10 Kasım 2017 Cuma

DOĞU AKDENİZ'DE ENERJİ KEŞİFLERİ VE TÜRKİYE BÖLÜM 6


DOĞU AKDENİZ'DE ENERJİ KEŞİFLERİ VE TÜRKİYE BÖLÜM 6




 Türkiye, Kıbrıs Adası’nda Kıbrıs Türk ve Yunan Toplumlarını birlikte bir bütün olarak temsil eden hukuki veya fiili tek bir otoritenin olmadığı düşüncesindedir. 


2011 Petrol ve Doğal Gaz Arama Krizi 


Maalesef Türkiye’nin uyarılarına rağmen Kıbrıs’taki sorunu daha da derinleştirecek adımlar atılmış ve 2011 sonbaharında Rum Yönetimi’nin sondaj çalışmalarına başlamasıyla Doğu Akdeniz’de kısmi bir kriz yaşanmıştır. Kriz ve sonrasında yaşanan gelişmeleri irdelemeden önce Rum Yönetimi’nin sondaj 

aşamasına nasıl geldiğine kısaca bakmakta fayda olabilir. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi 29 Nisan 1958’de Cenevre’de kabul edilen ve 10 Haziran 1964’te yürürlüğe giren Kıta Sahanlığı Sözleşmesi’ni 1974 yılında imzalamıştır. Rum Yönetimi aynı yıl Sözleşmenin öngördüğü prensipler çerçevesinde bir kanun kabul ederek kıta sahanlığı ilanında bulunmuştur.60 GKRY 1988’de BMDHS’ni onayladığını duyurmuştur. 1993 yılında karasularını gösterir koordinatları BM’e sunmuş ve BM’de bu koordinatları 1996 yılında onaylamıştır.61 Rum Toplumu, 5 Nisan 2004 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan bir kanunla 21 Mart 2003 tarihinden geçerli olmak üzere MEB ilanında bulunmuştur.62 Rumlar bu çerçevede 17 Şubat 2003’te Mısır, 17 Ocak 2007’de Lübnan ve 17 Aralık 2010’da İsrail ile MEB sınırlandırma anlaşması imzalamıştır. İfade edilen gelişmeler üzerine Türkiye, BM nezdinde girişimlerde bulunmuştur. 2 Mart 2004 ve 23 Temmuz 2007’de BM’e verilen notalarda ve 30 Ocak 2007’de yayınlanan 18 No’lu basın açıklamasında Türkiye Doğu Akdeniz’de uluslararası hukuktan doğan hakları olduğunu ve bu hakları saklı tuttuğunu açıkça belirtmiştir. 

Ancak Rum Toplumu, Türkiye’nin uyarılarını dikkate almadan çalışmalarını sürdürmüştür. 2006 yılında Adanın güneyinde kalan 51 bin km2’lik bir alanda 

iki ve üç boyutlu sismik araştırmalar yapmıştır. GKRY bu sismik araştırmalardan elde ettiği bilgiler ışığında 26 Ocak 2007 tarihinde bir yasa kabul ederek 
adanın güneyinde on üç adet hidrokarbon arama ruhsat sahası ilan etmiştir. 
15 Şubat 2007’de bahse konu olan on üç parselden 3 ve 13’cü parseller hariç on bir parsel için açtığı ihalenin üç yıl süreyle geçerli olacak ilk turuna çıkmıştır.63 


Sadece üç teklifin verildiği ilk tur ihale sonunda Amerikan Noble Enerji şirketine 12. parsel üzerinde hidrokarbon arama ruhsatı verilmiştir. 

Şirket yetkilileri ile 2008 yılında varılan mutabakattan sonra GKRY 19 Eylül 2011’de 12. parselde petrol ve doğalgaz arama çalışmaları yapmaya başlamıştır. 

Doğu Akdeniz’de enerji arama faaliyetleri, MEB sınırlandırma anlaşmaları ve Mavi Marmara olayı nedeniyle bir süredir gergin olan ortam 12. parselde 

sondaj çalışmalarının başlamasıyla bir krize dönüşmüştür. Türkiye, Kıbrıs Rum Yönetimi’nin sondaja resmen başlayacağını anlayınca 15 Eylül 2011’de Rum Yönetimi’nin sondaj faaliyetlerine başlaması durumunda Türkiye’nin KKTC ile kıta sahanlığı anlaşması yapmak üzere mutabakata vardığını duyurmuştur.64 Rumların sondaj çalışmalarını atılan bu adımda durdurmayınca, 21 Eylül 2011’de New York’ta Türkiye Cumhuriyeti ile KKTC arasında “Akdeniz’de Kıta Sahanlığı Sınırlandırması Hakkında Anlaşma” imzalanmıştır.65 Anlaşmanın imzalanmasından sonra KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu ve TC Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın yaptığı konuşmalardan, iki ülke arsasında yapılan anlaşmanın Rum Yönetimi’nin attığı tek taraflı adımlardan vazgeçirmeye yönelik olduğu anlaşılmaktadır.66 Nitekim Eroğlu anlaşmanın imzalandığı gün yaptığı değerlendirmede atılan adımın Rum muhataplarını bu tür davranışlardan vazgeçirmeye yönelik önleyici bir tedbir olduğunu açıkça ifade etmiştir. Aynı şekilde Başbakan Tayyip Erdoğan’da anlaşmanın imzalanmasından sonra BM Genel Sekreteri ile yaptığı görüşmede Rumların yanlı tutumlarından vazgeçmesi durumunda Türkiye’nin de geri adım atmaya hazır olduğunu açıklamıştır.67 Türkiye ile KKTC arasında imzalanan anlaşma metni ve Dışişlerinin anlaşmanın 
imzalanması üzerine yaptığı açıklama birlikte değerlendirildiğinde sınırlandırma anlaşmasının, Kıbrıs Türk Toplumu’nun aynen GKRY’nin yaptığı gibi, Adanın tümü üzerindeki eşit haklarına dayandırıldığı görülmektedir.68 

 Doğu Akdeniz’de enerji arama faaliyetleri, MEB sınırlandırma anlaşmaları ve Mavi Marmara olayı nedeniyle bir süredir gergin olan ortam 12. Parselde sondaj çalışmalarının başlamasıyla bir krize dönüşmüştür. 


Bu nedenle anlaşmadan iki devlet arasındaki muhtemel sınırlandırma alanlarının sadece bir bölümünün belirlendiği ve gerek görülürse başka sınırlandırma 

anlaşmalarının da yapılabileceği izlenimi edinilmektedir.69 GKRY ise Türkiye ve KKTC arasında imzalanan kıta sahanlığı anlaşmasını yasa dışı ilan ederek 
kınamıştır. 

Atılan bu adımlar da Rum Yönetimi’nin sondaj çalışmalarını durdurmayınca, KKTC Bakanlar Kurulu 22 Eylül 2011’de Kıbrıs Adası’nın güneyinde kalan 

alanlarda petrol ve doğal gaz aramak üzere Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’na (TPAO) ruhsat tahsis etmiştir.70 

Bu gelişmeden bir gün sonra KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu BM Genel Sekreteri’ne sorunun çözümüne yönelik dört maddelik bir öneri paketi sunmuştur.71 




Harita-5: Doğu Akdeniz’deki Parseller ve Bazı parsellere teklif veren şirketler 



Türkiye, Eroğlu’nun önerilerini yapıcı bulduğunu ve desteklediğini belirtmiş ancak Rum Yönetimi aynı kanaatte olmadığını söz konusu önerileri redderek göstermiştir.72 

Bu gelişmeler üzerine 23 Eylül 2011 günü Piri Reis sismik araştırma gemisi ruhsat verilen alanlarda doğal gaz ve petrol aramak üzere Doğu Akdeniz’e açılmıştır. 
Diğer yandan Rum yönetimi de sondaj çalışmalarını sürdürmüştür. 28 Aralık 2011’de Noble Enerji, arama yaptığı 12. parselde önemli miktarda gaz yatakları 
tespit ettiğini dünya kamuoyu ile paylaşmıştır. Henüz ispatlanmamış olmasına rağmen 12. parselin “Afrodit” olarak adlandırılan sahasında 5-8 trilyon ayak küp doğal gaz olduğu tahmin edilmektedir.73 Bu keşiften de destek alan GKRY, 11 Şubat 2012 tarihinde AB Resmi Gazetesi’nde yayınlanan bir duyuru ile Kıbrıs’ın güneyindeki on üç parselden on ikisi için ikinci tur ihaleye çıkmıştır. İhaleye çıkılan on iki parselden 1, 4, 5, 6 ve 7 numaralı parsellerin bir bölümü Türkiye’nin Akdeniz’de saklı tuttuğu kıta sahanlığı alanıyla doğrudan; 1, 2, 3, 8, 9 ve 13 numaralı parseller ise KKTC’nin TPAO’ya verdiği ruhsat alanları ile çakışmaktadır.74 Türkiye ile KKTC arasında imzalanan kıta sahanlığı anlaşmasında benimsenen yönteme göre, geriye kalan parseller ise Kıbrıs Adası’nın deniz yetki alanlarında kaldığı için Kıbrıs Türk Toplumu’nun da hak sahibi olduğu alanlardır.75 

Türkiye, GKRY’nin Kıbrıs sorunu çözülmeden bölgedeki hidrokarbon arama çıkarma çalışmalarını ikinci bir ihaleyle genişletmesini protesto etmiştir. 

Dışişleri Bakanlığının 18 Mayıs 2012 tarihindeki açıklamasında da açıkça belirtildiği üzere, Türkiye kıta sahanlığı içerisinde yer alan bölgelerde önceden 
izin alınmadan yapılacak herhangi bir petrol ve doğal gaz arama çalışmasına Eylül 2011. izin vermeyeceğini açıklamıştır.76 Rum Yönetimi’nin ikinci tur 
ihalesine Kıbrıs’taki Türk Toplumu da sessiz kalmamış ve KKTC’nin Ada’nın deniz yetki alanları içerisinde bulunan sahalarda “doğal kaynakların araştırılması, 
çıkarılması ve işletilmesinde de eşit ve ayrılmaz haklara” sahip olduğunu kayda geçirmiştir.77 

GKRY’nin açtığı ikinci hidrokarbon ihalesi için teklif verme süresi 10 Mayıs 2012 tarihinde dolmuştur. İhale kapsamındaki parsellerden 2, 3, 5, 6, 7, 8, 9, 

10 ve 11 numaralı toplam dokuz parsel için on beş teklif verilmiştir. Tekliflerin beşi münferit şirketlerden, onu konsorsiyum şeklinde bir araya gelmiş 
şirketler tarafından yapılmıştır. Münferit teklif veren şirketler GKRY, Fransa, Kanada ve İsrail merkezlidir. Konsorsiyum halinde teklif veren şirketler ise 
Kanada, ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, İsrail, Malezya, Güney Kore, Endonezya, Avustralya, Hollanda, Lübnan ve İtalya merkezli şirketlerdir. 

GKRY ikinci tur ihale sonuçlarını 31 Ekim 2012 tarihinde açıklamış ve 2, 3, 9 ve 11 numaralı parseller için teklif veren şirketlerle görüşmeye başlamıştır. 

Ruhsatlandırma için devam eden görüşmelere 2012 yılı sonunda 10. parsel de dâhil edilmiştir. İtalyan ENI ve Güney Kore’den KOGAS’ın oluşturduğu konsorsiyumla devam eden görüşmeler olumlu sonuçlanmış ve 24 Ocak 2013’te 2, 3 ve 9 numaralı parsellerde hidrokarbon yatağı aramak üzere bu konsorsiyuma ruhsat verilmiştir. Fransız TOTAL şirketi ile devam eden görüşmeler de olumlu geçmiş ve TOTAL 6 Şubat 2013’te 10 ve 11. parsellerde hidrokarbon araması yapmak üzere ruhsatlandırılmıştır.78 GKRY’nin ikinci tur ihalede sergilediği tutumdan yola çıkarak en azından şimdilik Türkiye ile doğrudan karşı karşıya gelmek istemediği söylenebilir. Zira Rum Yönetimi, teklif aldığı halde Türkiye’nin doğrudan hak iddia ettiği 5, 6 ve 7. parseller için ruhsat vermemiştir. 

Ayrıca Türkiye’nin yine doğrudan hak ettiği 1 ve 4. parseller için teklif veren şirket olmamıştır. 


  GKRY’nin ikinci tur ihalede sergilediği tutumdan yola çıkarak en azından şimdilik Türkiye ile doğrudan karşı karşıya gelmek istemediği söylenebilir. 

Zira Rum Yönetimi, teklif aldığı halde Türkiye’nin doğrudan hak iddia ettiği 5, 6 ve 7. parseller için ruhsat vermemiştir. Ayrıca Türkiye’nin yine doğrudan hak ettiği 1 ve 4. parseller için teklif veren şirket olmamıştır. 




Tablo-1: GKRY’nin açtığı ikinci tur ihale sonuçları 


Kaynak: Emin Erol, “Doğu Akdeniz Bölgesinde Hidrokarbon Kaynaklar ve Bölgesel Barış,” içinde Doğu Akdeniz Deniz Yetki Alanlarında Hukuk ve 

Siyaset, yay. haz. Sertaç Hami Başeren, (Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, 2013) ,203.

Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki Kıta Sahanlığı ve MEB Sınırları 


Daha önce de ifade edildiği gibi Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de üç ayrı bölgede kıta sahanlığı ve/veya MEB sınırlandırması yapması söz konusudur. Bu bölgeler batıdan doğuya doğru sıralandığında; en batıda Mısır, Yunanistan, Türkiye ve GKRY, ortada Türkiye ve KKTC ve doğuda Suriye, KKTC ve Türkiye kıyılarının bulunduğu bölgedir. Sınırlandırma anlaşmaları açısından en sorunlu bölge Adanın batısında kalan bölgedir. Burada yapılacak sınırlandırma ile ilgili hukuki sorunlar, Doğu Akdeniz havzasını siyasi, ekonomik ve güvenlik açısından doğrudan etkileyecektir. Diğer iki bölgede yapılacak sınırlandırmaların nispeten daha az sorun doğuracağı ise bir gerçektir. 


21 Eylül 2011’de imzalanan kıta sahanlığı anlaşması Türkiye ve KKTC arasındaki kıta sahanlığı sınırını belirlemiştir. Bu bölgede yapılacak bir sınırlandırma 

KKTC/Türkiye ile GKRY arasında sorun oluşturmaktadır. Yukarıda da ifade edildiği gibi Türkiye ile KKTC arasında imzalanan kıta sahanlığı anlaşması 
tamamıyla Rum Yönetimi’nin tek yanlı uygulamalarına karşı önleyici bir tedbir niteliğindedir. KKTC’nin bu anlaşmaya dayanarak TPAO’ya verdiği 
doğal gaz ve petrol arama ruhsatları da aynı şekilde Rum tarafının haksız davranışlarının önüne geçmek için atılmış adımlardır. KKTC ve Türkiye bahse 
konu anlaşmayı imzalarken aynen Rum Yönetimi gibi hareket etmiş ve Türk Toplumunun meşru eşit ve ayrılmaz haklarını tüm Ada sathında ele almıştır. 
KKTC TPAO’ya ruhsat verirken aynı tavrı sürdürerek, Kıbrıs’ın kuzeyinde ve güneyinde toplam 7 adet petrol ve doğal gaz arama sahası ilan etmiştir. Nitekim KKTC Bakanlar Kurulu’nun TPAO’ya adanın güneyindeki G bölgesinde petrol ve doğal gaz arama izni vermesi bu durumun en açık göstergesidir. 
Kıbrıs Adası’nın batısında kalan bölgede yapılacak bir sınırlandırmada asıl sorun siyasidir. Kıbrıs sorunu siyasi olarak çözülürse hukuki düzenlemeler 
ivedilikle yerine getirilebilir ve bundan Ada’daki her iki toplumda, özellikle ekonomik olarak istifade eder. Zira Kıbrıs etrafında var olduğu tahmin edilen 
hidrokarbon yataklarından elde edilecek doğal gaz ve petrolün tüketici pazarlara ulaştırılmasında takip edilebilecek en kısa ve maliyet olarak en ucuz yol, 
enerji kaynağının Türkiye üzerinden aktarılmasıdır. 

Suriye, Türkiye ve KKTC’nin bulunduğu bölgede bugüne kadar taraflar arasında herhangi bir deniz yetki alanı sınırlandırma anlaşmasına gidilmemiştir. 

Suriye, 1964-2003 döneminde otuz beş deniz mili genişliğinde karasuları politikası uygulamıştır.79 Şam Yönetimi, 19 Kasım 2003 tarihinde kabul ettiği 
yasayla Doğu Akdeniz’de karasularının 12 mil, bitişik bölgesinin 24 mil ve 200 deniz milini aşmayacak şekilde MEB alanının olduğunu BM Genel 
Sekreterliği’ne bildirmiştir. 2001 yılından bu yana bazı basın yayın organlarında Suriye ile GKRY arasında bir kıta sahanlığı ve MEB anlaşmasının imzalanabileceğine dair haberler yer almaktadır. 


 Kıbrıs Adası’nın batısında kalan bölgede yapılacak bir sınırlandırmada asıl sorun siyasidir. Kıbrıs sorunu siyasi olarak çözülürse hukuki düzenlemeler ivedilikle yerine getirilebilir ve bundan Ada’daki her iki toplumda, özellikle ekonomik olarak istifade eder. 


Ancak bu konuda henüz somut bir adım atılmamıştır. Kıyı şekilleri ve uzunlukları birbirine yakın olduğu için Türkiye ile Suriye arasında uluslararası hukukun 

öngördüğü coğrafi koşullar temelinde hakkaniyet ilkesine uygun bir karasuları sınırlandırması yapılabilir. 

Aynı ilke çerçevesinde bölgedeki doğal kaynak durumu araştırılıp elde edilecek bilgiler ışığında hakça bir anlaşma yoluyla iki ülke arasında MEB sınırlandırma 

anlaşması da imzalanabilir.80 Fakat Suriye’de Mart 2011’den bu yana devam eden kriz dolayısıyla herhangi bir anlaşmanın yapılması mümkün 
görünmemektedir. Üstelik kriz sırasında iki ülkenin birbirlerine karşı tutumu da bütünüyle değişmiştir. Bu bölgede yapılacak sınırlandırma anlaşmalarını 
Suriye’nin gelecekteki durumu belirleyecektir. Belirtildiği üzere Doğu Akdeniz’de sınırlandırma hatlarının belirlenmesi açısından en sorunlu bölge Kıbrıs’ın batısında kalan bölgedir. Hami Başeren’inde ifade ettiği gibi bahse konu alanda en az üç sınırlandırma olacaktır. İlk sınırlandırma Türkiye ile Kıbrıs Adası’nın ilgili kıyıları arasında, ikincisi Türkiye ile Mısır arasında ve üçüncü sınırlandırma Yunanistan’ın ilgili kıyıları ile Türkiye arasında yapılacaktır.81 Bu bölgede Türkiye’nin sınırlandırma anlaşması yapması gereken tarafların üçü de (Yunanistan, Mısır ve GKRY) BMDHS’ni imzalamıştır. Türkiye ise BMDHS’ni olduğu gibi 1958 Cenevre sözleşmelerini de imzalamamıştır. Türkiye Cumhuriyeti Bakanlar Kurulu 1982 yılında kabul edilen 2674 sayılı Karasuları Kanununa uygun olarak Karadeniz ve Akdeniz’de 12 mil, Ege Denizi’nde 6 mil karasuları ilan etmiştir.82 Türkiye, Ege ve Akdeniz’de 21 Eylül 2011 tarihinde KKTC ile yapılan kıta sahanlığı anlaşması hariç, MEB ya da kıta sahanlığı anlaşması imzalamış değildir. 

GKRY’nin bu bölgede MEB sınırlandırması yapmak üzere attığı tek taraflı adımlar, 1982 BMDHS’nin sınırların belirlenmesi hakkındaki 74. maddeye; 

kıta sahanlığı sınırları hakkındaki 83. maddeye, yarı kapalı ve kapalı denizler hakkındaki 122 ve 123. maddelere ve BMDHS’nin uygulamasında hakların 
kötüye kullanılmasını düzenleyen 300 ve 311. maddelere aykırıdır.83 Bahse konu alandaki sınırlandırmalar hem 1982 BMDHS’ne hem 1958 Cenevre 
sözleşmelerine hem de bu konuda yerleşik örf ve adet hukukunun öngördüğü gibi bölgedeki ilgili bütün unsurlar dikkate alınarak hakkaniyet ilkesine uygun 
bir şekilde yapılmalıdır. Doğu Akdeniz’de hakkaniyete uygun bir paylaşımın olmasını sağlayacak en uygun ilke olarak coğrafyanın üstünlüğü prensibi ön 
plana çıkmaktadır.84 Coğrafi prensipte belirleyici unsur ise taraf devletlerin kıyı uzunluklarıdır. Coğrafya prensibi gereğince kıyı şeridi kısa olan devletlere 
daha az kıta sahanlığı veya MEB verilmektedir. Bu durum bazı özel şartlarda geçerli olmasa bile uluslararası hukuk açısından önemli olan esas 
sınırlandırmada hakkaniyetin tahakkuk etmesidir.85 

Belirtilen nedenlerden dolayı Kıbrıs’ın batısında kalan alanda yapılacak deniz yetki alanı sınırlandırmaları da uluslararası hukukun hakkaniyet ilkesine 

uygun olmalıdır. Bu durumda sınırlandırmaya taraf olacak devletlerin kıyı uzunlukları ön plana çıkmaktadır. Türkiye, Doğu Akdeniz’de en uzun kıyıya 
sahip devlettir. Sadece bahse konu alanda bile Türkiye’nin kıyı uzunluğu 656 mildir. Buna karşılık GKRY’nin ilgili alandaki kıyı uzunluğu yalnızca 32 mildir. 
O nedenle Anadolu Yarımadası ile Kıbrıs Adası arasında belirlenecek bir ortay hat, Ada’nın batısında hakkaniyete uygun bir kıta sahanlığı oluşturmayacaktır.86 

32 millik bir kıyıya yarı kapalı bir denizde stratejik açıdan önemli, geniş bir deniz yetki alanı tahsis ederken, en az on kat daha uzun bir kıyıya 

çok daha dar bir yetki alanı vermenin coğrafyanın üstünlüğü prensibi ile bağdaşması söz konusu değildir.87 Burada sınırlandırmanın, uzun kıyının (Türkiye) açık denizlere azami erişimini engellemeden Kıbrıs Adası’nın batısındaki karasularının dış sınırını takip edecek şekilde doğuya doğru kaydırılarak belirlenmesi gerekir.88 Bu konuda bir hakem mahkemesinin 1992 yılında Kanada ile Fransa arasındaki St. Pierre ve Miquelon adaları uyuşmazlığı hakkında verdiği karar ile UAD’nın Malta-Libya Kıta Sahanlığı Uyuşmazlığı Kararı, Türkiye ve GKRY arasındaki sınırlandırma için bir örnek teşkil edebilir.89 
Kıbrıs Adası’nın batısında kalan alan ile ilgili tüm coğrafi koşullar değerlendirildiğinde, buradaki asıl sınırlandırmanın bölgeye hâkim iki uzun kıyı olan Türkiye ile Mısır kıyıları arasında yapılması gerektiği ortaya çıkmaktadır. 

    1992 yılında Kanada ile Fransa arasındaki St. Pierre ve Miquelon adaları uyuşmazlığı hakkında verdiği karar ile UAD’nın Malta-Libya Kıta Sahanlığı Uyuşmazlığı Kararı, Türkiye ve GKRY arasındaki sınırlandırma için bir örnek teşkil edebilir. 


Böyle bir sınırlandırma uluslararası hukukun en temel esas olarak kabul ettiği hakkaniyet ilkesine de uygun olacaktır. Türkiye bu nedenle Mısır ile 

GKRY arasında 17 Şubat 2003’te imzalanan MEB sınırlandırma anlaşmasını tanımamaktadır. Bu anlaşma Mısır ile GKRY arasındaki yetki sınırını tarafların 
kıyı uzunluklarını dikkate almadan ortay hat prensibine göre benimsediği için hem Mısır’ın, hem de Türkiye’nin haklarını saklı tuttuğu deniz yetki alanlarını 
ihlal etmektedir. 


7 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR



***


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder