15 Aralık 2020 Salı

BALKAN GEZİSİ NOTLARI 2007

BALKAN GEZİSİ NOTLARI 2007 


Prof. Dr Mehmet Can
Yarınlar İçin Düşünce 
mcan@ius.edu.ba 


Sancak’tan Mekadonya’ya kadar yapmayı planladığım bu seferki yolculuğum biraz lüks. Bir defa Üsküp’ten dönüşüm uçakla. İkincisi gece saat onda kalkacak Yeni Pazar otobüsüne Mustafa araba ile götürecek. Tabii önce Morice biraderlerin hanında öğrencilerle bir sohbet yapacağız. 

Bosna tarihini özetleyip 1995 Srebrenica’sını anlatıp bitirmiştim ki, saat dokuz buçuk olmuş. 

Hemen akşam namazlarımızı kılıp otobüs garajının yoluna düştük. 

Otobüsüm bu sefer de rahat değil. Yanımda pek seyrek yıkandığı anlaşılan Mitroviça’lı sakallı bir genç adam oturuyor. 
Yeni aldığı anlaşılan radyolu cep telefonunu gece ikiden sonra da dinlemeye kalkınca, dikkatli bir dille uyardım. 
Hemen kapattı. 
Saat altıda Yeni Pazar garajında indiğimde Ramoviç ile müstakbel öğrencimizi bekler buldum. 

Yeni (Novi) Pazar 

Haris, arkadaşından ödünç aldığı şkodayı özenle kullanıyordu.Tutin Belediye Başkanı Şemsudin Kuçavic ile öğleden sonra konuşacağımızdan, dokuz buçukta almak üzere beni Rozaje’nin tek ve lüks oteline bıraktılar. Bir banyo yapıp biraz kestirdim ve dokuz buçuğa hazırlandım. 

Rozaje Oteli 

Harislerin evine kahvaltıya gidiyorduk. İki katlı bakımsız bir eve, komşu evin 
bahçesinden geçerek ulaştık. Harisin annesi olması gereken ellilerinde gösteren zayıf, nahif bir kadın girişte bekliyordu. Üst katta oturuyorlardı. Kaplamasız merdiven basamaklarına kilim parçaları serilmişti. 
Ayakkabılarımızı aşağıda bırakıp merdivenleri tırmandık. Mutfağa bitişik salona yerleştiğimizde önümüzdeki sehpanın kırık camı, salonun mütevazi eşyası ailenin durumu hakkında bilgi veriyordu. 

Rozaje’de geleneksel ahşap cami 

Kahvelerimizi içerken kapıda iri bir adam göründü. Ernad, Harisin dayısı diye tanıştırdı. Bosna Hersek'teki Tuzla Tıpı 1982 bitirmiş bir doktor. 
Harisin babası Saraybosna hukuk fakültesi mezunu başarılı bir avukatmış. On sene önce arkasında iki çocuk bırakarak ölmüş. O günden beri çocukların bakımı ve evi geçindirme işi bu kadının üzerindeymiş. 

Ben üniversiteyi anlattım. Haris ekonomi okumak istiyordu. Ernad ile doktor Rozaje’nin turizmle nasıl kurtulacağını tartışırlarken sehpa üzerine yemekler gelmeğe başladı. Kaçamak, pembe etli balık, tereyağı, peynir. Ben kaçamaktan sonra balıklardan birisinin yarısını aldım. Ernad balığı bütün aldı ama yarım yamalak yedi. Revani ile brovnice peltesi perdeyi kapattı. 

Ev sahibesine ve doktora veda ederek Ernad’ın Türkiye’den sağladığı yardımlarıyla iki senede yaptırdığı Osmanlı sitilli camiyi görmeye geldi sıra. Caminin kubbesini kurşunla kaplayan ustalar seçilebiliyordu. Caminin girişindeki tezyinatla uğraşan ve Harput'lu olduğunu öğrendiğimiz usta bize eşlik etmek için işini bıraktı. 

Caminin için Kütahya çinisi ile kaplanmıştı. Kubbe ve çini dışında kalan duvarlar tezyin edilmiş, yazılarla süslenmişti. Kubbenin içten tam tepe kısmında daire şeklindeki meşhur İhlas istifi yerini almıştı. Kubbe kuşağı makamında Ayetel Kürsi vardı. Ustanın elindeki şablon kısa geldiğinden yazıyı eşit iki kısma ayırmış ve aralara ikişer metre uzunluğunda tezyinat koymuştu. Ancak bu bölümler sırasında simetriyi yakalayamamıştı. 
Kendisine desenleri uzatarak simetriyi  sağlayabileceğini hatırlattım ama, düzeltmeye niyeti yoktu. Zaten kendisine doğru dürüst iskele yapmamışlar ve derme çatma iskeleden düşerek kaburgalarını çatlatmıştı. 

Camiden çıktığımız sırada tanıdık bir sima ile karşılaştım. Biraz hafızamı yoklayınca tanıdım. 

Karadağ Baş Müftüsü Rifat Fejzic. Fejzic İzmir İlahiyat mezunu. 
Cami girişinde, sol tarafta, küçük penceresi beyaz perdeli bir kulübecik duruyor. Feyzic’e anlatmaya başlıyor. 

“Bu, 1800’lerde yaşamış Derviş Mehmet Ujiçanin’in mezarıdır. Benim köyüm olan Balotice’de yaşamaktaydı. Bölgede hüküm süren İpek (pec) paşasının adaletsiz yönetimine muhalefet etmiş ve paşa tarafından kellesi istenmişti. Kellesini almaya gelenler bir türlü başını kesmeyi başaramadılar. Şeyh Mehmet onlara dedi ki: 

_ Benim başımı ancak saban demiri ile koparabilirsiniz.. 
Adamlar yüksekçe, birbirine yakın iki sabit yerli taş buldular. Derviş Mehmet’i, boynu bu iki taş arasına gelecek şekilde yatırdılar. Sonra öküzlere koşulmuş sabanı bu iki taşın arasından geçirerek Şeyhin başını koparabildiler. 

Şeyhin başı Paşanın önüne konduğunda güldü. Kanının döküldüğü yerde bir gül bitti ve her mevsim kırmızı kırmızı açtı. İnsanlar bu gülü çok beğendiler, kanırtmaç alıp evlerine dikmek istediler. Ancak hiç bir yerde tutmadı. 
Şeyhin başı İpek’e gömülmüştü. Ancak daha sonra alınarak gövdesinin konduğu bu mezara nakledildi.” 
Cami bitince bu mezarın üzerine bir türbe yapılacak. Öğle namazı yaklaştı. Ernad’a hatırlatıyorum. Kılarız abi deyip geçiştiriyor. Rojaye baş imamı da her zaman namaz kılacak değil ya… 

Bu arada Rojaye’li öğrencimiz Nerma Kurtagiç’in babası, Rojaye cimnazyum beden eğitimi öğretmeni Hüseyin Kurtagiç de bize dahil oluyor. Birlikte Rojaye Oteli’nin lobisine kahve içmeye gidiyoruz. Reis Fejzic, Karadağ başşehri Podgorica’daki medresenin bu sene eğitime başlayacağını, inşaatın bitmek üzere olduğunu 
anlatıyor. Ona medrese ilk mezunlarını verinceye kadar bir İslam Akademisi açmayı teklif ediyorum. 28 Haziran 2006’da Birleşmiş Milletlere 192 üye olarak dahil olan Karadağ’da Müslümanlar yedi yüzbin olan toplam nüfusun yüzde yirmi beşini oluşturuyorlar. Ancak 2006 seçimlerinde 81 sandalyeli parlamentoya Boşnak Partisi listesi ile sadece iki Müslüman parlamenter girebildi. Fejzic, Müslümanların yetişmiş insan sıkıntısı çektiklerini, İslam birliği yerine siyasi partiler arasında dağıldıklarını söylüyor. 

Üniversitemizin Balkanlardaki misyonunun bu açığı kapatmak olduğunu söylüyor ve İslam Akademisi için proje yapma sözü veriyorum. 

Saat ikiye doğru lobiden ayrılıp Tutin’e gitmek üzere yola çıkıyoruz. Bize Rojaye Boşnak Partisi Milletvekili doktor Amer Halilovic de katılıyor. 

Tutin Belediye Başkanı Şemsudin Kuçevic’i belediye binasında bulamıyoruz. Bölge yol işleri müdürü ile asfaltlama çalışmalarını incelemeye gitmişler. Biz de onlara katılıyoruz. Sıcak altında asfalt çalışması gerçekten zor. Yakında yapılacak Sancak Oyunları için alan düzenlemeleri de yapılıyor. 

2005’teki sancak oyunları muhteşemdi. Rojaye’de Reis Mustafa Ceric’in stadyumda öğle namazı kıldırmasını müteakip üç gün süren oyunlar, bölge Müslüman gençlerinin yarıştığı bir panayır olmuştu. 

Tutin 

Az sonra Tutin’in üst taraflarında bir kahvehanede kahve içiyoruz. Bayrampaşa Belediye Meclisi üyelerinden Süleyman Sancaklı Tutin-Rojaye sınırında Tutin’e bağlı Celekare köyü doğumlu. Babasından kalma geniş arazileri var. Köydeki camiyi onartıyor, okul yapıyor, baba evini onarıyor. Anladığım kadarıyla bu gün yol işleri müdürünü bu köyün yolunu asfaltlama konusunda ikna etmeye çalışacak. 
Burada fazla oyalanmayıp Celkare’ye doğru yola çıkıyoruz. Ben Belediye Başkanı’nın arabasına geçiyorum. Bir saatlik bir yolculuktan sonra asfalt bitiyor. Bir on kilometre kadar da bozuk toprak yolda ilerledikten sonra uzaktan caminin minaresi görünüyor. Burada durmayıp bir kaç kilometre daha gidiyoruz ki burnumuza kızarmış çevirme kuzunun kokusu ulaşıyor. 

Şırıl şırıl akan derenin üstüne kurulmuş, ahşap bir piknik örtü altı. Burada kereste Türkiye’ye göre dört kere daha ucuz olduğundan, ağaca acımamışlar. Kuzu bir sırık parçasına geçirilmiş olarak, akünün çalıştırdığı motorla döndürülüyor. Nar gibi kızarmış. Alkolsüz içecekler, buz gibi kaynak suyu, salata ve kuzu eti. Herhalde hayatımda ilk defa yediğim bu leziz öğünde fazla kaçırmamak için özel gayret gerekti. Ernad hala öğle namazı için kıpırdamıyor. Müsaade isteyip masadan kalkıyorum ve çayırların üstünde borcumu eda ediyorum. Bu arada Yuko diye hitap edilen kazınmış kafalı, orta boylu şişmanca bir adam bana çok yakınlık gösteriyor. Daha sonda bu zatın, Tutin’den öğrencimiz olacak Haris’in babası olduğunu öğreniyorum. 
Bu arada Ernad, Rojaye’li Haris’in Celkare Camisi yakınlarında arabanın karterini deldirdiğini söylüyor. Araba buradan muhakkak bir taşıyıcı ile indirilmeli. Büyük sorun olacak çocuğa. Akşama doğru inişe geçiyoruz. Bu sefer Celkare Camisini görmeden geçmiyoruz. Süleyman Sancaklı iyi masraf etmiş. Caminin içini Kütahya çinileri ile kaplatmış. 

Bu arada Tutin Belediye Başkanı ile Bosna-Sancak Kültür ve Dayanışma Derneği Başkanı Zahit Büyükbayrak arasında bir serinlik var. Zahit Bey dernek olarak davet edilmediklerini, Başkan da davet ettiklerini söylüyor. Ernad hemen orada Zahit Bey2i arıyor. Dernek olarak oyunlara katılmıyorlar. 

Bu durumda Bayrampaşa Belediyesi katılıyor. 
Tutin’e inince yine daha önce oturduğumuz kahveye geliyoruz. Celkere’de ve yol boyunca Şaban Erden’in Tutin Belediye Başkanı’ndan gelen dört isimli listeye burs vermeyeceği, IUS Mütevelli heyeti’nin de bu öğrencilerden sadece bir tanesine burs verebileceği anlatılıyor. 
Belediye Başkanı söz verdiği için bu dört öğrenci arasından Haris Sinanovic’i seçiyorlar. Kahvede Belediye Başkanı, Ernad, Haris’in babası ve ben ayrı bir masaya geçiyoruz. Ben listedeki öğrencilerden bir tanesine daha haber verelim 14 Eylüldeki sınavda fazla puan alana bursu verelim diyorum ama, yanaşmıyorlar. IUS’ta okumanın ciddiliğini ve öğrencinin gecim masraflarının kendisi tarafından karşılanacağını hatırlatıyorum. 
Bu arada Haris Sinanovic de geliyor ve formu doldurmağa başlıyoruz. Haris biraz babasının sert mizacının altında kalmış gibi bir izlenim veriyor. Lise birde oldukça iyi. Yaşı büyüdükçe notları düşüyor. Bu gözlemimi de oradakilere anlatıyorum ve Haris’in çok iyi bir çalışma temposu edinmesini vurguluyorum: 

Bu arada Haris Kurtagic’in formunu da dolduruyoruz: 

Biz Tutin’e ininceye kadar karteri delik araba da tamirciye çekilmiş. Karterde küçük bir delik var. Dışarıdan yapıştırılacak. Birkaç saat beklememiz gerekecek. İkindi namazımızı kılmak için Tutin’in üç camisinden yakın olana yöneliyoruz. Cami bakımsız. İmam caminin karşısındaki lojmanda kaldığı halde şadırvan çeşmeleri bozuk, her gün tonlarca su kaybediyor. Gasil hane kapısı ardına kadar açık ve düzensiz. 
Burada Süleyman Sancak da bize katılıyor. Akşam namazından sonra birlikte kahve içiyoruz. Araba için lazım olan karter yağlarını temin ettikten sonra Tutin’den gece on bir gibi ayrılıyoruz. Rojaye’de önce Ernad’I evine bırakıyoruz. Sonra da Haris beni ertesi günü sekizde İpek’e (pec) götürmek üzere otele bırakıyor. 
Yatsı namazımı kıldıktan sonra yorgunluktan uzanıp kalıyorum. Sabah dört buçukta sabah namazı ve sonra yediye kadar yeniden yatak. 
Yedi gibi kalkıp hazırlanıyorum. Sekize doğru otelin müşteri kabulüne gidip ayrılacağımı söylüyorum. Ödemek istediğimde, ödendi diyorlar. Bu hiç hoşuma gitmiyor. Ernad bunu muhakkak Haris’in ailesine ödetmiştir. 

Sekizi bir hayli geçmişken Haris ve Ernad otelin lobisine geliyorlar. Anlaşılan Haris bu sefer arabayı alamamış. Yanlarında getirdikleri taksici, Karadağ Baş Müftüsü Rifat Feyzic’in ağabeyi Fadil Feyzic. İpek’e kıvrıla kıvrıla inen yolda ilerlerken bir yandan ta konuşmağa çalışıyoruz. Onun her seferinde “tamam abi” yerine “taman abi” demesi gülümsememe sebep olsa da “samo malo” Boşnakçamla anlaşıyoruz. 
İşte İpek karşımızda seksen bin nüfusuyla ovanın ortasına yerleşmiş. 

İpek (Pec), cami ve katolik kilisesi Biz İpek otobüs garajının önüne varmıştık ki, Prizren otobüsü çıkmaya çalışıyordu. Fadıl ile hemen vedalaşıp otobüse geçtim. Telefonum çalışmadığından mesajla Ernad’a ulaşıp Diyanet Koordinatörü Tevfik Hoca’nın imamlık yaptığı camiyi bir kere daha sordum. Sinan Paşa Camisi. 
Evlerde, iş yerlerinde sık sık Amerikan bayrağı ile Arnavutluk bayrağı, kırmızı üzerine siyah kartal yan yana asılmış duruyordu. Otobüs bizim dolmuşlar gibi her yerde durup yolcu alıyor, yolcuları istedikleri yerde bırakıyordu. Buna rağmen İki saat sonra Prizren'deydik. 
Prizren'e yaklaşıncaya kadar geçtiğimiz kasaba ve şehirlerde sokak levhaları üç dilde Arnavutça, Sırpça, İngilizce Rr, Ul, Str yani Rrasar, Ulica, Street idi. Prizren'e yaklaşınca İngilizce’nin yerini Türkçe aldı Rr, Ul, Cad., Cadde Oldu. 

Para ödemek için en sona kalmıştım. Türkçe olarak Prizren'e geldik mi? diye sordum. Biraz şişmanca ellinin üzerindeki şoför tatlı Rumeli şivesiyle evet dedi. İpek-Prizren yol parası sadece üç Euro idi. Ama baktım şoför bana bir indirim yapmış. Beş Euroluk banknottan geriye iki buçuk Euro çevirmiş. Kosova, Sırbistan’a inat olsun diye Sırp Dinarını terk etmiş ve şimdiden Euroya 
geçmiş bile. Sinan Paşa Camisini de yine o tatlı şivesiyle tarif etti. 

Prizren Sinan Paşa Camisi havadan Prizren Sinan Paşa Camisi 
Ön revakları 1922’de Sırplar tarafından topçu ateşiyle yıkılmış olan cami, 1615’lerin mirasıydı. 
Komünist rejim zamanında caminin bahçesine biçimsiz iş yerleri inşa edilmiş, şadırvanı da yıkılmıştı. Şadırvandan geride kalan dört kollu çeşmeden sürekli su akıyor. Buraya hala Şadırvan diyorlar. Öğle namazına daha yarım saatten fazla vardı. Camiye tırmanan dik taş merdiveni, caminin önünde sürekli akan çeşmeden doldurduğu suyla yıkayan otuzlarında biraz şişman 
Boşnak genç adama Metin Hocayı soruyorum. Az sonra gelir diyor. Abdest almak için terlik giyip yine aşağı iniyor ve o tek çeşmeden abdest alıyorum. 
Revakların yıkık sütunları üzerinde nefeslenmek için oturuyorum. Benden önce bir başka sütun parçası üzerine yerleşmiş olan ak saçlı, ak takkeli kişi merhaba diye takılıyor. “samo malo” Boşnakça’mla konuşuyoruz. Saraybosna nasıl diye soruyor. Burası gibi güzel diyorum. O itiraz ediyor.. Hayır burası güzel değil. Biraz ticaretin dışında iş güç yok. Sırplar bütün fabrikaları alıp gitti. Ben üç yıldır emekliyim. Kıt kanaat geçiniyoruz. Fakat gençler işsiz diye sürdürüyor konuşmayı. 

Türkiye’nin parasıyla revaklar restore edilirken şadırvanın da yeniden yapılacağını bir sure sonra Tika sorumlusu Metin Beyden öğreneceğim. 
Camiye girdiğimde altmışına yakın bir Prizren'li Türkiyeli turistlere camiyi anlatıyor. Tanışıyoruz. Turistler İstanbul’dan ama aslen Samsunlu. Namazı beklemeğe başlıyorum. Derken yanıma birisi oturuyor. Siz Bosna’dan gelen misafir olmalısınız. Benim adım Turan. Metin Hoca Tabura kadar gitti. Sizinle ilgilenmem için beni gönderdi, diye kendini tanıtıyor. 
Sinan Paşa Camii Prizren 
Namaz kıldıktan sonra Turan Bey ile birlikte hemen caminin karşısındaki kahveye oturup birer kahve söylüyoruz. Tevfik Bey’in yerine imamlık yapan Prizren Medresesi mezunu, Sinan Paşa Camisi Müezzini Amir Aliya da bizimle. Ona Üniversitemizi tanıtıyorum. Kapasitesine güveniyorsa, burslu okuyabileceğini söylüyorum. Anlaşılan fazla cesareti yok. Kahvelerimiz biterken Tevfik Bey’den telefon geliyor. Taburda işlerini bitirmişler. Onları az aşağıdaki kebapçıda, gölgeliklerin altına yerleşmiş buluyoruz. Bayrampaşa İlçesi Müftüsü, Bu 
Müftülükte çalışan Piriştine doğumlu “Arnavut Hoca”, Onlara eşlik eden Bayrampaşalı bir zat, Mitrovica Müftüsü Recep Luşta ve T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı Kosova Koordinatörü ve Sinan Paşa Camisi imamı M. Tevfik Yücesoy. 
Mitrovica Baş imamı bizim lisans sonrası programlarımızla ilgileniyor. Kendisini din sosyolojisi konusunda master ve doktora yapmaya davet ediyorum. Ücretini sorduğunda da senin için bedava diye cevaplıyorum. Gülüşüyoruz. 

Diyanet İşleri Başkanlığı Bayrampaşa ile Karadağ’ın başşehri Podgorica’yı kardeşşehir yapmış. 

Kafile Podgorica’ya hareket ederken biz de Emin Paşa Camisinin yolunu tutuyoruz. Tevfik Hoca öğle namazını kılarken biz de Sultan Murat Kız Kur’an Kursu’nda dinleniyoruz. Akşam burada bir sohbet yapacağız. Cami avlusuna inşa edilmiş Erkek Kur’an kursunda, kurs yöneticisi Ahmet Hoca ile tanışıyoruz. Onun ikram ettiği karpuzu yerken o, faaliyetlerini anlatıyor. 

İstanbul’da Süleyman Efendi Kursları’ndan yetişmiş, aynı usul üzere Belçika’da yirmi yıl öğrenci, hafız yetiştirmiş, o işi öğrencilerine devrederek Prizren’e yerleşmiş. 

Burada yıkılan köy camilerinin onarımı, köylerden öğrenci toplayıp bu kursta hafız yetiştirmek, Prizren Medresesinin öğrencilerine yurt sağlayıp akşam kurslarıyla derslerine yardımcı olmak gibi faaliyetleri var. İçinde oturduğumuz dört katlı kurs binasının son iki katını da kendi ve Belçika’daki öğrencilerinin katkısıyla tamamla mış. Kitap çalışmaları da var. Gayretli bir insan. Gece benim yatmama ayrılan odadaki koliler dolusu kitapla Anadolu’dan Kosova ya ilim Türkçe olarak 
taşınıyor. Büyük hizmet. 

Ahmet Hoca mütevazi tavrıyla buranın çocuklarına kelime-I şahadet öğretiyoruz diyor. Gerçekten medeniyet kimliği olarak Müslümanlığı benimsemiş bu coğrafya insanında, bilhassa köylerde cehalet bu boyutlarda. 
İkindi namazı için yeniden Sinan Paşaya gitmeye hazırlanırken Tevfik Hoca’dan Tika sorumlusu Metin Bey’i aramasını rica ediyorum. Namaz arkası yine caminin karşısındaki kahvelerden birinde Metin Bey ile tanışıyoruz. 
Metin Bey Prizren’in, genelde Kosova’nın yüksek öğrenim durumunu ve sorunlarını çok iyi özetledi. Bölgede Türkçe çok yaygın olduğu için lise mezunları Türkiye’nin bölge kontenjanlarından yararlanarak Türkiye üniversitelerine kolayca yerleşebiliyorlar. Eğitim ücretsiz olduğu gibi, Türkiye’de geçimlerini sağlayacak kadar burs da alıyorlar. 
Bölgede işsizlik oranı çok yüksek. Ailelerin pek azı çocuklarını para ödeyerek okutma imkanına sahip. Buna göre International University of Sarajevo daha bir sure bölgeden yüzde yüz burslu, yetenekli öğrenci Kabul etme politikasını sürdürmek zorunda. 
Saat yedi civarında Tevfik Bey’in ofisinden Kur’an Kursuna, akşamki sohbetten sonra dağıtılmak üzere, TC Diyanet İşlerinin hazırlattığı, çocuklara yönelik Türkçe kitaplar sevk edeceğiz. Metin Bey üç katlı evin en üst katında eşi ve Meryem adlı kızlarıyla oturuyor. Orta katta bir yandan internetten postama bakarken bir yandan da evden ikram edilen pasta ve meşrubatla ilgileniyorum. 
Kitaplar Turan Bey’in arabasıyla Kursa yollanırken ben de akşam namazı 
için Sinan Paşa’ya çıkıyorum. 

Akşam namazından sonra Emin Paşa camisi avlusundaki Kur’an Kursu’nun yolunu tutuyoruz. 
Kursun giriş katındaki sohbet salonu dolmuş. Tevfik Bey bir giriş yaparak sözü bana veriyor. 
Ben konuşmamı, gayrimüslimlerle karışık yaşayan Müslümanların problemlerine odaklıyorum. Müslümanlar için yakın yüzdelerle karışık yaşam teşvik edilmemiştir. Gayrimüslim çoğunluk içinde azınlık olan Müslümanlarin hicret etmesi gerekir. Ama burası bir zamanlar darül İslamdı. Yeniden darul islam olma umudu vardır diye kalmayı seçmişseniz, kendinizi ağır bir imtihanla da karşı karşıya getirmiş olursunuz. 
Aynı sosyal ortamı paylaştığınız gayrimüslimlerin inançlarını paylaşmanız gerekmez. 
Gayrimüslimlerle aranızdaki coğrafi sınırlar kalkmış olabilir, ancak kalplerinizdeki sınırlar asla kalkmamalıdır. Gayrimüslimlerle ilişkilerimiz, Kur’ani çerçevede olmalıdır. 
İçinde yaşadığınız devletlerden şu üç hakkı muhakkak talep etmelisiniz: 
1. İnancınızı bütün kurumlarıyla bir başınıza, ya da toplu olarak yaşamak hakkı. 
2. Çocuklarınızı kendi inançlarınıza ve medeniyet kimliğinize uygun olarak eğitme hakkı. 
3. Nikah, boşanma, miras ve benzeri hukuki meselelerinizi İslam Şeriatına uygun olarak halledebilmeniz için alternatif İslam hukuku ve şeriat mahkemeleri. 
Osmanlı Millet Sistemi ile, karşılıkları İmparatorluk içinde yaşayan bütün gayrimüslimlere tanınmış olan bu hakları muhakkak bizi yöneten devletlerden talep etmeliyiz. 

Daha sonra coğrafi sınırlar kalktıktan sonra kalplerdeki sınırları muhafaza edemeyen Bosnalı Müslümanların başına gelenleri, 1992-1995 Bosna harbinin sahnelerini anlatıyorum. İyi bir örnek oluşturuyor. 
Konuşmamın son kısmında bütün Balkanlarda Osmanlı mirası İslam Medeniyetinin yenden doğuş sürecine girdiğini, Üniversitemizin, Diyanet Teşkilatımızın, Tika’nın ve diğer bütün hizmet kurumlarının burada bu doğuma şahitlik ve ebelik etmek için bulunduklarını hatırlatıyorum. 

Toplantı çok etkili bir hava içinde sonuçlanıyor. 

Bu arada yatsı namazı okunduğu için Emin Paşa camiine geçiyoruz. Caminin Şam’da on dört yıl eğitim almış hafız hocası güzel sesiyle okuduğu ayetlerle namazı kıldırıyor. 
Namazdan sonra Kur’an Kursu’nda bana ayrılan odaya geçiyorum. Kurs öğrencilerinden biri, tepsi içinde peynir-ekmek, bisküvi ve meşrubat getiriyor. Uyumayacaksam Ahmet Hocanın beni ziyaret etmek istediğini söylüyor. Buyursun diyorum. 
Gece on bire doğru Ahmet Hoca geliyor. Kitap yazmakla meşgul olduğu için aşağıdaki sohbete katılamamış. Bence o insanlarla karşımda aynı hizada durmak istemedi. Ama neyse.. Geç vakte kadar hizmetleri anlatıyor. Allah razı olsun çok gayretli bir insan. Kelime-I Şahadet öğretmekten hafız yetiştirmeye kadar Süleyman Efendinin şanına layık bir yöntemle her türlü öğretim hizmetine 
koşuyor. Köy camilerini onartıyor, köylerden öğrenci topluyor. Veda ettiğinde saat yarımı biraz geçmiş.. 

Sabah namazına yine Emin Paşa Camiine iniyorum. Namazdan sonra pek yatamıyorum. 
Yol hatıralarımı toparlıyorum. Saat yediye doğru aşağı inip Tevfik Bey’i bekleyeceğim. Prizren’de Emin Paşa Camisi yanında Murat Paşa Hamamı 
Cami şadırvanında Abdest tazelemeyi bitiriyordum ki, Tevfik hoca cami kapısından girdi. Turan Beyi de alıp birlikte kahvaltı edeceğiz. Tevfik Bey bir pastane ismi söyledi. Turan Bey bu fikri fazla beğenmedi ama yine de gittik. Burada sadece birer kahve içebildik. Pastane çok güzel bir yerde. 

Savaştan sonra buranın sahibi, tapuyu üç kopya yaptırarak burayı üç kişiye ayrı ayrı kelepir fiyatına satmış. Sonra bunlardan biri diğer ikisinin paralarını ödeyerek yere sahip olduğunda fiyat da yerini bulmuş. 
Tevfik ile burada vedalaşıyoruz. O uğraşlarına dönerken biz de Turan Bey’in yazmacı dükkanına yöneliyoruz. Bu arada bazılarının başında gördüğüm yarım yumurta kabuğu biçimindeki keçe Arnavut külahlarından satın almak istediğimi söylüyorum. Turan Bey, komşumda var diyor. Külah beş Euro. Turan Beyin yanında para ödemek imkansız. 

Oradan çıkıp bir Boşnak börekçiye giriyoruz bir yandan ısmarladığımız “sirnice” peynirli böreği yerken bir yandan da Turan Bey’in Saraybosna’da 1972’de yaptığı askerliğin anılarını dinliyorum. 

Yugoslav Halk Ordusu’nu Sırp ordusunu dönüştürme çalışmaları daha Tito’nun sağlığında başlamış ve hız kazanmış. 

Saat dokuza yaklaşırken Üsküp otobüsünü karşılamak için caddeye çıkıyoruz. Priştina, Belgrad otobüslerinden sonra Üsküp otobüsü görünüyor. 
Otobüs yarı dolu. 
Prizren-Üsküp sadece dokuz Euro. 
Üsküp yolunda telefon defterimi çıkarıp arkadaşlarım Süleyman Baki ve Kenan Mazlami’ye gelmekte olduğumu haber veriyorum. Kenan Mazlami’den Üsküp’teki kardeş üniversitemiz 
International Balkan University’nin hangi camiye yakın olduğunu soruyorum. Mustafa Paşa Camisi’ne yakınmış. Süleyman Baki’ye Mustafa Paşa Camisinde öğle namazında buluşalım diyorum. Süleyman Baki, caminin restorasyonda olduğunu, ancak yine de orada buluşabileceğimizi söylüyor. 

Mustafa Paşa Camii Üsküp 

Bu arada üniversitemizde okumak isteyen … Süleyman’ın babası Abdürrahman Süleyman Hoca’ya da geldiğimi haber veriyorum. Abdurrahman Hocanın cenazesi varmış. Karşılayamadığı için özür diliyor. Bize daha sonra mülaki olacak. 
On ikiyi biraz geçerken Üsküp’e giriyoruz. Üsküp otokarı yenilenmiş. Buradan bakınca Mustafa Paşa Camisinin yerini kestirmek zor. Bir çok kişiye soruyorum. Müslüman olmadığını sandığım bir gencin tavrı çok dikkatimi çekiyor. Mustafa Paşa Camisi.. Türkçe söylenmiş bu kelimeleri duymamış gibi yapıyor. Basıp gidiyor. 

En iyi tarifi Müslüman işportacılardan ve okumuş bir Mekadon Hıristiyandan aldığımı söyleyebilirim. Öğle ezanı okunurken ben de Türkçe konuşulan tanıdık Üsküp çarşısındayım. Mustafa Paşa camisine tırmandığımda Süleyman Baki’yi bekler buluyorum. Birlikte yakındaki Murat Paşa Camisine inip öğle namazımızı kılıyoruz. İsa Bey Camii Üsküp Türkçe eserler yayınlamakla ünlü Logo yayın evinin genel müdürü Adnan İsmaili Bey’in bütün çalışanları ile tatile çıktığını öğreniyorum Cami çıkışında International Balkan University’nin yolunu tutuyoruz. Fazla uzak değil. sarıya boyanmış binanın Osmanlıca isim taşına işaret ediyorum. Süleyman, Sultan Abdülhamid zamanında telgrafhane olarak yapılmış diyor. Bu ve yanındaki bina belediye tarafından üniversiteye tahsis edilmiş. 

Rektör Yardımcısı, altmış iki yaşında, benden daha genç, kimya profesörü Prof. Dr. Abdurauf Pruthi bizi karşılıyor. Bu arada Süleyman Baki’ye Gostivar’daki öğrenci velileriyle görüşmek istediğimi söylüyorum. Gostivar Üsküp’e 70 kilometre kadar. Ancak akşamdan gidip gelmek için araba lazım. Süleyman Gostivar’daki öğrencimiz, ortalaması dört üzerinden bire düştüğü için maalesef bursunu kaybeden Bülent Ademi’yi aradı. Onlardan araba istedi. Sonradan pek iyi 
yapmadığımızı anladım ama ne yapalım. Bülent komşularından birine rica etmiş onunla birlikte gelip beni alacaklar. 

International Balkan University’nin Mütevelli Heyeti Başkanı, T.C. Kültür Bakanlığı 
müsteşarlarından değerli Balkanlar uzmanı Prof. Dr. Mustafa İsen. 

Prof. Dr. Mustafa İsen International Balkan University’nin Mütevelli Heyeti Başkanı, T.C. Kültür Bakanlığı müsteşarlarından International Balkan University’nin genel sekreteri genç bir ekonomist. Besim Şabani. Babası Piriştina’da estetik cerrah Besim çok gayretli bir genç. Bizim genel sekreterden öğreneceği çok şey var. Yardımlaşma konusunda anlaşıyoruz. 

Alaca Cami, Üsküp 

Onları beklerken Abdurrahim Süleyman Hoca geldi. Oğlu Tahsin Süleyman Üsküp’te ilk öğrenimi bitirdikten sonra İstanbul’a İsmailağa’ya hafızlığa gitmiş. Üç sene içinde hem hafızlığı ve hem de dışarıdan liseyi bitirmiş. Şimdi bizde okumak istiyormuş. Mütevelli heyet başkanımız Prof. DR. Nevzat Kor’un da olurunu almış. Bizim de iki Mekadonya yüzde yüz bursumuza bu yıl başka başvuru yor. Hocaya zorlukları anlatıyorum. O, almak istemediğimize yorarak durmadan çocuğun 
yeteneklerini ve Nevzat Hocamızın burs vermeyi kabul ettiğini tekrarlıyor. 
Bir başvuru formu dolduruyoruz. 
Süleyman Baki bu akşam Üsküp esnafından bir gurupla haftalık sohbetini eski Saray Camii civarındaki yazlıklarda yapacak. Yetişebilirsem katılıp, esnafla konuşmak istediğimi söylüyorum. 
Kendisi ilahiyatı Türkiye’de bitirmiş ve Ensar adlı sivil toplum kuruluşunun başkanı. Açtıkları yurtla International Balkan University’nin öğrencilerine hizmet veriyor. Teyze oğlu Abdülkerim Hebibi’yi de Priştina'dan getirip yurdun yöneticisi yapmış. 
Taşköprü, Üsküp. Yıkık kitabesi bir türlü yerine konamadı Derken Bülent Ademi komşusuyla geliyor. Gostivar yolundayız. Aslında seksen binlik Gostivar’a 
çok yakın bir köyde oturuyorlar, Zdunje (Zdunye- osmanli doneminde Izdunya). Bülent’in babasının çalıştığı marketin karşısındaki kahveye oturuyoruz. Derken babası geliyor. Bu markette aylığı 170 euroya çalışıyorlarmış. Bursunu kaybeden oğlunu kendi parasıyla okutması imkansızmış. Gerçekten de öyle.. 
Aynı köyden öğrencimiz Enes Neziri de bursunu kaybetmek üzere. Hesabı yarıyıl sonunda görülecek. Ancak onun akrabalarından yardım alması mümkünmüş. Kendisi şu anda Türkiye’deymiş. Babası da köyde olmadığından onlarla konuşamadık. Biz kahvedeyken bu iki öğrenciyi Süleyman Baki ile tanıştıran Köy İmamı Muharrem Yahya geldi. Evine davet etti. Hem ikindi namazı kılmak ve hem de yakınlığımızı artırmak için daveti Kabul ettim. İkindi namazımı kıldıktan sonra ikram edilen yemeğe hayır demiyorum. Yüksek lisansını Türkiye’de yapmış. Ona doktora konusu olarak Osmanlı millet sistemi ve postmodern çağa tekabülü konusunu öneriyorum. Bir belge getiriyor. Bu belgeye göre Osmanlıİmparatorluğu 
bölgeyi Sırplara bırakırken bir anlaşmayla bırakıyor. 

Bu anlaşmaya göre Müslümanlar için, Osmanlı Millet sisteminin gayrimüslimlere verdiği bütün haklar garanti altına alınıyor. Çok önemli bir belge. Muharrem Hoca’dan bu belgeyi taratarak e-posta yoluyla göndermesini rica ediyorum. 
Gostivar’da akşam vakti Beni arabasıyla kırk kilometre uzaktaki Kalkandelen’e (Tetovo) götürmeyi teklif ediyor. Başka çarem de yok zaten. Yolda Kenan Mazlami’yi arayarak durumu haber vermesini rica ediyorum. 

Mazlami bizi Kalkandelen girişinde karşılayıp beni arabasına alıyor. Bülent Ademi ve Muharrem Hocayla vedalaşıyoruz. Kenan Mazlami biraz keyifsiz. Nedenini bu dar zamanda anlamak mümkün değil. Esnaf toplantısına birlikte gitmeyi teklif ediyorum. Oruçluymuş. Akşam çok yakın. Beni arabasıyla SDA Hakyol partisi elemanlarından Ali’ye emanet ediyor. Kenan Beyi evine bırakıp, Üsküp yoluna yeniden düşüyoruz. 

Kalkandelen (Tetovo) 

Biz saray camiine ulaştığımızda cemaati tespih duasında yakalıyoruz. Caminin kırk yıllık yaşlı imamı çok iltifat ediyor. Namazdan sonra Süleyman’ın arabasına geçiyoruz. Dar yollardan Üsküp bilgisayar hocalarından birinin yazlığına misafir oluyoruz. 
Süleyman Baki, girmekte olduğumuz üç ayların fazileti üzerine bir konuşma yaptıktan sonra sözü bana bırakıyor. Mekadonya Müslümanları olarak Mekadon yönetiminden taleplerimiz ne olmalıdır? 

Sorusunun yanıtını arıyorum konuşmamda. Osmanlı millet sistemini özetledikten sonra Prizren konuşmamda bahsettiğim üç temel hak üzerinde duruyorum. 
İslam anlayışımızın son yüzyılda önemli ölçüde sekülerleştiğinden bahisle, bize inancımızı tüm kurumlarıyla yaşama hakkı verilse bile, ne isteyeceğimizi bilemeyecek durumda olduğumuzu hatırlatıyorum ve bizim meşhur efe fıkrasını anlatıyorum. 
Harabati Baba Bektaşi tekkesi, Kalkandelen (Tetovo) Yunan işgali zamanında Yunan işgalinin Anadolu insanına verdiği eziyetin bir bölümünü de paramiliter Müslüman organizasyonları olan efeler ve kızanlarından yerli Rumlar çekiyor. Efeler Rum köylerini talan ediyor. Önüne gelen Rumu öldürüyor. Ama öldürmeden önce hiç olmazsa İslam’a davet ediyor. İslam olursa bırakacak. 

Yine bir gün kızanlardan biri dağda Rum kovalıyor ve yakalıyor. Yatırıp bıçağı boğazına dayıyor. 
_ İslam ol len. Rum korkmuş, telaşla soruyor. 
_Ne diyem de İslam olam efem? Bu sefer şaşırma sırası kızana geliyor. 
_Ne bilem ben len… 
Post modern çağın bütün medeniyetlere ve kültür guruplarına getirdiği bu özgürlükleri yönetimlerden talep edebilmek için, önce o medeniyet ve kültürlerin yaşam sistemlerini bilmek gerekmez mi? 

Konuşma buraya gelince fıkıh ilminin yaşamımızın her aksiyonuna hüküm getiren genişliğini anlatıyor ve Süleyman Baki hoca gibi bir önderleri olduğu için bahtlı olduklarını söylüyorum. Bir örnek olmak üzere bu gün sakınmakta en çok güçlük çektiğimiz iki kebairi konuşuyorum. Zina ve faiz. Zinanın bir en kaba şekli vardır. Elhamdülillah bundan hepimiz uzağız. Ancak bir de diğer şubeleri vardır ki her gün sokakta, evde televizyon karşısında tehlike içindeyiz. Çare olarak Nakşilerin “Nazar ber kadem”, gözler ayak ucunda yürümek ilkesini hatırlatıyorum ve televizyonlar kapı önüne diyorum. 

Faiz konusu tabii daha sarsıcı. Bir genç evsiz birinin konut kredisi ile ev sahibi olmasının, sonra kira öder gibi geri ödemesinin neresinin yanlış olduğunu anlayamadığını söylüyor. Krediyi faiziyle birlikte geri ödemenin asla kira ödemeye benzemeyeceğini anlatmak kolay değil. Bu arada Hayreddin Karaman hocanın “zaruret” sebebini öne çıkararak konut kredisine verdiği fetva ortaya geliyor. Allah ona da bize de selamet versin. Önce fıkıhta haramları helal kılan “zaruret” 
kavramını bu insanlara anlatmak gerekmez miydi? 

Toplantıya avukat arkadaşıyla birlikte geç katılan ayakkabı yan sanayii işinde çalışan İstanbullu Ahmet, babasının Fatihteki küçük berber dükkanında makasın ucundan üç çocuğuna birer daire parası kazanmayı kanaatkarlığı ve faize bulaşmaması sayesinde başardığını anlatıyor. 

Konu, Müslümanların kendi fakirlerine karşı görevlerinin anlatılmasıyla tatlı bir şekilde bitiyor. 

Konu Mekadonya Müslümanlarının eğitimsizliği ve Üsküp’ün Hıristiyan ve Müslüman mahalleleri arasındaki zenginlik farkına geliyor. Üsküp liselerinden birinde bilgisayar öğretmeni olan ev sahibimiz Müslümanların sosyalist dönemde eğitim kurumlarından uzak kaldıklarını, bütün eğitim olanaklarından Hıristiyanların yararlandıklarını, zenginleşerek ülke yönetimi,ne egemen olduklarını, bu gün bir Hıristiyan evindeki üç kişiden ikisi iş sahibiyken, on Müslüman’dan sadece birinin iş sahibi olduğunu anlatıyor. Çocuklarımızı okutmalı, okula giden çocuklarımızın başarılarıyla ilgilenmeliyiz diyor. Ben de televizyon evden dışarı, bilgisayar içeri diye tamamlıyorum. 

Bu arada Ali Bey yeniden arıyor, beni almaya geliyor. Bu esnaf topluluğuna kırk yıllık arkadaşlarımmış gibi veda edip, Kenan Mazlami Beyin Kalkandelen’de misafirhane olarak tahsis ettiği daireye doğru yola çıkıyoruz. İki sene önce yine bu dairede misafir edildiğimde Kenan Bey ile birlikte gelmiştik. Burada banyo da yapabilirsiniz diye banyoyu gösterdiğinde, termosifonun elektriğe bağlanmadığını görmüştük. Ben o gece soğuk suyla şöyle böyle yıkanabilmiş, bunu da hatıraları ma yazmıştım. Bu hatıraları Kenan Beye de göndermiştim. Sonra İngilizce dil Okulu Müdürümüz İdris Esen Bey Üsküp’e gittiğinde bunu gülerek ona anlatmış. 
O da hoca her şeyi yazar diye cevap vermiş. 

Bu sefer de Ali Bey termosifonun düğmesine bastı, burada yıkanabilirsiniz dedi. 
O gittikten sonra baktım ki, duş kabininin kapısı kırık. Düzeltmeye çalıştım olmadı. O şekilde yıkansam, etrafa su basacak. Termosifonu söndürdüm. Yatsı namazımı kıldığımda saat bir olmuştu. Yorgunluktan uyuya kalmışım. 

Dört buçukta sabah namazı için kalktığımda ortalık biraz serinlemişti. Caddeye bakan pencereyi biraz aralayıp dışarının taze havasını kokladım. Kenan Bey beni buradan saat altıda aldıracaktı. 
Uçağım sekizde idi ve havaalanı bir saat mesafedeydi. Kalan zamanda yol notlarımı tamamladım. 
Saat altıda Kenan Beyin büyük oğlu ile, bir genç arkadaşı geldiler. Genç arkadaşının karayollarında çalışan bir akrabası varmış. Ona bir serbest kartı çıkarmışlar otoyolda ikide bir durdurup para isteyen sistemden onun sayesinde kurtuluyorduk. Kartın üzerinde verilme nedeni olarak “işbirlikçi” yazmışlardı. Mekadonca kelime tercüme edilince gülüştük. Kenan Beyin oğlu bu sene Kalkandelen Türk Kolejini bitirdi. Ortadoğu Teknik Üniversitesinden kabul bekliyor.
Almanya’da bir Amerikan Üniversitesi de tam burs vermiş. Çıkarsa ODTÜ’yü tercih edecek. Bizim üniversitede de tam bursunun hazır olduğunu hatırlatıyorum. 
Hava alanına on kilometre kalıncaya kadar hava alanı hakkında hiç bir yol işareti görmedik. İlk levhayı görmüştük ki otoyolda bir köpek. Öteki şeritteki kamyondan kurtulayım derken, bizim arabaya yaklaştı. Geriye baktığımda ayağı kırılmıştı. Dönüp yardım edemediğim için içim burkularak hava alanına geldik. 
Uçak, Üsküp üzerinde bir tur atarak kuzeye yöneldiğinde, bir saat sonra Saraybosna’da olacağımı düşünüp, iki sene önce aynı yolculuğu otobüsle ancak 18 saatte tamamladığımı hatırladım. 
Seyahatım çok dolu geçmişti. Ancak samimi arkadaşım Kenan Mazlami ile ancak ayaküstü görüşebildiğimi hatırlayıp üzüldüm. Oysa onunla da Mekadonya Müslümanlarının politikadaki etkinlikleri üzerine konuşacağımız pek çok şey vardı. Belki Kenan Beyin bilmediğim bir üzüntüsü, onu çevresiyle fazla ilgilenemeyecek kadar meşgul ediyordu. Onu da paylaşmak isterdim. 

Yarınlar İçin Düşünce 
Yıl 3, Sayı:26 
Aralık 2007. 



***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder