2 Ekim 2019 Çarşamba

YAKIN TARİHİMİZDEN UNUTULMAYAN OLAYLAR ANILAR.,

YAKIN TARİHİMİZDEN UNUTULMAYAN OLAYLAR ANILAR.,



PORTRELER,

Şükrü Saraçoğlu

Cumhuriyet döneminin ilk 30 yılına damgasını vuran siyaset ve devlet adamları sıralamasında, adı ön sıralardadır.
1867'de Ödemiş'te doğdu. Mülkiye'yi bitirdi ve hayata lise öğretmeni olarak atıldı. Birinci Dünya Savaşı sırasında isviçre'dedir ve Siyasal Bilimler okumaktadır.
Kurtuluş Savaşı'nda, önce Ege'de Milis Kuvvetleri'nde yer aldı, yararlıkları görüldü. İkinci T.B.M.M.'de İzmir milletvekiliydi. İlk hükümet üyeliği ise Fethi Okyar hükümetindeki Milli Eğitim Bakanlığıdır (1924-25).
Onu sonra, Türk-Yunan "Mübadele Komisyonu"nda, 4. ve 5. İnönü hükümetlerinde Maliye Bakanı (1927-30) olarak görüyoruz. Bu görevi sırasında, hâlâ geçerli olan "Kambiyo Rejimi"ni oluşturmuş ve "Türk Parasının Değerini Koruma Kanunu"nu hazırlamıştır. Ayrıca, Merkez Bankası da, 1930 yılında, onun Maliye Bakanlığı sırasında kurulmuştur.
1930-33 arasında ABD'de incelemeler yapar, "Osmanlı Borçları" konusundaki Paris görüşmelerinde Türkiye'yi temsil eder. Sonra 6. ve 7. İnönü hükümetleri ile Sayar hükümetinde 1933-38 arasında Adalet Bakanıdır. İcra-İflâs Kanunu, o dönemde çıkmış, İmralı Cezaevi bu sırada kurulmuştur.
Bayar'ın 2. hükümetinden başlayarak diplomasiye geçer ve Refik Saydam hükümetinde de, Dışişleri Bakanı olarak yer alır. 1939-42 arasındaki bu görev ertesinde, 1942'den 1946'ya kadar süren başbakanlığı gelir. Tek partiden çok partiye geçiş ve savaş sonrası dünyası, onu son olarak 1948'deki T.B.M.M. Başkanlığı görevinde görür. 1953 yılında İstanbul'da ölmüştür.
Türk devleti adına dış temaslar yaptığı zaman, gerek yabancı devlet adamları ile, gerekse diplomatlarla konuşmalarında, değişik bir üslûp kullanırdı... Ege'nin zeybek oyununa, büyük elçileri de zorlayarak kattığı olurdu. Bir satranç ustasıydı ve bu hünerini, 2.Dünya Savaşı boyunca, büyük devletlerin büyükelçilerine karşı, bir diplomasi aracı olarak kullanırdı... Satranç masası başındâ, çeşitli nükteler ile dış politikamızı anlatan cümlelerini oyunun gelişmesi içine yerleştirirdi.
Döneminin en çok eleştirilen konusu "Varlık Vergisi" olmuştur.
Ankara kulisleri ise, onun tam teşhisi konulamayan, fakat Alman doktorları tarafından "sıtma" şeklinde teşhis edilen hastalığı ile uğraşırdı. Başbakanlığı bırakması üzerinde, bu hastalığı da etken olmuştu.

VARLIK VERGİSİ,

İkindi Dünya Savaşı'nın yarattığı ortam sonucu ortaya çıkan kıtlıklar ve hızlı fiyat artışları, özellikle ticaret kesiminde, karaborsa ve spekülasyona dayalı büyük kazançlar yarattı. Bu kazançların vergilendirilmesi hem devlete gelir sağlayacak, hem de doğan sosyal adaletsizlik önlenecekti.
Varlık Vergisi bu amaçla 1942 yılında uygulandı ve devlet gelirlerinin yüzde 35'i, böylece sağlandı. Ancak verginin miktarını illerde ve ilçelerde saptayan "tarh komisyonları", eşitsiz kararlar alıyordu. Bu komisyon kararlarına itiraz hakkı yoktu. Komisyonlar, azamî 15 gün içinde bir mükellef hakkında karar aldığı için, acele ve haksız kararlar çıkıyordu.
Doğan iç ve dış tepkiler sonunda "Varlık Vergisi" 1943 yılında kaldırıldı.

MERKEZ BANKASI.,

Türkiye'de bir Merkez bankası kurulması için, 1923 İzmir İktisat Kongresi'nde "Millî Emisyon Bankası" önerisi benimsenmişti. Ancak böyle bir bankanın zorunluluğu. "1929 Ekonomik Krizi" ertesinde iyice ortaya çıktı. 1930'da 1715 sayılı kanun, emisyon yetkisine sahip Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nı oluşturdu, ilk genel müdürü Selahattin Çam olan T.C. Merkez Bankası, başlangıçta, sadece para basabiliyor, kredi iskonto haddi ile altın ve döviz fiyatını saptıyordu. 1970'te yapılan değişiklik ile, 1211 sayılı kanun, Merkez Bankası'na para ve kredi politikasının tüm araçlarını yönetmek yetkisini ve kredi faizlerini saptamak hakkını da verdi. 1980 yılı 1 temmuzundan beri "serbest faiz" sistemi uygulanmasına rağmen, Merkez Bankası para-kredi sisteminin kontrolünü elinde tutmaktadır. 

HİTLER TÜRKİYE'Yİ İŞGALE HAZIRLANMIŞTI.,

1940 sonunda Alman ordusu İstanbula girecek, işgal komutanlığı Perapalas Otel inde kurulacaktı...
Hitler'in Mahmul Soyedan'a verdiği demecin yayınlandığı Milliyet gazetesi.

Hitler, Atatürk'e hayran, İnönü'ye ise kuşkuluydu...

GAZİ Almanya'sının lideri Hitler, 22 ağustos 1939 günü yani ikinci Dünya Savaşı'nın başlamasından 9 gün önce Obersattzburg'daki karargâhında generallerine bir durum değerlendirmesi yapmış ve şöyle demiştir:
"-Türkiye'yi Mustafa Kemal'in ölümünden sonra dar kafalı ve basiretsiz insanlar yönetiyor!"
Bu Hitlerin gerçek düşüncesiydi. Atatürk'e ne kadar saygı duyuyorsa İnönü'ye karşı da o denli kuşkuluydu.
Hitler, 1930'da Başbakan, I933'de de Devlet Başkanı olduktan bu yana Atatürk'ten hep övgüyle bahsetmiştir. I934'de kendisini ziyarete gelen Türk Parlamento heyetine:
“-Türk bağımsızlık savaşı beni her zaman aydınlatan bir örnektir" diyen Hitler, aynı günlerde "Milliyet" başyazarı Siirt milletvekili Mahmut Soydan'a da şu demeci vermişti:
" — Almanya ve Türkiye aynı dönemde ve aynı koşullarla çökmüşlerdi. Türkiye ulusal bir atılımla kurtuldu. Bu sonuç Almanya'nın kurtulması için başlattığımız ulusal girişimin başarılı sonuç vereceği konusunda bizde de güçlü bir ümit yaratmıştır.
Gerçek şudur ki, Türkiye'de doğan ve parlayan yıldız bize izleyeceğimiz yolu göstermiştir.
Atatürk öyle bir kişiliğe sahiptir ki, daima çağımızın en büyük kişilerinin önünde olacaktır. Bu tarihin ona verdiği haktır."
Adolf Hitler




«Haliç'teki son İngiliz...».,

Yukardaki karikatür, Birinci Dünya Savaşı sırasında Alman dergisi Kladderadatsch'da yayımlanmıştı. İngilizİerin Çanakkale'de uğradıkları bozgu­nu hatırlatân karikatürün altındaki yazı şöyleydi: "HALİÇ'TEKİ SON İNGİLİZ..." Hitler, Rusya üzerine yürümeden önce Türkiye'yi hedef almayı düşünmüş ve Alman orduları komutanlarıyla bu konuda ayrıntılı hazırlıklar yapmıştı. Türkiye'nin işgal planlarının tamamlanmasına karşın, Hitler son anda hedef değiştirmiş ve Türkiye'ye uzanmadan doğruca Rusya'ya yürümüştü.


İLK KEZ AÇIKLANIYOR.,

Almanlar'ın, Türkiye'yi işgal planı daha sonra Bir Alman alayının arşivinde unutulmuş, Rusların eline geçmiş, onlarda «görün» diye bize vermişlerdi
Büyük Amiral Peader, Sovyetler Birliği'nden önce Türkiyenin işgalini öngörmüş ve Hitler'e baskı yapmıştı Hitler ise Türkiye uzmanlarıyla yaptığı konuşmalardan sonra Türkiye yerine Rusya'ya saldırmayı yeğlemişti 
Ahmet Yalım

Hitler'in en güvendiği asker, Alman donanmasının komutanı büyük amiral Von Reader'di. 1 eylül 1939'dan, yani İkinci Dünya Sa­vaşı'nın başladığı günden bu yana bü­yük amirali yanından ayırmamış, savaş durumunu onunla birlikte izlemişti.
Alman orduları Polonya'yı ezmiş, Fransa, Benelüx, Danimarka ve Norveç işgal edilmiş, sıra Balkanlar'a gelmişti.
İşte o günlerde büyük Amiral Von Reader, 16 ve 26 eylül 1940'da Hitler'le yaptığı iki konuşmada:
" Barbarosa harekâtına (Rusya'nın işgali) girilmeden önce, Türkiye'yi işgal etmeliyiz" demişti.
Hitler bu öneriyi dikkatle dinlemiş, ancak bir karara varmamıştı. Büyük a­mirale göre eğer Türkiye işgal edilirse, Sovyetler'e hem Polonya'dan, hem de Kafkasya'dan saldırma olanağı doğacak ve Rusya'nın dize getirilmesi kolayla­şacaktı.
Almanya'nın Ankara Büyükelçisi Von Papen ise, bu düşünceleri paylaş­mıyordu. Ona göre, Alman orduları kısa zamanda Trakya ve Ege'de egemenlik kurabilirlerdi ama Toroslar ve Doğu A­nadolu'da Türk piyadesinin güçlü dire­nişiyle batağa saplanabilirdi. Von Pa­pen, 1. Dünya Savaşı'nda asker olarak bulunduğu Türkler'i iyi tanıdığını da ileri sürüyordu. Almanya'nın Ankara'­daki askerî ataşesi Albay Rohde de bü­yükelçinin görüşlerini destekliyordu. 

İŞGAL PLANI HAZIRLANIYOR.,


1940-41 yıllarında Türkiye'ye saldırı konusu Alman Genelkurmayı için ol­dukça önemli bir uğraşıydı. 1939 kası­mına kadar Türk ordusunda eğitmen o­larak görev yapan Gn. Ritter Von Mit­telberger, 10 şubat 1941'de Alman Ge­nelkurmay'ına Türkiye konulu bir kon­ferans vermişti. Generale göre. Türk Trakya'sına saldırıya geçildiği zaman yıldırım orduları süratle sahil yolundan İstanbul'u işgal etmeli ve Anadolu'ya geçmeliydi. Mittelberger daha sonra Alman birlikleri için güçlüklerin doğa­cağını ileri sürüyor ve, "Eğer Türkler büyük bir ruhsal çöküntüye uğramaz­larsa, çok sert bir direnme ile karşılaş­mamız doğaldır" diyordu.
Bu sırada Alman Genelkurmay'ının Harekât Dairesi Başkam Albay Heu­singer'e de, "Türkiye'yi işgal" planı ha­zırlaması görevi verilmişti. Albayın bir hafta içinde hazırladığı plan incelemesi için Balkanlar'ı işgalle görevli Alman Feldmareşali List'e gönderilmişti. 

TÜRKLERE GEÇEN PLAN.,


1941 yılının 21 haziranında Alman or­duları Sovyetler Birliği'ne saldırmıştı. Alman oraları süratle Rusya'nın iç bölgelerine doğru ilerliyorlardı, işte, sa­vaşın başlamasından dört hafta sonra SSCB'nin Ankara Büyükelçisi Trenti­ev, Türk Dışişleri Bakanlığı'nı ziyaret ederek Şükrü Saraçoğlu'na. "Elimizde, Almanların, Türkiye'yi işgal planı var!.." diye iddia etmişti.
Dışişleri Bakanı da:

"-Gösterirseniz, seviniriz" demiş ve bu planın nasıl ele geçirildiğini sor­muştu.
Olay İlginçti. Alman Genelkurmay'ı, Türkiye yerine Rusya'nın işgal edilme­sini kararlaştırdığı zaman hazırlanan bu plan 51. Alman Kimya Alayı'nın ar­şivinde unutulmuştu. Alay önce Bulga­ristan'ın işgalinde görev almış, daha sonra da tüm Alman birlikleriyle birlik­te Doğu cephesine sevkedilmişti. Alayın arşivi ise, savaşta Sovyetler'in eline geçmişti. Sovyet yetkilileri de planı he­men Ankara'daki elçiliklerine göndere­rek Türkler'e bilgi vermesini istemişler­di. Böylece Türkiye'yi işgal etme planı dolaylı yollardan Türklerin eline geçi­yordu.
Bugün Türk Genelkurmay'ının elinde bulunan Almanların Türkiye'yi işgal planı "ÇOK GİZLİ • Feld Mareşal List'e özel" başlığını taşıyordu.
5 bölümden oluşan dosya bir hayli kalabalıktı. İstanbul ve İzmit Körfezi'­nin 1/l00 bin ölçeğinde yapılmış harita­larda en ufak ayrıntılara kadar dikkat e­dilmişti. Uçak alanları, deniz inşaat tez­gâhları, savaş gereçleri üreten fabrika­ları, liman tesisleri, demir fabrikaları, tren antrepoları, tersaneler, askerî telsiz istasyonları ve kimyevi madde üreten laboratuvarlar özel işaretlerle belir­lenmişti. Yine bölgedeki tüm köprüler i­şaret edilmiş ve bunların yapımında kullanılan malzeme de yanlarına yazıl­mıştı. 

PERAPALAS'A YERLEŞMELİ.,


Dosyada harita ve krokiler dışında İstanbul’la İlgili ayrıntılı bilgi de bulu­nuyordu. Örneğin planın 25'inci sayfa­sında Alman birliklerinin İstanbul'da nasıl dağılacağı ayrıntılı şekilde anlatıl­mıştı.
"-Kumanda heyeti, kurmay baş­kanları ve karargâh birlikleri ancak Be­yoğlu'nda uygun şekilde yerleştirilebi­lir. Beyoğlu'nda 7 büyük otel bulun­maktadır. Bunların en iyileri de Perapa­las, Tokatlıyan otelleridir. Kumanda heyeti özellikle Perapalas Oteli'ne yer­leşmelidir. Bölgede birçok küçük oteller daha vardır. Buralarda karargah su­bayları kalabilir.
Beyoğlu'nda Fransız ve Alman okul­ları gibi sağlam ve büyük binalar da vardır. Buraya karargâh birlikleri yer­leştirilebilir. Taksim alanı çevresinde de taşıtların korunmasına uygun büyük kışlalar bulunmaktadır."
Dosya daha sonra Boğazlar konusun­da şu bigileri de kapsıyordu:
" - Karadeniz'in kuzey kıyalarına çı­kartma yapmak son derece güçtür. Bu­nun tek nedeni bölgenin fırtınalı ve sarp kayalardan oluşmasıdır. Buralara ancak küçük balıkçı kayıklarıyla çıkartma ya­pılabilir. Daha ötede Marmara kıyıları hafif meyilli olduğu için buraya çıkart­ma daha kolaylıkla gerçekleşir. Ancak buranın Çatalca müstahkem mevkiinin ateşi altında olduğu unutulmamalıdır."
Hitler bu planı erteleyecek ve Rusya'­ya saldırmayı yeğleyecekti. Hitler'in Genelkurmay Başkanı Halder de günce­sine şöyle yazacaktı:
" Türkiye'ye saldırmaktan vazgeç­mezsek Rusya'ya karşı olanaklarımızı kaybederiz. Hitler son görüşmemizde bana şöyle dedi:
" Rusya'yı ezdikten sonra Türki­ye'ye saldıracağız."
Böylece Hitler, Türkiye'yi, "silah gü­cü yerine siyasal alanda boyun eğdirme­ye" çalışacaktı. Bu görevde Ankara'da­ki büyükelçileri Von Papen'e verilmişti.


Politika 11 Gazetecinin ölümüne neden oldu.,

Asrın başında öldürülen ilk gazeteci Serbesti gazetesinin başyazarı Hasan Fehmi Bey'di. Öldürülen son gazeteci ise gazetemiz başyazarı Abdi İpekçi oldu Hüseyin Cahit Yalçın 31 mart isyancılırı tarafından hedef olarak alınmıştı. Ancak caniler, kendisine çok benzeyen lazkiye Milletvekili Aslan Bey'i öldürmüşlerdi
Serbesti gazetesi Başyazarı Hasan Feheni Bey, üzerinde 9 mart 1325 (l909) tarihli Manas­tır damgası bulunan mektubu, "İk­dam" gazetesinin sahibi Ahmet Cevdet Bey'e uzatarak yarı heyecanlı. yarı umursamaz bir tavırla konuştu:

"İdamıma hükmedilmiş lütfen oku­yunuz."

"Meçhul bir dost" imzasını taşıyan mektupta şöyle deniyordu:
"Açık imzamı koymaktaki mahzur­ları takdir buyuracağınıza inanıyorum. Hatta bu satırları kendi yazımla bile takdim etmiyorum. Şimdiki hükümeti tutan komita tarafından sizin ve sizden sonra öteki muhalif kalem erbabının öl­dürülmelerine kesinlikle karar verilmiş­tir. Bunu güvenilir bir şekilde öğren­dim. Bu durumu ihbar etmekle, bir vic­dan vazifesini yerine getirdiğime ina­nıyorum. Dikkatli olunuz."
Ahmet Cevdet Bey, bu mektubu okuduktan sonra, Hasan Fehmi Bey'e durumu hemen Sadrazam Hüseyin Hil­mi Paşa'ya bildirmesini ve kendisinin de "ihtiyatlı" davranmasını, hatta şu sıra­larda pek sokağa çıkmamasını önermiş­ti. Hasan Fehmi Bey, bu uyarılara al­dırmadı, hatta o günlerin en sert eleş­tirilerini yazmayı sürdürdü. Serbesti gazetesi ağır hücumlarla hükümeti sar­sıyor, Hasan Fehmi Bey'in yazıları ay­dın çevrelerde geniş yankılar uyandırı­yordu.
1909 yılnın baharında ülkenin duru­mu şöyleydi: Meşrutiyet ilân edileli se­kiz ay olmuştu. Balkanlar kaynıyordu. Azınlıklar arasında ayrılma yolundaki girişimler artmıştı. Bulgaristan'da du­rum karışıktı. Hızla yıpranmakta olan İttihat ve Terakki hükümeti sert eleşti­rilere uğruyordu.

KÖPRÜ ÜSTÜNDE CİNAYET.,

6 nisan salı günü öğleden sonra Yeni Postane'nin arkasındaki Kâtipyan Ha­nı'ndaki ''Serbesti" gazetesine kendini ziyarete gelen dostu Kaymakam Şakir Bey ile beraber çıkan Hasan Fehmi Bey, Beyoğlu'nda bir dostlarına gitmişlerdi. Dönüşte yüksek kaldırımdan inip Gala­ta Köprüsü'nün sağ kaldırımından be­raberce yürüyerek geçiyorlardı. Köprü­nün ortasında bulunan karakolu kırk metre kadar geçmişlerdi ki, "Mevlan" diye bir ses gürledi ve sesin hemen ar­dından bir tabança patladı. İki arkadaş başlarını geri çevirirken üç silah sesi da­ha duyuldu. Havanın henüz kararmakta olduğu bu sırada Köprü üzeri genellikle kalabalık olurdu ama, katil ya da ka­tiller silahlı saldırılarını tenha bir zama­na rastlatmışlardı.
Daha sonra, bu cinayet Meclis-i Me­busan'da tartışmalara yol açtığı zaman İstanbul Mebusu Zöhrab Efendi, "Ko­mitacılar, cinayet için köprüyü boşalta­cak kadar nüfuz sahibidirler" diyecekti.
Hasan Fehmi Bey'in öldürülmesi, başkentte büyük tepki uyandırdı. Cena­ze görülmemiş bir kalabalığın katıldığı bir törenle kaldırıldı. Darülfünunlu gençlerden gelen kalabalık bir grup Bab-ı Ali'nin önünde yaptıkları gösteri­de hükümetin, Meşrutiyet'in şanına yakışır şekilde tedbir almasını istedi.
Hukuk mektebinde okuyan gençlerden Burhanettin Efendi (Burhan Felek) bi­nek taşlarından birinin üzerine çıkarak: "Hükümet idaresine yön verdiği anlaşı­lan gizli ellerin, kirli parmakların artık kırılmasını ve memleketin anarşiden kurtarılmasını" bağıra bağıra dile getir­di. Sonunda, Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa, topluluğun karşısına çıkarak, "Katilin yakalanıp cezalandırılması için hükümetçe, gerekli tedbirlerin alındığı­nı, katilin ibret olsun diye Sultanahmet Meydanı'nda idam edileceğini" söyledi.

KİMDEN İNTİKAM?.,

Zaman zaman gazeteler, katilin ti­pinin belirlendiği, kimliğinin saptandığı ve yakalanmasının "an meselesi" oldu­ğu yolunda haberler yayınlıyordu. Bu arada, hükümet şiddetle eleştiriliyor, mitingler birbirini izliyor, ortalığı "inti­kam" bağırışları kaplıyordu. Devrin ta­nınmış yazarlarından Süleyman Tevfik Bey bu konudaki anıları arasında şunla­rı yazar:
"İntikam!.. İntikam seslerinin ma­hiyetini anlamıyorum. Kim kimden in­tikam alacak? Zaten bir avuç Türk kal­dık!.."
Hükümet tedbir olarak protesto mi­tinglerini yasaklayınca, kamuoyundaki tepki daha da şiddetlendi. Bunu fırsat bilen Sultan II. Abdülhamit'in genç Meşrutiyet'i yıkmak için gerici akımları körüklediği görülüyordu. Nitekim Ha­san Fehmi Bey'in öldürülmesinden bir hafta sonra bilinen 31 mart olayı patla­dı. (13 Nisan 1325)
Böylece, Meclis'teki tartışmalar, Hasan Fehmi Bey'in katilinin Harbiye nezaretince terfi ettirildiği yolundaki söylentilerde unutuldu, cinayetin üzeri­ne bir perde indi. Ancak, birer yıl arayla iki gazetecinin daha, 19l0'da Ahmet Samim'in, 1911'de Zeki Bey'in öldürül­mesinden sonra konu yeniden alevlendi. Üçü de Galatasaray'dan yetişme ve üçü de İttihat ve Terakki'ye karşı olan bu gazetecilerin aynı kaynaklarca, avnı so­rumsuz ve gizli eller tarafından öldürül­düğü ortaya kondu. Daha sonra yapılan açıklama ve incelemeler, bu cinayetlerin İttihat ve Terakki'nin Merkez-i Umumi üyelerden bazılarınca, bilindiği ve bir komita tarafından uygulandığı nokta­sında toplandı.
1908 inkilâbında "Volkan" adlı bir gazete çıkartarak "31 Mart" ihtilâlini körükleyen Hafız Derviş Vahdeti ise, yargılanarak ölüme mahkûm edilmiş, l909'da İstanbul'da Ayasofya meyda­nında asılmıştır.
"Seda-ı Millet" gazetesinin yazarı Ahmet Samim de tehdit mektupları alı­yordu. Bu tehditlere aldırmayarak eleş­tirilerini sürdüren Ahmet Samim bir ar­kadaşına yazdığı mektupta: "İttihat ve Terakki Cemiyeti idamıma hükmetmiş. Ben idam olunacağım. Bunu yarı resmî şekilde bana bildirdiler. Haberiniz olsun" diyordu.
Nitekim 9-10 haziran 1910 gecesi Fa­zıl Ahmet (Aykaç) ile gazetesinden çıkıp evine giderken Eminönü'nde kurşunla­narak öldürüldü. Hasan Fehmi gibi onunda katilleri bulunamadı.
Ahmet Emin Yalman, o günlerin ha­vasını anlatırken, "Menfaat ve ihtiras hisleri yüzünden iki kampa ayrılan Türk politika ve flkir adamları birbirlerine, vücudunun ortadan kaldırılması caiz vatan hainleri gözü ile bakıyorlardı" der. Hüseyin Cahit Yalçın'da bu konuda yıllar sonra 1936'da şunları yazıyordu:
"Tabiidir ki, bu siyasî cinayetde, bü­tün siyasî cinayetler gibi hiç bir şeye yaramadı. Aksine siyasî mücadeleler daha gayri tabiî, daha vahşi ve yırtıcı bir şekil almak yolunu tutu­yordu, Türkiye'de parlamento rejimin­den ümidi kesmek lazımdı. Artık başka cinayetlere, mukabil taarruzlara, komplolara gizli cemiyetlere intizar et­meliydi."
İttihat ve Terakki'nin kurbanı üçüncü gazeteci Zeki Bey oldu. Duyun­u Unumiye'de çalışan Zeki Bey, bir yandan da "Mizan" gazetesinde İttihat ve Terakki aleyhinde yazılar , yazıyor, çeşitli malî yolsuzlukları ortaya dökü­yordu. 10 temmuz 1911 gecesi (Bakır­köy'deki evine giderken öldürüldü. Bu kez katiller yakalandı. Bunların Ahmet ve Nazım adlarında ittihatçı iki fedai olduğu anlaşıldı. Katilin idamı gereki­yordu ama, ikisinden hangisinin öldür­düğü kesinlikle anlaşılmadığından her ikisi de l5'er yıl hapse mahkûm edildi ve üç yıl sonra Birinci Dünya Sava­şı'nda başıbozuk asker olarak salıveril­diler. 

CESEDİ ÇUVALA KONDU.,

İlk üç örnekten farklı nitelikte ol­makla beraber, öldürülen gazeteciler bukadarla bitmiyordu. Selanik'te "Silah" adında bir gazete çıkardığı için kendisi­ni Silahçı Tahsin lakabı takılan Hasan Tahsin de bunlardan biriydi, önceleri İttihat ve Terakki'nin fedaileri arasında bulunan Silahçı Tahsin, çıkardığı gaze­telere "Silah". "Süngü", "Bomba" gibi adlar veriyor ve kendine has uslubuyla sağa sola çatıyordu. "Delifişek" mizaçlı olarak tanınan Silahçı Tahsin'i bir gün eski arkadaşları toplantılarına çağırdı­lar, uyuşturucu kahve içirdikten sonra Çerkez Eşref denen bir kiralık katile iple boğdurdular. Cesedini de ertesi günü bir çuvala koyarak Edirnekapı dı­şında bir mezarlığın yakınına bıraktılar.
Gazeteci Hasan Tahsin Recep (Osman Nevres) ise, İzmir'de düşmana ilk silahı attığı için Yunanlılar tarafın­dan şehit edilmişti. İzmir'de (Hukuk-u Beşer) adlı gazeteyi çıkaran Hasan Tahsin, İzmir'in Yunanlılar tarafından işgalini protesto amacıyla çevresindeki aydınlarla beraber Redd-i İlhak bildiri­sini hazırlamıştı. 15 mayıs 1919 günü İzmir'e çıkan Yunan askerlerine Konak Meydanı'nda bomba atarak direnişi başlatan Hasan Tahsin orada düşman askerleri tarafından öldürüldü. Daha sonra, adına bir anıt dikildi. Öldürülen gazeteciler tarihinde birde linç edilen "Kalem erbabı'", bulunuyor. Ali Kemal, 1889'da Halep'e sürüldükten ve bir süre Avrupa'da kaldıktan sonra II. Meşruti­yette yurda dönmüştü. Hürriyet ve İti­laf partisine giren Ali Kemal, İttihat ve Terakki Partisi'ne karşı yazılar yazıyor­du. Damat Ferit Paşa kabinesinde ba­kanlık da yapan Ali Kemal mütareke yıllarında Anadolu'daki Millî Mücadele aleyhinde de yazılar yazdı, İstanbul'da tutuklanıp Ankara'ya götürülürken İzmit'te halk tarafından linç edildi.
Öldürülmek istenen, fakat rastlantı sonucu bu feci sondan kurtulan iki ga­zeteci de var. Bunlardan biri Hüseyin Cahit Yalçın'dır. 31 Mart olayında ayaklanan isyancılar. Hüseyin Cahit'e çok benzeyen Lazkiye Mebusu Emir Aslan Bey'i Meclis-i Mcbusan'ın önünde, Hüseyin Cahit sanarak öldür­düler.
Daha yakın devirde de Ahmet Emin Yalman kendisine yapılan silahlı saldı­rıdan yaralı kurtulmuştu. "Vatan" ga­zetesinin Başyazarı Yalman 1962 yılının 22 kasımında gece, Malatya'da posta­neden çıkarken, Hüseyin Üzmez adında bir lise öğrencisinin kurşunlarına hedef olmuştu. Bu arada, 1974 Kıbns Barış Harekâtı, sırasında vurularak şehit olan foto muhabiri Adem Yavuz'u da anmak gerekir.
Geride bıraktığımız yakın yıllarda da üç gazeteci daha siyasal cinayetlerin kurbanı oldu. Bunlar "Politika" gazete­sinin Yazı işleri Müdürü Ali ihsan Özgür, sağ görüşlü yazar İlhan Daren­delioğlu ile İsmail Gerçeksöz idi.
Görüldüğü gibi, çeşitli zamanlarda çeşitli nedenlerle gazeteciler öldürül­müştü. 70 yıl önce, yalnız düşünce öz­gürlüğüne karşı değil, rejime ve ülke bütünlüğüne karşı gizli ve kirli emelleri­nin amacı için üç gazeteciyi seçen eller, 70 yıl sonra da aynı emellerine Abdi İpekçi gibi bir gazeteciyi hedef yapmış­lardır.

YABANCI KAYNAKLARDAN
İZMİR'İN KURTULUŞU
L'ILLUSTRATION.,

Kemalist Ordular Başkomutanı Mustafa Kemal Paşa, Batı Cephesi Komutam İsmet Paşa'yla birlikte.


BİR FRANSIZ SUBAYININ ANILARI

9 Eylül günü İzmirde çok büyük olaylar bekleniyordu

Savaşın başlarından beri Yunanlıların, Türklere insanlık dışı tutumlarına karşı, o gün korkulan olayların hiç biri olmadı
Mustafa Kemal Paşa, Rumlar'a kötülük yapılmamasını emretmiş, böyle davranışta bulunacaklara en ağır cezaların verileceğini söylemişti. Fakat Rumların yüreğindeki korkunun dinmesine yetmemişti bu haber. Ama Türk askerleri Kemal Paşa'nın her dediğini yapıyordu
İZMİR'in, Türk ordusu tarafından kurtarılması­na Batı basını geniş yer verdi.
Türklerin, İzmir'e girdikten sonra büyük çapta bir katliam yapmasını bekleyen Batılılar. 9 eylül 1922 günü tanık oldukları görünüm karşısında hayretle­rini gizleyemediler.
İşgalci Yunan kuvvetlerini bozguna uğratan Türk ordusu düşmandan arındırılmış İzmir'e, düzenli bir biçimde ve her zamanki disiplini çerçeve­sinde girerek, kentin ana caddelerinde resmigeçit yaptı.
Batı basınının temsilcileri Türk ordusunun bu görüşünü hayret ve hayranlıkla izledikle­rini, gazetelerine bildirirlerken, kentte bir iki polis olayı dışın­da, değil yağma ve katliam, hiçbir karışıklık bile görülme­ diğini yazdılar.
Fransa'nın Le Figaro gaze­tesi ise. İzmir'de görevli bir Fransız subayın kurtuluş günü öncesi kaleme aldığı anılarını yayımladı.
İtalya'nın Corriera Della Sera gazetesi ise. İzmir'de bulu­nan Chicago Tribüne gazetesi muhabirinin gazetesine gön­derdiği yazısından yaptığı alıntıyı yayımladı.
İngiltere'nin Morning Post gazetesinde Aydın demiryolu istasyonunda çalışan bir İngi­liz'in, annesine gönderdiği mektupu yer aldı.
Türk ordusunun İzmir'e gi­rişini ve kurtuluş gününü izle­yen günlerdeki tutumunu so­mut örnekler biçiminde gözler önüne seren bu yayınlardan bir bölümünü bu sayfalarda sunu­yoruz.

FOREIGN - COMMENT,

Yunanlıların "Asya'daki Yunanistan" düşlerinin alevler arasında yok olduğu kent: İzmir, İzmir in yakılışı "Dünyanın en büyük trajedisi" olacak ve bu olayın sorumluluğu "tarihçiler arasında paylaşılacaktır."

5 EYLÜL 1922

"Cepheden gelen trenler, buraya as­ker getiriyorlar. Bunlar gerçekten bir ordu oluşturabilir mi? Bitkin askerler, buradaki sivil göçmenlerle birbirlerine karışmış durumdalar. Hepsi de, li­mandaki Yunan nakliye gemilerine bir an önce binebilmenin bir yolunu arıyor.
Türkler yaklaşıyor. Türk gölgesi ar­tık Manisa tepelerine kadar ulaştı. Bu olay, Hıristiyanlarda zaten var olan korkuyu daha da alevlendirdi.
Her biri 10 bin askerden oluşan beş Yunan tümeni, Afyonkarahisar hatla­rında darmadağın olmuştu. 26 ağus­tostaki büyük Türk hücumunun, Yunan ordusunu ne duruma getirdiğini artık herkes biliyor. Bu hücum çok dikkatli bir biçimde hazırlanmıştı ve sonucu da, bu hazırlıktan beklendiği gibi kusursuz olmuştu.
Büyük Türk hücumunun hedefini o­luşturan beş Yunan tümeni, uğradıkları bozgunun paniği içinde İzmir, Bursa ve Balıkesir tren yoluna attılar kendilerini.
Yunanlılar, tehlikenin ne denli yakın ve büyük olduğunu anlayamıyorlar. Çün­kü ordularının haberalma örgütü, son derece yetersiz bir çalışma içinde.
İzmir'deki Fransız Başkonsolosu M.Grayye, tehlikenin boyutlarını üç ay öncesinden öngörmüştü.
Onun saptamalarına göre Yunan as­kerleri komuta, beslenme ve araç-gereç yönünden büyük bir boşluk içindeydi­ler. Uzun bir süredir devam eden savaş, üstelik, morallerini de çökertmişti.
Büyük devletlerin araya girerek, Yunanlılar'dan, Anadolu'yu terketmele­rini isteyecekleri ve Yunan ordusunun İstanbul'a girmesine izin vermeyecek leri biçimindeki söylentiler ise, onları tamüyle amaçsız kişiler topluluğu du­rumuna getirmişti.

HACI ANESTİ'NİN HAYALİ.,

Cephede uğrayacakları ilk başarısız­lık, böyle bir orduda ancak bozgun yaratabilirdi.
M. Grayye'in gördüğü ve hükü­metine bildirdiği tablo böyle idi.
İzmir'deki Yunan üst komiseri İsterkiyadîs, belirli bir gerekçe ileri sürmeden sahneden çekilmişti. Yunan, ordusunun göremediği bu gerçeği acaba kişi olarak İsterkiyadis mi görmüştü?
Hacı Anesti ise, bambaşka bir dü­şünceye sahipti. Ona göre Yunanlılar, İzmir önünde hazırladıkları bir hatta, Türkleri durduracaklar ve Türk ordusunun İzmir'e girmesine izin vermeyeceklerdi.
Ama hangi askerleriyle? Herhalde, cepheden dönen bu perişan askerlerle değil.
Hacı Anesti, Trakya'dan gelecek dü­zenli 3 alaya ve İzmir'deki 4 bin jandarmasına güveniyor. Ancak bu 3 a­lay, moralleri cephedeki askerler kadar bozuk olan jandarmayla birlikte, İzmir'i koruyabilecekler mi? Bu konu çok kuşku vericidir.
İzmir'in içinde, ' Türklerin hareketle­ri kendilerine pek pahalıya malolacaktır' biçiminde sözler dolaştırılıyordu. Bu sözlerden amacın kentlerde yangın çı­karmak olduğu sonradan anlaşıldı.
Uşak'tan çekilirken Yunan birlikleri, er­zak ve askeri araç gereçlerini yakıyorlar bahanesiyle, kenti aleve vermişlerdi.
Türk öncüler, tren yolu üzerindeki iki fabrikayı tahrip etmişlerdi ama Yu­nanlılar, bu öncülerin, tren hattını da tahrip edeceklerinden korkuyorlardı. Bu hat. onlar için son derece gerekliydi.

«KÖTÜLÜK YAPILMAYACAK».,

Mustafa Kemal Paşa Hazretleri Rumlara kötülük yapılmamasını em­retmiş, böyle davranışta bulunacaklara en ağır cezaların verileceğini söylemişti. Fakat Rumların yüreğindeki korkunun dinmesine yetmemişti bu haber. Acaba askerler, onun emrini sonuna kadar dinleyecekler miydi? Bu kuşku, Yu­nanlılar da korkuya dönüşüyordu.
Kentteki Yunan memurlar ise, bir Türk tehlikesine karşı önlem almaktan­sa, kenti terketmeyi daha akılcı bulu­yorlar.
Biz Fransızlara gelince, durum daha değişik bir görünüm gösteriyor. Biz, kenti korumak için gerekli kuvvetlere sahip değiliz. Deniz birliklerimizin göre­vi ise öncelikle, kendi vatandaşlarım ve ulusal çıkarlarım korumaktadır.
İzmir limanında, Visamiral Dobruk i­le Ayron Duk ve Beşinci Kral George zırhlıları, bir korvet süvarisi tarafından komuta edilen iki küçük İtalyan kruva­zörü ve Kontramiral Domenil'in komutasındaki Edgar Kine ile Ernest Renan adlı kruvazörlerimiz bulunuyor.
Amiralimiz, bugün Ayron Duk zırhlısındaki toplantı için girişimlere başladı. Toplantıya, üç büyük donanma komutanından başka, müttefiklerin ve Amerika'nın konsolosları da katıldılar.
İtalyan temsilcinin bu işlere karışma­mak konusunda ülkesinden talimat al­dığı, İngiliz temsilcisinin ise va­tandaşlarını gemilere bindirerek güven altına almak istediği açıkça anlaşılıyor.
Amiral Domenil, Yunan liderlerinin çaresizliği karşısında Fransız konsolos­luğunu korumak görevinin kendisine kaldığım söylüyor ve bunun için de e­lindeki araçlar ve deniz kuvvetlerini kullanabileceğini bildiriyor.
Amiral Domenil ayrıca, İstanbul'da bulunan Jeanne D'arc zırhlısının İzmir'e gelmesi için İstanbul'a telgraf çektiği­ni bildirdi.
Bugün Ernest Renan kruvazörü, bir bölük deniz askerini karaya çıkardı. Bu askerlerin üç mangasına Türkler, yollarda dostluk gösterdiler. Askerler doğruca Fransız konsolosluğuna gittiler ve binayı kuşatıp güven altına aldılar.
Bizim arkamızdan İngiliz ve İtal­yanlar da aynı önlemi aldılar. Hacı Anesti, kendi görüşüne göre böyle bir önleme gerek olmadığını söyledi, fakat bu önlemlerin alınmasına engel olmaya­cağını bildirdi.

7 EYLÜL 1922

Kendilerini Yunanistan'a götürecek bir gemiye binebilmek umuduyla Ana­dolu'nun çeşitli yerlerinden kaçıp gelen Rum göçmenler ve ordudan firar eden Yunan askerler. İzmir'de büyük bir kalabalık oluşturuyor.
Bunların Yunan gemilerini bindirilme işlemi, belirli bir ölçüde sağlanabilen bir düzen içinde gerçekleştiriliyor. Bu be­lirli düzen ise konsoloslar, amiraller ve özellikle Fransız amiralinin, Yunan makamlarıyla yaptıkları görüşmeler sonunda sağlanabildi.
İstekiyadis ise, kenti en kısa sürede terkedilebileceğini bu akşam Amiral Brook'a bildirdi. Yunan ordusuna men­sup askerler, kentin 30 kilometre batı­sında olan Urla veya Çeşme'den gemile­re bindirilecekler.
Türklerin hızla, ilerlemeleri sayesinde Yunanlılar Manisa'da yangın çıkarmakta başarılı olamadılar. Fakat Bornova'da dün yangın alevleri gördük.
İzmir'deki Fransız uyruklu ileri gelen kişiler. Edgar Kine zırhlısına alındılar. Başkonsolos ve Amiral Domenil, gerek­tiğinde Fransız kolonisinin tümünün gemilere bindirilme olanaklarını gözden geçirdiler. Buraya bugün gelen Torville nakliye gemisi, bu iş için kullanılabile­cek. Fransızlar, her olasılığa karşı, şimdilik bir milis kuvveti oluşturmak istiyorlar. Bunun için gerekli silahlar, İstanbul'daki Fransız kuvvetlerinden istenildi.
İngiliz amirali, kuşkusuz, yeni talimat almış olmalı. Çünkü İngiliz Konsolosluğu'ndan başlıca, Oriental Car­pet Company ve National Bank Turkey gibi, İngilizler'e ait kuruluşları da konuma altına almaya hazırlanıyor. Bize, (Fransızlara) gelince... Bizim hazırlıkla­rımız önceden tamamlanmıştır. Biz, Fransız Hastanesi'ni Frer Okulu'nu, Credit Lyone ve özel olarak yardımımızı isteyen şimendifer yapım binalarını koruyacağız.

GÜVENLİK ÖNLEMLERİ.,

Son Yunan nakliye gemisi de hareket etti. Bay İsterkiyadis, Yunanistan'a dönmüyor, Fransa'ya gitmek istiyor. Fransız Başkonsolosu'ndan aldığı pasa­portla Ayron Duk zırhlısına bindi. Bütün Yunan komuta heyeti, ortadan kayboldu.
Bu gizli kaçışlar sonunda limanda sa­dece, bir grup asker kaçığı, göçmen ve bir miktar da askeri araç ve bir de gemi­lere binemeyen bir Yunan taburu kaldı.
Müttefik kuvvetler başkonsolosları, kenti teslime karar verdiler.

L'ILLUSTRATION.,

İngiliz kolonisinden bir grup, Londra bandıralı Yunan gemisi "Elpinikl" ile İzmir'den ayrıldı.
Bay İsterkiyadis'in Fransız Başkon­solosluğu'na bıraktığı Gümrük ve Hü­kümet Konağı'nın anahtarları, mütte­fik devletler başkonsoloslarına teslim edildi.
Müttefiklerin birlikleri, daha önceden belirlenen noktaları koruma altına aldı­lar.
Mustafa Kemal Paşa'nın İzmir'e her an girebileceğini belirten bir yazıyı, müttefik başkonsoloslar imzaladılar ve Paşa'ya gönderdiler.
Bu yazılarında başkonsoloslar, Mus­tafa Kemal Paşa'dan İzmir'e savaşma­dan girmesini diliyorlar ve kenti ken­dilerine olduğu gibi teslim etmeye hazır olduklarını bildiriyorlardı.
Kendilerine alt konsolosluk ve işyeri gibi birkaç binanın, kendi askerlerince koruma altında tutulmasının ise. anla­yışla karşılanmasını rica ediyorlardı.
Önemli miktarda takviye birlikleri ta­şıyan Jan Bar gemisi, İzmir limanına ulaştı. İtalyan amirali yarın şehre gele­cek. 

9 EYLÜL 1922.,

Dün gece İzmir bir olay yaşadı. Bir trenle buraya gelen 300 kadar Yunan askeri, kenti yakmak ve yıkmak tehdi­dinde bulundular. Şimendifer yapım binalarını koruyan kuvvetlerimiz, bun­ların istasyondan çıkıp kente girmeleri­ne engel oldu ve tümünü gemilere bin­dirilmek üzere Urla'ya sevketti.
Bu sabah saat 10.30'da, ikinci Türk Süvari Tümeni İzmir'e girdi. Askerlerin teçhizatı kötüydü. Uzun bir savaştan çıktıkları, askerlerin yüzlerinden oku­nuyordu. Buna karşın, kentin içinde, hayret uyandıracak bir sessizlik, ciddi­yet, dürüstlük ve düzen içinde resmi ge­çit yaptı.
Fransız Konsolosluğu önünde bu resmi geçidi izleyen Amiral Domenil, Türk subaylar tarafından saygıyla selamlandı. Türk subayları kent içinde dolaşırlarken, Fransa'ya karşı dostluk duygularından başka bir duygu taşı­madıklarını,  her fırsatta belirttiler.
Nurettin Paşa, Vilayet işlerini devral­dı ve çalışmaya başladı. Başkonsoloslar kendisini hükümet konağında karşıla­yıp konağın anahtarlarını teslim etti­ler.

EN ÇOK ALKIŞ RUMLARDAN GELDİ.,

Vali Paşa, karaya çıkarılmış deniz birliklerinin kentte kalmalarını güçlükle kabul etti. Yangın çıkarma ve yağma o­layı olmayacağı konusunda kesin bir dille güvence verdi.
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri bu gece kente, törensiz girecek.
Göçmenlerle dolu rıhtımdan birkaç kişi, denize düştü. Panik içindeki Yunanlılar, müttefiklerin korudukları binalara sığınmak istiyorlar. Her ülkeye mensup halk, gelip Türkleri içtenlikle alkışlıyordu. En fazla alkış, Rumlardan yükseliyordu.
Gün boyunca İzmir'e gelmekte olan, Türkler ise yabancıların bu sevgi gös­terilerine aldırmaz bir tutum içindeydi­ler.
Düzenli Türk kıtalarının kente giriş­lerinde hiçbir olay olmadı. Kıtaların arkasından kuşkulu ve başıbozuk bazı kişiler ise, kentteki kalabalık arasına karışınca bazı adam öldürme ve kavga olayları görüldü.
Bunlar üzücü olanlardır ama, ciddi bir otoriteye sahip Türk birliklerinin, en kısa sürede bu olayları durduracağı ke­sindir.
Savaşın başlarından beri Yunanlıların Türklere karşı olan insanlık dışı tu­tumları gözönüne getirilince, karşılığın­da daha büyük olaylar beklenmekteydi.
Korkulan bu olaylar görülmedi. Ufak tefek olanlar ise kendi boyutları çerçe­vesi içinde kaldı.


TAN: OLAY YOK.,

Tan gazetesi 11 Eylül 1922 tarihli sayısında, İzmir'in kurtuluşunu şöyle bildirmektedir:
"Türk süvarisi dünkü cumartesi günü İzmir'e ulaşmış Yunanlıların hiçbir direnişi olmadan kenti işgalciler­den kurtarmıştır.
Şimdiye kadar gelen haberlere göre, Türklerin İzmir'i teslim alması pek bü­yük bir düzen içinde gerçekleşmiş ve kentte üzüntü yaratacak herhangi olaya rastlanmamıştır.
Gerçekte üç günden beri İzmir'de Yunan hükümeti yönetimi görülmemek­teydi. Çünkü kişisel yaşamını kurtar­mak çabasına giren Yunan komiseri. görevini ve kendi halkını bir anda geride bırakmış ve Leston adlı Yunan krüvazö­rüne sığınmıştı.
Mustafa Kemal Paşa'nın komuta­sındaki Türk ordusu, onbeş gün içinde, yıldırım gibi bir hücumla hedefine ulaş­mıştı. Bu süre içinde çarpıştıkları Yunan ordusunu, İzmir'de denize döken Türk ordusu, kente girerek, kent yöneti­mini tümüyle ele geçirmiştir.
Yunanlıların elindeki anavatan top­rakları, işgalcilerle hiçbir görüşme ya­pılmasına gerek duyulmaksızın, sadece silah gücüyle geri alınmıştır.
Bu zaferden sonra, Küçük Asya muammasına çözümün Türkler tarafın­dan getirildiği kabul edilmektedir.

CORRIEA DELA SERA: MİSİLLEME YAPILMADI.,

İtalyan gazetesi Corriera Della Sera ise, 14 Eylül 1922 tarihli sayısında, İz­mir'in Türkler tarafından geri alınışının öyküsünü bir Amerikalı gazetecinin notlarına dayanarak şöyle bildirmekte­dir:
"Chicago Tribüne gazetesi İzmir muhabiri, halkın ruhsal görünümünde göze çarpan bir değişiklikten söz etmek­tedir. İzmir'deki Rumlar, 36 saat kadar, korkunç bir kabus geçirdiler. Rumların korkuları, Türkler tarafından büyük bir katliama geçileceği korkusundan kay­naklanıyordu. Böyle bir olayın gerçek­leşmemesi üzerine Rumlardaki korku, şimdi yerini hayrete bıraktı.
1919 yılında, Yunan işgali başında dökülen kan, tazeliğini anılarda koru maktadır. Türklerin İzmir'i geri almalarından sonra bir misilleme yapmalarını bekleyen Rumlar, yaşamlarının bü­yük bir tehlike içinde olduğuna inanıyorlardı. Fakat Amerikalı muhabir Türklerin değil bir katliama girilmek tam aksine, son derece ılımlı ve ciddî bir davranış içinde bulunduklarını bildir­mektedir. Askeri kıtalar tarafından kur­şuna dizilen birkaç çapulcu ile kişisel düşmanlıkların hedefi olan birkaç Erme­ni, Rum ve Türk'ün öldürülmeleri ola­yında, kentte öldürme olayına rastlan­mamıştır.
Muhabir, "Pazar günü 15, pazartesi günü ise 5 olmak üzere toplam 20 ölüm olayı olduğunu" bildirmiştir.
Amerikan birliklerine mensup subay­lar ite İzmir’de en fazla 100 kişinin öl­dürüldüğünü, bir tahmin olarak belirti­yorlar.

YUNANLILAR YAKIP YIKTI.,

.Muhabir, İzmir'in yeni valisi Nuret­tin Paşa'nın çevresinde birkaç subay ve askerlerle birlikte Ermeni mahallesinde dolaştığını ve yağmacıları bizzat yaka­layıp aldıkları eşyayı bıraktırdıklarına gözleriyle tanık olmuştur.
Amerikalı muhabirlerle kısa bir görü­şme yapan Nurettin Paşa, Yunanlıların işgal sırasında yaptıklarına hiçbir za­man aynı biçimi karşılık verilmeyece­ğini söylemiş ve İzmir'de asayişin çok kısa bir sürede gerçekleşeceğini bildir­miştir.
Gazetesine gönderdiği mektubunda Amerikalı muhabir şöyle demektedir:
"Yunan ordusunun yakıp yıktığı ve Yunanlıların öldürdüğü binlerce Müslü­man, cenazeleriyle dolu arazi şimdi Türklerin elindedir. Bu manzaraya karşın Türklerin hiçbir misillemeye giriş­memeleri, Türk ordusunun disiplinine en somut örneği oluşturmaktadır.
Bu durum, cidden belirtilmeye değer niteliktedir.
Süvari, piyade kuvvetleri, asayişin sağlanması için jandarma kuvvetlerine yardım etmektedir. Yabancılar mahal­lesinde hiçbir olay görülmemiştir.
Altı bin Yunan esiri dün kente geti­rilmiştir. Bunlar, İzmir'in sınırında ya­pılan savaşlarda esir düşmüşlerdir. Müslüman halk bunlara saldırmak istedi ama Türk komutanlar, halkı durdurdular ve esirlere zarar verilmesini önlediler.
İstanbul'dan öğrenildiğine göre. iş­gal kıtalarının sadece İstanbul'da ve boğazlarda bırakılması kararlaştırılmış­tır."

CHICAGO TRIBUNE MEKTUP YAYINLIYOR.,

Chicago Tribüne gazetesi muhabiri, İzmir'deki Avrupalı subayların gözlem­lerine dayanarak, Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ni zafere götüren savaşlarını inceldiklerinde, Paşa Hazretleri'nin yüksek bir askeri yetenek gösterdiğinin anlaşıldığını belirtmektedir.
Moming Post gazetesinin 7 Kasım 1922 tarihli sayısında. Aydın şimendife­rinde çalışanlardan birinin, ailesine gön­derdiği mektubu yayınlamıştır.
12 Eylül 1922 tarihinde İzmir'den postaya verilen bu mektupta şöyle de­nilmektedir:
"Gazetelerde, Yunanlıların İzmir'i tahliye ettiklerini ve Mustafa Kemal Pa­şa'nın İzmir'e girdiğini okumuşsunuz­dur.
Yunan geri çekilmesi başladığı za­man, İzmir'e doğru kaçan göçmen halkı taşımak üzere kentte bulunuyordum. Yunan ordusuyla birlikte ben de kaçmak zorunda kaldığım zaman Yunan kıtalarının, düzenli Türk asker ve çete­leriyle savaştıklarını seyrettim. Yunan ordusunu gördükten sonra şunu diyebi­lirim: Buraların Yunanlılara verilmesin­den artık söz edilmemelidir. Ben Türkler ile daima birlikte yaşarım. Cumarte­si günü Türklerin İzmir'e girişi, olağan­üstü bir olaydı. Kendilerine karşı bomba atıldığı hakle, Türklerden bir silah bile patlamadı.

İZMİR YUNAN DEĞİL, TÜRKTÜR.,

Sevgili anne ve baba, her İngiliz an­lamalıdır ki İzmir Yunan'ın değil, Türk'ün olmalıdır. Yunan ordusu geri çekilirken karşısına çıkan her binayı yaktı ve tüm memleket onlar tarafından tahrip edildi.
Sanırım gazeteler, Türkler, Ermeni­leri katlediyorlar diye feryada başlamış­tır. Ermenilerin davranışlarını gördük­ten sonra Türkler ne yapsa haklarıdır demek isterim. Ermeniler, Mustafa Ke­mal Paşa'ya bile bomba attılar. Burada bulunup da Türk ve Yunan ordularının nasıl davrandıklarını görseydiniz, siz de Türklere hak verirdiniz.
Aydın şimendifer istasyonu yangın­dan kurtuldu. Fakat bizim için artık iş yoktur. Hiçbir kent ve köy sağlam bıra­kılmadı. Yunanlılar İzmir'in neredeyse tümünü yaktılar. Yiyecek bile buluna­mıyor şimdi. İzmir'e tekrar döndüğü­müz zaman İngiltere, Türkiye aleyhine savaş ilan ederse, hiçbirimizin kurtula­cağını sanmıyorum. Eğer zalim Yunan­lılar geri çekilirken bu biçimde davran­masalardı. Türkler de karşılık vermez­lerdi.
On beş günlük ilerleyişlerinde Türk kent ve köylerinden geçen herhangi bir asker, bu kent ve köylerin yakılıp yıkıl­mış dorumunu gördükten sonra başka türlü davranamazdı.
Uygar sandığımız Yunanlıların, geri çekilirken yaptıkları çirkin davranışla­rın, uygarlıkla hiçbir ilgisi yoktur, İngiltere bu köpekleri koruyorsa, İngi­liz ulusunun alçalmakta olduğunu söy­lemekten başka diyecek birşey yoktur.




ATATÜRK'ün İLK BASIN TOPLANTISI

KİMLER VARDI?

FALİH RIFKI ATAY

Ünlü yazar ve gazetecidir. İstanbul Edebiyat Fakültesinden mezun olduktan sonra Tanin gazetesinde yazarlık yaptı. Yedeksubay olarak Suriye'yi gitti. Akşam gazetesinde yazdığı Günün Fıkraları'ndan ötürü Divan-ı Harbe verildi. İnönü Zaferi'n­den sonra Ulus ve Milliyet gazetelerinde başyazarlık yaptı. Çeşitli öyküleri ve roman­ları vardır.

AHMED EMİN YALMAN

Ünlü gazeteci ve yazardır. Alman Lisesi'ni bitildikten sonra Babıâli tercüme odasında Çalışmaya başladı. New York'ta, Columbia Üniversitesi'ni, felsefe doktoru olarak bitirdi. Damat Ferit hükümeti tarafından Kütahya'­ya İngilizler tarafından da Malta'ya sürüldü. Türkiye'ye dönünce, Ahmet Şükrü ve Enis Tahsin'le birlikte 1923'de Vatan gazetesini kurdu. 1950'lerde, Vatan gazetesindeki yazı­larından ötürü 15 ay hapse mahkûm oldu. Gözlemlerine dayanarak yazdığı çeşitli kitap­ları vardır.

 YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU

Ünlü gazeteci yazar ve romancıdır. Fransız Frerler Okulu'nda okudu. Meşrutiyetin ilânından sonra İstanbul'a döndü. Çeşitli dergilerde yazıları yayımlandı. Kurtuluş Savaşı sırasında Cumhuriyet, Hakimiyeti Milliye gazetelerinde ve Türk Yurdu dergi­sinde sürekli fıkra ve makaleleri yayımlandı. Tedavi amacıyla gittiği İsviçre'den, 1926 yılında, Milliyet gazetesine mektuplar yazdı. 1932'de Kadro dergisini çıkardı. 

İstanbul basını ile ilk görüşme uzun yıllar gizli kaldı

  İZMİR'in kurtarıldığı 9 eylül 1922 günü, Anadolu'da savaş sona ermişti amma, İstanbul ve Trakya işgalci düşmanlardan henüz arındı­rılmamıştı.
Batılılar, İzmir'de bulunan Mustafa Kemal Paşa'ya başvurdular ve ateşkes görüşmeleri yapmak istediklerini bildirdiler.
Mustafa Kemal Paşa, işgalcilerin bu isteğini kabul etti. Ateşkes gö­rüşmelerinin Mudanya'da yapılması kararlaştırıldı.
İzmir'in kurtarılışından üç hafta sonra, 4 ekim 1922 tarihinde, ateşkes görüşmelerine Mudanya'da başlandı.
Mustafa Kemal Paşa, bu anlaşmadan üç ay sonra, 14 ocak 1923 tarihinde, bir geziye çıktı.
Amacı, saltanat ve hilafet konusunda alınan kararların halk üzerinde ne gibi etki yaptığını incelemek ve saptamaktı. Mustafa Kemal Paşa, halkla sık sık yakın ilişki kuracağı bu yurt gezisinde ayrıca, kurmayı tasarladığı si­yasal parti konusunda halkın nabzını da yoklamayı amaçlıyordu.
İzmir zaferinin üstünden dört ay geçmişti. İstanbul, çeşitli görüşlerin, değişik fikirlerin ortaya atıldığı bir siyasal arenaya dönmüştü.
Meşrutiyetin yeniden kurulması, halifenin ve saltanatın güçlenmesini isteyenler yanlarında, başkentin yeniden İstanbul olmasını isteyenlerle, toplumsal devrimlere gerek görmeyenlerle bütünleşiyorlardı.
Mustafa Kemal Paşa, bu çeşitli görüş ve fikirlerin oluşturduğu karga­şaya bir açıklık, bir kesinlik getirilmesinin gerekliliğine inanıyordu. Bu ne­denle İstanbul'da, kamuoyunun aydınlatılmasının bir zorunluluk olduğunu görüyordu.
Öncelikle İstanbul basınıyla görüşmek istedi. Basının temsilcilerine ül­kenin ve ulusun gerçek durumunu tüm açıklığıyla anlatmak ve gönüllerdeki, kafalardaki görüş ve fikir kargaşasına akıl yolunu egemen kıl­mak için onları göreve çağırmak istiyordu.
Mustafa Kemal Paşa, İstanbul basınının temsilcilerini bu amaçla İzmit'e çağırdı. Önce onların görüşlerini, fikirlerini dinleyecek, sonra da sözü kendi alacaktı.
Basın, bilmesi gereken, fakat bilmediği bazı gerçekleri Mustafa Kemal Paşa'dan öğrenecek ve görüşlerini, fikirlerini, bu gerçekleri gözönüne ala­rak, yeniden oluşturacaktı.
İzmit'teki bu görüşme, 1923 yılının 16-17 ocak gecesi yapıldı.
Saat 22.00'de başlayan görüşmeler, sabahın 03.00'üne kadar sürdü.
Büyük bir gizlilik içinde yapılan görüşmenin, dört duvar dışına taş­maması ve halka yayılmaması için söz verildi.
Konuşulan her şey görüşme bittiğinde unutulacaktı.
Bu tarihsel görüşmenin üzerinden şimdi tam 59 yıl geçti.
O günlerde belki bir hayal, ya da gerçekleşmesi çok zor bir emel gibi gö­rünen birçok konular, şimdi günün somut gerçekleri olarak karşımızda du­ruyor.
O geceki gizli toplantıda Mustafa Kemal Paşa, "Yapalım ve yapacağız" sözleriyle ileri sürdüğü görüşlerinin, büyük bir bölümünü o geceyi izleyen günlerde tek tek gerçekleştirdi.
O'nun, bugün bile hala gerçekleştirilmemiş bazı görüşleri vardır. Bu gö­rüşlerin gerçekleştirilmemesinin suçu ise, tümüyle bizlerin omuzlarında­dır.
Mustafa Kemal Paşa'nın, 59 yıl önce İzmit'te, İstanbul basınının temsil­cileriyle yaptığı ve bugüne kadar açıklanmayan bu çok gizli ve çok özel görüşmeyi, tüm ayrıntılarıyla, bugün gün ışığına çıkarıyoruz.


===========================================
B İ L G İ L E N M E K H E R K E S İ N H A K K I D I R



===========================================



***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder