AYVAZDEDE’DE 497. YIL
Prof. Dr. Mehmet Can
Yarınlar İçin Düşünce
2007 Haziranının üçüncü Cuması, Saraybosna şehrinin Çengic Villa semtindeki Küveyt camisinde, Cuma namazı sonrası Hoca’nın “Ayvazdede Şenliğine katılmak isteyenler çıkışta adlarını yazdırsınlar” duyurusunu işittiğimde çok sevindim. Mekadonyalı arkadaşım Adnan’la beraber adlarımızı 38. ve 39. sıralara yazdırdık. Pazar günü saat 04.00’da camide olmamız tenbihlendi. Ayrılırken Adnan kendisini saat üçte uyandırmamı tenbihledi.
Pazar günü Çengiç Villa’da zamanında olabilmek için, Alipaşino Polje’deki evimizden saat üçte çıkmam gerekti. Çıkarken Adnan’I uyandırmayı da unutmadım.
Dörde doğru camiye geldiğimde Adnan’ı bekler buldum. Az sonra da otobüs geldi: “Novi Grad No: 7”.
İsimlerimiz okunarak içeri alındık. Otobüs Travnik istikametinde yola koyulduğun da güneş de doğmaya çalışıyordu. Yol uzerindeki Müslüman yoğunluklu yerleşim merkezlerinde iki sene öncesine gore daha bir çok beyaz minare şehadet parmakları gibi gökyüzüne yükselmişti. Bosna kendi tabirleriyle bir “preporod” yani İslam’a yeniden doğuş yaşıyor her haliyle.
Saat dokuza doğru, beş yüz yıl once Ayvaz Dede’nin kerametiyle suya kavuşan Prusc ‘a geldik (Prusats). Otobüslerimiz parkettikten sonra herkesin gittiği tarafa yola düştük.
497 yıl once Ayvaz Dede’nin kerametiyle suya kavuşan Prusac Köy çıkışında yolumuz kesildi. Öncelik atlılarındı. Yedi yaşında bir kız çocuğunun rahatlıkla
sürdüğü uslu atlardan, birkaç kişi tarafından güç zaptedilen küheylanlara kadar yüze yakın at tozu dumana katarak yamaca vurdu. Tüfeklerden atılan kuru sıkılar da havayı daha da heyecan katıyordu.
Tırmanışta o güne ozel düzeltilmiş yolu değil de, ona yakın giden orman içi patikayı seçmekle çok iyi ettiğimizi az sonra anladık. Yolun toz ve sıcağına karşılık patika hafif esinti altında ve çamların gölgesinde önümüz sıra yükselip gidiyordu.
Yabani çilekleri gördüğümüzde yorgunluğumuz aklımıza geldi. Hem dinlendik ve hem de o bal gibi yaban çileklerinden yedik. Otsu yapılarının altında, meyvelerinde çalı çileğinin tad ve kokusunu saklıyorlardı.
Yolculuğumuz ikinci saatini doldurduğunda Ayvazdede’nin kerametinin eseri olan kayalara giden yol ayırımına gelmiştik. Kayaların arasından geçen patikaya giden yol, izdihamı önlemek için kapatılmıştı. Zorunlu olarak ana yolu seçtik. Birkaç dakika sonra bir dönemeci geçtiğimizde, Boşnak ilahi gurubunun vadiyi dolduran sesi bizi karşıladı. Adnan Ayvaz Dede’nin kerametiyle yarılan kayaları çok merak ediyordu. Hemen kayalıklara giden patikaya saptık.
Dörde doğru camiye geldiğimde Adnan’ı bekler buldum. Az sonra da otobüs geldi: “Novi Grad No: 7”.
İsimlerimiz okunarak içeri alındık. Otobüs Travnik istikametinde yola koyulduğun da güneş de doğmaya çalışıyordu. Yol uzerindeki Müslüman yoğunluklu yerleşim merkezlerinde iki sene öncesine gore daha bir çok beyaz minare şehadet parmakları gibi gökyüzüne yükselmişti. Bosna kendi tabirleriyle bir “preporod” yani İslam’a yeniden doğuş yaşıyor her haliyle.
Saat dokuza doğru, beş yüz yıl once Ayvaz Dede’nin kerametiyle suya kavuşan Prusc ‘a geldik (Prusats). Otobüslerimiz parkettikten sonra herkesin gittiği tarafa yola düştük.
497 yıl once Ayvaz Dede’nin kerametiyle suya kavuşan Prusac Köy çıkışında yolumuz kesildi. Öncelik atlılarındı. Yedi yaşında bir kız çocuğunun rahatlıkla
sürdüğü uslu atlardan, birkaç kişi tarafından güç zaptedilen küheylanlara kadar yüze yakın at tozu dumana katarak yamaca vurdu. Tüfeklerden atılan kuru sıkılar da havayı daha da heyecan katıyordu.
Tırmanışta o güne ozel düzeltilmiş yolu değil de, ona yakın giden orman içi patikayı seçmekle çok iyi ettiğimizi az sonra anladık. Yolun toz ve sıcağına karşılık patika hafif esinti altında ve çamların gölgesinde önümüz sıra yükselip gidiyordu.
Yabani çilekleri gördüğümüzde yorgunluğumuz aklımıza geldi. Hem dinlendik ve hem de o bal gibi yaban çileklerinden yedik. Otsu yapılarının altında, meyvelerinde çalı çileğinin tad ve kokusunu saklıyorlardı.
Yolculuğumuz ikinci saatini doldurduğunda Ayvazdede’nin kerametinin eseri olan kayalara giden yol ayırımına gelmiştik. Kayaların arasından geçen patikaya giden yol, izdihamı önlemek için kapatılmıştı. Zorunlu olarak ana yolu seçtik. Birkaç dakika sonra bir dönemeci geçtiğimizde, Boşnak ilahi gurubunun vadiyi dolduran sesi bizi karşıladı. Adnan Ayvaz Dede’nin kerametiyle yarılan kayaları çok merak ediyordu. Hemen kayalıklara giden patikaya saptık.
Ayvaz Dede Menkıbesi
Buradaki pınarın ve çevresinin adını kendisinden aldığı Ayvaz Dede, bu gün Prusac diye bilinen kasaba yöresine, Osmanlı İmparatorluğunun Bosna'yı 1463'te fethedişinin hemen arkasından gelmiştir.
Ayvaz Dede alim olduğu kadar, çevresindeki insanları aydınlatan ve bölge kalkınmasına yarayan girişimlerden geri durmayan bir insandı. Ayvaz Dede’nin bölgeye geldiğinde, o günlerdeki adı Prensa olan kasabanın içinden akan Prensa
nehrinin suyu içilemiyordu. Açılan bir çok kuyuya rağmen kasabada su darlığı çekiliyordu. Menkıbeye gore Ayvaz dede Prusac yakınlarında çok bol sulu bir su kaynağı bulmuştu, ancak kaynakla köy arasında yetmişdört metre uzunluğunda, otuz metre yüksekliğinde geçit vermez bir kaya vardı.
O günün imkanlarıyla su künklerini bu kayadan öte tarafa geçirmek mümkün değildi. Ayvaz Dede seherde uyanıyor, namazdan sonra kayanın geçit vermesi için Allah’a sabaha kadar yalvarıyordu.
Nihayet kırkıncı sabah duadan sonra Ayvaz Dede uyuya kalmıştı ki rüyasında iki koçun karşılıklı boynuz darbeleri arasında kayanın ortasından ayrılmağa başladığını gördü. Uyandığında hayretle gördü ki, o muazzam kaya ortasından gerçekten ayrılmıştı.
Kısa zamanda bu yarığa döşenen ağaçtan oluklarla su Prensa’ya ulaştırıldı. O günden beri, bu baha biçilmez hediyeye bir nazire olmak üzere çevre insanları bu yeri bir ziyaretgaha çevirdiler.
Bu ziyaretlerin hangi yılda başladığı bilinmiyor. Seneden seneye hangi gün yapılacağı ne hicri takvimle ve ne de Islam bayram günleriyle belirleniyor. Günü Bosna gelenekleriyle, Aziz Corc (St. Georges) gününü izleyen yedinci Pazar (ya da bu günlerde Haziranın son pazarı) olarak tespit ediliyor.
Ayvaz Dede’nin kerametleri hayatı ile sınırlı değil. Onyedinci yüzyılda Avusturya’ dan kopup gelen ve Bosna Hersek’teki Osmanlı mirasına büyük zarar veren Prens Eugen’in 1690’larda Bosna’yı yakıp yıkması sırasında da manevi varlığıyla Prusac ve civarını koruduğuna dair bir kaide vardır.
Ayvaz Dede alim olduğu kadar, çevresindeki insanları aydınlatan ve bölge kalkınmasına yarayan girişimlerden geri durmayan bir insandı. Ayvaz Dede’nin bölgeye geldiğinde, o günlerdeki adı Prensa olan kasabanın içinden akan Prensa
nehrinin suyu içilemiyordu. Açılan bir çok kuyuya rağmen kasabada su darlığı çekiliyordu. Menkıbeye gore Ayvaz dede Prusac yakınlarında çok bol sulu bir su kaynağı bulmuştu, ancak kaynakla köy arasında yetmişdört metre uzunluğunda, otuz metre yüksekliğinde geçit vermez bir kaya vardı.
O günün imkanlarıyla su künklerini bu kayadan öte tarafa geçirmek mümkün değildi. Ayvaz Dede seherde uyanıyor, namazdan sonra kayanın geçit vermesi için Allah’a sabaha kadar yalvarıyordu.
Nihayet kırkıncı sabah duadan sonra Ayvaz Dede uyuya kalmıştı ki rüyasında iki koçun karşılıklı boynuz darbeleri arasında kayanın ortasından ayrılmağa başladığını gördü. Uyandığında hayretle gördü ki, o muazzam kaya ortasından gerçekten ayrılmıştı.
Kısa zamanda bu yarığa döşenen ağaçtan oluklarla su Prensa’ya ulaştırıldı. O günden beri, bu baha biçilmez hediyeye bir nazire olmak üzere çevre insanları bu yeri bir ziyaretgaha çevirdiler.
Bu ziyaretlerin hangi yılda başladığı bilinmiyor. Seneden seneye hangi gün yapılacağı ne hicri takvimle ve ne de Islam bayram günleriyle belirleniyor. Günü Bosna gelenekleriyle, Aziz Corc (St. Georges) gününü izleyen yedinci Pazar (ya da bu günlerde Haziranın son pazarı) olarak tespit ediliyor.
Ayvaz Dede’nin kerametleri hayatı ile sınırlı değil. Onyedinci yüzyılda Avusturya’ dan kopup gelen ve Bosna Hersek’teki Osmanlı mirasına büyük zarar veren Prens Eugen’in 1690’larda Bosna’yı yakıp yıkması sırasında da manevi varlığıyla Prusac ve civarını koruduğuna dair bir kaide vardır.
Ayvaz Dede Kasidesi
Ayvaz Dede söyler,
Tüm Sarajbosna dinler.
Alman Bosna’ya daldı,
Banja Luka’yı sardı,
Daha içeri vardı,
Kan küheylan yelelerinin süsleriyle oynaştı.
Sonra Jajce’ye geçti,
Kan kahramanların omuzları boyu,
Kostajnica’ya geldiğinde,
Mart ayı korku, St George günü felaket oldu,
Nihayet Prusac’a ulaştı,
Ajvaz Dede söyler,
On gün bir an gibi geçti,
Bu kasideyi söyleyen,
Ona raahmet dilesin,
Ayvaz Dede söyler,
Kimse umut kesmesin.
Adnan’la beraber bu duygularla kaya yarığından öteki tarafa geçtik.
Ayvaz Dedenin duasıyla yarılan kaya Geriye Alana döndüğümüzde Adnan abdest almak için ayrıldı.
Bu esnada Konya Mevlevi Muziği topluluğu ses denemesi yapmak üzere çağırıldı.
Derken atlılar da Alana uştı.
Atlar ağaçlar arasına çekilip bağlanırken, bir ney Anadolu’nun yanık bağrından kopup gelen ezgileri at kişnemeleri eşliğinde Ajvatovica vadisine serpiştirmeğe başladı.
Anadolu’nun Bosna ile kucaklaşması, hasret gidermesiydi bu. Derken Mevlevi ayini bir kaside ile başladı. Yanık benizli bir Anadolu evladı, o davudi sesiyle vadiyi dolduruyordu. Sema başladığında kanatlanıp uçan semazenler bir ellleri yere bakar, bir elleri göğe yücelirken hep “O’ndan geldik, O’na gideriz” demekteydiler. Insan hayatının bu kısa hulasasına yüreğim dayanmadı. Ayvaz dedenin pınarına gönül pınarımı bağlayıp doya doya ağladım.
Öğle vakti gelmişti. Konuşmaya çağırılan Travnik müftüsü veciz bir konuşma ila Bosnalılara devraldıkları mirası hatırlatıyordu. Ezan-ı Muhammedi vadilerde yankılanırken hazırlıklar da tamam olmuştu. Bu senenin bir özelliği daha vardı. Boşnak Cumhurbaşkanı Haris Sladzic, Sivil isler Bakanı Sefer Halilovic, Türkiye ve İran büyük elcileri de o yuce divanda ruku edenlerle ruku ediyorlardı.
Onlar da rüku edenlerle rüku ettiler, secde edenlerle secdeye vardılar.
Yarınlar İçin Düşünce
Yıl 2, Sayı:23
Eylül 2007.
***
Yıl 2, Sayı:23
Eylül 2007.
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder