23 Kasım 2017 Perşembe

ENERJİ KAYNAKLARI MÜCADELESİNDE DOĞU AKDENİZ HAVZASI BÖLÜM 1


ENERJİ KAYNAKLARI MÜCADELESİNDE DOĞU AKDENİZ HAVZASI VE DENİZ YETKİ ALANLARI UYUŞMAZLIĞI BÖLÜM 1



Umut KEDİKLİ1
Taşkın DENİZ2 
1 Yrd.Doç.Dr., Karabük Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü, umutkedikli@karabuk.edu.tr. 
2 Yrd.Doç.Dr., Karabük Üniversitesi, Coğrafya Bölümü, taskindeniz@karabuk.edu.tr. 


ÖZET 

Bu makalede Doğu Akdeniz’de yaşanmaya başlayan enerji mücadelesi kapsamında Türkiye, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ve İsrail’in havzaya ilişkin siyasi ve hukuki hamleleri ele alınmıştır. Bu çerçevede öncelikle Doğu Akdeniz havzasının siyasi ve ekonomik açıdan önemi vurgulanmıştır. Çalışmanın devamında Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanlarının paylaşımında GRKY’nin, KKTC’nin siyasi ve hukuki varlığını dikkate almadan attığı adımların bölgede gerginlikler yarattığı ifade edilmektedir. 
Ayrıca, GKRY’nin Mısır, Lübnan ve İsrail ile yaptığı MEB sınırlandırma antlaşmalarının uluslararası hukuka aykırılıklar taşıdığı ileri sürülmektedir. 

Makalede, devletler arasında deniz yetki alanlarının paylaşımında uluslararası hukuka uygun şekilde hakça ilkeler çerçevesinde bir sınırlandırmanın yapılması 
gerektiği de irdelenmektedir. Bu amaçla araştırma konusuyla ilgili yerli ve yabancı literatür incelenmiş, sayısal veriler konu ile ilgili kurumlardan temin edilmiş ve konuya ilişkin haritalardan yararlanılmıştır. 

Anahtar Kelimeler: Doğu Akdeniz, Enerji, Münhasır Ekonomik Bölge, Kıta Sahanlığı, 

GİRİŞ 

 İngiliz tarihçi Edward Gibbon’un belirttiği üzere “Dünyanın onca 
zamandır tartıştığı bir kıyı” olan Doğu Akdeniz, son dönemde siyasi, hukuki ve 
ekonomik tartışmaların merkezine yerleşmiştir. Enerji kaynaklarının bulunması 
ile birlikte enerji diplomasisinin ve küresel enerji senaryolarının ilk sıralarına 
yerleşen Doğu Akdeniz, Akdeniz’e kıyıdaş devletler olan Türkiye, Güney Kıbrıs 
Rum Yönetimi (GKRY), Yunanistan, İsrail, Lübnan ve Mısır’ı karşı karşıya 
getirmiştir. 

 Havza devletleri göz önüne alındığında, Türkiye Doğu Akdeniz’e ilişkin 
hukuki argümanları ve önemli coğrafi konumu ile daha istikrarlı bir duruş 
sergilemesine rağmen, Yunanistan ve GKRY’de yaşanan ekonomik kriz, Suriye 
ve Mısır’daki siyasi kargaşa ve İsrail’in başta komşuları ve Türkiye ile arasındaki 
sorunlar, Doğu Akdeniz’deki gerginliğin tırmanmasına da neden olmaktadır. 
Böylesine bir siyasi ortamda bölgedeki enerji kaynaklarının paylaşımı ve 
taşınması ile deniz yetki alanlarının hakça bölüşümü konusunda devletlerin nasıl 
bir dış politika takip edeceği merak konusu olmaktadır. Devletlerin ekonomik 
açıdan enerjiye olan bağımlılığı ile petrol ve doğalgaz sondaj ve depolama 
teknolojisindeki gelişmeler, Doğu Akdeniz’de tespit edilen enerji kaynaklarının 
önemini artırmaktadır. Bu bağlamda, havza devletleri arasında deniz alanları 
üzerinde egemenlik tesis etme konusunda uluslararası hukukta kabul edilen 
ilkeler üzerinden hakça bir paylaşım yapılamadığı takdirde kuvvet kullanımına 
varacak ölçüde gerilimler yaşanabilir. 

Bu makalede, siyasi ve ekonomik coğrafya açısından Doğu Akdeniz’in önemi 
vurgulandıktan sonra enerji diplomasisi açısından bölgede yaşanan gelişmeler ile enerji kaynaklarının keşfi ve kullanımı konusunda aktif siyaset izleyen GKRY, 
KKTC, Türkiye ve İsrail’in tutumları ele alınmaktadır. Bu kapsamda GKRY’nin 
ön-alıcı diplomasi izleyerek kıyıdaş devletlerle yaptığı Münhasır Ekonomik 
Bölge (MEB) sınırlandırma antlaşmalarına değinilmekte ve bu antlaşmaların 
diğer havza devletleri açısından doğurduğu siyasi ve hukuki sonuçlar 
irdelenmektedir. Ayrıca, İsrail’in 20. Yüzyılın ortalarından beri karada 
topraklarını hukuka aykırı genişletmesine paralel olarak denizde de Filistin ve 
Lübnan’ın deniz yetki alanlarındaki haklarını gasp etmeye yönelik adımlarına 
değinilmektedir. Bu gelişmeler karşısında KKTC ve Türkiye’nin attığı siyasi ve 
hukuki adımlar da çalışmanın bir diğer boyutunu oluşturmaktadır. Makalede son 
olarak Doğu Akdeniz’de kıyıdaş devletler arasında deniz yetki alanlarının 
sınırlandırılmasında uyulması gereken uluslararası hukuk kurallarının neler 
olması gerektiği çeşitli uluslararası yargı organlarının kararlarından örneklerle 
açıklanmıştır. 

1. STRATEJİK KONUMUYLA AKDENİZ HAVZASI 

 Akdeniz’in önemi, her bir köşesinde Rusya, Ortadoğu ve Kuzey Afrika 
olmak üzere ekonomik gelişiminin sürdürülmesi için enerjiye bağımlı Avrupa 
Birliği’ni (AB), ABD’yi, Çin’i besleyen önemli enerji kaynaklarının bulunduğu 
bir üçgenin ortasında yer almasından kaynaklanmaktadır. Geçmişte olduğu gibi 
2000’li yıllarda da rakip güçlerin ekonomik ve askeri üstünlük mücadelesine 
kaynaklık eden etrafındaki topraklar ile doğal kaynaklar ve bu kaynakların nakil 
güzergahları için mücadele sahası olan bu üçgen, jeopolitik ile enerji arasındaki 
simbiyotik ilişkinin bu coğrafyada devam ettiğini de göstermektedir (Özer, 
2013:68). Yakın coğrafyası olan Avrupa’ya geniş Ortadoğu bölgesinden yasadışı 
göç, uyuşturucu kaçakçılığı ve terörizm gibi güvenlik sorunları da ihraç eden 
güzergâhta bulunan Akdeniz havzasının güvenliği ve istikrarı Avrupa ve kıyısı 
olan devletler açısından da önemlidir (Keser,2012:58). Bu önem, Soğuk Savaş 
döneminden günümüze bakiye kalan bir özellik de taşımaktadır. 

 Bu noktada, Akdeniz Havzası’nın coğrafi yapısı hakkında bilgi vermek 
gerekirse, yarı kapalı bir deniz olan Akdeniz, Doğu ve Batı havzaları olmak 
üzere iki büyük havzadan oluşmaktadır. Doğu Akdeniz Havzası, Batı Akdeniz 
Havzası’ndan Tunus’taki Bon Burnu ile Sicilya Adası’nın batıya uzanan ucu 
olan Lilibeo Burnu arasında çizilen hat ile ayrılır (Başeren, 2013:2; Şekil 1). 
Çeşitli strateji uzmanlarına göre ise Akdeniz, Cebelitarık Boğazı ile Malta Adası 
arasında kalan kısım Batı Akdeniz, Malta Adası ile 27. Meridyen arasında kalan 
kısım Orta Akdeniz ve 27. Meridyenin doğusunda kalan kısım Doğu Akdeniz 
olmak üzere üç bölgeden oluşmaktadır. 

Çalışmanın odak noktasını oluşturan Doğu Akdeniz havzası, Türkiye ve 
Suriye üzerinden Mezopotamya ve Orta Asya’ya, Süveyş Kanalı üzerinden de 
Arap Yarımadası ve Basra Körfezi’ne ulaşmaktadır. Akdeniz’e kıyısı olan 
devletler ile Avrupa, Güneydoğu Asya ve Afrika devletlerine yapılan deniz 
ticaretinin düğüm noktası olan Doğu Akdeniz’in önemi, Süveyş Kanalı’nın 
açılmasıyla daha da artırmıştır. Böylesine bir ayrımda Doğu Akdeniz’de 
Türkiye, Suriye, Lübnan, İsrail, Filistin Gazze Şeridi, Filistin Batı Şeria, Mısır, 
Libya, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC), GKRY ve Ürdün yer 
almaktadır (Yıldız, 2011). 



Şekil 1: Akdeniz Havzası ve Doğu Akdeniz Havzası Kıyıdaş Devletleri 

 Havza, içinde barındırdığı adalar açısından ele alındığında ise Kıbrıs Adası, 
Sicilya, Malta ve Meis gibi adalara nazaran jeostratejik açıdan daha önemlidir. 
Doğu Akdeniz’in, Cebelitarık, Süveyş ve Karadeniz üzerinden işleyen 
uluslararası deniz ticaretini kontrol edebilen önemli bir coğrafya olduğu ve 
üzerinde yer alan deniz trafik hatlarının dünya ticareti için hayati önem taşıdığı 
bilinen bir gerçekliktir. Kıbrıs Adası’nın Ortadoğu ve Afrika’ya olan yakınlığı, bu 
coğrafyalara yönelik askeri ve istihbari faaliyetlerde adanın stratejik önemini 
arttıran bir faktördür (Keser, 2012:59; Yaycı, 2012:5). Kıbrıs Adası’nı da içinde 
barındıran Doğu Akdeniz Havza’sı, hem Orta Doğu coğrafyasından Batı’ya 
yönelik enerjinin ve ticari malların hem de Hint Okyanusu’ndan Avrupa ve ters 
yöne akan ticari malların nakli açısından da önemli bir güzergâh oluşturmakta dır. Hem Süveyş Kanalı’ndan işleyen transit deniz taşımacılığının 
ve hem de İskenderun Körfezi’nden yürütülen deniz taşımacılığının kontrolü 
açısından Kıbrıs Adası stratejik bir konumda bulunmaktadır. Bulunduğu konum 
itibariyle uluslararası ilişkilerde jeopolitik kuramlar açısından özellikle Deniz 


Hâkimiyeti Teorisi’ne3 de uygun bir şekilde Kıbrıs Adası üzerinde hâkimiyet 
sahibi olan devletlerin Akdeniz Havzası üzerinden Ortadoğu bölgesini kontrol 
etmesi de mümkündür. Kıbrıs’ın jeopolitik açıdan önemi değerlendirilirken 
bölgesel anlamda güç merkezlerine, çatışmalı alanlara yakınlığına ve ekonomik 
kaynakların varlığına bakılarak bir analiz yapılmalıdır (Tamçelik, 2011:11). 
Alfred Mahan tarafından şekillendirilen Deniz Hâkimiyeti Teorisi üzerinden 
Kıbrıs Adası’nın stratejik önemini açıklamak gerekirse, Süveyş Kanalı 
aracılığıyla Hint ve Pasifik okyanuslarına açılan Akdeniz’in doğusunun 
kontrolünde Kıbrıs önemli bir konumdadır. Deniz ulaşım yollarına ve bu 
yolların geçtiği stratejik kara alanlarına hâkim olmak Deniz Hakimiyeti 
Teorisinde Dünya’ya hâkim olmak için önemlidir (Tamçelik, 2011:19-20). 
Kıbrıs’taki siyasi uyuşmazlığın yıllardır çözülememesinin arkasındaki 
nedenlerden birisi de Soğuk Savaş döneminden arta kalan bir şekilde hangi 
küresel gücün Ada üzerinde kontrol elde edeceğinin belli olamamasıdır (Yaycı, 
2012:6). Küresel güçler Kıbrıs’ı ilgilendiren her konuya müdahil olma ve 
sorunların çözümünü kendi çıkarlarına uygun şekilde yönlendirmeye 
çalışmaktadırlar (Tamçelik, 2011:20). 


 Enerji taşımacılığı açısından 2013 yılı rakamlarıyla yılda yaklaşık beş 
milyar varil ham petrol (yıllık üretimin %10’u) Süveyş Kanalı ve SUMED (Arap 
Petrol Boru Hattı) aracılığıyla batılı pazarlara bu coğrafyadan ulaştırılmaktadır 
(World Oil Transit Checkpoints, http://www.eia.gov/countries/regions-
topics.cfm?fips=WOTC). Ayrıca, Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) petrol boru hattının 
açılmasıyla birlikte, Hazar Denizi enerji kaynaklarının bir kısmının (1,2 Milyon 
Varil) ve Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattı ile de Kuzey Irak petrollerinin bir 
kısmının İskenderun Körfezi üzerinden batılı pazarlara ulaştırılmaya başlanması 
Doğu Akdeniz’in stratejik önemini arttırmıştır. 

 Son olarak uluslararası deniz ticari ve enerji taşımacılığının ötesinde, Doğu 
Akdeniz’de bulunduğu ilan edilen doğalgaz ve petrol rezervleri, enerji kaynakları 
bağlamında havzanın ekonomik değerine de ayrı bir önem kazandırmaktadır 
(Yaycı, 2012:9). Enerji kaynakları açısından değerlendirildiğinde ise bölgedeki 
enerji sahaları değişik isimler ile ifade edilmektedir. Doğu Akdeniz enerji 
havzasının merkezini oluşturan Kıbrıs Adası’nın güneyindeki saha Afrodit, Kıbrıs 
Adası ile İsrail arasında (Afrodit’in güneydoğusunda) kalan saha Leviathan, 
Kıbrıs Adası ile Mısır arasında kalan saha Nil ve Kıbrıs Adası ile Girit Adası’nın 
güneydoğusunda kalan saha ise Herodot olarak adlandırılmaktadır (Enerji 
Havzaları için bakınız şekil 2 - 3). İsrail ile Kıbrıs arasında kalan sahada Amerika 
merkezli Jeolojik Araştırma Kurumu (USGS) tahminen ortalama 1.7 milyon 
varil petrol ve 122 trilyon metre küp gaz rezervinin olduğunu ifade etmiştir. 
GKRY’nin verdiği arama izinleri ile bölgede çalışmalar yapan Noble Energy 
şirketi de yaklaşık 33 trilyon metreküp gaz tespit etmiştir(Lakes, 2012:39). 
Kıbrıs’ın günümüzdeki enerji ihtiyacının yılda ortalama 1 milyar metre küpten 
az olduğu dikkate alındığında bölgede keşfedilen gaz rezervlerinin Kıbrıs’a 100 
yıl kadar yetebileceği düşünülebilir (Lakes, 2012:81). GKRY, 1959-60 
Antlaşmalarıyla oluşturulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yasal temsilcisi olduğu 
iddiasıyla Ada etrafında günümüze kadar henüz saptanmamış Münhasır 
Ekonomik Bölge (MEB) ve Kıta Sahanlığı alanları üzerinde egemenlik tesis 
etmeye ve bu egemenliğini de bölgedeki komşu devletlerle yaptığı sınırlandırma 
antlaşmaları ile meşrulaştırmaya çalışmaktadır. GKRY’nin İsrail, Mısır ve 
Lübnan ile yaptığı bu antlaşmalar Doğu Akdeniz’in önemini daha da 
arttırmaktadır (Kaya, 2007:25). Bu kapsamda Kıbrıs Adası’nın deniz altındaki 
doğal uzantısı konumundaki kıta sahanlığının ve MEB’in gerek ada üzerindeki 
iki siyasi otorite arasında ve gerekse komşu devletlerle uluslararası hukuka 
uygun bir şekilde sınırlandırılması gerekmektedir. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder