15 Aralık 2020 Salı

DRİNA ÇOCUKLARI

DRİNA ÇOCUKLARI 


Prof Dr Mehmet Can 
Yarınlar İçin Düşünce 
International University of Sarajevo 

Drina Çocukları.,

Ömer, 1993’ te Saraybosna’nın kuzeyinde on kilometre kadar uzaktaki 876 metre rakımlı Orliç tepesindeki radyo istasyonunu savunmak için oluşturulmuş olan ve etrafındaki 824 rakımlı Voluyak, 850 rakımlı Juç, 793 rakımlı Golo Brdo tepelerini de içine alan mevzilerde savaşmış bir gazi. 17 Ağustos 1961’de doğmuş ve yine 1993 yılının 17 Ağustosunda yakınına düşen bir havan mermisiyle ağır yaralanmış. 1994’te Amerika’da tedavi edildikten sonra koleje gitmiş, bir süre de çalışmış. Onbir senelik ayrılıktan sonra Saraybosna’ya döndüğünde eğitimine International 
University of Sarajevo’da sürdürmeye karar vermiş. IUS da ona öğrenci asistan olarak verilen işleri yapma karşılığında eğitim bursu sağlamış. 

Ömer, Temmuz 2005’ten itibaren bir maaşlı personel gibi düzenli olarak mesai yapmağa başladı. 
Ona verdiğimiz ilk iş, IUS kataloğundaki derslerin içeriklerini oluşturmaktı. Onun entellektüel yeteneklerini, Bosna Reis-ül Uleması Mustafa Ceriç’in 29 Temmuz 2005 Rojaye hutbesini İngilizceye çevirdiğinde farkettim. 

Daha ilk konuşmamızda üniversitenin tanıtımı ile ilgili fikirlerle gelmişti, hevesini kırmamak için bir buçuk saat dinledim. Daha sonra da felsefe profesörü, Bosna-Hersek Bilim ve Sanat Akademisi İkinci Başkanı ve Sosyal Bilimler Kısmı üyesi Muhamed Filipoviç ile tanışmamızın ve onu IUS ile ilintiledirmenin yararlarından bahseden bir teklifle geldi. Filipoviç’in eserleri üzerine bir araştırma yapmasını istedim. Getirdiği liste onun tam bir Tito dönemi dinazoru olduğunu gösteriyordu. 
1996’da yazdığı Bosna Politikaları ve 1997’de yayınlanmış Bosna Maneviyatının Tarihi kiataplarını incelemeyi önerdim. Ömer birkaç gün sonra Filipoviç’in başka iki kitabıyla geldi. Bunlardan Psikolojik bir Biyografi Denemesi adlı otobiyografiyi hafta sonunda okudu ve ertesi Pazartesi önemli bulduğu pasajları bana aktardı. Pek kayda değer bir şey yoktu. Aliya İzzetbegoviç’in hatıralarında da, SDA’yı kurarken ilk başvuracağım kişi Muhamed Filipoviç’ti diye başlayan paragraf, fakat daha zamanı olmadığını söyleyerek reddetti diye bitiyordu. Muhamed Filipoviç’i bir hafta sonra Üniversiteyi ziyaret eden Bosnalı tarihçi Slobodan Iliç’e sorduğumda, nazik bir yanıt mi bekliyorsunuz, gerçekleri mi duymak istiyorsunuz? Diye 
cevaplayınca, tabii ki gerçekleri duymak isterim dedim. Iliç’in gerçekleri göz açıcıydı. O da Muhamed Filipoviç yerine Adil Zülfikarpaşiç’i tavsiye etti. Adil Zülfikarpaşiç Boşnak Enstitüsünün başkanı. Geçenlerde Said-i Nursi konferansının yapıldığı Bosna Kültür Merkezinin başkanı. 

Aslında Muhamed Filipoviç’i adını bilmeden, 11-15 Temmuz 2005 tarihlerinde Saraybosna’da Holiday Inn otelinde yapılan International Conference, Genocide Against Bosniaks of Unsafe Area Srebnenica in July 1995- Lessons for Future Generations toplantısının kapanış oturumunda 14 temmuz günü dinlemiştim. Uzn boylu, hafif kamburlaşmış, zayıf, ak saçlı bir ihtiyardı. Sözü uyarılara rağmen fazla uzatınca, biraz sert bir uyarı alıp kürsüyü bırakmak zorunda kaldı. İnerken, 
“herkes o kadar konuştu, bırakın da bir akademisyen biraz daha uzun konuşsun” dediğini Boşnakça bilmeme rağmen anlamıştım. Ona reva görülen muameleden, devrini kapatmış, itibarını yitirmiş bir yaşlı akademisyen olduğu farkediliyordu. 
Ömer ile Radyo istasyonunun etrafında 1992’de başlayan ve üç yıl süren savaşı da konuştuk. Onu benim için yazar mısın? Diye sorduğumda pek gönülsüzdü. O günleri hatırlamak istemiyorum, başkaları yanlış anlar, zaten orayı büyük kayıplar pahasına savunmakla iyi mi edildi? Kötü mü edildi tartışılıyor.. Gibi mazeretler ileri südü. Bir hafta sonunda savaş alanını ziyaret etmek konusunda anlaştık. O parça parça anlatacak, ben de not tutacaktım. 

Bu arada Drina Çocukları derneğinin, Vişegrad’da 20 Ağustos 2005 günü, savaşta Sırplar tarafından yakılan, fakat daha sonra onarılan bir caminin yeniden ibadete açılması merasimi için Vişegrad’a düzenlediği gezinin haberini de Amer’den aldım. Hemen ben de gitmeye talip oldum. O, can güvenliği olmadığını, iki sene önce Banya Luka’da bir cami temel atma töreni sırasında Sır fanatiklerinin hadise çıkardıklarını anlatarak beni caydırmak istedi ise de başaramadı. Bosna 
Ticaret Müsteşarı Ayhan Bey ile birlikte adlarımızı yolcu listesine yazdırdık. 
Cumatesi sabahı Ayhan Bey’in arabasıyla VF adlı süpermarkete kadar gidiyoruz. Arabayı oraya parkedip yaya olarak Prenoçişe Sinovi Drine (Drina Çocuklari Derneği)’nin bulunduğu yere gidiyoruz. Saat sabahın altıbuçuğu Saraybosna toplu taşımacılık şirketi Graz’ın sarı otobüsleri gelmiş, kalabalık da birikmeye başlamış. 
Graz’ın Otobüsleri ile yola çıkılıyor. 

Gelenlere bakıyorum, başörtülü bayanların oranı, Saraybosna ortalamasının çok üzerinde. Dört yaşlarında bir kız çocuğu, erken kalkmaya dayanamamış, başörtüsü başında olduğu halde ninesinin kollarında uyuyakalmış. 

Saat yedi, insanlar itiş kakış olmadan listelere göre otobüslerine yerleşti. Motorlar yakıldı. 
Organizasyonu yapan kırkını henüz geçmiş bir bayan. Ayhan Bey’in elçilikte müşavir olması bize bir numaralı otobüsten yer ayrılmasnı sağladı. Bu otobüs diğer belediye otobüsü kılıklılardan daha rahat. Saat yedibuçukta da hereket ettik. Otobüsümüze Saraybosna polisi eskortluk ediyor. Holidey Inn oteline gelince doğuya dönüyoruz. Başçarşı üzerinden üzeri sisli tepelere yöneliyoruz. 
Beş altı kilometre gitmeden Republika Sırpska sınırına geliyoruz. 

Saraybosna polisinin yetki alanı buraya kadar. Yirmi kadar Sırp polis arabası var burda. Birisi önümüze geçiyor, devam ediyoruz. 

Derken otobüsün ses cihazından yaşlı bir erkek sesi Yasin suresini okumaya başlıyor. Ezbere okumaya çalışıyor olmalı ki, üçüncü sayfadaki “sayhaten vahideten” noktasından sonra, dördüncü sayfadaki “sayhaten vahideten”den devam etti. Uyarmağa çalıştım ama sesim yetişmedi. O bitirdikten sonra yaşlı bir kadın sesi yasini bu sefer yüzünden okumağa başladı. Tecvid ve kelime 
hatalarına rağmen okumayı tamamladı. Biz kadın sesini haram sayarız. Kadınlar erkeklerin de bulunduğu ortamlarda asla sesli olarak Kur’an okumazlar. Edin’in dediği gibi, Bosnalılar Müslüman olabilirler ama özgürlüklerinden (kadınların erkek ortamında sesini duyurması özgürlüğü) hiç bir şeyi bırakmaya razı olamazlar. Derken beyaz büyük başörtülü ikinci bir bayan daha Yasin suresini aynı şekilde okuyup bitirdi. 

Bu arada Podromania’yı geçip Rogatica’ya doğru iniyoruz. Savaştan önce önemli bir Müslüman nüfus varmış burada. Bir kadın ayağa kalkıp gösteriyor: Eskiden bir cami vardı burada. 

Bakıyorum, temellerine kadar yıkılmış. Kasabanın silüetinden camiler silinmiş. Ağustos 2005 ortasında İstanbul Belediyesi’nden Şaban Erden Bey bir gurup iş adamıyla geldi. Rogatica’ya da uğradılar. Yakında buradaki camiler, birer ikişer ayağa kalkacak. 
Bir saate yakındır Geyve Boğazı gibi bir boğazda yol alıyoruz. Beş yaşlarında bir kız çocuğu yukarıdan el sallıyor. Annesi de el sallayarak onu izliyor. Kime el salladıklarını biliyorlar mı? Diye soruyorum Ömer’e. Kadının kılığından Sırp olup olmadığını anlayamamış, ancak otobüslerin üzerindeki yazılardan Saraybosna’dan geldiğimizi anlamış olmalı diyor. Geyve boğazının yerini burada Praça çayı almış. Az sonra da Ustiprica kasabasına varıyoruz ve Drina’nın yeşil suları Praça’yı yutuyor. 
Otobüsün kasetçalarından bir solo yükseliyor. Eski halk şarkılarından. Konusu aşk ama, aşk şimdi vatan aşkı olmuş. İnsanları coşturuyor. Az önce yasin için amin deyen eller bu sefer oynamak için havalanıyor. Omuzlar kıpır kıpır. Dirina, onbir gözlü kupriyasını kucaklamak için genişliyor, kollarını açıyor. Vişegrad’ın kapılarındayız. İşte Kupriya karşımızda, beşyüz yıllık yeni gelin. Drina Köprüsü ve Vişegrad Vişegrad, Drina Köprüsü yazarı Ivo Andriç’in tasvir ettiği o Osmanlı Vişegrad’ından ne kadar farklı. 

Bölgesinin zenginlik kaynağı, ticaretin merkezi, yolların kavşağı Vişegrad’dan geriye kalan fakir ve köhne bir kasabacık. Bu Vişegrad Kupriyasi ile de barışık değil. Onu taşıyamadığı bir ağır yük gibi bir kenara bırakmış. 
Etraf şehirlerden getirilen polis takviyesi ile ciddi tedbirleralınmış. Geçen sene Banja Luka’daki Alaca Cami’nin temel atma töreni sırasında olanlardan ders alınmış belli. Otobüsleri kasabanın garajının civarına parkettikten sonra dönüyoruz. Kupriya’yı ziyaret ediyoruz. Şu yukarıdaki dağların taşıdığı Sokuli köyünden kopup gelen bu adami Imparatorluğun Padişahtan sonra en önemli mevkiine yükselmiş Sokkullu Mehmet Paşa olup altı padişaha sadrazamlık yapmış, memleketine de bu değerli taş gerdanlığı armağan etmiş. 
Geri döndüğümüzde, kasabanın spor alanına kurulmuş sahneyi, sahneye konmuş koltuklarda Bosna-Hersek reis-ül uleması Mustafa Cerçiç’i, Tuzla ve Novi Pazar müftülerini, eski cumhurbaşkanı Süleyman Tihiç’i, Genç Müslümanlar Cemiyeti Başkanı Ömer Behmen’i ayırd edebiliyorum. 

Sahne önüne dizilmiş koltuk ve sandalyelere oturmuş insanları farkediyoruz. 
Birinci sıra, sarık ve cübbeleri ile din görevlilerine ayrılmış. Asıl kalabalık, alandaki maçları izlemek için yapılmış oturma yerlerinde. Sahneye bitişik bir platformda da ilahi korosu var. Yedi erkek ve kırmızı elbiseleri içinde yedi mütesettire genç kızdan oluşan göz alıcı bir koro. Konuşmaların arasına girip, dikkatleri tazeliyor. 
Mustafa Efendiya Ceric (sarıklılardan en soldaki) Reis-ül ülemanın konuşmasını, kullandığı ayet ve hadislerden izliyorum. “Bu köprü nasıl bizi bir yakadan ötekine geçiriyorsa, yere düşürülmüş minareleri, camileri ayağa kaldırışımız da öylece 
Sırat Köprüsünün bir yanından ötekine geçmemizde bize yardımcı olsun.” diyor. 

Bölge insanının evlatlarının devşirildiği dönemlerindeki acı hatıralarına da bir gönderme yapıyor. “Şimdi de evlatlarımız bizleri terkederek Avrupalara, Amerikalara, okumaya, çalışmaya gitmiyor mu? Osmanlı gittikten sonra bu topraklardan bir Sokullu daha çıkarabildik, bir Kupriya daha yapabildik mi?.” 
Diye sık sık alkışlanan, insanları zaman zaman güldüren renkli konuşmalarından birini daha yapıyor. 


Derken öğle namazı vakti geldi. Spor sahasında konuşmaları dinleyen kalabalık iki kol halinde Cami’ye doğru yola çıkarken, ezan-ı Muhammedi, minare hoperlörlerin den Kupriya’ya ve oradan da Kupriya’nın kucağındaki Drina’dan uzaklara akmağa başladı. Hazreti Bilal’in Kabe’nin damından okudugu ezanla, Hazreti Peygamberin yeniden dünyaya teşrif ettiğini sanıp sokaklara fırlayan medinelilerin ruh halini andıran bir duyguyla, dağlar, taşlar vecd içinde ezanı dinlerken, bu ezan 
da sanki Osmanlinin yeniden canlanip geldigini müjdeliyordu. Boşnağı ile Sırp’ı ile bütün dinleyenler, Osmanlı’nın geri döndüğünü düşünüyorlar ve terlerinin sırtlarından bellerine doğru heyecanla indiğini hissediyorlardı. 


Caminin önüne geldiğimizde, camiye girmeye çalışan kalabalığa bakıp, bahçenin ve yolun da namazgah olacağını anlamakta gecikmedik. Oldukça dik bir eğimi olan bahçeye yün ceketimi yayarken, minareye yapıştırılmış mermer üzerinde Yazıldığını okuyabiliyordum. 


NA CAREVOJ DJAMIJI U VISEGRADU DONATOR: AHMED KHALIFA ES-SUWEJDY 
DECEMBAR/2004 

Na Carevoj Djamiji U Vişegradu 


Ses düzeneği iyi olmadığından, içeride imamın aldığı tekbirler, bizim bulunduğumuz yerden zorla işitildiği halde daha uzaktaki cemaat tarafından işitilemiyordu. Pek de güzel olmayan sesimle dış müezziliği üslendim. 
Namaz bittiğinde saat 13.30’u gösteriyordu ki, iki askeri helikopter, kalabalığın üstünden uçarak devriye görevlerini tamamladılar ve gözden kayboldular. 

Bu arada Reis-ül Ulema Mustafa Efendiya Çeriç, çarşıya çıkarak Vişegrad misafirlerinin ve müsait gördüğü Sırp esnafın ellerini sıkmaya koyuldu. Bir yandan da gazete ve televizyon muhabirlerinin sorularını cevaplıyordu. 
Dönüş saati akşamüstü beşti ama, işlerinin bittiğine inanan insanlar, akşamüstü başlayan bereketli yağmur altında otobüslerinde toplanmaya başladılar. Yolcusunu tamamlayan otobüsler üç buçuktan itibaren yola çıkmağa başladılar. 
Yol üzerindeki bir köyde ihtiyaç molası verildi. Biz ikindi namazlarımızı yetiştirirken bazı yolcular da bahçelere dalmış. Bereket burası, evlerine dönmüş Müslüman Boşnak yerleşimcilerin köyü imiş. Bahçenin sahibi yaşlı kadın armut ağacını kurtarmak için sırığı uzaklaştırırken, genç oğlu bırak anne alsınlar gibilerden bir hareket yapıyordu. Boşnak köylüler bizi el sallayarak uğurladılar.. 
Akşamla birlikte batı yakasından Saray bosna’ya dahil olduk. 

Yarınlar İçin Düşünce 
Yıl 1, Sayı:11 
Eylül 2006. 


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder