26 Aralık 2020 Cumartesi

Türkiye’de Çok Partili Hayata Geçişte Etkili Olan İÇ Faktörlerin Analizi BÖLÜM 4

 Türkiye’de Çok Partili Hayata Geçişte Etkili Olan İÇ Faktörlerin Analizi BÖLÜM 4



Abdulvahap AKINCI, Sefa USTA, Türkiyede Çok Partili Hayat, Geçişte, Etkili Olan İÇ Faktörler, Analiz, Demokratikleşme,Varlık Vergisi, Milli Şef,siyasi partiler, Serbest Cumhuriyet Fırkası, 


3.1. Uygulanan Ekonomi Politikaları ve Toplumsal Yapı Üzerindeki Etkisi 

Türkiye'de Cumhuriyet dönemi, ekonomi politikaları incelendiğinde, Ekonomik açıdan var olma mücadelesi verilen 1923-1930 arası dönemin en önemli olayları, 1923 yılında gerçekleştirilen 1. Türkiye İktisat Kongresi; 1927'de Teşvik-i Sanayi Kanunu'nun çıkarılması ve 1928'de Sanayii ve Maadin Bankası'nın kurulmasıdır. 

Bu dönem, genel olarak liberal iktisat politikalarının uygulandığı dönem olarak 
nitelendirilmektedir. Bu dönemdeki ekonomi politikalarının, özel teşebbüsün gücüne inanmışlığın bir sonucu olmadığı, böyle bir milli teşebbüs sınıfının yeterince bulunmayışının ve devletin ekonomik kaynaklarının bazı işleri fiilen üstlenmeye yetmemesinin sonucu olarak değerlendirilmesi mümkündür. 
1929 yılı Dünya Ekonomik Bunalımı sonrası dönemde, Türkiye'de de büyük bir ekonomik buhran yaşanmış ve bu durum ülkede müdahaleci ve himayeci ekonomi politikasına zemin hazırlamıştır. 1933 sonrası dönemde ekonomide özellikle, korumacı ve devletçi politikalara başvurulmuştur. 

Devletçilik, 1933'de Cumhuriyet Halk Fırkası programına, 1936 yılında ise, Anayasa'ya dahil edilmiştir. 1940-1950 arası dönem, Savaş ekonomisi dönemi ve devletçiliğe karşı tepkilerin ortaya çıktığı dönem olarak değerlendirilmektedir. 
Türkiye 2. Dünya Savaşı'na bilfiil girmemesine rağmen, savaştan çok etkilenmiş ve o dönemde savaş ekonomisi kuralları ile idare edilmiştir (Buluş, 2004: 40-47). 
Savaş döneminde, Türkiye’nin büyük bir orduyu beslemek durumunda kalması, zaten iyi durumda olmayan ülke ekonomisini daha da kötü duruma getirmiştir (Akandere, 1998: 151). 

Diğer taraftan ortaya çıkan hayat pahalılığı geniş halk kitlelerinin yaşamını daha da zorlaştırmıştır. 
Bununla birlikte, askeri-sivil bürokrasi ile zengin toprak sahipleri arasında o zamana kadar mevcut olan işbirliği (Akinci, 2014: 57) azalmıştı. 
Recep Peker’in de içinde bulunduğu bir grup, devletçilik politikasının daha katı bir şekilde uygulanmasını isterken, cumhuriyet dönemiyle yeni yeni oluşmaya başlayan burjuvazi ise artık iktidara gelmeye çalışıyor ve özel sektörün yolunun açılmasını talep ediyordu. 
Savaş döneminde izlenen ekonomi politikası ile halkın geniş bir bölümü daha da yoksullaşmıştı. Bu kesimlerin CHP’ye olumsuz bir bakışı vardı. Dolayısıyla kurulacak bir parti rahat bir şekilde bu tabanın oyunu alabilirdi (Çufalı, 2005: 405-406; Tuncel, 2005: 723). 

Tek parti iktidarının varlığı dolayısıyla, bütün olumsuzlukların tek sorumlusu olarak CHP gösteriliyordu. 

Bu dönemde, İnönü’nün istediği şey, gerçek bir muhalefet hareketi değildi. CHP’nin hegemonyası altında, görünüşte çok partili bir yapı oluşturmaktı (İncioğlu, 2007: 268-269). 
Heper’e göre, İnönü çok partili hayata geçmeden önce orduya danışmış ve onları yeni süreçte de Atatürk ilkelerinin tehlikeye düşmeyeceği ve ordunun sistemin koruyucusu olma işlevini sürdürmeye devam edeceğini belirterek ikna etmiştir. 
Bu tarihten itibaren ordu kendini Atatürk’ün gerçekleştirdiği reformlar ve ilkeler ile özdeşleştirmeye başlamıştır (Heper, 2006: 102). Her ne kadar ordu siyasete o zamana kadar karışmamış olsa da, sisteme müdahale edebilme potansiyeline 
sahipti. Ordunun onayı olmadan çok partili düzene geçmek pek kolay olmayacaktı (Akinci, 2014: 58). 

3.2. Savaş Döneminde Türkiye’nin İçinde Bulunduğu Ekonomik Durum 

Savaş nedeniyle Türkiye’nin ekonomik durumu gittikçe kötüye gitmekteydi. Rusya ve Almanya’nın işgalinden çekinen İnönü, Türk ordusunu seferberliğe sokmuştu. Bir milyonun üzerinde asker silahlandırılmış ve bütçede ordunun giderleri için ayrılan pay iki katına çıkarılmıştı. Başlangıçta, güçlü olmayan ekonomi, seferberlik ile iyice çökmüş durumdaydı. Bu dönemde binlerce insan işsiz kalmış, tarım ve sanayi üretimi düşmüş, ihracat önemli ölçüde azalmıştı (Shaw ve Shaw, 1994: 470-471). Askeri giderler arttıkça üretim, dış ticaret ve devlet gelirleri düşmeye başlamış, hükümetin savaş giderleri sürekli açık vermeye başlamıştı. Bu bunalımı gidermek için para basılması ve iç borçlanma yoluna gidilmiş, bu durum 
enflasyonu iyice körüklemişti. Sonuç olarak, enflasyon yükselmeye başlamış; 1939’da İstanbul’da % 101,4 olan genel fiyat endeksi, 1942’de % 232,5.’e, 1945 de ise % 354,4’e çıkmıştı (Koçak, 2003: 434). 

Savaş sırasında milli hâsıla 7.690.300 Türk lirasından, 5.941.600 Türk Lirasına düşmüş, kişi başına düşen milli gelir, 431,53 liradan, 316,22 liraya düşmüştü (Shaw ve Shaw, 1994: 471). Bütün bu yaşananlar ve göstergeler, halkın içine 
düştüğü ekonomik bunalımı göstermeye yetmektedir. Savaş Türk halkını çok derinden etkilemiş ve yoksulluk büyük boyutlara ulaşmıştı. 

3.3.Ekonomik Sıkıntılar ve Hayat Pahalılığı Karşısında Halkın Durumu 

Birinci Dünya Savaşı yıllarında karşılaştığı, açlık ve sefaleti göz önüne alan halk, II. Dünya Savaşının başlarından itibaren her türlü malı alıp, bunları stoklamaya çalışmıştır. Bu durum piyasadaki mala olan talebin artmasına yol açmış, 
dolayısıyla fiyatların yükselmesine sebep olmuştur. Savaş yıllarında uygulanan katı devletçilik politikaları hayat pahalılığının ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Hayat 
pahalılığı, vurgunculuğu ve suiistimalleri incelemek için CHP içinde bir komisyon oluşturulmuştur. Komisyon, “savaş içinde olan ülkelerde bile hayat pahalılığı % 25’lerde iken Türkiye’de bu oran % 500’leri bulmuştur” tespitini yaparak, 
durumun vahametini göstermiştir. Savaş yıllarında hayat şartlarının zorlaşmasın da, karaborsa ve stokçuluğun büyük payı olmuştur. Hükümet bunları önleyebilmek için polisiye tedbirlere ve sıkı denetimlere başvurmuş, ancak yine de bu durum önlenememiştir. Savaş yıllarında köylünün, işçinin ve memurun içine düştüğü güç durum, CHP’ye karşı memnuniyetsizliğe ve tepkiye yol açmıştır (Akandere, 1998: 151-166). 

İkinci Dünya Savaşı yıllarında, savaş şartları bir yandan özgürlüklerin kısıtlanması sonucunu doğururken, diğer yandan iktisadi bunalım halkı bezdirmiştir. Mal kıtlığı, fiyat artışları, yeni vergiler ve bunların sonucu olarak yeni savaş zenginleri zümresi türemiştir (Erdoğan, 2008: 3). Toplumun geniş kesimleri savaştan olumsuz etkilenirken, küçük bir kesim ise kısa zamanda çok büyük mal varlığına kavuşmuştur. 

3.4. Savaş Zenginleri Sınıfının Oluşması 

Savaş yıllarının iki hükümeti, Refik Saydam ve Şükrü Saraçoğlu hükümetleridir. Her iki hükümetin temel sorunu, azalan üretim ve ithalat koşullarında meydana gelen darlıkları ve enflasyonist baskıyı önlemekti. Refik Saydam Hükümeti 
Ocak 1940'da Milli Korunma Kanunu'nu çıkararak, hükümete mesai saatleri dışında ücretli iş yükümlülüğü (angarya), ücret sınırlaması, özel sınai tesislerine gerekli görülürse el konulması ve 500 hektardan büyük arazileri istimlak 
edebilme gibi geniş yetkiler vermiştir. Bu ekonomik politika karaborsa ve rüşveti engelleyememiş fakat karneli dağıtım ve piyasa fiyatından ucuz ekmek ve kömür satışı gibi düzenlemeler ile kitlesel bir açlık görülmemiştir (Buluş, 2004: 48). 
Saraçoğlu Hükümeti iki farkı iktisat politikası izlemiş, ilk dönemde piyasa üzerindeki denetimi kaldırma ve gevşetme yolunda gidilmiştir (Buluş, 2004: 49). 1942 yılına kadar uygulanan fiyat kontrolü, Saraçoğlu Hükümetinin başa 
gelmesiyle birlikte serbest bırakılmıştır. Fiyatların serbest bırakılması çok yüksek fiyat artışlarına sebep olmuş, genel fiyat endeksi çok yükselmiştir (Timur, 2003: 25). Bu durum sonucunda, bazı mallar piyasadan çekilmiş, geniş bir karaborsa oluşmuş ve bu durumdan haksız kazanç elde eden bir grup ortaya çıkmıştır (Toker, 1990: 23-26). Karaborsa yolu ile ülkede savaş zenginleri ortaya çıkmaya başlamıştır. 

Toplumsal yapıda savaş zenginleri olarak nitelenen kesimlerin ortaya çıkması, toplumsal barışı zedelemeye başlamıştır (Buluş, 2004: 47). Bu, savaş zenginleri olarak isimlendirilen grup, büyükşehirlerin önemli tüccarları ve yüksek memurlar arasından çıkmıştır. Bu dönemde, 1941 ve 1942 yıllarında yaklaşık olarak 2000 yeni firmanın İstanbul Ticaret Odasına kayıt olması, savaş zenginleri sınıfının 
artışının bir göstergesidir (Timur, 2003: 26-28). 
Saraçoğlu Hükümeti'nin ilk izlediği politika sonuç vermeyince, 1942 yılında Varlık Vergisi, 1944 yılında ise Toprak Mahsulleri Vergisi gibi iki olağanüstü vergi çıkararak tepkisel bir politika ortaya koyulmuştur (Buluş, 2004: 49). 
Topluma maliyeti çok yüksek vergiler koyularak, haksız kazançları, hazineye aktarma yoluna gidilmek istendiği de söylenilebilir. 

3.5. Uygulanan Vergi Politikaları ve Toplumsal Yapı Üzerindeki Etkisi 

Türkiye II. Dünya Savaşı sonuna kadar savaşa girmemiş, 
ancak savaşın getirdiği seferberlik ortamı, ekonomik 
bunalıma ve halkın geçiminin zorlaşmasına sebep olmuştur. 
Bu dönemde yaşanan mal kıtlığı, fiyat artışları ve 
müsadereler beraberinde Varlık Vergisi, Toprak Mahsulleri 
Vergisi ve Yol Vergisi gibi yeni vergileri getirmiştir 
(Erdoğan, 2003: 71). 

3.5.1. Varlık Vergisi 

11 Kasım 1942’de çıkarılan “Varlık Vergisi”, savaş sırasında servet biriktiren işadamlarını –özellikle gayrimüslim işadamlarını- vergilendirmek için tasarlanmış tır (Ahmad, 1994: 22). Bu vergi ile daha önceden vergilendirilmiş olan ticari serveti tekrar vergilendirmek ile birlikte enflasyonun önlenmesi amaçlanmıştır (Shaw ve Shaw, 1994: 471). Bu amaçla çıkarılan Varlık Vergisi Kanunu’na göre, vergi miktarını takdir komisyonları ve yükümlüleri saptayacak, vergiler hükümetin mali uzmanları ve belediyeler tarafından atanan ve yerel mülk sahiplerinden 
oluşan yerel komisyonlar tarafından toplanacak ve bunların kararlarına itiraz edilemeyecekti (Tunçay, 1989: 331). 

Uygulamalar karşısında, vergilerini ödeyemeyenler para cezalarına çarptırılmış, bunu ödemedikleri takdirde mallarına el konulup, tutuklanarak ve çalışma kamplarına gönderilmişlerdir (Shaw ve Shaw, 1994: 471; Yumul, 2005: 87-88). 

Milli Şef Döneminde, kendisine otoriter ve tek parti yönetimlerini örnek alan Türk hükümetinin, gayrimüslimlere karşı yapmış olduğu bu uygulama, Almanya’dan ve özellikle Nazi kamplarından örnek alınarak uygulamaya konulduğu  iddialarının ortaya çıkmasına sebep olmuştur (Akandere, 1998: 182). Uygulamada bu verginin gayrimüslimlere dönük olduğu çok rahat görülmüştür. Bu yolla gayrimüslimlerin ekonomik gücünün kırılması amaçlanmıştır. 

Sonuçta, İstanbul ticaretinin çoğunluğu azınlıklar tarafından yürütüldüğü için, verginin % 53’ünü gayrimüslim azınlıklar, % 36,5'ini Müslümanlar ve % 10,5’ini ise yabancı uyruklular ödemişlerdir. Varlık vergisinin uzun vadede etkisi, 
gayrimüslimlerin yatırım ve ticari faaliyetlerini savaştan sonra başka ülkelere kaydırmaları şeklinde olmuştur (Shaw ve Shaw, 1994: 472). 

Varlık vergisi, Türk burjuvazisinin genelinde huzursuzluğa neden olmuştur. 
Bu vergi, bürokratların ve ordunun hakim olduğu Kemalist rejimin, Türk burjuvazisinin çıkarlarının tam olarak destekleyicisi olmadığını belli etmiştir 
(Zürcher, 2007: 301). Gayrimüslimler ve burjuva, İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne karşı Ahrar Fırkası’nı desteklediği gibi CHP’ye olan desteğini çekmiştir. 

Daha çok, gayrimüslim işadamlarına uygulanan Varlık Vergisi bütün işadamlarını tedirgin etmiştir (Timur, 2003: 26). İş Adamlarına karşı uygulanmış olan politikalar tek parti rejiminin meşruluğunun, gerilemesine neden olmuştur 
(Dursun, 1999: 42). Varlık vergisi uygulaması, olumsuz ekonomik, siyasi ve sosyal sonuçlara sebep olmuş, her kesimin tepkisini alan CHP’nin gayrimüslim ve ticaret çevrelerinin ve Müslüman çevrelerin de desteğini kaybetmesine zemin hazırlamıştır. Bu vergi, CHP ve ona dayanan tek parti yönetimini ve dolayısıyla Türkiye’yi dış kamuoyunda zor duruma sokmuş, büyük tepkilere yol açmıştır (Akandere, 1998: 182). 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder