26 Aralık 2020 Cumartesi

Türkiye’de Çok Partili Hayata Geçişte Etkili Olan İÇ Faktörlerin Analizi BÖLÜM 1

 Türkiye’de Çok Partili Hayata Geçişte Etkili Olan İÇ Faktörlerin Analizi BÖLÜM 1


Abdulvahap AKINCI, Sefa USTA, Türkiyede Çok Partili Hayat, Geçişte, Etkili Olan İÇ Faktörler, Analiz, Demokratikleşme,Varlık Vergisi, Milli Şef,siyasi partiler,


Abdulvahap AKINCI 1, 
Sefa USTA 2 
1 Kocaeli Üniversitesi, İİBF, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü 
2 Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi, İİBF, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü KMÜ Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi 17 (29):4 1-52, 2015 
ISSN: 2147 - 7833, www.kmu.edu.tr 


Özet 

Osmanlı Devleti’nde özellikle Tanzimat Fermanı sonrasında başlayan süreçte ülkede demokratikleşme çabaları dikkati çekmektedir. Bu dönemde, toplumun farklı kesimlerini yönetime katma yoluyla, toplumsal birlik ve yönetimin meşruiyeti temin edilmeye çalışılmıştır. Gerek Osmanlı Devleti döneminde gerekse Cumhuriyet döneminde çok partili hayata geçiş denemeleri yapılmış olsa da, bu süreç istikrarlı bir şekilde yürütülememiştir. Toplumun yönetimin uygulamalarına karşı olan tepkisi, ülkenin içine girdiği ekonomik darboğaz başta olmak üzere birçok iç ve dış faktör çok partili demokratik hayata geçişi zorunlu kılmıştır. 

Bu çalışmada 1946 yılında, Türkiye’de çok partili hayata geçişi zorunlu kılan iç nedenler analiz edilmeye çalışılmıştır. 


1. Giriş 

Osmanlı Devleti’nde 19. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar geçen dönemde önemli değişim ve dönüşümler yaşanmıştır. 

Osmanlı kimliğini inşa etmek ve ülkenin bölünmesini engellemek için atılan en önemli adımlardan birisi de halkın temsilcilerinin de içinde olduğu meclisler oluşturmaktı. 

Yerelde farklı kesimlerin temsilcilerini içine alan meclislerin açılması demokrasiye giden yolda atılmış ilk adımlardan ve özellikle Tanzimat ve Meşrutiyet dönemi siyasal kültürün oluşması açısından önemli dönüm noktalarından birisi olarak 
değerlendirilebilir. 

Türkiye’de çok partili hayata geçiş denemelerinin ilk örneklerinin, özellikle II. Meşrutiyet sonrasında görülmesi mümkündür. II. Meşrutiyet sonrası dönemde, farklı fikirleri savunan partiler kurulmuş ve faaliyetlerini sürdürmüştür. 
Fakat bu dönem fazla uzun sürmemiş ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin baskıcı uygulamaları ile sona ermiştir. Cumhuriyet sonrası dönem incelendiğinde, Erken 
Cumhuriyet döneminde de çok partili siyasal hayata geçiş denemeleri olmuştur. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Serbest Cumhuriyet Fırkası bu dönemde kurulup, daha sonra kapatılan partilerdir. 1925 yılında kurulan Terakkiperver 
Cumhuriyet Fırkası ve 1930 yılında kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası, dönemin toplumsal koşulları içinde meydana gelen olaylar ve halkın bu sürece hazır olmadığı ileri sürülerek kapatılmıştır. Bu şekilde, muhalefet oluşturma girişimleri başarısız olmuş, demokratik hayata geçiş sonraki yıllara ertelenmiştir. 1940’lı yıllara gelindiğinde, Türkiye’nin içinde bulunduğu ortam, çok partili siyasi hayata geçişi ve bir muhalefet partisinin oluşturulmasını elzem hale getirmiştir. 

Bu dönemde Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik ve siyasi durum, ikinci dünya savaşından sonra meydana gelen dış gelişmeler çok partili demokratik süreci hazırlamıştır. Bu durum, 1945 yılında Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) içinden ayrılan 4 milletvekilinin (Dörtlü Takrir) Demokrat Parti’yi (DP) kurmasıyla sonuçlanmıştır. 1946 yılında gerçekleştirilen demokratik olmayan seçimlerde, ilk kez bir muhalif siyasi parti, mecliste temsil imkânı bulmuştur. 

Herhangi bir engelin olmadığı 1950 seçimlerinde ise DP yüksek bir oy alarak iktidara gelmiştir. DP’nin iktidara gelişi, tek parti iktidarını sona erdirmiş ve böylece çok partili hayata geçilmiştir. 

Bu çalışmanın amacı, Türkiye’de çok partili hayata geçişte etkili olan iç faktörlerin neler olduğunun tespit edilerek, çok partili hayata geçişte iç faktörlerin etkisinin 
analizinin yapılmasıdır. Çalışmada öncelikle, 1945 yılından önce Türkiye’nin demokratikleşme süreci ele alınmakta, daha sonra 1945 öncesi dönemde ülkenin içinde bulunduğu durumun genel bir değerlendirmesi yapılmaktadır. 

Bu bağlamda, dönemin Türkiye'sinde yaşanan siyasal, toplumsal ve ekonomik gelişmeler ışığında, çok partili hayata geçişte etkili olan iç etmenlerin neler olduğu belirlenip, bunların bu sürece etkileri analiz edilmeye çalışılmaktadır. Son olarak, 
çok partili hayata geçişin sonuçlarının genel bir değerlendirmesi yapılmaktadır 

2. 1945 Öncesi Dönemde Türkiye’de Demokratikleşme Süreci 

Türkiye’de demokrasiyi kurma çabaları, yaklaşık iki asırlık bir tarihi geçmişe sahiptir (Dursun, 2001: 24). 

Demokrasinin oluşturulabilmesi amacıyla, yerel ve ulusal düzeyde temsili kurumlar oluşturulmuş, iktidarın sınırlandırılması girişimlerinde bulunulmuştur. İktidarın serbest ve adil seçimlerle belirlenmesi ve aynı şekilde iktidarın barışçı yollarla el değiştirmesi, muhalefet hareketlerinin başlangıcı ve diğer demokratikleş me gelişmeleri belli bir süre içinde gelişmiştir (Dursun, 2006: 197). 

Demokratikleşme sürecinin başlangıcı için, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu başlangıç olarak alan yaklaşımların gerçekçi bir yaklaşım olmadığı ifade edilebilir. 
Toplumsal gelişmeler uzun yıllara dayanan bir süreçte olgunlaşırlar. Osmanlı Devleti ile Cumhuriyet döneminin uygulamaları ve bu bağlamda demokrasi yolunda atılan adımlar birlikte ele alındığında daha anlamlı sonuçların elde 
edilebileceği söylenilebilir. 

2.1. Cumhuriyet Öncesi Dönemde Türkiye’de Siyasal Hayat ve Demokratikleşme Çabaları 

Türkiye’de modernleşme ve demokratikleşme çabaları ekseninde, değişim ve dönüşüm süreci hareketleri 19. yüzyılın başlarında başlamış, Tanzimat dönemi ve Meşrutiyet projeleriyle devam etmiştir (Dursun, 2007: 21-22). Osmanlı Devleti’ ndeki değişim ve dönüşüm sürecinde özellikle Sened-i İttifak, Tanzimat Fermanı ve I-II. Meşrutiyet dönemleri önemli bir yer tutmaktadır. 

Sened-i İttifak 24 Eylül 1808 tarihinde ayanlarla imzalanan ve karşılıklı taahhütleri içeren önemli bir siyasi belgedir. Sened-i İttifak ile Osmanlı devletinde, siyasi gücü elinde toplayan padişahın mutlak otoritesinin sınırlandırılması istenmiştir (Karatepe, 1999: 48-50). Padişah bu senedi imzalamıştır fakat uygulamamıştır. İngilizlerin Manga Carta’sına benzetilen Sened-i İttifak, Türkiye’de anayasacılığın gelişmesinde önemli bir dönüm noktasıdır ve meşrutiyeti hazırlayan ortamın başlangıcı olarak kabul edilebilir (Erdoğan, 2003: 1-4). 

Fakat bu senedi Magna Carta ile farklı kılan çok önemli ayrıntılar varlığının da göz ardı edilmemesi gerekmektedir. 

1839 ve 1871 yılları arası dönem, Tanzimat Dönemi olarak anılmaktadır. Bu döneme damgasını vuran Sadrazam Mustafa Reşit Paşa olmuştur. 3 Kasım 1839 yılında hazırlanan Gülhane Hattı Hümayunu; padişah, yabancı devlet sefirleri ve halkın huzurunda, padişah adına Mustafa Reşit Paşa tarafından okunmuştur (Karatepe, 1999: 58). Tanzimat Fermanı olarak adlandırılan ferman, içeriği itibariyle bir temel haklar belgesi olarak kabul edilmektedir (Türköne, 2003: 210). 

22 Aralık 1839’da Gülhane Hattı Hümayun’un metni Takvim-i Vekayi gazetesinde yayınlanmış ve yabancı devletlerin Osmanlı’daki temsilciliklerine metnin Fransızca tercümesi gönderilmiştir (Akıncı, 2011: 70). 

Tanzimat reformlarıyla birlikte, geleneksel kurumları değişen Osmanlı Devleti, merkezi bir yapılanma sürecine girmiştir (Karatepe, 1999: 68). 
Tanzimat döneminde hazırlanan Islahat Fermanı ise gayrimüslimlere getirilen bütün eşitsizlikleri kaldırarak, din ve mezheplere bakılmaksızın tüm Osmanlı tebaasının kanun önünde her alanda eşit olmasını sağlamak amacıyla hazırlanmış ve 18 Şubat 1856 yılında ilan edilmiştir (Engelhardt, 1999: 137-138; Akıncı, 2011: 79-80). 

1876-1918 yılları arasındaki dönem Meşrutiyet Dönemi olarak adlandırılmaktadır. Osmanlı'dan günümüze, ilk parlamento ve Anayasa tecrübesi olarak değerlen dirilen I. Meşrutiyet Döneminde, Meclis-i Mebusan açılmış ve padişahın haklarını sınırlandıran ve temel hakları güvence altına alan bir Anayasa ilan edilmiştir. 23 Aralık 1876 yılında padişah II. Abdülhamit’in ilan ettiği Kanun-i Esasi ile resmen 
anayasal bir rejime geçilmiştir. Osmanlı döneminin ilk anayasası olarak kabul edilen Kanun-i Esasi, Erdoğan (2003:15-16)'a göre, gerçekte padişahı tam anlamıyla kısıtlamayan bir niteliğe sahip olduğu için toplumsal sözleşmenin resmi ifadesi niteliğinde olmayıp, padişahın tek taraflı bağışının bir ürünüdür (Erdoğan, 2003: 15-16). Kanun-i Esasi’yi ilan ederek Batılıların hayranlığını kazanmayı 
düşünen Sultan, bu hamle ile Avrupa devletlerine Osmanlı Devleti’nin artık tıpkı onlar gibi parlamenter bir devlet olduğunu göstererek, olası Rus savaşında onların desteğini elde etmeyi amaçladığı da söylenilmektedir (Kohn, 1928: 182-183). 

Bu dönemde, 1876 Anayasası ile halkın seçtiği temsilcilerden oluşan bir meclis, padişahın bir kısım yetkilerine ortak olacaktı. Ancak devleti yöneten üstün iktidar 
yine padişahta kalmıştır. 
Bu anayasa ile kuvvetler ayrılığı ilkesi benimsenmediğinden, padişahın yetkilerinin daraltılması mümkün olmamıştır (Karatepe, 1999: 90-91). 
Meclise girenler, yasalara değil, padişaha sadakat yemini edeceklerdi (Berkes, 2008: 333-334). İki meclisten oluşan parlamentoda (Meclis-i Ayan ve Meclis-i Mebusan) Meclis-i Ayan üyelerini padişah atamaktaydı. Diğer taraftan, I. 
Meşrutiyet döneminde, siyasi partiler ile ilgili hiçbir düzenleme yapılmamış, siyasi partilerin faaliyetleri serbest olmadığı için siyasi partilerin kurulabilmelerine imkân 
tanınmamıştır (Küçük, 2005: 438). 

İlk Siyasi Partiler, II Meşrutiyet döneminde kurulmuş olsalar da, siyasi partilerin ilk belirtileri I. Meşrutiyet döneminde Meclis-i Mebusan’da gözlemlenmiştir. Meclise seçilenler hükümet karşısında bir muhalefet oluşturuyorlardı. 
Karpat (2009: 7-8)’a göre, mecliste farklı fikirlerin dile getirildiği bir yapı olması sebebiyle, bu oluşumların şekli olarak değil fiili olarak belli bir siyasi muhalefet partisi olarak değerlendirilmesi mümkündür. 

Osmanlı’da ilk örgütlü muhalefet anlayışı 1889 yılında kurulan İttihad-i Osmanî Cemiyeti’dir. Bu cemiyet aynı yıl “Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti” adını almıştır. 1905’de ise “Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti” ismini almış ve bu 
durum 1908 İhtilalinin ilk günlerine kadar devam etmiştir. 

1908’de yeniden “Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti” adını kullanmaya başlamıştır (Hanioğlu, 2009: 249). Anayasanın tekrar yürürlüğe konulmasını isteyen cemiyet, 1908 yılında padişaha baskı yapmış 23 Temmuz 1908’de padişah Kanuni Esasi’yi yeniden yürürlüğe koymuştur (Erdoğan, 2003: 22- 23). 

   Kanuni Esasi’nin yeniden yürürlüğe konulmasıyla, 1908 yılında başlayan II. Meşrutiyet Dönemi, Türk demokrasi tarihi açısından önemli bir dönüm noktası olmuştur (Türköne, 2003: 213). Bu dönemde, parlamenter rejimin tesisini 
sağlayabilmek amacıyla, egemenlik yetkileri Meclis-i Mebusan’a verilmiş ve halife/sultanın yetkileri kısıtlanmıştır (Dursun, 2007: 23). Bu dönemde siyasal örgütlenme alanında ve özgürlük alanında da gelişmeler yaşanmıştır. 

Bu arada, 8 Ağustos 1909 tarihinde tam olarak meşruti bir rejim kurmak amacıyla, Kanun-i Esasi’de değişikliklere gidilmiştir. Yeni anayasal durum “1909 Anayasası” olarak da anılmaktadır (Erdoğan, 2003: 28). Bu değişikliklerle, 
örgütlenme ve basın özgürlüklerinin çerçevesi genişlemiştir. 
Ayrıca, Osmanlı vatandaşlarına cemiyet kurma hakkı tanınmış, aynı tarihte çıkarılan Cemiyetler Kanunu ile cemiyetler hukuki bir statüye kavuşturulmuştur (Küçük, 2005: 438). Özgürlük alanının genişlemesiyle birlikte birçok siyasi parti kurularak iktidar mücadelesinde bulunmuşlardır (Dursun, 2007: 23). 

Bu bağlamda, 1908 ve 1912 yılları arasındaki dönemin, çoğulcu demokratik siyasete sahne olduğu söylenebilir (Erdoğan, 1998: 299). 
Osmanlı Devleti’nde ilk kurulan partilerden biri, ismi çok fazla bilinmemekle beraber “Osmanlı Demokrat Partisi” veya Fırka-i İbad”dır. Osmanlı Demokrat Partisi’nin kökleri 1908 hareketinden birkaç yıl önce çoğu hukuk öğrencisi tarafından kurulan “Selamet-i Umumiye Kulübü”ne kadar gitmektedir. 
1908 hareketi sonrasında “Fırka-i İbad” isimli bir fırka kurmak için hükümetten izin almışlardır. Cemiyetler Kanunu’ndan sonra ancak “Osmanlı Demokrat Fırkası” ismi ile kurulabilmiştir. Dr. İbrahim Temo ve Dr. Abdullah Cevdet liderliğinde kurulmuş olan partinin, irticaya karşı mücadele etmeyi, Osmanlı kardeşliğini, Osmanlı hakimiyetinin devamını sağlamak, tahakkümü engellemek, çiftçi, esnaf, 
köylü, işçi ve benzerlerinin hukukunu korumak amacı ile hareket ettiği belirtilmekteydi (Tunaya, 2003: 286-290). 1908’de kurulmuş olan Ahrar Fırkası, liberal görüşü savunmakta, genellikle zengin ve muhafazakar kişilerden 
oluşmaktaydı. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nden daha üst bir sosyal tabakaya dayanan Ahrar Fırkası, ademi merkeziyetçiliği ve etnik grupların millet sisteminde olduğu gibi fiili özerkliğini savunuyordu. Gayrimüslimlerin de desteğini alan fırka, devletin ekonomiye oldukça az müdahalesini savunuyordu (Ahmad, 1999: 9-10). 1908 yılında yapılan seçimlerde İttihat ve Terakki mecliste çoğunluğu elde etmiş, muhalif olan Ahrar Fırkası meclise milletvekili sokabilmiştir (Erdoğan, 2003: 25). İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin, İstanbul’daki seçimlere Rumların aleyhinde olacak şekilde bir müdahalede bulunduğu iddia edilmiştir. Diğer yerlerde de aynı durumun olmuş olma ihtimali dikkate alınmaktaydı. Özellikle Arap nüfusun yoğun 
olduğu bölgelerde karışıklıklar çıkarılmış ve seçimleri İttihatçılar kazanmıştır (Kayalı, 1998: 73-75). 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder