23 Aralık 2020 Çarşamba

YARGISIZ CEZALANDIRMA: GEZİ PARKI NA MÜDAHALE

YARGISIZ CEZALANDIRMA: GEZİ PARKI NA MÜDAHALE


Feyzi Çelik 
İstanbul. 2017
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ
17.06.2013 


Taksim Gezi Parkı’nda ağaç katliamı ile başlayan direniş genişleyerek AKP iktidarına karşı siyasi bir yönelime girmiş durumda. Taksim dayanışması adı altında gevşek bir örgütleme yapısı olarak bir araya gelen Taksim Direnişçilerinin kararlarını alırken gece boyunca yaptıkları forum ve toplantılarla karar almış olmaları tartışmacı bir demokrasi anlayışı bakımından önemli bir aşamadır. Öncelikle Taksim Dayanışmasının kararını tartışmaya dayalı olarak almış olması bu kararın arkasında toplumsal destek olduğu anlamına gelmektedir. Böylece günlerce süren görüşme ve müzakere süreçlerinden de sonuç alınmadığı ortaya çıkmış oldu. Bunun en önemli nedeni hükümetin sorunu halen “ağaç sorunu” olarak görmeye devam etmiş olmasıdır. Hükümetin bazı sanatçıları da dahil ederek bunu sonuçlandırma çabası kamuoyuna “müzakereye açık” bir hükümet olduğu imajını vermek içindi. Aynı politikayı “Çözüm Süreci” olarak adlandırılan Kürt Sorununda da kendisini göstermektedir. Orada da çeşitli müzakereler yapılmakta, akil insanlar heyetleri oluşturulmaktadır. Orada da tıpkı Taksim’de olduğu gibi bakış açıları birbirinden farklıdır. Her iki taraf da çözümü istemekte ancak çözümün kapsamı ve içeriği konusunda bir uzlaşma olmadığından dolayı hükümet sahip olduğu güç kullanma özelliğini kullanarak kendi çözümünü dayatmaya çalışıyor. İktidar hangi yolu denerse denesin amacı kendi istediğini yaptırabilmektir. Başbakanın “Tayyip değişmez” lafı da Erdoğan’a olan inancı da sarsan bir tavır.

Bernard Russel İktidar adlı kitabında İktidarın birey/toplumu etki alma yollarını göstermiştir. Ona göre birey şu yollardan etki altına alınabilir: 1-Bedeni üzerinde doğrudan doğruya güç uygulayarak (hapsetmek, öldürmek) 2-Kandırma ve belli bir yöne sevk etme aracı olarak ödül ya da ceza vererek(iş vermek, işsiz bırakmak), 3-Fikirlerini etkileyerek, propaganda) 4-başkalarında bulunulması istenilen alışkanlıkların, örneğin askeri eğitim yoluyla yaratılması. AKP iktidarına bakıldığında diğer yolları da kullanmakla birlikte daha çok havuç/sopa veya ödül/ceza yolunu kullandığı görülüyor. Üstüne üstlük ceza vermek için herhangi bir mahkeme kararına da gerek görmüyor. Gösterici ve protestolara müdahaleyi bir cezalandırma yöntemi olarak kullanıyor. Nitekim İstanbul Valisi, hükümetin “Taksim’i boşaltın emrine uymayanlar cezalandırılacaktır” şeklindeki beyanı bu anlayışı gösteriyor. Yine avukatlar hakkında tamamen keyfi yakalama yapılması, polis zoruyla yaralananları tedavi eden doktorlar hakkında soruşturma açılmış olması idari/siyasi kararla cezalandırma anlamına geliyor. İktidarın Gezi Parkına müdahalesi yargısız bir cezalandırmadır. Bu cezalandırmanın boyutunu orantısız güçle açıklamak yetersizdir. Açıkça kanunsuzluk söz konusudur. Uygulanan yöntem de işkencedir. Sokaklar karakola, polisler hakim haline gelmiştir. Yine göstericileri tutuklamayan hakim ve mahkemeler de hükümetin hedefi durumundadırlar.

İktidarın da anlamak zorunda olduğu ancak anlamaktan kaçındığı gerçeği kabul etmesi gerekiyor. Olay, Taksim Parkı’ndaki ağaç katliamını durdurmak başlayan bir eylem olmaktan çıkmış etkileri Türkiye sınırlarını dahi aşmış durumdadır. Dış politikadan ekonomiyi doğrudan etkilemektedir. İktidar bunu küçümseyip bahaneler üretme yerine buna kendisinin sebep olduğunu da bilmek durumunda dır. Reyhanlı olayında olduğu gibi işi basite alıp CHP’ye yükleme yoluna bahanesi gerçekçi değildir. Sorun, karar alma sürecine halkın katılımını sağlayacak genel demokratikleşme sorunu olduğunu unutmamalıdır. Sorununun genel demokratikleşme sorunu olduğunu gösterici ve protestocuların da anlaması gerekiyor. Protestocuların sorunu demokratikleşme olarak görmeyip bir AKP sorunu gibi görmesi AKP’nin yaptığı yanlışlara göstericilerin düşmesi anlamına gelecektir.

Taksim Gezi Direnişinin her şeyden önce sivil bir direniştir. Direnişe Kemalistlerin, Ulusalcıların bayrak ve Atatürk posterleriyle katılmış olması sivil olmadığı anlamına gelmez. Tersine kendisini devletle bir gören bir anlayışın devlete dayanmadan kendi gücüyle taleplerini dile getirmiş olmasıdır. Bunun farkına varmaları dahi Türkiye’de demokrasinin toplumsallaşması bakımından çok önemlidir. Yaşam standardı, eğitimi, etkinliğiyle bu kesimin sivil demokratik yaşamda yer alışı demokrasi mücadelesi açısından önemsenmelidir. En önemlisi de bu kesimin sivil örgütsel yapılarla bir arada hak arama mücadelesi vermesi geçmişte vesayet güçlerinden medet umma anlayışını da toplum yaşamında gerilemesini sağlayacaktır. Toplumu oluşturan farklı görüşlerin demokratik yöntemlerle mücadelelerini verdikçe demokratik yöntemin herkes için ne kadar gerekli olduğu bilincine de ulaşacaklardır. Yine Türk toplumunun Kürtlerin hak arayışına terör gözüyle bakmaktan vazgeçmesi yönünde eğilim içine girmesi, onları hak arayışını anlamaya başlaması da Taksim direnişiyle mümkün oldu. Roboski katliamı olduğu dönemde sessiz kalan bu kesimin Taksim Direnişinde Roboski katliamını gündeme getirişi önemsenmelidir. Gecikmiş olsa da Roboski’deki acının ilk kez Türkiye’nin batısında yaşayanlarca hissedilmesi, hükümetin unutturma, oyalama siyasetini de boşa çıkarmıştır.

Bayrak, Atatürk vs. adı altında ne olursa olsun sivilleşen bir Kemalizm (Siyasal İslam iktidarda değilken baş örtüsü mücadelesi demokratik sivil bir mücadeleydi, günümüzde siyasal İslam iktidarda olduğu için bu konuda yapılacak gösterilerin sivilliği tartışmalıdır. Yine AKP’nin Taksime karşı Kazlıçeşme çıkışıyla yapacağı miting de sivil değildir, devletin imkanlarıyla oluşturulmuştur.) varlığı ilk kez otorite karşısında birlikte ayağa kalkışı Kürtlerin de onlara bakış açısını değiştirdi. AKP karşısında ilk kez beklemediği bu kesimler doğrudan doğruya diyaloga girmiş oldu. Her iki taraf birbirini tanımaya çalıştıysa da AKP kendi açısından devletliliğini onlara kabul ettirdi. Devlete veya sivilliğe dayalı olma farkı görüldükçe Kürtlerin de hükümete yönelik sokakları hareketlendiren kesimlere “geçmişte Kürtlere bombalarla saldırılırken siz neredeydiniz?” şeklinde suçlamalar getirmenin bir anlamı yoktur. Bu kesim sivilleşip, sivil/demokratik eylemler yaptıkça Kürtlere şimdiye kadar yaşatılanları da anlamaya başlayacaktır. Onlar “Kürtlere destek vermedi” denilerek onları muhafazakar otoriter yapı karşısında yalnız bırakmanın haklı bir nedeni de olamaz.

Taksim Dayanışmasının “Yaşam hakkı dahil tüm insan haklarının ayaklar altına alındığı bir süreç içindeyiz.” tespiti ne kadar doğruysa “Ancak bu zulüm; kalabalıkları dağıtacağı yerde büyüttü, birbirlerini mücadele içinde tanıyan insanların dayanışmasını güçlendirdi, bütün canlıları boğan gaz bombalarının altında her türlü şiddete karşı sokakları doldurdu, direnişi birleştirdi ve bir halk hareketine dönüştürdü” tespiti de o kadar doğrudur. Olayın Gezi Parkı olmaktan çıktığı, Gezi Parkındaki direniş çadırları kaldırılsa bile bunun Gezi direnişini büyütmekten başka bir sonuç doğurmayacağı da gece yarılarına kadar eyleme geçen yüzbinlerle ortaya çıkmış oldu.

Taksim Dayanışmanın dediği gibi bunun sadece bir başlangıç olduğu düşünülürse bundan sonraki sürecin kolay olmayacağı anlaşılıyor. Direnişin hangi yöne gideceği, örgütlülüğünün nasıl olacağı henüz belli değildir. Ayrıca Taksim dayanışması adına direnişe devam kararı veren platformun temsil gücünün ne kadar olduğu da bilinmemektedir. Eylem alanında, direnişin heyecanına kapılan, kitlenin coşkunluğu içerisinde kendi düşüncesini oluşturmaktan çok orada anlık olarak oluşan görüşlerin etkisiyle verilen kararların siyasi sonuçlar doğurmayacağı da bilinmelidir. Başbakanla yapılan görüşmeler sırasında görüşme yapanların taksim direnişini temsil edip etmediği tartışıyordu. Bu da bu şekilde ortaya çıkan platformların karar verme noktasında ne kadar yetersiz olacağını ortaya koyuyor. Durum böyle olunca platform temsilcisi olarak ortaya çıkanların bir iradelerinin ortaya çıkışından çok orada direnişi devam edenlerin verilen kararlar üzerinde etkili olacağı görülüyordu. Eylemi bitirme şeklinde karar almaları halinde bunun da kendilerinin bitmesi anlamına geleceğinden dolayı direnişe devam kararı almalarından başka seçenekleri de yoktur. Bunun nedeni ortaya çıkanlar her ne kadar direnişe başlangıcından bu yana katılanlar olsa bile geçen günler içerisinde direnişe katılımların giderek artmış olması gerçeği karşısında dayanışmanın bu toplumsallıkla paralel olarak çatı örgütlemesini genişletmesi gerekliydi. Doğrudan doğruya temsilin çok zor olduğu Taksim’de buna katılan toplulukların bu güne kadar ilçe/mahalle/sokak örgütlemelerini yapıp temsilcilerini seçmiş olması gerekliydi. Anlaşılan böyle olmamış, başlangıçta oluşan dayanışma olduğu gibi kaldığı için kararlaşma noktasında yetersiz kalmıştır. Bu da direnişe devam kararı verilmesi halinde bunun devamlılığının nasıl olacağını belirsiz duruma getirebilir.
Başbakanın eylemlerin bitirilmesi için kamuoyunu yanıltması, kendisiyle görüşecek kişilere müdahale edişi, taksim dayanışmasını gerçek anlamda muhatap almayışı, kendi kendine almış olduğu kararların sanki müzakerenin bir sonucu gibi göstermesi de dayanışmanın kararı üzerinde etkili olmuştur. 

Taksim dayanışmasının eyleme devam kararı verilmesinin doğruluğu Gezi Parkına yapılan müdahale karşısında halkın kendiliğinden sokağa çıkıp sahiplenmesiyle de karşılığını bulmuştur. Hükümet veya hükümete yakın çevrelerin eylemin devamının yanlış olduğu konusundaki yorumlarının tek taraflılığı ve propaganda amaçlı olduğu ortaya çıkıyor. Taksim Dayanışmasının “farklı eğilimlerin zenginliği ile bir araya gelebildiğimizi, tartışabildiğimizi, ortaklıklar yaratabildiğimizi ve birlikte mücadele edebildiğimizi gördük” şeklindeki açıklaması Taksim Direnişinin yaygınlaşması için önemli bir tespit. Ancak bunun Kürtler açısından anlamlı olabilmesi için pratik adımların atılması lazım.  

Hükümet hem sertlik hem de müzakereye açık olduğunu gösterdi. TV’lerde canlı yayınlarla bunu yansıttılar. Kendilerini anlatabilmek için çaba harcadıklarını göstermiş oldular. Gösterilerin devam etmesi halinde önceki gibi kamuoyu ve halk desteğinin devam edip etmeyeceği direnişin haklılığının toplum tarafından sürekli hissedilmesiyle mümkün olabilir. 2000 Yılında “Hayata dönüş operasyonunda” olduğu gibi sonuçlar da doğabilir. O zaman da müzakereler yapılıyordu ancak bir anda müdahale oldu onlarca kişi öldürüldü. Hiç kimsenin beklemediği ancak önceden hazırlıklı olduğu anlaşılan polis müdahalesinin 2000 yılındaki hayata dönüş operasyonunun ruhu ile yapıldığı söylenebilir. Psikolojik etmenler de kullanılarak direnişe katılanlar arasında çatlaklar da yaratıldıkça bunda belki başarılı da olabilir. Ancak bu direnişe destek veren geniş halk kitlelerinin varlığı iktidarın bu oyununu bozabilir.

Taksim direnişinin başarılı olabilmesi için barış süreci ve demokratikleşme süreciyle bağının gelişmesi gerekiyor. Bu sorunların temelinde yer alan en önemli husus siyasetin yerellikten çıkıp giderek merkezileşmesidir. Şehirle ilgili kararların merkezi yönetim tarafından değil de yerel yönetimlerce halkın katılımı sağlanarak alınmasın savunulması gerekmektedir. Dayanışmanın açıklaması bu bakımdan “…katılımcı demokrasi önündeki engeller kalkıncaya ve haksızlıklar bitinceye kadar” gibi soyut belirlemeler yapılmıştır. Somut demokratikleşme adımlarından söz edilmemiştir. “Haksızlıklar bitinceye kadar”ın ölçüsü ve sınırı nedir? Bu belirsiz ve siyasi perspektiften yoksundur. Kürt sorunun çözümü konusunda hiçbir talep yoktur. Bu başından itibaren Kürtlerin desteğinden yoksun kalmak anlamına geliyor.

Başbakan Erdoğan’ın Ankara mitinginde söyledikleri başbakanın bundan sonraki süreçte daha fazla sertleşeceğini gösteriyorsa da üzerinde durulması gereken en önemli husus başbakanın yaklaşan yerel seçimlerde Saadet(SP) ve Büyük Birlik Partilerine (BBP) yapmış olduğu seçim ittifakı teklifidir. Bu teklifin anlamı ittifaktan öte kendisine katma şeklinde olduğu görülüyor. Böylece Erdoğan hükümeti giderek bir tür Milliyetçi Cephe hükümetine dönüşmektedir. Mitingde bozkurt afişlerini ve MHP bayraklarını  selamlaması, onlara “MHP’li kardeşlerim” şeklinde hitap etmesi MHP Genel Başkanını rahatsız etmiş gibi görünse de milliyetçiliğe oynayarak milliyetçi kesim içinde de bir bölünme yaratmak amaçlıdır. Başbakanın bu yöndeki politika değişikliğinin en önemli nedeni kendisine yakın kesimleri kendisine daha fazla bağımlı hale getirip onlardan gelecek eleştirilerin önünü kesmektir. Bunu İstanbul’daki mitingde daha da ileri bir aşamaya getirecektir. Miting öncesi Taksim’de kendisine göre “mıntıka temizliği” yaptığını sansa bile eylemlerin yaygınlaşması ve kitleselleşmesi genişledikçe “Taksim’deki mıntıka temizliğinin” anlamsız hale geleceğinin bilinmesi gerekiyor. Ancak ne olursa olsun hükümet yargısız, hükümsüz, idari/polis kararı ile cezalandırma/işkence yoluna giderek nice hukuksuzluklarına yeni hukuksuzluklar katmaya devam ediyor.



***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder