ENERJİ KAYNAKLARI MÜCADELESİNDE DOĞU AKDENİZ HAVZASI VE DENİZ YETKİ ALANLARI UYUŞMAZLIĞI BÖLÜM 3
İsrail’in Doğu Akdeniz Siyaseti
İsrail’in bölgede enerji arama çalışmaları çok erken bir dönemde
başlamıştır. İsrail 1960 yılından bu yana Akdeniz’de petrol ve doğalgaz arama
çalışmalarına devam etmektedir (Gürel vd., 2013:2). İsrail’in Kıbrıs konusunda
bu kadar rahat davranabilmesinde, İsrail’in son dönemde Ada'ya çok sayıda
yatırım gerçekleştirmesi ve bu durumun adada yaşayanlarca memnuniyet verici
kabul edilmesi de etkili olmaktadır. İsrail, Rum Yönetimi ile birlikte yönettiği
çalışmalar kapsamında Kıbrıs’ta askeri üs edinme politikası izlemektedir. İsrail’in Kıbrıs’ta Limasol’e bağlı Vasiliko’da bir doğalgaz çevrim santrali yapımı ve yapım sonrası güvenliğin sağlanması amacı ile Limasol’e çok sayıda İsraillinin
yerleştirilecek olması, adada tıpkı Filistin de olduğu gibi bir İsrail yerleşim
sahasının oluşturulacağı düşüncesini ortaya çıkarmaktadır. Bu durum aynı
zamanda İsrail’in askeri açıdan da Kıbrıs’ta güçleneceği anlamına gelmektedir.
İsrail Başbakanı Benjamin Netenyahu, Kıbrıs Rum kesimine yaptığı resmi
ziyaret sonrasında 16 Şubat 2012 tarihinde bir Savunma ve İşbirliği Antlaşması
imzalamıştır. (Taşdemir, 2012; 10)
Ayrıca, İsrail, Akdeniz’deki doğalgaz ve petrol üretim tesislerini korumak
için yeni bir askeri yapılanmaya gideceğini de açıklamıştır. Bu amaca yönelik
olarak, yaklaşık 1,4 milyar $‘ı tutarında savaş gemileri, insansız hava araçları ve
radar sistemleri satın almayı/üretmeyi planlamaktadır. İsrail, hava ve kara
kuvvetlerine nazaran daha zayıf olan deniz kuvvetlerini de güçlendirmeye
çalışmaktadır. Bu kapsamda, Almanya’dan, nükleer füze atabilme yeteneğine
sahip Dolphin sınıfı denizaltı temin etmektedir. Ayrıca, İsrail bölgede nükleer
silaha sahip az sayıda devletten biridir (Aktaş, 2013:64). Diğer taraftan İsrail’deki güvenlik çevreleri Doğu Akdeniz’de keşfedilen gaz rezervleri kuyularına Gazze’den ya da Mısır’daki Sina’dan silahlı terörist saldırılar olabileceği yönünde tehdit algılamalarına da sahiptir. Yine aynı çevreler kurulacak doğalgaz çıkarma tesislerine Gazze’deki değişik Filistinli guruplar tarafından denizden füze saldırısı yapılmasından da endişe etmektedir. Belki de İsrail Hükümeti'nin son dönemde Doğu Akdeniz’de gaz arama işlemleri ve kuyuları koruma görevini 13. Deniz Kuvvetleri Birliği’ne verme kararının arkasında bu endişeleri yatmaktadır (Kandilli, 2012).
Son olarak İsrail, Tamar ve Leviathan doğalgaz yatakları sayesinde doğalgazda başka devletlere olan bağımlılığını da azaltmayı ummaktadır. Bu iki havzadaki gaz rezervlerinin toplamının yaklaşık 800 milyar metreküp olduğu tahmin edilmektedir. İsrail’in ise yıllık gaz ihtiyacının ortalama 5 milyar metreküp civarındadır (Lakes, 2012:81). Dolayısıyla, bu iki havzadan çıkarılan gazın İsrail’in ihtiyacını karşılamanın ötesinde, arz fazlasının ihracı yoluyla İsrail’in Gayrisafi Milli Hasıla’sında artış sağlayacağı söylenebilir.
Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de GKRY’ye Karşı Siyasi Hamleleri
Yukarıda da ifade edildiği gibi Doğu Akdeniz’de tespit edilen zengin
hidrokarbon kaynaklarıyla ilgili olarak GKRY’nin, Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti (KKTC) Devleti'nin görüşünü almaksızın ve Türkiye’nin kıta
sahanlığı ve MEB alanlarına da tecavüz ederek, “Kıbrıs Cumhuriyeti” adına
Mısır, Lübnan ve İsrail ile “Münhasır Ekonomik Bölge Sınırlandırma
Anlaşması” imzalaması Kıbrıs sorununa yeni bir boyut kazandırmıştır. Bu
bağlamda, Türkiye’nin İsrail ile sarsılan ilişkileri, Rum Yönetimi'ne Kıbrıs
sorununda kendisine avantajlı bir konum yaratmak ve İsrail ile ilişkilerini
derinleştirmek için bir fırsat doğurmuştur. Türk Dış İşleri Bakanlığı, GKRY’nin
Noble Energy şirketine Kıbrıs’ın güneyinde araştırma amaçlı sondaj yetkisi
vermesine karşılık Türkiye de, KKTC ile işbirliğini geliştirme yolları aramış ve
21 Eylül 2011 tarihinde Türkiye ve KKTC arasında “Kıta Sahanlığı Sınırlandırma Anlaşması” imzalanmıştır
(http://www.mfa.gov.tr/no_-216_-21-eylul-2011-turkiye-_-kktc-kita-sahanligi-sinirlandirma-anlasmasi-imzalanmasina-iliskin-disisleri-bakanligi-basin-ac_.tr.mfa,).
Bunun yanı sıra dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Rum Yönetimi ile işbirliği yapan uluslararası petrol ve gaz şirketlerini kara listeye almak ve Türkiye’deki enerji ihalelerine girmekten men etmekle tehdit etmiştir (Aktaş, 2013:7). Anlaşma sonrasında Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO), önce Koca Reis gemisi ile Afrodit sahasında sismik araştırmalar yapmış ve sonrasında Gazimagosa’da Türk Yurdu 1 adlı kuyuda sondaj çalışmalarına başlamıştır. Öte yandan, bu çalışmalar, GKRY’nin güneydeki ruhsat verdiği parsellerin bir kısmı ile de çakışmaktadır (Collinsworth, 2012:24). (Bakınız Şekil 4)
Türk Dışişleri Bakanlığı, GKRY’nin Doğu Akdeniz’deki 1,4,5,6 ve 7 no’lu
Ruhsat sahalarının Türk kıta sahanlığı ile çatıştığı noktasında Rum Yönetimini
protesto etmiş ve “Türkiye bu alanlarda, yabancı şirketlerin izinsiz petrol/doğal
gaz faaliyetlerinde bulunmalarına, … hiçbir şekilde izin vermeyecek ve kıta
sahanlığındaki hak ve menfaatlerini korumak için gerekli her türlü tedbiri
alacaktır.” şeklinde beyanda bulunmuştur (http://www.mfa.gov.tr/no_-43_-15-
subat-2012_-gkry_nin-actigi-ikinci-uluslararasi-hidrokarbon-arama-
ihalesi.tr.mfa).
Uzun yıllardır dengeli bir şekilde ilerleyen Türkiye-İsrail siyasi ilişkileri, 3
Kasım 2002 tarihinde Türkiye’de Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)’nin iktidara
gelmesinin ardından giderek artan bir eğilimle bozulmaya başlamıştır. 31 Mayıs
2010 tarihinde Gazze’ye insani yardım malzemesi taşıyan filoda yer alan Mavi
Marmara Feribotu'na uluslararası sularda İsrail’in yaptığı askeri saldırı ile
ilişkiler gerilmiş ve takip eden dönemde de giderek bozulmuştur. İsrail’in Gazze
Şeridi'ne düzenlediği askeri operasyonlarda uluslararası hukuku ihlal eden
fiillerine karşılık, gerek Türk Hükümeti'nin tepki göstermesi gerekse Türk
kamuoyunda İsrail’e karşı oluşan tepki ilişkilerin gerginleşmesinde de rol
oynamıştır. Bu nedenlerle Türkiye ile İsrail arasında yakın dönemde bir MEB
sınırlandırmasına ilişkin bir anlaşmanın yapılması mümkün gözükmemektedir.
EDİTOR KİTABI İÇİN
Şekil 4: Ruhsat Verilen Sahalar,
(www.bilgesam.org/tr/images/stories/sunular/doguakdeniz .pptx.)
Öte yandan, son dönemde Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik girişimlerin hızlanmasında önemli bir faktör de, bölgedeki doğalgaz kaynaklarının güvenli şekilde çıkarılmasının yan sıra güvenli şekilde arz edilmesi hususudur. Bölgedeki enerji kaynaklarının çıkarılmaya başlanması halinde bu kaynakların arzı konusunda Türkiye – İsrail arasında işbirliği önem taşımaktadır. Bu noktada kaynakların Batı'ya aktarılmasında en kısa yolların Türkiye’den geçiyor olması, Türkiye’yi bir adım daha öne çıkarmaktadır.
Böylesine bir ortamda Batılı devletlerin soruna yaklaşımı, Türkiye - İsrail
ilişkilerinin iyileştirilmesi ve son yıllarda bölge devletleri ile ilişkilerde sergilenen
kopuş politikasından vazgeçilmesidir (Blank, 2012).
Bölgede çıkarılacak doğalgazın çok az bir kısmını Kıbrıs ve İsrail tüketecektir. Ancak tüketimden geriye kalan kısmın nasıl taşınacağı henüz netliğe kavuşmuş değildir. Dolayısıyla hâlihazırda doğalgaz taşıma altyapısı olmayan Rum Yönetimi'nin altyapı sorununu aşabilmesi konusunda değişik alternatifler değerlendirilmektedir. Örneğin adanın güneyine bir Sıvılaştırılmış Doğalgaz (Liquified Natural Gas/LNG) santrali inşa edilmesi ya da boru hatları ile taşınması gibi alternatifler üzerinde durulmaktadır (Karaçin, 2012:10-11).
Noble Energy ve İsrail’deki ana ortağı Delek Grubu’nun kurmayı teklif ettiği
LNG tesisi ile Leviathan alanı ve 12. Parseldeki çıkarılacak doğal gazın adada
işlenerek, uluslararası pazarlara arzı planlanmaktadır. Ancak, bu tesisisin
kurulması, 10 milyar doların üzerinde bir yatırımı gerekli kılmaktadır (Lakes, 2012:82)
LNG santralinin çok pahalı olması, arz konusunda yoğunluğu boru hatlarının inşasına yönlendirmektedir. Boru hattı olarak üç alternatif ön plana çıkmaktadır. Bunlardan ilki Güney Kıbrıs ile Yunanistan arasında deniz altından inşa edilecek boru hattıdır. Ancak deniz tabanının jeolojik özellikleri ve mesafe maliyeti çok artırmaktadır. Diğer alternatif hat, çıkarılacak olan doğalgazın İsrail üzerinden Arap Gazı Boru Hattı ile taşınmasıdır. Ancak gerek hattın denizde yaklaşık 270 km uzunluğunda olması, gerekse Suriye’de iç savaş halinin sürmesi enerji arzındaki güvenlik kaygısını artırmaktadır. Bu noktada, Rusya’nın İsrail ile yakınlaştığı görülmektedir. Rusya’nın, doğalgaza ihtiyaç duyduğu için değil enerji arzı ve koridorlarındaki tekelliğini kaybetmek istemediği için İsrail ile bu düzlemde ilişkilerini geliştirmeye çalıştığı söylenebilir. AB de enerji temin ağını genişleterek Rusya’nın kontrolünden kurtulmak istediği için sahaya önem
vermektedir. Çünkü AB günümüzde doğalgaz teminini ağırlıklı olarak Rusya
olmak üzere Norveç ve Cezayir’den karşılamaktadır. Ortalama denizde 100 km
uzunluğu ile en kısa ve en ekonomik rasyonel hat ise, Türkiye üzerinden
geçmektedir. İster Suriye - Ürdün kıyı çizgisine paralel uzatılsın isterse Kuzey
Kıbrıs üzerinden geçirilsin nihai kavşak noktası Türkiye olmaktadır. Bu açıdan
Türkiye’nin sahadaki enerjinin arzında ana koridor olması ve enerji temin
kanalını çeşitlendirmesi, yumuşak güç unsurlarının varlığı ve kullanımı
açısından Türkiye’ye yarar sağlayacaktır.
2010 yılından beri Doğu Akdeniz’de ön plana çıkan enerji kaynakları,
enerji ithalatı nedeniyle her yıl yaklaşık 65 - 70 milyar $ cari açık veren Türkiye
için de önem arz etmektedir. Bu doğrultuda Türkiye güven içerisinde hem
ekonomik enerji temin etme hem de enerji koridoru olma konusundaki
isteklerini açıkça ortaya koymaktadır. Ancak bu istekler öyle kolay
gerçekleştirilebilecek bir nitelik taşımamaktadır. Çünkü sahada Türkiye dışında
Kıbrıs, Mısır, Lübnan, Suriye, İsrail ve Ürdün bulunmaktadır. Kıyıdaşın fazla
olduğu bölgede öncelikle kıta sahanlığı konusu gündeme gelecek ve baş
ağrıtacaktır. Şüphesiz konunun uluslararası hukuk boyutuna da ağırlık verilmesi
ve yoğun bir Kıbrıs diplomasisine başlanması gerekmektedir. Zira Doğu
Akdeniz’de yaşanan son gelişmeler Türkiye açısından hayati öneme haizdir.
Türkiye’nin kararlılık ve ciddiyetini hemen her platformda ısrarlı bir şekilde
anlatması önem taşımaktadır (USAK, 2011:10).
Rum Yönetimi'nin siyasi ve hukuki bu hamlelerine karşı Türkiye ve
Suriye’nin durumuna bakıldığında, kıyıdaş devletler olmalarına hatta Türkiye en
uzun kıyıya sahip olmasına karşın, bu iki devlet anlaşma dışı bırakılmıştır.
Oysaki 1982 tarihli Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin 55. ve 56.
maddellerine göre; kıyıdaş devletlerin kara sularının bittiği hattan itibaren 200 millik alan içerisinde deniz yatağındaki sularda, deniz yatağında ve bunların toprak altında doğal kaynakların araştırılması, işletilmesi ve korunması ile ilgili diğer devletlerin haklarını göz önünde bulunduracak şekilde faaliyetlerde bulunması hakkı vardır (BM Deniz Hukuku Sözleşmesi, 1982;17-18).
Sonuç olarak, KKTC ile GKRY, kendi deniz yetki alanlarındaki enerji
kaynaklarından elde edilecek gelirlerin kullanılması hususunda bir anlaşmaya
varabilirlerse; bu gelirler, Kıbrıs uyuşmazlığının çözümünde veya çözüm sonrası
Ada'nın kalkındırılmasına yönelik bir kalkınma fonunda toplanabilir
(Başeren, 2015:43).
4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder