AKILSIZ KURANI NASIL YORUMLAR. BÖLÜM 2
Akılsız Kuranı Nasıl Yorumlar,Harun Yahya,Ali Bulaç,Kur'an-ı Kerim ve Türkçe Anlamı,Önyargı, Artniyet,Samimiyetsizlik,Kıyamet,Evren,Yanılgı,
KURAN'I YANLIŞ YORUMLAMA NEDENLERİ.,
Ön Yargı, Art niyet ve Samimiyetsizlik
İnsan, art niyetli ve tek taraflı olarak Kuran'a yaklaştığında onu anlaması mümkün değildir. Bu, Allah'ın bir kanunudur. Bir kişi ne kadar zeki ne kadar kültürlü olursa olsun, samimiyetsiz ve art niyetli bir bakış açısıyla Kuran'ı değerlendirdiğinde onu gereği gibi anlayamaz, doğru yorumlayamaz ve pek çok çelişkiye düşer.
Bu yüzden, Kuran'a ön yargılı, peşin fikirli, içten pazarlıklı yaklaşan bir kişinin bu art niyetli tutumu, kendisiyle Kuran arasında -ayetlerde bildirildiği üzere- "görünmez bir perde" oluşturacaktır. Bu da Kuran'ı anlamasını ve kavramasını engelleyecektir. Bu gerçek, İsra Suresi'ndeki ayetlerde şöyle ifade edilir:
Kuran okuduğun zaman seninle ahirete inanmayanlar arasında görünmez bir perde kıldık. Ve onların kalbleri üzerine, onu kavrayıp anlamalarını engelleyen kabuklar, kulaklarına da bir ağırlık koyduk. Sen Kuran'da sadece Rabbini "bir ve tek" (ilah olarak) andığın zaman, 'nefretle kaçar vaziyette' gerisin geriye giderler. (İsra Suresi, 45-46)
Kuran okuduğun zaman seninle ahirete inanmayanlar arasında görünmez bir perde kıldık. Ve onların kalbleri üzerine, onu kavrayıp anlamalarını engelleyen kabuklar, kulaklarına da bir ağırlık koyduk. Sen Kuran'da sadece Rabbini "bir ve tek" (ilah olarak) andığın zaman, 'nefretle kaçar vaziyette' gerisin geriye giderler. (İsra Suresi, 45-46)
Kuran tüm insanlığı doğruya çağıran bir davettir, ancak Allah'ın doğrudan hitabı iman eden kullarınadır. Dolayısıyla Kuran ancak iman edenlerin gereği gibi anlayabileceği bir Kitap olarak gönderilmiştir. Müminlerin Kuran'ı anlamalarındaki en önemli vasıfları ise vicdan ve samimiyetleridir. Müminlerden farklı bir ruh haline ve karaktere sahip dinden uzak kimselerin Kuran'ı anlayamamaları da gayet doğaldır.
Kuran, son derece açık, sade ve anlaşılır bir dile sahiptir, ama dediğimiz gibi ancak samimi ve vicdanlı kimselerin anlayabilecekleri özellikte bir Kitaptır. Henüz İslam'la tanışmamış, iman etmemiş herhangi bir insan, açık bir kalple, ön yargısız ve samimi olarak yaklaştığında, taşıdığı bu mümin vasıfları nedeniyle Kuran'ın Allah'ın sözü olduğunu vicdanıyla fark edecektir. Zira, gerek üslubundaki heybet, mükemmellik ve sadelik, gerekse içerdiği üstün ilim ve hikmetle Kuran'ın bir insan sözü olmadığını, ilahi bir Kitap olduğunu her vicdanlı kişi kabul eder. Bu vicdanlı kişi iman edip saygı ve samimiyet ile yaklaştığı takdirde ise Kuran'ın hikmetli manaları kendisine açılmaya başlar.
Kuran kendisine samimi, tevazulu bir kalple yaklaşan kişi için bir hidayet rehberi olduğu gibi, art niyetle, düşmanca yaklaşanlar için de bir sapma vesilesidir. Etraftan duyduğu yanlış bilgiler, çarpık yorumlar, dogmalar, yalanlar ve ön yargılar ile birlikte kendi prensiplerini, dünya görüşünü ve yaşam felsefesini de ölçü alarak Kuran'ı taraflı bir biçimde değerlendirmek isteyen bir kimse, elbette ki ne Kuran'ı anlayabilir ne de ondan istifade edebilir. Tam aksine, Kuran böyle bir kimsenin sapkınlığının ve şaşkınlığının artmasına vesile olur. Kuran'ı anlayamadığı gibi, Kuran hakkında akılsız ve mantıksız itirazlar getirir, çarpık ve saçma yorumlar yapar. "Oysa o (Kuran), zalimlere kayıplardan başkasını arttırmaz" (İsra Suresi, 82) ayetinde bildirdiği gibi Kuran'dan ve imandan uzaklaşır.
Bu tür akılsız kimselerin çeşitli Kuran ayetleri hakkında yaptıkları akılsızca yorumların ve bu ayetlerin gerçek anlam ve yorumlarını örnekleriyle birlikte ileriki bölümlerde inceleyeceğiz.
Müteşabih Ayetlerle muhkem ayetleri karıştırmak
Kuran'daki hükümler, iman edenler tarafından rahatlıkla anlaşılabilecek ve uygulanabilecek biçimde açık ve sade bir üslupla anlatılmıştır. Bunlara muhkem ayetler adı verilir. Muhkem ayetler, Kuran'da bildirildiği üzere "Kitabın anası" yani temelidir. Muhkem ayetler dışında Kuran'ın bir de müteşabih ayetleri vardır. Müteşabih ayetler, çeşitli teşbih ve benzetmeli anlatımlar içeren ayetlerdir. Müteşabih ayetler, Kuran hakkında bilgisi olmayan ya da art niyetli kişiler tarafından tamamen çarpıtılıp, olmadık manalarda yorumlanabilir.
Bu durum Kuran'da şöyle açıklanır:
Sana Kitabı indiren O'dur. O'ndan, Kitabın anası olan bir kısım ayetler muhkem'dir; diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini Allah'tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise: "Biz ona inandık, tümü Rabbimizin katındandır" derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez. (Al-i İmran Suresi, 7)
Müteşabih ayetlerin anlamları Allah katındadır. Bu anlamlar dışında yapılan yorumlar ise ayetin anlamını kesinlikle yansıtmazlar. Tarih boyunca Kuran'daki müteşabih ayetleri çeşitli çarpık amaçları ve beklentileri doğrultusunda yorumlayan sapkın kişi, mezhep ve akımlar çıkmıştır. Bunun fitne olduğu ve ancak kalplerinde kayma olan yani doğru yoldan sapan, imandan çıkan kimselerin bu yola başvurdukları ayette bildirilmiştir.
Ayrıca ayette, müteşabih ayetlerin yorumunu ancak Allah'ın bildiği de belirtilmiştir. Allah dilediğine bu ayetlerin yorumuyla ilgili ilmi verebilir. Ancak iman edenler kendilerine ilmi gelmeyen müteşabih ayetlerin tümüne inanırlar, kalplerinde eğrilik olanların ve fitne çıkaranların yaptıkları gibi ayetler hakkında sapkın yorumlar getirmeye tevessül etmezler.
Kuran'ı yorumlama tekniğini bilmemek
Kuran insanlar için gereken her türlü bilgiyi içinde barındıran mucizevi bir kitaptır. Bu da Kuran'daki sonsuz ilahi hikmetten kaynaklanır. Belirli sayıdaki ayetlerin içine sınırsız bir ilim, üstün bir hikmetle yerleştirilmiştir. Ayetler kendi içlerinde zahiri, batıni, iç içe geçmiş ve katlanmış pek çok anlam içerdikleri gibi ayetlerin birbirleri arasındaki bağlantılardan da sayısız anlamlar çıkar. Kimi zaman tek bir ayetin açıklaması bile müstakil bir kitap konusu olabilir. Bu sebeple, Kuran'ı yorumlamak için herşeyden önce Kuran'ın geneline hakim olmak şarttır.
Ayetleri doğru yorumlayabilmek, orada asıl kastedilen manayı anlayabilmek için, Kuran'ın geneline hakim olmanın yanı sıra, çeşitli teknikleri de bilmek gereklidir. Bu tekniklerin en önemlilerinden biri ayeti Kuran'da bulunduğu yere göre değerlendirmektir. Kuran'da çoğu zaman bir ayetin anlamı o ayetin içinde geçtiği konu bütünlüğünden anlaşılır. Ayetin gelişi ve devamındaki ayetler o ayetteki anlamın net olarak anlaşılmasını sağlar. Bu durum İslami literatürde, ayetin "siyak ve sibakı" yani "gelişi ve gidişi" olarak adlandırılır. Bu nedenle, pek çok ayeti bulunduğu yerden ayırarak, başını sonunu dikkate almadan, yalnızca içinde geçen kelimelere göre yorumlamaya kalkmak çok yanlış anlamlar çıkmasına sebep olabilir.
Pek çok dönemde, bazen cehalet sonucu bazen de maksatlı olarak, ayetlerin bu şekilde hatalı tefsir edilmesi, Kuran'ın yanlış anlaşılmasına ve Kuran hakkında art niyetli çevreler tarafından çeşitli iftiralar atılmasına yol açmıştır.
Bir diğer önemli teknik de ayetlerde geçen kelimelerin anlamlarını yine ayetleri esas alarak tespit etmektir. Pek çok kelime Kuran'da özel anlamlarda kullanılır. Kuran'ın belli bir yerinde kullanılan bir tabirin hangi anlamda kullanıldığı çoğu zaman o tabirin Kuran'ın başka bir yerinde kullanılma şeklinden anlaşılır. Kimi zaman bir kelimenin birden fazla anlamı olabilir. Böyle bir kelimenin, yer aldığı ayette hangi anlamda kullanıldığı, o kelimenin Kuran'ın başka yerlerinde hangi anlamda kullanılmış olduğundan anlaşılır. Yoksa sözlüğü açıp da Kuran'da gördüğü her kelimeyi ilk manasıyla ele almak çok yanlış, hatta bazen tam tersi anlam ve yorumlar çıkarmaya sebep olabilir. Bundan da anlaşıldığı gibi, Kuran kendi kendini açıklayan bir kitaptır. Bir ayetin tefsiri, açıklaması bazen bir başka ayetin veya birkaç ayetin anlamında saklı olabilir.
Ayetleri doğru yorumlamanın önemli şartlarından biri de Kuran'ın ruhunu kavramış olmaktır. Kuran'ın ruhunu kavrayabilmek için de Kuran'ın geneline hakim olmak gereklidir. Allah'ın sonsuz merhamet, şefkat ve adaletinin Kuran'ın pek çok ayetindeki tecellisi (yansıması) görülüp anlaşılmalı ve Kuran'ın geneli bu bakış açısına göre değerlendirilmelidir.
Kuran ilahi bir Kitap olduğu için elbette diğer kitaplara benzemez ve onlarla kıyaslanamaz da. Kuran'ın kendine has özel bir üslubu vardır. Kuran'ı -özelikle de Kuran'ın müteşabih ayetlerini- doğru ve gereği gibi yorumlayabilmek için aynı zamanda Kuran'ın genel üslubunu, temel ruhunu hakkıyla kavramış olmak gereklidir. Kuran'ın ruhuna uygun bir bakış açısına sahip olmak Allah'ın Kuran'la bildirdiği çeşitli ilimleri gereği gibi anlayabilmek için önemli bir şarttır.
Arapça bilmemek
Allah, Kuran'ı Arapça bir kitap olarak indirdiğini bildirir. Elbette Türkçe ve diğer yabancı dillere yapılan çevirileri de Kuran'ın temel mesajını anlamak, Allah'ı tanımak, imani esasları, ibadetlerin temel hususlarını öğrenmek, öğüt alıp tefekkür etmek için yeterlidir. Ancak bu diller, hiçbir zaman Kuran'ın aslı ile birebir aynı olmaz. Kelime kelime yapılan bir Kuran çevirisinde dahi pek çok eksiklik ve anlam kaybı olması kaçınılmazdır. Çünkü Arapça'daki pek çok kelimenin, dilbilgisi açısından cümle yapısının başka bir dile birebir çevirisini yapmak mümkün değildir. Dolayısıyla, "meal" adı verilen Kuran tercümeleri orijinal ayetlerin tam anlamlarını karşılayamaz ancak yakın ve genel bir anlam aktarılmasına yardımcı olurlar.
Bu nedenlerden dolayı, Kuran'da yer alan pek çok inceliğin anlaşılması ancak onun orjinal dilinde incelenmesiyle mümkündür. Dolayısıyla Kuran'ın her ayetini, herhangi bir dildeki mealindeki karşılığına bakarak yorumlamak her zaman isabetli sonuç vermeyeceği gibi, çarpık yorumlamalara da sebep olabilir. Meallerde tek ya da yakın anlamları kullanılan kelimelerin Arapça'daki orjinal ve farklı anlamlarını bilmemek, o ayeti gereği gibi anlayamamaya ya da bütünüyle yanlış ve zıt anlamlar çıkarmaya yol açabilir.
Az önce de bahsettiğimiz gibi, Kuran'ın yabancı bir dile tam anlamıyla her ayetinin birebir, kelime kelime çevrilmesi teknik olarak mümkün değildir. Fakat ayetlerin açıklamaları, tefsirleri, yorumlamaları elbette yabancı bir dilde olabilir ve bu açıklamalardan Kuran'ı anlamak, ayetlerin yorumlarını öğrenmek mümkündür.
Arapça dünyanın en köklü ve zengin dillerinden biridir. Çok üstün bir anlatım tekniği ve kelime dağarcığı vardır. Ancak bu durumu çarpıtarak, Kuran'ı Araplara indirilmiş bir kitap, Arapları seçilmiş bir kavim olarak göstermeye çalışmak da Kuran'ın bütününe aykırı bir yorum olacaktır. Çünkü daha en başta Kuran'da, insanların üstünlüklerinin ancak Allah korkusu ve Allah'a yakınlık yani takva ile ölçülebileceği, bunlardan başka hiçbir ölçünün geçerliği olmadığı belirtilir. Ayrıca Kuran'ın "tüm alemlere bir zikir" olarak indirildiği Sad Suresi'nin 87. ayetinde haber verilir. Bu tür yorumlar çeşitli zamanlarda Kuran'a ve İslam'a zarar vermek isteyenler tarafından cahil kitleleri etkilemek amacıyla kullanılır. Fakat bu tür safsataların ne derece asılsız ve art niyetli olduğunu anlamak için Kuran'ın kendisini okumak yeterlidir.
Allah katından bir akıl ve anlayış verilmemiş olması
Kuran'ın anlaşılması için Allah katından özel bir akıl, anlayış ve kavrayış verilmiş olması gerektiği, yine bizzat Kuran ayetlerinde belirtilmektedir. Kuran'a hakim olmak, yorumlama tekniklerini bilmek ve Arapça bilgisine sahip olmak Kuran'ı yorumlamada gereken özelliklerdir. Fakat tüm bu özelliklere sahip olmakla birlikte Allah'ın anlayış vermemesi, kişinin Kuran'dan hiçbir nasibi olmamasına neden olur. Bu nedenle yalnızca teknik birtakım özelliklere sahip olmak Kuran'ı gereği gibi anlayıp yorumlamada yeterli değildir. Tarih, görünürde pek çok ilmi vasfa sahip oldukları halde Kuran'ı sapkın bir biçimde yorumlayıp delalete düşenlerin örnekleriyle doludur. Pek çok sapkın dini akımın ve mezhebin kurucuları bu tür alim gibi görünen fakat Allah katından bir akıl ve anlayış verilmemiş kimselerdir. Bunlar hem kendilerinin hem de kendilerine tabi olan cahil ve akılsız kitlelerin İslam'dan uzaklaşmalarına sebep olmuşlardır.
Nitekim Peygamberimiz zamanında, Kuran'ı anlayamayıp inkar eden Mekke müşriklerinin durumu, Kuran'ı anlamak için yalnızca Arapça bilmenin yeterli olmadığının da somut bir göstergesidir.
Allah katından bir anlayış verilmesinin birinci şartı Allah korkusu ve samimiyettir. Heva ve hevese tabi olmak ise bu anlayışın kazanılmasını engeller. Bu nedenle, Kuran'a olumsuz bir ruh haliyle, Allah'ın beğenmediği bir niyet ve bakış açısıyla yaklaşılması Kuran'ı yanlış anlamaya ve yorumlamaya yol açar. Heva ve hevesine uymak kişinin aklının kapanmasına yol açacağı için, böyle bir kişinin Kuran'ın sırlarını, inceliklerini, derinliklerini kavraması düşünülemez. Heva ve hevesine tabi olan kişi akletme kabiliyetine sahip olmadığı için ayetleri kaba ve yüzeysel bir bakış açısıyla yorumlar, Kuran'daki ilahi hikmetleri göremez.
Ayrıca hevasına uyan kişi Kuran'ı da kendi nefsinin isteklerine ve çıkarlarına uygun biçimde yorumlamak isteyeceğinden, ayetlerdeki Allah'ın kasdettiği anlamları görebilmesi mümkün olmaz. Hevasına uyan kişinin aklını kullanamadığı ayetlerde şöyle bildirilmektedir:
Kendi istek ve tutkularını (hevasını) ilah edineni gördün mü? Şimdi ona karşı sen mi vekil olacaksın? Yoksa sen, onların çoğunu (söz) işitir ya da aklını kullanır mı sayıyorsun? Onlar, ancak hayvanlar gibidirler; hayır, onlar yol bakımından daha şaşkın (ve aşağı) dırlar. (Furkan Suresi, 43-44)
Böyle kişiler Kuran'ı anlayamadıkları gibi, normal akla sahip insanların kolaylıkla kavrayabilecekleri konuları dahi anlamakta güçlük çekerler. Ayetlerle ayetler, ayetlerle olaylar arasındaki bağlantıları kuramazlar. Sonuçta da mantığını kavrayamadıkları ayetleri kendilerince çelişkili sanırlar. Akılları o derece kapanmıştır ki bu bakımdan hayvanlardan dahi aşağı olarak nitelendirilmişlerdir.
Düşünmemek
Kuran'ı doğru anlamak ve sağlıklı yorumlamak için iyiden iyiye düşünmek gerektiği Kuran'da bildirilmiştir. Sınırsız bir ilim hazinesi olan Kuran'ı yüzeysel bir gözle, düşünmeden herhangi bir kitap gibi okumak Kuran'dan gereği gibi istifade edilmesini önleyecektir. Allah Kuran'da insanları sürekli olarak akıllarını kullanmaya, düşünmeye davet eder. Düşünmek, aklını kullanmak, Kuran'ın anlamlarını, inceliklerini, sırlarını ve hikmetlerini görmeye gayret etmek Kuran'ı hakkıyla anlayabilmek için gereklidir. Kuran, insana kendi nefsini, yaratılış amacını, dünyanın gerçek mahiyetini, insanın etrafında olup biten olayların hikmetini ve bunun gibi insanın kendisi ve çevresi ile ilgili pek çok konuyu açıklar. Dolayısıyla insanın ayetlerde açıklanan konular ile kendi nefsi, çevresi ve yaşadığı olaylar arasında gerekli bağlantıları kurarak, bunlar hakkında derin derin düşünerek Kuran'ı anlamaya çalışması gerekir. Ayetlerde Kuran'ın düşünenler için açıklandığı bildirilmektedir:
Bu, Rabbinin dosdoğru yoludur. Öğüt alıp düşünmesini bilen bir topluluk için ayetleri böyle birer birer açıkladık. (Enam Suresi, 126)
… Düşünen bir topluluk için biz ayetleri böyle birer birer açıklarız.
(Yunus Suresi, 24)
Ayetler düşünen insanlar için açıklandığına göre, düşünmeyen kimseler ayetlerdeki anlamı kavrayamazlar, dolayısıyla düşünmeyen kimseler Kuran'ı anlayamazlar.
Gerçekte insanın kendi içinde ve kendi dışında yaşadığı her olayda alması gereken pek çok mesaj ve ibret vardır. Kuran, insanın bu mesajları nasıl yorumlaması ve bunları yorumladıktan sonra ne şekilde davranması gerektiğini gösteren bir rehberdir. Yani Kuran insanın yaşadığı her anı açıklayan ve düzenleyen bir yol göstericidir. İnsanın her anını kuşatan ve sonsuz ilim ve hikmet sahibi Allah'ın gönderdiği bu mübarek Kitabı gereği gibi anlamak da elbette Kuran'ı Allah'ın şanına yakışır bir biçimde düşünerek ve aklederek okumakla olur. Nitekim, "(Bu Kur'an) ayetlerini iyiden iyiye düşünsünler ve temiz akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır" (Sad Suresi, 29) ayetiyle de Kuran'ın ciddi bir biçimde üzerinde düşünülmesi ve öğüt alınması gereken bir Kitap olduğu haber verilmektedir. Kuran'ı gereği gibi düşünmenin önemi bir başka ayette de şöyle vurgulanır:
Onlar, yine de o sözü (Kuran'ı) gereği gibi düşünmediler mi, yoksa onlara, geçmişteki atalarına gelmeyen bir şey mi geldi? (Müminun Suresi, 68)
Kuran'ı Alemlerin Rabbi olan Allah indirmiştir. Bu nedenle sınırsız ve üstün bir ilim içerir. Kuran'daki ilim, Allah'ın sıfatlarından yaratılışın hikmetlerine, insan ruhunun inceliklerinden dünyanın, evrenin ve ahiretin gerçeklerine ve sırlarına kadar sayısız konuyu kapsar. Dolayısıyla son derece sade ve özlü bir anlatım içinde yer alan bu bilgileri kavramak da ancak derin bir düşünme, açık bir şuur, keskin bir dikkat, samimi bir kalp ve temiz bir vicdan ile olur.
Kibir ve büyüklenme
Kişinin kibirli olması da Kuran'ı anlaması karşısında çok büyük bir engeldir. Çünkü kibirli bir insan kendini herkesten üstün gördüğü için, Kuran'a gereken tevazu ve kulluk bilinci içinde yaklaşamaz. Kuran'da kendisine kulluğunu, acizliğini, sahip olduğu herşeyi ve her özelliği Allah'ın verdiğini hatırlatan ayetleri görmeye tahammül edemez. Öğüt almaya, Allah'ın emirlerine karşı boyun eğmeye, yasaklarına itaat etmeye, teslimiyetli davranmaya yanaşamaz. Bunları kibirine ve gururuna yediremez. Tüm bunlardan ötürü de Kuran'ı, kibir ve gurur üzerine kurulu şahsiyeti için bir engel olarak görür. Onu yalanlayabilmek için var gücüyle mücadele eder, ayetler hakkında alabildiğine tartışır durur. Büyüklenenlerin ayetleri anlayamayacakları Kuran'da şöyle haber verilmiştir:
Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları ayetlerimden engelleyeceğim. Onlar her ayeti görseler bile ona inanmazlar; dosdoğru yolu (rüşd yolunu) da görseler, yol olarak benimsemezler, azgınlık yolunu, gördüklerinde ise onu yol olarak benimserler. Bu, onların ayetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gafil olmaları dolayısıyladır. (Araf Suresi, 146)
Kendisine Rabbinin ayetleri öğütle hatırlatıldığı zaman, sırt çeviren ve ellerinin önden gönderdiklerini unutandan daha zalim kimdir? Biz gerçekten, kalpleri üzerine onu kavrayıp anlamalarını engelleyen bir perde, kulaklarına bir ağırlık koyduk. Sen onları hidayete çağırsan bile, onlar sonsuza kadar asla hidayet bulamazlar. (Kehf Suresi, 57)
Kibirli bir insan, kendi aklını, kültürünü, bilgisini herkesten üstün görür. Bu nedenle sahip olduğu akademik kariyer, kültür, bilgi gibi özellikler, söz konusu kişinin Kuran'dan iyice uzaklaşmasına sebep olur. Bilim adamı veya aydın bir insan olarak görünüp de Kuran hakkında akılsızca iddialar ortaya atanların bu durumu da, kibirin, her kim olursa olsun Kuran'ı anlamaktan alıkoyduğunu gösteren canlı bir örnektir. Bu tür kişilerin durumu ayetlerde şöyle tarif edilmektedir:
Şüphesiz, kendilerine gelmiş bulunan hiçbir delil olmaksızın, Allah'ın ayetleri konusunda mücadele edenlere gelince; onların göğüslerinde kendisine ulaşamayacakları bir büyüklük (isteğin)den başkası yoktur. Artık sen Allah'a sığın. Şüphesiz O hakkıyla işiten, hakkıyla görendir. (Mümin Suresi, 56)
Kendisine Allah'ın ayetleri okunurken işitir, sonra müstekbirce (inatla büyüklük taslayarak) sanki işitmemiş gibi ısrar eder. Artık sen onu acı bir azabla müjdele. (Casiye Suresi, 8)
Tüm bu ayetlerden, Kuran'ı doğru anlayabilmek için büyüklenmeyen, mütevazi, Allah'a karşı tam teslim olmuş, boyun eğen, Allah'ın sonsuz kudreti karşısında bir "hiç" olduğunun bilincinde bir yapıya sahip olmak gerektiği anlaşılmaktadır.
Kuran'ı Hurafelerle yorumlamaya kalkmak
İnsanların düştüğü en büyük hatalardan biri, kulaktan dolma, babadan dededen duyma, din adına uydurulmuş birtakım uydurma sözler ve hurafelerle Kuran'ı yorumlamaya kalkmaktır.
Bu tarz insanlar gerçekte Kuran'a değil, atalarından kendilerine miras kalan geleneksel bir dine uyarlar, Kuran'ı da bu çarpık dinlerine uydurmaya çalışırlar. Bunların çarpık mantıkları Kuran'da tarif şöyle edilmiştir:
"Ne zaman onlara: "Allah'ın indirdiklerine uyun" denilse, onlar: "Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız derler. Ya atalarının aklı bir şeye ermez ve doğru yolu da bulamamış idiyseler?" (Bakara Suresi, 170)
Toplumun cahil kesimlerinde oldukça yaygın olan bu çarpık din anlayışı Kuran'ın gösterdiği modelden tamamen farklı ve zıt bir din modeli ortaya koyar. İslam adına ortaya atılan ve yaygın olarak uygulanan bu modelin Kuran'da tarif edilen din, ahlak anlayışı ve yaşam biçimiyle hiçbir ilgisi yoktur. Bu sapkın din modelinde Kuran değil, gelenek ve hurafeler esas alınır. Kuran ise, bu çarpık dine adapte edilmeye, ayetler, gelenek ve hurafelere göre yorumlanmaya çalışılır. Elbette Kuran'ın hiçbir biçimde bu safsatalara göre yorumlanması mümkün değildir. Fakat, yine Kuran'da bildirildiği gibi "ayetlere karşı dil eğip bükülerek" yapılan bu çarpıtmalar Kuran'dan bütünüyle uzaklaşılmasına neden olur.
Bu yapıdaki insanların kitaplarında Kuran'la hiçbir biçimde bağdaşmayan, Kuran'a tamamen aykırı fikirler, yorumlar, hükümler ve uygulamalar güya Kuran kaynaklıymış gibi gösterilmeye çalışılır. Ancak bu asılsız iddialara hiçbir mantıklı açıklama getirilemez. Yapılmaya çalışılan bazı zorlama izahların da ne kadar mantıksız ve gülünç olduğunu akıl ve şuur sahibi olan herkes rahatlıkla görür. Kuran'ı sapkın din anlayışlarına uydurmanın mümkün olmadığının kendileri de farkında olan bu batıl dinin otoriteleri, çareyi insanları Kuran'dan uzaklaştırmakta bulurlar. Çünkü Kuran'ın açık bir şuur ve hür bir vicdanla okunması bu çarpık dinin iç yüzünün, sapkınlığının ortaya çıkmasına sebep olacaktır. Kendi düzenlerini ve çıkarlarını kurdukları çarpık din üzerine inşa etmiş, bunu kendileri için makam-mevki aracı yapmış olan bu dinin ileri gelenleri, bunun sonucunda konum ve itibarlarını kaybedeceklerdir.
Bilgisizce yapılmış yorumlarla insanları saptırmaya çalışan, Allah'ın ayetlerini kavrama yeteneğinden uzak insanların durumu Kuran'da şöyle haber verilmiştir:
İnsanlardan öyleleri vardır ki, bilgisizce Allah'ın yolundan saptırmak ve onu bir eğlence konusu edinmek için sözün 'boş ve amaçsız olanını' satın alırlar. İşte onlar için aşağılatıcı bir azab vardır. Ona ayetlerimiz okunduğunda, sanki işitmiyormuş ve kulaklarında bir ağırlık varmış gibi, büyüklük taslayarak (müstekbirce) sırtını çevirir. Artık sen ona acı bir azap ile müjde ver. (Rum Suresi, 6-7)
Elbette ki böyle çarpık bir niyet ve anlayışa sahip olanların ve bunlara körü körüne tabi olan cahil kitlelerin Kuran'a bakış açıları, yaklaşımları da aynı derecede çarpık olacaktır. Kuran'ı en olmadık biçimlerde yorumlayacak, gerçek müminlerin açık ve net bir biçimde anladıkları ayetlere olmadık çarpık anlamlar yüklemeye çalışacaklardır. Bu suretle kendi sapkın dinlerini Kuran'a dayandırmaya çalışacaklardır.
Bu tür sapkın akımlar kendi mensuplarını hem dünyada hem de ahirette kayba uğratırlar. Aynı zamanda da din hakkında yeterli bilgisi olmayanların İslam'dan uzaklaşmalarına, dinden soğumalarına neden olur ve Allah'a yakınlaşmalarını engellerler. Kendileri gibi cahil bir kısım kitleyi de kendi saflarına katarak gerçek din karşısında en büyük fitne ve tehlikeyi oluştururlar. Ne var ki hak her zaman batıla üstün gelecektir ve Kuran'da müjdelendiği üzere, "batıl yok olmaya mahkumdur". Bu, Allah'ın değişmeyen bir sünnetidir. Apaçık olan Kuran ortadadır ve ona samimi bir biçimde, Allah'ın kendisine en doğru yolu göstermesi niyetiyle sarılan herkes Allah'ın izniyle gerçek dinini öğrenecek, Allah'ın kurtuluş yollarına erişecek, Allah'ın rahmetine dahil olacaktır. Allah ayetlerinde şöyle buyurmaktadır:
Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. Şüphesiz, doğruluk (rüşd) sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tağutu tanımayıp Allah'a inanırsa, o, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır; bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir. Allah, iman edenlerin velisi (dostu ve destekçisi)dir. Onları karanlıklardan nura çıkarır; inkar edenlerin velileri ise tağut'tur. Onları nurdan karanlıklara çıkarırlar. İşte onlar, ateşin halkıdırlar, onda süresiz kalacaklardır. (Bakara Suresi, 256-257)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder