Türkiye'nin önemi (A. Nazmi Çora).,
Dr. Tahir Tamer Kumkale
12 Mart 2000 Pazar
" DÜNYAYI YÖNETEN DÜŞÜNCELER DEĞİL KUVVETTİR, ANCAK; KUVVETİ KULLANAN DÜŞÜNCELERDİR..."
Halen dünya sahnesinde görülen milletler içinde kendi özgün milli kimliğini koruyarak bağımsız devlet varlığını kesintisiz olarak, milat öncesi yüzyıllardan günümüze kadar, sürdürebilen yegane millet bizim milletimizdir; Türk Devleti ebedidir.
Tarih sahnesine çıkan milletler içinde küresel çapta, nitelikte cihan nazımı, kıtasal ebatta güç, süper güç konumuna erişen, bu konumunu dikkate alınmaya değer bir süre devam ettirebilen milletlerin sayısı bir elin parmak sayısını aşamayacak kadar sınırlıdır.
Türk Milleti eski dünyada cihan nazımı süper güç, kıtasal çapta büyük devlet konumunu bu seviyeye erişebilen milletler arasında en uzun süre koruyabilen millet olmuştur. Üç kıt'anın medeni hayata, iskana müsait 55 milyon km² genişliğindeki büyük bölümü değişik tarih dönemlerinde yüzlerce yıl Türk boylarının, Türk hükümet ve devletlerinin yönetimine girdiği gibi Avrasya kıt'a blokunun uzun ekseni üzerinde kıt'asal genişlikte bir merkezi alan kesintisiz Türk varlığına, Türk dil ve kültürüne vatan olma özelliğini korumuştur.
Saka, Hun, Batı Hun, Avar, Hazar, Göktürk, Uygur, Karahanlı, Gazneli, Büyük Selçuklu, Kuman, Peçenek, Kıpçak, Harzemli, Anadolu Selçuklu, Cengizli, Çağataylı, İlhanlı, Altın Ordulu, Timurlu, Akkoyunlu, Karakoyunlu, Safevi, Babürlü, Osmanlı hayat ve egemenlik alanları hatırlanmalıdır.
16 ncı Yüzyıl Türk Yüzyilı diye adlandırılır. Bu yüzyılın devamında Türklüğün (dört ayrı devlet çatısı altında) üç kıt'a üzerinde toplam egemenlik alanlarının 40 milyon km² ye eriştiği, Türklüğün batı kolunu oluşturan Osmanlı İmparatorluğu'nun yüzölçümünün 19 milyon km²'yi aştığı da hatırlanmalıdır.
BÜYÜK ATATÜRK; Cumhuriyetimizin Onuncu Yılında yaptığı tarihi konuşmada;
"Bugün Sovyetler Birliği, dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse bugünden kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir, ufalanabilir. Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir...Bizim bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır.
Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevi köprülerini sağlam tutarak. Dil bir köprüdür...İnanç bir köprüdür...Tarih bir köprüdür..."
"...Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimizin içinde bütünleşmeliyiz. Onların (Dış Türkler'in) bize yaklaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekli..." demiştir.
"Sovyet Rusya ile daima iyi komşu olmaya gayret etmeliyiz. Fakat ne haklarımızdan en küçük bir şey feda etmeliyiz ve ne de oyunlarına kapılmalıyız" Bu sözleri büyük ATATÜRK 1922 yılı Haziran ayında Moskova'dan dönen Büyükelçimiz A.F.CebesoyPaşa'ya söylemiştir. Bu sözler bugün de değerlerini koruyorlar.
Sovyetler Birliği'nin çöküşü, özellikle Doğu Avrupa, Balkanlar, Kafkasların güneyi, Orta Asya ve Orta Doğuda büyük bir değişikliğe ve istikrarsızlığa yol açmıştır. Türkiye, coğrafi ve kültürel açıdan bu değişikliğin tam merkezinde bulunmaktadır. Konumu ve Müslümanlığın hakim olduğu bir ülke olarak liberal demokrasinin gerektirdiği müesseseleri tesis ve muhafaza edebilmesi nedeniyle Türkiye, istikrarsızlıkla başa çıkmaya çabalayan ülkelere örnek teşkil etmektedir.
"Amerikan ülküsü" gibi "Türkiye ülküsü"de insanları ve kültürleri bir araya getirme alanında büyük bir önem taşımaktadır. Bağımsızlıklıklarına yeni kavuşan Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin Batı modeline motive edilmesinde Türkiye'nin çok önemli bir yeri vardır. Bu cumhuriyetler gözlerini 75 yıl aradan sonra Türkiye'ye çevirmişlerdir. Batı değerlerini benimsemiş olan Türkiye, bunlar için yegane modeli teşkil eder. Gerek kaynak, gerekse deneyim açısından Türkiye'nin bu ülkelere verebileceği çok şey vardır.
Dünya kamuoyu Rusya'daki gelişmelere seyirci kalmaktadır. Bunun örneği Çeçenistan'da yaşanmıştır. Olayların tırmanması ve operasyonun başlamasına rastlayan süreçte başta ABD olmak üzere büyük devletler, konunun Rusya'nın içişi olduğunu belirterek görüş bildirmekten kaçınmışlardır. Bölge barışı ve Avrupa'da istikrarın devamı için bir tehlike teşkil eden fundamentalist hareket ve düşüncelerin yayılmasında Türkiye önemli bir engel teşkil eder. Türkiye, sadece Orta Doğu, Kafkasya ve Orta Asya cumhuriyetleri için değil, bağımsızlıklarına kavuşan Doğu Avrupa ülkeleri için de demokrasi ve serbest pazar uygulamaları açısından ideal bir model teşkil eder.
Türk boğazları önemini hala korumaktadır. Türkiye Batı için çok önemli olan Orta Doğu petrolünü kuzeyden örter. Türkiye bölge ve dünya barışı için tehlikeler teşkil edebilecek risk kaynaklarının büyük bir bölümünü kontrol edebilecek veya yönlendirebilecek bir konum ve seviyededir.
Türkiye dünya halkları için büyük bir tehlike teşkil eden uyuşturucu kaçakçılığı ile mücadele eden ülkelerin başında gelmektedir. Türkiye dünyada en çok uyuşturucu kaçakçısı, suçlusu yakalayan ve yakaladıklarına en ağır cezaları veren ülkelerin başında gelerek, bu konuda üzerine düşen görevi fazlasıyla yerine getirmektedir. Uyuşturucu kaçakçılığının terörle ilişkisi gözönüne alındığında bunun değeri daha iyi ortaya çıkar.
Türkiye'nin dünyada mevcut 43 Müslüman ülke arasında demokrasi ile idare edilen tek laik ülke olması, kendisine birçok sahalarda önemli avantajlar sağlamaktadır. Batı Hristiyan dünyası ile diyalog kurabilen yegane Müslüman ülkedir. Diğer bir deyişle Türkiye, "Kuzey-Güney- Doğu-Batı, İslam-Hristiyan, Totaliter-demokratik ve köktendinci-laik" düşünceler arasında bir köprü görevi yaptığından bölge ve dünya barışına önemli katkılarda bulunmaktadır.
Son gelişmelerden sonra merkezi Avrupa'da NATO ile BDT arasında bir tampon bölge meydana gelmesi sonucu, bu bölgeye yönelik doğrudan tehdit büyük ölçüde ortadan kalkmış; ancak şimdiye kadar NATO'da bir kanat ülkesi olan Türkiye'yi tehdidin ve risklerin tam ortasındaki bir "Cephe"durumuna getirmiştir. Bu nedenle Türkiye daha uzun bir müddet Yeni NATO Stratejisinde öngörülen "Forward Presence" (ileride bulunma) yerine "Forward Defense" (ileride savunma) konseptini uygulamaya devam etmek durumunda kalacaktır.
Batı ülkelerinin artık Türkiye'nin bu yeni jeo-stratejik değerini kavramaları gerekir. Eğer Türkiye hala Batı ile işbirliği yapmakta zorlanır ve Batı kurum ve kuruluşlarına girmesinde güçlükler çıkarılırsa, bu durum Batının stratejik menfaatlerine tamamen ters sonuçlar yaratabilir. Eğer Türkiye; Doğuda bazı cazibeler bulup, Batı ile olan ilişkilerini azaltırsa bu Batının aleyhine olur; zira Türkiye seçenekleri çok fazla olan bir ülkedir.
Bölgede Türkiye için anahtar sözcük istikrardır. Bütün olumsuz gelişmelerin içinde Türkiye bir çeşit sükun adasıdır. Oldukça fırtınalı bir denizde sakin bir limandır. ABD eski Başkanı Bush'un dediği gibi, "Türkiye değişen med-cezir olaylarının olduğu bir bölgede bir istikrar feneridir."ABD eski Dışişleri Bakanı James Baker'in ifade ettiği gibi "Türkiye Batının çıkarları açısından soğuk savaşın en kötü günlerinden daha büyük bir role sahiptir."
Dengesiz bir ortamla çevrelenen Türkiye, karmaşık ve değişken bir güvenlik sorunu ile karşı karşıya bulunmaktadır. Belirsizliklerin ve istikrarsızlıkların nerede, ne zaman ve nasıl krize veya askeri tehdide dönüşebileceği önceden kestirilememektedir. NATO içinde ikinci büyüklükte silahlı kuvvetleri ile caydırıcılığa önemli bir katkıda bulunan Türkiye, ekonomik ve endüstri alanında da süratle gelişip büyümektedir. 2000'li yıllarda 70 milyona ulaşacak nüfusu, kalkınan ekonomisi ve modernize edilmiş silahlı kuvvetleri ile NATO'nun ve Batının güçlü ve güvenilir bir dostu olarak pakt içindeki görevine devam edecektir.
Jeo Stratejik konumu, siyasal ve ekonomik yapısı, kültürel bağlarıyla aynı zamanda Avrupa, Balkan, Karadeniz, Akdeniz ve daha geniş bir çemberde Orta Doğu ülkesi olan Türkiye; Karadeniz bölgesinin ihtiyaç ve şartlarını göz önünde bulundurarak KEI'ni harekete geçirmiştir.
Türkiye 1922 yılından beri barış içinde yaşayan ülkelerden biridir. Kimsenin toprağında gözü yoktur. Hatta etrafındaki risk ve tehditlere rağmen ihtiyatlı bir silahsızlanma ve silahların kontrolünden yanadır. Ancak yakın geçmişte komşu ülkelerde meydana gelen politik ve askeri değişimler, çevre ülkelerde hüküm süren istikrarsızlık ve belirsizlikler dikkate alındığında, Türkiye'nin jeopolitik ve jeostratejik konumu ile komşularının tarihi emellerinin doğal bir sonucu olarak ortaya çıktığı görülecektir.
NATO da eskiden "KANAT" ülkesi iken şimdi "CEPHE" durumuna gelen ve Rusya, Orta Doğu ve Balkanlar'daki yangının tam ortasında bulunan Türkiye, coğrafi mevki, sosyal ve kültürel değerleri ve diğer milli güç unsurları ile bölgesinde bir denge unsuru olmaya devam etmektedir.
Türkiye çok geniş bir bölgede, çevresindeki bütün devletlerden ileri, onlara bir şeyler verebilecek ve model olabilecek bir ülke konumunda olup, elindeki stratejik kartının değeri azalmayıp, bilakis artmaya devam eden ender ülkelerden biridir.
Sonuç olarak; Jeopolitiği ve devlet olma özelliği tarihin derinliklerinden gelen Türkiye'nin yeni yüzyılda hangi konumda yer alacağının bugünden tespiti ve tayini gerekir. 20 nci Yüzyılın son 15 yılına sıkışmış görünen hızlı değişimlere, yeni stratejiler üretmeden "Yurtta Sulh, Cihanda Sulh" anlayışı ile ayak uydurulamayacağı bir gerçektir. Bu gerçeği görerek yeni politikalar üretmenin zamanı gelmiştir ve geçmektedir. (Yazan: A. Nazmi Çora)
Dr. Tahir Tamer Kumkale
12 Mart 2000 Pazar
BİLDİRİ-YORUM
2000-2012 |
Dr. Tahir Tamer Kumkale
http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=21
*******************
Türk Ülküsü (A. Nazmi Çora).,
Dr. Tahir Tamer Kumkale
16 Mart 2000 Perşembe
"TÜRK MİLLETİNİN İSTİDADI VE KAT'İ KARARI; MEDENİYET YOLUNDA DURMADAN VE YILMADAN İLERLEMEKTİR."
Mustafa Kemal Atatürk
Sözlük anlamı “AND” ve “UZAK HEDEF” demek olan “ülkü”, topluluğu aynı yolda yürüten bir kuvvettir ki, bu uğurda insanlar birbirlerine karşı içten sözleşmiş gibidirler.
Ülkü; ilkönce insanların gönüllerinde, gönüllerinin derinliğinde, şuuraltlarında, hayallerinde doğar ve kendini önce destanlarda gösterir. Sonra şuura geçer, Milli Liderler tarafından açıklanır. Daha sonra da büyük kahramanlar, onu gerçekleştirmek için büyük hamleler yapar. Bu hamle sırasında da ülkülü millet, liderinin ardından gönül isteği ile koşar. Bütün bu uğraşmalar arasında da millet yürür, önce manen, sonra maddeten ilerler, olgunlaşır, erginleşir.
Milli ülküler, milletleri yüzyıllar boyunca ayakta tutacak yegane enerji kaynağıdır. Ülkücü milletler, fedakar insanlarla doludur. Fedakar insanların çokluğu, her türlü insani meziyetlerin hakimiyeti demektir. İnsan toplumları insani meziyetlerle yaşar. İnsani meziyetlerini kaybetmiş toplumlar refah ve dış görünüşü ile büyüklük içinde olsalar dahi, yıkılmaya mahkumdur. Ancak kabiliyetli ve enerjik olan milletler büyüklük ülküsü ardından koşar. Çünkü büyüklük ülküsü, büyük fedakarlıklar ülküsü demektir. Bundan dolayıdır ki, korkaklarla aşağılıklar büyüklükten korkar, daima küçük kalmak ister.
Türkçülük, Türk milliyetçiliğinin adıdır. Türk milleti nedir, kimler Türk’tür diye sorulacak olursa;
“Türk milleti; Türk kökünden gelenlerle Türk kökünden gelmiş olanlar kadar Türkleşmiş kişilerdir” diye açıklanabilir. Türkçülük kelimesinin sonundaki ek; yerine göre mensupluk, sevgi, taraftarlık gösteren bir ektir. Türkçülük de Türk sevgisi ve taraftarlığı demek olduğuna göre, kelime, yerinde kullanılmıştır. Başka milletlerin Türk taraftarlığı ve Türk sevgisi bu kelime ile ifade olunamaz. Zaten başka milletlerin Türk’ü sevmesi de gerçekten bu sevgiye değil, geçici bir nezakete, çıkara, siyasi zorunluluklara işarettir. Türk’ü gerçek olarak, Türkten başkası sevmez.
Türkçülük bir ülküdür. Ülküler, milletlerin, manevi gıdasıdır. Ülküsüz milletlerin en talihlisi dahi silik ve sönük kalmaya mahkumdur. Eğer bu millet talihli de değilse, onun sonucu yenilmek, ezilmek, hatta yok olmaktır.
Türkçülük, bütün Türklerin tek devlet halinde birleşerek, her bakımdan bütün milletlerden ileri ve üstün olması ülküsüdür.
Türkçülük ; Milli ülkümüzün ismi demektir. Bu isim, “Türk birliği” sözleriyle özetlenebilir.
Türkçülük; Türk yurdunda Türk milletinin kayıtsız şartsız hakimiyeti ve bağımsızlığı ile Türklüğün her yönden bütün milletlerden ileri ve üstün olması ülküsüdür.
Türkçülük; bütün Türklerin tek devlet halinde birleşerek, her bakımdan bütün milletlerden ileri ve üstün olması ülküsüdür.
Ülküler; gerçekle hayalin karışmasından doğmuş olan, düne bakarak yarını arayan, milletlere hız veren ve uğrunda ölünen büyük dileklerdir. Milletler, ölebildikleri kadar yaşama hakkına sahiptirler.
Ülkücülük ;“idealizm” demektir. Bizim ülkümüzün hedefi; Türk Milleti’ni en kısa yoldan, en kısa zamanda, başkalarında avuç açmadan çağlar üzerinden sıçrayarak çağdaş medeniyetin en ön safına geçirmek, ilimde, teknikte, medeniyette insan hakları ve eşitlikte, çevrecilikte yeryüzünün en kuvvetli varlığı haline getirmek, Türklüğü yüceltmektir.
Türkçüler olarak davamız; Türk milletinin varlığını yüceltmek ve ebediyen devam ettirmek davasıdır. Bu fikrin, bu davanın üstünde başka hiçbir fikir, başka bir dava yer alamaz. Türk milletinin varlığını korumak, yükseltmek ve onu ebediyyen devam ettirmek fikrine hizmet etmeyen, bu fikre uygun olmayan hiçbir davranış, hiçbir hareket Türk milleti için geçerli olamaz.
Türk milletinin kendine has gerçekleri vardır., şartları vardır, tarihi vardır, milli gelenekleri vardır, milli ruhu vardır. Türk milleti, yabancı ülkelerin kendi şartlarına göre meydana getirilmiş olan sistemlerin kopya edilmesiyle kalkınamaz kurtulamaz. Türk milletinin milli gerçeklerini dikkate alan, milli ruhunu dikkate alan, milli tarihine ve milli geleneklerine, milli ahlakına, dinine bağlı, saygılı modern ilmi, modern tekniği de rehber edinen yüzde yüz milli bir sistemle olabilir. (A. Nazmi Çora)
A. Nazmi Çora'nın "İYİ İNSAN" sitesinin "ÖZEL YORUMLAR" bölümünde yer alan "TÜRK ÜLKÜSÜ" isimli yazısı aynen "GÜNÜN YORUMU" bölümüne aktarılmıştır. Bu şekilde daha çok ziyaretçinin yararlanmasına imkan hazırlanmıştır.
ÜLKÜ'ler; milletlerin yönetiminde ve yönlendirilmesinde en büyük itici güçtür. Ülküler; geçmişin ve bu geçmişteki büyük başarıların günümüze ve geleceğe yansımasıdır. Ülkülere ulaşılması ,devlete milli yarar ve millete refah sağlar. Ulaşılması zor ve uzak ülküler ise milletleri daha çok çalışmaya ve gayrete sevkeder. Bu bakımdan seçilen milli ülküler, kolaylıkla elde edilebilir olmamalıdır. Bu doğal özelliği dolayısıyla bazı dar düşünceli ve bağnaz kafalar ile satın alınmış beyinler; konuyu günümüz şartları içinde değerlendirerek ülküler ile bu ülkülere sahip çıkan ülkücüleri hayalperestlik ile suçlarlar. Bu nevi şuçlama ve saldırılar dikkate alınmamalıdır.
Komşumuz Yunanistan yönetiminin, Yunan Milletini fiziki olarak gerçekleşmesi hiç bir şartta mümkün olamayacak 150 yıllık bir "Megal-i İdea" etrafında nasıl birarada tuttuğunu ve inatla bu hedefe ulaşma gayreti içinde oldukları hepimizin malumlarıdır. Milletimizin sahip çıkması gereken "TÜRK ÜLKÜSÜ" nü büyük bir vukufiyetle ve açıklıkla ortaya koyan Sayın Çora'yı kutluyorum.
Dr. Tahir Tamer Kumkale
16 Mart 2000 Perşembe
BİLDİRİ-YORUM
2000-2012 |
Dr. Tahir Tamer Kumkale
http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=22
***************
Toplumun Hakkı (A. Nazmi Çora)
Dr. Tahir Tamer Kumkale
20 Mart 2000 Pazartesi
"YASALAR, İNSANLARI ÖZGÜR YAPMAZ; YASAYI ÖZGÜR YAPACAK OLAN İNSANLARDIR."
İnsanın, doğduğu toplumun kültürüne göre yetiştiği bir gerçektir. İnsan, pekçok değeri doğduğu toplumda hazır bulur. Dil, din, ahlaki kurallar ve örf-adetler onun şahsiyetine şekil verir ve hayat tarzını düzenler. Eğitimi, sosyolojik açıdan tanımlayınca bu oluşumlardan hareket edildiğini görüyoruz. "Geçmiş nesillerin kültürünün gelecek nesillere aktarma faaliyetine eğitim " diyoruz. Bu tanım, sosyolojik açıdan yapılan evrensel bir tanımdır.
Demek ki, ana doğuruyor; toplum yoğuruyor. Toplumun kendisi bizzat bir eğitimci olduğu için, insan yavrusunun kültürel kaderini belirlemektedir. Hangi dille konuşacağını, hangi inanç sistemini benimseyeceğini ve ahlaki davranışlarını hangi geleneklere ve değerlere göre yapacağını toplum ona dikte etmektedir. Onun içindir ki, toplumun ana kadar önemi vardır ve bazen de onun önüne geçmektedir.
Çocuğun doğumuna kadar annenin rolü, okul çağına kadar ailenin rolü önem kazanır. Okul çağından sonra ise; okul ve toplumun rolü öne geçmektedir. Ana-baba hakkı bize verdiklerinden kaynaklanmaktadır.
Bilindiği gibi,"milletin teşkilatlanmış haline devlet" diyoruz. Bayrağı, vatanı ve bağımsız sosyal müesseseleriyle devlet, bizi köle olmaktan korumaktadır. Bizleri başka devletlerin emperyalizminden koruyan, kültür, namus ve ekonomik bağımsızlığımızı temin eden devletin bizim üzerimizde hakkı vardır. Çoğu insanlar devlet ile hükümet kavramlarını yeterince ayıramadıklarından, hükümeti tenkit etme yerine, daima devleti tenkit etmektedirler.
Devlet bir hükmi şahsiyettir. Devletin dinlisi, dinsizi olmaz. Çünkü hükmi şahsiyetlerin inancından bahsedilmez. Devletin, islamlısı-islamsızı, inançlısı-inançsızı, kafiri, hıristiyanı, yahudisi olmaz. Devlet bir şemsiyedir ve her inanç sistemine eşit mesafededir. Onun işi, bir inanç sistemini öne çıkarıp, ötekilere baskı yapmak değildir. Onun görevi, belli kültür ve inanç guruplarının kavgasını önlemek ve herkesi kendi alanında kalıp amacına hizmet etmesini temin etmektir. Devlet bu hizmetlerini yaparken, verdiği emeğin karşılığında bizim üzerimizde de hakkı doğmaktadır. Bunların en önemlisi itaat hakkıdır.
"Devlete itaat" bir sosyal görevdir. Devlet çökünce, millet de çöker. Milletin bütün dini ve kültürel değerleri, devlet sayesinde hayatlarını sürdürür, gelişir ve serpilir.
Toplumun örf-adet ve değerlerine sahip çıkmak, fertlerin üzerine düşen bir haktır. Toplumun yücelttiği değerlerin yaşaması için elinden geleni yapmak, gayret göstermek fertlere düşen çok önemli bir vazifedir. Topluma bu hizmeti veren fertler, aynı zamanda da devletin üzerindeki hakkı yerine getirmiş olmaktadırlar.
Toplumda iyiliklerin gelişip yayılması, kök salması için kötülüklerden uzak durmak gerekiyor. Toplumun iyiliğine çalışmak, onun ruhu olan milli ve manevi değerleri yaşatmak, onu hastalandıracak yıkıcı ve bölücü davranışlardan sakınmak, doğduğumuz ve içinde yaşadığımız toplumun üzerindeki hakkıdır. (Yazan: A. Nazmi Çora)
Dr. Tahir Tamer Kumkale
20 Mart 2000 Pazartesi
http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=23
***********
Kafkaslar gerçeği ve Kafkasya politikamız.,
Dr. Tahir Tamer Kumkale
26 Mart 2000 Pazar
TÜRKİYE'NİN KAFKASLAR POLİTİKASI
"OYUNA TEKRAR GİRMEZSENİZ, BAŞARILI OLMA ŞANSINIZ HİÇ OLMAZ."
21 Mart 2000 tarihinde haber bültenlerinden çok ilgi çekici ve beklenmedik bir haber bütün ayrıntıları ile duyuruluyor."26 Mart tarihinde yapılacak Başkanlık seçimlerinde Rusya Devlet Başkanlığına aday olan şimdiki Başkan Vekili Viladimir Putkin bir savaş uçağı ile Çeçenistana gitti. Bu süpriz gezide Putkin eli kanlı haydutlarla Çeçenistan barışı için görüşmeyeceğini, yetkili ve etkili sivillerle görüşmeye hazır olduğunu, bölgeye mutlak barışı getireceklerini bildirdi." Görülen o ki; Rusya'daki başkanlık seçimlerinin geleceği Kafkaslardaki barışa bağlı. Rusya başta olmak üzere Bağımsız Devletler Topluluğu için olduğu kadar; Avrupa Birliği ve ABD başta olmak üzere batı dünyasında da KAFKASLAR dış politikanın şimdiki odak noktası olma konumunu koruyor.
Türkiye'yi Kafkaslardan ayrı düşünmek mümkün değildir. Kafkaslar; Türkiye'nin uluslararası dış politikalarına etkisi yanında bölgedeki Türk unsurların varlığı ile iç politikasında da önemli rol oynamaktadır. Ayrıca Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ile doğrudan temasın sağlanmasında da bir köprü vazifesi görmektedir.
Kafkaslar; coğrafi yakınlık, ekonomik işbirliği imkanları ve sahibolduğu doğal kaynakları nedeniyle de Türkiye için önemli bir ilgi alanı oluşturmaktadır. Rusya Federasyonu'nun mevcut problemleri ve ekonomik sıkıntıları yanında, sahibolduğu askeri gücü, kültürel, ekonomik ve idari yapısı ile teşkil ettiği potansiyel tehlike karşısında Kafkasların bir "barış kuşağı" ve"Rusya ile bir tampon bölge teşkil etmesi " Türkiye için çok önemlidir.
Ermenistan ve Gürcistan ile Türkiye arasında muhtemel bir dostluk ve barış sürecinin doğması ve devamının sağlanmasının bu ülkelerin yararına olacağı açıktır. Azerbaycan ile başlatılan dostluk, ve işbirliğinin gelişerek devam etmesi de; hem bölge barışı ve hemde Türk Cumhuriyetlerinin batı ile olan doğrudan bağlantıları için hayati önem arzetmektedir.
Türkiye'nin Kafkas Devletleri ve Kafkas Toplulukları ile ilgili imkan ve kabiliyetleri ve bu bölgede uygulayabileceğini değerlendirdiğim alternatif politikaları ana hatları aşağıya çıkartılmıştır.
1. Sovyetler Birliğinin dağılması ile Kafkaslar'dan ülkemize yönelen tehdit şimdilik ortadan kalkmıştır. Bu durum Türk dış politikasına yeni aktiviteler kazandırmıştır. Kafkaslar; Türkiye için stratejik değere sahiptir. Türkiye eline geçen bu imkanı kendi güvenliği açısından en iyi şekilde korumak ve kullanmak zorundadır.
2. Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarını kazanmalarından sonra Türkiye'nin bu bölge ile bağlantısı daha da önem kazanmıştır. Bu bağlantı; Kafkaslar ,Rusya Federasyonu ve İran gibi üç yol üzerinden sağlanabilir. Bunlardan en güvenlisi Kafkaslar ve Azerbaycan üzerinden yapılanıdır
3. Kafkasların pek çok devlet ve milletten meydana gelen karmaşık yapısı Türkiyenin bölgedeki güvenliği için olumsuzluk nedenidir. Bu olumsuzluğun ana unsurları İran, Ermenistan
ve Rusya'dır. Tek olumlu faktör dost ve kardeş Azerbaycan'ın mevcudiyetidir. Kıbrıs, Türkiye için ne kadar önemli ise Azerbaycan'da en az Kıbrıs kadar önemlidir. Bu bakımdan Türkiyenin bölgedeki politikası Azerbaycanı her alanda desteklemeğe ve güçlendirmeye dayanmaktadır.
4. Kafkaslarda Türkiye'nin başını ağrıtacak ülkelerden biri sınır komşumuz Ermenistan'dır. Çünkü Ermenistan kendi siyasi emelleri için Kafkasların zaten karmaşık olan yapısına dış faktörleri çekmeği dış politika ilkesi haline getirmiştir. Bu durum Türkiye'yi daha önce de olduğu gibi bölge dışı ve özellikle batılı devletlerle karşı karşıya getirebilecektir. Türkiye buna daima hazır olmak durumundadır. Osmanlı'dan kalan "ERMENİ SOYKIRIMI iddiaları ,daima her platforma taşınmaya hazır beklemektedir.
5. Türkiye; Ermenistan politikasında bu ülkenin deniz bağlantısının olmamasından doğan dezevantajını çok iyi kullanmak zorundadır. Bu devletle olan ilişkilerinde birtakım dostluk heveslerine ve gereksiz iyi niyet gösterilerine kapılmadan aklıselim ile hareket etmelidir.
6. Kafkaslardaki bir diğer önemli sorun da İran'dır. Bilindiği gibi İran Azerbaycanı'nda bağımsız Azerbaycan Cumhuriyetinin birkaç katı Azeri yaşamaktadır. İran; Türkiye'nin elinden Azerbaycan faktörünü almak ve/veya hiç değilse zayıflatmak için her çareye başvuracaktır.
Ankara -Bakü eksenine alternatif olarak bölgede Tahran-Erivan ve hatta Tahran-Moskova ekseninin kurulması bir fantezi değildir. Türkiye'nin İran'ın bölgedeki faaliyetlerini dikkatle izlemesi gerekmektedir.
7. Bütün bunların içinde Türkiye için bölgede sıkıntı yaratacak en büyük faktör Rusya Federasyonu'dur. Türkiyeye yönelik Çarlık Rusyası'ndan gelen temel hedefler değişmemiştir ve aynen muhafaza edilmektedir. Türkiye bugün Rusya'yı bu hedeflerinden uzaklaştırmak için bu devletle çeşitli işbirliği projelerine girmiştir. Bunlardan en önemlisi Karadeniz Ekonomik İşbirliği Projesi' dir.
Bunun yanında Türkiye; Karabağ meselesine de Rusya' yı ortak ederek (Ermenistan üzerindeki etkinliği dolayısıyla )çözüm için iş birliği yaratmak istemiştir. Bunların hiçbiri ciddi bir sonuç vermemiştir. Kısacası Rusya; Türkiye'nin bütün çabalarına rağmen bölgedeki varlığı için Türkiye'yi hala en büyük tehdit ve kendi politikalarına engel olarak görmektedir. Hiçbir zaman Türkiye ile işbirliği içinde olmak istememektedir.
8. Kafkaslar da Türkiye'nin önem vermesi gereken ülkelerden biri de GÜRCİSTAN'dır. Bu ülke her alanda Rusya'ya bağımlıdır. Gürcistan ile olan münasebetlerimizde de Rusya faktörü daima gözönünde bulundurulmalıdır.
Sonuç olarak KAFKASYA; TÜRKİYE için olduğu kadar RUSYA FEDERASYONU içinde çok önemlidir. Bu bakımdan Türkiyenin bölge ülkeleri ile ilişkilerini sürdürürken daima gözönünde bulundurması gereken genel prensiplerin özünde Rusya ile olan ikili ilişkilerimiz yatmaktadır. Bu prensipleri şu şekilde sıralamak mümkündür.
* Kafkas ülkelerine yaklaşımın PAN-TÜRKİST olmamasına özellikle dikkat edilmelidir.
* İlişkilerin geliştirilmesinde Rusya'nın karşımıza alınmamasına özen gösterilmelidir.
* Uluslararası kuruluşlar ve bilhassa batı ülkeleri nezdinde Türkiye'nin yayılmacı bir ülke imajı yaratmamasına dikkat edilmelidir.
* Bölge ülkelerinin Rusya ile olan ilişkileri ve bağımsızlıklarının derecesi takip edilerek Türkiye'nin politikaları buna göre şekillendirilmelidir.
Yukarıda sayılan genel prensipler çerçevesinde bölgedeki hedflerimiz şunlar olabilir;
(1) Kafkasya'yı Orta Asya ve Rusya Federasyonu ile ulaşım yollarımız bakımından rahat geçit veren bir köprü durumuna getirmek.
(2) Rus yayılmacılığının yeniden canlanması ihtimaline karşı bu bölgeyi bir tampon bölge haline getirmek
(3) Türk ekonomisinin güçlendirilmesi için karşılıklı çıkar ilkesi korunmak kaydı ile bölgenin ekomik potansiyelinden azami yararlanmaktır.
Dr. Tahir Tamer Kumkale
26 Mart 2000 Pazar
http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=24
************
5+5 Cumhurbaşkanı.,
Dr. Tahir Tamer Kumkale
30 Mart 2000 Perşembe
"KABİLİYETLİ ÇIRAK, USTADAN USTA OLUR."
Uzun ve karmaşık çalışmalardan sonra iktidar partilerinin desteği ve isteğiyle Sayın Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel'in yeniden seçilmesini sağlayacak anayasa değişikliği nihayet 29 Nisan'daT.B.M.M. gündemine geldi. Yapılan bütün uzlaşı çağrılarına ve Sayın Başbakan Ecevit'in bütün ikna konuşmalarına rağmen sonuç iktidarın beklediği gibi olmadı. Milletin beklediği gibi oldu. Yapılan ilk tur oylamalar Anayasa değişikliği için geçerli 367 oy'un bulunamayacağını gösteriyor. Değişiklik geçse bile, kulisler; milletin vekillerinin artık Demirel'den başka bir yüz görmeyi arzu ettiklerini haykırıyor.
Kimsenin kuşkusu ve korkusu olmasın yüce meclisimiz yeni Cumhurbaşkanımızı 16 Mayıs'ta Çankaya'ya uğurlayacaktır. Her kim seçilirse seçilsin yeni Cumhurbaşkanımız büyük bir liyakat ile ülkemizi yönetecektir. Çünkü demokrasi şahışların değil, sistem ve kuralların hakim olduğu rejimin adıdır. Türk devlet yönetimi güçlüdür. Türkler devlet yönetiminde dünyada eşine rastlanmayacak kadar çok tecrübe kazanmıştır.
Şimdi cumhurbaşkanlığı seçimi ile ilgili olarak daha öncede vurguladığım düşüncelerimi bir kere daha açıklamak istiyorum.
Cumhurbaşkanımız büyük devlet adamı Sayın Süleyman DEMİREL bugün tam 76 yaşındadır. Yasal bekleme süresi 16 Mayısta dolmaktadır. Anayasmız bir kişinin 7 yıl süre ile ve sadece bir kere seçileceğini öngördüğü içindir ki Sayın Demirelin anayasa değişmeden yeniden seçilmesi hukuken mümkün değildir. Şimdi T.B.M.M. büyük bir ciddiyetle 16 Mayıstaki bu seçime hazırlanmaktadır. Meclis ve Türkiye'nin gündemi bu seçime kitlenmiştir.
Allah sağlıklı ve uzun ömürler versin. Sayın Demirel; 38 yaşında genç bir bürokrat iken yeni kurulan Adalet Partisi'ne girdi. 1964 yılında 40 yaşında iken partinin başına geçti. Siyaset alanında çok yeni ve tecrübesiz olmasına rağmen 41 yaşında ve fevkalade kritik günlerde başbakanlık koltuğuna oturdu.
1965-1971 yıllarında bu genç ve tecrübesiz politikacının önderliğinde ülkemiz; çok istikrarlı ve daima yükselen bir kalkınma hamlesi sergiledi. Demirel ; başbakan olduğunda lisede öğrenci idim. Gençliğim, orta yaşım ve emekliliğim SÜLEYMAN DEMİREL'in iktidar, muhalefet ve Cumhurbaşkanlığı ile geçti. Gözümüzü açtık O'nu gördük. Büyüdük ve hala O'nunla yaşıyoruz. Görünen manzara o'dur ki daha birkaç yIl yine O'nunla yaşayacağız. Bizim neslimizin değişmez kaderi ve yazısı bu.
Sayın Demirel'in bilgisine, görgüsüne, devlet tecrübesine erişmek ve bu konuda olumsuz bir söz söylemek mümkün değil. Bu bakımdan herkezden tam puan alır. Fakat kendisine tam puan veremediğimiz hususlarda mevcuttur. Tam puan vermediğimiz hususlar bu yetenekleri ile ilgili değildir. Neden hala bu memlekette kendisine ihtiyaç duyulmasıdır.
Sayın DEMİREL; kırk yaşında partisini iktidara taşımış, başbakan olmuş, bu görevide büyük bir başarıyla yerine getirmiş bir devlet adamı olarak ; kendisinden sonra gelen gençlere neden fırsat tanımamıştır? . Daima en iyi kendisinin bu ülkeye hizmet edebileceğini göstererek yükselme yolundakilerin önünü tıkamıştır.? Nerededir 2000'li yılların dünyasına yön vereceği varsayılan Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı, başbakan, bakan ve üst düzey yönetici adayları.?
Demokrasi ve buna dayanan Cumhuriyet rejimleri şahıslarla kaim değildir. Sistemler ve kurallar rejimidir. Şahısların hakimiyeti kırallık ve dikta rejimlerinde görülür. Demokrasileri belirli şahıslarla yürütmeye çalışmak gerçekçi değildir ve sistemin tabiatına aykırıdır. Bugün burada hala ayni şahısların vazgeçilmezliği tartışılıyorsa sistemde önemli arızaların olduğunu varsaymak gerekir.
Sayın Demirel'in bir kere daha seçilebilmesi için anayasamızın ilgili maddelerinin
değişmesi gerekir. Bunun içinde T.B.M.M. üye tamsayısının üçte ikisinin evet oyu gerekiyor. Bu sayının tutturulması için bütün partilerin uzlaşması gerekiyor.
Şimdi; sayın Cumhurbaşkanımızın çağdaşı olan ve 1957 yılında CHP milletvekili olarak
başladığı siyasi hayatına bugün başbakan olarak devam eden ve yıllarca en büyük muhalifi olduğunu bildiğimiz Sayın Bülent ECEVİT'in önderliğinde " Sayın Demirel'i Yeniden
Cumhurbaşkanı Seçme" kampanyaları yürütülmektedir.
"Bu ülkeyi ancak Demirel yönetebilir. Başkasının seçilmesi ülkemiz için felaket olur." gibi ifadeler basınımızda sık sık görülmeye başlandı.
Sayın Başbakanımız haklıdır. Söyledikleri doğrudur. Bugün sadece ülkemizde değil, dünyada Sayın Demirel'den daha tecrübeli ve yetenekli bir politikacı yoktur. Fakat benim kanaatime göre ;artık bu bilgi ve tecrübesini yönetimde kullanmasının değil, yeni nesillere aktarmasının zamanı gelmiştir. Arkadan gelecek gençler nasıl yetişecekler.? Başbakan ve Cumhurbaşkan? olmak için 30-40 yıl bekleyecekler mi? Sayın Demirel 41 yaşında başbakan olduğu zaman bugün kendisinin oturduğu makamlar kendi önünü açmasalardı ve kendisine bu şansı vermeselerdi bugünkü tecrübesine erişebilir miydi.?
1965' lerin genç ve tecrübesiz başbakanı Süleyman Demirel ilk beş yılında adeta yönetim harikası gerçekleştirmişti. Atatürk 39 yaşında T.M.M.M. Başkanı, 40 yaşında Başkomutan, 42 yaşında ise Cumhurbaşkanı olmuştu.
- Bu ülkede yeni Demireller artık yetişmiyormu ?
- Bu ülkenin okullarından artık adam çıkmıyormu ?
- Yoksa yetişiyorda kendilerine imkan mı verilmiyor.?
Eğer yoksa ve yetişemiyorsa sistemde arıza var demektir. Eğer sistem iyi çalışıyorsa , bu ülkenin yetişmiş genç beyinleri neredeler ?
* Göreve talip değiller mi ?
* Yoksa görev verildide görevden mi kaçtılar ?
* Gençlerin önü ne zaman ve nasıl açılacaktır.?
* Gençlere ne zaman güvenilecektir.?
Kanaatimce; millete güvenmek ve bu milletin içinde var olduğu bilinen değerleri
destekleyerek , önemli görevleri üstlenmesinden korkmamak gerekir. Bu milletin içinden daha nice Demirel'ler, Ecevit'ler çıkacaktır. Ülkemizde nice yetişmiş beyin, kendilerine fırsat tanınmasını ve sıranın kendilerine gelmesini bekliyor.
Korkmayın verin fırsatı. Allah hepinize uzun ömürler versin. Ama bilinki; bu gençler yine sizi sayarlar ve engin tecrübenizden yararlanmak için sizi baştacı ederler.
Eğer kendinizi vazgeçilmez kabul edip yerinizi liyakatli gençlere bırakmazsanız; ve yönetici olmakta israr ederseniz; engin tecrübelerinizi sizden sonra gelen nesillere anlatacak ve bilgi birikiminizi kağıda döküp gelecek kuşaklara aktaracak zamanı bulamayabilirsiniz.
Sizin bilgi ve tecrübenize bu ülke insanının ihtiyacı vardır. Bunu kendinizle beraber götürmek lüksüne sahip değilsiniz. Günlük yoğun çalışma şartları içinde bunu yapabilmeniz ise imkansızdır. Bunun için;
LÜTFEN ARTIK ÇEKİLİN VE GENÇLERİN ÖNÜNÜ AÇIN...
Koltuğa bu kadar yapışmanızın ve vazgeçilmez olduğunuzu düşünmenizin millete hizmet aşkından kaynaklandığını hepimiz biliyoruz.
Sizler büyüksünüz. Büyüklüğünüzü sıranın artık başkalarında olduğunu görerek daha
iyi sergileyebilirsiniz.
Bu ülkenin siz olmadanda büyüyecek ve güçlenecek bir olgunluğa eriştiğini lütfen kabul edin ve gereğini yapın.
Bunu yapınki, bu millet vatanın her köşesine birer heykelinizi dikerek sizi ölümsüz kılsın.Sizi tarih içindeki şanlı yerinize oturtsun.
Dr. Tahir Tamer Kumkale
30 Mart 2000 Perşembe
http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=25
*************
MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİ TÜRK-RUS İLİŞKİLERİ MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİ TÜRK-RUS İLİŞKİLERİ
Milli Mücadele dönemi, Türk-Rus ilişkileri,Tahir Tamer Kumkale,
Tahir Tamer Kumkale
3 Nisan 2000 Pazartesi
Türk-Rus ilişkileri 31 Aralık 1492'de, iki Sultan Bayazıt ile Moskova İvanı arasında Kırım Hanının arabuluculuğu ile yaptığı mektup değişimleriyle başladı ve bugün 508. yılına ulaşmıştır. bugünün ve geleceğin ilişkilerinin yanı sıra bölge barışı ve dünya barışı. Aslında, Türk toplumlarının ve devletlerinin Slav unsurlarıyla ilişkileri MÖ 500'lere kadar uzanıyor. 1492, tarihi ilişkilerin resmi ve düzenli olarak kurulduğu tarihi simgelemektedir. Rus Tarihi, başlangıcından bu yana, siyasi bir sisteme, genişlemeye ve büyümeye dönüşen dört temel düşüncenin çoğalması tarihidir. Tarih boyunca, doğal olarak, komşu Türk ve Rus ilişkileri bu düşünceler üzerine kurulmuştur. İktidar ve rekabet mücadeleleri, entrikalar ve propaganda savaşları, antlaşmaları, dostlukları ve düşmanlıkları kapsamına aldı.
Birinci Aşama; 1500-1800 yıllarını kapsamaktadır. Temel felsefe “Moskova Bizans'ın halefidir. Moskova üçüncü Roma. Rusya, Roma ve Bizans topraklarının hükümdarı olacak. ” Buna göre;
- Karadeniz geçecek ve Rus egemenliğine girecek. - İstanbul ve çevresi Ruslar tarafından ele geçirilecek.
- Kafkasyalılar ve Hazar Bölgesi'nde faaliyet gerçekleştirilecek.
İkinci Aşama; “slavizm” sloganıyla başlar ve 1800-1917 yıllarını yakalar. Amaç Büyük Tzar Peter'ın tarihi iradesine ulaşmaktır. Temel yön ılık denizlere giden yol ve Osmanlı toprakları tek engel olarak görülüyor. Buna göre; “Avrupa'nın ve özellikle Balkanların herhangi bir yerinde yaşayan Slavlar, varlıklarının devamı ve gelişmesi bir bütün olarak ancak Rusya'ya bağlı bir Slav İmparatorluğu'nun kurulmasıyla mümkün.”
Üçüncü Aşama; aynı zamanda bu denemenin konusu olan ulusal mücadele dönemiyle başlar ve 1990'lara kadar “Marksist-Leninist” ideoloji ile işaretlenmiş Sovyet yayılmacılığına kadar devam eder. Buna göre; " Varlık; Rusya'nın gelişimi ve devamı kapitalizmin ve emperyalizmin yıkılmasına bağlıdır. Bu ilke tüm insanlık için geçerlidir. İnsanlığın iyileştirilmesi ancak kapitalizmin sömürücü düzeninin kaldırılmasıyla mümkündür. Bunun için sömürülen emeğin devlet ve sosyal yaşam üzerinde yönetilmesi gerekir. Rusya bir dünya devriminin öncüsüdür. Rusya'nın dünya hakimiyeti Moskova merkezli bir komünizmin Avrupa, Afrika, Asya ve ABD'ye yayılmasıyla gerçekleşecek. Böylece Rusya'nın dünya hakimiyeti gerçekleşecek. ”
Dördüncü Aşama; Marksist-Leninist rejimin yanması ve 1990'larda Sovyetler Birliği'nin çöküşüyle başladı. Türk Cumhuriyetleri'nin “YENİDEN YAPILANMA” ve “GLASNOST” politikalarının sonuçlarıyla bağımsızlıklarını kazandıkları günümüze kadar devam etmektedir. Buna göre; “PERESTROICA (yeniden yapılanma) ile, Rusya'nın çıkarları tüm insanlığın çıkarlarıyla örtüştü. Rusya'nın ideali, tüm dünyada insanlığın birleşmesi ve bir dünya - devletler - toplum kurulmasıdır. Buna göre, devletler ve toplumlar arasındaki ilişkilerde ideolojilere yer yoktur. İnsanlığın önemli sorunlarına çözüm, silahlanma yarışı, çevre sorunları, yoksulluğa karşı mücadele ancak birlikle mümkün olabilir. ”
Düşünce çerçevesi ne olursa olsun, Türkler birincil tiyatrodur ve Türkiye her zaman en önemli rakiptir. Milli Mücadele Dönemi; 1918-1925 yıllarını kapsamaktadır. Bu dönemde iç ve dış mücadeleler ve yeniden yapılanma hareketleri devam etmektedir. Bununla birlikte, eski köklü ilişkilerin en sakin olduğu dönemdir, ancak en kapsamlı sonuçlara ulaşılmıştır. 1917 yılının ilk aylarında, Karensky Hükümeti Bolşevik-Komünist Partisi tarafından ülke genelindeki isyanlardan dolayı atılmış, Tzar-başlık bir tarih haline geldi. 8 Kasım 1918'i toplayan ikinci Sovyet Kongresi “barış ilhak ve tazminatsız olsun” ve “savaşan devletleri Birinci Dünya Savaşı'nın kavgalarına ve sona erdirmeye davet etti. ”
3 Mart 1918 tarihli Brest-Litowsk Anlaşmasına göre; Rusya Bitlis, Van, Erzincan, Erzurum ve Trabzon'dan çekildi. Halkın Osmanlı Devletine bağlılığının sonucu olarak Kars - Ardahan - Batum ilçelerinde referandum yapılmıştır. 30 Ekim 1918 tarihli Moindros Barış Antlaşması'nın 7. maddesine göre, askerler Osmanlı başkentinde ve diğer çeşitli bölgelerde konuşlandırıldı ve istila başladı. Batum Gürcüler, Kars ve çevresine Ermeniler ve Bakü bölgesine İngilizceye verildi.
Aynı dönemde Rusya iç savaş, anarşi ve terörle kaynıyordu. Müttefik kuvvetler doğrudan ve dolaylı olarak hükümet karşıtı eylemleri ve hareketleri destekliyordu. Rusya'nın ana görevi iç mücadelelere son vermekti. Osmanlı liderleri bu önemli olaylardan yararlandı.İlk olarak, Doğu'da Ermeni genişlemesini engellediler ve sınırı “93 Savaşı” ndan önce olduğu yere itti. Türk bağımsızlık savaşı kaptalizme ve emperyalist güçlere karşı yürütüldü. Rusya'daki yeni rejim ve komünist hareketler ve sistemi kurma çabaları, kapitalizmi ve emperyalizmi ana hedef olarak seçti ve onlarla her yönden savaşmak için kuralları koydu. İngiltere ve Fransa eski müttefikleri Rusya'daki gelişmeleri ciddi bir tehdit olarak gördüler ve rejim karşıtı hareketleri tamamen desteklediler. Bu konuda, Türkiye ve Rusya aynı düşmana karşı savaşıyordu. Her iki taraf da en iyisini işbirliği, karşılıklı destek, yardım ve dayanışma olarak gördü. İlişkiler iyileşti, Türkiye'nin önünde iki önemli karar aşaması vardı. Birincisi, müttefik kuvvetlerin Bolşevik Rusların Kafkasya'nın güneyine doğru genişlemesine karşı destek sağlamaktı. İkincisi, Bolşeviklerin Müttefik kuvvetler tarafından Anadolu'nun işgaline karşı desteğini kazanmaktı.
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılış günlerinde Türkiye'nin en büyük kaygısı İngilizce olasılığıydı. Türk-Rus işbirliğini engelleyebilecek Rus anlaşması, Bunun gerçekleşmemesi için doğrudan temas olması gerekiyordu. Böylece ikili ilişkiler 2 Haziran 1920'de Sovyet Dışişleri Bakanı Cicerin'in mektubu ile başladı. 24 Ağustos 1920 tarihli Türkiye-Sovyet Dostluk ve Kardeşlik Anlaşması 16 Mart 1921'de Moskova'da imzalandı. Bu anlaşmadan önce 2 Aralık 1920'de Gümrü'de Ermeniler ile “Türkiye-Ermenistan Barış Antlaşması” imzalandı. Böylece Doğu Anadolu kontrol altına alınmıştı ve bu da Türkiye Büyük Millet Meclisinin Kazım yönetimindeki en büyük askeri gücünü kaldırmasını sağladı. Karabekir Paşa'nın Batı Yunan cephesine emri.
16 Mart 1921'de Moskova anlaşmasıyla başlayan Türk-Rus ilişkileri, her iki ülkenin de yararına olacak dostluğu başlattı. Lozan'la sadece ulusal mücadelesini sona erdiren Türkiye, 1925'in “Türkiye Sovyetler Birliği dostluk Tarafsızlık Anlaşması” ile 1921 ruhunun devamını garanti altına aldı.
Atatürk, Türkiye Büyük Milletvekili'nde Ocak 1921 tarihinde komünizm vekillerine yönelik görüşlerini açıkladı Bu şekilde toplanır;
Sayın Baylar;
Komünizmi önlemenin iki yolu vardır: Birincisi, komünist olduklarını söyleyenlere saldırmak, Diğer yol; Rusya'dan gemi ile gelen erkekleri karaya boşaltmamak, karadan gelen erkekler için sınırdışı olarak sert önlemler almak.
Bu yolları koymak için; pratikte, bu iki nedenden dolayı işe yaramaz görünmektedir; İlk olarak, temasa geçmeyi planladığımız Rusya Sovyet Cumhuriyeti tamamen Komünist Rejim'de. Eğer sert önlemler alırsak, Rusya ile İlişkileri kesmek gerekir. Bununla birlikte, bir diğer Siyasi nedenden ötürü Rusya ile iletişim kurmak, kurmak ve karşılıklı yardım etmek istiyoruz. Bu nedenle, dostluk yapmak istediğimiz bir Ulus ve Hükümetin ilkelerini hor görmemeli ve iftira etmemeliyiz. Bu nedenle
sert önlemler almaktan kaçındık .
Bildiğiniz gibi, düşünce kullanarak kişinin düşüncelerine karşı bir düşünce eğilimi kullanılmazsa, bu konuda yararlı bir yanıt olmadığı anlamına gelir. Düşünceler zorla reddedilemez. Eğer zıt düşünce vermek yerine herhangi bir düşünce eğilimine güç uygulayarak direnirseniz, o düşünceyi asla yok edemezsiniz. Aksine, onu daha güçlü ve daha güçlü hale getirirsiniz. Düşünce eğilimlerine karşı en iyi etki, yeni bir düşünce eğilimi kullanarak yanıt vermektir.
Kamuoyuna bilgi vermek için en yararlı yol olduğu görülüyor. Toplum ve Türk Milletine hükümet tarafından Komünist düşüncenin ve uygulamalarının Ulus ve İslami İlkelerimiz için uygun olmadığı bilgisi verilmelidir.
Türk toplumunda tehlikeli bir duruma yayılmasını yasaklayan önlemler alınmalıdır .
Tahir Tamer Kumkale
3 Nisan 2000 Pazartesi
http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=26
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder