31 Ocak 2018 Çarşamba

PANZER VE KURT ISYANI, GEHLEN SONRASI KILIÇ BÖLÜM 3

PANZER VE KURT ISYANI, GEHLEN SONRASI KILIÇ BÖLÜM 3


Bunlar son yıllarda Almanya’da açıktan yapılan ve Alman kamuoyunun tepki göstermediği ırkçı faaliyetlere birkaç örnekti. Sadece Norveç’teki Breiwik gibi “suçsuz katliamcılar” sahneye çıktığında görünür hâle gelen aşırı sağın toplumdaki karşılığı aldığı oyla sınırlı değildi. 

Duyarlı Almanya ise dönerci cinayetleri olarak adlandırılan cinayetlerle ilgili gelişmeleri endişeyle takip ediyordu. Adalet Bakanı Sabine Leutheuser-Schnarrenberger’in sesi, Almanya’nın duyarlı vicdanının sesiydi: “90’lı yıllarda aşırı sağcılığı en kötü şekliyle bizler yaşadık. Mölln’ü, Solingen’i, Hoyerswerda’yı, ölümleri, saldırıları, davaları hatırlıyorum... 
Soruşturmaların sonuna kadar götürülmesi gerekiyor. Ben 1949’dan, yani savaştan sonraki Almanya’da aşırı sağcılığın, solcu, İslamcı ya da başka bir terör grubundan daha az tehlikeli olarak algılanmadığı kanısındayım.” 

Yahudi soykırımı utancının örgülediği zor tarihi nedeniyle Almanya şüphesiz özel bir sorumluluk taşıyordu. Örnek anayasası ile dikkat çeken ülke de bu özel sorumluluğunu, demokrasisini güçlendirecek kendine has yöntemlerle yerine getirmeye çalışıyordu. Irkçı parti NPD Avrupa’daki benzerlerine göre en az oyu Almanya’da alıyordu. Kapatılma tartışmaları hiç bitmeyen parti üzerinde gizli bir izolasyonun olduğunu söylemek mümkündü. Gerek 
toplumda gerekse bürokrasi içindeki destekçileri ile hareket sahası bulan aşırı sağcıların öne çıktığı eylemler, hiçbir Avrupa ülkesinde Almanya’daki kadar büyük tedirginlik meydana getirmiyordu. Olayın bulaşıcı olmasından korkan Alman makamları yarayı neşterle deşmek yerine hem polisiye hem siyasi yöntemlerle üstünü örterek unutturmayı tercih ediyordu. 

Karnındaki bebeği ile ırkçı bir Alman’ın bıçaklı saldırısında ölen Mısırlı Merve Şerbini cinayeti, Ludwigshafen yangını gibi olaylar bunun taze örnekleriydi. Fakat Ekim 2011’de ortaya çıkan ‘dönerci cinayetleri’ vakası ise üzeri örtülemeyecek kadar büyüktü. Almanlar “Neonazi katil çeteleri, Solingen ’den bu yana yaşanan en büyük siyasî hasara yol açtı.” sözleriyle görüşleri  ni ifade ederken, olayın Türkçe karşılığıyla “Mızrak çuvala sığmıyor.”du. O yüzden olsa gerek Alman makamları organize olduğu anlaşılan cinayetlere en üst düzeyde tepki verdi. 

2010’da ‘İslam Almanya’ya aittir’ açıklaması ile Türklerin sempatisini kazanan Cumhur-başkanı Christian Wulff dönerci cinayetlerinde öldürülenlerin aileleri ile buluştu. Cumhur-başkanlığı Sarayı Bellevue’de gerçekleşen görüşmede federal hükümet ve siyasi parti temsilcileri de hazır bulundu. Başbakan Angela Merkel cinayetleri Almanya için “utanç verici” ve “çok rahatsız edici” olarak nitelendirip mağdurlara ve yabancılara güven veren şu sözleri söyledi: “Öncelikle şunu söylemek isterim. Bu cinayetlerden doğal olarak en fazla etkilenen kurban yakınları, devletin her şeyi aydınlığa çıkartacağına, soruşturmaları sonuna kadar götüreceğine ve aşırı sağcılığın ülkemizde hiçbir şansı olmayacağına inansınlar. Şu da memnuniyet vericidir ki; bu hepimizin görüşüdür, yani partiler üstü bir görüştür. Federal hükümet üzerine düşen her şeyi yapacaktır.” 

Ölenler Alman olsaydı, polisin yaklaşımı farklı olurdu. Bu korkunç olay Almanya’da tarihe kayıt düşülecek bir ilki de hayata geçirdi. Federal İçişleri Bakanı Hans Peter Friedrich, ilk defa ‘sağcı terörün’ varlığından söz etti. Almanya Türk Toplumu’nun merkezini ziyaret eden Federal Almanya Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle ise hoşgörüsüzlüğe karşı hoşgörülü 
olmalarının söz konusu olmadığını belirterek, “Almanya’da aşırı sağa ve yabancı düşmanlığına yer yoktur. Hukuk devletinin tüm araçları ile ırkçılık ve şiddetle kararlı bir şekilde mücadele edeceğiz.” dedi. Köln’de 2004 yılında saldırı düzenlenen Keup Caddesi’ndeki Türk esnafı ziyaret ederek üzüntülerini belirten ve yeni dönemde iktidarın en büyük adayı görülen Sosyal Demokrat Parti’nin Genel Başkanı Sigmar Gabriel, “Eğer bu cinayetler bir İslami örgüt tarafından işlenseydi ve ölenler Alman olsaydı, tüm caddeler kapatılır, helikopterler havada uçuşur, devletin tüm birimleri en yüksek mertebede harekete geçirilirdi.” sözleriyle hem ağır bir özeleştiri yaptı hem de 11 yıllık bir duyarsızlığı vurguladı. 

Adalet Bakanı Sabine Leutheusser-Schnarrenberger (FDP) olay karşısında çok kötü bir sınav veren ve eleştirilerin odağına oturan iç istihbarat teşkilatı Verfassungsschutz (Anayasayı Koruma Teşkilatı) için reform çağrısında bulundu. Güvenlik ve istihbarat servislerinin gözetiminden sorumlu Alman Parlamenter Denetim Paneli (PKGr) Başkanı Thomas Oppermann 
(SPD) Naziler tarafından işlenen cinayetleri, “Almanya’da son 60 yılda işlenen en anlaşılması güç ve en iğrenç cinayetler” olarak tanımlayarak, “Devletimizin öldürülen insanları koruyamayışından dolayı utanıyorum.” diye konuştu. 

Irkçı saldırılar karşısında daha önceleri tıpkı hükümet gibi temkinli tavır takınan Alman medyası da oldukça sert söylemleri köşelerine taşırken, özeleştiri yapmaktan da geri durmuyordu. Mesela Kölner Stadt-Anzeiger Alman toplumunun bakışındaki çelişkiyi ele aldığı yazısında “Özellikle de toplumdaki orta sınıfın Neonazilere yaklaşımı tutarlı değil. Bir yanda 
Neonazilerden hoşlanılmıyor, gerek düşünsel gerekse fizikî olarak varlıkları istenmiyor. Ama peki aşırı sağ düşünceye karşı mücadelede, aşırı sağ çevreden çıkmak isteyenlere yardım için malî kaynaklar kısıldığında kimse çıkıp bir şey diyor mu? Ya da aşırı sağcı ayak takımı tarafından taciz edilen komşular için etkin bir destek sağlanıyor mu? Pek sayılmaz.” 
ifadelerini kullanıyordu. 

Berlin’de yayımlanan “Tageszeitung” gazetesi ise Merkel’e seslendiği yazısında âdeta Türklerin vicdanına tercüman oluyordu: “Kurbanlar için kamuoyuna açık bir devlet töreni düzenlenmesi doğru bir sinyal olur. 2004 kışında Hint Okyanusu’ndaki tsunami felaketinde ölen Almanlar için yapılan ın, aşırı sağcılar tarafından öldürülenlere de hak görülmesi uygundur. Angela Merkel şimdi selefi Helmut Kohl’ün yapamadığını yapma fırsatına sahip. 1993’te Solingen’de Türklerin evinin yakılması olayında Kohl cenaze törenine gitmeye yanaşmamış ve böylece pek çok Türk göçmenin yıllar boyunca Almanya’ya yabancılaşması riskini göze almıştı. Merkel birlikte yas tutma becerisine sahip olduğunu gösterebilir ve böylece entegrasyon politikaları açısından da önemli bir sinyal vermiş olur.” 

Süddeutsche Zeitung ise yorumunda resmî makamları sert dille eleştiriyor ve şu soruyu yöneltiyordu: “Bir Neonazi çetesinin elini kolunu sallayarak, takibata uğramadan, cinayet işleye işleye Almanya’nın her yerinde dolaşabildiğinin; Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın 15 yıldır yayımladığı raporların yanlış olduğunun; içişlerinden sorumlu politikacıların bu temel 
üzerinden çıkardıkları sonuçların mesnetsizliğinin ortaya çıkmasından, istihbaratçılarla aşırı sağcılar arasındaki mesafesizlikle ilgili yeni ayrıntılar bulunmasından bu yana, bize çaresizce şu soruyu sormak kalıyor: Acaba sadece Nasyonal Demokrat Parti’yi değil, Anayasayı Koruma Teşkilatı’nı da mı yasaklamak gerek?” 

Öldürülenlerden sadece ikisinin dönerci olmasına rağmen hoşlanmadıkları olaylara, aşağılama kokan isim bulmada çok mahir olan Almanlarca üretilen ‘Dönerci Cinayetleri’ni kısaca hatırlamak gerekirse şunlar söylenebilirdi: 2000 yılında önce Nürnberg’de Ispartalı bir çiçekçi olan Enver Şimşek öldürüldü. Onu 2001’de Hamburg, Nürnberg ve Münih’te de bakkal Süleyman Taşköprü, terzi Abdürrahim Özüdoğru ve manav Habil Kılıç cinayetleri takip etti. Almanlar bunun üzerine herhâlde en iyi döner Boğaz’da yenir diye düşündüklerinden “Bosphorus” adlı araştırma ekibini kurdular. 2002’de Rostock’ta arkadaşının döner büfesinde çalışan Yunus Turgut hedef oldu. Üç yıllık bir aradan sonra ise yine Nürnberg’de Kürt asıllı 
dönerci İsmail Yaşar öldürüldü. Bir hafta sonra Türklerle arasından su sızmayan Yunan çilingir Münih’te öldürüldü. 2006’nın Nisan ayında ise iki cinayet daha işlendi. 4 Nisan’da büfeci Mehmet Kubaşık Münih’te, 10 Nisan’da ise internet kafe sahibi Halit Yozgat, Kassel’de ölü bulundu. Önyargılarıyla hareket eden “Bosphorus” ekibi uyuşturucu ve mafya kanaatleri sebebiyle suçluyu hep Türkler arasında aradı. Ölen Türklerin yakınlarını zan altında bırakan bu tavır yüzünden aileler acılarına üzülemedikleri gibi çevreleri de onlardan uzaklaştı. Alman polisi Türk yetkililerle de iletişime geçti ama tamamında Ceska 83 silahı kullanılan cinayetleri çözemedi. (140) 

Failler hep yanlış adreste arandı. Söz konusu kişiler göçmenler olunca Alman medyasının da tavrı farklı olmuyordu. Onlar da sürekli sol cenahtan bilgilendirildikleri için cinayetlerin arkasında “Türk Derin Devleti”nin olabileceğini yazmışlardı. Cinayetler 2006’da yine anlaşılamayan bir sebeple sona erdi. Son olarak yakılan evde tabancası bulunan ve o zaman olayla 
bağlantısı kurulmayan bayan polis Michéle Kaiserwetter 25 Nisan 2007’de Heilbronn’da kafasına sıkılan tek kurşunla öldürüldüğünde henüz 22 yaşındaydı. 2007 sonrası bu olayla bağlantı kurulan bir eylem veya cinayet olmadığı için dosya kapanma aşamasına gelmişti. 

Türk Susurluk’unda sahneye bir kamyon çıkmış ve her şey değişmişti. Burada ortaya çıkan ise bir karavandı. Olaylar bununla bitmemişti. Seri katil iki Uwe’nin intihar ettiği karavan ise polis için daha doğrusu Almanya için beklenmeyen sürprizlerin ve utanç duyulacak gelişmelerin başlangıcı olacaktı. 

Örgüt üyeleri Uwe Böhnhardt (34) ve Uwe Mundlos (38) bir banka soygunundan sonra kimlikleri tespit edildiği için saklanmaya başladılar. Fakat saklandıkları karavanda yakalanacaklarını anlayınca arkadaşları Beate Zschaepe’yi telefonla arayıp belgeleri imha etmesini isteyerek biraz garip bir yöntem kullanarak tüfekle intihar ettiler. Çok sayıda belgenin olduğu 
örgüt evini bombalı kundaklama yoluyla yakıp belgeleri yok etmeye çalışan Beate Zschaepe (36) ise örgütün üçüncü üyesiydi. Evi kundaklayıp yakmasına rağmen belgeleri yok etmeyi başaramayan Zschaepe, daha düşük ceza almak umuduyla “Aradığınız kişi benim’ diyerek 10 Kasım 2011 günü teslim oldu. 

Her nedense yangından hasar görmeyen belgeler ise Türk Susurluk’undaki malum çantayı anımsatacak kadar önemliydi. Irkçı teröristlerin cinayetleri itiraf ettikleri ve planladıkları yeni cinayetler hakkında da açıklamalarda bulundukları dört DVD’de sanıkların kendi görüntü ve sesleri yer alıyordu. Evde ayrıca cinayetlerin işlendiği silah ve teröristlerin öldürdüğü Michéle Kiesenwetter isimli polisle birlikte yaralanan diğer polisin ekipmanı ele 
geçirildi. DVD’ler incelendiğinde bazı bombalama olaylarının da bilgisine ulaşıldı. Türklerin öldürülme anları da kameraya çekilmişti. Zschaepe’nin yakmaya çalıştığı ama başarılı olamadığı diğer belgeler ise terör örgütü ile Thüringen Eyaleti Anayasayı Koruma Dairesi arasındaki ilişkiyle ilgiliydi. İstihbarat raporunda yer alan bilgiye göre üç terörist 1998 yılında yeraltına inmeden önce aşırı sağ Thüringer Heimatschutz grubunda ( Thüringenli Va-
tan Korucuları) aktif görevli idiler. Aşırı sağcı parti NDP ile irtibatlı olduğu iddia edilen Thüringer Heimatschutz grubunun lideri Tino Brandt’ın Anayasa Koruma Teşkilatı’na çalışan bir ajan olduğu zaten biliniyordu. Ancak soruşturma delil yetersizliği nedeniyle 2007 yılında durduruldu. 

Şimdi ise bu kişinin özel amaçlarla internet kafede bulunduğu ve 9 dönerci cinayetinin 6’sında olayın yakınında olduğu şüphesi seslendiriliyordu. Eski bir emniyet müdürü olan Köln Büyükşehir Belediye Başkanı Jürgen Roters ise Türk esnafa yaptığı geçmiş olsun ziyaretinde, “Bu saldırıların arkasında başka aşırı sağ bir ağın olup olmadığını ortaya çıkarmak en önemli görevdir. Anayasayı Koruma Dairesi mensuplarının işin içine karışmışlarsa bunun 
mutlaka aydınlatılması gerekir. İlk işaret ise, Hessen’deki bir saldırıda bir istihbarat görevlisinin olay yeri yanında bulunmasıdır. Bu gerçekten inanılmaz.” ifadelerini kullanması gelişmelerdeki vahim boyutu ortaya koyuyordu. Roters bu endişesinde yalnız değildi. Aşırı sağcı terör hücresi nin, 88 kişilik bir ölüm listesi hazırladığının ortaya çıkması örgütün diğer Neonazilerle bağlantılarının olduğu şüphesini de uyandırdı. Aydınlatılmayan başka saldırı ve cinayet olaylarının da bu örgütle bağlantılı olabileceği ihtimalini gündeme getirdi. Şimdi dosyalar tekrar raflardan indirilirken, 2008 yılında Ludwigshafen kentinde yaşanan ve dört Türk kadın ve beş çocuğun hayatını kaybettiği faili bulunamayan yangının dosyası da yeniden inceleniyordu. 

Aşırı sağcı terörün en büyük darbeyi Alman istihbarat birimlerine vurduğunu söylemek yanlış olmazdı. Özellikle medya, terörle mücadeleden sorumlu birimleri sert bir şekilde eleştiriyordu. Tarihlerindeki en ağır eleştirilerle karşı karşıya kalan istihbarat birimleri Aşağı Saksonya Anayasayı Koruma Teşkilatı hata yaptıklarını ifade etmesinin haricinde suskunluğunu korudu. Almanya’da örgütlenme şekli birbirinden farlı olan üç istihbarat teşkilatının 
denetimi 1978 yılından beri faaliyette bulunan Parlamenter Denetim Paneli (PKGr) tarafından yapılıyordu. Toplantıları gizli yapılan panel daha çok dış istihbarata bakan Federal Haber Alma Servisi (BND), Askerî İstihbarat Servisi (MAD) ve iç istihbarata bakan Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın (Verfassungsschutz) kontrolünden sorumluydu. Tartışmaların merkezinde olan Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın beş binden fazla çalışanı ve 300 milyon avro bütçesi vardı. (141) 

Frankfurter Rundschau gazetesi ise süreci papaz kaçtı oyununa benzetiyor du: “Güvenlik birimleri ve politikacıların şu an ortaya koyduğu oyunu beş yaşındaki çocuk bile bilir: Papaz kaçtı. Polis sendikası, kendilerini daha üstün gören ve kıskanç bir şekilde ellerindeki gizli bilgileri kimseyle paylaşmayan istihbaratçıların beceriksizliğine ateş püskürüyor. İç istihbara-
tçılar ise Thüringen Eyaleti polis teşkilatı içinde Neonazi çetesinin destekçi leri bulunduğunu fısıldıyor. Böylece taraflar ellerindeki papazı mutlu bir şekilde birbirine kakalamaya çalışıyor ve bu arada gerçekte olup bitenler yoğun bir sis perdesinin altına itiliyor. ” İstihbarat mercek altındaydı. Bazı siyasilerin olayı istihbarat birimlerinin üzerine atma amaçlı gördükleri ırkçı 
Nasyonal Demokrat Parti’nin (NPD) kapatılması konusu da medyada tartışılıyordu. 2003 yılında NPD’nin kapatılması için yapılan başvuru Alman Parlamentosu için utanca dönüşmüş ve başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Yapılan soruşturmada partinin, federal yönetim kuruluna kadar Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın köstebekleriyle dolu olduğu anlaşılmıştı. 

Anayasa Mahkemesi, bu şahısların sağladığı delilleri, düzmece olabileceği şüphesiyle kullanmadı. NPD içinde olduğu söylenen yüzü aşkın köstebek ise devletten maaş alan görevlilerdi. Çoğu istihbarat tarafından ikna edilmiş eski ırkçılar, yani Neonazilerdi. Şu an için Türklerin büyük bir endişe taşıdığını söylemek doğru olmaz. Hatta suçsuz olduklarının anlaşıl-
ması ve aşırı sağcı terörün görünmesine vesile olduğu için memnun oldukları bile söylenebilirdi. En üst düzeyden taziye mesajı alıp bizzat ziyaret edilmeleri de kabul görme açısından sevindirici gelişmelerdi. Tek köstebeğe yapılan teşhisin 2006 sonrası cinayetleri bitirmesi gibi, cinayet şebekesine yapılan toplu teşhisin de bundan sonrasında olayları bitirebileceği ifade ediliyordu. Olayın aydınlatılıp aydınlatılamayacağına gelince, bunu Almanya’nın vicdanı belirleyecekti. Alman hapishanelerinde intihar vakalarının sıklığını hatırlatanlar ise itirafçı bayan terörist Beate Zschaepe’nin özenle korunması gerektiğine dikkat çekiyordu. 

 90’lı yıllarda Brandenburg’ta aşırı sağcı “Kan ve Onur” (Blood and Honour) çetesine dahil olan ve Anayasayı Koruma Dairesi’nde ajan olarak çalışan “Piato” kod adlı Carsten S.’nin, 1998 yılında yetkililere daha sonraki yıllarda Türk esnafları öldüren çete üyeleri ile ilgili bilgi vermişti Carsten S., Saksonyalı bir Neo-Nazi’nin, yakalanacaklarını anlayınca karavanı yakıp 
intihar eden Uwe Mundlos, Uwe Böhnhardt ve teslim olan kadın terörist Beate Zschape’ye silah sağlayacağını söylemişti. Neo-Nazi eylemlerinde hep ön saflarda yer alan Carsten S., bir Nijeryalı öldürmeye teşebbüsten tutuklanmıştı. Alman basını, çete üyelerinin, Carsten S.’nin polise yaptığı itiraflarla daha önce gözetim altında tutulabileceklerini yazdı. Neo-Nazi 
grubunun hazırladığı 88 kişiden oluşan bir liste ele geçirildi. Neo-Nazilerin hedef ya da nefret listesi olabileceği belirtilen belgede Türk ve İslam örgütlerinin temsilcileriyle, iki Alman siyasetçinin de isimleri bulunuyordu. Spiegel Online’nın haberine göre, kanıtlar arasında sayılan listede, isimlerle birlikte sözkonusu kişilerin adresleri de bulunuyor. 
Belgenin bir hedef listesi mi, yoksa muhalif olarak görülen kişilerle ilgili bir kayıt mı olduğu henüz açıklık kazanmadı. Ancak listedeki kişi sayısının 88 olması bile dikkat çekiciydi. Çünkü aşırı sağcı lügatta, 88, H harfinin karşılığı olarak görülüyor. Bu da “Heil Hitler”, yani “Çok Yaşa Hitler” sloganının kısaltılmışı. Tagesspiegel Gazetesi’ne göre kuşku çeken liste 2005 tarihliydi. Listede yer alan siyasetçiler Yeşiller milletvekili Jerzy Montag ve Hıristiyan 
Sosyal Birlik Partisi’nden Hans-Peter Uhl idi. Federal Suç Dairesi, Uhl’a, böyle bir listeden ve listede kendisinin de yer aldığından haberdar etmişti. Montag, “Benim için korkunç bir his. Terör hücresinin tanıdık isimlerinin etkisiz hale getirilmiş olması meselenin bittiği anlamına gelmez. Eğer böyle şeyler düşünmüşlerse, diğerleri de düşünebilir. Eminim Almanya’da ben-
zer saldırılar düzenleyebilecek başka aşırı sağcılar da bulunmaktadır” diye görüş bildirdi. Almanya’da 10 yıldan fazla bir süre içinde 8’i Türk 9 göçmeni öldüren, birçok saldırı düzenleyen Neonazi teröristler, gündemde yer almaya devam ediyordu. Tageszeitung Gazetesi olaylar hakkında şunları yazıyordu: ‘Mölln ve Solingen’de Türk ailelerin evleri ateşe verilmişti. Neonazi katil çeteleri, o zamandan bu yana yaşanan en büyük siyasi hasara yol açtı. Başbakan Angela Merkel, devletin can güvenliğini sağlayamaması nedeniyle kurbanların yakınlarından özür dilemeliydi.’ Handelsblaat Gazetesi ise: ‘NPD’nin yasaklanması konusunda, “Kimin aşırı sağcı, kimin muhbir olduğu ayırt edilmeden NPD’nin yasaklanması girişimi hem anlamsız olacaktır, hem de sonuç getirmeyecektir” değerlendirmesini yaptı. Alman EPA Ajansı, dönerci cinayetlerinin son kurbanı olan Halil Yozgat’ın (21) ailesiyle görüştü. Ayrıca 2007 yılında Hürriyet’te çıkan haberde Halil Yozgat’ın hikayesi ayrıntılı bir şekilde yazılmıştı. Şimdi aileler, faillerin bulunmasının bu kadar uzun sürmesine tepkiliydi. (142) 
Cinayet serisinin ilk kurbanı Enver Şimşek’in çocukları Semiya ve Abdulkerim Şimşek, son gelişmelerle birlikte kurban yakınlarıyla yeniden görüşmeye başladıklarını belirterek “Diğer ailelerle yeniden görüşmek, birlikte ne yapacağımıza karar vermek istiyoruz. Son gelişmeler 
doğrultusunda dava açılır mı, mahkeme olacak mı, olası bir davada bizi neler bekliyor bilmiyoruz. Bize katillerin o kişiler olduğu bilgisi dahi verilmedi. Bu anlayışı anlamak mümkün değil” dedi. Bu arada yukarıda adı geçen liste skandalı patlak vermişti. Almanya’da yabancı esnaf ve bir Alman polisi hedef alan neo-Nazi çetesinin ortaya çıkan 2005 tarihli listesinde 
Türkiye’nin Münih Başkonsolosluğu’nun da bulunduğu ortaya çıkmıştı. 88 kişinin ad ve adreslerinin yer aldığı listenin hazırlandığı dönemde Münih Başkonsolosu Babür Hızlan’dı. Seri cinayetleri işleyen Zwickau neo-Nazi terör çetesinin 88 kişilik gizli listesinde Alman politikacılar ve Türk dernek yöneticilerinin yanında Münih Başkonsolosluğu’nun ad ve adresi de 
yer alıyordu. Ayrıca neo-Nazi terör hücresinin eylemleri üzerine hazırladığı Pembe Panterli propaganda filminin bulunduğu DVD’nin bir kopyasını Münih Başkonsolosluğu’na gönderilmişti. DVD, Kasım 2011’de posta yoluyla Başkonsolosluğa ulaştı. Zwickau neonazi terör hücresinin 10 bin kişi ve kurumun ad ve adreslerinin bulunduğu ikinci gizli listede ise Alman ordusunun silah depoları yer alıyordu. Bunun yanında listede Almanya’nın çeşitli yerlerindeki silah dükkanlarının adresleri de bulunuyordu. Terör hücresinin listesinde Alman ordusunun silah depolarının bulunmasıyla ilgili olarak, güvenlik birimleri, neo nazilerin buralara baskın düzenleme amacıyla hazırlamış olabileceği kuşkusunu taşıyordu. 
Federal Asayiş Şubesi ve Alman güvenlik yetkilileri gizli listenin amacının ne olduğu sorusuna açıklık getiremiyordu. Gizli listedeki isimler arasında liste hazırlandığında ölmüş olan kişilerin isimleri de vardı. 

4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder