PANZER VE KÜRT İSYANI, GEHLEN SONRASI KILIÇ BÖLÜM 1
FARUK ASLAN,
Gehlen, Batı Almanya bünyesinde 1968’e (1956’a kadar 1. adam olarak) kadar görevini sürdürdü ve 1979’da 77 yaşında hayata gözlerini yumdu. Hatıratını ‘Servis’ adlı kitabında topladı. Soğuk Savaş’ın belki de en soğuk casus şeflerinden biri olan Gehlen ve onun organizasyonu Gehlen org. o zaman bu zaman özellikle Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Komünist
dünyanın önemli ölçüde çökmesiyle unutulmuş gibi gözüküyordu.
İtalya’da ortaya çıkan NATO’nun gizli ordusu haberleri TAZ’da yayınlanınca, Yeşillerin milletvekili Manfred Such, 5 kasım 1990 tarihli soru önergesiyle, Helmut Kohl Hükümetini, böyle bir örgütlenmenin olup olmadığı konusunda açıklama yapmaya zorladı. Başbakan böyle bir örgütlenmenin olduğunu, olayı önemsemeyerek kabul etti. Savunma Bakanlığı’nda konuyla ilgili bir açıklama hazırlanırken, RTL televizyonunda Gladio ile ilgili yapılan bir
programda Alman Gladyo’su içinde eski” Waffen SS” artıklarının olduğu haberinin yayınlanması tansiyonu yükseltti ve Hükümet sözcüsü Hans Klein (CDU) yaptığı açıklamada Almanya’daki örgütlenmenin, diğer pek çok ülkede olduğu gibi, aşırı sağ örgütlerden devşirme gizli bir komando veya gerilla birliği olmadığını ancak ne olduğunu da “devlet sırrı” olduğu
için açıklayamayacağını söyledi. Federal Almanya’da seçimlere gidilmekteydi ve muhalefetteki SPD ve Yeşiller olayın üstüne gittiler. SPD’nin parlamentoda milli savunma konularında uzmanı olan Hermann Scheer bu grubu “Ku Klux Klan”a benzetti, halka ve muhalefete karşı
operasyonlar düzenlediğini söyledi. SPD, Parlamento’nun ve hükümetin kontrolü dışında askeri bir örgütlenmenin ve anayasaya karşı olduğu için, olaya Cumhuriyet Baş Savcısı’nın (General Bundesanvalt) el koyması gerektiğini söyledi.
Yine SPD’nin, istihbarat kuruluşunu kontrol eden komisyonun üyesi olan Wilfried Penner, “NATO’nun gizli bir ağının varlığını hiç duymadığını…. Ve bu kamunun önünde tartışılması gerektiğini….” söyledi. Yine aynı komisyonun üyesi olan Burkhard Hirsch (FDP) “ … son derece endişe ettiğini, bir şey bu kadar yıl gizli tutulmuşsa, uzun yıllara dayanan deneyimlerime inanın, kokuşmuş bazı şeyleri saklamaktadır ….” dedi. SPD sıralarından konuyla
ilgi araştırma açılması isteklerine karşı, hükümetteki CDU, bu konunun senelerce hükümette olan SPD’nin de bildiği bir konu olduğunu hatırlattı ve konu, Yeşiller’in üyesinin bulunmadığı “Parlamentariche Kontrollkomission - PKK”un 22 Kasım 1990 kapalı oturumunda görüşüldü.
Bu kısaca anlattığım gelişme gazetelere geçen, bilinen politik süreç,. Peki buraya nasıl gelindi?
1990 yılında yazılan, yukarıda sözünü ettiğimiz, Federal Almanya Hükümeti’nin raporu, stay-behind ordusunun NATO ülkelerinde, İkinci Dünya Harbi’nin hemen bitiminde başladığını söyler. Harbin sonunda İşgal altındaki Almanya’da tam bir karmaşa hüküm sürüyordu. ABD, İngiltere, Fransa olası bir Kızıl ordu saldırısına karşı, büyük bir gizlilik içinde, askeri bir gücü hazırlamayı düşündüler. Aynı yıl RTL (Almanca yayınında) televi-
zyonunun programında bu gücün elemanlarının eski Waffen SS ’lerden oluştuğunu öğrenmek Alman kamu oyunu şoke etti. Yine bu yıllarda açıklanan bir bilgide bu kararın ABD Genelkurmayının “Overall Strategie Concept” başlıklı bir belgesi üzerine hazırlandığı belli oluyordu. ABD, İngiliz ve Fransız işgal bölgesinde yürütülen çalışmalarda amaçlanan, en kısa
zamanda, politik duruşlarına bakmaksızın, anti-komünist inanışları temel olarak alınan, silah ve patlayıcı kullanabilen eski Nazilerin gizli bir ordu (stay-behind) çatısı altında derlenmesi idi.
İlginç olan, ABD, Pentagon’un oluşturduğu ”Counter Intelligengence Corps - CIC” ile Nazileri Nurmberg (Savaş suçluları) Mahkemesi’nde yargılamaya hazırlanırken , öte yandan bunları CIA eliyle gizli bir ordu çatısı altında toplamaya başlıyordu. Bu proje ilk kez 1986 yılında, Allan Ryan’ın hazırladığı, 600 sayfalık ABD Adalet Bakanlığı’nın bir raporunda ortaya çıktı. Raporun açıklanması ile ilgili yapılan basın toplantısında ABD adalet Bakanlığı sözcüsü, Barbie’nin Alman stay-behind ordusunun kuruluşuna aktif olarak katıldığını kabul etti. Bu raporda, 1986 yılında CIC’nin savaşın bitiminden hemen sonra eski SS subaylarının, aralarında Lyon Kasabı olarak bilinen Klaus Barbie’nin ve SS Oberstrumführer Hans Otto’nun olduğu Nazilerin, yine Klaus Barbie’nin örgütlemesiyle bu gizli ordu çatısı altında
toplandığı ve cezalandırılmaktan kurtuldukları açıklanıyordu. Yani Alman stay-behind ordusunun çekirdeğinin kuruluşu Barbie’nin çabalarıyla oluştu. Barbie, Almanya’nın aşırı sağcı Bund Deutscher Jugent’in (BDJ) kuruluşunda aktif rol aldı. Daha sonra Nazilerin kaçışı, Vatikan’ın da yardımıyla oluşturulan gizli bir ağ ile, Arjantin’e yönlendirildi.
Adalet bakanlığın açıklamasında, Müttefiklerin aranan hiçbir Nazi suçlusuna görev vermediğini de söylüyordu. Daha sonra yapılan araştırmalar ve açıklamalar bu sözlerin doğru olmadığını ortaya çıkardı. ABD’nin kadrosuna aldığı en önemli isimlerden bir diğeri de Reinhard Gehlen’di Alain Guérin yazdığı biyografiye “Le Général Gris” ismini vermişti. Alman Federal Haber Alma Teşkilatı’nı (Bundesnachrichtendienst - BND) kuran General Gehlen ile ilgili şu hikaye anlatılırdı; “…. 1968 yılı Haziran ayında, Washington’a gitmek için Bonn havaalanında bekleyen Franz Josef Strauss’a gazeteciler Amerika’dan U – 2 alıp almayacağını sorarlar. Dönemin güçlü dışişleri Bakanı Starauss – Niye alalım? Bizim Gehlen çok daha becerikli. Dahası da yakalanmıyor !... diye cevap verir. General Gehlen ismi Türkiye için de
önemlidir. Başta ünlü MİT başkanı Fuat Doğu olmak üzere pek çok Türk istihbaratçısı Gehlen tarafından yetiştirilmiş ve Alman istihbaratı Türkiye istihbaratı üzerinde etkin olmuştur.
1990 yılında Gladyo skandalı patlak verdiğinde, ismi açıklanmayan bir eski NATO istihbarat sorumlusu General Gehlen’in Alman Stay-behind ordusunun kurucusu olduğunu ve NATO’nun, CIA başkanı olan General Frank Wisner’in Alman Haber Alma Teşkilatını tamamen kendine bağlı, bir parçası haline getirdiğini açıkladı. Bunu Federal Almanya Başbakanı
Kondrad Adenauer’in de bildiği ve Başkan Truman ile Adenauer arasında 1955 yılında yapılmış yazılı anlaşmalar olduğu açığa çıktı.
Daha sonra gazetelerde Stay-behind ordusunun aşırı sağcı Technischer Dienst ve Bund Deutscher Jugent içinde CIA’ın kontrolünde ve maddi desteği ile örgütlendiği bilgileri yayınlandı. 29 Ekim 1952 tarihli Der Spiegel, Almanya’da görülen örgütlenmelerin Fransa, Belçika, Hollanda, Luxemburg, İtalya, İspanya ve Portekiz gibi başka “Batı Avrupa” ülkelerinde de olduğu nu vurguluyordu. Haftalık dergi, Fransa’da bu gizli ordunun Sosyal Demokrat İçişleri bakanı Jules Moch’un bilgisi dahilinde 1948 yılında kurulduğunu da yazıyordu.
Bu haber patlaması, Der Spiegel’in anlattığına göre, 9 Eylül 1952 günü Eski bir SS subayı olan Hans Otto’nun Frankfurt adi suçlar polisine giderek, kendi isteğiyle yaptığı açıklamalarla başlamıştı. Eski SS subayı verdiği ifadede, “…. politik bir direniş örgütünün üyesi olduğunu, olası bir Sovyet işgali halinde sabotaj eylemleri yapacaklarını, köprüleri bombalayacaklarını
…. “, “ … belli üyelerin ideolojik eğitime tabi tutulduklarını …”, “…. ABD, Rus ve Alman ya-
pısı silahları kullanmayı öğrendiklerini … “, “ … askeri eğitim aldıklarını, askeri taktikleri öğrendiklerini … “, “ …. bu kişilerde pek çoğunun eski Alman hava ve kara ordusu, Waffen SS mensubu olduklarını … “, “ … örgüte maddi desteğin Sterling Garwood isimli bir ABD vatandaşı tarafından sağlandığını … “, ” … olası bir Sovyet işgalini beklerken, iç politikada
potansiyel bir tehlike olarak gördükleri KPD (Kommunistische Partei Deutschland) ve SPD’yi (Sozialdemıkratische Partei Deutschland) hedef aldıklarını …. “ anlatmıştı. Eski bir SS subayı olan Hans Otto’nun itiraflarından sonra geniş bir polis araştırılması başlatıldı. Stay Behind gizli ordu kuruluşunun yaklaşık olarak 17 bin kişilik bir üyeye sahip BDJ (Bund Deutscher Jugend) ve TD (Technischer Dienst) çatısı altında toplandıkları, Oden-wald Ormanları kıyısındaki Waldmichelbach kasabasının yakınlarında ve ABD askeri üssü Grafenwöhr’da eğitim gördükleri, “Wamiba” kot isimli bir yerdeki gizli atış poligonu olduğu, sorguya çekme yöntemleri öğretildiği, bu kuruluşlar ile CIA arasındaki para akışını Paul Lüth isimli bir Alman vatandaşının yönettiği ortaya çıktı. Yukarıda ismi geçen ABD vatandaşı Sterling Garwood bu kamplara sık sık gelmekte ve eğitim verenler arasında görülmekteydi.
Ortaya çıkan bu gerçekler görünüşte ABD – Federal Almanya ilişkilerini gerdi. Konrad Adenauer bütün bu olaylardan haberi olmadığını söyledi. ABD Büyükelçisi Donnelly bu girişimlerin Kore Savaşı süresinde oluşturulduğunu ve daha sonra terk edildiğini söyledi.
Olay Hessen eyaletinde patlak vermiş olmasına rağmen, federal düzeyde olduğu da ortaya çıktığından bütün Almanya’yı sarstı. Hessen eyaletinin, olayların açıklık kazanması için beklediği destek Başkent Bonn’dan gelmedi. Tam aksine iktidardaki CDU (Christlich Demokratische Union Deutschlands) ABD yetkililerle müzakerelerle başlayarak olayı ört bas etmeye, araştırma ları durdurmaya çalışıyordu. Karlsruhe Anayasa Mahkemesi, bütün Federal Almanya halkını şaşırtan, 30 Eylül 1952 tarihinde aldığı bir kararla “sanıkların değişik ABD ajanslarının emri ile kuruldukları gerekçesiyle”, Frankfurt polisi tarafından tutuklanan ve sorguya çekilen bütün TD üyelerinin serbest bırakılmasına karar verdi. Hessen Eyaleti Başbakanı August Zinn, “ …. Yüce mahkemenin ABD kontrolünde ve kararın kabul edilemez …. “ olduğunu söyledi, olayı Federal Parlamento’ya taşımaya karar verdi. İlk defa basın, Alman ve yabancı kamu oyu resmen, Parlamentoda eski Nazilerin içinde olduğu, ABD tarafından finanse edilip yönetilen stay-behind isimli kuruluşu öğrendi. Parlamento’da yaptığı konuşmada Zinn, “ …. bu konuyu kapatması için başbakan Adenauer ve ABD yüksek Komi-
seri Reeber tarafından baskıya uğradığını …. “ “ … ve polisin ortaya çıkardığı bütün olayların ve bu işin 30 yıldan bu yana sürdüğünü, “TD yöneticilerinin değişik Federal Almanya politikacılarıyla ilgili suikast planları hazırladıklarını itiraf ettiklerini”, “…. ABD’den aldıkları yıllık yardımın 50 000 DM’ı bulduğunu… “ polis bulgularına dayanarak anlattı.
1981 yılında emekli olan, CIA’da otuz yıl çalışmış,Thomas Polgar, Almanya’da CIA sorumlusu olduğu yıllarda (1950 – 70), böyle bir örgüt olduğunu ve söylenenlerin gerçek olduğunu 1990 yılında kabul etti. 1990 yılında Dieter von Glahn “ …. stay-behind kuruluşunun sadece Hessen esyaletinde değil öteki eyaletlerde de bulunduğunu ve görevlerinin “Gladyo” ile aynı, Almanya’nın milli istihbarat kuruluşu olan Bundesamt für Verfassungsschutz – BfV’un da bu kuruluştan ve çalışmalarından haberdar olduğunu …. “ söyleyecekti. (131)
General Gehlen ve başında olduğu “Organisasyon Gehlen” bu çalkantılar dan, kuruluşun is-mini değiştirip, “Bundesnachrichtendienst - BND” adı altında fire vermeden çıkacak çalışmalarına devam edecekti. Willy Brandt’ın başbakan yardımcısı olduğu dönemde Başbakanlığın hazırlatığı “Rapport Merckel” günümüzde hala açıklanmamıştır.
1955 yılında Federal Almanya’nın NATO üyesi olmasından sonra NATO’nun Almanya’daki gizli ordusu staybehind, NATO içindeki “Allied Coordination Committee”ye entegre edildi ve resmi, gizli bir kuruluş halini aldı. AEG, Bosch, Siemens, Daimler gibi kuruluşlar da bu sistem içinde yerlerini aldılar.
Bütün soğuk harp boyunca Almanya ikiye bölünmüştü. Federal Almanya adına gizli savaşı CIA’ya bağlı Bundesnachrichtendienst – BND, Demokratik Almanya (DDR) adına KGB’ye (Komitet Gossoudarstvennoï Bezopasnosti – Devletin Güvenliği için Komite) bağlı, “Stasi” diye anılan, “Ministerium für Staatssicherheit. – MfS” yürüttüler. BND, CIA ve MI6 (Military Intelligence [section] 6), tarafında “kevgir” olarak görüldü. Duvarın yıkılmasından sonra “Stasi”nin açıklanan belgelerinden, bu kuruluşun stay-behind’i yakından takip ettiği ve ayrıntılı bilgi sahibi olduğu anlaşıldı.
Stasi belgeleri erişilebilir olduktan sonra, Telefon dinleme çalışmalarını yürüten III. Bölüm’ün yöneticisi General Horst Männchen’in yazdığı 3.08.1984 tarihli rapora ulaşıldı. Raporunda General, kendi hükümetine, stay-behind ile ilgili ayrıntılı bilgi vermekteydi. General Männchen 6 Kasım 1984 tarihli bir başka raporunda stay-behind kuvvetlerinin üyeleri
üzerine ayrıntılı bilgi verilirken, arasında kadınların da bulunduğunu bu kuruluşun, Varşova Paktı kuvvetleri için bir tehlike olduğunu ve bu ağın tamamen deşifre edilmesinin zorunlu olduğunu söylüyordu. Daha sonra yazılan bir raporda da, bu ağın BND tarafından, NATO’nun kontrolünde eğitildiğini ve silahlandırıldığı ekliyordu. Aynı bilgilerin KGB’ye gittiği tartışmasız olarak düşünebilirdi.
Stay-behind konusunda en büyük skandal, BND’in Münih’teki merkezinde, stay-behind ile ilgili IV. Bölümünde çalışan sekreter Heinrun Hofer’in Stasi için çalıştığı ortaya çıktığı zaman patladı. Soruşturmalar sonu, BND’nin müdür yardımcısı Joachim Krase’nin de Stasi için çalıştığı anlaşıldı. Duvarın yıkılmasından sonra erişilen Stasi dokümanlarından KGB ve Stasi teşkilat larının başından bu yana NATO’nun stay-behind gizli ordusundan ve çalışmalarından haberdar olduğu anlaşıldı. Federal Almanya hükümeti değişik defalar bu ağın dağıtıldığını ve silah depolarının kaldırıldığı söylemiş olsalar da, değişik tarihlerde tesadüfler sonu cephaneliklere ortaya çıktı. Bunlardan en önemlisi 26 Ekim 1981’de Lüneburg yakınlarındaki Ülsen kasabasındaki, ormancıların buldukları cephanelikti. Araştırmalar sonu
ulaşılan Heinz Lembke, polise daha başka 33 cephanelik gösterdi.
Gazeteci Harbart, yaptığı araştırmalarda, polisten gelen bilgilere dayanarak, 29. Eylül 1980 günü Münih’te Oktoberfest sırasında patlayan, 13 ölüm 200 yaralıya sebep olan bombanın, Lembke aracılığıyla, temelinde BND/NATO’ nun olan depolardan temin edildiği iddiasında bulundu. Bu iddia yalanlanmadı veya konuyla ilgili haberi yayınlayan gazeteci aleyhinde bir
soruşturulma açılmadı.
Araştırmaları sürdüren polis, bombayı “Wehrsportgruppe Hoffmann” üyesi 21 yaşındaki Gundof Köhler’in koyduğunu söyledi. Dikkati çeken, bombanın
çok uzmanlık isteyen bir mekanizmasının olduğu ve Köhler’in böyle bir beceriye sahip olmadığıydı. Konuyla ilgili olarak hazırlanan nihai raporda Lembke’nin “…. Anayasa düzenini tehdit eden bir davranışı olmadığına, ….. faaliyetlerinin sosyal düzeni bozmaya yönelik olmadığına ….. “ karar verildi.
1996 yılında Süddeutsche Zeitung’ta bu geçmiş olayla ilgili çıkan bir yazıda o dönemde, olayın arkasında olduğu söylenen aşırı sağcı kuruluşla ilgili hiçbir soruşturma yapılmamıştı. Köhler’in bu olayın gerçek faili olduğu da kesin değildi. Yeşiller, olayı Parlamentoya taşımış ve konunun PKK’nın (Parlamentariche Kontrollkomission) gizli oturumunda görüşüldüğünü savunmuştu. Sorumlular, Almanya’da stay-behind gizli ordusunun
varlığını, NATO’nun çatısı altında uluslararası bir ağın varlığını ret ettiler. Ellerinden hiçbir şey gelmeyen Yeşiller çok kızgındılar. Federal Almanya’nın NATO’ya girişi sırasında yapılan anlaşmaları sordular. Yine dişe dokunan hiçbir cevap alamadılar. Almanya seçimlere gidiyordu. Yerleşik partiler bir şekliyle kendilerine de dokunacak bu konuyu kapatmayı tercih ettiler. Başbakanlığın hazırladığı dört sayfalık bir raporla konuyu ne zaman tekrar açılacağı bilinmez şekilde gömdüler .
Federal Almanya’daki, NATO’nun gizli ordusu stay-behind’i anlatırken, Türkiye ile benzerlikler devamlı dikkatimi çekti. Gizli Ordu, başka NATO üyesi ülkelerde olduğu gibi çalışmalarını hem orduyla hemde Milli İstihbarat, aşırı sağcı ve sahte solcu kuruluşlarıyla yürütmeyi tercih etmişti. Bu tercihte Türk istihbaratının şekillenmesinde etkin rolü olan General Gelen’in rolü olmuştu. Tabii, Türkiye’de Ordunun Milli istihbarat kuruluşunu son yıllara kadar kontrolünde tutmuş olması da Türkiye’ye özgü bir durumdu. Türk İstihbarat teşkilatının başlangıcı ordu mensupları ile oldu. 1927 yılında “Milli Emniyet Hizmeti” ile başlayan ve bugün MİT’le devam eden süreçte 1927 – 1992 (Sönmez Köksal’a kadar) yılları arasında kuruşun başında bir asker bulundu ve kadrolarda ağırlık askerler oldu. 1957 – 1960, 1961 – 1962 yılları arasında kuruluşun başına bir sivil geldi. (132)
1990’dan 2006’ya kadar adeta unutulan Gehlen org. New York Times’da (133), Michael R. Gordon imzasıyla, 27 Şubat 2006’ta yayımlanan Irak savaşındaki istihbarat savaşına ilişkin bir raporla kendini tekrar bize gösterdi. Rapor Irak savaşı öncesi gelişmeler kadar savaşı temellendiren istihbarat mücadelesine ilişkin de çok ilginç kimi gerçekleri su üzerine
çıkartıyordu. Rapor, 18 Aralık 2002 yılında Saddam Hüseyin liderliğinde toplanan Irak savaş konseyindeki tartışmalar dahil olmak üzere Irak savaş planının bir kopyasının Amerikan Genel kurmayına sızdırılması işini Bağdat’taki Alman istihbarat ajanlarının gerçekleştirdiğini açıkça belirtiyordu. İşin daha garibi Alman ajanlar işlerini bitirdikten sonra sığındıkları yerin de Fransız istihbaratının üssü olan Fransız Büyükelçiliği oluşuydu. Kuşkusuz resmi görüşü Irak’taki savaşa karşıtlık olarak ortaya çıkan ve Fransız meslektaşı Chirac’la birlikte alenen Amerika’ya karşı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde tavır alan Alman Hükümeti
“chancellor”ü Gerard Schröder’in kendi istihbarat örgütünün (eski deyişle Gehler org) içişlerine karışma yetkisinin olup olmadığı düşünülebilirdi. Dünyada kendi istihbarat örgütünün yaptıklarından habersiz pek çok Başbakan ve Hükümet olduğu veya Başkan’ların bile kendi istihbarat örgütlerince kurban edilebildiği düşünülürse, bu gelişmeyi de sürpriz saymamak gerekirdi. Fakat rapor tam tersini söylüyordu. Schroder ve Başkurmayı Frank-Walter Steinmeier -ki daha sonra Merkel liderliğindeki hükümette Dışişleri Bakanı’nın operasyondan bütünüyle haberdar olduğunu 2. raporla ısrarla ortaya koyuyordu. (134)
Bu arada listede Yeşillerin lideri, Schroder’in Dişişleri Bakanı Fischer’in de olduğunu not edelim. Gariplikler burada da bitmiyordu. Alman ajanlar Amerikalı meslektaşlarına Bağdat’taki askeri ve polis hedeflerinin karakteri ve konuşlanmaları kadar moral durumu da aktardıkları ve daha ilginci Sinagogların ve “Torah rolls”(Tevrat metinleri)nin bulundukları
siteleri bile bildirdikleri raporun ortaya koyduğu birkaç gerçekten biriydi. Herhalde Gehlerorg’un varlığının doğası gereği olsa gerek ki, Amerikan Genelkurmayının hazırladığı Irak savaşı ile ilgili ortaya konan tavırlar perspektifinde hazırlanan bir “uluslar listesi”nde Almanya “noncoalition but cooperating” (koalisyon dışı fakat işbirliği yapıcı) bir statüde listelenmişti.
Bu arada Suudi Arabistan ve Mısır’ın “silent partners”(sessiz partnerler) olarak listede yer aldığını da hatırlatalım. (Mısır kendi hava sahasını Amerikalılara açıp Süveyş Kanalı’nında Amerikan gemilerince kullanımına müsaade etmiş. Suudiler ise Delta Force ve Amerikan Özel kuvvetleri’nin Arar’daki özel bir üsten Irak içine operasyon düzenlemesine müsaade
etmişti. Resmi Suudi açıklaması ise, bölgeyi sel felaketinden kurtulanlar için bir sığınma alanı olarak designate ediyordu.
Tabii ki bu raporda Türkiye eksik olsaydı resim tamamlanamazdı. Awacs radar uçakları ve Patriot misil baterilerinin Türkiye’ye gönderilmesi hararetli bir şekilde NATO’da tartışması sürerken, ilk etapta bu plana karşı çıkan ülke de tuhaf bir şekilde Almanya olmuştu. Fakat Irak’a Kuzey’den bir cephe açma kaygısıyla Türkiye’yi ikna etmeye çalışan A.B.D. Almanları bir şekilde hem de çabucak ikna etmiş, dahası Almanlar misil baterilerinin gönderilme sinde de aktif bir rol oynamıştı. Gehler org.’un Amerikan Büyük Ortadoğu Projesi’nin Irak ayağında görev yapan üç değerli üyesi Amerikan Üstün Hizmet Madalyası (American Meri-torious Service Medals) ile ödüllendirildi. (135)
Bir başka örnekte Rusya’dan verelim. 9 Aralık 2007 Cuma günü Rusya'da Kuzey Avrupa gaz boru hattının ilk bölümünün başlangıç noktasında içten bir tören yapıldı. Törene katılan Alman ve Rus yetkililerin çoğu Almanya tarafında projenin güvenliği ile ilgilenen kurumun Alman Dış İstihbarat Servisi (BND) olduğu konusunda hiçbir fikre sahip değildi.
BND, 2. Dünya savaşından sonra eski Wehrmacht istihbarat görevlisi Reinhard Gehlen'in Amerikan gözetimim altında oluşturduğu "Gehlen Organizasyonu" (OG) ismi ile bilinen oluşum temelinde 1956 yılının Nisan ayında kuruldu. Batı blokundaki diğer istihbarat organizasyonlarına benzer biçimde BND de geleneksel olarak teknik istihbarata önem verdi ve bu
alanda etkileyici başarılar kazandı. Aynı dönemde ajan (Humınt-insana dayalı istihbarat) kullanımı ile alakalı her alanda Doğu Alman rakiplerine –STASİ- karşı kaybediyordu. Ajan kullanımındaki zayıflık bütün servis çalışmalarını etkiliyordu. Gehlen tarafından kurulan örgütün aralarında Berlin krizi ve Berlin duvarının inşası (1961),Sovyet lideri Kruşçev'in yöne-
timden uzaklaştırılması (1964), orta menzilli Sovyet SS-20 balistik füzelerinin Avrupa'ya konuşlandırılması (1974), İran'da Şah'ın devrilmesi (1979), Afganistan'a Sovyet müdahalesi (1979), Sovyetler birliğinin çöküşü ve Almanya'nın yeniden birleşmesi (1991) gibi 20. yy ın ikinci yarısındaki önemli uluslararası olayların çoğunu önceden öngöremediği söylenebilir.
Yinede 1968 İlkbaharında Gehlen, istifasından kısa bir süre önce, Sovyet ordusunun Çekosla-vakya'yı işgal etme olasılığına ilişkin uyarıda bulunmuştu.
20. YÜZYILIN SONU
1994 yılında Almanya Anayasa Mahkemesi, Alman Silahlı Kuvvetlerinin NATO’nun “alan dışı” kabul edilen coğrafyalarda görev üstlenmesinin önünü açmıştı. Birleşmeye kadar Silahlı Kuvvetlerini merkezinde BM’nin yer aldığı görevlere gönderen Almanya, birleşmeden sonra BM’nin onay vermediği Kosova’daki çatışmaları durdurmak için buraya asker gönderme kararı almıştı. Ve Birinci Körfez Savaşında, ABD merkezli çok uluslu güce katılmıştı. Almanya, bugün itibarıyla, başta Afganistan olmak üzere, birçok ülkede, BM ve/veya NATO kararları uyarınca veya ortak bir mutabakat çerçevesinde oluşturulmuş çok uluslu güç içinde yer almaktadır. Almanya, 2005 yılı verileri ile GSYİH’sının % 1.5’i oranında bir kaynağı askeri har-
camalarında kullanmaktadır. İlk bakışta, bu oran küçük gözükse de, Almanya’nın GSYİH’sı Dünyanın en büyükleri arasında yer aldığı için, askeri harcamalara çok ciddi kaynak ayırdığı ortadadır. Diğer yandan Almanya/ Kaiserslautern yakınlarındaki Ramstein Havaalanı ABD’nin kendi toprakları dışında bulundurduğu en büyük askeri varlık olup; ABD’nin, onaylanmış
NATO planları kapsamında, Almanya/Büchel‘de de Nükleer silah bulundur duğu kabul edilmektedir. (136)
Uluslararası politikada 1990’lı yılların başı denildiği zaman genelde ilk akla gelen, Sovyetlerin çöküşüdür. Oysa aynı süreç içinde, üstelik eş zamanlı sayılabilecek, aralarında bağ bulunan bir başka olay daha vardır. O da, Berlin Duvarının yıkılması ve iki Almanya’nın birleşmesidir. Önce Berlin Duvarı yıkılmış, Sovyetlerin çöküşü daha sonra gerçekleşmiştir.
Olaylara meydana geliş sırasına göre bakarak, Berlin Duvarının yıkılmasının ve iki Almanya’nın birleşmesinin, Sovyetlerin çöküşünün somut, belirgin ve ciddi bir işareti olduğunu söylemek mümkündür. Doğu Almanya ile Batı Almanya, 3 Ekim 1990’da birleşmişlerdir. Bu birleşmeden fazla söz edilmemesi, Alman diplomasisinin kendine özgü işleyişi ve tercihleri ile açıklanabileceği gibi, Alman Dış Politikasının orta ve uzun vadeli hede-
fleri bağlamında uluslararası kamuoyu nezdinde fazla ön planda olmayı öngörmeyen bilinçli bir tercihin sonucu olarak da alınabilir. Almanya, İkinci Dünya Savaşı sonrasında, galip devletler tarafından ikiye bölünmüş ve bu durum Ekim 1990’a kadar devam etmiştir. Bölünme ile ortaya çıkan Batı Almanya, Batı Bloku ve Doğu Almanya da, Doğu Bloku içinde yer almıştır. Bölünmeye rağmen, her iki Almanya da Soğuk Savaş yıllarında kendi blokları içinde öne çıkan, önemli ve güçlü üyeler olmuşlardır. Bunun içindir ki, ayrı ayrı kendi bloklarına ciddi güç katan bu iki Almanya’nın birleşmesi, başlangıçta ciddi bir endişeye yol açmış ve tepkiyle karşılanmıştır. Söz konusu endişenin ve tepkilerin, iki güçlü Alman Devletinin birleşmesinin ve bu birleşmenin doğuracağı sinerjinin “birleşik” Almanya’ya sağlayacağı güçten ileri geldiğini söylemek mümkündür. “Birleşik” Almanya ile ilgili endişeler ve tepkiler, AB’nin ve NATO’nun genişleme süreçleri ile eş zamanlı olmuştur ve bu durum bir tesadüf olmaktan uzak görülmektedir. Çünkü iki Almanya’nın birleşmesinden endişe duyan ve bu nedenle birleşmeye karşı çıkan Avrupa ülkelerinin, AB’ye ve NATO’ya üye yapılmak suretiyle, ikna edilmiş oldukları ve birleşmenin önünün bu suretle açılmış olduğu
düşünülmektedir. Doğu Almanya ile Batı Almanya 3 Ekim 1990 tarihinde birleşmişler ancak, bu birleşme nedeniyle yeni bir anayasa yapma yoluna gitmemişlerdir. “Batı” Almanya’nın 23 Mayıs 1949 tarihli anayasası, 03 Ekim 1990 tarihinden sonra, “birleşik” Federal Almanya’nın anayasası olarak, yürürlükte kalmaya devam etmiştir. Bu, “Alman” olmanın birleştirici
etkisine işaret eden ve Almanya’nın geleceğine ilişkin değerlendirmede dikkate alınması gereken önemli bir husus olarak görülmektedir. (137)
2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder