27 Nisan 2020 Pazartesi

TÜRKÇEMİZ

TÜRKÇEMİZ


Emin Sami Arısoy - 
antropoloji.blogspot.com.tr  
Kemalist Devrim Mutlaka tamamlanacak.,


Sayın, Emin Sami Arısoy'un Aşağıda alıntı yaptığımız yazısı bizim anlatmak istediklerimizi çok iyi bir biçimde anlatmış.

Kendisine bu yazısı için teşekkür ederiz.

Yazının alıntı yaptığımız kaynağın adresi yazı sonundaki linktedir.

“… Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır” 

Millî his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin Millî ve zengin olması Millî hissin inkişafında müessirdir. Türk dili, dillerin en zenginlerinden dir; yeter ki bu dil, şuurla işlensin.

Ülkesini, yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk Milleti, dilini de yabancı 
diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.” 

Türk Dil Kurumu (TDK) Türkçe Sözlük’lerinin kapağını açınca, 2 Eylül 1930 
tarihi, Gazi M. Kemal imzası ve Mustafa Kemal Atatürk’ün elyazısıyla yazılmış bu 
sözler karşılar bizi … 

Ata’mızın sözlerinin üstünden yetmiş beş yıl geçti… Türkiye Cumhuriyeti’nin Dil 
Devrimi yetmiş üç yılı geride bıraktı… Atatürk’ü altmış yedi yıl önce yüreklerimi ze perçinledik… Ama, aradan geçen uzun yıllara karşın, Ulu Önder’in 
ve sözlerinin “Türk Milleti”ne kılavuzluğu bugün aynı değerde, aynı önemde 
sürüyor. 

Çünkü, yerküreyi sömürerek, talan ederek ayakta duran emperyalist devletler 
doymak bilmiyor, emperyalizmin vahşi sömürü düzeni durmak bilmiyor ve giderek küreselleşiyor… Çünkü, uygar(!) Batılı, göz koyduğu her yere demokrasi(!), insan hakları(!) ve özgürlük(!) götürüyor(!) ve ulus devletleri parçalayıp yok etmek, ulusal kimlikleri ortadan kaldırmak, dünyayı birbirine benzeyen, kimliksiz, kişiliksiz, edilgen, binlerce toprak parçası ve insan kümeleri yapbozu durumuna getirmek amacını, artmış bir iştahla sürdürüyor!.. 

Bu amaçla, toprakların, ülkelerin talan edilmesi yetmiyor ABD’ye ve Avrupa 
devletlerine, insanların soykırım halinde yok edilmesi, örneğin ABD’nin Körfez 
Savaşı’nda 60.000 (altmış bin), Irak’ı istilasında 120.000 (yüz yirmi bin) masum insanı, çocuk demeden, kadın demeden, yaşlı demeden, hasta demeden, camilere bile doldurarak öldürmesi yetmiyor!.. 

Neden? Çünkü, Emperyalizm, hiçbir işgal gücünün işgal edilen ülkenin halkından 
daha kalabalık olamayacağını biliyor… Vietnam batağından çıkamamış emperyalist orduların sonunda Ortadoğu, günün birinde İran, günün birinde Venezuela -ve günün birinde, şaşıp yanılıp cami duvarını kirletmek gibi bir yanlış hesaba kalkışması durumunda da Anadolu- cehenneminde boğulacağını anlıyor... O nedenle, dünyayı bütünüyle ele geçirme amacının karşısında en büyük engel olarak gördüğü “ulus bilinci”ni yok etmek istiyor. 

ABD, Emperyalizmin ulu efendisi, İkinci Büyük Savaş’tan bugüne tüm dünyaya 
sürekli “I want you! (Seni istiyorum!)” diye haykırıyor hepimizin göz bebeklerimize bakarak. Yani, “biz”i istiyor emperyalizm; benliğimizi 
istiyor, kimliğimizi istiyor, bizi biz yapan değerlerimizi istiyor; kültürümüzü 
istiyor; dilimizi istiyor!.. Bu amaç içinse, elbette -doğrudan ya da dolaylı- 
her yolu deniyor. 

“ Millî His ile dil Arasındaki bağın çok kuvvetli olduğu”nu da biliyor uygar(!) 
Batı -ve onun besleme işbirlikçileri-, “Dilin Millî ve zengin olmasının millî 
hissin inkişafında (gelişmesi) müessir (etkili)” olduğunu da! Ulusal kimliğimizi 
bozmanın, ulusal değerlerimizi yozlaştırmakla başarılabileceğini, bunun yolunun 
da Türkçe bozularak, dilimiz aşağılanarak, yaralanarak, Türkçe’de gedikler 
oluşturularak, dilimize yabancı kullanımlar ve sözcükler sokuşturularak 
açılacağını biliyor!.. 

Türkiye’nin Okullarında., İngilizce Eğitim., 

Atatürk’ün ölümüyle başlayan karşıdevrim sürecinin bütün iktidarları, bu yolda 
da Batının işbirlikçisi ve taşeronu olarak davranageliyor. Böylece, uzun 
yıllardır, ülkemizdeki eğitim kurumlarında Türkçe’nin özenle öğretilmesi 
savsaklanıyor. Bunun yerine, çocuklarımız, hem de devlet okullarımızda, daha ilk sınıflardan itibaren İngilizce üzerinden eğitilmeye(!) başlıyor; en azından 
İngiltere ve ABD’nin dil ve kültürüne yakınlık duymayı öğreniyor! 

İlköğretim okulları ve liselerimizde Türkçe eğitim aşağılanıyor. “Türklerin 
Ülkesi”nde Türk anne babaların Türk çocukları, -ne yazık ki- İngilizce, 
Fransızca, Almanca, İtalyanca eğitim yapan Türkiye Cumhuriyeti okullarında o 
dilde eğitim alabilmek için, yıllarca, yarış atları gibi, bu okulların giriş 
sınavlarına hazırlanıyor! Türkiye Cumhuriyeti’nde, eğitim kurumlarının önemli 
bir bölümünde, lise ve üniversitelerde, öğrenciler, ağırlıkla İngilizce olmak 
üzere, yabancı dil temelli “hazırlık” sınıflarında eğitim alıyor ve yine ne 
yazık ki, bu hazırlığın neye “hazırlık” olduğunu da henüz bütün Türkler 
kavramıyor. 

“Türklerin Ülkesi”nde, Türkiye Cumhuriyeti üniversitelerinin yine önemli bir 
bölümü yabancı dilde eğitim yapıyor, bazı üniversiteler de öğrencilerini önce 
yabancı dil “hazırlık” sınıflarında eğitiyor(!). Öylesine ki, yabancı dilde 
eğitim yapan üniversitelerimizde, Türk Devrim Tarihi dersleri bile yabancı 
kitaplar temel alınarak, yabancı bakış açısıyla, elbette ki İngilizce olarak 
işleniyor!.. 

Türkiye Üniversitelerinde İngilizce’nin önemi., 

Yükseköğretim kurumlarımızda, araştırma görevlisi kadrolarının sınavlarından 
öğretim üyeliğindeki aşama sınavlarına kadar her adımda, yabancı dil bilgisi ya 
da yabancı dilde yayın yapma gibi etkinlikler daha çok puan getiriyor. 
Üniversiteler ve sınav kurulları, Türkçe yapılmış çalışma, sunum ve yayınları 
önemsemiyor, neredeyse yok sayıyor. Bu nedenle, Türkiye Cumhuriyeti
üniversitelerinin öğretim üyeleri, ilerleyebilmek için, örneğin doçent ya da
profesör olabilmek için, öncelikle, İngilizce sunulmuş çalışma ve yayınlar
yapmanın peşine düşüyor. Bu yayınların yabancı ülkelerde yayımlanan dergilerdeyer alması, ilerleme yolunu daha çok ve daha çabuk açıyor. Böylece Türk “bilim adamı”, kendi ülkesinin, “Türklerin Ülkesi”nin sorunlarını belirleyen ve çözüm önerileri üreten araştırmalar yapmak yerine, yabancı ülke dergilerinde yer alabilecek ve Türkiye’nin sorunlarıyla hiç ilgisi olmayan çalışma ve araştırma
konularına yöneliyor... 

*** 

Bütün bu uygulamaların savunusu, dünyanın artık küçüldüğü ve bugün artık bir ya da birkaç yabancı dil bilmenin önemi üstünden yapılıyor. Elbette, yabancı dil 
öğrenmenin önemini kimse yadsımıyor. Ama, bir ülkedeki (Türkiye) eğitim dilinin, giderek, o ulusun (“Türk Milleti”) anadili (Türkçe) dışında, o ulusa bütünüyle yabancı bir dil (İngilizce) durumuna gelmesinin, bilim etkinliklerinin yabancı dil ağırlıklı olmasının, o ülkenin (Türklerin Ülkesi) çıkarına olamayacağı nı; böylesi bir “eğitim” anlayışının o ulusun insanlarını, en azından, kendi  ülkesinin dil ve kültürüne karşı sevgisiz, ama o yabancı dilin köken aldığı ülke (ABD, Birleşik Krallık) ve kültürüne yakınlık ve benimseme duygularıyla donanmış yetiştireceğini de herkes biliyor. 

Karşıdevrim sürecinin iktidarları, bir zamanlar, Türkiye’yi ziyaret eden 
Amerikan savaş gemilerinin askerlerine “hazırlık” olarak, İstanbul’da bazı 
hanelerin duvarlarını badanalatmıştı. Aynı iktidarlar, yıllardır, belki de, 
Ortadoğu’daki ABD işgalinin günümüzde artık ucu görünen Suriye, İran, Azerbaycan adımları ertesinde ülkemizde de konuşlanmayı amaçlayan Amerikan postallarına “hazırlık” olmak üzere, beyinlerimizi de Amerikan dil ve kültürüyle “badanalıyor!..” Ama, bu şiir gibi süreci, yalnızca başına Amerikan çuvalı geçirilememiş Türkler görebiliyor şimdilik… 

Yaralı Türkçemiz., 

Türklerin Ülkesi’nin, her alanda bütünüyle satılmasının artık saklanamayan 
böylesi “hazırlık”ları, buzdağının su altında kalamayan bölümünü yansıtıyor 
aslında. Türk kültürünü “yeniden biçimlendirme”(!)nin Türk dili eksen alınarak 
başarılabileceği(!) açık. Bu durumda, bizlere düşen görev oyunu görmek ve önlem almak… 

Ama, bu küreselleşme oyununda, “ulusların dillerinin yozlaşımı”, küresel talan 
ve sömürü yapbozunun diğer parçalarından bağımsız değil. Emperyalizm, Türkiye’ye bir 12 Eylül-Özal dönemi armağan etti! Bu dönemin ülkemize armağanıysa toplumsal sorunlardan soyutlanmış bireyci bir gençlik ve toplum oldu. 

Bu Atatürk Türkiyesi’ne ihanet sürecinden Türkçemiz de payını aldı. Atatürk’ün 
Türk Dil Kurumu bu dönemde “yeniden biçimlendirildi”; Türk Dil Devrimi, -çoğu 
kez üstü kapalı da olsa- büyük ve yaralayıcı tartışmaların odağı oldu, 
yaralandı, dil devrimimizin sürdürülmesi yönündeki çabalar aşağılandı. TDK’nin 
Yeni Yazım Kılavuzu ve Türkçe Sözlük’ü 12 Eylül sürecinde “elden geçirildi”; 
sözcüklerin yıllardır yazılagelen yazımları değiştirildi! Öyle ki, Yeni Yazım 
Kılavuzu’nun adı bile yeniden İmlâ Kılavuzu oluverdi! 

Bu dönemde, genel bir kalıp olarak Türk Ulusu’nun davranışlarına yerleşen, ülke 
sorunlarına karşı kayıtsızlık dilimiz için de gelişti; ulusumuz anadil bilincini 
büyük ölçüde yitirdi. Türkçemiz’in bu kimsesizlik ortamında, bilim ve yaşamdaki 
hızlı gelişmelerin doğurduğu yeni kavramlar, Türkçemize İngilizce kökenli 
“Tarzanca” sözcükler olarak doluştu. Yaralı Türkçemiz, kuralları dışında yeni 
sözcük ve tümce oluşumlarıyla kuşatıldı… 

Türkçe Sözlükler., 

Koşullar ve durum ne olursa olsun, Türkçemiz’e ilginin sönmeyeceğini ve 
dilimizin yozlaştırılamayacağını biliyoruz. Çünkü anadilimiz, “ses bayrağımız”, 
ikinci “anayurdumuz”, Türk kültürünün ana nehri olarak yüzlerce yıldır akıp 
gidiyor… Geleceğe akışında yine arınarak yol alacak… 

Günümüzde Dil Derneği gibi, Türkiye Bilimler Akademisi gibi, Türkçe’nin üstüne 
titreyen kuruluşlar ve Türkçe’ye gönül verenler, dilimizin yaralarını sarmaya 
çalışıyor. Kişiler ve kuruluşlar Türkçe sözlükler ve yazım kılavuzları 
hazırlıyor, yayımlıyor. Türkçe alanında yetkin, saygın araştırıcıların sözlük ve 
yazım kılavuzları kitapevi raflarını süslüyor. Ancak, Türk insanına, özellikle 
ilköğretim okulu öğrencilerine, yazarı, düzenleyicisi, yayımcısı belli olmayan 
ve hiçbir denetimden geçmemiş Türkçe sözlük ve yazım kılavuzları da sunuluyor!.. 

12 Eylül’den sonra kurulan Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Kurumu Türk Dil 
Kurumu’nun (AKDTKTDK) bu konuda temel düzenleyici olabileceği düşünülebilir iyi niyetle. Ama, ne yazık ki bu kurum, 1998’den bu yana Türkçe Sözlük bile 
hazırlamıyor!.. Yeni kavramlar karşısında günlük dilin gereksindiği, bilinçle 
üretilememiş sözcüklerin yerineyse İngilizce’den yozlaştırılarak türetilmiş 
“Tarzanca” sözcükler dolduruyor. Açılan bu yolda ilerlerken, birçok kendini 
bilmez altancık, Türkçe sözcüklerin ve Türkçe’nin yapısını bozmakta kendini 
küstahça, soysuzca ve düzeysizce hak sahibi görüyor. 

O nedenle, bir süredir “döner-chi”ler “döner-khebap” satıyor bu ülkede, 
kitaplarımızı “chiviyazilari” benzeri adı olan yayınevleri yayımlıyor, ihanet 
“medya”sının besleme köşe yazarları “garibanizm” gibi başlıklar atabiliyor!.. 
“Art gallery”lerdeki “exhibisyon”lar, “politikacı”ların “argüman”ları, 
“fast-food”la karın doyurmalarımız, “tivi”lerdeki “ançormen”lerimizse konunun 
başka bir acınası boyutu. Bütün bunlar, beynimizi “full dolduruyor” sonunda, 
“off oluveriyoruz…” Boynu bükük Türkçemiz’e ise “oha falan olmak” kalıyor 
yalnızca!.. 

Ama, Türk Milleti, Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal kimlik ve dil bilinci 
karartılamamış, olanı biteni şiir gibi seyredemeyen, başına Amerikan çuvalı 
geçirilememiş insanları, Türklerin Ülkesi ve Türkçemiz’in, kıstırıldığı kurt 
kapanlarını mutlaka kıracağını ve Türklerin Ülkesi’nde Kemalist Devrim’in ve 
Türk Dil Devrimi’nin bir gün mutlaka tamamlanacağını, çok iyi biliyor!.. 

Emin Sami Arısoy
Kaynak: http://www.turksolu.org/87/arisoy87.htm


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder