10 Kasım 2017 Cuma

DOĞU AKDENİZ'DE ENERJİ KEŞİFLERİ VE TÜRKİYE BÖLÜM 5

DOĞU AKDENİZ'DE ENERJİ KEŞİFLERİ VE TÜRKİYE BÖLÜM 5





Harita-4: Yunanistan ve GKRY’nin hak iddia ettiği kıta sahanlığı 

Böylesi uyuşmazlıklar için UAD’nın verdiği kararlarda öne çıkan prensip coğrafyanın üstünlüğü prensibidir. Coğrafyanın üstünlüğü prensibinden uyuşmazlığa taraf olan ülkeler arasında sınırlandırma hattının anakara coğrafyası esas alınarak belirlenmesi gerektiği anlaşılmalıdır. Nitekim UAD Kuzey Denizi davaları kararında ‘coğrafyanın yeniden şekillendirilmesi söz konusu olamaz’; yukarıda anılan İngiltere-Fransa davasında ‘eşit uzaklık veya herhangi başka bir 

sınırlandırma metodunun uygunluğunu coğrafi şartlar belirler’ ve Libya-Malta sınırlandırma anlaşmasında ‘tarafların kıyıları başlama çizgisini oluşturur’ 
hkümlerine vararak coğrafi prensibi vurgulamıştır.53 

İkinci olarak, coğrafi prensibin yetersiz kaldığı yerlerde hakça bir sınırlandırma anlaşmasının yapılması için bahse konu olan alandaki diğer coğrafi unsurlara 

bakılır. Adalar, kıyı uzunluğu ve şekilleri başvurulan ilk diğer ilgili coğrafi unsurlardır. Türkiye’nin GKRY ile yapacağı sınırlandırma anlaşmasında 
kıyı uzunluğu, Yunanistan ile yapacağı sınırlandırma anlaşmasında ise adalar ön plana çıkmaktadır. GKRY ve Türkiye’nin ilgili kıyıları karşılaştırıldığında 
Türkiye’nin kıyı uzunluğunun yaklaşık on kat daha fazla olduğu görülecektir. Dolayısıyla Türkiye ve Rum Yönetimi arasında yapılacak sınırlandırma 
anlaşmasında sınır çizgisi kıyı uzunluklarıyla orantılı bir hat üzerinde belirlenmelidir. 

 2004’te 24 mil genişliğinde bitişik bölge ve 200 mil genişliğinde MEB ilan eden GKRY, hem uluslararası hukukun öngördüğü karşılıklı sahili bulunan devletlerle anlaşılarak hakça bir sınırlandırma yapılması ilkesini, hem de KKTC ile Türkiye’nin hak ve görüşlerini dikkate almamıştır. 


Türkiye’nin Yunanistan ile yapacağı sınırlandırma anlaşmasında ise öne çıkan diğer ilgili coğrafi unsur adalardır. Adalara ne etki verileceğini adanın konumu, 

nüfusu, büyüklüğü ve coğrafi dengesi gibi özellikler belirler. Her ne kadar adaların kıta sahanlığı olsa da, bu durum adaların anakaralarla aynı statüde 
bulundukları anlamına gelmez.54 Sorunun çözümünde uluslararası hukukun aradığı asıl ilke hakça paylaşım ilkesidir. Bu ise; coğrafyanın yeniden biçimlendirilmemesi ya da doğadan gelen eşitsizlikleri telafi etmeme ilkesi, ilgili devletlerden birinin diğer devletin doğal uzantısını kapatmama ilkesi, ilgili bütün koşullara saygı ilkesi ve bütün devletler hukuk önünde eşit olsa ve eşit muameleye tabi tutulsalar da, hakkaniyetin mutlak eşitlik anlamına gelmediği ilkesi gibi bir dizi ilkeyi birlikte kapsar.55 

Doğu Akdeniz ve Ege’de hakça bir sınırlandırmanın olması için bu ilkelerin bir arada değerlendirilip sınırlandırma çizgisinin öyle belirlenmesi gerekir. 

Rodos gibi meskûnu bulunan adaların sınırlandırma çizgisinin belirlenmesine kısmi etkisi olsa da, bu etkinin ilgili devletlerden birinin doğal uzantısının 
kapatılmaması ilkesi gereğince Türkiye’nin güneye doğru uzanacak deniz yetki alanını kapatmamalıdır. Buna karşılık çok küçük olan Meis Adası’nın 
sınırlandırma çizgisinin belirlenmesinde ihmal edilmesi gerekir.56 UAD uyuşmazlık davalarında karar verirken benzer durumda bulunan adaları dikkate 
almamıştır. UAD’ın en son 2009 yılında Ukrayna ile Romanya arasında sorun oluşturan Serpent/Yılan Adası ile ilgili verdiği karar bu yöndeki uygulamalara 
bir örnek olabilir. 

Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) 


Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanlarının sınırlandırılması ile ilgili en önemli sorun GKRY ile yaşanmaktadır. Rum Yönetimi, 5 Nisan 2004’te resmi gazetede 

yayınlanan bir yasa ile 24 mil genişliğinde bitişik bölge ve 200 mil genişliğinde MEB ilan etmiştir. Rum Yönetimi, bunu yaparken KKTC ve Türkiye 
ile anlaşma yoluna başvurmamış ve tek taraflı hareket etmiştir. Bu nedenle Yönetim, hem uluslararası hukukun öngördüğü karşılıklı sahili bulunan devletlerle anlaşılarak hakça bir sınırlandırma yapılması ilkesini, hem de KKTC ile Türkiye’nin hak ve görüşlerini dikkate almamıştır. 

Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki GKRY, Kıbrıs Rum Yönetimi ifadesini reddetmekte ve Kıbrıs’ta tek bir devlet olduğunu bu devletin de 

''Kıbrıs Cumhuriyeti’' olduğunu iddia etmektedir. 

Türkiye hariç uluslararası toplumun ve hukukun da Kıbrıs Adası’ndaki statüyü bu şekilde kabul ettiğini vurgulamaktadır. 


Buradan hareketle, Rum Yönetimi Kıbrıs’ın 1964’te kabul edilen bir yasa ile 12 millik karasuları ilan ettiğini, 1993’te BM’e karasuları genişliğinin 

ölçülerini gösterir koordinatları resmen ilettiğini ve bu koordinatların BM tarafından 1996 yılında onaylandığını söylemektedir. Ayrıca Kıbrıs’ın 
1988’de BMDHS’ni imzaladığını ve 2004’te Sözleşme’nin hükümlerine ve Uluslararası Hidrografi Örgütü’nün kabul ettiği metotlara uygun bir şekilde 
MEB alanı ilan ettiğini dile getirmektedir.57 Rumlar ancak bu gelişmelerden sonra, 26 Ocak 2007’de Adanın güneyinde on üç adet hidrokarbon arama ruhsat sahası ilan ettiklerini belirtmektedir. 

Rum Yönetimi Türkiye’nin Kıbrıs Adası’nın batısında kalan bölge için önerdiği, ilgili devletler arasında hakkaniyet prensibine uygun bir anlaşmayla 

MEB ve kıta sahanlığı sınırlandırması yapılması yöntemini uluslararası hukuka göre temelsiz bulmaktadır. GKRY söz konusu prensip gereğince 
akdedilecek bir anlaşmanın Kıbrıs’ı deniz alanlarından yoksun bırakacağını, bu durumun ise BMDHS’ne ve UAD’ın kararlarına aykırılık teşkil edeceğini 
ileri sürmektedir. GKRY, BMDHS’nin 74 ve 83. maddelerinin, Uluslararası Adalet Divanı Statüsü’nün 38. maddesine aykırı olmayacak şekilde kıyıları 
karşılıklı veya bitişik devletler arasında hakkaniyete uygun bir kıta sahanlığı ve MEB sınırlandırması yapılabileceğini öngördüğünü belirtmektedir. Rumlar 
söz konusu maddelere uygun şekilde Mısır ile 2003’te, Lübnan ile 2007’de (Lübnan Meclisi anlaşmayı hala onaylamamıştır) ve İsrail ile 2010’da ortay 
hat prensibini temel alarak anlaşmalar yaptıklarını vurgulamaktadır. Rum idareciler, Türkiye’nin Sözleşme’nin bahse konu maddelerine önyargı ile 
yaklaştığını ve bu tutumuyla ‘sınırlandırmanın Uluslararası Hukuka uygun olarak anlaşmalarla gerçekleştirilmesi yükümlülüğünü kasten ortadan’ 
kaldırdığını ileri sürmektedir.58 

GKRY, Türkiye’nin Kıbrıs Cumhuriyetini resmen tanımadığını ancak uluslararası deniz hukukunun genel prensiplerinden biri olan Akdeniz 

gibi kapalı veya yarı kapalı denizlerde sahili bulunan devletler, haklarını kullanır ve sorumluluklarını yerine getirirken bir birleriyle işbirliği yapmak 
mecburiyetindedirler ilkesini kabul ettiğini; bu kabulün Rum Yönetimi’nce Türkiye’nin Kıbrıs Cumhuriyeti’ni uluslararası kamu hukukunun yerleşik 
kurallarına göre zımnen bir devlet olarak tanıdığı şeklinde yorumlandığını ifade etmektedir. Bu nedenle Rum yönetimine göre Türkiye, Kıbrıs’taki 
meşru hükümetle kıta sahanlığı ve MEB sınırlandırma anlaşması imzalamak için yapıcı bir tutumla görüşmelere başlamalıdır.59 

 Kıbrıs Rum Yönetimi, söz konusu maddelere uygun şekilde Mısır ile 2003’te, Lübnan ile 2007’de ve İsrail ile 2010’da ortay hat prensibini temel alarak anlaşmalar yapmıştır. 


Son olarak GKRY’nin Türkiye’yi Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanlarının sınırlandırılması konusunda uluslararası hukuku ihlal ederek tek taraflı davranmakla suçladığı kaydedilmelidir. Rumlar bu çerçevede Türkiye’nin 1958 Cenevre sözleşmelerini ve 1982 BMDHS’ni imzalamadığını; Akdeniz’de 

MEB ilan etmediğini, Doğu Akdeniz bölgesindeki hiçbir devletle kıta sahanlığı anlaşması yapmadığını ve Kıbrıs Cumhuriyeti (GKRY) ile deniz yetki alanlarını 
sınırlandırmak üzere bir anlaşma yapmaya katiyen yanaşmadığını uluslararası toplantılarda sürekli gündeme getirmektedir. Rum Yönetimi temsilcileri 
Türkiye’nin Bakanlar Kurulu Kararlarıyla Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’na (TPAO) verdiği hidrokarbon yatağı arama ruhsatları ile Kıbrıs’ın MEB ve kıta 
sahanlığını açıkça ihlal ettiğini, kendi potansiyel MEB ve kıta sahanlığı alanlarının dışına çıkarak bölgede keyfi ve yanlı hareket ettiğini her fırsatta dile getirmektedir. 


Türkiye 



Türkiye, Doğu Akdeniz’de 21 Eylül 2011 tarihinde KKTC ile New York’ta imzaladığı kıta sahanlığı anlaşması hariç herhangi bir kıta sahanlığı veya MEB 

anlaşması imzalamamıştır. Çünkü Türkiye Doğu Akdeniz’deki kıta sahanlığı ve MEB alanının dış sınırını uluslararası hukuka uygun, ilgili tüm devletler 
ve ilgili tüm özel koşullar dikkate alınarak yapılacak hakça bir anlaşma ile belirlemek istemektedir. 2004 Turkuno DT/4739 (Mart 2004), 2005 Turkuno 
DT/16390 (Ekim 2005) ve UN. Doc. A/61/1011/-S/2007/456 (Temmuz 2007) sayılı notalarda açıkça ifade edildiği gibi Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki deniz 
yetki alanlarının paylaşımı ile ilgili tutumu buradaki sınırlandırmanın ilgili tüm devletler arasında yapılacak anlaşmalar yoluyla belirlenmesi gerektiği 
şeklindedir. Türkiye Doğu Akdeniz’de uluslararası hukuka uygun olduğuna inandığı bu temel çerçevede hem kendi kıta sahanlığı ve MEB haklarını, hem 
de KKTC’nin haklarını koruyacak şekilde hareket etmektedir. 

Türkiye Kıbrıs Adası’nın batısında kalan bölgede yapılacak bir sınırlandırmanın uluslararası hukukun başlangıçtan beri (ab initio) ve fiilen (ipso facto) 

ilkeleri ile kendisine bölgede tanıdığı mevcut hukuki egemen haklarını doğrudan ilgilendirdiği görüşündedir. Türkiye’nin tezine göre bu bölgedeki 
sınırlandırmalar ilgili tüm tarafların katılımıyla, uluslararası hukukun hakkaniyet prensibine uygun anlaşmalarla belirlenmelidir. Bu nedenle Türkiye 


    Türkiye Doğu Akdeniz’deki kıta sahanlığı ve MEB alanının dış sınırını uluslararası hukuka uygun, ilgili tüm devletler ve ilgili tüm özel koşullar 

dikkate alınarak yapılacak hakça bir anlaşma ile belirlemek istemektedir. 


GKRY ve Mısır arasında imzalanan sınırlandırma anlaşmasını tanımamaktadır. Ayrıca Türkiye bu anlaşmanın imzalanması üzerine 2 Mart 2004’te 

verdiği bir notayla 32° 16’ 18’’D boylamının batısında kalan sınırlandırma sahası ile ilgili uluslararası hukuktan doğan bütün haklarını saklı tuttuğunu 
bildirmiştir. 4 Ekim 2005 tarihinde yine BM’ye ilettiği bir nota ile GKRY’nin yukarıda ifade edilen görüşlerini reddederken söz konusu bölgedeki haklarını 
saklı tuttuğunu vurgulamıştır. Buna göre Türkiye; Kıbrıs Adası’nın batısında kalan sınırlandırma alanındaki deniz yatağında, deniz yatağı altındaki toprak 
kitlesinde ve üzerindeki sularda tüm hukuki haklarını saklı tutmakta ve saklı tuttuğu bu hakları koruyacağını da ilan etmektedir. 

Diğer yandan, Türkiye Rum Yönetimi’nin bölgedeki diğer devletler ile yaptığı deniz yetki alanı sınırlandırma anlaşmalarının Kıbrıs sorunu çerçevesinde ele 

alınması gerektiği görüşündedir. GKRY’nin diğer bölge devletleri ile imzaladığı sınırlandırma anlaşmalarındaki alanlar ile ilgili Türkiye’nin herhangi bir hak 
talebi bulunmamaktadır. Ancak bu anlaşmalar Kıbrıs Adası’nda devam eden sorunun tarafı olarak Kıbrıs Türk Toplumu’nun haklarını yok saymakta ve 
adadaki müzakere sürecini olumsuz etkilemektedir. 2 Mart 2004’te BM’ye sunulan notada da açıkça ifade edildiği gibi Türkiye, Kıbrıs Adası’nda Kıbrıs 
Türk ve Yunan Toplumlarını birlikte bir bütün olarak temsil eden hukuki veya fiili tek bir otoritenin olmadığı düşüncesindedir. Türk Dışişleri Bakanlığı’nın 
30 Ocak 2007 tarihinde konu ile ilgili yaptığı bir basın açıklamasında açıkça dile getirildiği gibi GKRY Kıbrıs’ın tümünü temsil etmemektedir. O nedenle 
Rum Yönetimi’nin Doğu Akdeniz’de imzaladığı anlaşmaların ve konu ile ilgili yaptığı yasal düzenlemelerin geçerliliği yoktur. Kıbrıs Türk Toplumu’nun 
Adanın deniz yetki alanlarında hem hakkı hem de yetkileri vardır. 

Türkiye’nin üzerinde durduğu konulardan birisi de Rum Yönetimi’nin tek taraflı attığı bu adımların Kıbrıs Türk ve Yunan Toplumları arasında devam 

eden müzakere sürecini olumsuz etkilediği hususudur. Türkiye’ye göre Rum Yönetimi’nin yaptığı bu anlaşmalar müzakere sürecinin en önemli konularından 
birini teşkil eden egemenlik sorunu ile doğrudan bağlantılıdır. İki toplum arasında devam eden müzakerelerde varılan ilke mutabakatlarına göre ise egemenlik sorunu yeni kurulacak ortaklık hükümetine hasredilmiştir. Bu somut duruma rağmen, Rum Toplumunun Türk Toplumunu yok farz ederek imzalamaya yöneldiği anlaşmalar, Rumların çözüm süreci ile ilgili samimiyetlerinin sorgulanmasına neden olmaktadır. Kıbrıs’ta deniz yetki alanı sınırlandırma anlaşmaları ve hidrokarbon aranması gibi faaliyetler ancak Kıbrıs sorununun karşılıklı mutabakat zemininde çözümü ile mümkün olmalıdır. Adadaki sorun çözülmeden Rum tarafının yanlı hareket ederek ilan ettiği deniz yetki sahalarında çalışma yapmak isteyen ülke ve şirketler, Kıbrıs Türk Toplumu’nun haklarına riayet etmeli ve adadaki sorunu daha da çetrefilleştirecek adımlar atmamalıdır. 


6 CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR


****

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder