29 Ekim 2019 Salı

AKLIN YOLU.. BÖLÜM 2

AKLIN YOLU.. BÖLÜM 2




 Binlerce yıl felsefecilerin benimsediği Plato.nun idealizmindeki bilgi kuramı, 1963 yılında Edmund Gettier tarafından altüst edildi. Gettier şu soruyu sorar; “Gerekçelendirilmiş doğru inanç” bilgi midir? Gettier, “herhangi bir kimsenin inancı gerekçelendirilmiş ve doğru olabilir ama bilgi olması için yeterli değildir” der. Gettier.e göre, bilginin gerekçelendirilmesi, doğruluğu ve kabul edilmesi; bilginin mutlak tanımı için yeterli olmayabilir. 



Tablo 2: Bilimsel Paradigmanın Temel Bileşenleri 


 Eleştirel felsefe (Kritisizm) akımının kurucusu ve temsilcisi Immanuel Kant, empirizm ile rasyonalizm.i uzlaştırmaya çalışmıştır. 
Kant a göre akıl ve deney tek başına mutlak varlığı kavramada yetersizdir. İnsan bilgisi, duyu verileri ile aklın kategorilerinin birleşmesiyle oluşur. 
Kant a göre; bilgimiz deneyle başlar akılla son bulur. Çünkü bilginin oluşabilmesi için deney kadar zihne de ihtiyaç vardır. 
Bilginin hammaddesini duyular (deney) bize verir. Bu ham madde zihnin kategorileri (a priori) içine girer. 
Bu kategorilerde form (şekil) alarak akıl tarafından işlenir ve böylece bilgi      oluşur. 

 Pozitivizm.in (Olguculuk) kurucusu Auguste Comte.ye göre; doğru bilgi ancak bilimsel (pozitivist) bilgidir. Bilimsel bilgi olgulara dayanan, deney ve gözlem yoluyla elde edilen bilgidir. 
Comte olgulara dayanmayan, deneyle ispatlanamayan, denetlenemeyen şeylerin felsefeden atılması gerektiğini söyler. Çünkü bunlar bilimsel değildir, anlamsızdır ve metafizikseldir. 

 Post-modernizm.de bilgi, özünde anlatıdır ve dolayısıyla geçicidir; belli bir temeli olduğu söylenemez. Post-modernlere göre; tek bir doğru yoktur, her bir kişinin anlamlandırmasına bağlıdır. Modernist bilginin amacı açıklamadır; post-modern yaklaşımların temel sorusu ise „ nasıldır 20. 

 Günümüz felsefesi, klasik ya da geleneksel felsefeden önemli ölçüde ayrışmıştır. 20. yüzyılın ikinci yarısında sibernetiğin bir bilim olarak ortaya çıkışı, canlılığı ve zekâyı taklit etmeye girişmesi yeni ve tuhaf bir dönemin başlamasına neden oldu. Bu dönemde önemli bilimsel çalışmalardan bir kısmı sibernetik ve mantık alanında gerçekleştirildi. Sibernetik ve mantık alanındaki her bir eseri, büyük bir keşif ve devrim niteliğinde olanlardan biri de Lütfü Zade dir. 

 Artık, insanın en önemli niteliği olan düşünme yeteneği ve bu yeteneğin bir sonucu olan iş görme becerisi, sibernetik makineler tarafından taklit edilmeye başlandı. Zekânın davranış olarak makinelerde kullanılması, düşünmenin hesaplama olarak mantık şebekeli elektronik cihazlarda uygulanması, insan zekâsı hakkında daha ayrıntılı çalışmaları ateşlemiş, eldeki bilgilerin geometrik artışını sağlamıştır. 

Rasyonel Akıl ve Muğlak Mantık 

Önce bu bölümde anlatmak istediğimizi kısaca özetleyelim sonra detaylara girelim. 
Giriş bölümünde de belirttiğimiz gibi Rasyonel akılda ikili (binary; 1,0)) sistem vardır; bir elaman ya A.ya ya da B.ye aittir. Yani rasyonel mantık için kesinlik vardır yani ya 0, ya da 1.dir. Muğlâk mantık ise çoklu (multi) sistem kullanır yani bir eleman hem A hem de B.nin üyesi olabilir. Bunun anlamı, doğru içinde görelilik olması, doğrunun 0 ile 1 arasında bir yerde olabileceğidir. 

 Klasik mantık anlayışı açısından bir eleman A kümesine ait değilse, onun olmadığı B kümesine ait olacaktır. Mesela bir elma kırmızı değilse (yani kırmızı elmalar kümesine ait değilse) B kümesinin bir elemanı olacaktır. Fakat puslu mantığa göre kırmızı olmayan bir elmayı, eğer tam olarak yeşil de değilse, belli bir yüzdeyle kırmızı olarak kabul edebiliriz. Bu durumda, tam kırmızı elmanın değeri 1 ise tam kırmızı olmayan (yeşil elmanın) değeri 0 olacaktır. Diğer bütün elmaları kızarıklık derecelerine göre, mesela „%40, %60, %90 vb. oranında kırmızıdır. gibi değerlerle nitelemek mümkün olacaktır. 

Bu durumda, klasik mantığın (bir „ a. nesnesi eğer A kümesine ait değilse B kümesinin bir elemanıdır veya) “bir şey hem A hem de B olamaz” şeklinde bilinen çelişmezlik ilkesinin dışına da çıkılmış olmaktadır; çünkü bir „ a. nesnesi mesela %40 oranında „ A özelliğini. ve aynı zamanda %60 oranında „ A olmama. özelliğini birlikte taşımak durumundadır. 

 Bu düşünüşün teknoloji alanındaki uygulamaları dışında diğer önemli yanı, dilin, düşünce ve fizik nesneler dünyasının farklı bir açıdan yorumunu mümkün kılmasıdır. Çünkü puslu mantık açısından klasik küme, fizik dünyayı ikiye yapay bir şekilde ayırmaktadır. 
Hâlbuki fizik dünyayı bu keskin sınırlar dışında, yani puslu kümeler aracılığıyla yorumlamak mümkündür; hatta bu tür bir yorum fizik nesneler için daha uygundur. Çünkü duyumlarımız, konuşma dili ve dolayısıyla düşüncemiz aslında „puslu. bir yapıdadır. Dolayısıyla, belirsizlik, bulanıklık ve puslu olma durumu fizik nesneler için de geçerli bir özellik olarak karşımıza çıkacaktır. 

 Aslen Azerbaycan Türkü olan Amerikalı sibernetikçi Lütfi Zade tarafından geliştirilen bulanık (fuzzy) mantık kuramı, iki değerli mantık kuramlarına bir alternatif oluşturmuştur. 
Lütfü Zade, felsefenin bazı problemlerini ele almış, „Makineler düşünebilir mi (?). sorusuna ve dolayısıyla yapay zekâ sorunlarına tatminkâr cevaplar vermiş; Aristoteles.ten beri süregelen ve halen sembolik mantık şeklinde varlığını sürdüren mantık ve dilbilimsel sorunlara yeni çözümler getirmiş; iki değerli mantığa, teknoloji üreten ve teknoloji ile desteklenen kuvvetli bir alternatif sunmuştur. 

 Lütfi Zade, bulanık mantık ve bulanık kümeler kuramı özetle şunu söyler; kesinlik diye bir şey yoktur. Mutlak kesin olan hiçbir şey yoktur. Her şey, matematiksel olarak ifade edersek, 0 ile 1 arasındaki sınırda değişmektedir.21 Nesnesine tam uygun bir uslamlamada "A, uzundur" diyemeyiz. "Uzunluk" kesin bir tanımlama olarak alt ve üst sınırlar arasında gidip gelmektedir. Alt sınır 0 ile, üst sınır 1 ile gösterilir. Felsefede çok iyi bilinir ki, düşünceler, temeldeki tanımlara dayanır; filozofların tanımları farklı olduğu ölçüde görüşleri de değişiklik gösterir. Bulanık mantık ve bulanık kümeler kuramı yalnızca „tanıma göre işleyen bir tür görelilik kuramıdır; göreliliği, kendi tanımladığı kümelere yükler. Bir bulanık kümenin bulanık kuralı, tanımı tam yapılmamış bir küme veya bulanık bir önermedir. 

   Lütfi Zade, nesnelerin ve süreçlerin sonlu değerli mantıkla açıklanamayacağını fikrindeydi. Buradan hareketle, 1961.de yayımladığı bir makalesinde olasılık dağılımıyla tanımlanamayan bulanık ya da belirsiz nicelikler için farklı bir matematiğe ihtiyaç olduğu tezini ortaya attı. Bu fikri, Amerika'da bilim çevreleri tarafından yadırgandı. Hatta kendisi, maddi kaynakları boşa tüketmekle itham edildi. Lütfi Zade.nin çalışmaları, “Bilimde Kesinlik” tanımından ve arayışından asla vazgeçemeyen bilim çevreleri tarafından önce kabul görmedi ve çok eleştirildi. 

   1970 lerde ise özellikle Japon bilim adamlarının bu konuda artan araştırmaları ve mühendislik uygulamaları sayesinde bulanık mantık ve bulanık kümeler kuramı artan hızla gelişti. Günümüzde ise birçok teknolojik cihazın temelinde, Lütfi Zade'nin kurduğu bu bulanık mantık yer almaktadır. Metrolar, yapay zekâ, son teknoloji bulaşık makineleri, kontrol sistemleri ve çeşitli alanlardaki algoritmalar hep Lütfi Zade'nin temellerini attığı bu fikir üzerine inşa edildi. 

  1980 li yıllardan itibaren, Lütfi Zade.nin Bulanık Mantık (Fuzzy Logic) ve Bulanık Kümeler (Fuzzy Sets) kuramından, Japonya.nın Mitsubishi, Toshiba, Sony, Canon, Sanyo, Nissan ve Honda gibi dünya devi şirketleri geniş şekilde faydalandılar. Amerikan bilim ve sanayi çevreleri bu kuramın değeri anlamaya başladılar ve kuram Amerikan sanayisinde de (başta General Motors, General Electric, Motorola, Dupont, Kodak olmak üzere) üretim süreçlerinde kullanılmaya başlandı. Hali hazırda, bu kuramdan, ekonomide, psikolojide, dil biliminde, siyaset bilimde, sosyolojide de yararlanılmaktadır. 

 Günümüzde bulanık mantık otomobillerin vites kutularından bulaşık makinelerine, elektronik devrelerin ve yapay zekânın karar verme algoritmalarına kadar oldukça kapsamlı teknik uygulamalara sahiptir. 

Bulanık mantık temelli sibernetik sistemler, yapay zekâ kuramlarını ve uygulamalarını hızlandırmıştır. İlerleyen yapay zekâ çalışmaları bilgisayar ların sanal hafıza, işlemci, bellek ve ekranlarıyla sanal dünyanın etkinlik alanını hızlı bir şekilde genişletmesini sağlamıştır. 

 Lütfü Zade, bulanık mantık kuramının sosyal bilimler, ekonomi, ruhbilim, dilbilim, siyaset, sosyoloji ve felsefe, hatta din bilim gibi birçok alanda kullanılabileceğini ileri sürmüştü 22. 

Kuram bugün, insan yeteneklerini taklit etmede, bilişsel ruhbilimde, düşünce-davranış modellerinde, risk almada, planlama optimizasyonu ve sigorta dizgeleri gibi birçok alanda kullanılmaktadır. 

Akıl Yürütme.. 

  Mantık, doğru akıl yürütme biçimlerini inceleyen formel bir bilimdir. 
  Mantıklı düşünüşün temel prensiplerine "aklın prensipleri" denir. 
  Bu prensiplerin varlığından bir an bile şüphe etmek, düşünme imkânından ve bütün ilimlerden şüphe etmek demektir. 

 Aklın Prensipleri şunlardır; 

(1) Aynılık prensibi: Bir şey ne ise odur. 
(2) Çelişkisizlik prensibi: Bir şey, aynı zamanda hem kendisi, hem başkası olamaz veya bir şey aynı zamanda hem var, hem yok olamaz. 
(3) Sebeplilik (determinizm): her şeyin bir sebebi vardır. 

 İlkel düşünüşü, mantıklı düşünüşten ayırmayı sağlayan prensipler bunlardır. 

 Akli hayatta biri diğerini tamamlayan üç çeşit faaliyet vardır; fikirler, hükümler ve akıl yürütme. Masa, kedi, taş gibi zihinde hayal meydana getiren canlı, cansız her şey fikirdir, terimdir. Fikirler, kavramlar arasındaki alâkaya ve bunun söz ile ifadesine hüküm (önerme) denir. Bilinen fikir ve hükümler yardımıyla bilinmeyenlere ulaşmaya da „ akıl yürütme. denir. 

 Akıl yürütme, iki ana dala ayrılır; tümdengelim (genelden özele) ve tümevarım (özelden genele). Tümdengelim mantığının kurucusu M.Ö. IV. yüzyılda yaşayan Aristoteles olarak bilinir. Mantık biliminin asıl konusu mantık doğrusunun taşıyıcısı olan tümdengelim.dir. Ancak, kesin sonuç vermeyen tümevarım ile analoji biçimindeki çıkarımlar da mantığın konusu olmuştur. 

 Metodoloji ve özel mantık ise zihnin düşündüğü şeyleri inceler. Zihnin dış varlıklardan, türlü olaylarda, gerçeğe arama yollarını gösterir. Mantığın en verimli koludur. 

 Klasik Newton mekaniği, her yönüyle klasik akıl yürütmeye dayanır. Klasik mekaniğinin matematiği klasik kümeler kuramına ve lineer geometriye, ortaya koyduğu mekanik dünya görüşü ise iki değerli mantığa temellenir. Ne var ki klasik akıl yürüme artık yeterince ilgi görmüyor. İlginin bu kaybedilişinin geçerli ve makul gerekçeleri var. Örnek olarak Newton kuramında, geçen zaman içinde birçok sapma yaşanmıştır. Maxwell.in elektromanyetik kuramıyla başlamış olan klasik paradigmadan sapmalar, Planck.ın kuantum kuramı ve Einstein.ın görelilik kuramı ile devam etmiştir. Von Berthalanffy ve Lütfü Zade nin Sistemler Kuramı ve Bulanık Mantık Kuramı, bu sapmayı bir yandan derinleştirirken diğer yandan pratiğe başarılı bir şekilde aktararak yeni ve ana bir yol haline getirmiştir. 

Bu kavramlar, Newtoncu dünya görüşüyle birlikte Aristoteles mantığının da altını oymuştur. 

 Aristoteles felsefesi ve bu çizgide gelişmiş olan felsefi anlayış için çıkış noktası ve öncelikli problem, fizik nesnelerin (ontolojik) varlıklarıdır. Basit bir anlatımla, “kar beyazdır” gibi bir önermede özne ve yüklem konumundaki nesnelerin varlıkları, varoluş biçimleri ve onların bizim tarafımızdan ne şekilde algılandıkları birer tartışma konusudur. Ayrıca bu tür nesnelerin hem varlık özellikleri ve mahiyetleri hem de fizik nesnelerin algılarımızla olan ilişkisi de sorgulanabilir. Dolayısıyla sonuçta, fizik nesnelere ve algılarla ilişkili olarak, en genel ifadesiyle bir “hakikat” problemi karşımıza çıkmaktadır. 

 Aristo mantığı mantık iki değerlidir. Bir önerme ya doğrudur, ya da yanlıştır. Lütfü Zade, bulanık mantık kavramını; “Matematik dünyasında her şey keskin sınırlara sahiptir, ya dairedir ya da değildir. Ya çizgiler birbirine paralel ya da değildir. Fakat gerçek dünyada „ Bu kişi dürüst müdür, ya da güzel midir?. diye sorduğumuzda sınırlar oldukça bulanıktır.” diyerek açıklamıştır. 

 Geleneksel felsefenin çok temel bir problemi olan “ Doğru nedir? ” sorusu, Bart Kosko ya göre; klasik düşüncenin çözemeyeceği bir problemdir.23 Çünkü puslu mantık için mutlak bir doğru değil, 1 ve 0 değerlerinin arasındaki bölgede ve bir süreklilik içinde düşünülmesi gereken, gri, kısmi, kesirli, bulanık bir „ doğru. söz konusudur; işte bu bakış, bize problemin çözümünü verebilir. 

 „Doğru. kavramının dil açısından nasıl ele alındığını ortaya koyabilmek için ise Alfred Tarski.yi bir çıkış noktası olarak kullanabiliriz. Tarski.ye göre „doğru., dilsel bir olguya işaret eder. Mesela “kar beyazdır” önermesinin hakkında bilgi verdiği olgu, fizik nesneler dünyasına aittir. Fakat “kar beyazdır” önermesinin doğruluğundan söz etmek istersek dilsel alana geçeriz. Çünkü doğru olmak, olgunun kendisine değil, o olguyu dile getiren önermeye aittir24. 

Diğer bir ifadeyle söz konusu türden bir önerme, olgusal bir duruma işaret eder ve eğer gözlemlerimiz bu olguyla uyuşuyorsa, önerme doğrudur. Bu durumda “doğru olan” şey önermedir; bir önermenin tasdik edilmesidir, yani dilsel bir özelliktir. 

 Özetle, hem algılarımız hem de kelimelerin anlamları klasik düşüncenin kabul ettiği gibi değildir; çünkü onlar puslu özelliktedir. Klasik düşüncenin “doğru” kavramı, zengin geçmişi ve birikimine rağmen gerek dil içinde gerek mantıktaki kullanımı açısından, “daha doğru”, “çok daha doğru” gibi parçalara ayrılmaya elverişli bir özellikte değildir; hatta böyle bir ayrıma gerek bile yoktur. Gerçi çok-değerli mantıkta üçüncü bir değer olarak mesela belirsizlik söz konusudur. Fakat neticede bir önerme, belirli, keskin sınırları olan “doğru” kavramı çerçevesinde anlamlandırılır. 

 19. yüzyıl ve modernizmle örtüşen “ya-ya da” içinde ideal bir hakikat ön kabulü taşır, “ya-ya da” ile verilen ikiliğin bir tarafı hakikati imlerken, diğer taraf mutlak yanlıştır.25 
Wassily Kandinsky.nin 19. yüzyıla damga vuran kelime olarak “ya-ya da”, 20. yüzyıl içinse “ve”yi öne çıkarır26. Ulrich Beck.e göre,27 19. yüzyıl, ayırma, uzmanlaşma, tek anlamlılık ve dünyanın hesaplanabilir olmasına çabalamadır; oysa 20. yüzyıl yan yanalık, çokluk, belli belirsizlik, çift değerlilik gibi temalara sahiptir. 

 Akıl ve Laiklik.. 

 Tarih boyunca insanlığın önündeki en büyük engellerden biri, üstesinden gelemeyeceği kadar büyük güçlerin varlığına ve kaderi alt etmenin imkânsızlığı na kanaat getirmesi olmuştur. Ancak, böyle engellerin zaman zaman etrafından dolaşmak mümkün olabilmektedir. Dinler böyle bir yolculuğa hizmet etmekteler. William P. Alston, bir dinin yedi unsurunu şu şekilde belirlemektedir:28 

(1) Doğaüstü bir güce inanmak, 
(2) Doğaüstü güç ile iletişim kabiliyeti, 
(3) Başka bir gerçek olduğuna inanmak, 
(4) Dini olmayan ve kutsal olan ayırımı, 
(5) Dünyada insanın rolüne ilişkin düşünceler, 
(6) Davranış şekli, 
(7) Yukarıdaki düşüncelere bağlı bir toplum. 

Psikolojik araştırmalara göre dinin yoğun yaşanması genellikle insanüstü yapılara olan ilgi ile bağlantılıdır. İnsanlar tek ve büyük bir karar vererek sorunlarını çözebileceklerine inanmak istemişlerdir ama bu onları her gün vermeleri gereken yığınla küçük karardan kurtaramamıştır. İtaat otobüsüyle çıktıkları yolculuk her zaman bol molalı olmuş, otobüs inip gitmenin ayartıcı çağrısı her zaman onlara eşlik etmiştir. 

Dinler ise ortaya çıktıktan kısa bir süre sonra içinde kendi içinde anlaşmazlığa düşmüş, düşünce ayrılıklarına katlanamaz olmuş, zora başvurarak saygı kazanmaya çalışmış, birbirilerine eziyet etmiş, menfaat aracı olmuş ve bu yolda iktidar sahiplerinin müttefiki ve taklitçisi olmuşlardır. Dinler veya din simsarı iktidar sahipleri ne zaman güç hırslarına kendilerini kaptırıp, keyfi yönetim ve zorbalığa başvurdularsa, insanlar da eninde sonunda inançlarına sırt çevirip yeni avuntuların, yeni ideallerin peşine düşmüşlerdir. İnananların pek çoğu tek gözlü olmayı ve kendi hakikatleri dışında hiçbir şeyi görmemeyi tercih etmişlerdir. 

 Her dinin bin bir ayrıntı etrafında çekişmelere sahne olması şaşırtıcı değildir. Zaman zaman eften püften veya akademik gözükse de, ayrıntılar her dinde önemlidir. Bu yüzden dinler, pek çok kilise, mezhep ya da tarikata bölünmüştür, bunun tek nedeni inatlaşma değildir. 

Modalara ve görgü kurallarına hitap etmeyi, başkalarının onayını kazanmayı, herkes ne kadar yapıyorsa aynısını yapmayı vaaz eden bir dinin ne kadar müridi varsa, bir o kadar da bu cemaattenmiş gibi görünmeye çalışan mürit heveslisi vardır. Başkalarının neler yaptığını, eğilimlere ayak uydurma kisvesinin ardında hangi yalanların gizlendiğini tamı tamına anlamak ve neye ayak uydurulacağına karar vermek giderek güçleşmektedir. 

 Katolik felsefesinin kurucusu Thomas Aquinas a göre, insanın tabiî olarak bildiği veya bu bilgilerden çıkarım yaparak elde ettiği şeyler gibi, bazı aklî hakikatlerin bilgisi için, insan fıtratına yerleştirilen tabiî ışık yeterli olup ilave bir ışığa ihtiyaç yoktur. Bununla birlikte Thomas, tabiî aklın sınırları içinde kalan hakikatler için ilave bir ışık değilse de ilâhî etkinin gerekli olduğunu vurgular.29 İlâhî hakikatler kendi tabiatları açısından bakıldığında, özleri itibariyle en akıl edilebilir şeyler olup, her ne kadar insanın bilme şekliyle bilinemeseler de onlar, Tanrı tarafından kendi bilme şekline uygun olarak bilinirler. 

 Martin Luther.e göre; “akıl, şeytanın aşüftesi” idi. Bilime tapan Çinliler arasında bile bilginin mutluluğu öldürdüğünü söyleyen Taocular çıkmıştır. Çinliler hiçbir zaman tek felsefeye mahkûm olmadılar. 
Konfüçyüs çülük, Taoculuk ve Budacılık kişiliğin farklı cephelerine hitap ediyordu ve Çinliler bunları birbirine harmanlamayı biliyorlardı. 

 Siyaset felsefecisi Montesquieu.ya göre; aklın keşfedebileceği ve ardından ortak yarar için biçimlendirebileceği, altta yatan bir neden her zaman vardı. Dünyayı kader yönetmezdi. 
Her monarşide yükselişe, mevcudu korumaya ve düşüşe yol açan fiziksel olduğu kadar, entelektüel genel nedenler vardır. İnsanlar arasındaki ilişkiler, toplum düzeni ve hukuk kuralları ya inanç sistemlerine göre düzenlenecek, ya da akıl esasına göre, akıl temel alınarak düzenlenecektir. 

 İslam dininin dünya ve ahiretle ilgili işleri dört (bilgi) kaynaktan elde edilir. Bunlara şeri deliller denir. Bu dört kaynak sırasıyla şöyledir; 

(1) Kitap; Hz. Muhammed.e vahiy yolu ile indirilen Kur.an.ı Kerim. 
(2) Sünnet, Peygamberin sözleri, işleri ve hatta sükût etmeleridir. 
(3) İcma, Müslüman din âlimlerinin dini bir konuda fikir birliğine varmaları demektir. 
(4) Kıyas; dini manada, hakkında ayet ve hadis bulunmayan bir konuyu, benzerliklerinden hareket ederek, başka bir konu ile karşılaştırmaktır. 

Kuran akıl yürütmeye, düşünmeye, akletmeye, tefekkür etmeye, akıl erdirmeye ve ibret almaya çok sık atıflarda bulunur30. 

Hz. Muhammet, bir saat akletmeyi ve düşünmeyi bir sene nâfile ibâdetten hayırlı saymıştır. 

Ancak, İslam dünyası ilk zamanlarından beri İslam ile ilgisi bulunmayan çok ciddi bir cehalet ortamındadır ve İslâm hakkındaki yorumlar bazen birbirine tamamen zıt akımlara ayrılmıştır. Bunlar, referanslarını eski toplumların ihtiyaçlarına cevap veren, pek çok konuda artık yetersiz kalmış fıkıh ve tasavvuf kaynaklarıdır. Müslüman toplum irrasyoneldir ve birçok yönüyle hala Orta Çağların geleneksel Müslüman toplumudur ve asıl mesele de budur.31 

Sadece Türkiye.de değil tüm dünyada Müslüman Orta Çağ.da kalmıştır. 

 Burada din ve dogma ilişkisine de yer vermeliyiz. Dogmatizm; bir dogmaya, inanca soruşturmadan, araştırmadan inanan ve bu dogma veya inancı körü körüne savunan, sonrada başkalarına buyurmayı doğru bulan önyargılı insanın zihinsel tavrını ve ondan kaynaklanan belli bir dayatma ve buyurgan davranış formunu ifade etmektedir32. 

Aklın eleştirisi yaparak onu dogmatizmden kurtarmak isteyen Kanta göre dogmatik inanç, inanca bilgi kisvesi giydirip, onu salt aklın bir ürünü saymaktır 33. 

 Akılcılığın seküler versiyonunun doğuşu, modernite ile tarihlenir. Hümanizma temelinde, yeni toplumun ve bireyin tarih sahnesinde belirmesiyle, geleneksel kozmik referansları ortadan kalkar. Modernitede. seküler akıl dışındaki kılavuzlara ihtiyaç yoktur. 

Sekülerlik, toplum hayatında metafizik ve dini dogmatizmi bir kenara iterek aklı öne çıkaran Modernizmin bir sonucudur. 

 Din ve modernleşme arasında birbirinin etkisini azaltan bir ilişki olduğu görülmekte dir. Sekülerliğin işlevi toplumun dini olarak farklı kesimlerini bir arada huzur içinde tutmak kadar, devlet ve dünya işlerinde Tanrının kitabını değil, aklın esaslarını uygulamaktır. Liberal demokrasilerde sekülerizm, çok kültürlülük probleminin çözümü iken İslam ülkelerinde bu zayıflık olarak görülebilmektedir. 

 Sekülerlik, modern ve evrensel bakış gerektirir. Pek çok dinin yaptığı gibi geçmişin altın çağlarına ve kutsal yükümlülüklere değil, akıl ve mantık yolu ile bilimi sevdirmeye çalışır. Daha çok evrensel prensipleri ve değerleri savunduğundan kültürel kapsamdadır. 

 Akıl, normal zekâya sahip olan bütün insanlar için geçerli ortak bir iletişim ve uzlaşma aracıdır. Oysa inançlar, kişiden kişiye, toplumdan topluma değişirler. Aynı inanç sistemine ait kişilerin algılaması ve yorumlaması da kişiden kişiye değişebilir. Kendi inanç sisteminin mükemmel olduğuna inanan sistem, akla dayalı eleştirileri devre dışı bırakmakta, kendi inanç sisteminin kapsadığı her şeyi doğru, dışındakileri yanlış kabul etmektedir. 

Eleştirilemeyen ve değiştirilemeyen sistemler zamanla toplumun gelişmesini önler hale gelmiş, yozlaşmışlardır. 

Laiklik, toplum ve devletin temel referansının inanç değil, akıl olması anlamına gelmektedir. Devletin inanç yerine akıl temeline dayanması, Laikliktir. 
Devletin akıl temeline dayanması ve din temeline dayanmaması için, devletin din tarafından kontrol edilmemesi, dini kurallara bağlı olarak 
yönetilmemesi gerekir. 

Sonuç; Aklın Yolu Tıkalıdır.. 

Bilim, insanın geliştirdiği pek çok düşünme biçiminden biridir ama en iyisi olduğunu kimse iddia edemez. Bilim adamlarının en büyük sorunları kendi üzerlerine attıkları düğümlerdir. Başlangıçta hikmet bilgisinin peşine düşülmüş ve „gerçeğin ne olduğu. ve „gerçek bilgisine nasıl ulaşılabileceği. ile ilgili tartışmalar binlerce yıl sürmüştür. Ancak, Rönesans ile birlikte bir hedef kayması oldu; gerçeğin peşindeki ilimlerin tecrübeye verdikleri önem yanlışlıkla deneysel ilimlerin doğmasına sebebiyet verdi. Rasyonalist gelişmeler gittikçe hız kazandı. Hermes.in ruhta gerçekleştirmeyi düşündüğü devrim (dönüşüm), Rönesans aydınlarınca dışta yapılmaya çalışıldı. İlk dönemlerin kutsal ve bütüncül simya 
anlayışı, modern kimyaya; astroloji anlayışı, modern astronomiye; maji anlayışı, modern bilime dönüşecektir. Okült (gizli) bilimler, maji, astroloji, simya farklı doğrultuda çatışmaya başladı ve cadılar ya da büyücüler gibi şarlatanların ellerinde kaldı. 

Dünyanın en etkili bilim adamı olduğu açık ara kabul gören İsaac Newton (1642-1727), Tanrı.nın başlangıçta Nuh.a ilettiği, sonra Musa ve Pisagor.a geçen ve sonunda doğadaki ve İncil.deki gizli kodları okuyabilen peygamberlere ve kendisi gibi az sayıda seçilmiş kişiye sözlü olarak indirilmiş dinsel ve bilimsel konularla ilgili gizli ve bozulmamış bilgilerin var olduğuna inanıyordu. Gizli bilgiler ararken, 1670.lerin ortalarından 1680.lerin ortalarına kadar Newton zamanının ve çalışmalarının önemli bir bölümünü simya doldurmuştu. Pozitif düşünce ve bilimin giderek daha da ağırlık kazandığı bir dünyada okült ya da gizli bilimler, görünmez dünyaya hala bizden saklı başka bir gerçekliğe erişim sunabilir. 
Ancak, bilgi, yeni olgular halinde ayrıştırılarak incelenmek yerine genellikle, eski inançları doğrulamakta kullanılmıştır. Pek çok kurumun eninde sonunda yerini aldığı kurumdan farksız hale gelmiş olması bu yüzdendir. 

 Eskiden bilim dallarını birbirinden ayıran sınırlar, birbirlerini anlamayan uzmanlar üretiyordu. Bugün ise bilgi, büyük ölçüde bu sınırlarda delikler açma yoluyla ilerleme kaydetmektedir. Bilginin peşinde son derece zevkli bir yolculuk yapabilirsiniz ancak bindiğiniz trenin kısacık bir yan yola sapması, daha ileriye gitmeyi reddetmesi, hedefini unutması ihtimali de vardır. Bilgi yolculuğu sık sık zihni uyuşturan bir tekrarcılığa yuvarlanmıştır. Uzmanlığın ve esrarın halesiyle çevrili bu ezoterik miras, bugün, her mesleğin kendini korumak için icat ettiği jargonda varlığını sürdürmektedir. Bilgi hala kendi kuyruğunu yiyen bir yılandır. Bilgiyi kendi içinde bir amaç haline getirmek, onu ne için kullanacağınıza karar vermenin sıkıntısından kendinizi kurtarmanın bir başka yoludur. 

Tüm profesyonel bilgi tacirleri, bilginin tek başına yeterli olmadığını bilir. 
Özetle Aklın Yolu tıkalıdır. 

 Peki, ne yapmalıyız? 

- Öncelikle akıl edemediğimizi bulmak için yeni bilgi edinme (epistomoloji) yöntemleri geliştirmeliyiz. 
- Bilime bakışımızı gözden geçirmeli, metafiziği yeniden ele almalıyız. 
- Çağımızın bilgi edinme bolluğundan yararlanmalıyız. 

Ne demek istiyoruz? Son yıllarda bazı bilim insanları, insanların duyu ötesi algı (extra sensory perception) ile metafizik alana ulaşabileceklerini iddia etmeye başladılar. 
Beyninizdeki ayna nöronlarının potansiyeli iyi kullanıldığı takdirde metafizik yani normal bir insanın akledemeyeceği şeyleri düşünme olasılığınız ortaya çıkıyor. Ayna nöronları yeterince araştırılmamıştır ve metafizik olgulara dair yeni anlamalar sağlama potansiyeli değerlendirilmelidir. Uzay-mekan bükülebildiğine göre metafizik için çok uzaklara gitmeye gerek yoktur. 

 Bilime bakışımız değişmelidir. Sadece gizli bilimleri bir kenara itmedik, yaşadığımız pragmatik teknoloji çağında temel bilimler de büyük bir gerileme içindedir. Çünkü bilimin yerini ticari amaçlı teknoloji almaktadır. Ancak, bilim alanına bugün hala bildiklerimiz bilmediklerimiz yanında engin bir okyanustaki küçük adacıklar gibidir. Bilimin entelektüel geleceği için biyoloji, fizik, kozmoloji ya da henüz bilmediğimiz disiplinlerde bizi kökten yeni formülasyonlara yönlendirecek problem alanlarını keşfetmeliyiz. Tekrar edecek olursak, 
modern bilimler aslında gerçek bilimin kırıntılarıdır. Kendilerini bütünlemek ihtiyacı duyduklarında, bunun esaslarını okült ve ezoterik bilimlerde aramak zorunda kalacaklardır. 

Özetle, Newton un kaldığı yerden yeniden başlamalıyız. 

 Önümüze çıkan bugünün devasa bilgi hacmi karşısında ilk yapılması gereken onu tasnif etmekti. Sonra bağlantıları kurmak için “yapay zekâ” ihtiyacı ortaya çıktı. Olasılık teorileri de, şartlı olasılık yöntemleri ile hesaplayarak öngörülerde bulunmaya yardımcı olmaktadır. Bilgi - Hafıza - Arşivleme; network ile bilgiyi sevk ve idare (elektronik bilgi alt yapısı) büyük bilgi baş etmenin formülüdür. Ancak, bunlar yetmez; zekâ, sezgi ve algı önemlidir. Bunlar Feyenard ve Lacanc terminolojisinde yer alan „bilinen bilinmeyen. olgusu bilinçdışı ile „bilinmeyen bilinmeyen. ise travmalarla ilgilidir. Bu konu yapay zekâ çalışmaları ile birlikte ele alınmalı, insan beynine eklemlenmesi ile oluşacak sezgi kapasitesi 
geliştirilmelidir. 

 Sizlere dönecek olursak; ne yapmalısınız? Birçoğumuz yansıtamıyor, bağlantı kuramıyor çünkü beyin boş, bilgi olmayınca bağlantı kuramıyor, üstelik beyin yavaşlamış, gördüğünü de algılayamıyor. Bol bol okumalı, Uğur Mumcunun dediği gibi Önce bilgi sahibi., Sonra Fikir sahibi olmalıyız. Beynimizi yanlış ve boş bilgilerle doldurmamalıyız. Ortaçağda ana teması dindi; Aydınlanmanın ise Akıl.dı. 19. ve 20. yüzyıllarda ise, tarihi harekete geçirici bir güç olarak gören bakış açısıyla bir araya gelmiş milliyetçilikti. Bizim çağımızın egemen kavramları „bilim ve teknoloji. olsa da çağımız hala Akıl Çağı dır. İnsanoğlu öğrenerek doğayı ve doğa güçlerini anlayabilir, kâinata hatta insanın geleceğine ancak akıcılık ile yön verebilir. Ben, Newton.un bıraktığı yerden devam ediyorum. 

DİPNOTLAR;

1 Ahmet Cevizci, Paradigma Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yayınları, (İstanbul, 2005), 55. 
2 Viktor E. Krankl, İnsanın Anlam Arayışı, Okyanus Yayınları, (İstanbul, 2010), 9. 
3 Webster.s Third New International Dictionary, Merriam-Webster, Springfield MA, 1981. 
4 Ikujiro Nonaka and Hirotaka Takeuchi, The Knowledge Creating Company, Oxford, (New York, 1995), 37. 
5 Brian P. Copenhaver, Hermetica: The Greek Corpus Hermeticum and the Latin Asclepius in a New English  Translation, Cambridge University, (1995). A.N. Dock, A.J. Festugiere, Corpus Hermeticum, Paris, (1954).  Corpus Hermeticum.un Türkçe metni için bakınız; Mahmud Erol Kılıç, Hermeslerin Hermesi, Sufi Kitap,  (İstanbul, 2018), 70-98. 
6 Ruhun bu aslına doğru yükselişine Latinler Ortaçağ.da “Itinerarium mentis in Deum “Aklın Tanrı.ya doğru yolculuğu” derlerdi. 
7 Andre-Leroi-Gourhan, Gesture and Speech, MIT Press, (Cambridge, 1993), 19-36. 
8 Sedat Şenermen, Tarihsel Uygulamalarla Akıl Tutulması Kitlenme, Nergiz Yayınları, (İstanbul, 2017), 38. 
9 Şenermen, a.g.e., (2017), 38-40. 
10 New Scientist, Akıllı İnsanlar Niçin Aptalca Şeyler Yapar? Der.: R.Oksay, (19 Nisan 2013). 
    http://www.yeniyaklasimlar.org/m.aspx?id=4672 
11 Gerald Crabtree, Trends in Genetics, Our Fragile Intellect, Trends in Genetics, Jan 2013, Vol. 29, No.1, 1. 
12 Aristoteles, Metafizik, Çev. A.Arslan, İstanbul: Sosyal Yayınlar, (İstanbul, 1996), 21. 
13 Aristoteles, Fizik, Çev.S.Babür, YKY, (İstanbul, 2014), 1. 
14 Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, Çev. S Babür, Hacettepe Üniversitesi Yayınları, (Ankara, 1998), 76. 
15 René Descartes, Metot üzerine Konuşma, Çev: A.Altınörs, Bilge Kültür-Sanat Yayınları, (İstanbul, 2017), 15. 
16 G.W. Friedrich Hegel, La raison dans l’Histoire, Plon10/18, (Paris, 1965), 47. 
17 Immanuel Kant, Crituque of Pure Reason, Cambridge University Press, (1998), 45. 
18 Cristopher Falzon, Foucault ve Sosyal Diyalog, Çev.: H.Arslan, Paradigma Yayınları, (İstanbul, 2001), 2. 
19 Paul Feyerabend, Akla Veda, Çev.: E. Başer, Ayrıntı Yayınları, (İstanbul, 1995), 43. 
20 Mark Neufeld, Reflexivity and International Relations Theory, Millienium: Journal of International Studies, C.22 No.1, (1993), 73. 
21 Lothi .A. Zadeh, “Calculus of Fuzzy Restrictions”, Fuzzy Sets and Their Applications to Cognive and Decision Processes, Eds. L.A.Zade, King-Sun Fu, K.Tanaka, M. Shimura, Academic Press, (1975). 
22 George J. Klir & Yuan, Bo, Fuzzy Sets and Fuzzy Logic. Theory and Applications, Prentice Hall, (1995). 
23 Bart Kosko, Fuzzy Thinking, Flamingo Kasko, (1994), 80. 
24 Alfred Tarski, Life and Logic, Cambridge University Press, (2008), 45. 
25 Necati Erbil Ertürk, Dijital ve Varoluş: Dijitalin Soykütüğüne Doğru, Doğu Batı Düşünce Dergisi, Dijital Çağ, Yıl: 21, Sayı: 86, Eylül-Ekim 2018, 165. 
26 Wassily Kandinsky, Sanatta Ruhsallık Üzerine, Çev. G.Ekinci, Altıkırkbeş Yayınları, (İstanbul, 2005). 93. 
27 Ulrich Beck, Siyasallığın İcadı, İletişim Yayınları, (İstanbul, 1999), 9. 
28 William P. Alston, Perceiving God: The Epistemology of Religious Experience, Cornell University Press, (1993), 86. 
29 Aquinas, Faith, Reason and Theolog:, Questions I-IV of his Commentary on the De Trinitate of Boethius (Trin.),  Çev. Armand Maurer, Pontifical Instit-te of Medieval Studies, (Toronto 1987), 73. 
30 Bakınız; Âl-i İmrân Sûresi: 7; Ankebût Sûresi: 43; Mü.min Sûresi: 54; Ra.d Sûresi: 19; İbrâhim Sûresi: 52;  Enbiyâ Sûresi: 67; Zümer Sûresi: 9; Mâide Sûresi: 103; Kasas Sûresi: 60; Talak Sûresi: 10; Zuhruf Sûresi: 3; Ankebût Sûresi: 63; Sâd Sûresi: 29; En.am Sûresi: 32; A.râf Sûresi: 169; Enfâl Sûresi: 22; Yûsuf Sûresi: 109; Nûr Sûresi: 61; Yûsuf Sûresi: 111; Tâhâ Sûresi: 128; Haşr Sûresi: 2. 
31 Ahmet Yaşar Ocak, Türkler, Türkiye ve İslam, İletişim Yayınları, 10. Baskı, (İstanbul, 2009), 169. 
32 Karl Heinz Hillmann, Wörterbuch der Soziologie. Kröner Verlag, (Stuttgart, 1994), 158. 
33 Theodor Reik, Dogma und Zwangsidee, Internationaler Psycho-analytischer Verlag, (Leipzig, 1927), 81. 


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder