23 Aralık 2020 Çarşamba

TAKSİM DİRENİŞİ SİYASAL ANALİZİ 2 "KÜRTLERİN TAVRI"

TAKSİM DİRENİŞİ SİYASAL ANALİZİ 2  "KÜRTLERİN TAVRI"



Feyzi Çelik 
İstanbul. 2017
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ
08.06.2013 

Feyzi Çelik, ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ, Sırrı Süreyya Önder, Gezi Parkı, Reyhanlı saldırısı,


Bu durumda Kürtler ne yapmalı? Kürtler örgütlemeleri ni devam etmeli, CHP benzeri partilerle birlikte hareket etmenin koşulları olmuş olsaydı onlarla birlikte hareket edebilirlerdi. Ancak Kürtler şu anda kendilerini CHP’ye göre AKP’ye daha yakın görüyorlar. O yüzden AKP’ye karşı CHP benzeri partilerle birliktelik kurmaları zor görünüyor ancak bu durumda güç kaybeden AKP’nin Kürtler tarafından ayakta tutulmasına gerek de kalmıyor. Çünkü Kürtler, AKP’nin güçlü bir hükümet olduğunu ileri sürerek Kürt sorununu çözebileceklerine inanıyorlardı. Bu kadar gücü olmadığı, varsa da bunu kullanmak istemediği ortaya çıktı. Bu aşamada AKP’yi Kürt sorunundan çok kendisinin varoluşu söz konusu olacaktır. Kendi varoluşu sorgulanan AKP’nin Kürt sorununu çözmedeki yetersizliği de ortaya çıkacaktır. Bu durumda Kürtlerin örgütlü bir şekilde Suriye’deki Kürtlere benzer tutum geliştirmeleri daha uygun olacağı görülse de Kuzey Kürdistan ve Türkiye’nin şartlarıyla Suriye’nin şartları aynı değildir. Kürtler, doğrudan doğruya AKP’yi karşısına aldıkça AKP’nin gidişi de kolay olacağından dolayı AKP’nin yerine gelecek Ergenekoncu güçlerin AKP’ye olan kızgınlıklarını Kürtlerden alacakları konusunda kaygı duyabilirler.  Kürtlerin olası siyasi krizden AKP’nin zarar görmesini istemeyişinin arkasında bu kaygılar rol oynamış olabilir.

Kürtlerin önünde iki tecrübe var. Kuzey Irak’ta tavırları Saddam’a karşı netti. Muhaliflerin yanında yer aldılar, ABD’nin işgali ile birlikte Irak Anayasasına göre federal bir statü elde ettiler. Bundan dolayı fazla kayıpları da olmadı. Bunda Kürtlerin Irak’ta belirli bir bölgede yaşamaları da etkili oldu. Araplarla birlikte yaşadıkları Kerkük’te ise barış ortamı hiç olmadı. Kerkük’ün durumunun netleşmemesi dışında Kürtlerin muhalif Şiilerle birlikte hareket etmeleri onlar açısından doğruydu.

Suriye tecrübesine bakıldığında, Suriye’de Kürtler Irak’a göre daha dağınık bir yerleşim düzenine sahipler. Çoğu yerde Kürtler, Araplar, Hıristiyanlar birlikte yaşamaktadırlar. 2004 yılında meydana gelen çatışmalar nedeniyle Kürtler PYD’de örgütlüydüler. PYD lideri Salih Müslim tutukluydu. 2011 yılında gösterilerin başlamasıyla birlikte Kürtler beklemeyi tercih ettiler. Ne muhaliflerin yanında yer aldılar ne de Esad’a karşı eyleme geçtiler. Esad içinde bulunduğu açmazdan kurtulmak için çıkarılan af yasası ile birlikte PYD için serbest bir alan oluştu. Kürtler hem idari hem de savunma olarak örgütlenerek kendi bölgelerini koruma yoluna gittiler. Türkiye ilk günlerde Esad’ın adım atabileceğini düşündü. Onunla sürekli görüşmeler yapıyordu. Bu arada muhalifleri kendi ülkesinde örgütlüyordu. Muhalefetin Kürtlere yönelik olumsuz bir tavrı olmamasına rağmen Türkiye Kürtleri muhaliflerin içinde görmeme yolunu seçti.Bu politikasını da Suriye muhaliflerine kabul ettirdi. Türkiye, Mısır’daki gelişmelerden hareketle Müslüman Kardeşlerin iktidarı ele geçirebileceği üzerinden politika yapıyordu. Kürtlerin Suriye’de üçüncü güç olarak ortaya çıkışı ilk meyvelerini Temmuz 2012’de muhaliflerin Suriye’ye önemli bir darbe vurduğu anda oldu. Artık Esad, Şam’a sıkışmış durumdaydı. Kürtler etkin oldukları şehirleri teker teker teslim alıp kendi yapılarını oluşturdular.

Kuzey Kürdistan özellikleri itibarıyla ne Güney’e ne de Rojava’ya benzer. Yine Türkiye, ne Irak ne de Suriye gibidir. İşleyen bir ekonomiye sahiptir, dünyanın en büyük ekonomileri arasında 16. Sıradadır. Yoğun çalışan ve işçiye sahiptir. Ekonomisi de küresel ekonomiye bağlıdır. Toplumsal bağlar oldukça iç içe geçmiş durumdadır. Kürtlerin bu bağlamda tarafsız kalmaları oldukça zordur. Kürtler kendilerini Türkiye’nin demokratikleşmesinin bir parçası olarak görüyorlarsa hükümetin bu anti demokratik uygulamaları karşısında muhalif güçlerin yanında yer almaları onlardın da lehinedir.

Öcalan’ın 7 Haziran 2013’te BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş aracılığıyla gönderdiği mesajında Gezi Olayları ile ilgili olarak "Direnişi anlamlı buluyor ve selamlıyorum. Elbette ki bu duruş yeni bir siyasal kırılma yaratmıştır. Ancak hiç kimse ulusalcı, milliyetçi, darbeci çevrelere de kendini kullandırmamalı. Bu hareketin onların denetimine girmesine Türkiyeli demokrat, devrimci, yurtsever ve ilerici çevreler izin vermemeli dir." Demiştir. 

Öcalan’ın bu mesajı ile olayların ilk günlerinde BDP’nin yaptığı açıklamalar birbiriyle örtüşmektedir. Ancak gelinen aşamada Kürt Siyasal hareketinin Türkiyeli demokrat, devrimci ve ilerici çevrelerle ilişkisi de giderek zayıflamış durumdadır. Bu anlamda bakıldığında Öcalan’ın bu mesajının yeterli karşılık bulacağını sanmıyorum. Eğer kamuoyuna yansıyan yorumlar doğruysa Sırrı Süreyya Önder’in İmralı’ya gidişi hükümet tarafından veto edilmişse, vetoya rağmen BDP buna tepki göstermemişse  Öcalan’ın mesajında adı geçen Türkiyeli demokrat, devrimci ve ilerici çevrelerle Kürtlerin ilişkisini sağlayan önemli bir bağın kopmuş olduğunu da kabul etmek gerekiyor.

Taksim Direnişine bütünsel olarak bakmakta fayda vardır. İlahi bir benzetme yapmak gerekiyorsa 2007 yılında Hrant Dink’in cenazesinde bir araya gelen farklı çevrelerden oluşan kitleye benzetilebilir. O günkü koşullarda hiç kimsenin tahmin edemeyeceği oranda katılımın sağlandığı bu cenaze töreninden sonra burada oluşan dinamizm hiçbir zaman örgütlü bir yapıya dönüşüp kendisini devam ettirmedi. Ancak Taksim direnişinde bir devamlılık ve genişleme var, sokakta görülmemiş bir dayanışma, heyecan var, insanlar olağanüstü bir diriliş sergiliyor lar. Hiçbir parti, siyasi klik tek başına etkili olamıyor. Aynı safta toplanan insanlar birbirine karşı son derece saygılı, sorumlu. Haklı bir direniş dosta karşı nezaket, düşmana karşı hiç dinmeyen bir dirençle sürüyor. Kürtler bu direnişi değerlendirirken bu gerçeği göz önünde bulundurmalıdır.

Kürtler Taksim direnişinin demokratik bir arayış olduğunu kabul ediyorlar; kaygıları bunun Kürtlere karşı siyasi bir komplo ve ulusalcı bir akıma dönüşmesidir. Bu kaygıları haklı çıkaracak bir şey olacağını sanmıyorum. Tersine bu kaygıları taşıyıp uzak durmanın siyasi komplo ve ulusalcılara yer açacağını görmek gerekiyor. Taksim direnişinin meşrulaşması ve değişik çevrelerin desteğini alışında BDP Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in mücadelesi de her zaman göz önünde bulundurulmalıdır. Başbakanın Sırrı Süreyya Önder’e takındığı olumsuz tavrın Önder’in bu mücadelesiyle bağlantısı vardır.

Çözüm sürecine sahip çıkan kararlı bir başbakan ortalıkta görünmüyor. 
Başbakan gerçekten çözüm sürecine sahip çıkıp bazı adımlar atmış olsaydı o zaman Kürtler kaygılarında haklı olabilirlerdi. Reyhanlı saldırısıyla sarsılan, bu sarsıntı geçmeden Suriye’deki gelişmelerin dışında kalan AKP’nin bunu topluma anlatmasının zorlaştığı bir dönemde AKP’den çözüm sürecinin arkasında durabileceğini sanmak bundan sonraki aşamada saf dillikten öte bir anlamı da olmayacaktır. 
Yine ulusalcı ve ülkücü kesimlerin süreci Kürt karşıtlığına dönüştürmesinde AKP Kürtleri koruyamamıştır. Batı il ve ilçelerinde Kürtler hem saldırı ile karşı karşıya kalmış hem de Kürt karşıtı bir söylemin gelişmesine neden olmuştur. Bir yıl önceki güçlü Tayyip Erdoğan imajı da giderek dökülmüştür. Bu gerçekler dikkate alındığında Kürtlerin AKP ve başbakanı koruyan bir anlayış giderek Kürtleri AKP önünde mayın eşeği haline getirmek tehlikesini içinde taşımaktadır. 
Bunun Kürt karşıtlığına dönüşmeyişi biraz da Kürtlerin varlığına/direnişine bağlı olacak.

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder