IŞİD'E KARŞI İTTİFAK VE ÇÖZÜM SÜRECİNİN GELECEĞİ
Feyzi Çelik
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN
15.09.2014 21:25:06
IŞİD'in Kobani'yi işgal/istila girişimi, olup da görünmeyen gerçekleri ortaya çıkardı. Türkiye'nin "Suriye muhalefeti" adı altında IŞİD'e yardım ettiği, organizasyonunu sağladığı gizlenemez bir duruma geldi. Türkiye'nin bunu geleneksel Kürt karşıtlığından çok, Suriye'de Esad'ı düşürmek için yaptı. Kürtleri de sürekli olarak muhaliflerin çatısı altında görmek istedi. Bu konuda başlangıcından bu yana Rojava Kürtlerine karşı her türlü yöntemi kullandı. PYD Eş Genel Başkanı Salih Müslim'e kapılarını açtı, Suriye muhalefetinin başına İsveç'te yaşayan bir Kürdü getirdi. Barzani ile ortaklığına dayanarak, Barzani üzerinden PYD’ye etki etmeye çalıştı. PYD'yi bölmek için elinden geleni yaptı. PYD'nin kurucularından İsa Hüso'nun ve Salih Müslim'in oğlunun öldürülmesinde Türkiye'nin rolü üzerinde hiç durulmadı. O dönemde Salih Müslim'in Rojava'ya gidiş/gelişinin engellenmesinde KDP'nin rolü olduğu görüldü. Bunların hiçbiri Rojava Kürtlerini, sönük Suriye muhalefetinin basit bir alt bileşeni haline getirmeye yetmedi. Giderek Suriye muhalefeti erimeye başladı. El Nusra ve IŞİD gibi “terörde sınır tanımayan” Radikal İslamist örgütler ön plana çıktı. Bunlardan IŞİD, örgüt olgusunu aşarak, devlet gibi hareket etmeye başladı. Ancak devletlerin elinde olabilecek silahlarla Musul gibi bir şehri işgal etmeyi başarmakla kalmadı. Helen elinde tutmaya devam ediyor. Güney Kürdistan’a saldırıyor, Rojava’nın Kobani Kantonunu işgal etmeye çalışıyor. Kobani’nin çevresini tank, top ve havan gibi ağır silahlarla doldurarak, kantonu boğmak ve büyük bir Kürt katliamı yapmanın hazırlıklarını yapıyor. Hiç kimse İŞİD’in Musul’da Irak Ordusunun bıraktığı silahlarla yaptığını söylemesin. Eğer, bir örgüt bir gecede Musul gibi bir şehri ele geçirebiliyorsa, o şehri ele geçirmek için gerekli silahlara sahip olduğunu kabul etmemiz gerekmektedir. Evet, IŞİD Musul’daki silahları ele geçirdi bu şekilde kendisini daha da güçlendirdi. Ancak bunu yapabilecek gücünü önceden oluşturmuştu. Bu gücün de TIR’larla Türkiye’den taşınan silahlarla oluşturduğu konusunda sayısız deliller bulunmaktadır. Türkiye Cumhurbaşkanının, “IŞİD’in elinde ABD silahları var” demiş olması bir manipülasyondan ibarettir. Türkiye dahil olmak üzere Ortadoğu’da kullanılan silahların ABD menşeli olduğu bilinen bir gerçektir. Hatta TIR’larla taşınan silahların tamamı ABD yapımıdır.
Davutoğlu, ABD silahlarının IŞİD'in eline geçtiğini söylemiş. Sanki, IŞİD'i örgütleyip, silahlandırdıktan sonra Musul'u ele geçirenlere yardım edenler kendileri değilmiş gibi konuşuyor. Davutoğlu, halen Esad'a karşı savaş veren, IŞİD veya El Nusra dışında muhalif güçler olduğunu sanıyor. IŞİD'in Kürtlere, Hıristiyanlara, Ezidilere, Türkmenlere katliam yaptığını görmüyor. Hatta IŞİD'in giderek Ahrar El İslam ve ÖSO'ya karşı savaş veriyor. Bunu da görmüyor.
Bir kere, Irak'taki silahların IŞİD'in eline geçmesi olayı ile IŞİD'in Musul'u ele geçirebilecek bir güç haline gelişi olayını birbirinden ayırmak gerekir. Eğer IŞİD, Irak'taki ABD'nin Irak Ordusuna bıraktığı silahları ele geçirebiliyorsa, bunun basit bir gerilla savaşı başarısı olduğunu hiç kimse söylemesin. IŞİD, bunu, arkasına büyük bir güç alarak bunu yapmıştır. Bu gücün de Türkiye olduğunun sayısız örnekleri vardır. THY'nın dahi sivil personelini tahliye ettiği gerçeği dikkate alındığında konsolosluk görevlilerinin oradan çıkarmak için hiçbir şey yapmayışı, IŞİD'le Türkiye arasındaki ilişki boyutunu öylesine ortaya çıkarıyor ki, Türkiye orada IŞİD'le beraber muharip güç de mi bulunduruyor mu? Denilse yanlış olmaz. MİT tırlarının sayısı, gidiş yönü dikkate alındığında Türkiye'nin bu silahların taşınmasında sadece yol izni vermediği, bu silahları bizzat kullanan veya kullanmayı öğreten personeli eğitimi için oraya gidebileceği de göz önünde bulundurulmalıdır. Konsolosluk görevlilerinin içinde çok sayıda özel timin bulunuşu da böyle olabileceği konusunda işaretler taşımaktadır.
AKP döneminde, Türkiye Irak Kürdistan'ına diğer dönemlerden farklı bir yaklaşım gösterip onları tanıma yönünde adım atmış gibi görünse dahi Türkiye'nin "dünyanın neresinde olursa olsun Kürdistan'a karşı olma" stratejisinde hiçbir değişiklik olmamıştır. Türkiye'nin KBY ile ilişkisi, eşit güçler arası ilişkiden çok, Türkiye'nin KBY'ni egemenliği altına alma amaçlıdır. KBY'nin toprağını işgal, ekonomik vs ambargolara uygulayıp tecrit etme, Irak hükümetiyle ilişkilerine müdahale etmek gibi tehditvari yöntemlerle kendisine bağımlı hale getirmektir. Talabani'nin yokluğunda, PKK ile de çözüm süreci oyalanması ile birlikte Barzani'nin bu tehditlere boyun eğişi bu süreci hızlandırmıştır.
ABD'nin Irak'tan çekilişi, Suriye'de yeni bir maceraya girmek istemeyişi Ortadoğu'da ABD'nin geride bıraktığı boşluğun dolduruşunda Türkiye'yi cesaretlendirmiştir. Türkiye, Barzani'yi kendisine bağlayıp, Barzani üzerinden Rojava'da kontrolü ele geçirmiş olsaydı Türkiye'nin bölgesel güç olmasının yolu açılacaktı. Türkiye açısından bu planın gerçekleşmeyişinin en önemli nedeni Müslüman Kardeşlerin(MK) Mısır'daki başarısızlığıdır. MK, Mısır'da iktidarda kalmış olsaydı, bu Filistin, Suriye ve Irak'taki MK'nin önününde açılması demek olacaktı(Irak MK temsilcisi Tarık El Haşimi hakkında Irak'ta idam cezası verildiği halde Türkiye'nin koruması altındaydı. Musul'un IŞİD'in eline geçmesinin sorumlularından biri olduğu konusunda haberler çıktı). Anlaşılan odur ki, Katar'ın örtülü, diğer Körfez ülkelerin doğrudan katılımı(Batı'nın onayı) ile Mısır'da MK'nin askeri darbe ile devrilmesi dengeleri değiştirdi. Böylece, Türkiye'nin yüzyıla yakın Batı ile oluşturduğu politika tam bir eksen kaymasıyla sonuçlanacakken, Mısır'daki büyük yenilgi Türkiye'nin bu konudaki beklentilerini tuzla buz etti. Göründüğü kadarıyla KBY, IŞİD'e karşı oluşturulan "çekirdek gücün" temel savaşçısı olacaktır. PKK/KCK/YPG de buna destek verecektir. Türkiye'nin Barzani ve Kürtlerle ilişkisi artık eskisi gibi olmayacaktır. Çözüm sürecinin sürdürülmesinde garantör güç olan Barzani'nin çözüm sürecindeki rolü de kalmayacaktır. Bu da "oyalama süreci" haline gelen "çözüm sürecini" her an bitirebilir. Türkiye'nin onca Arap devletinin onayına rağmen, IŞİD'e karşı yapılan toplantının sonuç bildirgesine imza atmayışı, IŞİD'le mücadelede yer almak için "Ortadoğu'daki tüm terör örgütleriyle mücadeleye hazır olduğunu" söylemiş olması, IŞİD'in Kürdistan'da ilerleyişinin önlenmesinde büyük rol oynayan PKK'yle mücadele şartına bağlamış olması, TC'nin Kürtlere bakış açısını ortaya koymaktadır. Bu da çözüm sürecinin yürümeyeceğini gösteren en önemli belirtilerin başında gelmektedir. Kaldı ki, Türkiye'nin IŞİD'e karşı, böyle bir söylemde bulunuşu oyalayıcı ve IŞİD'e zaman kazandırıcı bir taktik olduğunun da bilinmesi gerekiyor. Zanedersem ABD de bunu anlamıştır. IŞİD'e karşı, hava saldırılarının İncirlik'ten değil de Erbil'den yapılmasının kararlaştırılması bu nedenledir.
Davutoğlu, eski rüyalarını gerçekmiş gibi görmeye devam ediyor. Böyle olmasın diye "Esad'a yalvardık" diyor. Onun Esad'a "yalvardık" deyişi Esad'a tehdit olduğunu bir türlü kabul etmiyor. Çünkü o, bütün söyleminde konuya "mezhep" bakış açısıyla bakarak Esad'ı Suriye'de % 12'lik Sünni olmayanların temsilcisi olarak görüyor ve gitmesini istiyor. Sünnilerin de Esad'a destek verebileceğini aklının köşesinden geçirmiyor. Türkiye ve Davutoğlu böyle yaparak Suriye'deki Sünnileri ortadan ikiye bölüp bir kısmının Esad'a bir kısmının da IŞİD'e sıkı bağlanmasına neden olarak, Suriye'deki savaşın palazlanmasıyla birlikte Suriye dışına da sıçramasına da neden olmuştur. Bu tehlikenin Türkiye'ye yakınlaştığının onlarca işaretleri vardır. Türkiye'nin, ikircikli, iki yüzlü politikaları gören IŞİD'in Türkiye'de eylem/örgütleme kapasitesi gözönünde bulundurulduğunda ve "çözüm süreci" ortadan kalktığında bunun nasıl sonuçlanacağını insan düşünmek istemiyor bile.
Gerek uluslararası ilişkiler, gerekse iç siyasi ilişkiler bağlamında bakıldığında, AKP'nin bir yıl içinde iki önemli seçimi kazanmış olması, AKP'yi rahatlatacağı yerde daha fazla gerilim içine sokmuştur. Bu gerilimin en önemli nedeni iktidarda kalma süresi uzakdıkça, AKP'nin iktidardan düşüşü konusunda yaşadığı korkudan ileri gelmektedir. Oy oranının yüzde 34, bürokratik vesayetin kendisini en yüksek düzeyde kendisini hissettirdiği dönemde dahi bu denli iktidardan düşme korkusu yoktu. Gezi olayı ve 17-25 Aralık 2013 yolsuzluk operasyonlarının yaşattığı korku, AKP ve liderini o kadar korkutmuşki, bu korkusunu berteraf edebilecek yargısal dizaynı yapamamanın verdiği tedirginlik CB olsa da eksilmek yerine artmaktadır. Özellikle Ekim ayında yapılacak HSYK seçimlerinde "paralel yapı/cemaatin" başarılı olmaması için elinden gelen herşeyi yapmaktadır. AKP, 2014 yılında kendisine uygun yargısal düzenlemeler yapsa da, AKP'nin işlediği suçlar ve yolsuzlukları örtbas etmeyeceğine inanmaktadır.
Dış politikayı, iç politikanın manivelası haline getirmek üzerine kurulu bu politikanın sürdürülebilirliği, dış politikadaki sorunlar içe yansımaya başladıkça, AKP dış politikada açılım yapma yerine daha fazla içe sığınma ile karşı karşıyadır. Kırılgan, sıcak paraya dayalı bir ekonomiye sahip olan Türkiye'nin IŞİD nedeniyle, Suudi Arabistan ve Katar'ın içinde bulunduğu IŞİD karşıtı ittifaka imza atmayışı, mevcut durumda Türkiye'yi daha fazla açmazla karşı karşıya bırakacaktır. Görünürde, Türkiye sanki ABD'nin politikasına karşı duruyormuş gibi görünse de Türkiye'nin Küresel ekonomiyle oluşturduğu bağın bir sonucu olarak bu karşı çıkışı sürdürmesi mümkün değildir. İster istemez, Türkiye, Batı ile 200 yıllık serüvenini bir çırpıda bir tarafa atamaz. Kaldı ki, bu serüveni daha fazla bağlılık ilişkisi şeklinde sürdürmek isteyen bürokratik, muhalif ve sermaya çevreleri de her zaman olduğu gibi yedekte durmaktadır. O yüzden, pragmatizmi yaşamının en önemli ilkesi yapan AKP, manevra yaparak, tıpkı 2003'te teskerenin reddinde olduğu gibi, ABD'ye fiili destek vermek yolunu seçecektir.
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder