28 Aralık 2020 Pazartesi

ÇÖZÜMSÜZLÜĞÜ DERİNLEŞTİRİP SÖMÜRÜYÜ HALKLARIN KADERİ YAPMAK

ÇÖZÜMSÜZLÜĞÜ DERİNLEŞTİRİP SÖMÜRÜYÜ HALKLARIN KADERİ YAPMAK



Feyzi Çelik ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN Barzani'nin KBY'nin sınırlarını ve iç güvenliğini sağlayamadığı, IŞİD saldırılarıyla birlikte görüldü. Aslında Irak Kürdistan'ında Barzani'nin yıldızının yükselişi enerjisini daha çok ABD'nin Irak'ta varlığıyla at başı gidiyordu. ABD, Irak'ta bulunduğu müddetçe Barzani, ABD'nin varlığından aldığı güvenle, Irak'taki genel politikaya kayıtsız kalıyordu. Bunlardan en önemlisi sürekli ertelenen "Kerkük'ün statüsüydü". ABD varken, Kerkük'ün statüsünün belirlenmesi daha kolaydı. ABD'nin gitmesiyle birlikte, Barzani'de güvenlik kaygısı oluşmaya başladı. 2003'teki "tezkere krizi" ile kendisini Irak'taki yeni dönemin dışında bulunan Türkiye bu durumu fırsata çevirmek için, Irak Kürdistan'ı ile ilişkiler geliştirmeye başladı. ABD'nin Irak'ta geride bıraktığı boşluğu dolduracağı konusunda adımlar attı. Başlangıçta ABD'de de buna sıcak bakıyordu. Bunun nedeni, ABD'nin Irak'taki boşluğun İran tarafından doldurulabileceği konusundaki kaygıydı. Arabistan'daki rejimler, petrolden elde ettikleri gelirleriyle kendilerine bağımlı maaşlı bir halk yaratmış durumdadırlar. Üretime katılımı az veya hiç olmayan bu maaşlıların kaderi de önce kendi rejimlerine sonra ise küresel kapitalizme bağlıdır. Bu nedenle Arabistan yarım adasındaki rejimlerin kendi dinamikleriyle(Arap baharı vs) yıkılması kolay değildir. Esas gelişimini, Cihat ideolojisinden alanlar dünyanın her yerinde örgütlenerek buraya akın ediyorlar. 1960'lı yıllarda Filistin ve Güney Amerika'ya akın eden Enternasyonal Devrimcilerin akınına benzer bir durumla karşı karşıyayız. Güçlü İslami ideolojik yapıya sahip bu örgütlemenin devamlılığı Batı için büyük bir tehlikedir. Batı, kendisine göre bu tehlikeyi kendisinden uzak bölgelere savurtması, tehlikeden uzak olduğu anlamına gelmez.
ABD, tehlikenin boyutunu James Foley'in infaz görüntüleriyle gördü. İki yıl önce Libya'da üç diplomatının linçle öldürülmesinden sonra Foley'in görüntüleri, 11 Eylül 2001'i gözler önüne getirdi. Afganistan ve Irak işgali hiçbir şeyi değiştirmemişti. El Qaide'nin Ortadoğu versiyonu, petrol bölgesi Musul'u kontrol ediyor, siyasi mesaj vererek hilafet ilan etmişti. Bağdat'a doğru ilerlemesi beklenirken, gözünü, Kürt-Dubai'si olan Erbil'e dikmişti. Barzani ve Erbil'in kendisini Batı'nın Ortadoğu anlayışına uygun bir şekilde "petrol şeyhi" konumunda görünüşüyle birlikte, Batı'nın ona bakışının tersi bir şekilde kendisini Türkiye/AKP ile ilişkilendirmesi onun en büyük açmazıydı. Batı'nın temel amacı, Türkiye dâhil tüm İslam toplulukları bir aktör olarak değil de, figür olarak görmüş olmasıdır. Figürlükten aktörlüğe tevessül eden emellerin Saddam'dan Kaddafi'ye kadar neyle sonuçlandığının örnekleri göz önündedir.
Dünya büyük bir hapishane, Türkiye bu hapishanede bir hapishane. Buradaki yaşamımız böyle işte. Sürecin umudunu bizim için yaşatanlardan biri de hapishanenin en derininde günlerini doldururken bu umudu canlı tutabilmek için en azından “bağırsakları elde dolaşmak zorunda bırakılan” tutsaklardan birinin dahi serbest bırakılamamasının üzüntüsü içinde, her iki taraf için önemli gelişmeler olabileceğinin umudunu o karanlık demirden ve de betondan yapılma mezarından bize fısıldamaya devam etmektedir. Bakıyorum ne mevsimler ne yıllar ne başbakanlar geçti. Hep umudu canlı tutmakta. On yıl önce, beş yıl önce, Habur’u Oslo’su derken, çözümün çemberini hep yüksekte tutan “oradakinden” başkası olmadı. Yıllar onu da yalarcasına yutarken, yaşlılığın getirmiş olduğu umutlu olmaktan çok umutlu olabilme ihtimalini yaşarken görebilmenin kendisini yaşatırken, geride bıraktıklarında bıraktığı beklenti tüketime yol açtıkça ve de kendi çözüm gücünü de onun sırtına yükledikçe, yükü taşıyan değil de yükün taşıdığı biri haline gelmektedir. Bu da hem yükü hem de yükü taşıyanı ağırlaştırır.
Batı'nın en önemli özelliği, kendi egemenliğini tartışma dışında bırakmasıdır. Bu da ona sınırsız bir öz güven vererek yasa dışı örgütler dâhil olmak üzere her kesimle görüşmenin yolunu açmaktadır. Soruna araçsal olarak bakıldığı için, El Qaide veya IŞİD'le ilişki geliştirmesi veya bunların kendi tanıtım ve propagandalarına da alan açmakta beis görmez. Son olarak ABD'li iki gazetecinin infaz görüntülerinin yayılmasında, ABD'nin etkisi dikkate alınmalıdır. Belki, El Qaide/IŞİD ABD için en önemli düşman olarak görülür ancak bu düşmanlık durum ABD'nin bu örgütleri, başkasına karşı kamçı olarak kullanmasına engel değildir. Bunun en önemli örneği, Ukrayna nedeniyle ABD/AB/NATO ile Rusya arasındaki gerilimde kendisini gösterdi. ABD'nin havadan müdahalesiyle Irak'ta gerileme içine girin IŞİD, bir anda hedefine Rusya'yı koydu. Çeçenistan üzerinden, Kafkasya'yı Rusya'dan ayıracağı söylemini dile getirmeye başladı.

NATO'nun da Kırım'daki Tatar/Müslümanları gündeme getirdiği dikkate alındığında, IŞİD kamçısın etkisinin Ortadoğu'da görülmesinden sonra IŞİD'in bundan sonraki yönü Rusya'ya yönelik olacaktır. İşin esasına bakılacak olursa, NATO ve ABD, bunu NATO'nun Irak ve Suriye'de IŞİD'e kara operasyonu dahil, her türlü müdahaleyi yapmak için Rusya'yı ikna etmek, onun desteğini almak için yapmaktadır. Başka bir deyişle ABD, Rusya'ya "IŞİD'le mücadelede bana yardım etmezsen, Rusya'yı karıştırırım, Soçi'de yapılacak olimpiyatları yapamaz duruma getirirm" demek istiyor. Rusya, Kırım'daki kazanımını ve diğer avantajlarını korumak için ABD'nin IŞİD'e yönelik müdahalesine destek verecektir. Buna benzer bir durum, 2001'deki ABD'nin Afganistan'da oldu. Rusya'nın dolayısıyla İran'ın desteği alındıktan sonra, Türkiye'nin etkisi neredeyse sıfıra iner. IŞİD, karşısında 2001'deki Afganistan'daki Taliban'a müdahalede nasıl ki, Pakistan etkisiz kaldıysa Türkiye de etkisiz kalacaktır. Nasıl ki, Türkiye'nin IŞİD'e desteği varsa, bu desteğin bir benzeri Pakistan ile Taliban arasında da vardı. Pakistan'ın, ABD'nin Taliban'a müdahalesine destek vermeyişinin en önemli nedeni de tıpkı, Türkiye'nin IŞİD'le ilişkisine olan benzerliğinden dolayıydı. Bu da Türkiye'yi Pakistanlaştırabilir. IŞİD, Türkiye'yi eylem alanı haline getirebilir. Türkiye'nin Batı ile ilişkileri, Türkiye'nin NATO'nun önemli müttefiklerinden biri oluşu nedeniyle, Türkiye siyasi olarak ya daha fazla karışacak(askeri darbe dahil) ya da Pakistanlaşmamak adına NATO şemsiyesinde oluşacak "çekirdek gücün" içinde yer alacaktır. Her ne kadar, bunun tersi propagandalar olsa da bu gerçeği gizlemeye yönelik bir manipülasyon olmaktan öteye gitmeyecektir. ABD, kendisini sokmak için yanına yaklaşan yılanı boğazından tutarak, başkalarını yola getirmek için büyük bir olanağa sahip gibi görünse bile egemenci bakış açısı sürdüğü müddetçe, hiç kimse nereden çıkacağı belli olmayacak "ejderhalara" engel olmayacaktır. ABD'nin IŞİD'e müdahalesinde, en kritik noktalardan biri de ABD'nin 2001'deki Afganistan'daki "kuzey ittifakı" rolünün kimin üstleneceğidir. Bu rolün Kürtlere verildiği açıktır. Zaten, IŞİD'in Kürdistan'a saldırısının zeminin yaratılma sürecindeki ABD'nin sessizliği de buna katkı sunmuştur. Bağımsız devlet ilanının en yüksek perdeden konuşulduğu bir anda "güvenlik vahası" Erbil, bir anda IŞİD'in vahşi nefesini ensesinde hissetmiştir. Bu da KBY'ni, yeni kararlar almaya zorlamıştır. Türkiye'ye güvenip de ABD'nin karşı çıkışına direnilmeyeceği gerçeğiyle yüz yüze bırakmıştır. Bunun en önemli nedeni, KBY'nin elindeki imkânları, Parçalanmış Kürdistan için kullanmaktan kaçışıydı. Elde ettiği imkanları, kendi halkını üretimden koparıp, devletten maaş dillenen memur konumuna getirmek için kullanmıştır. Kuzey ittifakı adıyla, ABD'nin yanında yer alanlar, Taliban'ın yıkılışını kolaylaştırdılar ancak bu Kuzey İttifakında yer alanlara yaramadı. Yeni oluşan Afganistan yönetiminde yer almalarını sağlayamadı. İşin en ilginç yanı da Afganistan hiçbir zaman rahat yüzü görmedi. O nedenle, "ABD gelecek, her şey düzelecek" diye bir şey olamaz. Tersine ABD'nin gelişi, savaş ve kargaşayı daha fazla alevlendirecektir. Türkler, Araplar, Farslar, Kürtler, demokratik eşitlik ve gerçek özgürlük temelinde birbirinden uzak düştükçe, Batı'nın acı reçetelerinin tedavi edici değil de öldürücü olduğunu görmek için daha neyi bekliyoruz. Kendimizi kanatıp, kanımızla ekmeği katık etmek, kanımıza da ekmeğimize yazık değil mi? Kaderimiz neden, Galler diye bir yerde çiziliyor. O uçaklardan atılan yiyeceğe de bombaya da ihtiyacımız yoktur. Ah içimizdeki sömürgecilik. Yaşasaydı Frantz Fanon, o ilk kurşunu içimize sıkmadığını görseydi, o kurşunu o bize sıkmak zorunda kalacaktı. ***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder