ENERJİ KAYNAKLARI MÜCADELESİNDE DOĞU AKDENİZ HAVZASI VE DENİZ YETKİ ALANLARI UYUŞMAZLIĞI BÖLÜM 1
Umut KEDİKLİ1
Taşkın DENİZ2
1 Yrd.Doç.Dr., Karabük Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü, umutkedikli@karabuk.edu.tr.
2 Yrd.Doç.Dr., Karabük Üniversitesi, Coğrafya Bölümü, taskindeniz@karabuk.edu.tr.
ÖZET
Bu makalede Doğu Akdeniz’de yaşanmaya başlayan enerji mücadelesi kapsamında Türkiye, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ve İsrail’in havzaya ilişkin siyasi ve hukuki hamleleri ele alınmıştır. Bu çerçevede öncelikle Doğu Akdeniz havzasının siyasi ve ekonomik açıdan önemi vurgulanmıştır. Çalışmanın devamında Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanlarının paylaşımında GRKY’nin, KKTC’nin siyasi ve hukuki varlığını dikkate almadan attığı adımların bölgede gerginlikler yarattığı ifade edilmektedir.
Ayrıca, GKRY’nin Mısır, Lübnan ve İsrail ile yaptığı MEB sınırlandırma antlaşmalarının uluslararası hukuka aykırılıklar taşıdığı ileri sürülmektedir.
Makalede, devletler arasında deniz yetki alanlarının paylaşımında uluslararası hukuka uygun şekilde hakça ilkeler çerçevesinde bir sınırlandırmanın yapılması
gerektiği de irdelenmektedir. Bu amaçla araştırma konusuyla ilgili yerli ve yabancı literatür incelenmiş, sayısal veriler konu ile ilgili kurumlardan temin edilmiş ve konuya ilişkin haritalardan yararlanılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Doğu Akdeniz, Enerji, Münhasır Ekonomik Bölge, Kıta Sahanlığı,
GİRİŞ
İngiliz tarihçi Edward Gibbon’un belirttiği üzere “Dünyanın onca
zamandır tartıştığı bir kıyı” olan Doğu Akdeniz, son dönemde siyasi, hukuki ve
ekonomik tartışmaların merkezine yerleşmiştir. Enerji kaynaklarının bulunması
ile birlikte enerji diplomasisinin ve küresel enerji senaryolarının ilk sıralarına
yerleşen Doğu Akdeniz, Akdeniz’e kıyıdaş devletler olan Türkiye, Güney Kıbrıs
Rum Yönetimi (GKRY), Yunanistan, İsrail, Lübnan ve Mısır’ı karşı karşıya
getirmiştir.
Havza devletleri göz önüne alındığında, Türkiye Doğu Akdeniz’e ilişkin
hukuki argümanları ve önemli coğrafi konumu ile daha istikrarlı bir duruş
sergilemesine rağmen, Yunanistan ve GKRY’de yaşanan ekonomik kriz, Suriye
ve Mısır’daki siyasi kargaşa ve İsrail’in başta komşuları ve Türkiye ile arasındaki
sorunlar, Doğu Akdeniz’deki gerginliğin tırmanmasına da neden olmaktadır.
Böylesine bir siyasi ortamda bölgedeki enerji kaynaklarının paylaşımı ve
taşınması ile deniz yetki alanlarının hakça bölüşümü konusunda devletlerin nasıl
bir dış politika takip edeceği merak konusu olmaktadır. Devletlerin ekonomik
açıdan enerjiye olan bağımlılığı ile petrol ve doğalgaz sondaj ve depolama
teknolojisindeki gelişmeler, Doğu Akdeniz’de tespit edilen enerji kaynaklarının
önemini artırmaktadır. Bu bağlamda, havza devletleri arasında deniz alanları
üzerinde egemenlik tesis etme konusunda uluslararası hukukta kabul edilen
ilkeler üzerinden hakça bir paylaşım yapılamadığı takdirde kuvvet kullanımına
varacak ölçüde gerilimler yaşanabilir.
Bu makalede, siyasi ve ekonomik coğrafya açısından Doğu Akdeniz’in önemi
vurgulandıktan sonra enerji diplomasisi açısından bölgede yaşanan gelişmeler ile enerji kaynaklarının keşfi ve kullanımı konusunda aktif siyaset izleyen GKRY,
KKTC, Türkiye ve İsrail’in tutumları ele alınmaktadır. Bu kapsamda GKRY’nin
ön-alıcı diplomasi izleyerek kıyıdaş devletlerle yaptığı Münhasır Ekonomik
Bölge (MEB) sınırlandırma antlaşmalarına değinilmekte ve bu antlaşmaların
diğer havza devletleri açısından doğurduğu siyasi ve hukuki sonuçlar
irdelenmektedir. Ayrıca, İsrail’in 20. Yüzyılın ortalarından beri karada
topraklarını hukuka aykırı genişletmesine paralel olarak denizde de Filistin ve
Lübnan’ın deniz yetki alanlarındaki haklarını gasp etmeye yönelik adımlarına
değinilmektedir. Bu gelişmeler karşısında KKTC ve Türkiye’nin attığı siyasi ve
hukuki adımlar da çalışmanın bir diğer boyutunu oluşturmaktadır. Makalede son
olarak Doğu Akdeniz’de kıyıdaş devletler arasında deniz yetki alanlarının
sınırlandırılmasında uyulması gereken uluslararası hukuk kurallarının neler
olması gerektiği çeşitli uluslararası yargı organlarının kararlarından örneklerle
açıklanmıştır.
1. STRATEJİK KONUMUYLA AKDENİZ HAVZASI
Akdeniz’in önemi, her bir köşesinde Rusya, Ortadoğu ve Kuzey Afrika
olmak üzere ekonomik gelişiminin sürdürülmesi için enerjiye bağımlı Avrupa
Birliği’ni (AB), ABD’yi, Çin’i besleyen önemli enerji kaynaklarının bulunduğu
bir üçgenin ortasında yer almasından kaynaklanmaktadır. Geçmişte olduğu gibi
2000’li yıllarda da rakip güçlerin ekonomik ve askeri üstünlük mücadelesine
kaynaklık eden etrafındaki topraklar ile doğal kaynaklar ve bu kaynakların nakil
güzergahları için mücadele sahası olan bu üçgen, jeopolitik ile enerji arasındaki
simbiyotik ilişkinin bu coğrafyada devam ettiğini de göstermektedir (Özer,
2013:68). Yakın coğrafyası olan Avrupa’ya geniş Ortadoğu bölgesinden yasadışı
göç, uyuşturucu kaçakçılığı ve terörizm gibi güvenlik sorunları da ihraç eden
güzergâhta bulunan Akdeniz havzasının güvenliği ve istikrarı Avrupa ve kıyısı
olan devletler açısından da önemlidir (Keser,2012:58). Bu önem, Soğuk Savaş
döneminden günümüze bakiye kalan bir özellik de taşımaktadır.
Bu noktada, Akdeniz Havzası’nın coğrafi yapısı hakkında bilgi vermek
gerekirse, yarı kapalı bir deniz olan Akdeniz, Doğu ve Batı havzaları olmak
üzere iki büyük havzadan oluşmaktadır. Doğu Akdeniz Havzası, Batı Akdeniz
Havzası’ndan Tunus’taki Bon Burnu ile Sicilya Adası’nın batıya uzanan ucu
olan Lilibeo Burnu arasında çizilen hat ile ayrılır (Başeren, 2013:2; Şekil 1).
Çeşitli strateji uzmanlarına göre ise Akdeniz, Cebelitarık Boğazı ile Malta Adası
arasında kalan kısım Batı Akdeniz, Malta Adası ile 27. Meridyen arasında kalan
kısım Orta Akdeniz ve 27. Meridyenin doğusunda kalan kısım Doğu Akdeniz
olmak üzere üç bölgeden oluşmaktadır.
Çalışmanın odak noktasını oluşturan Doğu Akdeniz havzası, Türkiye ve
Suriye üzerinden Mezopotamya ve Orta Asya’ya, Süveyş Kanalı üzerinden de
Arap Yarımadası ve Basra Körfezi’ne ulaşmaktadır. Akdeniz’e kıyısı olan
devletler ile Avrupa, Güneydoğu Asya ve Afrika devletlerine yapılan deniz
ticaretinin düğüm noktası olan Doğu Akdeniz’in önemi, Süveyş Kanalı’nın
açılmasıyla daha da artırmıştır. Böylesine bir ayrımda Doğu Akdeniz’de
Türkiye, Suriye, Lübnan, İsrail, Filistin Gazze Şeridi, Filistin Batı Şeria, Mısır,
Libya, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC), GKRY ve Ürdün yer
almaktadır (Yıldız, 2011).
Şekil 1: Akdeniz Havzası ve Doğu Akdeniz Havzası Kıyıdaş Devletleri
Havza, içinde barındırdığı adalar açısından ele alındığında ise Kıbrıs Adası,
Sicilya, Malta ve Meis gibi adalara nazaran jeostratejik açıdan daha önemlidir.
Doğu Akdeniz’in, Cebelitarık, Süveyş ve Karadeniz üzerinden işleyen
uluslararası deniz ticaretini kontrol edebilen önemli bir coğrafya olduğu ve
üzerinde yer alan deniz trafik hatlarının dünya ticareti için hayati önem taşıdığı
bilinen bir gerçekliktir. Kıbrıs Adası’nın Ortadoğu ve Afrika’ya olan yakınlığı, bu
coğrafyalara yönelik askeri ve istihbari faaliyetlerde adanın stratejik önemini
arttıran bir faktördür (Keser, 2012:59; Yaycı, 2012:5). Kıbrıs Adası’nı da içinde
barındıran Doğu Akdeniz Havza’sı, hem Orta Doğu coğrafyasından Batı’ya
yönelik enerjinin ve ticari malların hem de Hint Okyanusu’ndan Avrupa ve ters
yöne akan ticari malların nakli açısından da önemli bir güzergâh oluşturmakta dır. Hem Süveyş Kanalı’ndan işleyen transit deniz taşımacılığının
ve hem de İskenderun Körfezi’nden yürütülen deniz taşımacılığının kontrolü
açısından Kıbrıs Adası stratejik bir konumda bulunmaktadır. Bulunduğu konum
itibariyle uluslararası ilişkilerde jeopolitik kuramlar açısından özellikle Deniz
Hâkimiyeti Teorisi’ne3 de uygun bir şekilde Kıbrıs Adası üzerinde hâkimiyet
sahibi olan devletlerin Akdeniz Havzası üzerinden Ortadoğu bölgesini kontrol
etmesi de mümkündür. Kıbrıs’ın jeopolitik açıdan önemi değerlendirilirken
bölgesel anlamda güç merkezlerine, çatışmalı alanlara yakınlığına ve ekonomik
kaynakların varlığına bakılarak bir analiz yapılmalıdır (Tamçelik, 2011:11).
Alfred Mahan tarafından şekillendirilen Deniz Hâkimiyeti Teorisi üzerinden
Kıbrıs Adası’nın stratejik önemini açıklamak gerekirse, Süveyş Kanalı
aracılığıyla Hint ve Pasifik okyanuslarına açılan Akdeniz’in doğusunun
kontrolünde Kıbrıs önemli bir konumdadır. Deniz ulaşım yollarına ve bu
yolların geçtiği stratejik kara alanlarına hâkim olmak Deniz Hakimiyeti
Teorisinde Dünya’ya hâkim olmak için önemlidir (Tamçelik, 2011:19-20).
Kıbrıs’taki siyasi uyuşmazlığın yıllardır çözülememesinin arkasındaki
nedenlerden birisi de Soğuk Savaş döneminden arta kalan bir şekilde hangi
küresel gücün Ada üzerinde kontrol elde edeceğinin belli olamamasıdır (Yaycı,
2012:6). Küresel güçler Kıbrıs’ı ilgilendiren her konuya müdahil olma ve
sorunların çözümünü kendi çıkarlarına uygun şekilde yönlendirmeye
çalışmaktadırlar (Tamçelik, 2011:20).
Enerji taşımacılığı açısından 2013 yılı rakamlarıyla yılda yaklaşık beş
milyar varil ham petrol (yıllık üretimin %10’u) Süveyş Kanalı ve SUMED (Arap
Petrol Boru Hattı) aracılığıyla batılı pazarlara bu coğrafyadan ulaştırılmaktadır
(World Oil Transit Checkpoints, http://www.eia.gov/countries/regions-
topics.cfm?fips=WOTC). Ayrıca, Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) petrol boru hattının
açılmasıyla birlikte, Hazar Denizi enerji kaynaklarının bir kısmının (1,2 Milyon
Varil) ve Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattı ile de Kuzey Irak petrollerinin bir
kısmının İskenderun Körfezi üzerinden batılı pazarlara ulaştırılmaya başlanması
Doğu Akdeniz’in stratejik önemini arttırmıştır.
Son olarak uluslararası deniz ticari ve enerji taşımacılığının ötesinde, Doğu
Akdeniz’de bulunduğu ilan edilen doğalgaz ve petrol rezervleri, enerji kaynakları
bağlamında havzanın ekonomik değerine de ayrı bir önem kazandırmaktadır
(Yaycı, 2012:9). Enerji kaynakları açısından değerlendirildiğinde ise bölgedeki
enerji sahaları değişik isimler ile ifade edilmektedir. Doğu Akdeniz enerji
havzasının merkezini oluşturan Kıbrıs Adası’nın güneyindeki saha Afrodit, Kıbrıs
Adası ile İsrail arasında (Afrodit’in güneydoğusunda) kalan saha Leviathan,
Kıbrıs Adası ile Mısır arasında kalan saha Nil ve Kıbrıs Adası ile Girit Adası’nın
güneydoğusunda kalan saha ise Herodot olarak adlandırılmaktadır (Enerji
Havzaları için bakınız şekil 2 - 3). İsrail ile Kıbrıs arasında kalan sahada Amerika
merkezli Jeolojik Araştırma Kurumu (USGS) tahminen ortalama 1.7 milyon
varil petrol ve 122 trilyon metre küp gaz rezervinin olduğunu ifade etmiştir.
GKRY’nin verdiği arama izinleri ile bölgede çalışmalar yapan Noble Energy
şirketi de yaklaşık 33 trilyon metreküp gaz tespit etmiştir(Lakes, 2012:39).
Kıbrıs’ın günümüzdeki enerji ihtiyacının yılda ortalama 1 milyar metre küpten
az olduğu dikkate alındığında bölgede keşfedilen gaz rezervlerinin Kıbrıs’a 100
yıl kadar yetebileceği düşünülebilir (Lakes, 2012:81). GKRY, 1959-60
Antlaşmalarıyla oluşturulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yasal temsilcisi olduğu
iddiasıyla Ada etrafında günümüze kadar henüz saptanmamış Münhasır
Ekonomik Bölge (MEB) ve Kıta Sahanlığı alanları üzerinde egemenlik tesis
etmeye ve bu egemenliğini de bölgedeki komşu devletlerle yaptığı sınırlandırma
antlaşmaları ile meşrulaştırmaya çalışmaktadır. GKRY’nin İsrail, Mısır ve
Lübnan ile yaptığı bu antlaşmalar Doğu Akdeniz’in önemini daha da
arttırmaktadır (Kaya, 2007:25). Bu kapsamda Kıbrıs Adası’nın deniz altındaki
doğal uzantısı konumundaki kıta sahanlığının ve MEB’in gerek ada üzerindeki
iki siyasi otorite arasında ve gerekse komşu devletlerle uluslararası hukuka
uygun bir şekilde sınırlandırılması gerekmektedir.
2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder