TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN ULUSAL GÜVENLİK POLİTİKALARI VE GÜVENLİK STRATEJİLERİN GELİŞİMİ. BÖLÜM 5
B- Milli Güvenlik Siyaseti’nin Koordinatörü Olarak MGK Genel Sekreterliği
1982 Anayasası ve 1983 tarih ve 2945 sayılı MGK ve MGK Genel Sekreterliği
Kanunu ile, MGK’nın görev ve yetkileri ile karar alma süreci ve askeri bürokrasinin yetkileri artırıldı. 10 Şubat 1984 tarih ve 84/776 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile yürürlüğe giren MGK Genel Sekreterliği yönetmeliği düzenlendi. Gizli olan bu yönetmeliğe (mad. 17) MGK’da alınan kararların Bakanlar Kurulu kararına dönüştürülenlerin takip edilmesi ile ilgili yapması gerekenler şu şekilde yer almaktadır: “Uygulamaları takip ve kontrol eder. Karar içeriğine uygun olarak yapılması gereken iş ve işlemlerin gerçekleşmesi için her türlü girişimler de bulunur. Gerektiğinde bu konuda Bakanlık, kurum ve kuruluşlarla müşterek
çalışmalar yapar, Başbakan adına Bakanlık, kurum ve kuruluşlar arası düzenleyici, yönlendirici ve koordine edici faaliyetlerde bulunur.”62
1984 yönetmeliğinde MGK Genel Sekreterlik bünyesinde faaliyet gösteren Toplumla İlişkiler Başkanlığı (TİB) ve bu Başkanlığın görevleri dikkat çekicidir. TİB’in 63 yetki ve görevleri arasında toplumun ulusal güvenlik hedefleri doğrultusunda yönlendirilmesinin nasıl yapılacağı açıklık kazandırılmaktadır.
Bir bakıma ulusal güvenliğin ve ulusal değerlerin korunması, devletin temel değerleri etrafında toplumu birleştirebilmesi için gerekli olan
psikolojik yönlendirme tedbirler öngörülmektedir. Bu bağlamda TİB “Devlet çapında her türlü psikolojik harekât ihtiyacını tespit” ve gerektiğinde uygulamaya geçirmek üzere “Milli siyaset ve hedefler doğrultusunda orta-kısa vadeli harekât” planları hazırlar. Gelişen şartlara ve duruma göre uyarlanacak bir şekilde hazırlanan be Genel Sekreter tarafından onaylana “Psikolojik Harekât Planın” yürüttüğünü ve devlette “icracı birimler tarafından yapılan uygulamaları takip ve kontrol” ederek “koordinasyon görevini yerine getirdiği görülmekte dir.64
2003 yılında yapılan yasal değişikliklerle MGK Genel Sekreterliğinin gizli yönetmeliği yürürlükten kaldırılarak görev ve yetkileri yeniden tanzim edildi. MGK Genel Sekreter olarak bir sivil atandı. Resmi Gazetede yayınlanan yeni MGK Genel Sekreterliğinin görev ve yetkileri değiştirilerek, şeffaf hale getirildi. MGK Genel Sekreterliği’nin görevleri arasında; üyeleri arasındaki yazışmaları takip etmek “ Başbakanın ve Genelkurmayın kurul üyeleri bakanların MGK’nın gündemine ilişkin önerilerini…” Başbakanın görüşünü alarak cumhurbaşkanına sunmak (Mad. 19) ve MGK “tarafından verilen görevleri yerine getirmek; bu çerçevede söz konusu görevlerle bağlantılı olarak araştırma ve değerlendirme yapmak, bu araştırma ve değerlendirme sonuçlarını Kurul üyelerine ulaştırmak ve bu konuları kapsayan bir dokümantasyon merkezi oluşturmak” ile diğer kanunlarla Genel Sekreterliğe verilen görevlerin yerine getirilmesi yer almaktadır.
Başbakana bağlı bir kuruluş olan MGK Genel Sekreterinin “Başbakan tarafından verilen diğer görevleri yapmak” ifadesi de sekreterliğin direkt olarak başbakanlığa bağlı çalışması gerektiğinin vurgulaması açısından dikkat çekicidir.65
C- Emniyet Asayiş Yardımlaşma
MGK ve MGK Genel Sekreterliği’nin görev ve yetkileri, askerin siyası alanda
ağırlığının hissedildiği 28 Şubat post-modern darbesi sonrası gelişmeler göz önüne alındığında MGK Genel Sekreterliğinin ulusal güvenlik adına tüm toplumsal ve siyasal yaşamı kontrol altına almaya, yönetme ve yönlendirmeye yönelik olarak yapılandırılması dikkati çekmektedir. Bu tür yapılanmaların en ilginci 28 Şubat süreci sonrası uygulamalarla dikkat çeken “Emniyet Asayiş Yardımlaşma (EMASYA)dır.
EMASYA’nın kökü, TSK Birliklerinin 544266 İl İdaresi ve 2935 Olağanüstü Hal
Kanunlarına istinaden “Asayiş ve İç Güvenlik Maksatları ile Kullanımına İlişkin Planlama Direktifi’ne (EMASYA DİREKTİFİ) dayanmaktadır. Bu kanunlar uyarınca “valilerin görev yaptıkları ilerde çıkan veya çıkması beklenen olaylarla ilgili olarak emirlerinden kolluk kuvvetlerinin (....) yetersiz kalması halinde”, en yakın kara, hava ve deniz askeri birliklerin yardım istenmesi durumunda “hazırlık, intikal, müdahale, işbirliği ve planlama esaslarını düzenleyen askeri içerikli bir nevi iç genelge niteliğindedir.”67 Şemdinli İddianamesinde 28 Şubat süreci ve sonrasında yoğun olarak kendinden söz edilen EMASYA’nın “yeniden
yapılandırılmasının” Olağanüstü Hal uygulamasının kalkış dönemine dayandığı ifade edilmektedir.68 1987 yılında PKK terörü dolayısıyla Doğu ve Güneydoğu Anadolu illerini kapsayan 285 ve 286 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerin (KHK) kaldırılması ile terörle mücadelede, başta emir komuta ilişkileri olmak üzere bir boşluğa düşülmemesi amacıyla, 7 Temmuz 1997 yılında Genelkurmay ile İçişleri Bakanlığı arasından 5442 Sayılı İl Özel İdaresi Kanununun 11/D maddesinin uygulanmasına ilişkin 27 Maddeden oluşan bir protokol imzalanır.
EMASYA, bu prokol çerçevesinde oluşturulmuştur.
Genel Kurmay Başkanlığı zaman zaman EMASYA direktifleri hazırlayarak tüm ilgili birimlere göndermektedir. En son olarak 6 Temmuz 2005 tarihinde “MD:117-1 TSK Birliklerinin Emniyet, Asayiş ve Yardımlaşma (EMASYA) Görevlerinde Kullanılmasına İlişkin Planlama Direktifi (EMASYA Direktifi) hazırlanmıştır.69
7 Temmuz 1997 tarihinde, 28 Şubat sürecinin yaşandığı günlerde Genelkurmay ile Emniyet arasında bir protokol imzalandı. Genel Kurmay Harekât Dairesi Başkanı Korgeneral Çetin Doğan ile İçişleri Müsteşarı Teoman Ünüsan’ın imzalarını taşıyan Protokolün adı Emniyet Asayiş ve Yardımlaşma’dır (EMASYA). Askeri birliklere doğrudan müdahale yetkisin veren bu Protokol’ün ilgili maddesi şu şekilde formüle edilmiştir: “Toplantı ve gösteri yürüyüşü gibi toplumsal olayların şekil değiştirerek bir çok bölgede geniş halk kitlelerine yaygınlaşması, şiddete, katliama veya anayasal düzeni bozmaya yönelmesi durumunda; AMASYA komutanlıkları (bölge/tali), olayları yakinen takip eder ve birliklerin
hazırlıklarını tamamlar. Olaylara müdahale edebilecek toplanma bölgelerinde, birlikleri hazır bulundurur. Olayların gelişmesini değerlendirir. Başta mülki amirler olmak üzere, ilgili kademelere bilgi verir ve gecikmenin yaratacağı mahsurları ortadan kaldırmak için olaylara müdahale eder...”70
REFAHYOL Koalisyon hükümetinin 7 Ocak 1997 tarihinde imzaladığı Başbakanlık
Kriz Yönetim Merkezi Yönetmeliği, askerin iç güvenliğin sağlanması yönünde etki alanını genişletti. Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezi 1967 yılında kurulan Buhran Değerlendirme Kurulu Kurulması, Görev Yetki ve Çalışma Esasları Hakkındaki Bakanlar Kurulu kararını yürürlükten kaldırarak onun yerine daha kapsamlı bir çalışma biçimi öngörmektedir.
Başbakanlık, Bakanlıkları, Genelkurmay Başkanlığı ve MGK Genel Sekreterliğini kapsayan yönetmelikte “Anayasa ile kurulan hür demokrasi düzenini, temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerine ait ciddi belirtilerin ortaya çıkması veya şiddet olayları nedeniyle kamu düzeninin bozulması” ve dışardan gelecek “Türkiye’nin toprak bütünlüğüne, egemenlik haklarına, milli hedef ve menfaatlerine yönelik tehdit emarelerinin belirmesi ve gelişme göstermesi” şeklinde tanımlanmaktadır. Kriz yönetimi gerektiren haller
yurtiçinde terör olayları, kanunsuz grev, lokavt ve iş bırakma eylemleri, etnik yapı din ve mezhep farklılıklarından kaynaklanan olaylar, deprem sel baskını çığ düşmesi, toprak kayması gibi tabii afetler, iltica ve nüfus hareketleri, tehlikeli ve salgın hastalıklar, orman ve gemi yangınları, radyasyon ve hava kirliliği gibi kimyasal ve teknolojik olaylar, ağır ekonomik bunalımlar ve diğer haller şeklinde tanımlanmaktadır. Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezi, “Kriz Koordinasyon Kurulu, Kriz Değerlendirme ve Takip Kurulu ve Sekretarya’dan oluşmaktadır. Sekretaryanın başkanlığını görevlendirilecek bir başbakanlık müsteşar yardımcısı yürütecektir. MGK Genel Sekreteri yönetmelik esasları çerçevesinde kriz yönetim faaliyetlerini, başbakan veya krizden sorumlu Devlet Bakanı adına koordine etmek ve Kriz Yönetim Kurulunu devamlı faal olarak tutmaktan sorumludur.71
EMASYA genelgesinin pratikte devletin işleyiş biçiminde sivil siyasetin karar alma alanlarının sınırlarının daraltılması ve sivil alanın askerileşmesi süreci olarak eleştiriler getirilerek, polisin, Emniyetin ve valinin kontrol ettiği sivil alanlara askerin yerleştiği vurgulanmaktadır. Ali Bayramoğlu’na göre EMASYA olayında en dikkat çeken hususun, toplumun en büyük tehditmiş gibi algılamaya yol açacak şekilde bir iç güvenlik yapılanmasının oluşturulması ve Türkiye’de değişik bölge ve yerleşim birimlerindeki etnik ve mezhebi yapı ile ilgili araştırmaların yapılmasıdır.72 Demokratik bir siyasi sistem ve toplum
yapısında sivil siyasetin hareket alanının sınırlandırılması ile terk edilen boşluklar otoriter bir yapının oluşacağı bir rejim anlayışına gidecek bir şekilde doldurulur. Nitekim Bayramoğlu bu durumu şu çarpıcı sözlerle ifade etmektedir: “Bugün askeri bürokrasi neyin tehdit olduğunu yazıyor, asker istihbarat topluyor, toplumsal olayları değerlendiriyor ve bunu yaparken hukuki kıstası değil, iç güvenlik dokümanlarını kullanıyor.”73 Türkiye güvenlik ile demokrasi, temel insan hak ve özgürlükleri arasında ters bir korelâsyonun bulunduğuna
inanmakta ve demokratik bir toplum yapının oluşmasını, temel hak ve özgürlüklerin geliştiği sivil bir siyaset alanını devletin öngördüğü sınırları zorlamasını devletin güvenliğini tehdit eden faktörler olarak değerlendirmekte dir. Türkiye’nin iç güvenliğine yönelik olarak kurumlar arasında yetki ve görev kargaşası da yaşanmaktadır. İç güvenliğin sağlanmasında asıl yetkinin kimde olduğu, istihbarat toplama yetkisinin kimin elinde olduğu, kurumlar arasındaki karşılıklı istihbarat ithamları ilgili sıkıntılar yaşanmaktadır. Özellik 1996’da bir kaza ile ortaya çıkan derin devlet, emniyet, siyaset ve mafya ilişkilerinin iç içe geçtiği Susurluk74 olayından başlamak üzere, 28 Şubat sürecinde Genelerkuryam İkinci başkanı Çevik Bir’in direktifleri doğrultusunda kurulan ve
irticai faaliyeti gösteren tüm kurum ve kuruluşlar ve şahıları takip etmek ve fişlemek amacıyla kurulan Batı Çalışma Grubu (BÇG), “Sarmusak olayı” ve 2005 yılında Şemdinli’de bir kitapevinin bombalanması ile patlak veren olaylar kamuoyunda geniş tartışmalar neden olmuştur.75
TSK’nın Türkiye Cumhuriyet’in temel niteliklerini ve devletin yapısını koruma ve
kollama, bunun zorunlu bir sonucu olarak sivil siyaset üzerindeki etkinliği ile ilgili temel düşüncelerinde 1920-23 yıllarının şartlarından kaynaklanan nedenlerin zihinsel kodlarında her hangi bir değişim olmamış ve sistemin demokratik oluşması ile ilgili 80 yılda kat edilen yol Bayramğlu’nun ifadesiyle “bir arpa boyu”nu geçmemiştir.76 Türkiye’nin gerçekleştirdiğini sandığı tüm demokratikleş me, sivilleşme ve AB sürecine rağmen, TSK’nın, Türkiye’nin iç siyasetini yönetme ve yönlendirme konusunda ne kadar etkin olduğunu, 27 Nisan 2007 tarihinde Genelkurmay Başkanlığı’nın internet sitesinden yayınlanan “e-muhtırası”, göstermiştir. Ordunun Cumhuriyetin niteliklerini koruma
konusundaki gerçekleştirdiği strateji değişikliğini ve “kendine biçtiği temel” “orkestra şefi” rolünü M. Ali Birand şu şekilde tanımlamaktadır: “Eski ile yeni arasındaki en önemli fark, laik kesim ile TSK arasındaki iletişimin, eskiye oranla çok daha sıklaşmış oldu. CHP bu yelpazenin siyasi kanadını oluşturuyor. YÖK üniversiteleri denetiminde tutuyor. Adalet bürokrasisi, sacı ve yargıçlarıyla, pratik önlemleri sürdürüyor. Laik sivil toplum örgütleri kitlelileri hareketlen diriyor. Laik medya da iletişimi sağlıyor. TSK kimi zaman orkestra şefi gibi oluyor, kimi zaman bu kesimden gelen talep ve baskılara yanıt veriyor.”77
2007 seçimlerinden sonra yapılan düzenlemeler ve özelikle 2011 Genel seçimlerinden sonra seçmenlerin % 50 oranında bir oy alan AK Parti iç ve dış güvenlik sağlanmasında daha etkin bir rol oynamaya başladı. 2011 Ağustos şurasında Genel Kurmay Başkanı ve Kuvvet komutanlarının istifası ile sonuçlanan süreçte iktidar askeri kademeyi de sivil iradenin “kontrolü” altına almayı başardı. Bunun güvenlik açısından anlamı iç ve dış güvenliğin
politikaları ve stratejilerinin belirlenmesi ve önceliklerin sırlamasında sivil iktidar yegâne karar merci olarak hem yetkili hem de halka karşı sorumlu bir konuma gelmiştir.
Son dönemlerde İstanbul Özel yetkili Cumhuriyet Savcılığının MİT Müsteşarı Başkanı Hakan Fidan, eski üst düzey yöneticileri hakkında Oslo’da siyasi iradenin talimatları doğrultusunda PKK ile yaptığı görüşmeler ve KCK operasyonları bağlamında sanık olarak ifadeye çağrılmaları ile başlayan süreç, medya tarafından yargı eliyle siyasi iradenin kararlarını sınırlandıran ve siyasi iradeye karşı yapılan bir hamle olarak tanımlandı. İktidar da İstanbul Cumhuriyet Savcılığının özellikle MİT Müsteşarı Hakan Fidan hakkında talimatla ifadesini alma kararını bu şekilde algılamış olmalı ki seri bir şekilde harekete geçerek yeni bir yasal düzenleme yapıldı. 6278 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu'nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile "Soruşturma izni"ni içeren 26. madde, şu şekilde düzenlendi:
"MİT mensuplarının veya belirli bir görevi ifa etmek üzere kamu görevlileri arasından Başbakan tarafından görevlendirilenlerin, görevlerini yerine getirirken, görevin niteliğinden doğan veya görevin ifası sırasında işledikleri iddia olunan suçlardan dolayı ya da 5271 sayılı Kanunun 250'nci maddesinin birinci fıkrasına göre kurulan ağır ceza mahkemelerinin görev alanına giren suçları işledikleri iddiasıyla haklarında soruşturma yapılması Başbakanın iznine bağlıdır."78
Ayrıca 19.02.1012 tarihinde AK Parti 3. Olağan İstanbul İl Gençlik Kolları
Kongresi'nde konuşan Başbakan Erdoğan'ın "Hiçbir zaman seçilmişleri atanmışlara kul etmeyiz" ifadesi, Türkiye’nin güvenliği ile ilgili konularda bir taraftan siyasi iradenin karar alma noktasındaki geldiği konumu yansıtırken, diğer taraftan da güvenlik ile ilgili politika ve stratejilerin belirlenmesinde siyasi iradenin tek başına sorumluluğu üstlenmeye hazır olduğunu da göstermektedir.
E- Milli Güvenlik Siyaset Belgesi (MGSB)
Milli Güvenlik Siyaset Belgesi üzerinde en fazla şehir efsanesi üretilen konuların
başında gelmektedir. Türkiye’nin gizli Anayasası olduğu iddia edilmekte, sivil iktidarların politikalarının MGSB doğrultusunda yürütmek durumunda kaldıkları ve MGSB’nin TBMM’nin üstünde olduğu gibi birçok iddia ortaya atılmıştır. Genel Kurmay Başkanlığı sitesinde niçin bu tür bir belgeye ihtiyaç duyulduğu şu şekilde ifade edilmektedir: “Devlet faaliyetlerinin yürütülmesinde devamlılık esastır.
Bu nedenle, devlet faaliyetlerinin planlı ve belirlenmiş esaslara göre yürütülmesi, hükümetlerin temel sorumluluklarındandır. Bu temel sorumluluklardan birisi de, milli güvenliğin sağlanması ve bu kapsamda milli güvenlik siyasetinin tayin ve tespitidir. Milli Güvenlik Siyaseti Belgesi bu amaçla hazırlanmaktadır.”79
MGSB, MGK tarafından tartışılarak son şeklini almakta ve MGK’nın Bakanlar
Kuruluna tavsiyesi sonucu kabinenin onayını aldıktan sonra uygulamaya konulmaktadır.80
MGK tarafından tespit edilen Milli Güvenlik ve Siyaset Belgesi (MGSB) Türkiye’nin Milli Güvenlik sisteminin temelini oluşturmaktadır. Milli Güvenlik Sisteminin temelinde yer alan kurumlar ise MGK ve MGK Genel Sekreterliğidir.81 MGSB siyasetinin içeriği değişen uluslararası, bölgesel ve iç şartlara göre zaman zaman içerik ve tehdit algılamasındaki öncelikli konular itibarıyla değiştirilmekte dir. MGSB milli siyasetin gerekleri doğrultusunda iç ve dış tehditleri öncelikli olarak tespit ederek, bu tehditlere karşı uygulanması gereken hareket tarzını ortaya koyan bir belge niteliğindedir. Dolayısıyla Türkiye’nin dış politikasında ve güvenliği tehdit eden iç değişmelerin gerçekleşmesine neden olabilecek temel değişiklikler gerçekleşmediği müddetçe Milli Güvenlik siyaseti ile ilgili temel belgede her hangi bir değişikliğe gidilmez. 82
Bu bağlamda 1997 yılında değiştirilen Milli Güvenlik Siyaset Belgesi (MGSB) iç
politikada irticai birinci öncelikli tehdit olarak ilan ederken, Haziran 1998’de yapılan MGK toplantısında da dış politikadaki tehdit değerlendirmesinde radikal değişikliği gidildi. Buna göre Kıbrıs’taki gelişmeler Türkiye’nin birinci öncelikli tehdit unsuru olarak kabul edilerek, buna bağlı olarak sözde Ermeni soykırım iddialarına dönük güvenlik politikaları tespit edildi.83
2001 yılında yeniden güncellenen belge, en son 2004 yılında köklü olarak değiştirildi.
Köklü değişiklikten kasıt, yeni bir yazım yöntemi benimsenerek, genel ifadeler yerine tehditlerin somut şekilde tanımlanması ve tehditler için alınması gereken önlemlerin açık bir şekilde ifade edilmesi yönüne gidilmesidir.84
Anayasa’nın 118 maddesi ve 2945 sayılı MGK ve MGK Genel Sekreterliği yasası
hukuksal dayanağı olarak gösterilen MGSB’de dışa yönelik tehdit algılamasında Türkiye’nin etrafında bir güvenlik çemberi oluşturulması gereğinden söz edilmektedir. Türkiye’nin iç güvenlikle ilgili bölümünde devletin temel niteliklerine vurgu yapılmakta, bu bağlamda Türkiye’nin temel siyasetinin Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesini oluşturduğu vurgulanmaktadır.85 Aynı şekilde Türkiye’nin üniter yapısının Cumhuriyetin temel niteliklerinin ve Türkiye’nin bütünlüğünün korunmasının temel yolunun Atatürk milliyetçiliği olduğu ifade edilerek, Anayasa da var olan bu temele vurgu yapılmaktadır.
İç güvenliğin korunması için Türkiye’nin üniter yapısının, demokratik, laik ve sosyal devlet ilkelerinin korunması gerektirdiği ifade edilirken, Türkiye’nin bütünlüğünün korumanın tek yolunun Atatürk Milliyetçiliği olduğu vurgulan maktadır. Devletin etnik temele dayalı olarak kurulmadığı; tek devlet, tek ulus, tek bayrak ve tek dil’in devletin kuruluş esaslarını oluşturduğu MGSB’de yer almaktadır.
Türkiye’nin iç tehdit unsurları olarak irtica ve bölücülük öncelikli olarak ifade
edilirken, aşırı sol akımlar da bu kategoride değerlendirilmektedir. Buna karşın daha önceki belgelerde iç tehdit unsuru olarak anılan “aşırı sağ” tehdit olmaktan çıkartılarak, gözlemlenmesi gereken unsurlar olarak nitelendirilmiştir.86
ABD ile ilişkilerin tarihsel ve çok yönlü olduğu vurgulanırken bu ilişkilerin siyasi,
ekonomik ve güvenlik boyutlarına dikkat çekilmekte, Türkiye’nin ABD ile ilişkilerinin Orta Asya, Balkanlar, Ortadoğu ve Güney Kafkasya politikaları bakımdan stratejik önemine vurgu yapılmaktadır.
F-İçişleri Bakanlığı
İçişleri Bakanlığının güvenlikle ilgili görev ve yetkilerini belirtmeden önce, iç güvenlik kavramı üzerinde durmak gerekmektedir. İç güvenlik kavramı yalın şekli ile devletin vatandaşlarını hukukça suç sayılan ve cezai işlem gerektiren davranışlardan korumaya yönelik çaba ve önlemleri ifade etmektedir.87 Bu bağlamda bireylerin yaşamlarını korumaktan başlayarak, bireylerin, onurlarını, ailelerini, özgürlüklerini ve özel mülkiyetlerini korumaya, devlet düzenini ve anayasasını korumaya, toplumun huzurunu sağlamaya kadar uzayan geniş bir alanı oluşturmaktadır. İç güvenliğin bir hukuki boyutu, kurumsal boyutu ve
siyasi boyutu vardır. İç güvenliğin korunmasının siyasi boyutunda iktidar erki bulunmaktadır.
Modern, demokratik ve çoğulcu temelde şekillenmiş bir siyasi iktidarın temel görevlerinden biri vatandaşlarının başkalarına devredemeyecekleri yaşam, özgürlük, mal, can ve namus gibi temel haklarını korumaktır. Bu bağlamda siyasi kararlar almak, gerekli hukuki düzenlemeleri yapmak ve bunları uygulanmalarını takip ve kontrol etmek siyasi iktidarın görev ve sorumluluğuna girmektedir.
İçişleri Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri hakkında kanunun başında Bakanlığın amaç ve görevleri yer almaktadır. Buna göre İçişleri Bakanlığının amacı (Mad. 1) “yurdun iç güvenliğinin ve asayişinin sağlanması, kamu düzeninin ve genel ahlakın korunması, mülki idare bölümlerinin kurulması, kaldırılması ve düzenlenmesi ile ilgili çalışmaların yapılması, mahalli idarelerin yönlendirilmesi, kaçakçılığın men ve takibi, yurt sathında sivil savunma, nüfus ve vatandaşlık hizmetlerinin yürütülmesi için İçişleri Bakanlığının kurulmasına, teşkilat ve görevlerine ilişkin esasları düzenlemek” olarak belirlenmektedir.
Bakanlığın görevleri arasında ise Bakanlığa bağlı “iç güvenlik kuruluşlarını idare
etmek suretiyle ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü, yurdun iç güvenliğini ve asayişini, kamu düzenini ve genel ahlakı, Anayasada yazılı hak ve hürriyetleri korumak,
b) Sınır, kıyı ve karasularımızın muhafaza ve emniyetini sağlamak,
c) Karayollarında trafik düzenini sağlamak ve denetlemek,
d) Suç işlenmesini önlemek, suçluları takip etmek ve yakalamak,
e) Her türlü kaçakçılığı men ve takip etmek, olarak ifade edilmektedir.88
Bakanlığın yukarıda ifade edilen amaçları doğrultusundaki görevlerini yerine
getirebilmesi için kurumsal bir yapıya ihtiyacı vardır. Bu yapı da Emniyet Genel Müdürlüğü olarak teşkilatlanmış olan Polis teşkilatıdır. Polis, devletin üstün iktidar olarak yasalar ve kanunlar çerçevesinde gerektiğinde zor ve şiddet kullanma yetkisine sahip kurumsal yapısıdır.
İçişlerine bağlı olarak iç güvenliğin ve asayişin sağlanmasında etkili diğer bir kurumsal yapı da jandarmadır. Jandarma, Teşkilat Kanununa göre (Mad. 3) emniyet ve asayiş ile kamu düzeninin korunmasını sağlayan ve diğer kanun ve nizamların verdiği görevleri yerine getiren silahlı askeri bir kolluk kuvvetidir. Jandarma, İl ve İşçe belediyeleri sınırları dışında kalan ve polis teşkilatının bulunmadığı yerlerde, 2803 sayılı Jandarma Teşkilatı Görev ve Yetkileri
Yasası ile 2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Kanununda ve diğer yasalarda verilen görevleri yerine getiren Askeri güvenlik ve kolluk kuvvetidir. Bu alan Türkiye yüz ölçümünün % 92’sini (yeni devredilen yerler ile %82) kapsamaktadır.89 Jandarmanın görevi emniyet ve asayiş ile kamu düzeninin korunmasını sağlamak, diğer yasa ve nizamların kendisine verdiği mülki, adli ve askeri görevleri yerine getirmektir.
Jandarma Kanununa göre, Jandarma Genel Komutanlığı sialhlı kuvvetlerin bir
parçasıdır. Silahlı kuvvetleri ile ilgili görevleri, eğitim ve öğrenim bakımından Genelkurmay Başkanlığına bağlıdır. Emniyet ve asayiş işleri ile diğer görev ve hizmetlerin ifası yönünden İçişleri Bakanına bağlıdır ve Jandarma Komutanlığı İçişleri Bakanına bağlıdır.
6. CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder