ENERJİ KAYNAKLARI MÜCADELESİNDE DOĞU AKDENİZ HAVZASI VE DENİZ YETKİ ALANLARI UYUŞMAZLIĞI BÖLÜM 2
Şekil 2: Doğu Akdeniz Doğalgaz Havzaları
Ayrıca, askeri amaçla kullanılabilecek malzeme akışının kontrol altında
bulundurulması, kitle imha silahları ve benzeri materyalin yayılmasının
önlenmesinin uluslararası barış ve güvenlik açısından önemi de bu havzada
kendini hissettirmektedir. Nitekim NATO, bu amaçlara hizmet etmesi
maksadıyla 2001 yılından beri bölgede “Etkin Çaba Harekâtı’nı” (Active
Endeavour) sürdürmektedir. Etkin Çaba Harekâtı’na paralel olarak Türk Silahlı
Kuvvetleri de 2004 yılından itibaren Akdeniz Kalkanı Harekâtı’nı icra etmekte-
dir. Doğu Akdeniz’de enerji taşımacılığının güvenliği olmak üzere ulaştırma
güvenliğini sağlamak amacıyla yürütülen bu harekât, aynı zamanda Türkiye’nin
deniz yetki alanlarındaki varlığını da göstermeyi hedeflemektedir
(Akdeniz Kalkanı Harekâtı, http://www.dzkk.tsk.tr/icerik.php?dil= 1&icerik_id=28).
Şekil 3: Doğu Akdeniz’de doğal kaynak rezerv sahaları (Karaçin,
2012:10-11)
AB’nin de 1990’lı yıllardan itibaren yaşadığı dönüşüm sürecinde dış
politika ve güvenlik konularını da gündemine alması ve politikalar üretmesine
paralel olarak Akdeniz havzasını gündemine aldığı ve kıyıdaş devletlerle özel
ilişkiler geliştirmeye çalıştığı görülmektedir. AB de Akdeniz havzasını kendi etki
alanı içerisinde değerlendirdiğinden özellikle Kıbrıs Adası'nı bir bütün olarak
AB’ye tam üye yaparak bölgede stratejik üstünlük elde etmeyi amaçlamıştır
(Keser, 2012:60; Kaya, 2007:23). AB’ye dâhil olan bir Kıbrıs üzerinden AB’nin
lider devletleri Almanya - Fransa bloğu, bölgedeki nüfuzunu arttırmayı
ummaktadır. Öte yandan, Kıbrıs Adası'ndaki iki toplumlu ve iki devletli yapıyı
göz ardı ederek ve Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kuran 1959 tarihli Londra - Zürih
Antlaşmaları ile 1960 tarihli Lefkoşe Antlaşmalarını da ihlal ederek Kıbrıs’ın bir
bütün olarak 01.05.2004 tarihinde AB üyesi yapılması, Doğu Akdeniz’de bir
istikrardan ziyade istikrarsızlığa yol açtığı da söylenebilir. Türkiye’nin bahsi
geçen antlaşmalardan doğan garantörlük haklarını yok sayan ve garantör
devletlerin birlikte üye olmadıkları bir örgüte Kıbrıs Cumhuriyeti’nin de üye
olmasını engelleyen hükümlere rağmen AB’nin uluslararası hukuku ihlal ederek
adanın tamamını temsilen Kıbrıs Cumhuriyeti'ni tam üye olarak kabul etmiştir.
Kıbrıs Rum kesimi de örgüte üye olmakla, Kıbrıs sorununu AB – Türkiye sorunu
haline getirmeyi başarmıştır. Son dönemde de Rum kesimi, Kıbrıs Adası'nın tüm
deniz yetki alanları üzerinde egemenlik iddiasıyla da Kıbrıs sorununu denize
taşımaya başlamıştır.
Son olarak İngiltere’nin de Kıbrıs Adası'nda sahip olduğu askeri üslerin
varlığı, adayı İngiltere açısından da stratejik düzeyde önemli kılmaktadır.
İngiltere Dışişleri Bakanlığı’nın, “üslerin jeopolitik öneme sahip ve Birleşik
Krallık'ın uzun vadeli milli güvenlik çıkarları açısından yüksek öncelikli bir
bölgede bulunduğunu” ifade etmesi ve Libya’da Kaddafi Rejimi'ne karşı
düzenlenen NATO harekâtında ABD, Fransa ve İngiliz kuvvetlerinin bu
üslerden faydalanması birlikte değerlendirildiğinde, Akdeniz güvenliğinde
Ada’nın önemi daha da net ortaya çıkmaktadır (Keser, 2012:63). Kıbrıs sadece
İngiltere’nin yakın dönemdeki çıkarları açısından değil, aynı zamanda
Ortadoğu’da petrol rezervlerinin keşfi ve Süveyş Kanalı’nın açılmasından
itibaren İngiltere için stratejik öneme haiz olmuştur. Sör Anthony Eden,
İngiltere’nin ve Batı Avrupa’nın sanayisi için Ortadoğu petrollerine ihtiyaç
duyduğunu ve Kıbrıs’ın da petrol arzının güvenliğini korumada önemli bir nokta
olduğunu açıkça ifade etmiştir (Leventis, 2012:7).
Dolayısıyla artan önemine bağlı olarak bölge devletlerinin birbirlerine karşı
gerçekleştirdikleri siyasi ve ekonomik hamleler, havza devletlerini de karşı
karşıya getirmektedir.
2. GKRY, İSRAİL VE TÜRKİYE’NİN DOĞU AKDENİZ’DEKİ SİYASİ HAMLELERİ
GKRY’nin Doğu Akdeniz’de Egemenlik Kurma Çabaları
GKRY’nin Kıbrıs Adası’nı çevreleyen denizler üzerinde egemenlik tesis
etme girişimleri daha eski tarihlere kadar gitmektedir. GKRY, 2000’li yılların
başında Doğu Akdeniz kıyıdaş devletlerinden Mısır ve Lübnan’la temaslara
başlamıştır. Böylesine bir diplomasi girişiminin altında Rum Yönetimi’nin Kıbrıs
sorununu karadan denize taşıma ve içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik
darboğazdan kurtulma istekleri de yatmaktadır. Öte yandan Doğu Akdeniz’e
kıyıdaş devletler olan Suriye, 19 Kasım 2003, Lübnan 19 Ekim 2010 ve İsrail 12
Temmuz 2011 tarihinde münhasır ekonomik bölge ilanında bulunmuştur.
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ise Avrupa Birliği’nin de desteğini alarak 2 Nisan
2004 tarihinde KKTC ve Türkiye’nin uluslararası hukukta var olan haklarını yok
sayarak “Kıbrıs Cumhuriyeti” adına 21 Mart 2003 tarihinden geçerli olmak
üzere Birleşmiş Milletler’e 200 millik bir Münhasır Ekonomik Bölge ilanını
gerçekleştirmiştir. Yaşanan temaslar sonucunda Rum yönetimi 17 Şubat 2003
tarihinde Mısır, 17 Ocak 2007 tarihinde Lübnan ile Münhasır Ekonomik Bölge
Sınırlama Anlaşmalarını imzalamıştır (Sınırlar için bakınız şekil 5). Türkiye ve
KKTC her fırsatta, GKRY’nin Ada'daki Türk toplumunu temsil etmediğini ve
dolayısıyla GKRY’nin Kıbrıs Türk halkını dikkate almadan yaptığı ve tüm
Ada'yı hukuken bağlayabilecek tek taraflı işlemlerin ve uluslararası anlaşmaların
geçersiz olduğunu ifade etmektedir (Başeren, 2015:40).
Mısır ile yapılan antlaşmaya göre GKRY ile Mısır arasındaki MEB sınırı,
Kıbrıs Adası ile Afrika sahilleri arasında tespit edilen sekiz nokta ile ana karaya
sahip olan Mısır’ın haklarını törpüleyen şekilde eşit uzaklık çizgisi esas alınarak
belirlenmiştir (Kaya, 2007:38). Mısır’ın, Türkiye ile bir sınırlandırma antlaşması
yapmak yerine, kendi kıyıları GKRY oranla daha uzun olmasına rağmen GKRY
ile eşit uzaklık temelinde anlaşarak bir sınırlandırma yapması önemli miktarda
deniz yetki alanı kaybetmesine yol açmıştır (Başeren, 2015:35). Türkiye ise bu
antlaşmayı, kendisine ait deniz alanlarına tecavüz ettiğinden tanımamaktadır.
Türkiye, yaşanan gelişmeler nedeniyle 2 Mart 2004 tarihinde yayımladığı notada
“ Uluslararası hukuktan kaynaklanan sebeplerle söz konusu antlaşmayı tanımadığını ve deniz yatağı, deniz yatağının altı ve üzerindeki su kütlesi dâhil olmak üzere 36º16’18” D meridyeninin batısında ve 33º 40’ K paralelinde sınırlandırma sahası ile ilgili tüm hukuki haklarını saklı tuttuğunu” belirtmiştir.
Lübnan ile yapılan antlaşma sonrasında da Türkiye, Lübnan’a verdiği nota
ile yapılan antlaşmanın Türkiye ve KKTC’nin Kıbrıs Adası etrafındaki deniz
alanlarında hali hazırdaki hak ve çıkarlarını dikkate almadığı ve GKRY’nin
bütün Ada'yı temsilen tek başına hareket edemeyeceği ifade edilmiştir (Başeren, 2010:153). GKRY’nin Lübnan ile yaptığı anlaşma Güney Kıbrıs Rum
Yönetimi’nin parlamentosunda onaylanmasına rağmen, Lübnan Parlamentosu
tarafından onaylanmamıştır. Ayrıca Lübnan Hükümeti 2011 yılında BM Genel
Sekreterliği’ne gönderdiği bir mektupta GKRY ile İsrail arasında imzalanan
anlaşmanın “Lübnan’ın egemenlik ve ekonomik haklarının ihlali” ve “bölgedeki
barış ve güvenliğe” bir tehdit olarak algıladığını ifade etmiştir (Lakes, 2012:41).
İsrail’in kendisine ait olduğunu ileri sürdüğü MEB’in Lübnan’ın ilan ettiği
MEB’in yaklaşık 9 km’lik bir kesimiyle çakışması tarafları karşı karşıya
getirmektedir (Yaycı, 2012;29). Lübnan Yasama Meclisi'nin bu çalışmanın
hazırlandığı döneme kadar bu antlaşmayı onaylamamış olması, Doğu
Akdeniz’in bu kısmında 2007’den önceki status qou’nun devam ettiğini
göstermektedir (Taşdemir, 2012:33). Sonuç olarak, GKRY, MEB’ini uluslararası
hukuka uygun bir şekilde Türkiye, Yunanistan, KKTC, Mısır, Lübnan, Suriye,
İsrail ve Filistin ile hakça ilkeler çerçevesinde belirlemelidir.4
GKRY, Mısır ile sınırlandırma antlaşması yapmanın ötesinde iki devlet
arasında 2006 yılında enerji, elektrik, petrol-doğalgaz ile kültür alanlarında
işbirliği kuran beş adet ikili antlaşma imzalamıştır (Başeren, 2010:150). Bu
süreçte, 2007 yılında Rum Parlamentosu, çıkardığı petrol yasası ile Kıbrıs
çevresindeki suları 13 Parsel Hattı’na bölmüş ve bu hatlar içerisinde arama
ruhsatı vermek için çalışmalara başlamıştır. 26 Ocak 2007 tarihinde Kıbrıs
Adası’nın 185 km güneyindeki 12 numaralı parsele ait doğal kaynakları arama
hakları, İsrail menşeli Delek ve ABD menşeli Noble Energy şirketlerine
verilmiştir. Rum yönetimi bu anlaşmalar ile İsrail’in asgari 12 numaralı parseli
de kapsayacak şekilde 4.600 km², Lübnan’ın 3.957 km² ve Mısır’ın ise 21.500
km² deniz yetki alanını da sahiplenmiştir (Yaycı, 2012:28).
Rum Yönetimi, Mısır ve Lübnan ile imzaladığı anlaşmalarla bölgeye
yönelik olarak kendisi açısından hukuki bir zemin oluşturmak istemektedir. Öte
yandan Rum Yönetimi'nin bu politikası ile İsrail’in bölgeye ilişkin çıkarları
örtüştüğünden işbirliği yapmaları da kolaylaşmıştır. İsrail’in Hayfa’nın ortalama
100 km açığında Dalit, Tamar (eski adı Matan), Dolfin, Tanin, Şemşon ve
Leviathan sahalarında bulduğu yaklaşık 700 milyar m³’lük doğalgaz rezervi bu
işbirliğini derinleştirmiş ve bölgedeki araştırma çalışmaları hız kazanmıştır. 2011
yılı Ağustos ayında Noble şirketi, Liberya Bandıralı Noble Homer Ferrington
adlı platform ile 12. parselde sondaj çalışmalarını hızlandıracağını duyurdu. Bu
parsel Kıbrıs Adası’nın yaklaşık 200 km güneyinde yer almakta ve İsrail’in en
önemli doğalgaz kaynağı olan Leviathan’a da sınır oluşturmaktadır
(http://etkinlik.aydin.edu.tr/dosyalar/34D_dogu_paradigma.pdf). Rum
yönetiminin, İsrail’li Delek ve ABD’li Noble Energy şirketleri ile bölgede
doğalgaz ve petrol aramak için sondaj çalışmalarına başlaması, yaşanacak
mücadelenin önemini ve uluslararası boyutunu ortaya koymaktadır. İsrail’in
deniz sahalarındaki hidrokarbon kaynaklarının keşfinde hayati rol oynayan
Noble Energy, 1998’den bu yana Rum Yönetimi’nin İsrail münhasır ekonomik
bölgesine komşu Afrodit Sahası dâhil, altı sahada hidrokarbon keşfi
gerçekleştirmiştir. Noble Energy aynı zamanda İsrail’in Aşdod’da yer alan petrol
bölgesinde de % 47 oranında hisse sahibidir (Henderson, 2012).
Türkiye’nin Rum Yönetimi ile olan siyasi ve hukuki sorunlarına paralel
olarak, Rum Yönetimi'nin İsrail’e arama izni verdiği 13 ruhsat alanının 5
tanesinin (1,4,5,6,7 nolu) Türkiye’nin deniz yetki alanları ile çakışması, Türkiye
ve İsrail’i de karşı karşıya getiren temel konulardan birine dönüşmüştür (Bknz.
Şekil 4 ve 5). Bir bakıma Doğu Akdeniz’de GKRY ve İsrail, Türkiye’ye karşı
deniz yetki alanları üzerinden bir çevreleme politikası izlemeye başlamıştır. Bu
çevreleme politikasına Avrupa Birliği (AB), ABD, Rusya da tolerans
göstermektedir (Yılmaz, 2011:3). Bölgedeki enerji kaynakları üzerinden AB’nin,
iki beklentisi olduğu söylenebilir. İlki, enerji ihracatı sayesinde GKRY’nin
ekonomisinin gelişebileceğidir. Diğeri ise Avrupa devletlerinin Rusya’ya olan
enerji bağımlılığının alternatif enerji kaynakları ile hafifleyebileceği düşüncesidir.
Bu gelişmelere 3 Ağustos 2011 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri
Bakanlığı ve 5 Ağustos 2011 tarihinde KKTC Cumhurbaşkanlığı tarafından tepki
gösterilmiştir. Fakat tüm tepkilere rağmen Rum Yönetimi 19 Eylül 2011
tarihinde çalışmalara başlamıştır. Rum Yönetimi, 2011 yılında 12. parselde
büyük oranda hidrokarbon yatağının tespit edilmesinin ardından, 2012 yılı
başında 2, 3, 9 ve 11. parsellerle ilgili yeni bir ihale süreci başlatmıştır.
Nitekim Rum Yönetimi, Kasım 2012’de bu ikinci ihaleyi de
sonuçlandırarak 2. ve 3. parselleri İtalyan ENI ile Güney Kore KOGAS şirketleri
ortaklığına, 9. parseli Fransız TOTAL, NOVATEC ve Rus GAZPROM’un yan
kuruluşu olan GPB Global Resources’a ve 11. parseli ise Fransız TOTAL
şirketine ihale etmiştir (Yaycı, 2012:32). Yunanistan ve Rum Yönetimi
tarafından; bölgedeki 145.000 km²'lik münhasır ekonomik bölge alanından
Türkiye’nin münhasır ekonomik alanının sadece 41.000 km² olduğu ileri
sürülmekte ve kalan 71.000 km² ve 33.000 km²'lik alanların ise Yunanistan ve
GKRY arasında paylaştırıldığı ifade edilmektedir
(http://enerjienstitusu.com/2011/09/20/akdenizde-dogalgaz-rezervinin-parasal-degeri-7-trilyon-dolar/).
3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder