26 Aralık 2020 Cumartesi

Türkiye’de Çok Partili Hayata Geçişte Etkili Olan İÇ Faktörlerin Analizi BÖLÜM 3

Türkiye’de Çok Partili Hayata Geçişte Etkili Olan İÇ Faktörlerin Analizi BÖLÜM 3



Abdulvahap AKINCI, Sefa USTA, Türkiyede Çok Partili Hayat, Geçişte, Etkili Olan İÇ Faktörler, Analiz, Demokratikleşme,Varlık Vergisi,Milli Şef,siyasi partiler, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası,

    Siyasi alanda muhalefetsiz kalan Halk Fırkası, ülkede tek parti yönetimi ve otoriter bir yönetim anlayışını benimsemiştir. 
Yeni şartlar, hükümetin laikleşme ve modernleşme doğrultusundaki reformlarını rahat bir ortamda gerçekleştirmesine imkân sağlamış, 1928 yılına gelindiğinde 
İnkılap Kanunları’nın çoğu tamamlanmıştır. Bu dönemde, sivil özgürlüklerin kullanılmasına ve muhalefet partilerinin kurulmasına izin verilmemiş, 1930’lu yıllara gelindiğinde tek parti döneminin baskıcı politikaları her alanda toplumsal 
tepkilere yol açmıştır (Erdoğan, 2003: 63-64). 

İzmir Suikastı gerekçe gösterilerek siyasi muhalefete büyük bir darbe daha vurulmuştur. 1926’da İzmir’de Mustafa Kemal’e karşı bir suikast girişimi tespit edilmiştir. Bundan dolayı çok sayıda kişi İstiklal Mahkemeleri tarafından 
tutuklanmıştır. Sadece suikastı planlayan ve uygulamak isteyenler değil, aynı zamanda İttihad ve Terakki Cemiyeti'nin, İkinci Grubun ve Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın önde gelenleri (TCF’li 27 milletvekili) de tutuklanmış ve bunlardan altısı idam edilmiştir (İnönü, 1987:  213). 

   Yeni dönemde halkın yönetim üzerinde çok tesiri kalmamıştı. TBMM’de kimlerin milletvekili olarak bulunacağına Mustafa Kemal karar vermekteydi. Mustafa  Kemal'in, halkın iyi bir yönetimi seçecek bir seviyede olmadığını ve ülkenin modernleştirilmesinin ancak tepeden mümkün olabileceği düşüncesini taşıdığı da iddia edilmektedir (Shaw, 1971: 155; Mikusch, 1929: 322). 

2.4. Güdümlü Muhalefet Deneyimi: Serbest Cumhuriyet  Fırkası 

    Zürcher, Serbest Fırka’nın ortaya çıkış sebepleri olarak; kayırmacılık ve yolsuzluklar, bireysel özgürlüklerin kısıtlanması, hükümetin reform politikası, 1929 Dünya Ekonomik Bunalımını göstermiştir (Zürcher, 2007: 5). 

Bu bunalım Türkiye’nin toplumsal, siyasi ve ekonomik yapısında derin etkiler bırakmış, toplumun bütün kesimlerinde hoşnutsuzluğa sebep olmuştur. Ülkenin 
ekonomik gelişme olanaklarını sarsmıştır. Devletçiliğin, çeşitli uygulama biçimlerinin ortamını hazırlamıştır. Ayrıca, bu dönemde rejimin, otoriter niteliğini pekiştirici önlemlere başvurulmuştur. Bu dönemde, Avrupa’da kurulan faşist 
rejimlerin, ırkçı ideolojileri ve antiparlamenter uygulamaları, rejimin otoriter niteliğini pekiştirmede etkili olmuştur (Timur, 2003: 11-12). 

    Ülkenin içinde bulunduğu bu durum karşısında Atatürk hem bunalımın aşılması hem de İnönü’nün karşısında iktidarını güçlendirmek amacıyla Fethi Okyar Bey’e bir muhalif parti kurmasını teklif etmiştir (Erdoğan, 2003: 64). 
Fethi Bey tarafından 12 Ağustos 1930 tarihinde kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası (SCF) (Küçük, 2005: 441), uluslararası kapitalizm bunalımının Türkiye’de etkisinin hissedilmeye başladığı dönemde ortaya çıkmış (Timur, 2003: 12) bir güdümlü muhalefet partisidir. 

   Zürcher’e göre “vesayet demokrasisi” anlayışı ile kurulan, Serbest Fırka, liberal ekonomi politikasını, ifade özgürlüğünü, tek dereceli seçim sistemini, yabancı 
yatırımcıların teşvikini savunduğunu beyannamesinde belirtmiştir (Zürcher, 2007: 261). 

    Mustafa Kemal, siyasi partilerin her hangi bir çıkar grubunun temsilcisi olarak hareket etmelerini istemiyordu. Ona göre CHF ve SCF, TBMM’de bir tartışma platformu oluşturmalı ve ulusun çıkarlarına uygun kararlar almalıydılar. 
Söz konusu tartışmalar bir hakemin, yani kendisinin gözetimi altında yapılmalıydı. Ortamı yönlendirecek olan hakem, anlaşma sağlanamadığında tarafların gerekçelerini dinleyecek ve son kararı kendisi verecekti (Heper, 2006: 100-101). Son kararın tek kişi tarafından verilmesinin, demokrasinin işleyişi noktasında bir eksiklik doğuracağını söylemek mümkündür. 

Partinin kuruluşu özellikle Ege, Karadeniz ve Doğu Anadolu bölgelerinde geniş destek bulmuştur (Sarıbay, 2001: 50). Fethi Bey’in İzmir Seyahatinde halktan gördüğü ilgi güçlü bir muhalefet partisinin olacağı sinyallerini vermiştir 
(Aydemir, 2007: 372-374; Karatepe, 2001: 34). Parti, kurulmasından kısa bir süre sonra 1930 yılının Ekim ayında yapılan yerel seçimlere katılarak azımsanmayacak bir başarı elde etmiş, askeri-sivil bürokrasinin halka yaptıkları baskıya rağmen 502 belediyeden 22’sini kazanmıştır. Fırka’ya gösterilen ilgi iktidar çevrelerinde kuşkuya sebep olmuş, Halk Fırkası seçkinleri Atatürk’ü Serbest Fırka aleyhine yönlendirmiştir (Öz, 1992: 105-107; Erdoğan, 2003: 64-65). 

Ayrıca, bu seçimlerde Serbest Fırka, CHF’yi seçimlere hile karıştırmakla suçlamış, CHF'de muhalefet partisini vatana ihanetle itham etmiştir. Partinin rejimi tehdit ettiği, tabanda gericilerin eline geçtiği eleştirileri başlayınca, bu ortamda tarafsız kalamayacağını vurgulayan Mustafa Kemal CHF lehine tavır koymuştur. Fethi Bey bu gelişmeler üzerine 16 Kasım 1930 tarihinde partiyi feshetmiştir (Zürcher, 2007: 261). Muhalif bir partinin, daha doğrusu farklı bir sesin çıkması rejim tarafından tehdit olarak algılanmıştır. Bu dönemde, Serbest Fırka’nın kapatılmasını haklı göstermek isteyen bazı yazarlar, Menemen olayı ile parti arasında bağ kurmuşlardır, hâlbuki Menemen olayı partinin kapatılmasından 6 hafta sonra meydana gelmiştir (Erdoğan,  2008: 2). 

     1930 ve 1931 yıllarında kurulan Türkiye Cumhuriyetçi  Amele ve Çiftçi Fırkası, Ahali Cumhuriyet Fırkası, Layık Cumhuriyet İşçi ve Çiftçi Fırkası, Sosyalist Demokrasi  Fırkası gibi muhalefet girişimleri neticelenmeden sonlanmıştır (Küçük, 2005: 441; Erdoğan, 2003: 66-67). 

    Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kapatılması, diğer muhalefet partilerine izin verilmemesi çoğulcu demokrasiye gerçekte geçilmek istenmediğinin bir göstergesi olarak değerlendirilebilir 
(Erdoğan, 2008: 2). 
Görünürde bir meclis ve seçimler olmakla birlikte, uygulamada baskıcı bir yönetim anlayışının hakim olduğu bu durumun, ülkede demokratikleşme ve çok partili hayata geçişin önünde bir engel olarak değerlendirilebileceği sonucu ortaya konulabilir. 

Toplumun yeniden yapılandırıldığı bir ortamda, Avrupa’daki otoriter rejimleri örnek alan tek parti hükümeti (Dursun, 2007: 28), İkinci Dünya Savaşı sonuna kadar meşru muhalefete izin vermemiştir (Erdoğan, 2003: 67). CHP, baskıcı ve otoriter bir anlayışla uygulamalarına devam etmiş ve bu dönemde, Türk Ocakları, Türk Kadınlar Birliği, Mason Derneği gibi bağımsız ve toplumsal örgütler kapatılarak 
yasaklanmıştır (Zürcher, 2007: 262-265). 1932 yılında kapatılan Türk Ocaklarının yerine kentlerde Halkevleri kurulmuş, 1939 yılında kırsal kesimde faaliyet gösterecek Halk Odaları açılmıştır. Bu dönemde muhalefet çizgisinde olan gazetelere izin verilmemiş, 1933'te Darülfünun kapatılarak, yerine İstanbul Üniversitesi kurulmuştur. (Başaran, 1999: 107). Bütün bu girişimlerin arka planında resmi ideolojinin yayılması ve yeni bir kimlik oluşturma projesinin var olduğu söylenilebilir. 

     1931’de yapılan CHF Üçüncü Büyük Kongresi’nde partinin ilk resmi programı kabul edilmiştir. Bu kongrede CHF’nin “cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, laik ve inkılâpçı” olduğu kabul edilmiştir. Böylece Kemalizm'in altı oku CHF’nin ilkeleri haline gelmiştir (Öz, 1992: 116; Parla, 1992: 39). Bu altı ok aslında yeni bir şey değildi. Bu ilkeler 1910’dan itibaren Ziya Gökalp tarafından yazılmış ve 
Mustafa Kemal tarafından 1920’den itibaren dile getirilmiş görüşlerin son ifadeleri durumundaydı (Parla, 1992: 39-40). 

Bu Kongrede Türkiye’nin siyasal sisteminin bir tek parti sistemi olduğu ilan edilmiştir (Zürcher, 2007: 257). 1935’de yapılan CHF IV. Büyük Kongresi’nde bu ilkeler biraz daha işlenir ve parti tarafından güdülen bu amaçlar “Kemalizm” 
olarak tanımlanmıştır. Ayrıca Fırka kelimesi yerine Parti kelimesi kullanılmaya başlanmıştır. Bu kongrede İçişleri Bakanlığı ile parti genel sekreterliği birleştirilmiş, illerde parti başkanlığını valilerin yapacağı vurgulanmıştır (Öz, 
1992: 118). “Geminin dümeni devletin, fakat pusulası Parti’nin elindedir” (Alp, 1998: 253). Hükümet ve partinin işleri bölge müfettişleri tarafından denetlenecek ti. Ayrıca milletin tamamı CHP üyesi olarak kabul edildi. Yapılan bu düzenleme sonucunda idare ile siyaset iç içe girmiş ve siyaset ile bürokrasi arasındaki fonksiyonel ayrım ortadan kaldırılmıştır (Eryılmaz, 2004: 139). 

   CHP’nin Dördüncü büyük kongresinde, Recep Peker, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk parti-devleti olduğunu açıklamıştır. Bu durumun göstergesi olarak, parti genel 
sekreterinin İçişleri Bakanı, il başkanlarının vali olarak görev yapması örnek gösterilebilir (Karatepe, 2001: 39-40). Bu kongrede ayrıca, partinin temel ilkelerinin yeni Türk devletinin ilkeleri olacağı ilan edilmiştir (Ahmad, 1994: 17- 20). 

CHP’nin ve Kemalist devlet ideolojisinin temel ilkelerini oluşturan “cumhuriyetçilik, halkçılık, devletçilik, milliyetçilik, laiklik ve inkılâpçılık” 5 Şubat 1937 tarihinde 
Anayasa’ya girmiş (Dursun, 2007: 28) bu ilkeler temel ve değişmez bir hale gelmiştir (Ahmad, 1994: 17). Ersanlı’ya göre bütün ulusal güçlerin tek elde toplanmasında ve rejimin gittikçe sertleşmesinde Batı’da ortaya çıkan faşist akımların etkisi yadsınamaz bir gerçektir (Ersanlı, 2006: 114). 
10 Kasım 1938’de Atatürk’ün ölümüyle, İsmet İnönü Cumhurbaşkanı seçilmiştir (Ayata, 1992: 74). II. Dünya Savaşı sonuna kadar “Milli Şef” olarak kalacak İnönü, partinin “Değişmez Genel Başkanı” olarak ilan edilmiştir. 

Milli Şef dönemi, Türk siyasetinde en otoriter yönetim anlayışının yaşandığı bir dönem olmuş, bu dönemde CHP’de Recep Peker etkinliğini artırarak, devrimci ve şiddete dayanan bir siyaset anlayışı uygulamıştır. Bu baskıcı politikaya bir de İkinci Dünya Savaşı yıllarının zor şartları eklenince, Türkiye zorlu bir dönemece girmiştir (Erdoğan, 2003: 70-71). DP’nin ortaya çıkışını hazırlayan etkenler II. 
Dünya Savaşı sırasında etkisini hissettirmeye başlamıştır (Timur, 2003: 11-12). 

İkinci Dünya savaşını faşist-totaliter tek parti yönetimine dayalı ülkelerin kaybederek, demokrasi cephesinin kazanması, Batılı ülkelerin yanında kendine yer bulmak isteyen Türkiye'yi de etkilemiş, Türkiye yönünü batıya dönerek, demokratik   siyasal hayata geçmek istediğini ortaya koymuştur (Akandere, 1998: 266). 
İngiltere, ABD, Fransa gibi müttefik devletler savaşı kazanarak, mihver devletler olarak nitelendirilen, Japonya, Almanya, İtalya gibi ülkeler savaşı kaybetmişlerdir. Tek parti diktatörlüklerinin değer kaybetmeye başlaması ve demokratik cepheyi oluşturan ülkelerin önem kazanması ile birlikte yeni dünya düzeni kurulmuştur. 
Bu hususlar çok partili demokratik ortama geçişte etkili olan dış faktörlerdir. 
Bu dış faktörlerin yanında, ABD'nin dünyada demokrasiyi yaygınlaştırma çabası; Savaş sonrası dönemde çok güçlü bir devlet haline gelen Sovyetler Birliği’nin tehdidinden dönemin idarecilerinin ve siyaset adamlarının endişe duymaları; Sovyetler Birliği’nin Türkiye’yi tehdit ederek, Türkiye’den toprak ve boğazlardan üs talep etmesi; Türkiye’nin Birleşmiş Milletlere (BM) kurucu üye olarak katılma isteği gibi hususlar Türkiye'nin batı dünyasına yönelmesine ve çok partili demokratik hayata geçmesine zemin hazırlayan dış faktörlerdir (Dursun, 2005: 382; Çufalı, 
2005: 402; Karatepe, 2001: 94). 

    Kuşkusuz demokratik siyasal hayata geçişte dış faktörler önemli rol oynamıştır. Bununla birlikte, çok partili hayata geçişte dış faktörler kadar iç faktörler de etkili olmuştur. Çalışmanın bundan sonraki kısmında öncelikle o dönem Türkiye’sinin içinde bulunduğu sosyal, siyasal ve ekonomik durumun değerlendirmesi yapılıp, demokratik siyasal hayata geçişte etkili olan iç faktörler irdelenmektedir. 

3. Türkiye’de Çok Partili Hayata Geçişte Etkili Olan İç Faktörler 

İsmet İnönü, Falih Rıfkı Atay’a, Türkiye’ye demokrasinin getirilmesiyle ilgili olarak, “Amerikalılar değil memleket istiyor. Dışarının arzusuna karşı koyarsak bize bir şey etmezler, ancak isteyen memlekettir” (Çufalı, 2005: 405) diyerek Türkiye’de çok partili hayata geçişte, dış etkenlerden ziyade, iç etkenlerin daha fazla etkili olduğunu vurgulamıştır. 
Bu bağlamda Türkiye’de demokrasiye geçişte etkili olan iç faktörlerin ele alınmasının önemli bir gereklilik olduğu ortaya çıkmaktadır. Çok partili hayata geçişte etkili olan iç faktörler genel olarak şu şekilde sıralanabilir (Akandere, 1998: 145-146; Çufalı, 2005: 405): 

Savaş boyunca uygulanan, katı ekonomi politikalarının halk üzerindeki yıkıcı etkisi, Toprak Mahsulleri Vergisi, Varlık Vergisi, Yol Vergisi gibi uygulanan vergi politikaları nın, toplumun üzerindeki  etkileri, CHP’nin Anayasaya aykırı kanunlar çıkararak ve uygulamaya koyarak, toplum üzerinde oluşturduğu baskı,  Yönetim kadrolarında keyfi uygulamalara gidilmesi ve işe alımların suiistimale açık olması, Türkiye’de savaş döneminde uygulanan ekonomi politikası ve dış politikaya yönelik basının eleştirileri, Bazı uygulamaların halkın yönetime yabancılaşmasına sebep olması, Askeri bürokrat seçkinlerle, zengin toprak sahipleri arasındaki işbirliğinin azalması (Bu durum merkez ve çevrenin çatışması olarak okunabilir) 
Parti içerisindeki iki ayrı grubun ekonomi anlayışlarının çatışması, (CHP’nin içindeki zengin toprak sahibi sınıf, artık iktidara gelmenin yollarını arıyor ve özel sektörün önünün açılmasını savunuyordu. Recep Peker’in başını çektiği diğer 
grup ise devletçilik politikasının katı bir şekilde sürdürülmesini savunuyordu.) 
Türkiye'de çok partili hayata geçişte politik ve sosyo-ekonomik iç faktörlerin etkili olduğu hususu vurgulanabilir. 
Anayasaya aykırı düzenlemeler ve uygulamalar, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik durum, yaşanan ekonomik sorunlar ve uygulanan vergi politikalarının toplum üzerindeki etkilerinin sosyo-ekonomik ve politik faktörler içerisinde 
değerlendirilmesi mümkündür. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder