiltere, garantörlük hakkını,
Adadaki üslerinin korunmasına yönelik bir imtiyaz olarak görmekte, çözümde
de İngiliz çıkarlarının korunmasını esas almaktadır. Bu nedenle İngiltere
AB’ye üye olurken üsleri, AB statüsünün dışında bırakmaya özen göstermiştir.
ABD’nin de bu üslerden yararlanması, onun da meseleye İngiltere gibi
bakması sonucunu ortaya çıkarmaktadır. Obama Türkiye ziyaretinde, Kıbrıs
konusunda, birleşik, iki federasyonlu bir yapı oluşturma yönünde devam eden
müzakere sürecini desteklediğini ifade etmiştir. İzolasyonların kaldırılmasından söz etmemiştir. Türkiye’nin, ABD’nin Kıbrıs konusunda olabilecek yeni bir yaklaşımlarını, yukarıdaki argümanları kullanarak karşılamasının uygun olabileceği değerlendirilmektedir.

SONUÇ

Ulusal güvenlik kavramı çok boyutlu bir kavramdır. Mevcut ve potansiyel
tehditlere karşı alınacak önlemler manzumesinin tümünü ihtiva eder. Sadece
askeri tedbirler yeterli olmayabilir. Ulusal güvenlik, milli güç unsurlarının ve
kendisinin altındaki diğer güvenlik kategorilerinin bir şemsiyesi konumundadır. Ulusal güvenlik kavramının içinde ulusal çıkarlar, ulusal hedefler, ulusal politika, ulusal strateji ve ulusal güç bulunmaktadır. 
Ulusun ortak çıkarları, devlet idaresinde temel düşünceyi oluşturur. Soğuk Savaşın sona ermesinden sonra riskler ve belirsizlikler oluşmuş, tehditler değişik bir boyut kazanmıştır. Gelinen durum, reaktif (etki-tepki) önlemlerden çok
proaktif (ön alıcı) tedbirler alınmasını gerektirmektedir. Caydırıcı tedbirler
önem arz etmektedir.

Türkiye`nin jeopolitik önemi ile sahip olduğu coğrafi, nüfus, bilim, teknolojik, sosyal ve kültürel güçlerin ülkemize sağladığı avantajlar da dikkate alınarak, politik, askeri ve ekonomik stratejik güvenlik sınırlarımızın öncelikle etki alanımız olması gereken Balkanlar, Ortadoğu, Kafkasya ve Orta Asya`yı kapsayacak şekilde belirlenmesinin ve Karadeniz, Ege Denizi ve Akdeniz’in ve bu sınırların içine dâhil edilmesinin uygun olacağı değerlendirilmektedir.

Küreselleşme bir gerçektir. Onunla birlikte yaşamak, faydalı kısımlarından
yararlanmak, tehdit olan kısımlarından korunmak gerekmektedir.
Küreselleşmenin başlıca hedefi ulus devlet anlayışının yok edilmesidir. Esas
korunması gereken nokta budur.

Türkiye’ye müteveccih dış ve iç tehditler bulunmaktadır. Bu tehditlerin çevre
ülkelerinden kaynaklanabildiği gibi, Türkiye’nin etkide bulunma veya
etkilenme konumunda bulunduğu bölgelerden, küresel güç unsurlarından, ilgi
sahasındaki gelişmelerden, bölücü akım ve faaliyetten, irticadan ve her türlü
kutuplaştırmaya yönelik hareketten kaynaklandığını söylemek mümkündür.
Ancak bir eylem veya gücün tehdit olabilmesi için sahip olunan değerlere
hasmın zarar verme niyetinin olması ve elinde, bu niyetini gerçekleştirecek  yeterli imkân ve vasıtalarının bulunması gerekmektedir.
Türkiye kendisine yönelen tehditlerin tümüne karşı koyabilecek güçtedir. Bu
gücü tarihi geçmişinden, gelenek ve göreneklerin de içinde olduğu kültürel
yapısından, milletinin duygularından, coğrafyasından, jeopolitik durumundan
ve öneminden, silahlı kuvvetlerinden, laik, demokratik ve sosyal hukuk
devleti anlayışından ve Atatürkçü düşünce sisteminden almaktadır. Ulus
devlet, laik devlet, üniter yapı mutlaka korunması gereken değerlerdir.
Türkiye’nin enerjisini, etnik, dini, çeşitli olaylardan dolayı rövanş alma,
menfaat sağlama gibi düşüncelerle dışarıdan destekli veya desteksiz iç
çekişmelere harcaması, ülkede kutuplaşmalar yaratmakta, birlik ve beraberliği
bozmakta bu husus da güvenliği olumsuz yönde etkilemektedir. Bu gibi
zararlı düşüncelerin, aklı ve mantığı esir almasına müsaade edilmemeli, aynı
gemide olduğumuz hiçbir zaman göz ardı edilmemelidir. Türkiye’nin
güvenlik algılamasının esasının birlik, beraberlik ve bütünlükten geçtiği,
içeride yaratılacak güçlü durumun her şeyden önemli olduğu bilinmelidir.
Uluslararası ilişkilerde dostlukların değil, menfaatlerin söz konusu olduğu
gerçeğinden hareketle, başta ABD olmak üzere tüm diğer güçlerin
yaklaşımlarını bu çerçevede değerlendirmekte fayda görülmektedir. Duygusal
hareket etme temayülünden kaçınılmalı, güvenliğimize zarar verme ihtimali
olan her girişime karşı ihtiyatlı olunmalıdır.

KAYNAKÇA

ATASOY, Fatih, Küresel Milliyetçilik, Tevfik DALGIÇ Batılılık, Küreselleşme
ve Kemalist Milliyetçilik üzerine bazı görüşler.
BÜYÜKANIT Yaşar, Güvenliğin Yeni Boyutları Ve Uluslararası Örgütler
Konulu Sempozyum Açış Konuşması, 31 Mayıs 2007.
DEMİR, M. Faruk, 21. Yüzyılda Türkiye İçin Yeni Bir Milli Güvenlik Siyaseti /
Stratejik Öneriler Belgesi, 2002.
İLHAN, Suat, Jeopolitik Duyarlılık, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara,
1989.
KUBALI, Ali Nail, Yeni Asır Gazetesi, Yükselen Milliyetçilik, Erişim tarihi:
25 Mart 2009.
KULOĞLU, Armağan, Küreselleşme ve Milliyetçilik,
, Kasım 2006.
KULOĞLU, Armağan, ABD’deki yeni başkanlık döneminin Türkiye’nin
güvenliğine muhtemel etkileri, www.globalstrateji.org, 02 Aralık 2008.
KULOĞLU, Armağan, Ulusal güvenlik kapsamında sivil-asker ilişkileri,
Ekoenerji dergisi, Aralık 2008, Sayı: 24.
KULOĞLU, Armağan, Ortadoğu’daki gelişmeler, Türkiye’nin tehdit
algılamaları ve güvenlik sorunları, Ekoenerji Dergisi,Şubat 2009,Say:26.
KULOĞLU, Armağan, 60 yıllık ittifak NATO ve Türkiye, Ortadoğu Analiz
Dergisi, Nisan 2009, Sayı:4.
ÖZ, Ali Esgin, Ulus devlet ve Küreselleşmeye ilişkin bazı tartışmalar,
www.cumhuriyet.edu.tr/edergi/makale/49.pdf Eriş.tarihi: 23.3. 2009.
TEZKAN, Yılmaz Jeopolitikten Milli Güvenliğe, Ülke Kitapları, İstanbul, Mart 2005
YILMAZ, Sait, 21. Yüzyılda Güvenlik ve İstihbarat, Milenyum Yayınları, İstanbul, Eylül 2007.
YILMAZ, Sait, Ulusal Savunma, Kumsaati Yayınları, İstanbul, Nisan 2009.
Bölgesel Sorunlar ve Türkiye sempozyumu bildirileri, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Mayıs 2008.
Türkiye’nin Ulusal Güvenlik Sınırlarını Belirleyici Unsurlar,
, 2 Eylül 2008.
3,4,5,6,7 Nisan 2009 tarihli gazeteler, TV ve radyo programları.


****

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder