DOĞU AKDENİZ DE ENERJİ KEŞİFLERİ VE TÜRKİYE, BÖLÜM 1
BİLGE ADAMLAR KURULU RAPORU
RAPOR NO: 59
ARALIK 2013
BİLGESAM YAYINLARI RAPOR NO: 59
Kütüphane Katalog Bilgileri:
Yayın Adı: Doğu Akdeniz'de Enerji Keşifleri ve Türkiye
Yazarlar: Doç. Dr. Atilla SANDIKLI, Türkan BUDAK, Bekir ÜNAL
ISBN: 978-605-86097-6-1
Sayfa Sayısı: 80
Grafik Tasarım: Sertaç DURMAZ
Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi
Wise Men Center For Strategic Studies
Mecidiyeköy Yolu Caddesi No:10
Celil Ağa İş Merkezi Kat:9 Daire:36
Mecidiyeköy / İstanbul / Türkiye
Tel: +90 212 217 65 91 Faks: +90 212 217 65 93
www.bilgesam.org
bilgesam@bilgesam.org
YAYINLARI
Atatürk Bulvarı Havuzlu Sok. No:4/6
A.Ayrancı / Çankaya / Ankara / Türkiye
Tel : +90 312 425 32 90 Faks: +90 312 425 32 90
Copyright © BİLGESAM HAZİRAN 2013
Bu yayının tüm hakları saklıdır. Yayın Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin izni olmadan elektronik veya mekanik yollarla çoğaltılamaz.
BİLGE ADAMLAR KURULU Başkan
Salim DERVİŞOĞLU (E. Oramiral)
Başkan Yardımcıları
İlter TÜRKMEN (E. Bakan/Büyükelçi)
Sami SELÇUK (Prof. Dr. / Yargıtay Onursal Başkanı)
Kurul Üyeleri
Kutlu AKTAŞ (E. Bakan/Vali)
Özdem SANBERK (E. Büyükelçi)
Sönmez KÖKSAL (E. Büyükelçi)
Güner ÖZTEK (E. Büyükelçi)
Necdet Yılmaz TİMUR (E. Orgeneral)
Oktar ATAMAN (E. Orgeneral)
Sabahattin ERGİN (E. Koramiral)
Nur VERGİN (Prof. Dr.)
Orhan GÜVENEN (Prof. Dr.)
Ali KARAOSMANOĞLU (Prof. Dr.)
İlter TURAN (Prof. Dr.)
Çelik KURTOĞLU (Prof. Dr.)
Ersin ONULDURAN (Prof. Dr.) .................... (E. Büyükelçi)
Doğu Akdeniz’de Enerji Keşifleri ve Türkiye
1 SUNUŞ
Doğu Akdeniz’de yakın dönemde gerçekleşen enerji keşifleri bölgenin petrol ve doğalgaz bakımından zengin kaynaklara sahip olduğunu göstermiştir.
Bu durum Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon yataklarının paylaşımı sorununu da beraberinde getirmiştir. Bölgedeki kaynakların adil bir şekilde paylaşılması ile ilgili problemler Türkiye ve uluslararası kamuoyunda yoğun bir şekilde tartışılmaktadır. Bu tartışmalar bölgedeki gelişmelerin siyasi, ekonomik, askeri, hukuki ve enerji boyutları ile kapsamlı bir şekilde ele alınmasını gerekli kılmaktadır.
Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi (BİLGESAM), Doğu Akdeniz’deki gelişmelere ve bu gelişmelerin bölgesel-küresel etkilerine yönelik öngörülerde bulunarak karar mercilerine milli menfaatler doğrultusunda gerçekçi çözüm önerileri ve karar seçenekleri sunmak amacıyla “Doğu Akdeniz’de Enerji Keşifleri ve Türkiye” raporunu yayımlamaktadır. BİLGESAM Başkanı Doç. Dr. Atilla Sandıklı ve araştırma asistanları Türkan Budak ve Bekir Ünal tarafından hazırlanan rapor 15 Kasım 2013 tarihinde icra edilen 18. Bilge Adamlar Kurulu toplantısında değerlendirilmiştir. Rapor, Kurul üyelerinin görüş ve önerileri doğrultusunda geliştirilmiş ve yayıma hazırlanmıştır.
“Doğu Akdeniz’de Enerji Keşifleri ve Türkiye” raporu, bölgede var olduğu düşünülen enerji kaynakları ile ilgili mevcut durumu tespit edip muhtemel sorunları ortaya koymak ve bu konuda Türkiye kamuoyunda bir farkındalığın oluşmasını sağlamak amacı ile hazırlanmıştır. Çalışma, Doğu Akdeniz havzasında keşfedilen enerji kaynaklarının neden olduğu sorunları ekonomi, hukuk, politika, enerji ve güvenlik perspektifinden ele almakta, Türkiye’nin izlemesi gereken bazı alternatif politika önerileri sunmaktadır.
Raporun karar mercilerine, akademisyenlere ve ilgili kurum, kuruluş ve kişilere faydalı olmasını temenni eder, raporu birlikte hazırladığımız Türkan Budak ve Bekir Ünal’a, rapora değerli görüş ve önerileriyle önemli katkı sağlayan, raporun geliştirilmesi için kıymetli zamanlarını sarf eden başta (E) Oramiral Salim Dervişoğlu olmak üzere Bilge Adamlar Kurulu’na ve raporun nihai şeklini almasında emeği geçen tüm BİLGESAM çalışanlarına teşekkür ederim.
Doç. Dr. Atilla SANDIKLI
BİLGESAM Başkanı
1 DOĞU AKDENİZ’DE ENERJİ KEŞİFLERİ VE TÜRKİYE
YÖNETİCİ ÖZETİ
Son dönemde keşfedilen hidrokarbon kaynakları Doğu Akdeniz’i uluslararası enerji sektörü ve jeopolitiğin odak noktalarından biri haline getirmiştir.
Burada yaşanmakta olan gelişmelerin Akdeniz havzasındaki enerji tablosunu olduğu gibi bölgesel dinamikleri de önemli ölçüde değiştirmesi beklenebilir.
Nitekim varlığı tahmin edilen enerji kaynaklarının büyüklüğü göz önünde bulundurulursa Doğu Akdeniz sadece enerji transferinde önemli bir kavşak olmakla kalmayacak, aynı zamanda bir enerji merkezi haline dönüşecektir. Bu durumun birbirine zıt iki yönde gelişmesi mümkün görünmektedir. Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarının paylaşılması ile ilgili anlaşmazlıklar bölge ülkeleri arasında var olan bazı sorunların daha da derinleşmesi sonucunu doğurabilir. Ekonomik açıdan çıkarılacak enerjinin ancak soruna taraf ülkelerin bir araya gelip ortak projeler geliştirmesiyle daha avantajlı hale geleceği gerçeği dikkate alınırsa, söz konusu keşiflerin bölgede bir anlayış ve işbirliğinin doğmasına vesile olması da mümkün olabilir.
Mevcut koşullarda Doğu Akdeniz’deki sorun birkaç farklı kategoride değerlendirilebilir. İlk kategori hiç kuşkusuz deniz yetki alanları ile ilgili devam eden hukuki tartışmadır. Bu alandaki en büyük sorun Türkiye-KKTC-GKRYYunanistan arasında yaşanmaktadır. GKRY 5 Nisan 2004’te resmi gazetede yayınlanan bir yasa ile Mart 2003 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere 24 mil genişliğinde bitişik ve 200 mil genişliğinde Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) ilan etmiştir. Rum Yönetimi söz konusu ilanı yaparken tek taraflı ve bütün adanın temsilcisiymiş gibi hareket ederek Kıbrıs’taki Türk Toplumunu yok saymıştır. Rum Yönetiminin bu tavrını sürdürmesi üzerine Türkiye, KKTC ile anlaşarak 21 Eylül 2011’de “Akdeniz’de Kıta Sahanlığı Sınırlandırması Hakkında Anlaşma” imzalamıştır.
Bahse konu anlaşma Türkiye’nin Akdeniz’de imzaladığı tek deniz yetki alanı sınırlandırma anlaşmasıdır ve daha ziyade Kıbrıs Rum Yönetimi’ni tek yanlı tutumlardan vazgeçirmek üzere atılmış bir adım olarak kabul edilebilir. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki yetki alanı sınırlandırma sorunları ile ilgili temel tutumu, Doğu Akdeniz’in uluslararası hukuka göre yarı kapalı bir deniz olarak kabul edilmesi ve sınırlandırmanın ilgili devletlerin bir araya gelip uluslararası hukukun hakkaniyet ilkesi çerçevesinde anlaşmaları yoluyla yapılması gerektiği yönündedir. Bu nedenle Türkiye, Doğu Akdeniz’de herhangi bir MEB ilan etme yoluna gitmemiş ama çeşitli vesilelerle buradaki ab initio (başlangıçtan beri) ve ipso facto (fiilen) haklarını muhafaza ettiğini ve bu hakların geçerli olduğu sahalarda hidrokarbon arama, çıkarma gibi faaliyetlere izin vermeyeceğini açıkça belirtmiştir.
Deniz yetki alanları ile ilgili yaşanan sorunlar yarım asırdır bir türlü çözülemeyen Kıbrıs meselesini de olumsuz etkilemekte ve muhtemel bir çözümü geciktirebilecek nitelik taşımaktadır. 2011 yılında yaşanan sondaj krizi bunun en açık göstergesidir. Rum Yönetimi’nin Kıbrıs Adası’nın güneyinde ilan ettiği
13 adet hidrokarbon arama sahasından biri olan 12. parsel üzerinde bulunan doğal gaz yatağında sondaj çalışmalarına başlayacağını duyurması üzerine yaşanan gelişmeler, kısa zamanda bir krize dönüşmüştür. Hukuki açıdan netliğe kavuşturulmamış bu tür alanlarda benzer gelişmelerin yaşanması ihtimal dahilindedir. Daha büyük krizlerin doğmasına neden olmamak için Doğu Akdeniz’deki yetki alanı sınırlandırması sorunları ile Kıbrıs Adasında devam eden siyasi sorunların birbirini olumsuz yönde etkilemesine izin verilmemelidir. Aksi takdirde her iki sorun da çözümsüzlüğe mahkûm olacak ve kaybedenler Kıbrıs Adasında yaşayan Türk ve Rum toplumları olacaktır. Ayrıca, Arap Baharı nedeniyle bölge ülkelerinin yaşadığı sorunlar ortadadır. Doğu Akdeniz’deki çözüme kavuşturulmamış paylaşım anlaşmazlıklarının mevcut sorunları daha da çetrefilleştirip içinden çıkılmaz hale getireceğini izah etmeye gerek yoktur.
Doğu Akdeniz’deki enerji keşifleri ekonomik açıdan değerlendirildiğinde bir belirsizliğin söz konusu olduğunu vurgulamak gerekir. Varlığı tahmin edilen enerji miktarı ile varlığı ispat edilen enerji oranları arasında ciddi bir fark olduğu gözlenmektedir. Örneğin, İsrail’in sadece Leviathan sahasında bulduğu
doğal gazın yaklaşık 500 milyar metreküp olduğu söylenmektedir. Ancak İsrail Enerji Bakanlığı verilerine göre, İsrail'in ispatlanmış toplam doğal gaz rezervi 300 milyar metreküpü geçmemektedir. Kaynaklar arasında Doğu Akdeniz’deki enerji rezervi konusunda bir konsensüsün olduğunu söylemek
doğru olmayacaktır. Bu konuda güvenilecek en temel kaynaklardan birisi olarak kabul edilen ABD Jeolojik Araştırmalar Merkezi'nin 2010 yılında yayımladığı raporlar dikkate alındığında; Kıbrıs Adası ile İsrail arasında kalan ve Leviathan olarak adlandırılan bölge, Mısır ile Kıbrıs Adası arasında kalan ve Nil olarak adlandırılan bölge, Girit Adası'nın Güneydoğusunda kalan ve Heredot olarak adlandırılan bölge ile Kıbrıs Adası etrafındaki toplam enerji rezervi (petrol, doğal gaz ve sıvı doğal gaz) yaklaşık olarak 30 milyar varil petrole eşdeğer bir rakama ulaşmaktadır. Bu rakamın piyasa değeri yaklaşık 1,5 trilyon dolar olarak hesap edilmektedir.
İspatlanmamış olmasına rağmen bu büyüklükteki bir enerji kaynağının ilgili taraflar arasında paylaşım sorunlarına yol açmaması mümkün değildir.
BİLGESAM YAYINLARI RAPOR NO: 59
Kütüphane Katalog Bilgileri:
Yayın Adı: Doğu Akdeniz'de Enerji Keşifleri ve Türkiye
Yazarlar: Doç. Dr. Atilla SANDIKLI, Türkan BUDAK, Bekir ÜNAL
ISBN: 978-605-86097-6-1
Sayfa Sayısı: 80
Grafik Tasarım: Sertaç DURMAZ
Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi
Wise Men Center For Strategic Studies
Mecidiyeköy Yolu Caddesi No:10
Celil Ağa İş Merkezi Kat:9 Daire:36
Mecidiyeköy / İstanbul / Türkiye
Tel: +90 212 217 65 91 Faks: +90 212 217 65 93
www.bilgesam.org
bilgesam@bilgesam.org
YAYINLARI
Atatürk Bulvarı Havuzlu Sok. No:4/6
A.Ayrancı / Çankaya / Ankara / Türkiye
Tel : +90 312 425 32 90 Faks: +90 312 425 32 90
Copyright © BİLGESAM HAZİRAN 2013
Bu yayının tüm hakları saklıdır. Yayın Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin izni olmadan elektronik veya mekanik yollarla çoğaltılamaz.
BİLGE ADAMLAR KURULU Başkan
Salim DERVİŞOĞLU (E. Oramiral)
Başkan Yardımcıları
İlter TÜRKMEN (E. Bakan/Büyükelçi)
Sami SELÇUK (Prof. Dr. / Yargıtay Onursal Başkanı)
Kurul Üyeleri
Kutlu AKTAŞ (E. Bakan/Vali)
Özdem SANBERK (E. Büyükelçi)
Sönmez KÖKSAL (E. Büyükelçi)
Güner ÖZTEK (E. Büyükelçi)
Necdet Yılmaz TİMUR (E. Orgeneral)
Oktar ATAMAN (E. Orgeneral)
Sabahattin ERGİN (E. Koramiral)
Nur VERGİN (Prof. Dr.)
Orhan GÜVENEN (Prof. Dr.)
Ali KARAOSMANOĞLU (Prof. Dr.)
İlter TURAN (Prof. Dr.)
Çelik KURTOĞLU (Prof. Dr.)
Ersin ONULDURAN (Prof. Dr.) .................... (E. Büyükelçi)
Doğu Akdeniz’de Enerji Keşifleri ve Türkiye
1 SUNUŞ
Doğu Akdeniz’de yakın dönemde gerçekleşen enerji keşifleri bölgenin petrol ve doğalgaz bakımından zengin kaynaklara sahip olduğunu göstermiştir.
Bu durum Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon yataklarının paylaşımı sorununu da beraberinde getirmiştir. Bölgedeki kaynakların adil bir şekilde paylaşılması ile ilgili problemler Türkiye ve uluslararası kamuoyunda yoğun bir şekilde tartışılmaktadır. Bu tartışmalar bölgedeki gelişmelerin siyasi, ekonomik, askeri, hukuki ve enerji boyutları ile kapsamlı bir şekilde ele alınmasını gerekli kılmaktadır.
Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi (BİLGESAM), Doğu Akdeniz’deki gelişmelere ve bu gelişmelerin bölgesel-küresel etkilerine yönelik öngörülerde bulunarak karar mercilerine milli menfaatler doğrultusunda gerçekçi çözüm önerileri ve karar seçenekleri sunmak amacıyla “Doğu Akdeniz’de Enerji Keşifleri ve Türkiye” raporunu yayımlamaktadır. BİLGESAM Başkanı Doç. Dr. Atilla Sandıklı ve araştırma asistanları Türkan Budak ve Bekir Ünal tarafından hazırlanan rapor 15 Kasım 2013 tarihinde icra edilen 18. Bilge Adamlar Kurulu toplantısında değerlendirilmiştir. Rapor, Kurul üyelerinin görüş ve önerileri doğrultusunda geliştirilmiş ve yayıma hazırlanmıştır.
“Doğu Akdeniz’de Enerji Keşifleri ve Türkiye” raporu, bölgede var olduğu düşünülen enerji kaynakları ile ilgili mevcut durumu tespit edip muhtemel sorunları ortaya koymak ve bu konuda Türkiye kamuoyunda bir farkındalığın oluşmasını sağlamak amacı ile hazırlanmıştır. Çalışma, Doğu Akdeniz havzasında keşfedilen enerji kaynaklarının neden olduğu sorunları ekonomi, hukuk, politika, enerji ve güvenlik perspektifinden ele almakta, Türkiye’nin izlemesi gereken bazı alternatif politika önerileri sunmaktadır.
Raporun karar mercilerine, akademisyenlere ve ilgili kurum, kuruluş ve kişilere faydalı olmasını temenni eder, raporu birlikte hazırladığımız Türkan Budak ve Bekir Ünal’a, rapora değerli görüş ve önerileriyle önemli katkı sağlayan, raporun geliştirilmesi için kıymetli zamanlarını sarf eden başta (E) Oramiral Salim Dervişoğlu olmak üzere Bilge Adamlar Kurulu’na ve raporun nihai şeklini almasında emeği geçen tüm BİLGESAM çalışanlarına teşekkür ederim.
Doç. Dr. Atilla SANDIKLI
BİLGESAM Başkanı
1 DOĞU AKDENİZ’DE ENERJİ KEŞİFLERİ VE TÜRKİYE
YÖNETİCİ ÖZETİ
Son dönemde keşfedilen hidrokarbon kaynakları Doğu Akdeniz’i uluslararası enerji sektörü ve jeopolitiğin odak noktalarından biri haline getirmiştir.
Burada yaşanmakta olan gelişmelerin Akdeniz havzasındaki enerji tablosunu olduğu gibi bölgesel dinamikleri de önemli ölçüde değiştirmesi beklenebilir.
Nitekim varlığı tahmin edilen enerji kaynaklarının büyüklüğü göz önünde bulundurulursa Doğu Akdeniz sadece enerji transferinde önemli bir kavşak olmakla kalmayacak, aynı zamanda bir enerji merkezi haline dönüşecektir. Bu durumun birbirine zıt iki yönde gelişmesi mümkün görünmektedir. Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarının paylaşılması ile ilgili anlaşmazlıklar bölge ülkeleri arasında var olan bazı sorunların daha da derinleşmesi sonucunu doğurabilir. Ekonomik açıdan çıkarılacak enerjinin ancak soruna taraf ülkelerin bir araya gelip ortak projeler geliştirmesiyle daha avantajlı hale geleceği gerçeği dikkate alınırsa, söz konusu keşiflerin bölgede bir anlayış ve işbirliğinin doğmasına vesile olması da mümkün olabilir.
Mevcut koşullarda Doğu Akdeniz’deki sorun birkaç farklı kategoride değerlendirilebilir. İlk kategori hiç kuşkusuz deniz yetki alanları ile ilgili devam eden hukuki tartışmadır. Bu alandaki en büyük sorun Türkiye-KKTC-GKRYYunanistan arasında yaşanmaktadır. GKRY 5 Nisan 2004’te resmi gazetede yayınlanan bir yasa ile Mart 2003 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere 24 mil genişliğinde bitişik ve 200 mil genişliğinde Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) ilan etmiştir. Rum Yönetimi söz konusu ilanı yaparken tek taraflı ve bütün adanın temsilcisiymiş gibi hareket ederek Kıbrıs’taki Türk Toplumunu yok saymıştır. Rum Yönetiminin bu tavrını sürdürmesi üzerine Türkiye, KKTC ile anlaşarak 21 Eylül 2011’de “Akdeniz’de Kıta Sahanlığı Sınırlandırması Hakkında Anlaşma” imzalamıştır.
Bahse konu anlaşma Türkiye’nin Akdeniz’de imzaladığı tek deniz yetki alanı sınırlandırma anlaşmasıdır ve daha ziyade Kıbrıs Rum Yönetimi’ni tek yanlı tutumlardan vazgeçirmek üzere atılmış bir adım olarak kabul edilebilir. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki yetki alanı sınırlandırma sorunları ile ilgili temel tutumu, Doğu Akdeniz’in uluslararası hukuka göre yarı kapalı bir deniz olarak kabul edilmesi ve sınırlandırmanın ilgili devletlerin bir araya gelip uluslararası hukukun hakkaniyet ilkesi çerçevesinde anlaşmaları yoluyla yapılması gerektiği yönündedir. Bu nedenle Türkiye, Doğu Akdeniz’de herhangi bir MEB ilan etme yoluna gitmemiş ama çeşitli vesilelerle buradaki ab initio (başlangıçtan beri) ve ipso facto (fiilen) haklarını muhafaza ettiğini ve bu hakların geçerli olduğu sahalarda hidrokarbon arama, çıkarma gibi faaliyetlere izin vermeyeceğini açıkça belirtmiştir.
Deniz yetki alanları ile ilgili yaşanan sorunlar yarım asırdır bir türlü çözülemeyen Kıbrıs meselesini de olumsuz etkilemekte ve muhtemel bir çözümü geciktirebilecek nitelik taşımaktadır. 2011 yılında yaşanan sondaj krizi bunun en açık göstergesidir. Rum Yönetimi’nin Kıbrıs Adası’nın güneyinde ilan ettiği
13 adet hidrokarbon arama sahasından biri olan 12. parsel üzerinde bulunan doğal gaz yatağında sondaj çalışmalarına başlayacağını duyurması üzerine yaşanan gelişmeler, kısa zamanda bir krize dönüşmüştür. Hukuki açıdan netliğe kavuşturulmamış bu tür alanlarda benzer gelişmelerin yaşanması ihtimal dahilindedir. Daha büyük krizlerin doğmasına neden olmamak için Doğu Akdeniz’deki yetki alanı sınırlandırması sorunları ile Kıbrıs Adasında devam eden siyasi sorunların birbirini olumsuz yönde etkilemesine izin verilmemelidir. Aksi takdirde her iki sorun da çözümsüzlüğe mahkûm olacak ve kaybedenler Kıbrıs Adasında yaşayan Türk ve Rum toplumları olacaktır. Ayrıca, Arap Baharı nedeniyle bölge ülkelerinin yaşadığı sorunlar ortadadır. Doğu Akdeniz’deki çözüme kavuşturulmamış paylaşım anlaşmazlıklarının mevcut sorunları daha da çetrefilleştirip içinden çıkılmaz hale getireceğini izah etmeye gerek yoktur.
Doğu Akdeniz’deki enerji keşifleri ekonomik açıdan değerlendirildiğinde bir belirsizliğin söz konusu olduğunu vurgulamak gerekir. Varlığı tahmin edilen enerji miktarı ile varlığı ispat edilen enerji oranları arasında ciddi bir fark olduğu gözlenmektedir. Örneğin, İsrail’in sadece Leviathan sahasında bulduğu
doğal gazın yaklaşık 500 milyar metreküp olduğu söylenmektedir. Ancak İsrail Enerji Bakanlığı verilerine göre, İsrail'in ispatlanmış toplam doğal gaz rezervi 300 milyar metreküpü geçmemektedir. Kaynaklar arasında Doğu Akdeniz’deki enerji rezervi konusunda bir konsensüsün olduğunu söylemek
doğru olmayacaktır. Bu konuda güvenilecek en temel kaynaklardan birisi olarak kabul edilen ABD Jeolojik Araştırmalar Merkezi'nin 2010 yılında yayımladığı raporlar dikkate alındığında; Kıbrıs Adası ile İsrail arasında kalan ve Leviathan olarak adlandırılan bölge, Mısır ile Kıbrıs Adası arasında kalan ve Nil olarak adlandırılan bölge, Girit Adası'nın Güneydoğusunda kalan ve Heredot olarak adlandırılan bölge ile Kıbrıs Adası etrafındaki toplam enerji rezervi (petrol, doğal gaz ve sıvı doğal gaz) yaklaşık olarak 30 milyar varil petrole eşdeğer bir rakama ulaşmaktadır. Bu rakamın piyasa değeri yaklaşık 1,5 trilyon dolar olarak hesap edilmektedir.
İspatlanmamış olmasına rağmen bu büyüklükteki bir enerji kaynağının ilgili taraflar arasında paylaşım sorunlarına yol açmaması mümkün değildir.
Ancak tarafların bölgede mevcut olduğuna inanılan enerjiden ekonomik olarak maksimum fayda sağlamaları ancak bir araya gelip ortak projeler geliştirmeleriyle mümkündür. Şu ana kadar yapılan keşiflerde Türkiye'nin potansiyel MEB alanında ciddi sayılabilecek bir enerji kaynağına rastlanmamıştır. Ancak keşfedilen sahalardaki enerjinin tüketici pazarlara ulaştırılmasında tercih edilebilecek en ekonomik yol Türkiye'den geçmektedir. Örneğin, Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Afrodit sahasında bulduğu doğal gazı tüketici pazarlara ulaştırabilmesi üç yolla mümkündür. Birinci yol çıkarılacak gazın deniz altından döşenecek bir doğal gaz boru hattıyla önce Girit’e, oradan Yunanistan’a ve nihayet İtalya üzerinden Avrupa’ya ulaştırılmasıdır. İkinci yol gazın Kıbrıs’a taşınması ve burada inşa edilecek bir doğal gaz sıvılaştırma santralinde işlenip sıvılaştırılarak tankerler yolu ile tüketim pazarlarına taşınmasıdır. Üçüncü yol ise gazı doğrudan Türkiye’ye ulaştırmak ve burada mevcut boru hatlarıyla tüketici pazarlara aktarılmasını sağlamak şeklindedir.
Tercih edilebilecek ilk yol için yapılması gereken toplam yatırım yaklaşık 19.5 milyar dolar, ikinci yol için yaklaşık 12.6 milyar dolar üçüncü yol için ise sadece 4.7 milyar dolar civarındadır. Diğer bir ifadeyle gazın Türkiye üzerinden taşınması ilk yola göre yaklaşık 15 milyar dolar, ikinci yola göre ise
yaklaşık 8 milyar dolar daha hesaplıdır. Zikredilen ve sadece bir doğal gaz sahası için geçerli olan bu rakamlar bile Doğu Akdeniz'de tarafların neden işbirliği yapmaları gerektiğini açıkça ortaya koymaktadır.
GİRİŞ
1986 yılında Washington Yakın Doğu Politikaları Enstitüsü tarafından Kudüs’te düzenlenen İsrail-Amerikan diyalogunu pekiştirmeye yönelik bir konferansta Doğu Akdeniz’de uygulanması muhtemel stratejiler detaylı bir şekilde ele alınmıştır. Konferans boyunca yapılan tartışmalar sırasında öne çıkan önemli husus, Orta Doğu ve Doğu Akdeniz’in ayrı ayrı bölgeler olarak değil, birbirini tamamlayan bir bütün olarak ele alınması gerektiğidir. Ayrıca, konferans ta Doğu Akdeniz’de elde edilecek stratejik üstünlüğün Orta Doğu’daki karmaşık sorunların yönetiminde avantaj kazandıracağı değerlendirilmiştir.
Günümüzde gelinen nokta itibarı ile iki bölgeyi birbirinden bağımsız düşünmek pek çok açıdan mümkün görünmemektedir. Bir yandan Orta Doğu’da meydana gelen gelişmeler Doğu Akdeniz havzasında oluşumu devam eden yeni jeopolitik dengeleri etkilerken; söz konusu bu dengeler ve etrafında oluşan
yeni ittifaklar da Orta Doğu’daki gelişmelere tesir etmektedir. Örneğin Arap Baharı çerçevesinde 2010 yılından itibaren Mısır’da yaşanan gelişmeler başta Mısır-İsrail ilişkileri olmak üzere Filistin sorununu ve Doğu Akdeniz’deki Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) sorunları üzerinden Türkiye-Güney
Kıbrıs Rum Yönetimi-Mısır-İsrail ilişkilerini doğrudan etkilemektedir. Diğer yandan Doğu Akdeniz’de varlığı saptanan enerji kaynaklarının, bölgeyi enerji aktarımında transit bir geçit konumundan enerji üreten bölge konumuna taşıma potansiyeli bulunmaktadır. Böyle bir potansiyelin ekonomileri büyük
ölçüde sahip oldukları enerji kaynaklarına bağlı olan Orta Doğu ve Körfez ülkeleri üzerinde mutlaka yansımaları olacaktır.
Doğu Akdeniz havzasında son yıllarda keşfedilen geniş enerji yatakları, sadece Akdeniz havzasındaki jeopolitik dengeleri değil parçası bulunduğu geniş Orta Doğu coğrafyasındaki dinamikleri de etkileyebilecek özelliktedir. Varlığı ispatlanan enerji kaynaklarının adil bir şekilde paylaşılmasıyla oluşacak refah ortamında, geliştirilmesi mümkün olan işbirlikleri ile Kıbrıs ve Filistin meselesi gibi bölgenin kronikleşmiş sorunlarının çözümüne yönelik yeni adımlar atılabilir. Nitekim Uluslararası Kriz Grubu (ICG)2 ve Alman Marshall Fonu (GMF)3 gibi düşünce kuruluşlarının hazırladığı raporlarda eğer krizler iyi yönetilirse keşfedilen enerji yataklarının böyle bir amaca hizmet edebileceği vurgulanmaktadır. Ancak şu ana kadar yaşanan gelişmeler ve tarafların tutumları göz önünde bulundurulduğunda keşfedilen enerji kaynaklarının aksi yönde bir sonuç doğuracağı tahmin edilebilir. Razı olunan adil bir paylaşım yolu bulunamazsa, Akdeniz’in derin sularındaki enerji kaynağı daha gün yüzüne çıkmadan ilgili devletlerin enerjisini bir hayli tüketecek ve Arap Baharı ile altüst olmuş bölge ülkeleri arasındaki ilişkilerin normalleşmesini bir müddet daha geciktirecektir.
< Doğu Akdeniz’de varlığı saptanan enerji kaynaklarının, bölgeyi enerji aktarımında transit bir geçit konumundan enerji üreten bölge konumuna taşıma potansiyeli bulunmaktadır. Böyle bir potansiyelin ekonomileri büyük ölçüde sahip oldukları enerji kaynaklarına bağlı olan Orta Doğu ve Körfez ülkeleri üzerinde mutlaka yansımaları olacaktır. >
Türkiye, Doğu Akdeniz’de en uzun kıyısı bulunan ve 1960’ta kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurucu anlaşmaları gereğince Kıbrıs Adası üzerinde garantörlük hakkı olan bir devlettir. Bu itibarla bölgedeki enerji potansiyelinin uluslararası hukuk normları gereğince adil olarak paylaşılmasını talep etmek Türkiye’nin sadece hakkı değil, konu Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) dikkate alınarak değerlendirildiğinde aynı zamanda görevidir de. O nedenle Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de yaşanan gelişmeleri yakından takip etmesi; uluslararası hukuktan ve bu hukukun bir parçası haline gelmiş ikili anlaşmalardan kaynaklanan hak ve görevlerini, sorunun çözümüne ve bölgede istikrar ortamının oluşmasına katkı sağlayacak alternatif politikalar üretmek suretiyle yerine getirmesi gerekmektedir. Söz konusu alternatif politikaların üretilebilmesi Doğu Akdeniz gibi stratejik bir bölgenin en azından hukuk, ekonomi, politika ve güvenlik boyutlarıyla çok iyi etüt edilmesini de zorunlu kılmaktadır.
Özellikle son yıllarda Türkiye’nin Orta Doğu ülkeleri nezdinde takip ettiği politikalarda bazı isabetsizlikler gözlemlenmektedir. Aynı durumun Doğu Akdeniz’de oluşan yeni jeopolitik dengelere de yansımaması için Türkiye’nin aşırı idealist yaklaşımlarının realist bir bakış açısıyla yeniden gözden geçirilmesi bir zorunluluk olarak ön plana çıkmaktadır. Aksi takdirde, bölge ülkeleri Türkiye ile işbirliğine yanaşmayacak ve İsrail-GKRY-Yunanistan arasında gelişen ilişkilerde açıkça görüldüğü gibi Türkiye bölge çapında yeni gelişen işbirliği süreçlerinden dışlanmak durumunda kalacaktır. Nitekim Kıbrıs adasının güneyi ile İsrail arasında kalan Leviathan bölgesinde çıkarılan doğal gazın uluslararası tüketim pazarlarına ulaştırılmasının en ekonomik, güvenli ve kolay yolu, gazın önce Türkiye’ye ve buradan mevcut boru hatlarıyla diğer pazarlara aktarılmasıdır. Ancak, Türkiye-İsrail ilişkilerindeki sorunlar nedeniyle yakın vadede bu yolun kullanılması söz konusu olamayacaktır. Bulunduğu havzada etkin bir güç olmak isteyen Türkiye’nin amacını yerine getirebilmesi için bölge ülkeleri ile geliştirdiği ilişkileri gözden geçirmesi gerektiği açıktır. Türkiye, bölgesel işbirliği ve entegrasyon süreçlerine sağlayacağı pozitif katkılarla oluşacak istikrar ortamında, hem ekonomik hem de demokratik gelişimini daha hızlı bir şekilde gerçekleştirip tamamlayabilecektir.
< Kıbrıs adasının güneyi ile İsrail arasında kalan Leviathan bölgesinde çıkarılan doğal gazın uluslararası tüketim pazarlarına ulaştırılmasının en ekonomik, güvenli ve kolay yolu, gazın önce Türkiye’ye ve buradan mevcut boru hatlarıyla diğer pazarlara aktar >
Enerji kaynaklarının bulunduğu bölgelerle enerji tüketim alanları arasında güvenli bir enerji aktarım merkezi olmayı hedefleyen Türkiye, Doğu Akdeniz’deki potansiyel sorunları Orta Doğu ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) üzerinden Avrupa Birliği’ni (AB) de kapsayacak bütüncül bir bakış
açısıyla değerlendirip politika geliştirmelidir. Bu çalışma, Doğu Akdeniz’de keşfedilen enerji kaynakları ile ilgili mevcut durumu tespit edip ortaya çıkacak muhtemel sorunları işaretlemek ve bu konuda Türkiye kamuoyunda bir farkındalığın oluşmasını sağlamak amacıyla hazırlanmıştır. Çalışmada Doğu Akdeniz’de keşfedilen enerji kaynaklarının ortaya koyduğu sorunlar ekonomi, hukuk, politika ve güvenlik perspektifinden ele alınmakta ve Türkiye’nin takip etmesi mümkün olan bazı alternatif politika önerileri dile getirilmektedir.
Doğu Akdeniz’in Jeopolitik Konumu
Doğu Akdeniz’in stratejik değerini kavrayabilmek için bölgenin konum ve özelliklerini iyi anlamak gerekir. Bilimsel literatürde genel kabul gören görüşlere göre, Doğu Akdeniz’in en geniş coğrafi sınırı Tunus’ta Bon Burnu ile başlayıp Sicilya Adası’nın Batı ucundaki Lilibeo Burnu arasında çizilen hattın
doğusunda kalan bölge olarak ifade edilmektedir. Bu tanıma göre Doğu Akdeniz; Türkiye’den başlamak üzere saat yönünde Suriye, Lübnan, İsrail, Filistin, Mısır, Libya, Tunus, İtalya, Slovenya, Hırvatistan, Bosna-Hersek, Karadağ, Arnavutluk ve Yunanistan kıyıları ile çevrilidir.4 Üç kıta ve birçok farklı
kültürün kesiştiği bir noktada yer alan bölgenin en önemli özeliklerinden biri, Orta Doğu gibi dünya enerji rezervlerinin yarısından fazlasını bünyesinde bulunduran coğrafyayı ve Uzak Doğu ile Avrupa’yı birbirine bağlayan Süveyş Kanalı’nı doğrudan kontrol edebilecek bir konumda bulunmasıdır.
Doğu ile Batı’yı birbirine bağlayan stratejik konumuyla Doğu Akdeniz, tarih boyunca dünyada ilgi odağı olan bölgelerden birisi olmuştur. Mısır, Anadolu ve Mezopotamya gibi verimli toprakların da bölgede bulunması, Akdeniz’in doğusuna olan ilgiyi artırmış ve birçok medeniyet bölgenin hâkimi olmak için mücadele etmiştir. Bu hareketlilik Akdeniz havzasında canlı bir ticaretin doğmasına vesile olmuş ve zamanla Doğu Akdeniz Doğu-Batı, Kuzey-Güney yönünde uzanan kara ve deniz ticaret yollarının kesiştiği bir ticaret odağı haline gelmiştir. Ümit Burnu’nun keşfedilip aşılmasıyla gelişen deniz yolu ticareti, Akdeniz’in bir ticaret merkezi olarak önemini azaltsa da 1869 yılında açılan Süveyş Kanalı ile bölge ekonomik olarak yeniden canlanmıştır. Süveyş Kanalı, Uzak Doğu ile Avrupa arasındaki Ümit Burnu dolaşılarak kurulan ticaret yolunu yaklaşık 7 bin deniz mili ve 15-20 gün kısaltmıştır.
< Türkiye, bölgesel işbirliği ve entegrasyon süreçlerine sağlayacağı pozitif katkılarla oluşacak istikrar ortamında, hem ekonomik hem de demokratik gelişimini daha hızlı bir şekilde gerçekleştirip tamamlayabilecektir. >
Açılan Kanal Doğu Akdeniz’i; Arap Yarımadası, Mezopotamya, Basra Körfezi’ne bağlamış ve Avrupa, Uzak Doğu, Güneydoğu Asya ile Afrika arasında gerçekleşen ticaretin merkez üslerinden biri haline getirmiştir.
Uzak Doğu ile Avrupa arasında gelişen ticarete paralel olarak Doğu Akdeniz’in ticari önemi günümüzde de artarak devam etmektedir. Akdeniz’de yılda ortalama 220.000 gemi seyir halinde bulunmaktadır. Bu rakam dünya toplam deniz trafiğinin 1/3’üne eşittir.5 Akdeniz’in dünya toplam denizlerinin sadece yüzde 1’lik kısmını kapsadığı düşünülürse burada gerçekleşen deniz trafiğinin büyüklüğü daha iyi değerlendirilebilecektir. Akdeniz üzerinde gerçekleşen ticari dolaşım; Çanakkale ve İstanbul Boğazları ile Karadeniz’e, Cebelitarık Boğazı ile Atlas Okyanusuna ve Süveyş Kanalı vasıtası ile Kızıl Deniz ve Hint Okyanusu’na kadar uzanmaktadır.
Sadece Cebelitarık Boğazı’ndan yılda ortalama 106 bin gemi geçiş yapmaktadır ki bu rakam toplam deniz trafiğinin yüzde 10’una eşittir.6 İstanbul ve Çanakkale Boğazları’ndan günde ortalama 130, Süveyş Kanalı’ndan ise günde ortalama 497 gemi geçiş yapmaktadır. Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) boru hattının devreye girmesi ve 2008 yılından bu yana dünya piyasalarında yaşanan ekonomik durgunluk nedeniyle azalmasına rağmen, son on yılda Boğazlardan geçiş yapan gemi sayısında muazzam bir artış olmuştur. 2001 yılında Türk Boğazları’ndan günde ortalama 65 gemi geçerken 2012 yılı verileri dikkate alındığında bu sayı ortalama 130’a ulaşmış, yani aradan geçen 11 yılda Boğazlardan geçen gemi sayısı iki katına çıkmıştır. Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü verilerine göre Türk Boğazları’ndan 2012 yılında toplam 92,942 gemi geçiş yapmıştır.8
Akdeniz’deki ticari hareketliliğin en önemli kalemlerinden birini enerji oluşturmaktadır. Avrupa’nın ihtiyaç duyduğu enerjinin yaklaşık yüzde 70’i Akdeniz üzerinden taşınmaktadır. Cebelitarık ve Türk Boğazları ile Süveyş Kanalı enerjinin son tüketim pazarlarına ulaştırılmasında kilit rol oynamaktadır.
2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR
***
Tercih edilebilecek ilk yol için yapılması gereken toplam yatırım yaklaşık 19.5 milyar dolar, ikinci yol için yaklaşık 12.6 milyar dolar üçüncü yol için ise sadece 4.7 milyar dolar civarındadır. Diğer bir ifadeyle gazın Türkiye üzerinden taşınması ilk yola göre yaklaşık 15 milyar dolar, ikinci yola göre ise
yaklaşık 8 milyar dolar daha hesaplıdır. Zikredilen ve sadece bir doğal gaz sahası için geçerli olan bu rakamlar bile Doğu Akdeniz'de tarafların neden işbirliği yapmaları gerektiğini açıkça ortaya koymaktadır.
GİRİŞ
1986 yılında Washington Yakın Doğu Politikaları Enstitüsü tarafından Kudüs’te düzenlenen İsrail-Amerikan diyalogunu pekiştirmeye yönelik bir konferansta Doğu Akdeniz’de uygulanması muhtemel stratejiler detaylı bir şekilde ele alınmıştır. Konferans boyunca yapılan tartışmalar sırasında öne çıkan önemli husus, Orta Doğu ve Doğu Akdeniz’in ayrı ayrı bölgeler olarak değil, birbirini tamamlayan bir bütün olarak ele alınması gerektiğidir. Ayrıca, konferans ta Doğu Akdeniz’de elde edilecek stratejik üstünlüğün Orta Doğu’daki karmaşık sorunların yönetiminde avantaj kazandıracağı değerlendirilmiştir.
Günümüzde gelinen nokta itibarı ile iki bölgeyi birbirinden bağımsız düşünmek pek çok açıdan mümkün görünmemektedir. Bir yandan Orta Doğu’da meydana gelen gelişmeler Doğu Akdeniz havzasında oluşumu devam eden yeni jeopolitik dengeleri etkilerken; söz konusu bu dengeler ve etrafında oluşan
yeni ittifaklar da Orta Doğu’daki gelişmelere tesir etmektedir. Örneğin Arap Baharı çerçevesinde 2010 yılından itibaren Mısır’da yaşanan gelişmeler başta Mısır-İsrail ilişkileri olmak üzere Filistin sorununu ve Doğu Akdeniz’deki Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) sorunları üzerinden Türkiye-Güney
Kıbrıs Rum Yönetimi-Mısır-İsrail ilişkilerini doğrudan etkilemektedir. Diğer yandan Doğu Akdeniz’de varlığı saptanan enerji kaynaklarının, bölgeyi enerji aktarımında transit bir geçit konumundan enerji üreten bölge konumuna taşıma potansiyeli bulunmaktadır. Böyle bir potansiyelin ekonomileri büyük
ölçüde sahip oldukları enerji kaynaklarına bağlı olan Orta Doğu ve Körfez ülkeleri üzerinde mutlaka yansımaları olacaktır.
Doğu Akdeniz havzasında son yıllarda keşfedilen geniş enerji yatakları, sadece Akdeniz havzasındaki jeopolitik dengeleri değil parçası bulunduğu geniş Orta Doğu coğrafyasındaki dinamikleri de etkileyebilecek özelliktedir. Varlığı ispatlanan enerji kaynaklarının adil bir şekilde paylaşılmasıyla oluşacak refah ortamında, geliştirilmesi mümkün olan işbirlikleri ile Kıbrıs ve Filistin meselesi gibi bölgenin kronikleşmiş sorunlarının çözümüne yönelik yeni adımlar atılabilir. Nitekim Uluslararası Kriz Grubu (ICG)2 ve Alman Marshall Fonu (GMF)3 gibi düşünce kuruluşlarının hazırladığı raporlarda eğer krizler iyi yönetilirse keşfedilen enerji yataklarının böyle bir amaca hizmet edebileceği vurgulanmaktadır. Ancak şu ana kadar yaşanan gelişmeler ve tarafların tutumları göz önünde bulundurulduğunda keşfedilen enerji kaynaklarının aksi yönde bir sonuç doğuracağı tahmin edilebilir. Razı olunan adil bir paylaşım yolu bulunamazsa, Akdeniz’in derin sularındaki enerji kaynağı daha gün yüzüne çıkmadan ilgili devletlerin enerjisini bir hayli tüketecek ve Arap Baharı ile altüst olmuş bölge ülkeleri arasındaki ilişkilerin normalleşmesini bir müddet daha geciktirecektir.
< Doğu Akdeniz’de varlığı saptanan enerji kaynaklarının, bölgeyi enerji aktarımında transit bir geçit konumundan enerji üreten bölge konumuna taşıma potansiyeli bulunmaktadır. Böyle bir potansiyelin ekonomileri büyük ölçüde sahip oldukları enerji kaynaklarına bağlı olan Orta Doğu ve Körfez ülkeleri üzerinde mutlaka yansımaları olacaktır. >
Türkiye, Doğu Akdeniz’de en uzun kıyısı bulunan ve 1960’ta kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurucu anlaşmaları gereğince Kıbrıs Adası üzerinde garantörlük hakkı olan bir devlettir. Bu itibarla bölgedeki enerji potansiyelinin uluslararası hukuk normları gereğince adil olarak paylaşılmasını talep etmek Türkiye’nin sadece hakkı değil, konu Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) dikkate alınarak değerlendirildiğinde aynı zamanda görevidir de. O nedenle Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de yaşanan gelişmeleri yakından takip etmesi; uluslararası hukuktan ve bu hukukun bir parçası haline gelmiş ikili anlaşmalardan kaynaklanan hak ve görevlerini, sorunun çözümüne ve bölgede istikrar ortamının oluşmasına katkı sağlayacak alternatif politikalar üretmek suretiyle yerine getirmesi gerekmektedir. Söz konusu alternatif politikaların üretilebilmesi Doğu Akdeniz gibi stratejik bir bölgenin en azından hukuk, ekonomi, politika ve güvenlik boyutlarıyla çok iyi etüt edilmesini de zorunlu kılmaktadır.
Özellikle son yıllarda Türkiye’nin Orta Doğu ülkeleri nezdinde takip ettiği politikalarda bazı isabetsizlikler gözlemlenmektedir. Aynı durumun Doğu Akdeniz’de oluşan yeni jeopolitik dengelere de yansımaması için Türkiye’nin aşırı idealist yaklaşımlarının realist bir bakış açısıyla yeniden gözden geçirilmesi bir zorunluluk olarak ön plana çıkmaktadır. Aksi takdirde, bölge ülkeleri Türkiye ile işbirliğine yanaşmayacak ve İsrail-GKRY-Yunanistan arasında gelişen ilişkilerde açıkça görüldüğü gibi Türkiye bölge çapında yeni gelişen işbirliği süreçlerinden dışlanmak durumunda kalacaktır. Nitekim Kıbrıs adasının güneyi ile İsrail arasında kalan Leviathan bölgesinde çıkarılan doğal gazın uluslararası tüketim pazarlarına ulaştırılmasının en ekonomik, güvenli ve kolay yolu, gazın önce Türkiye’ye ve buradan mevcut boru hatlarıyla diğer pazarlara aktarılmasıdır. Ancak, Türkiye-İsrail ilişkilerindeki sorunlar nedeniyle yakın vadede bu yolun kullanılması söz konusu olamayacaktır. Bulunduğu havzada etkin bir güç olmak isteyen Türkiye’nin amacını yerine getirebilmesi için bölge ülkeleri ile geliştirdiği ilişkileri gözden geçirmesi gerektiği açıktır. Türkiye, bölgesel işbirliği ve entegrasyon süreçlerine sağlayacağı pozitif katkılarla oluşacak istikrar ortamında, hem ekonomik hem de demokratik gelişimini daha hızlı bir şekilde gerçekleştirip tamamlayabilecektir.
< Kıbrıs adasının güneyi ile İsrail arasında kalan Leviathan bölgesinde çıkarılan doğal gazın uluslararası tüketim pazarlarına ulaştırılmasının en ekonomik, güvenli ve kolay yolu, gazın önce Türkiye’ye ve buradan mevcut boru hatlarıyla diğer pazarlara aktar >
Enerji kaynaklarının bulunduğu bölgelerle enerji tüketim alanları arasında güvenli bir enerji aktarım merkezi olmayı hedefleyen Türkiye, Doğu Akdeniz’deki potansiyel sorunları Orta Doğu ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) üzerinden Avrupa Birliği’ni (AB) de kapsayacak bütüncül bir bakış
açısıyla değerlendirip politika geliştirmelidir. Bu çalışma, Doğu Akdeniz’de keşfedilen enerji kaynakları ile ilgili mevcut durumu tespit edip ortaya çıkacak muhtemel sorunları işaretlemek ve bu konuda Türkiye kamuoyunda bir farkındalığın oluşmasını sağlamak amacıyla hazırlanmıştır. Çalışmada Doğu Akdeniz’de keşfedilen enerji kaynaklarının ortaya koyduğu sorunlar ekonomi, hukuk, politika ve güvenlik perspektifinden ele alınmakta ve Türkiye’nin takip etmesi mümkün olan bazı alternatif politika önerileri dile getirilmektedir.
Doğu Akdeniz’in Jeopolitik Konumu
Doğu Akdeniz’in stratejik değerini kavrayabilmek için bölgenin konum ve özelliklerini iyi anlamak gerekir. Bilimsel literatürde genel kabul gören görüşlere göre, Doğu Akdeniz’in en geniş coğrafi sınırı Tunus’ta Bon Burnu ile başlayıp Sicilya Adası’nın Batı ucundaki Lilibeo Burnu arasında çizilen hattın
doğusunda kalan bölge olarak ifade edilmektedir. Bu tanıma göre Doğu Akdeniz; Türkiye’den başlamak üzere saat yönünde Suriye, Lübnan, İsrail, Filistin, Mısır, Libya, Tunus, İtalya, Slovenya, Hırvatistan, Bosna-Hersek, Karadağ, Arnavutluk ve Yunanistan kıyıları ile çevrilidir.4 Üç kıta ve birçok farklı
kültürün kesiştiği bir noktada yer alan bölgenin en önemli özeliklerinden biri, Orta Doğu gibi dünya enerji rezervlerinin yarısından fazlasını bünyesinde bulunduran coğrafyayı ve Uzak Doğu ile Avrupa’yı birbirine bağlayan Süveyş Kanalı’nı doğrudan kontrol edebilecek bir konumda bulunmasıdır.
Doğu ile Batı’yı birbirine bağlayan stratejik konumuyla Doğu Akdeniz, tarih boyunca dünyada ilgi odağı olan bölgelerden birisi olmuştur. Mısır, Anadolu ve Mezopotamya gibi verimli toprakların da bölgede bulunması, Akdeniz’in doğusuna olan ilgiyi artırmış ve birçok medeniyet bölgenin hâkimi olmak için mücadele etmiştir. Bu hareketlilik Akdeniz havzasında canlı bir ticaretin doğmasına vesile olmuş ve zamanla Doğu Akdeniz Doğu-Batı, Kuzey-Güney yönünde uzanan kara ve deniz ticaret yollarının kesiştiği bir ticaret odağı haline gelmiştir. Ümit Burnu’nun keşfedilip aşılmasıyla gelişen deniz yolu ticareti, Akdeniz’in bir ticaret merkezi olarak önemini azaltsa da 1869 yılında açılan Süveyş Kanalı ile bölge ekonomik olarak yeniden canlanmıştır. Süveyş Kanalı, Uzak Doğu ile Avrupa arasındaki Ümit Burnu dolaşılarak kurulan ticaret yolunu yaklaşık 7 bin deniz mili ve 15-20 gün kısaltmıştır.
< Türkiye, bölgesel işbirliği ve entegrasyon süreçlerine sağlayacağı pozitif katkılarla oluşacak istikrar ortamında, hem ekonomik hem de demokratik gelişimini daha hızlı bir şekilde gerçekleştirip tamamlayabilecektir. >
Açılan Kanal Doğu Akdeniz’i; Arap Yarımadası, Mezopotamya, Basra Körfezi’ne bağlamış ve Avrupa, Uzak Doğu, Güneydoğu Asya ile Afrika arasında gerçekleşen ticaretin merkez üslerinden biri haline getirmiştir.
Uzak Doğu ile Avrupa arasında gelişen ticarete paralel olarak Doğu Akdeniz’in ticari önemi günümüzde de artarak devam etmektedir. Akdeniz’de yılda ortalama 220.000 gemi seyir halinde bulunmaktadır. Bu rakam dünya toplam deniz trafiğinin 1/3’üne eşittir.5 Akdeniz’in dünya toplam denizlerinin sadece yüzde 1’lik kısmını kapsadığı düşünülürse burada gerçekleşen deniz trafiğinin büyüklüğü daha iyi değerlendirilebilecektir. Akdeniz üzerinde gerçekleşen ticari dolaşım; Çanakkale ve İstanbul Boğazları ile Karadeniz’e, Cebelitarık Boğazı ile Atlas Okyanusuna ve Süveyş Kanalı vasıtası ile Kızıl Deniz ve Hint Okyanusu’na kadar uzanmaktadır.
Sadece Cebelitarık Boğazı’ndan yılda ortalama 106 bin gemi geçiş yapmaktadır ki bu rakam toplam deniz trafiğinin yüzde 10’una eşittir.6 İstanbul ve Çanakkale Boğazları’ndan günde ortalama 130, Süveyş Kanalı’ndan ise günde ortalama 497 gemi geçiş yapmaktadır. Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) boru hattının devreye girmesi ve 2008 yılından bu yana dünya piyasalarında yaşanan ekonomik durgunluk nedeniyle azalmasına rağmen, son on yılda Boğazlardan geçiş yapan gemi sayısında muazzam bir artış olmuştur. 2001 yılında Türk Boğazları’ndan günde ortalama 65 gemi geçerken 2012 yılı verileri dikkate alındığında bu sayı ortalama 130’a ulaşmış, yani aradan geçen 11 yılda Boğazlardan geçen gemi sayısı iki katına çıkmıştır. Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü verilerine göre Türk Boğazları’ndan 2012 yılında toplam 92,942 gemi geçiş yapmıştır.8
Akdeniz’deki ticari hareketliliğin en önemli kalemlerinden birini enerji oluşturmaktadır. Avrupa’nın ihtiyaç duyduğu enerjinin yaklaşık yüzde 70’i Akdeniz üzerinden taşınmaktadır. Cebelitarık ve Türk Boğazları ile Süveyş Kanalı enerjinin son tüketim pazarlarına ulaştırılmasında kilit rol oynamaktadır.
2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder