29 Ekim 2019 Salı

AKLIN YOLU.. BÖLÜM 1

AKLIN YOLU.. BÖLÜM 1




Prof.Dr.Sait Yılmaz 
24 Mayıs 2019 


“Yalnızca iki şey sonsuzdur; evren ve insanların aptallığı. Ancak ilki hakkında kuşkularım var.” 
Einstein 


Giriş 

 Bir insanın beyninin düzgün çalışıp çalışmadığını anlamak için istihbarat örgütleri iki aksiyomu çeşitli şekillerde test ederler. Birincisi “ayna (mirror)” aksiyomu olup, beynin görünen şeyin aynısını algılayıp-algılamadığına bakılır. Örneğin bir kümede (mesela bir çiftlikte) gördüğü tüm elemanları sağlıklı bir şekilde yansıtabiliyor mu? Beynin taşıyıcı ayna nöronları yetersiz olanların zihin kurgusu ve empati yeteneklerinde sorunlar vardır. Bu yetersizliğin ileri safhası ise otizme varmaktadır. İkincisi ise “geçiş (transitive) farkındalığı” aksiyomudur ve burada beynin bağlantı kurma işlevi kontrol edilir. Örneğin A, B.den büyükse; B.de C.den büyükse, A.nın C.den büyük olduğunu kurma bağlantısını algılaya bilmeli dir. 
Ya da farklı renkleri algılama yeteneği de bu aksiyom kapsamında dır. 

Beyni doğru çalışmayan bir insan ehil değildir, yani bırakın bir işte çalışmayı, mahkemede bile yargılanamaz; çünkü akli işlevleri yerinde değildir. Ama bu tür insanların çoğu kontrolsüz bir biçimde içimizde yaşar hatta devlet adamı ya da şirket yöneticisi olmuşlardır. Bu akılsız ve psikopat insanlar, belki de müdür ya da profesör olarak başınızdadır ve kendi algılama sorunları nedeni ile size hayatı yaşanmaz hale getirebilirler. Özetle bir insana akıllı diyebilmemiz için iki aksiyomu yerine getirebilmelidir; ayna ve geçiş farkındalığı. 

 Son yıllarda bazı bilim insanları akıl ve beyin işlevleri ile ilgili çalışmalardan yola çıkarak kişilik modelleri tanımladılar ve hatta bu modellerden suça eğilimli insanları analiz ettiler. Bilim dünyasında aklın kullanılması ile ilgili iki projeksiyon söz konusudur; 

- Batının kullandığı “ Rasyonel Akıl ”, 
- Doğunun kullandığı “ Muğlâk Mantık”. 

Rasyonel akılda ikili (binary) sistem vardır; bir elaman ya A.ya ya da B.ye aittir. Batı felsefesinin temeli olan rasyonel akıl, „kesinlik. üzerine dayalıdır. 

Muğlâk mantık ise çoklu (multi) sistem kullanır yani bir eleman hem A hem de B.nin üyesidir. Burada görelilik söz konusudur, tam kesinlik yoktur. Örneğin bir suyun sıcaklığı soğuk ve sıcak arasında bir yerdedir. 

Rasyonel aklın mantığı Sokrates ve Aristoteles.e kadar uzanırken, muğlâk mantığın tanımı ancak 1961 yılında ABD.de yaşayan bir Azerbaycanlı Türk tarafından yapıldı. Bu mantıktan yararlanarak yapay zekâ çalışmaları başlatıldı. Bizim hayatımız da, tercihlerimiz de genellikle muğlâk mantığa dayalıdır. Çünkü hayatımız da pek çok karar veya olgu varsayıma dayalıdır. “Allah vardır ve tek.tir” demek bir varsayımdır, bunu ispat ile uğraşmayız. 
Yönetmek işi de böyledir; varsayımlara göre idare etmek. Bu makalede, akıl üzerinden uzun bir yolculuğa çıkarak tarihten bugüne aklın, bilimin ve dinin, en önemlisi aklın yolunun nereden nereye vardığını ya da varamadığını sorgulayacağız. 

 Akıl, Zeka, Mantık ve Ruh.. 

 Felsefe Sözlüğü.ne göre; akıl, genel olarak, insanda var olan soyutlama yapma, kavrama, bağıntı kurma, düşünme, benzerliklerin ve farklılıkların bilincine varma kapasitesi, çıkarsama yapabilme yetisidir.1 Ünlü Alman filozof Gottfried Wilhelm Leibniz için akıl; aynılık, çelişmezlik, üçüncü hâlin imkânsızlığı ve yeter-sebep gibi evrensel ilkelerle işleyen bir melekedir. 

Basit bir tanımla; akıl, olaylar ve olgular arasında gerçekçi bir şekilde sebep-sonuç ilişkisi kurabilme becerisidir. Ancak, akıl somut olarak ölçülemez. Akıl herkese eşit olarak paylaştırılmış gibi görünse de herkes „akıllı. sıfatıyla anılmaz. Akıllı bir insan doğru ve yanlışı, yalan ve gerçeği ayırt edebilme yetisine sahiptir. Yaşımız ilerledikçe, olgunlaştıkça, aklımız da gelişir. 

 Zekâ; bir olayı önce anlama, ilişkileri kavrama, yargıda bulunma, daha sonra açıklayarak çözme yeteneğidir. 
Zekâ, bilgi değil, değişen durumlara göre hareket etmek için yaratılıştan gelen bir kapasitedir. 
Zekâ, beynin algılama hızıdır. 
Bilindiği üzere IQ testi ile ölçülebilir ve her insanda eşit bulunmaz. Zekâ sadece analitik değil, duygusal ya da sosyal de olabilir. 

 Zekâ, etik bir anlam taşımaz, nötrdür. Bu durumda zekânın daha teknik, akılın ise daha etik bir boyutu olduğunu söyleyebiliriz. Zeki bir insan çözüm üretebilir, akıllı olan ise ürettiğini olumlu yönde uygulama kabiliyetine sahiptir. Bir besteci müzik yapıtını aklı ile değil, zekâsıyla yaratır. Aynı besteci, en basit matematik denklemini çözemeyebilir. Burada devreye zekânın, algı ve hafıza yeteneğine göre farklılık göstermesi girer. 

 Peki "Akıllı kişi, doğru olanı seçen ve doğru olanı yapan kişidir" diyebilir miyiz? Burada da devreye „mantık. girer. Doğru düşünme, kendini akıl yürütmede gösterir. Akıl yürütme, verilen ilk yargılardan sonuç olarak yeni bir yargı çıkarma işlemidir. Gerçeğe uygun olan yargı (önerme) doğru, uygun olmayanı da yanlıştır. Doğru ile yanlış arasındaki yer “doğruluk değeri” olarak ifade edilir. Aklı yürütmede tümden gelim ve tümevarım metotlarına daha sonra döneceğiz. 

 İnsan dehası ve zekâsı söz konusu olduğunda, aklımıza çoğunlukla en zeki ve en yetenekliler gelir. Ancak, en zeki insanların bile aptalca kararlar aldıkları, zekâları ile bağdaşmayan davranışlarda bulunduğu gözleniyor. Aptallık, büyük ölçüde gereksiz detayları elimine ederek kısa yoldan çözüme ulaşmaya çalışan zihnin, mantığı tümüyle rayından çıkarmasına bağlanıyor. Beynin bu eğilimine “höristik strateji-zihinsel kısa yollar” adı veriliyor. 

 Mantıksız, saçma, budalaca fikirlerin peşinden gidenlerin hepsi düşük IQ lu değildir. 

IQ testlerinden yüksek bir puan almanız sizin aptallık yapmayacağınız anlamına gelmez. 

IQ derecesini belirleyen çeşitli faktörler vardır. Zekâ farklılığının % 30.u, içinde yetiştiğiniz koşullardan, örneğin beslenme ve eğitimden kaynaklanır. 

 Akıl ile ilişkili diğer başlıca kavramlar, “ruh”, “akıllı ruh” ve “anlama yetisi”dir. Ruh, din ve felsefede, insan varlığının maddi olmayan tarafı ya da özü olarak dinlerin ve ruhçu felsefelerin insanın vücudunda bulunduğunu kabul ettikleri, yaşamın özü saydıkları, canlılığı sağlayan, maddesel olmayan varlık, ölümsüz sayılan töz, ilkedir. İnsan ruh ve bedenden oluşan bir canlıdır. 

 İnsan ruhtan öte bir şeydir, bir nesne de değildir. İnsan nihai anlamda kendini belirleyen bir varlıktır2. Aslında çoğunluk tarafından dini bir motifle ele alınan ruh, bu anlamda insanın öldükten sonra da yaşamını devam ettiren tarafı ve bedeni ayakta tutan enerji olarak bilinir. Bu anlayışa göre, ölümün tanımı ruhun bedeni terk etmesidir. Ruhun ölümsüzlüğü düşüncesi sonlu bedenimizin bir ömre sığdıramadığımız arzularının bir ürünüdür. 

 İnsan ruhunun düşünmek, akıl etmek, tasavvur etmek, bir hükme varmak gibi faal/aktif yansımaları ise „akıllı ruh. kavramında toplanır. İnsan ruhunun akli yanı kadar öyle olmayan yanları da vardır. Onun faal/etkin olmadığı edilgin/pasif hâllerini belirtmede “duygu etkisi (passion)” terimi işlevseldir. Duygular, ruhun maruz kaldığı, tesir altında kaldığı, etkilendiği korku, hiddet, elem, aşk, vb. hâllerdir. Aklımıza gelen her şeyi isteyebilir (düşünebilir) olup, aklımıza gelen her şeyi bilemememiz, istediklerimiz ve bilebildiklerimiz arasında belli türden bir uyumsuzluğa yol açmaktadır. 

 Anlama, bir şeyi tecrübe, ilgi veya temas kurmak yolu ile belirli bir ölçüde aşina olarak bilme durumudur.3 Bu aynı zamanda gerçeğe ulaşmak için insan beyninin dinamik gerekçelendirme sürecidir.4 Anlam (logos), mantıktan (logic) daha derindir. Orta Çağ.da bazı papazlar, her şeyi insanlar için yarattıklarını düşündüklerini Tanrı.nın sivrisineği neden yarattığını anlayamadıkları için dinden çıkmışlardı. 

 Anlama yetisi (sezgi) ile akıl arasındaki anlamsal nüansı meydana getiren şey, ilkinin aklı kullanmaya yönelik (discursive) işleyiş tarzıdır. Anlama yetisi bu itibarla aslında sadece aklın özel bir çalışma biçiminin adıdır. “A, A.dır”, “düşünüyorum”, “varım”, vb. dolaysız hakikatleri sezen aklın yanında anlama yetisi bazı ilk yargılardan hareketle çıkarılan sonuçlar olarak dolaylı hakikatler sunar. Yani denebilir ki anlama yetisi; sezgisel (içgörüsel, intuitive) hakikatlerin kendisinden kaynaklandığı meleke olarak aklın, sezgiye tabi hakikatlere varmak 
üzere işleyen hâlidir. 

 Özetle, sorunumuz doğru bilginin ne olduğu ve nasıl elde edileceğidir. Bu bilgi her ne ise gerçeğin farkındalığını yaratacaktır. Doğru bilgiye sahipsem, bir gerçeğin de farkındayım demektir. Bu bilgiyi elde etmek için uygun yöntem mantığı kullanmaktır. Yani mantığı kullanma kapasitem „akıl.dır. Gerçeği bulmak için aklı yürüttüğüm zaman yeni bilgiye ulaşırım. Mantık, gerçekle uyumlu düşünme yöntemidir. 

 Bilgi, şeylerin nasıl olduğuna bakarak akıl yürütme ile sağlanır. Kimlik aksiyomuna göre; „şeyler ne ise o.dur. Yani sandalye, sandalyedir, masa değildir. Şeyler, varlıkları ve özellikleri ile benzerdir. Bilgi gerçektir ve insanın aklı ve mantığı kullanma kapasitesi ile elde edilir. Ancak, görecelilik (relativity) teorisi ve kuantum mekaniği kimlik prensibinden sapmaktadır. Görecelilik teorisi bilginin gerçek olduğuna karşı çıkarken, kuantum mekaniği ise parçacıkların mutlak özellikleri olmadığını söyleyerek ters düşer. 

 Öte yandan farklı insanlar farklı duyu bilgilerine sahiptir. Örneğin bir anıta bakan insanlar durdukları yere göre farklı izlenimlere sahip olabilirler. Her biri anıt için farklı bir görüntüye sahiptir. Bu yüzden insanların aynı şey hakkında farklı açıklamaları olabilir ya da aynı sandalyeye bakıp, farklı akıl yürütmelerle farklı sonuçlara ulaşabilirler. Bazen de sonuçlara farklı yöntemlerle ulaşılabilir. 

Yaratılış ve Akıl.. 

 Peki, akıl neden insana verildi? Tanrı.nın verdiği aklın sınırları neler? Akıl ile ne yapmamız isteniyor? Bu konu ile ilgili analize din ve laiklik bölümünde de gireceğiz. Önce Hermetik bilgilerle başlayıp, sonra felsefe ve akıl konusuna odaklanacağız. 

Hermes.in hikâyesi Âdem.in yedinci kuşak torunu olarak Nuh Tufanı öncesinde başlar. Daha sonra Mısır.a uzanır ve antik Grek inancından İslam.ın söylemine (İdris Peygamber olarak) aktarılır. Hermes.i binlerce yıldır cazip kılan Tanrı bilgisine (hikmet) ulaşmak için öngördüğü akıl yolculuğu ve yaratılış kozmolojisi oldu. Şimdi Hermes.e atfedilen Corpus Hermeticum.dan (CH) seçtiğimiz cümlelere bakalım.5 

“Yüce Akıl (Tanrı), kendisine benzeyen bir yaratık olan (gayr-i cismani) insanı yaratır. Bu insandan her biri (CH I; 16-17); 

1. Toprak ve sudan mamul bir kesif beden, 
2. Ateş ve havadan mamul bir hayati ruh (pneuma), 
3. Cismani olmayan bir nefs ve akıldan mürekkeptir. 

Ruh (nefs) bedendedir, akıl ruhtadır, Tanrı akıldadır. Akıl, ruhun üzerinde faaldir. 
Ruh, havanın üzerinde faaldir. Hava da kesif maddeler üzerinde faaldir. ( CH XI; 13b, 14a). 

Kâinat, Ruhlarla (nefslerle) doludur. İnsan ruhu, külli ruhun (Tanrı) parçasıdır. Ruh, kısa bir zaman için yeryüzüne inecek, maddeyle birleşecek ama maddeye boyun eğmeyecektir. 
İmtihanı kazanamazsa o ruhta bulunan ilahi nur sönecek ve ruhu yalnız başına karanlık içerisinde bırakıp yukarıya doğru gidecektir. Ruh da ışıksız kalınca, karanlığın içinde eriyip tükenecektir 6. 

Bilginin her parçasında hakikat nüvesini taşıyan bu şarta bağlı olmayan ve değişmeyen unsur, saf Ruh ya da Akıl’dır. Varlıklar içerisinde yalnızca insan, İlahi Aklı tam manasıyla yansıtabilen dir. 

Böylece her şey Tanrı’ya bağımlıdır, akıl tarafından idare edilir ki, Tanrı ezeli ve ebedidir, düşüncelerle anlaşılmaz. Akledilebilir âlemi yalnızca akıl gözüyle görülebilir. (Hermetica, C.II, s.28). 

Her şey Tanrı’nın düşündüğü düşüncelerdedir (CH XI; 17b-20a). 

“.. Akıl, Tanrı’nın en temel cevheridir. Nasıl ışık, güneş tarafından saçılırsa, akıl da Tanrı tarafından saçılır. O, insana girer ve bazılarını ilah yapar. İnsan ruhu, cisimlenme ile birlikte hazların kötü etkileri nedeniyle (ahlakı) bozulur. Akıl, kaderden üstündür ve içinde bulunduğu ruhu kaderin ellerinin ulaşamayacağı yere yükselmeye muktedirdir (CH XI; 5-8). 

İnsanlık arasında her ne kadar dillerde farklılık varsa da her millette konuşma bir ve aynıdır. Konuşma, aklın bir suretidir. Akıl da Tanrı’nın bir suretidir (CH XI; 12, 13a).” 

 Görüldüğü gibi bütün semavi dinlerin kitaplarında adı geçen Hermes.in öğretisine göre; Tanrı, Akıl.da olduğu gibi insan ruhu da külli ruhun (Tanrı.nın) bir parçasıdır. Akıl, kaderden üstündür ve içinde bulunduğu ruhu kaderin ellerinin ulaşamayacağı yere yükselmeye muktedirdir. 

Bilim insanları ise insanın evrimi konusunda başka açıklamalar getirmişlerdir. Antropoloji, insanda beynin gelişmesini şu şekilde açıklar: Dört ayaklıdan iki ayaklıya geçiş ile birlikte dik duruş ve alet kullanma becerisinin belirleyici oldu, yürüme görevinden kurtulan elin manipüle ve kavrama yetisi kazanarak aynı zamanda bir önceki işlevinden boşa çıkan ağın da konuşmaya elverişli hale geldi7. Burada beyine atfedilen rol ikincildir. El ve alet kullanımı ile dik duruş, beynin gelişim sürecinde kortikal alanın açılması ile beyine kalan 
alanın ve böylece aklın gelişmesini de sağlamıştır. 

 Beynimiz; 

(1) Yaşamın ve türün sürdürülmesine, 
(2) Tehlikeyi yakalamaya, 
(3) Denge (bozulduğunda) sistemi tekrar dengeye döndürmeye ( Stres Tepkisi ) programlanmıştır.8 

 Beynimizin katmanları şu şekildedir:9 

(1) Beyin sapı ya da alt beyin. 
(2) Orta beyin ya da Limbik sistem (duygusal beyin). 
(3) Üst beyin ya da neokorteks (mantıklı düşünen beyin). 

 - Alt beyin; yaşamsal fonksiyonlardan ( Kalp atışı, Soluk alıp-verme, uyanıklık ve uyku hali gibi) ve tehlikelere tepki vermekten sorumlu bölgedir. 

 - Limbik sistem, vücut ısısı gibi dengeler yanında korku, öfke, haz ve üzüntü gibi en temel duygulardan sorumludur. 
Alt beyin ana karnında gelişirken, orta beyin özellikle ilk beş-altı yılımızda tutulan kayıtlarla kişiliğimizin temelini oluşturur. 

- Üst beyin güçlü olduğunda güç ve güvenlik düşkünü alt ve orta beyini yönetebilir, güçlü olmadığında ise kolaylıkla devre dışı kalabilir. 

Beyindeki sinir bağları, kullanım sıklığı arttıkça güçlenir yani bilgi hatırlanır. Sevgiye, saygıya ve şefkate dayalı bir yaşam sürmemiş olanlarda orta beyin sorunlu olduğundan alt ve üst beyin bağlantısı zayıf olabilir. Bağlantı sorunları algılama hatalarına yol açar, örneğin ihtiyaçlarımızı ve isteklerimizi karıştırırız. Üst beyini daha çok kullandıkça daha az savunmacı, daha az duygusal ve daha çok mantıklı olur, stresimiz de azalır. 

 İnsan beyninde bulunan her biri beş bin bağlantı kurma yeteneğine sahip milyarlarca hücre olmasına rağmen, pek çok bağlantı asla kurulamamakta, mesajlar, duygular, görüntüler ve düşünceler gereğince algılanamamakta, beyinlerimizin içinde sonuçsuz bir biçimde birbirleriyle çarpışıp durmaktadırlar. Tarihin fark edilmemiş fırsatlarla dolu olmasının nedeni budur. Bunca duygu ve düşünce döllenmeden kalmıştır. İnsanlar kendilerine söylenenlerin çoğunu hiç duymamaktadır, gözlerinin önünde apaçık duran şeyleri fark edememektedir. 

Diğer yandan, genler, iki insan arasındaki zekâ farkının % 40.ından sorumludur.10 

Bu farklılıklar beynimizdeki bağlantılarda kendini gösterir. Daha zeki beyinlerde nöronların arasında daha verimli bir ağ bağlantısı olduğu izlenir. Nöral bağlantılar, verimli zihinsel bağlantıların kurulmasında biyolojik bir temel oluşturur. Stanford Üniversitesi.nden Gerald Crabtree, zekâmızın sürekli olarak mutasyon geçiren 2000-5000 gene bağlı olduğunu ileri sürer.11 

 Felsefe ve Akıl.. 

 Akılcılık/rasyonalizm akımının kökleri Sokrates.e ve onun öğrencisi Platon.a uzanır. Sokratesin gerçeği soruşturma yöntemi; diyalog, aklı ve mantığı esas alır. Sokrates.in başlıca kılavuzu, müzakere edilen konu hakkındaki rakip varsayımları sınama ve geçersiz kılınanları da adım adım aşarak daha dayanıklı varsayımlara yol almakta kullandığı akıl.dır. Platon, doğru bilgi kaynağının duyusal tecrübe değil, akıl olduğunu söyler. 

   Batı felsefesi tarihine bakıldığında, insanın doğadaki ayırt edici vasfın akıl olduğu fikrinin temellerinin Aristoteles.e dayandığı görülür. Aristoteles meşhur tanımında insanın “akıllı hayvan” olduğunu söyler. Aristoteles e göre her varlığı o varlık yapan değişmez bir öz vardır. 
İnsanı insan yapan bu öz, onun düşünebilmesidir. 

  Aristoteles, Metafizik adlı eserine “bütün insanlar, doğal olarak bilmek isterler”12 önermesiyle başlar. Aristoteles.in metafizik bahsinde varlık ile varolanları bilmek, kavramak ve bunları anlamak için Fizik.te temellendirdiği ilkeler, her zaman bir şeyin oluşan olarak taşıyıcı olması gerektiğini öngörüyordu.13 Akıl (reason) ise bu imkânı kendi içerisinde kendi 
kendisinde taşımaya ehildir keza akıl, akıl yürütme (reasoning) esnasında kendinden başkasına ihtiyaç duymayacaktır. 

Aristoteles.e göre; insan aklının üç temel işlemi bulunmaktadır. Bunlar; 

(1) Bilmek (theorein), 
(2) Yapmak (prattein) ve 
(3) Yaratmak.tır (poiein). 

 Bütün bilimler aklın bu üç işleminden doğmaktadır. Bilmek işleminden; teorik bilimler (matematik, fizik), yapmak işleminden uygulamalı bilimler (ahlak, ekonomi, politika) ve yaratmak işleminden şiirsel (söz söyleme/belagat, mantık) bilimler doğarlar. 

 Aristoteles, ayrımına gittiği bu üç etkinliğe üç değer atfeder. Teorik bilimler.in değeri ve amacı “doğruluk” ve “hakikat”, Poiesis.inki “fayda”, Praxis.inki ise “iyi”dir. 

 Aristoteles.e göre eylemin kaynağı yalnızca arzu değildir çünkü arzu seçim veya tercih yapamaz. Yalnız başına akıl da olamaz çünkü akıl kendi başına hiçbir şeyi hareket ettirmez. 
Eylemin kaynağı arzu ile birlikte bir amaç peşinde koşan akıldır. (Akıllı arzu) 

 Aristoteles ruh, akıl ve arzu ayrımından yola çıkarak erdemleri de ikiye ayırır; ruhun akıllı kısmından kaynaklanan düşünce (entelektüel) erdemleri ve ruhun akıllı olmamakla beraber aklı dinleyen kısmına dayanan karakter (ahlaki) erdemleri14. 

 Duyuların yanıltıcı olduğu fikri ile yola çıkan modern felsefenin kurucusu Fransız filozof Rene Descartes, “Akıl” anlamında kullandığı ve “iyi hüküm verme ve doğruyu yanlıştan ayırt etme kudreti” olarak tanımladığı sağduyunun bütün insanlarda fıtraten eşit olduğunu savunur.15 Descartes duyuların yanıltıcılığını, değindiği birçok örnekle eleştirmesinin ardından, kendisinden kuşku duyulamayacak ilk akli hakikat olarak „cogito ergo sum’a ulaşır; “Düşünüyorum, o hâlde varım”. 

 Hollandalı filozof Baruch Spinoza.daki aklın ezelî-ebedî olanı da kavrayabileceği yönündeki “mutlak akılcılık” ile Alman G. W. F. Hegel.in metafiziksel bir olgu olarak büyük “Akıl” vurgusundaki akılcılık, yelpazenin iki ucudur. Spinoza, akla dair minimalist bir anlayış ile bir akıl yürütme zincirinin, bir ispatlamanın geçerli olabilmesi için asgari akli şartlarını ima eder. Hegel.in maksimalist akıl anlayışına göre ise “Akıl dünyaya hükmeder ve dolayısıyla, bizzat evrensel tarih de akli biçimde açılıp serilmiştir.”16 

Kant, aklın sormaktan kaçınamadığı bazı sorular yüzünden insanı yanılsamalara düşürdüğünü belirtir. 
Aklı bu kadar meşgul edip bir türlü bilgisine ulaşamadığımız nosyonlar aklın yanlış kullanımından türerler. 
Bahsi geçen yanılsamaların üç çeşit olduğunu belirtmektedir; ampirik, mantıksal ve transandantal. İlkinin yanlış duyumsamadan kaynaklı olduğu ve kısa bir odaklanma ile ortadan kalkacağını; ikincisinin mantığın formel kullanımındaki hatadan kaynaklı olduğunu ve buradaki doğru kullanımla üstesinden gelineceği ni ifade eder. Üçüncüsünde ise farkına varmanın zorluğunun yanı sıra üstesinden gelmenin imkânsızlığı söz konusudur; düşünürüz bilemeyeceğimizi bildiğimiz halde. 

 Kant ın “transandantal diyalektik”i doğal ve kaçınılmazdır; öznel olanı nesnelmiş gibi yutturur. 
 Tözler: ruh, evren ve tanrıdır. Bunlara yer açan; sonlu varlığımızın ardında sonsuz bir kaynak; sınırlı doğamızın ardında sınırsız bir evren; ve gerçeklerin ardındaki idealdir 17. 
 Kant; Descartes, Leibniz veya Spinoza gibi teknik felsefi manada tam bir rasyonalist olmadığı hâlde (daha çok rasyonalizm ile ampirizmin bir sentezini savunmuştur) seküler manada bir akılcıdır. 

 Seküler akılcılığın 19. yüzyıldaki büyük temsilcisi ise Auguste Comte tur. Meşhur üç hâl yasasıyla Comte, teolojik ve metafizik dönemlerin ardından gelen pozitif ve bilimsel bir dönemin öncüsüdür. Comte.un mirasının 20. yüzyılın ilk yarısında hüküm sürmüş versiyonu olarak neo-pozitivizm de metafizik eleştirisiyle seküler akılcılığı bünyesinde taşımıştır. 

 20. yüzyılın ikinci yarısı, Batı düşüncesinde büyük bir değişime, “öznenin ölümü” ya da “insanın ölümü” fikri olarak anılan bir değişime tanıklık etmiştir. Bu fikir öncelikle, düşünce ve eylem için nihai bir zemin sağlayan modern transandantal ben, zaman dışı ve evrensel insan doğası varsayımlarına dönük bir kuşkuculuğu ihtiva eder.18 Bu çağdaş kuşkuculuk, Falzon.a göre postmodern felsefi pozisyonun veya düşünme tarzının asgari müşterek özelliğidir. 

 Postmodern pozisyonun tipik bir örneği olarak Feyerabend.a göre “akıl-dışı” diye mahkûm edilen usullerin bizi başarıya götürdüğü ve buna mukabil akılcı usullerin muazzam sorunlara yol açtığı vakidir. Neticede ona göre akla elveda demenin zamanıdır.19 Feyerabend.a göre; özgür bir toplum ancak, akılcılığın yerine kültürel rölativizmin ikame edilmesiyle kurulabilir. 

  Bilim Felsefesi ve Akıl.. 

Bilim felsefesini anlamamız için neyin nasıl düşündüğü ile ilgili genel bir çerçeve çizelim (Şekil 1). 


Şekil 1: Bilim Felsefesinin Ana Dalları 


Felsefenin temel konularından biri olan „varlık. konusu hakkında konuşmak, „Ontoloji. yani varlık bilimi yapmak demektir. Ontoloji bilimi bizim düşünsel üretimimiz olmayan alanla ilgilenir. Bizim düşünsel üretimimizle ilgilenen bilime ise „Epistemoloji. denir. Yani ontoloji, varlık bilimi ise epistemoloji „ bilgi bilimi dir. Ancak, ontoloji ve epistemoloji birbirlerinden bağımsız değildirler. Birbirlerini etkilerler ve dönüştürürler. Yani, insan kendi dışında olanı sadece algılamakla kalmaz, aynı zamanda yorumlar. 

 İlk çağlarda Thales gibi filozoflar geniş konuları kapsayan metafizik (epistemoloji ve Ontoloji) ile ilgileniyorlardı. Evreni oluşturan temel, öz maddenin bulunması amaçtı. 
Felsefecilerin bu konuda farklı fikirleri (ateş, su, toprak, hava) akıl ve bilgiye yönelmelerine, elde edilen bilgilerinin sorgulanmasına sebep oldu ve epistemoloji (bilgi felsefesi) bugün bile felsefe dalı olarak güncellenip devam ediyor. 

Bilginin yapısını inceleyen, doğru ile yanlış akıl yürütmenin ayrımını yapmaya çalışan „mantık. disiplini ise önceleri geniş felsefe konularından biri olarak görülürken günümüz felsefesinde „kanıt teorisi. kapsamında incelenmeye başlanmıştır. Günümüz felsefesinde mantık artık tamamen kaos dahil modern matematiğe dönüşmüştür. 

Felsefenin epistemoloji ve ontoloji.yi inceleyen bir dalı olarak yüzyıllarca devam etmesine rağmen, metafizik; günümüz felsefesinde sürekli değişim sonucu ölüm, yaşam, tanrı vb. konulara hapsolmuş ve alanı daralmıştır. Metafiziğin içinde olan din felsefesi, dil felsefesi ve bilim felsefesi gibi konular kendi dallarına ayrılıp metafizik.ten kopmuşlardır. Önce, epistemoloji ve teoloji metafizik.ten ayrılmış ardından bilimin gelişmesi ve ontolojik bakış.a dönüşmesi ile ontoloji de metafizik dışına itilmiştir. 

Varlık bilimi olan ontoloji; din, dil, bilim ve felsefenin diğer uğraşı alanlarında benzer kavramların “gerçek mi sahte mi?” sorusu ile ilgilenir ve yüzyıllar boyu metafiziğin bir dalı olarak süregelmesine karşı günümüz felsefesinde tamamen bilime dönüşmüştür. 


Tablo 1: Varlık Felsefesi (Ontoloji) 

Bilgi bilimi olan epistomoloji ise günümüz felsefesinde metafizikten ayrıdır ve bilginin doğruluğu ya da yanlışlığı dört ana grup çerçevesinde irdelenir; 

- Rasyonalist (us, akıl), 
- Ampirist (deneyci), 
- Sensüalist (duyular) ve 
- Sezgiciler. 

   Rasyonalizmde bilginin kaynağı akıldır, Empirizmde ise deneyidir. Pragmatizmde faydalı olan bilgi doğrudur. Entüisyonizmde ise bilginin kaynağı sezgidir. 

   Rasyonalizmin (Akılcılık), en önemli temsilcileri arasında Sokrates (Diyalektik Konuşma), Platon (İdealar kuramı), Aristoteles (madde-form ilişkisi), Descartes (Metodik şüphe), Hegel (Diyalektik idealizm: tez-antitez-sentez), Farabi ve Leibniz sayılabilir. 

   Empirizmin (Deneycilik), önde gelen isimleri ise Epiküros, Gassendi, John Locke, David Hume, George Berkeley, Condillac ve Herbert Spencer.dir. Empirizm akımı, bilgilerimizin kaynağının duyu ve algılar olduğunu, doğuştan aklımızda hiçbir bilginin bulunmadığını ileri sürer. Ayrıca doğru bilginin ve dolayısıyla genel-geçer bilginin mümkün olduğunu savunur. John Locke.a göre; göre insan zihninde doğuştan hiçbir bilgi yoktur. Ona göre zihin başlangıçta üzeri yazılmayı bekleyen boş bir levhadır (Tabula Rasa). Her şey sonradan bu levhaya duyum ve deneyler aracılığıyla yazılır. 
Tüm bilgiler deney sonrasıdır (a posteriori). 

 Sensualizmde (Duyumculuk) ise Fransız aydınlamacı Étienne Bonnot de Condillac, empirizmi tümüyle duyumculuğa indirger. Condillac.a göre, tüm bilgilerin kaynağı duyulardır. Duyu verilerinin dışında hiçbir sonuç bilgi değildir. Düşünceyi duyuma ek bir bilgi kaynağı olarak görmez. 

 Entüisyonizm de (Sezgicilik); sezgi aklın doğrudan doğruya, yani araçsız olarak bir şeyin algısını elde etmesi manasına gelir. Yani aklın bir hamlede, birden biri yani aniden algılaması bir sezgidir. Sezgicilik, akıl ve duyumu gerçeği bulma ve bilme aracı olarak kabul etmez. Çünkü bunlar, bulmak ve bilmek için araçlara muhtaçtırlar. Oysa gerçek ve öz biliş, hiçbir araç olmaksızın, doğrudan doğruya sezgi gücüyle bilmekle mümkündür. En önemli temsilcileri Gazali ve Henri Bergson.dur. 

 Pragmatizm e (Faydacılık) göre bir şey yararlı olduğu sürece değerli, önemli ve doğrudur. Gerçeklik ve doğruluk insanın eylemlerinin sonuçları, başarıları ve yararlarıyla değerlendirilmektedir. 

Güzellik bilimi olan „ Estetik ise „ Değer teorisi ya da aksiyoloji adı verilen felsefenin bir dalıdır. Duygu ve beğeninin yargılanması olarak da tanımlanan “ Duyusal- Duygusal ” değerleri inceler. Sanat felsefesi ile yakından ilişkilidir. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder